• Sonuç bulunamadı

Aşk Bir Güneşe Benzer

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Aşk Bir Güneşe Benzer"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyat› Anabilim Dal›, Eski Türk Edebiyat› Bilim Dal›, Yüksek Lisans Ö¤rencisi: emrah.gokce@hotmail.com

2

‹flidin ey yârenler aflk bir günefle benzer Aflk› olmayan gönül misâl-i tafla benzer

E

Em

mrraah

h G

ÖK

ÇE

E

11

Ö ÖZZEETT

Bu yaz›da Dr. Mustafa Tatc› taraf›ndan kaleme al›nan Aflk Bir Günefle Benzer adl› eser tan›t›lmaktad›r. A

Annaahhttaarr KKeelliimmeelleerr:: Yunus Emre, Tasavvuf, Aflk, fiiir, fierh. A

ABBSSTTRRAACCTT

In this study, the work, “Aflk Bir Günefle Benzer (Love is like the sun)” written by Dr. Mustafa Tatc› is being introduced.

K

Keeyy WWoorrddss:: Yunus Emre, Sufism, Love, Poem, Annotation.

Dr. Mustafa Tatc› taraf›ndan kaleme al›nan, ad›n› Yûnus Emre’nin bir beytinden2

alan Aflk Bir Günefle Benzer adl› eser; ‹slâm mutasavv›flar›n›n ‹lâhî aflk anlay›fl›n› de¤erlendiren Bir Ulu Hece: Aflk; tasavvuftaki ben ve biz fikrini anlatan Ben ve Biz Asr›ndan adl› yaz›larla birlikte; Yûnus Emre’ye ait yedi ilâhînin flerhinden oluflmaktad›r.

(2)

Bir Ulu Hece Aflk bafll›kl› bölümde, tasavvuf ehlinin aflk anlay›fl›, mutasavv›flardan yap›lan al›nt›larla de¤erlendirilmifltir. Bu bölüm, ayn› zamanda, Yûnus Emre’nin fliirini anlamak için de bir girifl mahiyetindedir. Kitab›n bu k›sm›nda yer alan baz› bölümler flöyledir:

“Cenâb-› Hak, “Göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr/35). Eflya âleminin asl› bu nûrdur. Her varl›k seferini tamamlay›p yine asl›na dönecektir. Varl›k, ilâhî iradenin eseridir. Bafl› âdem olan varl›¤›n sonu da âdemdir. Yukar›da da belirtti¤imiz gibi, mevcudattan gaye, insand›r. ‹nsan›n varl›¤›ndan gaye ise, Cenâb-› Hakk’› bilmesi ve tan›mas›d›r. Bu bilinmek iste¤i, ilâhî iradenin emri “Kün!”, yani “Ol!” kelimesinin içine gizlenmifltir. Gizli hazine bu “Ol!” s›rr›n›n içindedir. “Kün!” (Ol!) sözü, yarat›l›fl›n hem bafllang›c› hem de tamam-lan›fl›d›r. Hakk’›n bilinmek isteme sevgisi, bu emirde de vard›r. Bundan da anlafl›l›yor ki, aflk, bizatihî Hakk’›n zat›yla alakal›d›r. Eflya ise, kemâli aflk olan mutlak varl›¤›n isim ve s›fatlar›d›r. fiu hâlde görüntüler geçici, as›l olan aflk ise, ezelî ve zatî oldu¤u için kal›c›d›r. Aflkta eksikli¤in olmamas›, mutlak zat›n kemâl sahibi oluflundand›r. Yûnus Emre’nin “Aflk gelince cümle eksikler biter” m›sralar›nda anlatmak istedi¤i nükte, âfl›k ve mafluku, Cenâb-› Hakk’›n aflktan ibaret olan kendi zatî hüviyetinde toplamaktan ibarettir. Asl›nda seven de sevilen de kendisidir. Bu nükte, bizdeki eksiklik bitip kemâl tahakkuk ettikçe anlafl›lacakt›r. Bütün bu söylenenler Gaybî Sun’ullah taraf›ndan ne güzel özetlenmifltir:

Aflk odu evvel düfler mâflûka andan âfl›ka

fiem’i gör kim yanmadan yand›rmad› pervâneyi” (Tatc› 2008: 20-21)

“Esasen kim sevilirse sevilsin, sevgi, ister mecazî olsun, ister hakikî, netice itibariyle bütün sevgiler, hakikatte, aflk›n gerçek sahibinedir. Öyleyse mecazî aflk diye nitelendirilen aflklar, bilene gerçek birer vas›tad›r. Gerçe¤e en yak›n mecaz ise, kad›nd›r” (Tatc› 2008: 23).

“Aflk› en iyi tan›mlayan kelime, yine aflkt›r. Bilindi¤i gibi aflk kelimesinin anlam›, sarmafl›kt›r. Bu sevgi gücünün sarmafl›kla ne ilgisi var denecek olursa, cevab› fludur: Sarmafl›k nas›l ki, sard›¤› bitkinin her fleyini sar›p sarmalar, hiçbir boflluk b›rakmadan onu kaplar ve hatta kurutursa, sevgi gücü de aynen böyledir. Sevenin vücudu, sevilenin sevgisiyle kaplan›r. Seven, sevilende yok oluncaya kadar bu devam eder. Aflk, aflka gelince, demek ki böyle oluyor. Yûnus bofluna, “Aflk yolunda uyanan mâflûk burcunda biter” demiyor” (Tatc› 2008: 24-25).

“Aflk›n tecellî mahalli gönüldür. “Gir gönüle bulas›n Tûr / Sen ben demek defterin dür!” diyen Yûnus, Cenâb-› Hakk’›n tecellî etti¤i mahallin adresini vermektedir. ‹nsan bu bilince ulafl›nca da flöyle seslenecektir:

(3)

Ben gelmedim da’vi içün benim iflim sevi içün

Dostun evi gönüllerdir gönüller yapma¤a geldim” (Tatc› 2008: 25).

“Beflerî benlikten ilâhî benli¤e do¤ru yol alman›n temel flart› terktir. Tasavvufta terk, zahirimizi “el kârda gönül yârda” sonucuna götürürken f›trat›m›z› da “Allah’›n ahlâk›”yla ahlakland›rarak bizi asl›m›za döndürür. Yarat›l›fl›m›z›n gayesi sevgi ve bilgi oldu¤una göre, güzel ahlak ve onun da ötesinde Allah’›n ahlak›yla ahlaklanmak, bilinmeyi seven Hakk’a dönmek demektir.” (Tatc› 2008: 26).

“Aflks›zlar›n ifli zordur. Onlar›n kalpleri kararm›fl, sert Karatafl (granit) gibidir veya onlar hayvanlardan da afla¤›d›rlar. Yûnus, âfl›klar›n sözleri aflks›zlara “kaya yank›s›” gibi gelir der:

Aflks›zlara benim sözüm benzer kaya yank›s›na Bir zerre aflk› olmayan belli bilin yabandad›r *

Aflks›zlara verme ö¤üt ö¤üdünden al›r de¤il

Aflks›z âdem hayvân olur hayvân ö¤üt bilir de¤il” (Tatc› 2008: 29).

Ben ve Biz Asr›ndan bafll›kl› bölümde Yûnus Emre’nin fliirlerinden hareketle ben ve biz kavramlar› irdelenmifltir. Bu bölüm flu tespitlerle devam etmektedir:

“Yûnus Emre’nin en temel vasf›, mükâflefe yoluyla elde etti¤i ledünnî tecrübelerini ana dili Türkçeyle ve âfl›kane bir edayla yazd›¤› manzumelerde dile getirmifl olmas›d›r. Yûnus, evde, sokakta, çarfl›da, mescit ve medresede konuflulan günlük konuflma dilini mücerret ve manevî bir alana çekerek edebî ve estetik bir mana dili gelifltirmifltir. O, gaybî ve ledünnî hakikatleri âdeta Türkçe dile getirmek için görevlendirilmifltir. Zira Türkçe onunla bir tefekkür dili hâline gelmifl, dilimiz ve dinimizin derinli¤i onun yazd›klar›yla anlafl›lm›flt›r. K›sacas› o, bizim aflk ve mana dilimizdir.” (Tatc› 2008: 33).

“Yûnus, kelime-i tevhîdi dile getirmekten gayenin, esasen Hakk’›n birli¤ini anlamak ve zat tevhidini yaflamak oldu¤unu, Cenâb-› Hakk’› seven gerçek âfl›klar›n bunun için çal›flmas› gerekti¤ini belirtir. Vahdeti anlayan kifli, âlemde gözümüze tak›lan paradoks tecellileri gönlünde sindirerek sen-ben demeyi terk eder, “o” der! Böylece Hakk’› gerçek sevenler, “ben”den, “sen”e; “sen”den “o”na yükselecek, sonra bunlar›n hepsini cem’ ederek içinde kendinin de bulundu¤u ahadiyet deryas›nda kaybolacakt›r. Bu birlik deryas›nda fert cemaatle, cemaat fert ile aynîleflecek ve ortaya “biz deryas›” ç›kacakt›r. Burada soyut bir kavram olarak ifade edilen “biz”; kesreti, vahdette; vahdeti, kesrette

(4)

yaflayanlar›n bulundu¤u yerdir. ‹leride belirtece¤imiz gibi Yûnus’taki varl›k ve toplum sevgisi, kendini toplumda seyretme, kendini yetmifl iki milletle bir görme, ayruksu bak-mama, öteki-beriki diye ay›rmama ve kendi ve baflkas› gibi kavramlar› lûgatinden ç›karma hâli, vahdeti kesrette yaflamayla ilgilidir. S›radan, e¤reti, temelsiz, aklî, yaflanmam›fl ve sun’î bir sevgi de¤ildir. Bu Muhammedî bir sevgi olup ilâhî rahmetin insandaki tecellîsiyle alâkal›d›r.” (Tatc› 2008: 37).

“‹çimizdeki ben duygusu, öyle bir cevherdir ki bu cevher asl›na yönelirse “o”na ve “biz”e dönüflecek, nefse yönelirse “benlik”in esiri olup madde âleminde kaybolup gide-cektir. Büyüklerimiz, “‹nsan bitti¤i yerde biter.” demifllerdir. fiu hâlde “benlikler”in bunu gerçeklefltirebilmesi için sevmeyi, vermeyi, baflkas› ad›na terk etmeyi, paylaflmay› ö¤ren-mesi, k›sacas›, ben de¤il, sen, o ve biz demeyi ö¤renmesi gerekmektedir. Vehmî benlik (yani ego) ancak bu flekilde yontulur, yok edilebilir. ‹çben ancak bu flekilde gerçek yüzünü gösterebilir, insan ancak bu flekilde kendini tan›yabilir. Aziz Mahmut Hüdâyî’nin dedi¤i “Sen ç›karsan aradan kal›r seni Yaradan” m›sralar›ndaki nükte ancak o zaman anlafl›labilir.” (Tatc› 2008: 63).

Yûnus, beflerî (fark) ve ilâhî (cem’) hâllerini idrâk ederken, ben ve biz kelimelerine farl› anlamlar yüklemektedir. Cem’de “ben”, varl›¤›n› “Ben benli¤im dosta verem” kavlince dostuna verince, önceki alg›lanan benlikten eser kalmayacak, ben, sen olacakt›r. ‹nsan “biz” makam›nda ise, her fleyin ötesinde mutlak beni mevcudatla birlikte alg›laya-cak, belki her fleyde onu yaflayacakt›r. Farktan cem’e ve cemü’l-cem’e ulaflan kiflinin bun-dan sonra söyleyece¤i “ben”, art›k “sen” (gerçek varl›k) için söylenecektir. Ancak burada ikilik yoktur. Kifliden ben diyen, gerçek bendir. Bu iki benli¤in en iyi örne¤i Hallâc-› Mansûr (ö. 922) ile Firavun’un “Ene’l-Hak” ifadeleridir. Her ikisi de ayn› ifadeleri kul-land›klar› hâlde bu kiflilerin meramlar› farkl› idi. Hallâç bu cümleyi söyledi¤inde cem’de idi. Sekr hâlinde a¤z›ndan ç›kan bu söz, bensiz bir ben idi ve Hakk’a aitti. Firavun ise, bu sözü nefsinden söylemiflti.” (Tatc› 2008: 72).

“Bir ‹slâm mutasavv›f› olan Yûnus Emre’nin hedefi, vücut birli¤ine ârif, kulluk bilinci içinde yaflayan, Hakk’› bilen Hak’ta seyreden, her an Hak’ta olan, tevhidin hakikatine vâk›f fertlerin yaflad›¤›; halka hizmeti Hakk’a ibadet ve her yapt›¤› ifli Allah’›n ifli kabûl eden, sen-ben ikili¤inden kurtulmufl muvahhitlerden oluflan bir toplum yaratmakt›r.” (Tatc› 2008: 74).

“Yûnus’un dünyas›nda dinî, ruhî ve ilâhî bütün de¤erleri rafa kald›ran, insan› salt bir madde olarak de¤erlendiren ak›lc› ve felsefî bir insan sevgisi söz konusu de¤ildir. Yûnus, sevgiyi sadece insanla s›n›rlamaz; Allah sevgisinden ötürü varl›¤a sevgiyle yaklafl›r. Bu

(5)

sebeple o, insan sevgisini idealize edip putlaflt›ran bir hümanist de¤il, muhabbetullah sahibi bir muvahittir.” (Tatc› 2008: 75). Mustafa Tatc›, Yûnus Emre’nin hümanist olmad›¤›n› ›srarla vurgulamaktad›r.

Bahsi geçen iki yaz›dan sonra kitapta, Yûnus Emre’ye ait yedi fliirin flerhi yer almak-tad›r.

Tâatuna duran zâhid nazar›na erer ise

Tesbîhini unudup ol ayruk secde de etmeye (Tatc› 2008: 82)

beyti izah edilirken zahitler ve âfl›klar aç›s›ndan zühd kavram› flöyle aç›klanmaktad›r: “Zühd, ilâhî yasaklardan yüz çevirip Hakk’›n emirlerini yerine getirmektir. Sülûk ç›kar-mayan, manevî yolculuk yapmayan kiflilerin zühdü, emir ve nehiylere dikkat etmeye, sak›nmaya dayal›d›r. Âriflerin zühdü, kalbin Hak’tan baflkas›yla meflgûl olmamas›d›r. “Zühdü koyal›m / Aflka uyal›m / Hakk’› bulal›m / Hû diyelim Hû” (Kuddûsî) veya “Zühd ü takvâya yâr idim evvel / Aflk ile benden hep cüdâ düfldü” diyen kâmiller fenafillâh bilincine ulaflt›klar› için zühdden ve sair ibadet tertiplerinden eser kalmaz. Fakat, onlar fenadan farka geldiklerinde, tekrar zühde dönerler. Bu mânâda zühd, kâmillerin örtüsü konu-mundad›r. Mânâ yolunda zühd vard›r; ama bu makamda tak›l›p kalmak da sâlikin perdelerindendir. Buna “hicâb-› nûr” (nûr perdesi) da denmifltir. fiu hâlde zühd bir vas›tad›r, gaye de¤ildir. Âfl›klar zühd makam›nda fazla oyalanmazlar, onu gaye hâline getirmezler.” (Tatc› 2008: 83). Yine bu beyit izah edilirken ulafl›lmas› gereken nokta flöyle belirtilmifltir: “Unutulmamal›d›r ki hakikat yolunda cem’ ve fark makamlar› gaye de¤ildir. Gaye, cemü’l-cem’, yani cem’de fark hâlini yaflamak, halk içinde Hak ile olmakt›r.” (Tatc› 2008: 85).

Emâtnetdir sak›ng›l aflk haberini zinhâr

Oturup de¤me yerde söyleme aflk›n sözin (Tatc› 2008: 108)

beyti anlat›l›rken, beyitte geçen aflk s›rr› flöyle ifade edilir: “Bu s›r Yûnus’un ikaz›ndan da anlafl›laca¤› gibi kitabî bir olgu de¤ildir. Kâmillerin nefesinde gizli olup elden ele, dilden dile, gönülden gönüle aktar›larak bilinmifltir. Bu s›r arkas›nda koflan âfl›k, hakikati anlaya-mad›¤› için perifland›r. Aflk s›rr›n› henüz anlayan ârifin gönlü de konuflaanlaya-mad›¤› için kay-namaktad›r. Erenler bu sebeple, “Âfl›k susarsa çatlar, ârif konuflursa yanar.” demifllerdir. Aflk› yaflayanlarla aflk s›rr›na ârif olanlar farkl› tav›rlar içindedir. Ârifler, aflk s›rr›n› örtülü sözlerle anlatm›fllar, remizlerle gizlemifllerdir. Hz. Mevlânâ’n›n Dîvân-› Kebîr’i aflk devresinin, Menevî’si ise, irfan devresinin mahsûlüdür. Bu sebeple Mesnevî aflk›n irfan›n› remzî olarak anlat›r.” (Tatc› 2008: 109).

(6)

Mustafa Tatc›, Yûnus Emre’nin yüzy›llard›r dilden dile dolaflan flu ilahisini de flerh etmifltir:

“Yâr yüre¤im yar gör ki neler var Bu halk içinde bize güler var Ko gülen gülsün hak bizim olsun Gâfil ne bilir Hakk’› sever var Bu yol uzakd›r menzili çokdur Geçidi yokdur derin sular var Girdik bu yola aflk ile bile Gurbetlik ile bizi salar var

Her kim merdâne gelsin meydâna Kalmas›n câna kimde hüner var Gözleri giryân cigeri püryân Olmufllar hayrân dîvâneler var

Yûnus sen bunda meydân isteme

Meydân içinde merdâneler var” (Tatc› 2008: 113). Bu fliirin ikinci beyti yine Yûnus Emre’nin bir fliiriyle izah edilmifltir: “Zahid, gafil; âfl›k, mazur; ârif, mütevazidir. Ortada bir fitne varsa da suçlu yoktur. Yine de zühhâd, Yûnus’un flu ikaz›na kulak verse iyi olur:

Dervîfl olan kifliler deli olagan olur Aflk neydigin bilmeyen ana gülegen olur Gülme sak›n sen ana iyi de¤ildir sana Kifli neyi gülerse bafla gelegen olur Âh bu aflk›n eseri her kime u¤rar ise Derdine sabretmeyen yolda kalagan olur

(7)

Bir kifli âfl›k olsa aflk deryâs›na dalsa O deryân›n içinde gevher bulagan olur Âfl›k lâ-mekân olur dünyâ terkini urur Dünyâ terkin uranlar dîdâr göregen olur Dervîfl Yûnus sen dah› incitme dervîflleri

Dervîfllerin duâs› kabûl olagan olur” (Tatc› 2008: 119-120). “Bu yol uzakd›r menzili çokdur

Geçidi yokdur derin sular var” (Tatc› 2008: 120) beytindeki geçidi olmayan sular flunlard›r: “Yûnus’un geçidi olmayan sulardan kast› celâlî tecellîlerdir. Bu geçitsiz sular› kolay geçmek için tecellînin Hak’tan oldu¤unu bilmek ve sabretmek gerektir.” ‘(Tatc› 2008: 123).

“Önümce kuyu kazan› Hak taht›n a¤d›rs›n an›

Ard›mca tafllar atan› güller nisâr olsun ana” (Tatc› 2008: 146) beyti flerh edilirken mutasavv›flar örnek gösterilerek, celâl ve cemâl tecellîleri anlat›lm›flt›r: “Cenâb-› Hakk’a cemâlden de celâlden de yol bulunur. Tevhidin hakikati bu ikiyi bir etmekten geçer. Muvahhit, celâl ve cemâli birlefltiren kiflidir. Erenler bunu ‹brahim Tennûrî’nin a¤z›ndan flöyle anlatm›fllard›r:

Hofldur bana senden gelen Ya hil’at yahut kefen Ya tâze gül yahut diken Kahr›n da hofl lûtfun da hofl Gelse celâlinden cefâ Yahut cemâlinden vefâ ‹kisi de câna safâ

Kahr›n da hofl lûtfun da hofl Ger b⤠u ger bostân ola Ger bend ü ger zindân ola Ger vasl u ger hicrân ola Kahr›n da hofl lûtfun da hofl

(8)

ancak, celâl yolu kestirme ve ac›; cemâl yolu ise, uzun ve zordur. Hallâç gibi, Seyyid Nesimî ve Niyâzî-i M›srî gibi zevat, celâl yolunu tercih etmifl, “Âkil isen ad›n› deliye tak!” diyerek irfanlar›n› a盤a ç›karmak yerine, melâmet h›rkas›yla gizlemeyi tercih etmifllerdir. Bizden önce gelenler taraf›ndan “Kepenek alt›nda er yatar!” denmesi bundand›r.” (Tatc› 2008: 147-148).

“Hakîkatin mânâs›n fler’ ile bilmediler

Erenler bu dirli¤i riyâyla bulmad›lar” (Tatc› 2008: 183) beyti flerh edilirken ilginç bir menk›be anlat›l›r: “Bir mürflit, makam sevdal›s› dervifllerinden birine, flad›rvanda abdest alan üç kifliyi göstererek:

- Git flunlar›n enselerine birer tokat vur, der. Dervifl biraz itiraz eder gibi olsa da, toparlan›r, destur deyip gösterilen kiflilerin yan›na gider. Birinci adam›n ensesine tokat› patlat›r. Tokad› yiyen kifli dönüp ayn› anda dervifle tokatla mukabelede bulunur. Dervifl gider ikinci adam›n ensesine bir tokat atar. Tokat› yiyen ikinci kifli, bafl›n› çevirip flöyle bir bakmakla yetinir. Dervifl, üçüncü kiflinin yan›na gider ayn› ifllemi ona da yapar. O zat da sanki hiçbir fley yokmufl gibi abdest almaya devam eder.

Dervifl, mürflidinin yan›na döner. Mürflidi ona:

- Bak, der, ilk tokat› vurdu¤un kifli flerîatta idi. O da döndü sana vurdu.

‹kinci vurdu¤un kifli tarîkatta idi. Tokat›n Hakk’tan geldi¤ini biliyordu; fakat kimi vas›ta k›ld›¤›n› merak etti¤inden dönüp sana bakt›.

Üçüncü vurdu¤un kifli ise hakîkatte idi. O, vas›tay› dahi merak etmedi, ifli Hakk’tan bildi, abdest almaya devam etti.” (Tatc› 2008: 187).

Mustafa Tatc›, son olarak flu fliiri flerh etmifltir: “‹flidin ey yârenler aflk bir günefle benzer Aflk› olmayan gönül misâl-i tafla benzer Tafl gönülde ne biter dilinde a¤u tüter Niçe yumflak söylese sözü savafla benzer Aflk› var gönül yanar yumflan›r muma döner Tafl gönüller kararm›fl sarp-kat› k›fla benzer

(9)

Ol sultân kapusunda ol Hazret tapusunda Âfl›klar›n y›ld›z› her dem çavufla benzer Ayn› h›rs ol olmufldur nefsine ol kalm›fld›r Kendüye düflmân olmufl yavuz yoldafla benzer Aflkd›r kudret körü¤ü kaynad›r âfl›klar› Niçe kapdan geçirir andan gümüfle benzer Âfl›k gönlü dölenmez mâflûk›n bulmay›nca Karâr› yok dünyâda pervâz› kufla benzer Münkir sözünü bilmez sözü ileri varmaz Neye teflbîh edersin anlanmaz düfle benzer Geç Yûnus endîfleden ne gerek bu pîfleden

Ere aflk gerek önden andan dervîfle benzer” (Tatc› 2008: 199).

Yukar›da, örneklerle tan›tmaya çal›flt›¤›m›z Aflk Bir Günefle Benzer adl› eser, dilinin ak›c›l›¤›yla da dikkati çekmektedir. Beyitler izah edilirken, tasavvufî kavramlar ayr›nt›l› olarak izah edilmifltir. fiiir flerhleri, birçok mutasavv›ftan örnekler verilerek yap›lm›flt›r. Ayr›ca baz› fliirler, yine Yûnus Emre’nin kendi fliirleriyle izah edilmifltir. Eser, bu hâliyle okuyucular›n›; tasavvuf, aflk ve irfan deryas›na davet etmektedir.

K

KAAYYNNAAKKLLAARR

(10)

fi fi‹‹‹‹RR

Dost yüzün gördükçe eyvallah demek Ta evvelden beri bu âdetimdir Aflk›n kâbesinde imama uymak Dostumun cemâli ziyaretimdir

Mansur oldum dostun zülfünde berdar Benim için budur büyük iftihar Ne cübbe giyerim ne külâh›m var ‹nsanl›k kisvesi k›yafetimdir ‹bretî’yim de¤ifltirmem niyeti Bât›l hurafeye etmem biat› ‹badet sayar›m dosta hizmeti Bu da göze çarpan kabahatimdir ‹BRETÎ

Referanslar

Benzer Belgeler

Sıklıkla, ileri yaş, multiparite, obezite, normal vaginal doğum, postpartum inkontinans, geçirilmiş cerrahi (histerektomi) Üİ için genel risk faktörleridir.. Ancak

2’ye göre, “Bir işverenden, işyerinde yürüt- tüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bö- lümünde işletmenin ve işin

zamanla mekâna bağlı bir aile belleği olarak anıları saklamak (Erkonan, 2014: 127-8). Bu işlevlerden aile imgesi, aile kurumuyla ilgili kültürel olarak farklılaşan,

Aşağıdaki cümlelerin noktalı yerlerini “benzer olarak, farklı olarak, aynısı, …den daha, kadar, gibi ” ifadelerinden uygun olanlarıyla tamamlayınız.. • Bu

Diğer bir ifade ile gözlemlerin ait oldukları kitlelere ilişkin ön bilgi adı verilen önsel(prior) olasılıklar farklı olabilir. Dolayısıyla bir birimin geldiği kitleye

İç ve dış yolların birleşip ortak yolu oluşturmasından sonra meydana gelen trombin geriye dönerek trombositlerin bir araya gelmesine katkıda bulunurken aynı

Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”nı, Mehmet Akif’in “Ağzım kurusun yok musun ey adl-ilahi” mısraıyla bilinen şirini ve Halit Ziya’nın “Hazin Bir

Ich habe eine Tat unternommen, die nach dem Gesetzbuch schwer bestraft werden kann.. Eine Krankheit, die nicht geheilt werden kann, ist eine