• Sonuç bulunamadı

Türk tiyatrosunun Anadolu öyküsü Turneli Tiyatro:Ulvi Uraz, taşra şehirlerinde ilk gece neden yalnız erkeklerin oyun seyretmeye geldiklerini keşfediyor:Anadolu'da "erkek sansürü"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk tiyatrosunun Anadolu öyküsü Turneli Tiyatro:Ulvi Uraz, taşra şehirlerinde ilk gece neden yalnız erkeklerin oyun seyretmeye geldiklerini keşfediyor:Anadolu'da "erkek sansürü""

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

10 • M IL L IY L T

DİZİ YAZILARI

a

TÜRK TİYATROSUNUN

ANADOLU ÖYKÜSÜ

TURNEU TİYATRO

TARIK DURSUN K.

Ulvi uraz, taşra şehirlerinde ilk gece neden yalnız

erkeklerin oyun seyretmeye geldiklerini keşfediyor:

Anadolu'da "erkek

A S h a ke sp e a re 'le r, Goldo-

n i'le r, P irandello’lar o y ­

nayan Devlet Tiyatrosu

oyuncuları bile tu rn e d e

rö n tg e n c ile rd e n yaka­

larını kurtaram azdı

%

Halk tiyatro seyretsin di­

ye, ilk üç sırayı beş, arka

sıraları üç lira yapınca,

ancak öndeki ilk üç sıra­

yı doldurm ak mümkün

olmuştu: Taşranın sosyal

itibar anlayışı böyleydl

T

ÜRK tiyatrosuna çağdaş bir anlayış getiren Devlet Kon- servatuvan’nın temeli Atatürk eliyle atılmıştır. Başlarda or- taeğltim için öğretmen yetiş­ tirmek amacıyla, 1924’de, An­ kara'da Musiki Muallim Mek­ tebi açılmış, Cumhurbaşkan­

lığı Filarmoni Orkestrası sanatçıları bu okul­ da öğretim üyeliği yapmışlardır. 1934 yılında

M illi Musiki ve Temsil Akademisi, ertesi yıl da Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurul­ muştur. 1936’da akademinin temsil bölümü çalışmaya başlamış, 1940’da Devlet Konser- vatuvarı Yasası çıkarılmıştır. Müzik ve tem­ sil olarak iki bölüme ayrılan Devlet Konser- vatuvarı'nda temsil bölümü de üç ayrı bölüm­ den oluşturulmuştur. Tiyatro, opera ve bale.

USTALAR YETİŞTİREN OKUL

Devlet Konservatuvarı’nın temsil bölü­ münde kısa süre sonraTatbikat Sahnesi ku­ rulmuş ve genç sahne sanatçıları için bu, bir uygulama alanı yerine geçmiştir. Burada Gol- doni, Sofokles, Shakespeare, Goethe, Go- gol ve i.essing gibi yazarların yanı sıra Ah­ met Kutsi Tecer’den de iki oyun sergi­ lenmiştir. Geleceğin usta oyuncuları, Cü­ neyt Gökçer, Yıldız Kenter, Ahmet Evintan, Mahir Canova, Salih Canar, Madde Tanır ve daha nice niceleri bu okuldan ve bu uygula­ ma sahnesinden yetişmişlerdir. Bunlardan bi­ ri de şimdi artık aramızda olmayan Ulvi Uraz’

dı.

Uraz’ın sahneye ilk adımını attığı yıl A943’Uir ve sanatçı, ölümüne dek de sahne­

yi bırakmamıştır.

Kısaya yakın boylu, hafif tombul, sürekli bir coşkunluğun adamı Uraz, Devlet Tiyatro­ ları dışında Haldun Dormen Küçük Sahne’ de, Şehir Tiyatrolarımda, Site Tiyatrosu’nda ve kendi adına kurduğu Ulvi Uraz Tiyatrosu’ nda çeşitli roller oynadı; hepsi de başarılı, hakkı teslim edilmiş, ustalık (daha doğru bir deyimle, oyunculuk) isteyen rollerdi.

VALİ NİN YANINDA BİR KOLTUK

“ 1946 yılı mıydı, yoksa 1947 mİ, işte o yıl­ lardan biriydi” , diye anlatmaya başlamıştı. Beyoğlu’ndaki Küçük Sahne’nln Uraz’a ayrıl­ mış ufacık odasındaydı. Dışardan büyük cad­ denin uğultusu bize kadar geliyordu. İkimiz de clgara içiyorduk, oda masmavi dumana kesmişti.

“ ...Devlet Tiyatrosu, Adapazarı ilimizde tem siller vermek üzere turneye çıkmaya ka­ rar verdi. Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, bir de ben İşin organizasyonunu üstlendik. Ba­ na öncülük görevi düştü.

“ Hani, tiyatro bir il’e gitmezden önce, bi- rileri kalkar gider; afişti, sinemaydı, oteldi, lo­ kantaydı, o gibi işleri düzenler ya, öyle bir gö­ rev... Kalktım, gittimAdapazarı’nda.0 güne dek de Adapazarı’na hiçbir resmi kuruluşta­ ki tiyatrolar ne gelmişler, ne gitmişlermiş.

“ Neyse, günlerden bir gün, elimde küçük çantam, Adapazarı’na indim. Sağa sola baş­ vurdum. ilgililer, gereken her türlü kolaylığı gösterdiler, yardımcı oldular. Yer buldum, afişleri astırdım, sonrada gişeyi açtım; bilet tomarını önüme çekip gelecek müşterileri beklemeye başladım. Biletlerin hepsini de nu- maralamıştım bir bir. Gelene biletini veriyor, planda yerini işaretleyip numaralıyordum ay­ rıca.

“ ilk meraklı kalabalığı dağıldı, ben de bir cigara yaktım, beklemeye koyuldum. Derken bir adam geldi, gişenin önüne dayandı. Şöy­ le krantadan biri... Temiz pak giyimli. Belli ki, Adapazarı’nın eşrafından...

“ Başını gişe penceresinden içeri uzattı; Bilet satıyor musun? diye sordu. “ Ne denir? Zaten işim buydu benim. Satıyorum, bayım... dedim.

Önde kim oturuyor?

“ Önce ne demek istediğini kestiremedim, sonra geldi aklıma; ön sıraları şehrin ileri ge­

lenlerine, valiye, jandarma komutanına, sav­ cıya, emniyet müdürüne, ağır ceza başkanı- na falan ayırmıştım. Kimlerin oturdukları ya da oturacaklarını söyledim.

Bana, dedi; valinin yanındaki koltuğu vereceksin!

“ Valinin yanındaki koltuk da belediye baş­ kanı ya da savcıya ayrılmamış mı?

Buna imkân yok bayım, dedim. Ama size üçüncü sıradan güzel bir yer verebilirim, ne dersiniz?

Hayır, ben valinin yanında istiyorum! diye tutunmasın mı başıma!

“ Vali, arkadaşıymış; onun yanında otur­ mazsa, sonra bir dedikodu olurmuş, bir de­ dikodu olurmuş... Bak bak, fişmekân bey ti­ yatroya geldi de, nerelerde oturuyor... derler­ miş sonra.

“ Adamı inandırmaya, yatıştırmaya, dön­ dürmeye çalıştım ama beceremedim.

“ Başka gece için en ön sırada ve eşraf arası bir yeri peyledi, o geceden caydı, gitti. Gitti ya, kabul ettirene kadar tam üç çeyrek zaman harcadım ben de.”

-SANSÜR! -SANSÜR!

Büyük şehirlerimizin dışında bir şehre ti­ yatro geldi mi, ilk gecesini tümüyle erkek se­ yirciler doldurur.

“•Protokoldan vali, belediye başkanı, savcı

Bir ustadan...

"Hoş geldiniz ustalar, hepiniz de hoş geldiniz! Hoş geldiniz dostlar! Vay benim eski dostum... Ben görmeyeli sakalın gelmiş, Danimarka'ya bana gösteriş yapmaya mı geliyorsun? Vay benim küçük hanımım, güzelim! Meryem hakkıyçin ben görmeyeli bir ökçe boyu daha yükselmişsin, başınız göğe ermiş, ustalar, hepiniz de hoş geldiniz. Her gördüğüne atılan Fransız avcıları gibi ne olursa olsun oynayın bize...”

W.SHAKESPEARE

(''Hamlet'’, Perde ll, sahne ıi)

ve başkalarının dışında kimse yanına karısını- kızını alıp gelmez.

“ Bir şehirde böyle, iki şehirde böyle, üç şehirde böyle... Beni aldı mı bir merak sana! Nereye gidersek gidelim, ilk gece, salonu tı­ ka basa erkekler dolduruyor; sonra ikinci ya da üçüncü gecesine kadınlı erkekli bir kala­ balık seyirci akını başlıyordu.

“ Sordum, soruşturdum; öğrendim sonun­ da. Meğer, şehre gelen hertiyatro, şehrin er­ keklerince ilk gecesinde gidilip görülür, bir çeşit sansür edilirmiş. Karılarının, kızlarının görmelerinde bir sakınca bulunmazsa, erte­ si gece ailecek gelinir, seyredilirmiş.

“ İlk gece herkesin pürdikkat oyunu sey­ retmesindeki hikmet de buymuş işte.

AH ŞU RÖNTGENCİLER

“ Biz, sözüm ona Devlet Tiyatrosu’yduk; yani, devletin resmi tiyatrosu, yani tulûatçı, baldır-bacaklı, göbekli, şarkılı, türkülü, gez­ ginci tiyatrolardan değildik. Shakespeare’ler, Goldoni’ler, Goethe’ler, Pirandello’ lar oynu­ yorduk her gittiğim iz yerde.

“ Gel gör ki, yine de kadınların makyaj oda­ larına dadanan röntgencilerden hiçbir zaman, hiçbir yerde yakamızı kurtaramazdık.

“ Dahası var; biz bir şehre g ittik değil mi, görmediğimiz, bilmediğimiz bir şehir... İnsan, ister istemez ilgi duyuyor, gezip dolaşmak, o şehri şusuyla, busuyla etraflıca tanımak is­ tiyor. Bundan tabii, ne olabilir?

“ Kadın oyuncular kesinlikle tek başları­ na şehrin içinde dolaşamazlardı. Şehrin er­ kekleri, çoluğu çocuğu, yaşlısı, genci arka­ larına takılır, yol keser, laf atardı çoğu kez. O yüzden kadın oyuncularımız rahat soluk al­ mak için erkek oyuncular şehri dolaşacak­ ları zaman bir olurlar, topluca şehri gezerler­ di.

BİR GÜN, MERSİN'DEYKEN...

“ Yine böyle bir turne sırasında yolumuzu Mersin’e kadar uzatalım, orada da oyunlar sel- gileyelim dedik.

“ Mersin’e geldik. Afişler, ilanlar, şu-bu... “ Gürültü patırtı içinde gişeyi açtık. “ Ha, gişeden önce şunu da kararlaştır­ mıştık; madem dedik, bu tiyatro devletin ti­ yatrosu; kazançtan çok sanatı, tiyatroyu hal­ kın ayağına götürmek amacını güdüyor, biz de bu amaca uygun, fiyatları indirelim ! Böy­ le yapacağız da, parası az olan, aman tiyatro göreceğim diye yanıp tutuşan seyirci de du­ yacak, koşacak, biletleri kapışacak!

“ Önden üç sırayı beş lira, geri kalanları da üç lira yaptık. Bunu da gişeyi açmadan du­ yurduk, ilan ettik.

“ Ettik etmesine de o geceki temsili yal­ nızca öndeki üç sıranın seyircisine oynadık. Tabii, çok, pek çok şaşırdık olana bitene. Se­ yircimiz, beş liralık sıraların seyircisiydi, o ka­ dar!

“ Gündüz, gişe açıkken gelenler, beş lira­ lık yeri soruyor, bitiğini duyunca (zaten topu topu üç sıraydı) başka sıradan bilet almaksı­ zın gidiyordu.

“ Öğrendik sonradan: Bu, küçük şehirler­ deki sosyal itibar ile ilgiliydi. İkinci gece an­ ladık olayı, hiç karşı durmadan kabullendik ve vakit geçirmeden her yerin fiyatını beş li­ ra yaptık, böylece tiyatronun itibarını da, se­ yircinin itibarını birlikte kurtardık.

“ Her yeri beş liradan sattığımız gece, sa­ londa iğne atılsa yere düşmeyecek bir kala­ balık vardı. Öyle ki, dışardan yüz sandalye buldurduk; yollara, koltuk başlarına koyduk, takviye aldık. Yoksa, seyirci yer diye birbiri­ ni yiyecekti...”

YARIN:

E V V E L Z A M A N İÇİNDE

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kıral Birinci Fuad’ın henüz tam olgun­ luk çağında iken, Faruğun daima tekrar ettiği iddia olunan bir söze göre vaktin­ den on beş yıl önce, ölümü

Seçimi m ü taak ıp yeni başpapaz bir konuşm a yapm ış ve T ür­ kiye C um huriyeti ve Mustafa Kemal P aşa’nın sıhhat ve âfiyetine dua etmiştir. Papa

Bu: (Mizansen) sahne dii zenini senaryoda sözlerle değil, plâstik olarak figürlerle b e lir t­ mek, film in çekiminden önce a- deta bir resim li roman haline

İşte bu sayılamaz sonsuz olan kümenin eleman sayı- sı, sayılabilir sonsuz dediğimiz kümenin (doğal sayılar ör- neğin) elemen sayısından daha büyüktür ve bu kümenin

1991 Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Elemanları Sergisi, Kazım Taşkent Sanat Galerisi, İstanbul 1991 Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar

Akis, Menderes iktidanna karşı muhalefe­ ti ayağa kaldıran, tiraji yüz binlerle ölçülen, orduyu ve üniversiteyi çok etkileyen bir der­ giydi.. Menderes

Sonra, Ruhi Su’nun sevgili eşi Sıdıka Su’dan öğ­ reniyoruz ki, bu alandaki imece girişimlerinin tari-t hi çok gerilere gidiyor.. Bundan sonrasını Sayın Sıdıka

Cumhurivet Matbaası 1943. Taha