ARiHTEN SAHiFELER
XIX uncu asırda Boğaziçinde
sefaret kayıkları
Boğaziçi tabiati, Türk sanatile bu luştuğu için eşsiz bir güzellik halin dedir. Bu, binadan kayığa, döşeme den, renklere, nakışlara kadar bir incelik ve zarafet ifadesinde olan sanat, Boğaziçi tabiatini yoran bir ağırlıkla öğretmemiş, onun şiirini da ğıtmamış, fakat bu manzarayı yer yer tamamlamış ve güzelleştirmiştir.
Boğaziçi kıyılarında doğan Türk yalısı, Türk bahçesi, Türk kayığı bir büyük incelik ve meharetle bu iklimle ve renklerle imtizaç ettirilmiştir.
Asırlardan beri İstanbul’a gelmiş yabancılar bu tabiat ve sanat anlaş masından doğan güzelliğe hayran kalmışlardır. 19. asrın ikinci yarısında İstanbul’un Amerikan elçiliğini yapan Cose şiirli uslûbiyle kayıklarımızı ne kadar güzel anlatıyor:
(İstanbul’u otuz altı sene evvel ilk gördüğüm zaman, bu şehri cazip bir ziyaret yeri ve ticaret merkezi yapan seksen bin kayık Boğaz’m Asya ile Avrupa sahilleri arasında bir aşağı bir yukarı gidip gelIyorlardı.Venedikli bir seyyaha gondol neyse, kayık da bir Türke ve Şarklı misafirlere aynen öyledir. Buharın icadiyle Boğaz’da büyük değişiklikler olmuş kayıkla rın adedi azalmıştır. İhtimal şimdi Boğaz'da yirmi beş binden fazla ka yık yoktur. Bunların çoğu Nevyork’- taki taksiler gibi kiralanır, bunlara «K ırlangıç kayığı» denir.
Kayık ekseriyetle güzelce oyulmuş bir gürgen ağacından ihtimamla ya pılmıştır. İki ucu sivridir. Yapılışının şıkhğ, malzemesinin hafifliği ve aşağı kısımları gayet ince enli ve hafif, yukarı kısmı beyzı ve şişkin olan kü reklerinin orijinal şekli ve kayıkçıla rın meharetile gözü okşayan halleri kayığın hareketine sürat şekline em salsiz bir Şarklı güzelliği verir.
Kayıklar iskelelerde her zaman için kiralanabilir. Büyükleri eğlenceler, aile gezintileri ve işe giden yolcular için kullanılır.
Yolcular, kayıkta yere serilmiş bir Türk halısı, yahut kırmızı bir minder üzerinde otururlar. Kayıklar bir ba kıma bizim kanolara benzer. Uzun ve gayet dardırlar ve yolcunun her ha reketinden müteessir olurlar. Sinirli kimseler bunlara hiç binme m eli. Fa kat Türk kadınının tabiata uyan ih- tiyatkâr bir yürüyüşü ve oturduğu yerden hiç kımıldamayan bir hali vardır.
Sessiz ve ağır ’ başlı kayıkçılar başlarına fes, sırtlarına pamuklu gömlek giyerler. Kayıkçılar adaleli insanlardır. Küreklerini makine inti- zamiyle çekerler. Ara sıra serî bir nazarla önlerinde bir şey olııp olma dığına bakmaktan mada ne sağ, ne de sola başlarını çevirmezler. Mama fih Rum kayıkçılar ara sıra gondolcu gibi şarkı söylemesini severler ve şarkıları küreklerin suya dalışiyle ahenkli gider.
Tatil günü olan cumaları İstanbul halkı Kâğıthane ve Göksu’ya gezin tiye çıkar, bu günler bütün kayıklar kiralanır. Vapurlara rağmen şehir den evlerine eski usulde kayıklarla giderler. Binaenaleyh kayığın hiç de modası geçmiş değildir.
Şimdi bir tanesinin içinde, muhte lif renklerde ipekli elbiseler giymiş bir halı veya minder üzerine oturmuş neşe ile hamam dedikodusu yaparak sigaralarım İçen bir grup Türk ka dını göreceksiniz, yahut belki de bir sürü sivri külâhlı Acem, yahut beyaz ve yeşil sarıklı, renkli cübbeli molla lar veya parlayan yüzleri, kıvılcım saçaıı gözlerile gül renkli ceketli Ha beş sandalcılar göreceksiniz, güneşte veya gölgede saray ve evlerin kemer leri altından, haremin idaresine me mur olan harem ağasının nezaretin de Haliç’in dubalı köprüleri ve vapur lar arasından seğirten bu kayıklar, Boğaz’m mavi sularında bin bir gece masallarının rayalı ülkelerinde oldu ğu gibi sanki hiç bir el dokunmadan kendi kendilerine süzülüp gittiklerini sanırsınız.) (1)
gibi kırmızı sayeban da koydurmuş tu. Bu hareketleriyle sefir itibardan düştü.
Her sefirin İstanbula gelişinde ayrı bir İstikbal merasimi yapılırdı. Fran- sız elçilerine geldiklerinin ertesi gü nü sadrâzam divanı hümayundan tercümaniyle meyva ve çiçek gönde rirdi. Yeni Venedik balyozu geldiği zaman Boğaza iki çektiri yollanır ve balyoz alay ile konağına götürülürdü.
Fevkalâde elçi olarak İstanbula gelenlere de ayrı merasimler yapılır, bunlara sadrâzamın ve vezirlerin ko nak ve yalılarında ziyafetler çekilirdi. Bu fevkalâde murahhasların geliş leri mevsime raslarsa Boğaziçinde mükellef gezintiler ve meşhur yalı larda ziyafetler ve saz âlemleri ter- tibedilirdi.
1739 da Belgrat muahedesi üzerine İstanbula gelen Nemçe elçisi hudutta karşılanmış, elçi Yeııiköyden İsmail paşa çektirisiyle Hasköye kadar geti rilmişti.
Elçiye bir hafta müteaddit ziyafet ve ikramlarda bulunuldu. Hafta so nunda da reisülküttap efendi Kanlı- cada Hüseyin ağanın yalısında elçi şerefine büyük bir ziyafet tertibetti. Güzel bir günde, dışları nakışlı içleri ipek ve kadife müteaddit çifte kayık larla ve bir alay halinde Boğaziçi su larındaki benzersiz seyran elçiyi hay ran bıraktı.
İstanbuldaki İngiliz elçileri de 18 inci asır sonlarına kadar beş çifteye binerlerdi. Amiral Nelson’un komuta sındaki müttefik İngiliz donanması nın Ebukirde Fransız donanmasını yakması İstanbulda büyük bir mem nuniyet uyandırdı. Ve bundan böyle İngiliz elçilerinin dümenli yedi çif teye binmelerine müsaade ile paye verildi. (2)
Amerikan elçileri diğer elçiler gibi beş çifteye binerlerdi. Kendisine hü kümeti tarafından bir çatana gön derilen Cox hükümetine dünyanın en ince ve zarif yapılı teknesi olan Bo ğaziçi kayığının millî müzedeki tek neler kısmına kaldırılmasını teklif etti. Teklif kabul olunarak beş çifte bir vapurla Amerikaya götürüldü. Ve Vaşingtondaki National Museum’a yerleştirildi. Balmumundan yapılan hamlacı mankenlerine de Türk ka yıkçılarının elbiseleri giydirildi.
Elçi bu hizmetinden memnundur, o Boğaziçinin ve kayıkların şiirini tamamen duymuştur:
(Bu h afif kayıklar ekseriyetle insa na bir cisim değil bir hayal hissini ve rir. Kenarına örtülmüş olan ve hemen
suya değecekmiş gibi duran sırma saçaklı al çuha, Boğazın zengin ve çeşitli renkleriyle ışıldar, kayık bu örtüsüyle ve kendisine vekarlı tavır- lariyle azamet veren yolculariyle muhteşem bir manzara gösterir.) (3)
( î ) Diversions of a Diplomat in Turkey.
(2) Bay Süleyman Nutki, Miıhare- batı Bahriyei Osmaniye,
(3) Sefirin hâtıratı.
OsmanlI vezirleri, kibarları ve zen ginleri gibi yabancı devletlerin elçi leri de yazları Boğaziçi’nde oturur lardı. III. Selim Fransız elçisi general Sebastiyani’ye Tarabyadan İpsiîanti- lerin yalısını vermiş, II. Mahumut da n . Bayezit vakfından olan bir yalıyı İngiliz _ elçisine hediye etmişti. Daha evvel İngiliz elçileri, Biiyükdere’de, Tarabyada ve Kandillide kira yalı ve köşklerinde oturmuşlardı.
Kanunî Sultan Süleyman devrin de T. Fransua için annesinin istediği yardımın yapılması ve o vakit çok sıklaşan dostluk bağları Türk - Fran sız münasebetlerinde bir anane hali ni almıştı. Netekim ilk defa bir ya bancı devlete sefarethane olarak III. Selim tarafından yalı verilmiş ve bu yalıya Fransız bandırası çekilmesine müsaade edilmişti.
Sefirler Boğaziçindekl yalılarına kayıklarla gidip gelirlerdi. Bu kayık ların kürek adedi ve renkleri tesbit edilmişti. Sefirler buna riayet eder ler, hükümdarların kayıklarına ben- ziyen teknelerle dolaşmazlardı. Fa kat II. Mustafa zamanında İstanbula gelen Fransız elçilerinden Ferrlol acayip tabiatli bîr zat olduğu için bir defasmda padişahın huzuruna kılınç- la girmek istemiş, ve padişah kayığı na benziyen bir kayık yaptırarak 'Bu- nnnla Boğaziçinde tonezzühlere çık mış ve bu kayığa padişahlarda olduğu
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi