• Sonuç bulunamadı

Tarık Buğra'nın hikayeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tarık Buğra'nın hikayeleri"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Tarık Buğra’nm hikâyelerini yeniden yayınlayacağını duyunca sanki çocukluğumun, ilk delikan­ lılık çağlarımın o tekrar yaşan­ ması imkânsız hatıralarından bi­ rini yeniden bulacağıma dair bir müjde almış gibi sevinmiş ve kafamda şu yazının ana çiz­ gilerini tasarlamıştım. Yıllardır yazmıyor veya yazdığını yayınla­ mıyordu. Hikâyelerini — belki ben öyle sanıyorum — düşünü­ yor, konuşuyor, yaşıyor; düşün­ düklerinden, konuştuklarından, yaşadıklarından günlük bir ga­ zetede yazdığı fıkralarına ayda yılda bîr iki tane aktarıyordu. Dostları, bizler, hiç değilse şim­ di mevcudu tükenmiş olan ki­ taplarım; Oğlumuz’u, Yarın Di­ ye Bir Şey Yoktur’u, İki Uyku Arasında’yı yeniden yayınlaması için inatla zorluyoTduk. O da inatla direniyordu. Artık fildişi kulesine çekilmişti ,bir türlü ora­ dan çıkar amıyorduk.

Bir gün Küçük Ağa romanı­ nı tefrikaya başlayınca sevindim. Basılacağını duyunca sevincim bir kat daha arttı. Kitap halinde okuyunca sevinmekte ne kadar haklı olduğumu anladım. Tarık Buğra, Küçük Ağada bizim iste­ diğimiz, sosyal değişmemizin kad­ rosunda yeri boş bırakıldığı için kaybettiğimiz «Hoca» yı veriyor­ du; bugün samimiyetle veya sa­ mimiyetsizce aradığımız «Hoca' yı.. Küçük Ağa, mütarekede ve millî mücadele sıralarında binler­ ce örneği bulunan bir Ali K e­

T a r ı k

B u ğ r a * n ı n

« H İ K Â Y E L E R » İ

Mehmet ÇAVUŞOĞLU

mal’dir; sabit fikirlerini tashihe ve yenmeye vakit bulabilmiş ve­ ya yenmiş bir A li Kemal,

Bu yazımda ben, Küçük Ağa­ dan bir iki hafta sonra yayınla­ nan «Hikâyeler» den bahsedece­ ğim. Küçük Ağayı zikredişim bir sevince vesile olduğundandır. Tefrika edilirken sevinmiştim; çünki, Tarık Buğra fildişi kule­ sinden çıkıyordu. Basılırken se­ vinmiştim; çünki, hikâyelerine yol açacağı ümidindeydim. Oku­ yunca sevindim; çünki, romancı Tarık Buğrayı, Siyah Kehribar­ dan sonra daha belirli ve daha sağlam bir şekilde görüyordum. Ve Tarık Buğra, Küçük Ağa’da bizim olanı, iyi olanı, örnek ola­ nı veriyordu. Tıpkı hikâyelerin­ de olduğu gibi..

Hikâyelerini de bu yüzden seviyorum. Oğlumuz’u okuyunca Ömer’i okuyunca, Buhranı oku­ yunca; gözlerimin önüne evli - barklı dostlar, tanıdıklar, çocuk­ luğum, kardeşlerimle beraber bü­ tün çocukluk ve gençlik çağları­ mın doldurduğu evimiz geliyor. İy i olan, güzel olan, yaşanmaya değer olan ne varsa onlar geli­ yor.

«Hikâyeler» in önce «içinde­ kiler» kısmına baktım. İki üç hikâyenin dışında bütün isimle­ rin âşinâsı, hatta dostuydum. Herbirisini kaç defa okudum, ay­ rı zamanlarda, ayrı yerlerde, hat­ tâ ayrı kimselere.. Sonra ilk hi­ kâyeden başladım; Havuçlu Plâv

meselesi. Bu hikâyeyi ve Karaoğ- lan'ı ilk defa Çınaraltı dergisin­ de okudum. 1947 . 1948 senele­ riydi, ortaokulun ilk sınıflann- daydım. Hükümet ve halk ara­ sındaki münasebetin 1940 dan o tarihe kadarki durumunu değiş­ meleriyle beraber yaşayarak bili­ yordum ve Sabahattin A li’nin Kağm hikâyesini okumuştum. İçimde hayata karşı bir ürküntü çörekleniyordu. Havuçlu Pilâv Meselesi’ni ve Karaoğlan’ı o gün­ lerde okudum. Ürkmek, nefret etmek benim işim değildi. Hur- rem’de, onun «o körpecik sesi» nde, havuçlu pilâvın oluşunda bir takım yersiz ve haksız iç sıkıntı­ larının çözülüşünü buluyordum. Karaoğlan yumruğu talihe, kötü şartlara atıyordu. İsyana, kudur­ ganlığa yer yoktu; kâbus dağı­ lınca, bir garsonun (dostun) yu­ muşak sesiyle insanlaşıveriyordu. Hurrem, Oğlumuz ve Ömer hikâyelerinde de geçer; birinde iki çocuklu bir hanımcık, diğerin­ de bir delikanlı anasıdır. Ve ben bu iki hikâyede Hurrem’de, an­ nemi bulurum, annemi ve tanıdı­ ğım bütün iyi anneleri.. Birinde baba, hasta Ömer’in başında içi endişe mahşeri, dışı durgun, te­ lâşsızdır. Çocuğun hummalar içinden hayata dönüşünü, kurtu­ luşunu sağlayan mucize belki de bu hâlinden doğar. Diğerinde ol­ dukça yaşlanmış bir halde, ilk delikanlılık belirtisiyle, bir gece eve geç gelişiyle karşıkarşı- yadır. Ne kadar anlayışlı, ne

(2)

dar emin, ne kadar metindir: Be­ nim babam gibi ve tanıdığım bü­ tün iyi babalar gibi..

Tarık Buğra'da hep iyiler ve iyilikler, olması gerekenler var, dedim ve bir iki örneğini yukarı­ ya yazdım. Bunların olağanlığım hayatiliğini de zikrettim. Açlık yok, sıkıntı yok, isyan yok, nefret kin, yâni yumruk yok. Bunlar, asıl bunlar olağan şeyler, hayatî şeyler. İşte ben bunlar olmadığı için Tarık Buğra’nm hikâyelerini sevdim ve kendi payıma, asıl bu yüzden onu zorladım durdum. En geniş anlamıyla maddî ve mâne­ vi her çeşit değerin korkunç bir sür’atle eskidiği, değiştiği, hatta şuurlu veya şuursuz, eskitildiği, değiştirildiği, kaldırılıp atıldığı bir çağdayız. Etikete, narha tâbi olmadan her çeşit telâkki, anla­ yış rahatça içimize, hayatımıza, evimize — barkımıza girmekte­ dir. Önce evi, evle beraber tek tek insanımızı belli, amma bizim olan, güzel olan, faydalı olan bir anlayışa kavuşturmak, kendi müsbet realitemizi benimsetmek gerektir, diyor ve Tarık Buğra­ nın bu işi yaptığına inanıyorum. O. evi ve evin etrafındaki insa­ nı korunması ve geliştirilmesi gereken bir «olduğu gibi» halin de veriyor. Artık «olduğu gibi» dediğim hayat realitesi gitgide «vaktiyle olduğu gibi» olmak durumundayken, Tarık Buğra şuurumuza önemli bir uyarmada bulunuyor. Çünki, Oğlumuz ve Ömer hikâyelerinin ilk yayınlan­ dığı yılla bugün arasında büyük farklar vardır. Babalar ve oğul­ lar çok başkadır, çok değişmiştir zedelenmiştir.

Toplumcu sanatı; birtakım farklar yakalamak ve büyütmek, toplumdaki münasebetleri ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen açısından ifadelendirmek için vasıta yapanlara karşıyım. Fa­ kir bir mületin çocuklarıyız. Tek tek ve kütle halinde sıkıntılar içindeyiz ;bünlar gerçektiT. Ama sanatçı, ferde, sıkıntılı, kan-ter içindeki günlük hayatın dışında sığınacak bir yer, bir kitap ver­ mezse üstelik onu daha kötü da­

ha karanlık daha sıkıntılı bir havayla kuşatırsa topluma sağla dığı fayda nedir? Bu karanlığa doğru gidene bir tekme atmak, gülen yüz arayana diş göstermek uykuyu özleyene teneke çalmak değil midir? Tarık Buğra’nm hi­ kâyeleri bu anlarda karamsarlık­ ta, ümitsizlikte öfkede, şikâyet­ lerde dost oluyor, ortak oluyor. Dostunuzun davranışlarını be­ ğenmiyor musunuz, bir tane «H i­ kâyeler» hediye edin. Karınızla

ufak tefek tatsızlıklar mı oluyor aranızda, hemen «Hikâyeler- ı verin eline. Bekârsanız sevgiliniz sizi anlamıyor mu; ona İlk Aşk’ı Bitmemiş Senfoni’yi Yarıda Ka­ lan Aşkı okuyun. Kendinizle ba­ rışık değilseniz açın «Hikâyeler» i, okumaya başlayın, her defasın­ da öyle yapın. Ben öyle yapıyo­ rum ve her defasında Tarık Buğra’ya teşekkür ediyor, diğer ciltleri de sabırsızlıkla bekliyo­ rum.

Referanslar

Benzer Belgeler

ikuchi-Fujimoto Disease (KFD), also known as histiocytic necrotizing lymphadenitis, was first described in 1972 by Kikuchi and Fujimoto in- dependently.. 1,2 KFD occurs frequently

Enes, İbn Mes'ûd ve Câbir (r.a.) gibi üç ayrı sahâbe yoluyla gelen bu rivâyetin, senet tekniği açısından ele alındığında ve rivâyetler tek tek ele alınıp

Doğrusu daha önce beş altı kez gittiğim Susam’ın mutfağının çok özgün ya da çok lezzetli olduğunu söyleyemem.. Damaktan çok göze hitap eden bir yer

komşuluk, sözleşme, süt kardeşliği gibi münasebet ve yakınlıklardan dolayı münafıklardan ve Yahudilerden bazı kimseleri sıkı dost ve sırdaş edinen müminler

Server Tanilli, Vedat Türkali, Mustafa Ekmekçi, İmre Török ve Yüksel Pazarkaya’ ya ve bütün diğer katılanlara annem Aliye A li ve kendi adıma

Fakat yenilik bahsinde şimdi söyliyeceğimiz haber hepsini göl­ gede bırakacak galiba: Şan sine­ masında en fazla altı aya kadar «Üç buutlu film» seyretmemiz

Birçok AvrupalI m uharririn romanlarında bin bir gece dekoru halinde anlatılan ve kendisine «Bosfor İncisi« ismi verilen Çırağan Sarayı artık kararmış bir

Tekke edebiyatı geleneksel Türk halk edebiyatının önemli dallarından birisidir. Tekke debiyatı şairleri günlük hayatlarını gelenekleri içerisinde sürdüren coşkulu ve