1925 yılının başarılı eserlerinden «SÜT KARDEŞLER» Sağdan : Galip Arcan, Bedia Muvahhid, Behzad Bulak, Şaziye Moral, Vasii Rıza Zobu
'T'T— £>&Obül
TtYATEO HATIRALARI :
SOSYETE RLİĞİN SON TURNESİ
X X X I
Dargınlık şöyle dursun, neşemizden de bir şey eksilmemişti.. Hareketimizden üç gün evvel Raşid, bana müjde verir gibi: «Tanburacı da bizimle geliyor» demişti.. Darülbedayi turnesinde Tanburacı Osman
Vasfı Rıza ZOBU Pehlivan’ın yapabileceği vazifeyi biran dü şündüm?. Raşid : «O da kendi hesabına turneye çıkıyor» diye ilâve etti.. Balıkesir ve civarında bir takım köyler varmış. Bura ahalisi Osman Pehlivan’ın daimi dinleyici siymiş.. Radyonun icat edilmediği o sene
lerde tanburanın sesi, ancak O’nunla gider, yine onunla dönermiş... «Yollarda bize mi safir olacak. Şehirlerde kaldığımız zaman içinde O’da köyleri dolaşıp tekrar bize katılacak..»
Musikiyi de, Tanburacı’yı da severdim.. Sanatındaki güzelliği kadar, sohbeti de gü zel ve eğlenceliydi.. Baharla yeşillenmiş dağlar, yaylalar, tarlalar arasında yol alıp, yorgunluk alırken, tabiatın ılık havasına, Pehlivanın tanburası nağmeleri de bir çeşni verecekti.. Raşid’in verdiği habere bundan dolayı sevindim.. Ben de sevindim, bütün arkadaşlar da..
Bir cumartesi akşamı, saat 18 de kal kacak olan «Gülnihal» vapurunda tam kadro olarak birleştik. Ertesi günüde (25 nisan pazar) Bandırma’ya çıkmış, tirene binmiş, Balıkesir’e doğru yollanmıştık..
Balıkesir’de kolordu kumandanı Rah metli Ali Hikmet Paşa idi.. Gözlüklü, şiş manca vucudile pek «Efendi» bir insandı.. Tiyatronun, musikinin dostu. İmar ve in şaata meraklı. Çoban Mehmet’i pehlivanlık, Mustafa Çağlar ve emsalini bulup musiki alemine kazandıracak kadar arayıcı bir merak ve zevke sahipti.. Biz de kendisinin davetlisi olarak Balıkesir’e gelmiştik..
İstasyon meydanının sağ köşesine bir «askerî mahfel» yaptırmış, Onun yanma, temsile müsaid sahnesile bir tiyatro binası kurdurmuş; elektriğini de temin etmişti.. Bu yapılar için parayı nerden ve nasıl bul muş bilmiyorum. Ama o devirde «tiyatro binası» yaptıracak bir mimar da bulmak imkânsızdı!.. Talihi yardım etmiş; bacanağı Nâzım Paşa emekli olunca gelip Balıkesir’e yerleşmiş.
Nâzım Paşa, sakallı, göbekli bir Osmanlı generali idi. «Tophane’i amire müdürü» ve Imalât-ı harbiye meclis reisliği» et mişti.. Babamın askerlik ve Meclis arka daşı olduğu için, kendisini pek yakından tanırdım. Sonra, mütareke senelerinde bir ara Damat Ferit Paşa kabinesinin Harbiye
—
8
nazırlığında da bulunmuştu.. «Mühendis- hane’i Amire» den yetişme olduğu için, inşaatla ülfeti olan bir zatdı.. Bu bilgisin den dolayı, Balıkesir’in ilk tiyatrosunun mimarı olduğunu da kendisiyle görüştük ten sonra öğrendim..
Ali Hikmet Paşanın gayreti, halkın da alakasile, yedi gün kalıp, üç temsil verdik..
Balıkesir’den sonra gideceğimiz şehir İz mir’di.. Paşa, mutlaka Edremit’e de gitme mizi istedi.. «Türk ocağı» nm sahnesi var. Orada iki temsil verirsiniz. İstanbul’dan İzmir’e giden vapur, Edremit’in iskelesi olan Akçay’a uğrar. İzmir’e onunla gidersi niz» dedi. Biz de «peki» dedik.. Turne lerde, bizlerle alâkadar olan kumandanlara, valilere, kaymakamlara tesadüf edersek, kendilerine kayıtsız şartsız bağlanırdık. Onların isteklerini yapmağı vazife edinir dik. Ali Hikmet Paşa da bunların başında gelenlerdendi. Güç bir seyahat olduğu halde
«hayır» diyemedik..
2 mayıs pazar günü, şurdan burdan te darik edilen otomobillerle Edremit yoluna çıktık. Tabii Tanburacı’da beraber..
Tanrı’nm taşa, toprağa verdiği güzel lik ne kadar iç açıcı ise, yolların bonbozuk oluşuda o kadar iç sarsıc idi.. Havran, Er kime, Osmanlı köylerinde otomobillerden inip dinlenmesek: vücudumuz içindeki a- zalar, sarsıntı ve çalkalanmaktan yerlerini değiştireceklerdi!..
Bir akar suyun başında yaptığımız du rakta, Tanburacı’nın, adetâ eziyetden çoşan ruhu, sazını öyle inim inim inletdiki... Sa bahlara kadar içinde çoştuğum saz fasılları hatıraları bile, o gün, su başında canıma değen Osman’ın nağmeleri kadar bende iz bırakamamıştır... İstanbul’un karlı, yağ murlu, çamurlu soğuk havalarında; rüzgâ rın bir yandan girip, öbür yandan çıktığı salaş tiyatrosunda geceli gündüzlü, maden amelesi gibi lâmba ışığı altında altı ay çalıştıktan sonra, Allah’ın bahşettiği ilk bahar güzelliklerde cennetleşen o
1925 senesinin beğeni len komedilerinden «Devlet Kuşu» Sağdan: Bedia Muvahhid, Rıza Fazıl, Vasfi Rıza ve
Raşid Rıza
larda ciğerlerimizi doya doya misk gibi bir havayla dolduruyorduk.. Yollar bozuk, sahneler dar, oteller basit, lokantalar iş tah kesicimiş... Kim yorulur, kim sıkılır, kim midesine hâkim olamaz... Hele yol arkadaşlığında da anlaşma ve zevk birliği olursa.. Turnelerin sürüp gittiği o uzun seneler, hep bu neşe, hep bu safa içinde yaşlarımızı ilerleterek bu günlere geldik..
Zeytinlikler, Edremit’e yirmi kilometre kala başladı. Bu bir ormandı ki, şehre va rıncaya kadar içinden çıkamadık..
Simli kurşun madenine ait olan dekovil hattının Palamutluk’taki istasyonu da bi zim durak mahallimiz oldu.. Ve nihayet ordan aldığımız hızla saat 20 de Edremit’e girdik..
Otel yoktu: bir handa kaldık. Türk oca ğının sahnesi, bir küçük odadan daha kü çüktü: onun içinde oynadık.. Ne yedik, ne içtik bilmiyorum ama; altı gece ve beş günümüz burada, güle oynaya, bizi İzmir’e götürecek vapuru beklemekle geçti..
Mayısın sekizinci cumartesi günü oto
mobillere binip, saat 12,45 de iskeleye «A k - çay» a hareket ettik.
Vapur tenha olurmuş. Hava güzel. Ege sahilini medhede ede bitiremiyorlar... Şa hane bir deniz seyahati yapma hülyasile birde sahile geldik ki... Bizi götürecek olan vapur taaa ufuklarda!. Savurduğu duman lar arasında güneye doğru kayıp gidiyor!. Bire aman!. Ne halt ederiz şimdi?.. Bize hareket saatim yanlışını söylemişler? Yok sa kaptan alacağını almış, vereceğini ver- mişde, zamanından evvelmi kalkmış?.. Öylede diyen var, böyle de!. Ama biz kal- dıkmı kadınlı, erkekli bu kadar kişi kum sal üstünde!..
Müzakere ve fikir mübadelesi bir hayli uzun sürdü.. Karar: Şoförlerle pazarlık ve bizi buraya getiren otomobillerle İzmir’e doğru yola devam etmek... Yolların ne hal de olduğunu tarif ettim. 1926 da taşra o - tomobillerinin de ne perişanlıkta olduğunu artık siz tahayyül edin!. Her ne olursa ol sun bundan başka vasıta ve bu karardan
başka da hal çaresi yoktu.. Âyet-ül-kürsi’ yi okuyup üfleye arabalara bindik.
Burhaniye’yi geçtiğimiz zaman, güneş artık guruba doğru yönelmişti.. Karanlık basmadan Ayvalık’a bir gelsek!. Ondan ö - teye gitmeğe ne farlarda ışık, ne de şo förde lastiklere karşı bir emniyet vardı.. Ve nihayet Ayvalık geceleme yerimiz oldu..
Akşam yemeğini yedik. Yorgun argın yataklara serildik. Uyuduk uyumadık; Ote lin önünde bir vaveylâdır koptu..
«Koço» isminde bir makinistimiz vardı. Ben Darülbedayi’e girdiğim senelerde o, müessesenin kıdemli bir elemamydı. Yaşını başmı almış bu melek huylu insan, iyi bir marangoz olduğu halde, kendini tiyatro aş kına kaptırmış; dışarda mesleğile uğraşsa, bizden aldğmdan kat kat fazlasını kazana cağı bir hakikatken; tiyatronun havasından kendini kurtaramamıştı.. Dekorların tahta kısmını o çakar, yapar. Temsillerde o ku rar, bozardı.. Bu turnede o da bizimleydi.. Şehirlere girip çıkanları, hele o zaman larda, inceden inceye daha sıkı bir halde kontrol ederlerdi.. Bizim de ilk işimiz: bir yere iner inmez, heyete dahil herkesin nü fus kâğıtlarile diğer resmî evrakını polis müdürlüğüne yollamak olurdu.
Burda da öyle yapılmış, polisde bütün vesikalar teslim edilmiş... Tetkik, tahkik derken bütün şehre bir havadis yayılmış: «Koço’da beraberlerinde» diye!. Bunların bildiği «K oço», düşman istilâsı zamanında bu civar ahalisine çok işkence etmiş bir gaddarmış. Bizimkinin adı da «K oço» ya!.
Ben gürültü ile yataktan fırladım!. Uğul tunun arasından gür bir ses: «Koço’yu ve rin; keseceğiz»- diye bağırıyordu!. Bu isteğe
hep bir ağızdan «uğultu» da koro halinde iştirak etti!. Zavallı Rıza Fazıl, heyecandan kısılmış sesile : «Kardeşler! biz buraya (hecelerin üstüne basa basa) Ali Hikmet Paşa hazretlerinin davetlisi olarak gel dik.. içimizde vatan haini yok. Hepimiz eş- hedü en lâilâhe illallah müslümanız..» rah metlinin bu nutkuna hep bir ağızdan ce vap geliyordu : «Koço’yu verin, keseceğiz» diye!..
— Yahu, polis, jandarma yokmu?. Kay makama haber yollasanıza!
— Kardeşim doğrusunu istersen, buna ne polis karışır, ne de jandarma. Hatta kaymakam bile. Canı yanık heriflerin.
— Peki şimdi ne olacak?. — Hiüç. Kesecekler!..
Rıza Fazıl hala, kelle isteyenlere, göz dağı vermek için, ismi heybetlendirmek kastile, tecvid üzere, heceleri uzata uzata: «Ali Hikmet Paaşaa hazretleri» ni diline vird ederek kurtarmaya çalışıyordu.
Koço’yu bir odaya kilitlemişler. Kapısına nöbet tutmuşlar.. Kadınlar geceliklerile hepsi bir odaya toplanıp, kapının arkasma karyolaları dayamışlar.. Hülâsa, öyle bir halki, sânki ihtilâl içindeyiz!.
Otelci, kahveci, berber.. Civarda kimler varsa, bizimkilerle beraber, güç hâl ile ayaklananları nasıl yatıştırdılarda, sabaha kadar mühlet alabildiler; uzun hikâye.. A - ma biz, şafak söküp sabah olmadan otomo billere atladığımız gibi, şehirden alabildiği mize uzaklaşıp, Koço’yu kurban etmekten kurtardık!..
iki tarafı zeytin ormanlarile çevrilmiş yollardan (yol yok ya. tarla içlerindeki tekerlek izlerinden) dalgaya tutulmuş
1925 Nisan.. «Devlet Kuşu» komedisi.. İki erkek : Raşid Rıza ile Vasfi Rıza.. Merdiven- dekilcrde Mina Müzey yenle Bedia Muvahhid
yık gibi, çalkalana çalkalana ılerliyerek, yer yer harabeler arasından geçtik.. Harp ten evvel mamur olduğu, kalan eserlerden belli olan, köylerde in cin top oynuyordu!.
Yollarda, lâstiklerinden makinesine, ora dan tentesine kadar, otomobillerin tamir edilmedik yeri kalmadı.. Böylece, Mene men’e vardığımız zaman öğleden sonra saat 15 i geçmişti.. İzmir’in Karşıyaka’sındaki otelimiz «Küçük kulüp» ün önüne gelip de arabalardan döküldüğümüz zaman, ma- ysm dokuzunu; saatin de 17,45 ini bul muştuk..
İzmir’de şimdi yıkılmış olan kışlanın, Bahribaba’ya kadar uzanan ve at ahırlarile biten kısmında; yoldan denize doğru uzun lamasına yapılmış ve kışladan çok evvel de yıkılmış olan, ahşap tiyatro binasnda tem sillerimizi verdik..
23 mayıs pazar gününe kadar İzmir’de kaldık.. O gün 7,45 de kalkan trenle Öde miş’e gittik. Uydurma bir otelde yattık. Türk ocağı salonunun sahnesi imiş. Edre- mit’tekinden biraz daha genişçe.. İki tem sil için dört gece de burada temsil verip kaldıktan sonra, 27 mayıs perşembe günü geldiğimiz yoldan İzmir’e döndük..
Birde İzmir’e döndükki: İstanbul Şeh remini (Belediye reisi) tarafından
gönde-Düzeltme : Bir evvelki derginin 11 inci sa- hifesindeki La dam o Kamelya piyesine ait resimde arkada görülen Muvahhid değil, Adil’dir. Yanlış yazılmış. Özür dileriz.
bir telgraf bizi bekliyor!. «Gazi Mustafa Kemâl Paşa hazretlerinin Bur- sa’yı teşrifleri dolayısile Darülbedayi hey’e - tinin de derhal mezkûr şehre hareketi.... »
İzmir neresiii, Bursa neresi!.. Bugün o yollar üzerinden zırt zırt gelip gidenler için belki «şurdan şurası».. Ama, karada tren, denizde vapurdan başka vasıta bilme yen o senelerin insanları için bu bir devri âlem!. Bir kişi, iki kişi değil.. 17 kişilik bir tiyatro hey’eti! Portatif de olsa, sandık sepet dolusu dekor ve ıvır zıvır!
— Trenle Susığırlığı’na kadar gidersiniz.. — Peki, oradan Bursa’ya?.
Bu suale cevap yok!.
Bursa valisine müracaat edip, Susığır- lığı’ndan bizi alacak kadar kira otomobili nin teminini rica etmekten başka çare bu lunamadı.. Pek âheste işleyen telgraf mu- haberelerile, nihayet otomobillerin temin edildiği haberi geldi.. Ve biz de:
27 mayıs 1926 pazar günü Karşıyaka’dan sabah 5.51 de kalkan trenle Bursa’ya doğru İzmir’den ayrıldık..
— 1Í' — ■
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi