• Sonuç bulunamadı

Bazı Türk ve Fransız şairlerinde ölüm: birkaç örnek

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bazı Türk ve Fransız şairlerinde ölüm: birkaç örnek"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BAZI TÜRK VE FRANSIZ ŞAİRLERİNDE

ÖLÜM: BİRKAÇ ÖRNEK

Prof. Dr. A. Hamit SUNEL *

LA MORT CHEZ CERTAINS POETES TURCS ET FRANÇAIS: QUELQUES EXEMPLES

Quelles que soient ses convictions, tout homme digne de ce nom eprouve tout au Jong de sa vie le besoin de donner un sens

a

son existence sur terre. En effet, la mission meme des philosophies, des doctrines morales et des religions est d' aider les hommes

a

trouver ce sens et

a

leur permettre de mener une vie conforme aux exigences de ce sens. Ou trouver les sources des reponses aux questions "qui suis-je ?", "d'ou viens-je?", " ou vais-je?", "qu'est-ce que la vie?" et "comment dois-je vivre?" C'est l'existence de la mort qui nous pousse

a

chercher rcponse

a

ces questions. Car, c'est elle qui joue un rôle indeniable dans le façonnement de notre mode de vie et dans le choix et dans l'accomplissement de nos actions. C'est pour cette raison que le theme de la mort est devenu, au fil des siecles, le theme recurrent de toutes sortes de litterature.

ıı

est peu d'ecrivains et peu de poetes qui ne se soient pas preoccupcs de la mort et de ses rcpercussions sur notre vie materielle et spirituelle.Ce travail tente de donner un bref apercu des divers aspects de la ınort chez certains poetes turcs et français tels que Villon, Ronsard, Lamartine, Hugo, Baudelaire,Yunus Emre, Karacaoğlan, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Yahya Kemal, Faruk Nafiz et Cahit Sıtkı. Ce travail ne pretend pas faire une etude philosophique et religieuse sur le theme de la mort chez ces poetes, mais vise

a

souligncr certains vers de ces poetes ou se refletent les sentiments inspires par la mort.�

Mots cles: Mort, Hugo, Lamartine, Bcıııdelaire, Abdülhak Hamid, Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Cahil Sıtkı.

A FEW SAMPLES OF POEMS OF DEATH FROM TURKISH AND FRENCH POETS

Whatever his/her belief may be a person who dcserves the name of Jıuman being, has been trying to fınd out the meaning of life throghtout his/her life. In fact the aim of philosophy aııd cvcıı of religions is to attribute meaning to life and help human beings live accordingly. Whcrc do the answers to such questions as "Who anı I?", "Where do I come from where do I want to go?", "What's the life?, How should I live?" come from? The existence of death leads us thc source of answers to such questions. Furthermore, it is undeniable that death plays a big role in how weshap our lives and activities. For this reason death has been a commun subject of every type of literature. There are few authors and poets who do not deal with the reflections of death on th� materialistic and moral aspects of our lives. In this study we presented different aspects of death in poems from French poets such as Villon, Ronsard, Lamartine, Victor Hugo and Baudelaire, and from Turkish poets such as Yunus Emre, Karacaoğlan, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Yahya Kemal, * Bilkent Üniversitesi Uygulamalı Yabancı Diller Yüksekokulu Öğretim Üyesi

(2)

Faruk Nafiz et Cahit Sıtkı. The aims of this paper is not to research the philosophical and religious dimensions of death according to these poets, but rather to try to show how some feelings inspired by death are reflected in this poets lines.

Key words: Death, Hugo, Lamartine, Baudelaire, Abdülhak Hamid, Yahya Kemal, Faruk Nafiz. Cahit Sıtkı

Introduction

Ölüm konusu, yazılı ve sözlü edebiyatın ilk eserlerinden başlayarak günümüze kadar, hemen her milletten pek çok edebiyatçının, sanatçının ilgi duyduğu konuların başında gelmiş, pek çok şair hayata bir anlam vermeye çalışırken kendisini bu anlama götürecek yollardan birinin de hayatın sonu gibi görünen ölümden geçtiğini düşünmüş ve bunu mısralarına yansıtmıştır.

İkilikçi (dualist) düşünceye göre evrende, her alanda, her kavramın birbirlerine indirgenmesi mümkün olmayan bir karşıtı vardır, iyi-kötü, güzel-çirkin, sevap­ günah, tanrı-şeytan ... gibi. Hayatımızın her anında karşılaştığımız ve bize yön veren bu kavramlar değerlerini bu karşıtlıklardan almaktadır. Güzelliğin değeri çirkinliğin varlığıyla, sağlığın değeri hastalığın varlığıyla, iyiliğin değeri kötülüğün varlığıyla bir anlam ifade eder. Yokluk olmasaydı, varlığın bir değeri olur muydu?

Hep böyle genç, hep böyle güzel kalacaksınız. Aradan geçen yıllar ne gözlerinizin ferini söndürecek, ne de saçlarınızın rengini solduracak. Şiirler yazılır mıydı o zümrüt, o lepiska saçlara. Bu, çiçekleri, bu kuşları, bu yazları, bu kışları hep göreceksiniz; üç yüz sene beş yüz sene değil, sonsuza kadar. Bir anlamı olur muydu bütün bu güzelliklerin? Hayatın bir anlamı olur muydu ölüm olmasaydı?

Flora, o güzel Romalı, Thais, Archipiada hep yanında olsaydı, istediğinde

görebilseydi onları Villon, Evvel Zaman Kadınları Balladı'nı yazar mıydı, yazsa da

bir anlamı olur muydu?

Deyin bana, nerde, hangi diyard Flora, o güzel Romalı şimdi? Thais nerde, nerde Archipiada, Birbirinin emmi kızı mı, kimdi?

Çayda, gölde bir ses· duyduğu demde, Dile gelen Echo hangi alemde ?

Güzelliği yoktu beni ademde,

Ama, nerde bıldır yağan kar şimdi ?

Çev: Sabri Esat Siyavuşgil Daha bir çoklarını sayar Villon. Artık hiç birisi yoktur onların. Geçen sene yağan kar gibi, onlar da yok olup gitmişlerdir. Hep yaşıyor olsalardı, belki de hiç anmazdı şair onları. Ronsard da kırk altı yaşındayken aşık olduğu Helene'e yazdığı şiirde

296

Hemen yaşamaya bakın, dinlerseniz beni. Dem bu dem, devşirin hayatın çiçeklerini.

(3)

diyor. Çünkü; yarın, ya bu çiçekler kalmayacak, ya da siz olmayacaksınız. Bu kadar önemli mi hayatın çiçeklerini devşirmek? Ölüm olmasaydı hiç önemi olur muydu! İnsanoğlunu ekenin onu biçeceği belli ama, ne zaman biçeceği belli mi olur.

Yürü bire yalan dünya, Sana konan göçer bir gün. İnsan bir ekine benzer; Onu eken biçer bir gün.

Yiyip içmek elbet hoştur. O da züğürt/ere güçtür. Can kafeste duran kuştur. Vakti gelir; uçar bir gün.

Dünyanın hiç değişmeyen, hiç kimse için bozulması mümkün olmayan tek kuralının ölüm olduğunu bilmektedir Karacaoğlan.

Karşıki dağlar da karlı dağ olsa,

Çevre yanı mor sümbüllü bağ olsa, Ağa olsa, paşa olsa, bey olsa, Yakasız gömleğe sarılır bir gün.

Yakasız gömleğe sarılmak o kadar da uzun sürmez. Nedir ki, insanın altmış, yetmiş, -hadi yüz diyelim- yıllık ömrü. Ne kadar güzel anlatıyor ömrün kısalığını Yunus Emre.

Geldi geçti ömrüm benim, Şol yel esip geçmiş gibi. Hele bana şöyle geldi, Bir göz yumup açmış gibi.

İş bu söze hak tanıktır; Bu can bedene konuktur; Bir gün ola çıka gide Kafesten kuş uçmuş gibi.

Ne var ki, Yiunus Emre bu"tu"n o"lu"mlerı· b' k ır uşun a esten uçmasını k f kabullenircesine gönül huzuru ile kabullenememektedir.

Bu dünyada bir nesneye,

Yanar içim, göynür gözüm. Gök ekini biçmiş gibi Yiğit iken ölenlere,

Karacaoğlan yalan dünyaya konanın, ağa da olsa, paşa da olsa, bey de olsa, bir gün mutlaka öleceğini söylemişti ya, Yunus Emre de söyler bunu. O da görmüştür herkes gibi ecelin elinden kurtulanın olmadığını.

Söyler derviş Yunus servet-Ü saman,

Tacı, tahtı kodu gitti Süleyman. Lokmanlar derdine olmadı derman, O da kurtulmadı ecel elinden.

Ecelin elinden kurtulamayanlar gittikleri yerde nasıllar acaba? Yunus bunun da cevabını verir.

Şu yalan dünyaya konup göçenler Ne söyler ne de bir haber verirler.

Üzerinde türlü otlar bitenler; Ne söyler; ııe de bir haber verirler. Kiminin üstünde biter de otlar; Kiminin başında sıra serviler; Kimi masun, kimi güzel yiğitler; Ne söyler; ne de bir haber verirler;

Kimisi bezirgan, kimisi hoca, Ecel şerbetini içmek de güç ha! Kimi ak sakallı, kimi pir koca, Ne söyler; ne de bir haber verirler.

Kimisi dördünde, kimi beşinde Kimisinin tacı yoktur başında Kimi altı, kimi yedi yaşında,

Ne söyler; ne de bir haber verirler

297 1

..

"

-,

_,,_

il •

..

(4)

Toprağın üstündekiler her şeyden habersizler, aynen Hayyam'ın Cemil Miroğlu'nun o nefis çevirisinde dediği gibi.

Geldimse bu dünyaya ne bulmuş dünya? Gitsem de eğer kıymeti eksilmez ya.

Kimse çıkıp, anlatmadı, söylemedi Gelmekte ve gitmekteki hikmet n 'ola. Eserlerinde ölüm konusuna sıkça yer vermiş olan şairlerimizden biridir Abdülhak Hamid Tarhan. On dört yaşındayken babasını kaybetmesi onun ölüm olgusuyla ilk karşılaşmasıdır. Bu ölümün kendisinde derin izler bıraktığını söylemeye gerek yok. Bu yaşlar, psikologlara göre, ne ölümün farkına varılmayacak kadar küçük, ne de ölümün kabullenilebileceği kadar büyük yaşlardır.

Abdülhak Hamid 187l'de, on dokuz yaşında iken, henüz on dört yaşında olan Fatma Hanım'la evlenir. Bu evlilik on üç yıl sürer ve hasta olan Fatma Hanım Abdülhak Hamid'in görevli bulunduğu Hindistan'dan tedavi amacıyla vatana dönerken ölmesi ve Beyrut'ta defnedilmesiyle biter. Benim hem eşim, hem annem, hem kızım dediği Fatma Hanım'ın ölümü şairde ölüm konusunda derin dini ve felsefi bir düşünce ufku açar. Şair bu düşünceleri daha öncekilerle çeşitlendirerek, zenginleştirerek

şiirine yansıtır. Makbeı; Iiacle, Ölü adlı eserleri bu yansımanın ürünleridir.

Eyvah diye başlar Fatma Hanım'ın ölümünden duyduğu acıyı, üzüntüyü dile getirdiği Makber başlıklı şiir. İnsanın ölüm karşısındaki çaresizliğinin en derin, en yürekten, en anlamlı çığlığıdır bu. Yokluk karşısındaki şaşkınlık, umutsuzluk, elden bir şeyin gelmemesi, her şey, her şey vardır bu çığlıkta. Daha yirmi yedisini geçmemiş eşin ölümünden duyulan acının dile geldiği sayfalar dolusu şiir bu bir tek kelimenin değişik ifadeleri gibidir

Eyvah! Ne yer, ne yar kaldı. Gönlüm dolu ah-ii zar kaldı. Şimdi buradaydı, gitti elden, Gitti ebede, gelip ezeldeıı

Ben gittim, o hô.k-sar kaldı. Bir guşede tar-Ü mar kaldı. Baki o enis-i dilden, eyvah, Beyrut'ta bir mezar kaldı.

O enis-i dilden, o gönül arkadaşından kalan Beyrut'ta bir mezardır, bir de hatıralar. Şiirin devamında o bir bilinmezler yumağıyla karşı karşıyadır. O gönül çelen sevgiliyi nerede arayacağını, o nasipsiz, o talihsiz sevgiliyi kime soracağını, kendisini böyle bir derde kimin attığını, niçin attığını soracak birileri de yoktur ki. Tanrı'dan sormak ister; ama, cevap alamaz. İnsanlar ise o ölümsüzlük yolunun yolcusunu, o tanıdık, bildik sevgiliyi unutmasını söylerler. Ne var ki, şairin başına gelenler ne hayale sığabilecek bir hakikat, ne de insan gözünün görmeye dayanabileceği bir maceradır: Her gece secdelerde Tanrı'ya emanet ettiği karısının ölümü ne de çabuk oluvermiştir. Şimdi Tanrı'dan istediği bir tek şey vardır:Ya düşüncelerini kansının ruhuna, ya da ruhunu onun toprağına ulaştırması: Ya fikrimi ruhuna kıl isal/ Ya ruhumu hakine revan et.

298 11 4 ı\. 1 , ,rlflı

.

• ii

...

,

.

..

.

..

(5)

Yahya Kemal mezarı geniş kancaları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş

�oğmayan �üyük kapı olarak nitelendirir. Abdülhak Hamid ise Tarık adlı piyeste,

ıspanyol rahıbeye, aşık olduğu arap savaşçının mezarı başında söylettiği ağıtta her yer

Her yer karanlık, pür nur o mevki, Mağrip mi yoksa makber mi Yarab? Ya hô.bgah-ı dilber mi Yarab?

Rüya değil bu, aynıyla vô.ki! Bir gülşen olmuş bak şu harabe. Ebr-i seher mi düşmüş türabe.

Yô.rim mi medfun, Ay mı tutulmuş? Bak, bak şu sönmüş ıııır-i nigüha. Kabri çiçekten bir türbe olmuş, Dönmüş o türbe bir haclegô.ha. Bir haclegô.ha döndüyse türben, Aç koynunu, aç, müşukanım ben.

Abdülhak Hamid Makber'de çok genç yaşta kaybettiği kansının acısını dile

getirirken, bir başka şair, Recaizade Ekrem de diğer bir ölüm acısını, dünyadaki

acıların en dayanılmazı olarak nitelenen evlat acısını dile getirmiştir oğlu Nijad'ın

ölümü üzerine yazdığı Hicran başlıklı şiirde. Abdülhak Hamid'deki metafizik

derinliğin bulunmamasına rağmen evladının ölümü karşısında bir babanın acıları,

çaresizliği son derece açık ve içten ifadesini bulmuştur bu şiirde. Inkılüb-ı halini halin perişan söylesin.

Sen haınuş ol, macerayı çeşm-i giryan söylesi,i. Bir maraza çaresaz olmaktan aciz bin tabip. Kudret-i tıbbı gelsin de bana Lokman söylesin. Talib-i derman ise, gel al diyeıı yok, olsa da,

Derdimin dermanını bilmez ki insan söylesin. Git, atıl ügCış- tenhaisine çamlık/arın,

Arz-ı hal et Halık'a, sen söyle, orman söylesiıı. Ey, Nijad'ııı hasretiyle z{ir olan, sen sus biraz, Ruhunu sıızan eden hicranı, hicran söylesin.

Evladının ölümü onda öylesine değişiklikler yapmıştır ki, bunu kelimelerle

anlatmak mümkün değildir. İnsanımızın bu konuda o sonsuz bilgeliğinin ürünü olarak

söylediği sözler vardır. Allah evlat acısı vermesin, Allah sırasız ölüm vennesin diye dua

eder insanımız. Bu sırasız ölüm Recaizade Ekrem'e Alı Nijad başlıklı şiiıinde Hasret beni cayır cayır yakarken, Bu ayrılık bana yamaıı geldi pek,

Bedenimde buzdan bir el yürüyor. Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.

Hayaline çılgm, çılgın bakarken Ya gel bana, ya oraya beni çek Kapanası gözümü kan bürüyor. Gözüm nuru oğulcuğum, Nijad'ım!

dedirtecek kadar derin, dayanılmaz bir acıdır. Ya gel bana, ya oraya beni çek, ne kadar da benziyor Abdülhak Hamid'in Ya fikrimi ruhuna kıl isal, Ya ruhumu hôkine revan et dileğine

299

1

._,

""

� .ılİL • •

...

"'

*44iWJ

""

...

..

...

karanlıkken baştan başa ışıklarla, nurla donanmış bir gelin odasına benzetir mezan.

•••

....

·�

..

" 1 ıt

'

• 1 •

...

,

..

(6)

Evlat acısını tadan ve bu acının ruhunda yarattığı derin ızdırabı dizelere döken bir başka şair de, biz Türkleri hiç sevmediği halde, kendisini çok sevdiğimiz Victor Hugo'dur. 4 Eylül 1843'te, kısa bir süre evvel evlenmiş olan kızı Leopoldine'in, kocası Charles Vacquerie ile birlikte Seine nehrinde ölümünden duyduğu o derin acıyı A Villequier başlıklı şiirinde dile getirir. 160 mısradan oluşan bu şiirde şair evladının ölümü karşısındaki duygularının yanı sıra, hayat ve ölüm konusundaki genel düşüncelerini de ifadelendirmiştir.

Hamid'in Makber'inde sık sık karşımıza çıkan, acısının ağırlığı altında ezilmenin çaresizliğiyle Allah'a isyan ediyormuş izlenimini veren hava Hugo'da hemen hemen yok gibidir. Sadece bir kaç dizede, o da yoğun olmayan bir biçimde, Tanrı'nın huzuruna çıkmış, acısının büyüklüğü karşısında isyandan çok sitemle ona sığınmayı son çare olarak görmüş bir insanın teslimiyeti vardır bu şiirde.

Je viens iı vous Seigneur, confessant que vous etes Bon, element, indulgent et doux. O Dieu vivant,

Je conviens que vous, seul savez ce que vous faites

Et que l'homme n 'est rien qu'unjonc qui tremble au vent.

Tanrı'nın huzuruna çıkmıştır. Bilmektedir ki, Tanrı iyidir, hoşgörülüdür, bağışlayandır. En küçük rüzgarda bile titreyiveren bir sazdan başka bir şey olmayan insanoğlu hiç bir anlam çıkaramamaktadır onun niyetlerinden. Sadece Tanrı'dır ne yaptığını ve yaptıklarındaki hikmeti bilen. Bu yüzdendir Tann'nın iradesiyle başına gelen her şeye razı olması.

Je ne resiste plus iı tout ce qui m'arrive Par votre volonte

L'ame de deuils en deuils, l'homme de rive en rive Roule iı l 'eterrıite.

Hiç bir şeye karşı koymuyorum, artık Senden gelen.

Ruh bir acıdan diğerine, insanoğlu bir kıyıdan öbürüne

Çarpa çarpa gider sonsuza kadar.

Artık öğrenmiştir, hem de çok iyi öğrenmiştir şöyle bir esiveren rüzgarın meyveyi düşürdüğünü, kuşun o güzelim tüylerini kaybettiğini, çiçeğin de kokusunu; büyük bir çark olan dünyanın dönüşünü sürdürebilmesi için hep birilerini öğütmesi

gerektiğini en acı bir ders ile öğrenmiştir:

300

Je sais que le fruit tombe au vent qui le secoue, Que l'oiseaıı perd sa plume, et lajleur son parfum,

Que la Creation est une grande roue,

(7)

Bütün teslimiyetine rağmen, yan alaycı, yan isyankar ifade bir iki dizede de olsa çıkar karşımıza.

Il faut que l'herbe pousse et que les enfants meurent, Je le sais, ô mon Dieu.

Biliyorum Tanrım, otlar bitmeli, çocuklar da Ölmeli.

Bu acılı baba görmüştür ki, Tann'nın kurduğu düzenin işleyişinde çocukların ölmesi otların bitmesi kadar doğaldır. Bu gerçeği görmesi kolay olmuştur; ama, kabullenmesi hiç de öyle kolay bir iş değildir. Ne var ki, elden gelen hiç bir şey yoktur. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştır, isyanın bile. Acısını içine gömüp, alın yazısını kabullenmekten başka.

Je cesse d'accuser, je cesse de maudire. Mais, laissez mai pleurer. İthamı bıraktım, kötü de söylemiyorum

Ama, bırakın da ağlayım.

Ağlamak güçsüzlük mü? Olmasa gerek. Belki de kadere karşı en büyük karşı koyma yolu, en güçlü başkaldırıdır ağlamak, yoksa nasıl dayanılır bu acıya. Dört mısralık feryat çıplak gerçeğidir hem hayatın, hem ölümün, hem de evladını kaybetmiş bir babanın çaresizliğinin.

Je verrai cet instant jusqu 'iı ce que je meure, L 'instanı, pleurs superfius,,

Ou je criai: l 'enfant que j 'avais tout iı l 'heure Quoi done! Je ne l'ai plus.

Az önce benim olan/ çocuk ne oldu da artık benim değil diye bağırdığı anı, ağıtların, gözyaşlarının gereksiz olduğu, faydasız olduğu o anı ölene kadar unutmayacaktır. Quoi done! le ne l'ai plus, Şimdi buradaydı gitti elden, ne kadar çok benziyor Hugo ile Hamid'in feryatları. En üzücü olan da onların böyle çekip

gitmelerini görmek:

Considerez que c 'est une clıose bien triste De le voir qui s'en va.

Aynen Fatma Hanım'ın ezelden gelip ebede gidişindeki gibi. Ne kadar acı verici, ne kadar kabullenilmesi, katlanılması zor bir durum.

Şiir yazmak isteyip de ölüm konusuna değinmeyen şiir heveslisi hemen hemen yok gibidir. Bazıları hevesli olarak gelir, hevesli olarak giderler. Bazıları ise şair olurlar. Onlar şiirde yaşarlar, şiir de onlarla sürdürür varlığını. Bunlardan biri de Faruk Nafiz Çamlıbel'dir. Hepimizin bildiği gibi Han Duvarları gerçek bir

301

..

1 •

(8)

yolculuğun hikayesidir. Soğuk bir mart gününde Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya doğru, at arabasıyla yapılan bir yolculuğun hikayesi olan bu şiir, aynı zamanda insan hayatının da bir hikayesi gibidir. Anlatım o kadar güzeldir ki mısralar boyunca siz de arabanın içindesinizdir. Karda elleriniz, ayaklarınız üşür, Araplıbeli'ni görürsünüz arabacıdan önce, ağır ağır geçer önünüzden deve kervanı, karşımızda hisar gibi Niğde yükselir, bir handa, yorgun argın derin bir uyku çekersiniz.

Ellerim takılırken rüzgarların saçma, Asıldı arabamız bir dağın yamacına.

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık.

Evet, her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık. Arzuladığımız şeyler ulaşamayacağımız kadar yüksekte ve bu yüksekliklere ulaşabilmemiz için bize yardım edecek kimse yok. İnsanın dünyadaki metafizik yalnızlığı, varlığın çözülmez

esrarıdır bu.

Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine,

Yol, hep yol, daima yol, bitmiyor düzlük yine.

Ne civarda bir köy vaı; ne bir eviıı hayali, Sonuıı ademdir diyor insana yolun hali.

O bitmeyen yol insan hayatının sonunu fısıldıyor gibidir şairin kulağına: Yokluğa, hiçliğe giden yolda sığınacak ne bir köy vardır ne de bir ev. Karacaoğlan'ın

üryan geldim, gene üryan giderim dediği gibi insanoğlunun bu dünyaya gelirken ve bu dünyadan giderkenki yalnızlığıdır bu. Sığınacak bir han odası bulursunuz zaman

zaman bu beyaz zıbınla başlayıp beyaz kefenle biten yolculukta.

Çıtırdayan çalıların dört cana can kattığı han odası, ocağın akisleriyle çiçeklenen duvarlar ve kalbinize ateş gibi giren o dört satır:

Gönlümü çekse de yariıı hayali, Aşmaya kudretim yetmez cibiili.

Yolcuyum bir kuru yaprak misali, Rüzgarın önüne katılmışım ben.

Rüzgarın önüne katılmış kuru yaprak misali, hayat fırtınasının ortasında bazan sığınacak bir menzil bulduğumuz olur. Bu son menzil midir acaba? Bunun cevabını da Yahya Kemal veriyor:

Bu emel gurbetinin yoktur ucu, Daima yollar uzar. kalp üzülür.

Ömrü oldukça yürür hep yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür.

Hep çeker gönlümüzü yarın hayali. Bu hayal bazan bir heves, bazan bir şevk, bazan bir aşk olarak çıkar karşımıza. Ne var ki her defasında da dağlar girer aramıza, aşılmaz dağlar. Bu hayale doğru değil, kaderin götürdüğü yere doğrudur yolumuz.

302

'

ı.

'

(9)

Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde, Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.

Ne de çabuk geçti örmümüzün üç mevsimi. Yaklaşıyoruz şiirin de, insan hayatının da sonuna.

Arabamız tutarken Erciyes 'in yolunu,

Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeylıoğlu 'nu ? Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende. Dedi, Hana sağ indi, ölü çıktı geçende.

Evet, insanoğlu bu gurbetten gurbete giden yolun üstündeki hanlardan birine sağ iner, ölü çıkar. Kimini ilkinde bulur ölüm, kimini daha sonrakilerde, ama

muhakkak bulur. Nedir ölüm? Faruk Nafiz Sonsuz Rüya başlıklı şiirinde, hayat

denilen rüyadan pek farklı bir şey olmadığını söyler ölümün.

Ezelf varlığa candan vurulan aşıklar, Ses alır ta ötesinden ebedı dünyanııı. Yerin altında devanı etmesidir bence ölüm, Yerin üstünde gördüğümüz rüyanın.

Bir rüya mı bu dünyada sürdürdüğümüz hayat? Gözümüzü açınca değil de

kapatınca sona erecek, o ince çizginin öbür tarafına geçince uyanacağımız bir rüya . .

Ölüm sevdiklerimizi alıp gitmekle kalmaz, birlikte yaşadığımız güzellikleri de alıp götürür. Ne güneşin doğuşu, ne dalgaların sesi ve ne de çiçekler, hiç bir şey onları sevdiklerimizle beraberken gördüğümüz gözle görmemizi sağlayamaz. Her türlü güzelliğin anlamını da birlikte götürmüştür sevdiklerimizin ölümü. Faruk Nafiz

Suda Halkalar başlıklı şiirinde böyle bir ruh halini anlatmıştır. Üç beş sene evvel bu dağın bir gülü vardı.

Yaz günleri dinlendiğimiz yer bu pınardı. Birlikte düşerdik bu uzun yollara erken, Kaç kerre şqfak söktü bu dağlarda gezerken. Bahtın bir avuç toprağa kalbettiği kızla, Kaç kerre su içtik avuçtan tasımızla.

Alnım yanarak, hıçkırarak durdum o yerde, Bir gözyaşı sızsın diye kalbimdeki derde. Birlikte geçen bir mayısın lıatırasındaıı, Bir damla su içtim pınarın köhne tası.ndan. Lakin bürümüş menbiiın etrafını funda, Artık ne sadasında o tat vaı; ne suyunda.

Kader sevgiliyi bir avuç toprağa dönüştürünce artık ne suyunda o eski tat kalmış çeşmenin, ne de çevrenin güzelliğinde. Kaynağın etrafını çeviren fundalık aynı

303 ' .

..

,il, ı,

r

-1 1 t

,

..

.. '

1

(10)

fundalık, hatta daha da güzel belki. Ne var ki, o fundalığa güzelliğini veren sevgiliydi ve sevgilinin ölümü, sevgiliyle beraberken güzel olan her şeyi alıp götürmüştür.

Benzer bir duygu Lamartine' in Göl başlıklı şiirinde de çıkar karşımıza. 1816 yılı sonbaharında Aix-les-Bains'de Julie Charles isimli genç bir kadınla aralarında bir gönül ilişkisi olmuş, bu sevgi, bu bağ 1817 kışında Paris'te de devam etmiştir. Lamartine sevgilisi Julie ile başbaşa oturdukları ve zamana dur denilecek sevgiler yaşadıkları Bourget gölünün kıyısında şimdi tek başına oturmaktadır. Zira hasta olan Julie Paris'te, ancak aralık ayına kadar karşı koyabileceği ölümle pençeleşmektedir. Zaman ne kadar çabuk geçmekte ve her şeyi nasıl da değiştirmektedir.

Ebedf gecesinde bu dönülmez seferin,

Hep yeni sahillere sürüklenen biz,

Çağların ummanında bir günlüğüne olsuıı Demirleyemez miyiz?

Ey göl! Bak şimdi tek başımayım,

Daha geçen yıl oturduğu bu taşın üstünde Ve karşısıııda o güzelim dalgaların,

Bir kez daha görmeye can attığı.

Dönüşü olmayan bu ebedi gecede, daha bir yıl önce sevgilisiyle birlikte o taşın üzerinde oturup, gölün dalgalarını seyrettikleri dakikalarda zaman duruvermiş olsaydı ne iyi olurdu! İyi olurdu; ama, o da biliyor ki, zaman hiç farkına varamadığımız bir hızla götürmektedir bizi ölüme ve bu yolculukta

Liman yok hiç insan için, zaman için de sahil O geçer; biz göçeriz.

L 'homme n 'a point de port, le temps n 'a point de rive il coule et nous passons

Gelen her canlının günün birinde gitmek zorunda olduğu bu dünyada, şairin gölden bir tek isteği vardır: Bu sevginin anılarını saklaması ve etrafta ne varsa, her

şeye ve herkese onların birbirlerini sevmiş olduklarını tekrar, tekrar hatırlatması.

Sevgilisi Julie'nin ölümünün dayanılmazlığına rağmen Lamartine ölümü o uğursuz çehresiyle görmez. L'lmmortalite başlıklı şiirinde ölüm gökten gelen bir kurtarıcıdır. Bu kurtarıcı insanlara daha güzel olan bir başka dünyanın kapılarını açacaktır.

304

le te salue, ô mort, liberateur celeste.

Tu n 'apparais point sous cet aspect funeste Tu n 'aneantis pas, tu delivres.

·--•

1

I "

· r

1t

..

• ı, 1 ,,

(11)

Selam sana ey ölüm, semavf kurtarıcı! Hiç te öyle uğursuz değilsin,

Yok etmez, kurtarırsın sen.

Ölümden beklediği bedenin zincirlerini çözmesi, ruhun kapatıldığı bu hapishanenin kapılarını açmasıdır. Ancak bu sayede ruh kavuşabilecektir özgürlüğüne.

Viens, ouvre-moi un monde plus beau!

Viens done, viens detacher mes chafnes corporelles! Viens, ouvre ma prison, viens, prete-moi tes ailes! Gel, daha ·güzel bir dünyanın kapılarını aç.

Gel de çöz şu bedenimin zincirlerini

Gel, aç şu hapishanemin kapılarını,gel, al beni kanatlarına.

Evet her insan ölecektir. Her nefis ölümü tadacaktır. Ama nasıl? Ölüm her insan için aynı şey mi demektir? Faruk Nafiz bu farklı ölümlerden bir kaç kesit verir.

Sefillerin Ölümü başlıklı şiir gerçekten de hem maddeten, hem de manen sefil

olanlann ölümünün çok yakından çekilmiş resmi gibidir. Gezdi örümcek gibi gözleri boş tavanda,

Bir köşede gerilmiş bir ağa düştü kaldı. Odaya bol rüzgarın dolduğu bir zamanda, Göğsü havasızlıktan daraldıkça daraldı.

Kulağının dibinde haykırıyor fırtına. Isınmak istiyorsan toprağı çek sırtına

Uzakta can verirken el dövüne yırtına

·Onu ölüm derin bir uyku halinde aldı.

Yanan mumu söndürdü hastanın son nefesi, Can kuşunu başıboş bıraktı ten kafesi. Mesih 'in mucizesi, Tevrat'ınfelsefesi, Arapların cenneti artık birer masaldı.

Kuş tüyü yastıkları, yün yorganları yoktur ki sefillerin üşüyünce üstlerine örtsünler. Onları ısıtacak topraktır sadece. Benzer bir başlığı vardır Baudelaire'in

Kötülük Çiçekleri adlı şiir kitabındaki bir şiirinin: La Mort des Pauvres ( Fakirlerin Ölümü).

Ölümdür yazık ki, avutan da yaşatan da. Bir melektir çekici parmaklarında tutan

Hayatın amacıdır; tek umudumuzdur. Uykuyu, o mest eden hayalleri

Bir büyülü iksir gibi serhoş eder; Yatak seren fakirin, çıplakların altına.

Ve akşamı etme gücü verir bize.

305 1 1 1 • il

..

(12)

F ırtıııada, karda, buzda,

Bir titrek ışıktır siyah ufkumuzda. Kitapta yazılı o meşhur han,

Karnımızı doyurup. oturup, yatacağımız.

Tanrının bir lüıfu, bir seınavt pencere, Fakirin o hep yaşadığı ülke, bütün varlığı,

Ve bir kapı, açılan bilinmez semalara

Sadece fakirler için değil, sevgililer için de bulunmaz bir nimettir ölüm, bu

dünyadayken bulamadıklarını bulacakları bir nimet Sevgililerin Ölümü başlıklı

şiirinde dile getirir bunu.

Yatağımız olacak hafif kokularla dolu, Kabirlir gibi derin divanlar

Ve raflarda bilinmedik çiçekler.

En güzel semalardan bizim için toplanmış.

Keyfimizce uzaıııp şu son sıcaklarda, Kalplerimiz iki büyük meşale.

Gönlümüzde çifte ışıklarının aksi, İkiz aynalar misali.

Bir efsıııılu akşam, pembe ve mavi,

Tek bir ışığı alıp vereceğiz birbirimize, Uzun bir hı.çkırık gibi, elvedalarla dolu. Sonra bir melek, sadık ve neşeli,

Aralayıp kapıları, canlandıracak Solgun aynaları, ölü ışıkları.

İnsanın dünyadaki varoluşunun, hayat macerasının simgesel anlatımı niteliğinde olan Le Voyage (Yolculuk) şiirinin bitiş bölümünde Baudelaire her türlü iniş çıkışlarımızın sonunda sığınacağınuz yerin yine ölüm olacağını söyler. İnsanları hayat denizinde nereye götüreceğini herkesten daha iyi bilen bu yaşlı kaptandan şairin istediği şey artık demir alması, bilinmeze doğru yelken açmasıdır. Cennetmiş, cehennemmiş farketmez, yeter ki, yeni'yi bulabilsin orada.

Ey ölüm! Koca reis, demir al, vakit doldu yine, Sıkıyor bura bizi, açılalım eııgine,

Varsın olsun kapkara, katran gibi, gök, deniz, Işıklarla doludur o bildiğin kalbimiz.

Sun ki bize zehrini, güçlenelim, sun ki biz, Beynimizi bu ateş yaktıkça hep isteriz

Ceıınetıniş, cehenııemnıiş, dalalım derinlere, Bulmak için yeııi 'yi bilinmezin dibiııde.

Her şeyde bir belirsizlik olabilir, vardır da. Ama, kesin olan bir şey var, o da öleceğimiz. Nedir ölümün karşısına çıkaracağımız rakip? Nedir ölüme meydan okuyan tılsım? Zaman hayatı kemiriyor, tüketiyor. Var mı tüketemediği bir şey zamanın. Evet var, diyor Faruk Nafiz. Nedir bu diye sorunca da, sanattır diyor

1940'da yazdığı Ölmiyen Faniler şiirinde.

306

Bize anlatmasa da her aıı iki berceste satır Kahramanlar da nebiler gibi gelmez yada

Yaratır hilkat o fanileri, sanat yaşatır. Şiire girmişler için yoktur öliim dünyada.

..

..

it � i

. '

..

1 ,-, 1

ır l . l rıı r

. .. .

"

,

'

(13)

Ölümsüzlüge giden yolu bulmuştur şair, hem kendisi ölümsüzleşmiş, hem de

sevgilisini ölümsüzleştirmiştir.

Üzülme saçlarına ak düşer diye bir gün. Bendedir gençliğini yaşatacak büyük sır. Şaşacak sende kalan bu ölmez güzelliğe, Başının üzeriııden geçip giden her asır. Madem ki, yazdım sana bin bir kaside, gazel, Madem ki, vardır adın her şiirimin başında, Görecekler her zaman seni bugünden güzel, Diyecekler her zaman sana yirmi yaşında.

Alnında halka halka olmuş aşüfte kahkülü, göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülüyle, ince uzun pannaklarında ziller, gül endamı bir al şale bürünmüş, rakseden, o gül tenli, kor dudaklı kömür gözlü sünneti ile ilk karşılaştığımda

şeytanın �ediği'nden bir anlam çıkarabilecek yaşta bile değildim. Aradan geçen bu kısacık surede gözlerimin feri söndü. Altlarındaki mor halkalar ta uzaklardan farkediliyor. Bedenim de ağır geliyor dizlerime. Hem can bedene yük oldu, hem de

beden cana. Eski günlerden kalan resmimi görenler Aaa .. . bu sen misin diyorlar. Al

şalı�ıın ardınca bir çok gönü/ün yürüdüğü o Endülüslü rakkaseye gelince, 0 hala gül

te_n�ı, k�r dudaklı, kömür gözlü sürmeli. Raks ortasında bir duruyor, oynar yürür gıbı. Bır baş çevirmesiyle bakıyor, öldürür gibi. Yelpaze çevrilir gibi, birden dönüyor; işveyle devriliyor, açılıp örtünüyoı: Kulaklarda çınlamaya devam ediyor şeytanın sesi. Diyor ki şeytan, sarmalı, yüz kere öpmeli.

Ya seyirciler? Onlar da aynı, hiç değişmemişler. Ellerindeki altın kadehler hiç

boşalmadı, gönüllerindeki güneş hiç batmadı. Yüzlerce dilden yükselen aşkın sihirli şarkısı çınlatıyor gök kubbeyi: Ole.. Ne endülüslü rakkase yaşlandı, ne Yahya Kemal. Kim bilir daha kaç asır sürecek bu raks, kim bilir daha daha kaç asır

çınlatacak gök kubbeyi ole sesleri.

Sanatı ölümsüzleştiren ve sanatın ölümsüzleştirdiği şairler kafilesinin ön saflarında yer alanlardan biri de Yahya Kemal Beyatlı'dır. Şairin ölüm gerçeğiyle

tanışması on üç yaşındayken annesini kaybetmesiyledir. Nedir ölüm? Gittiği yer

nere ki bir. daha hiç dönmedi annem? O yaştaki çocuk sormuş olmalı yıllar sonra

cevabını Sessiz Gemi şiiriyle verdiği bu soruyu kendi kendine. Lamartine Çağların

ummanında bir günlüğüne olsun demir atamaz mıyız? diyor Göl şiirinde. Yahya

Kemal görmüştür ki ölüm, zaman denen ummanda çok kısa bir süre için demir atan geminin demir almasıdır. Ne yönedir yolculuk? İşte onu bilmiyor. Bildiği bu yolculuğun bilinmez bir yere olduğudur.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

307 f

• L 1

.

..

.

t "

..

..

• •

'

(14)

Gittiği yer bizim için meçhulldür ama, bir daha geri dönmeyeceği kesin.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, Bir çok seneler geçti, dönen yok seferinden.

Rıhtımda kalanlar üzüntülüdür bu yolculuktan dolayı, ya gidenler? Geri dönmediklerine göre memnunlar demek ki gittikleri yerden. Annesi, sevgili annesi de dönmedi aradan geçen bunca yıla rağmen. Demek ki, o da memnun gittiği yerden.

Rıhtımdakilerin mendil sallamadan uğurladıkları yolcular nasıl çıkıyorlar bu yolculuğa? Dünyaya geldiği gün başlayan yolculuğun sonuna yaklaştıkça neler hissediyor insan? Yahya Kemal'e göre bu fanı ömrün sonu uzun bir sonbaharla başlar. Öyle bir sonbahar ki, bu dünyaya güzelliğini veren ne yaprak kalır, ne çiçek

ve ne de kuş. Aynen Rakım Elkutlu'nun beyatı şarkısında söylediği gibi.

Ne bahar kaldı artık, ne gül, ne de bülbül sesi vaı; Ne o canan, ne bir ümid, ne de gönül neşvesi var.

Çekecek bence hayatın daha bilmem nesi var

Ne o canan, ne bir ümid, ne de gönül neşvesi var.

Ya ne var? Bütün renkleri silen bir sonbahar var. Bu sonbaharın hüzünlü havası iliklerine işleyince insanın üşüdüğünü değil, serviliklere yol göründüğünü anlaması var. Vademiz yetince de birden bire dünyaya gelmeden evvelki halimize dönüvermemiz, nasıl cihana gelmeden eve! yok idiysek, şimdi de yok olmamız var. Yok olmak değil, aslımıza, geldiğimiz yere, toprağa dönmemiz var.

Nasıl olur bu gidiş? Gürültülü, patırtılı, bağırtılı, çağırtılı mı? Maddi varlığımızın katlanmak zorunda kaldığı acılar ne kadar dayanılmaz olursa olsun, ruh büyük bir sükunetle bitirir bu yolculuğu. Aynen bir yaprağın suya düşüşü gibi, sessiz sadasız dalar bu uyanılmaz uykuya. Hele gittiğimiz yer için o kadar sıradan bir olaydır ki bu; toprak ne bir sızı hissede:r bağrında, ne de etkilenir ölüm maceramızdan. Sonbahar şiirinde dile getirir Yahya Kemal bunu.

308

Yazdan kalan ne varsa, olurken haşır neşir, Günler hazinleşir, geceler uhrevfleşir. Teşrinlerin bu hüznü geçer de ta iliklere, Anlar ki yolcu yol görünür serviliklere.

Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline,

Benzer cihana gelmeden evvelki haline. Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya, Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya. Duymaz bu anda taş gibi kalbinde sızı, Farketmez anne toprak ölüm maceramızı.

• ,,

...

...

••

ıt il 1

ı

(15)

. . �e kadar kolay görünürse görünsün, ister inançlılar için olsun, ister inanç'Sızlar ıçın, ınsanın kendi ölümünü de yakınlarının ölüm " .. d b' v

.. . . . ' unu e ır yapragın akıp giden

suya duşmesı gıbı kabullenebilmesi herkese nasip olmaz. Kime nasipt· .. 1.. .. b " "k b' "kA uyu ır su unetle, hatta iç huzuruyla karşılayabilmek, kabullenebilmek? Y. h ır o umu

Kemal' .. ak · dl · a ya

.. . e �o-�e anc nn ere nasiptir bu. Ya rind kimdir? Halide Edip'e ithaf etWi

şıırınde goruyoruz rindin kim olduğunu. g

Bazan kader gelen bora halinde zorludur.

Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka, sen de öyle bak.

Bazan da nice bin cevreden bir adem oğludur. Görmek değıil, düşünmeye bigane kal, bırak.

Vehbi'�e başl�klı ş�irinde de kim olduğundan söz eder rindin. Rind dünyanın

sonu�un bırde� bıre, hiç beklemediği bir anda gelivereceğini bilen, insana yaşama şevki vveren bır şarkı�ı� ortasındayken birden bire kopan bir telin bütün ahengi bozacagını, o ahenk gıbı hayatın da bitivereceğini kabullenendir.

H�.r rind bu �ezmin nedir encamı bilir. Bir bitmeyecek şevk verirken beste,

Dunyamızı ııagah zalam örtebilir. Bir tel kopar, ahenk ebediyyen kesilir.

. Rindlerin Hayatı, Rindlerin Akşamı ve Rindlerin Ölümü üçlemesi bir yandan

.nd kav�amını açıklarken, diğer yandan ölüm konusundaki düşüncelerinin bıllurlaştıgı mısralardır. Hayatın her türlü olayına dağların siyah ufka bakışındaki kayıtsızlıkla bakan rind .. .. .. ak

.. . . . . .. , omrunun şanıma ulaştığını; bu son faslın şöyle veya boyle geçmesının bır

.. onemi volmadığını, çünkü geniş kanatlan boşlukta simsiyah açılan

. ve arkasınd� guneş dogmayan büyük kapıdan geçince bitmeyen bir sükunlu ��cenın başlayacagını bilendir. Rind için önemli olan ya aşk içinde, ya da şevk ıçınde harabolma��; bu �şkın, bu şevkin ebedi işareti olarak göğsünde ya lale a?,���ıdır Y.� da gul. Kesınlikle emindir aşk ve şevk içinde eriyip gideceğinden ve gogsunde gullerin açacağından, aynen Hafız'ın kabrindeki gibi.

Hafiz 'ın kabri olan bahçede bir gül varmış Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski Şiraz 'ı hayalettiren ahengiyle.

İkinci dörtlükteki ses ve sözün ortak efsunu

düşüncelerinin imbikten süzülmüş özü gibidir:

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde

Ve serin serviler altında kalan kabrin�e

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca 'tüter. Her seher bir gül açaı; her gece bir bülbül öter.

şairin ölüm konusundaki

(16)

Aynı öz bu kez de Mehlika Sultan şiirinde çıkar karşınuza. Aşık oldukları Mehlika Sultan'ı bulmak için yollara koyulan yedi gencin hikayesi olan bu şiir doğumdan ölüme giden çizgiye bir anlam bulma çabasıdır. Ömrümüz boyunca ararız bu anlamı. Mehlika sadece o yedi gencin değil, hepimizin rüyalarına giren büyüleyici güzeldir. Nerelerde aramayız ki onu, dibi görünmez kuyularda, yeri bilinmez Kaf dağlarında bir ömür boyu ararız. Sırtınuzda aba, her akşamın ayyüzlümüze kavuşacağınuz akşam olacağı umuduyla günlerce, aylarca, yıllarca gideriz. Bilmeyiz ki,

Bu emel gurbetinin yoktur ucu, Daima yollar uzar, kalp üzülür. Ömrü oldukça yürür hep yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür.

Mehlika Sultan' a aşık yedi genç, Seneler geçti, henüz dönmediler. Mehlika Sultan 'a aşık yedi genç, Oradan dönmeyecekmiş dediler.

Yahya Kemal'e göre hayatta insanoğlu için üç büyük. güçlük vardır. Biri ölüm mü diyecekseniz, hayır, ölüm değil. Düşünce başlıklı şiirinde veriyor bu sorunun cevabını.

Dalsın yakında gözlerim son uykuma.

Yalnız duyan yaşar sözü derler ki doğrudur. Yalnız duyan çeker derim, en doğru söz budur. Gördüm ve anladım yaşamak macerasını, Bakıyse ruh eğer dilemezdim bekôsıııı.

Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var! Bitsin hayırlısıyla bu beyhude sonbahar.

Ölmek değildir ömrümüzün en.feci işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

Duygulu bir yürek, hülyası kalmamış bir hayat ve ölmeden evvel ölmektir bu üç büyük güçlük.

Sôlib-i ôrômdır, Naci, d'il-i rikkat sirişt Malik olsam keşki bir kalbe seııg-i hareden

diyor Muallim Naci. İnce ruhlu, duygulu yaratılışta olmak insanda rahat bırakmaz. Keşke, kalbim çok sert bir taş olan hare taşından olsaydı.

Ölüm şiiri deyince hangimizin aklına gelmez ki Otuzbeş Yaş. Otuzbeş yaş yolun yarısı eder. Böyle başlar şiir. Oysa, kırkaltı yaşında ölen şair için otuzbeş yaş yolun dörtte üçü olmuştur çoktan da, onun bundan haberi yoktur.

Hangimiz kendimizi bulmayız insanoğlunun ortak kaderinin anlatıldığı bu mısralarda. Son beşlik insanoğlunun da sonudur.

3 1 0

Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanmadın olacak.

Kim bilir, nerde nasıl, kaç yaşında?

Bir ııamazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında.

(17)

Ölümden sonrası ne olursa olsun, Cahit Sıtkı için önemli olan yaşamaktır. Her ne karşılığında olursa olsun, var olmak; bir sabah sonra doğacak olan güneşi görebilmek her mihnete değer. Ölüm belki bir kurtuluş olabilir, güneşe hükmünü geçiremediği, halden anlayan kimsenin bulunmadığı bu dünyadan kurtuluş olabilir; ama, 0 biliyor

ki ölüm gelince ne bu kuş, ne bu bahçe ve ne de bu nur kalacaktır. Penceresinde gün doğsa da şair göremeyecektir bunu. Oysa, her şeye razıdır doğacak günü görebilmek

için. Gün Eksilmesin Penceremden başlıklı şiirinde dile getirir bu arzusunu.

Ne doğan güne hükmüm geçer, Ne halden anlayaıı bulunur; Ah, aklımdan ölümüm geçer; Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül tanrısma der ki: Pervam yok verdiğin elemden; Her mihnet kabulüm yeter ki Gün eksilmesiıı peııceremden.

Korktuğum Şey başlıklı şiirde bir kere daha dile getirir artık korkuya dönmüş olan bu arzusunu.

Gün çekildi pencerelerden; Aynalar baştan başa tenha. Ses gelmez oldu bahçelerden; Gök kubbesi döndü siyaha.

Ne yardan geçilir, ne serden; Korkuyorum bu gecelerden. Bel bağladığım tepelerden Gün doğmayabilir bir daha.

Ne kadar korkarsa korksun, olacaktır olmasını hiç istemediği şey. Bir sabah doğan güneşi göremeyecektir artık.

Selci verildiğine göre, Cômikebir minaresinde,

Günlerden cuma olmadığı hlilde, Muhakkak bir ölü var mahallede.

işte!

Olup olacağın bu, ceııaze;

Geçiyor caddeden vakur ve sade, Dalgalar misali omuzlar üstünde.

diyor Cahit Sıtkı Akıbet başlıklı şiirinde. İnsanoğlunun sonu bu. Şaire göre vakur bir son. Ayrıca, bir umuttur bu son.

Ey kurumaz menb{iı sükiıtuıı Işığı güneşten zinde ölüm.

Altında şu alçalan bulutun Seııdedir umduğum müjde ölüm.

Nedir bu müjde? Ne umuyor ölümden? Ölüm II başlıklı şiirinin üçüncü dörtlüğünde veriyor bu sorunun cevabını.

Ne gün aslma dönecek bu ten ? Ruha ebediyyet vadeden -Taş, toprak, çiçek, su veya maden- Efsanev'i yalan nerde ölüm?

Hayır, ölüm efsanevı bir yalan değildir. Nereden mi biliyor? Onu uykusunda ölüme davet eden ölüler söylüyor öbür tarafın gerçeğini.

Gel, diyordu uykumda ölüler, gel, gel.

Ne hayal ettinse kavuşmak mümkün, Suyun, ateşin ötesinde, üstün Bir şey var ki, hayattan daha güzel!

3 1 1 ı.

. ..

i • •

-

• r

...

(18)

-O da ne? aslı yok mu bu müjdenin? Hayal ettiğimiz şeylere orada da mı kavuşamıyoruz?

Öldük, ölümden bir şeyler umarak. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.

Büyü bozulmuştur. Çünkü öbür taraf hiç benzememektedir uykusunda ölülerin

söylediklerine. Ne hayallere kavuşmak mümkün orada, ne de hayattan daha güzel orası.

Yok bizi arayan, soran kimsemiz. Akar suda aksimizden eser yok.

Öylesine karanlık ki gecemiz,

Neden ölüm konusu? Çünkü hayata anlamını veren ölümdür de ondan. Daha bir çokları arasından seçtiğimiz şu bir kaç şiir bile bize bu gerçeği göstermiyor mu? Kaynağını nereden alırsa alsın, insanın değer yargılarını oluşturmasında, bu değer yargılarını hayata geçirmesinde, insanlarla olan ilişkilerini düzenlemesinde temel ilke, sonrasında hayat olduğuna inanılsın, inanılmasın, bu dünyadaki hayatımızın ölümle sona ereceğidir. Her şey bitiyor ölümle, öyleyse her şey serbest bu dünyada düşüncesi de, sonu ölüm olan bu hayat hiç bir şekilde alçalmaya değmez düşüncesi de kaynağını ölümden almaktadır.

Dünya, sonlu bir dünyadır, üç günlük dünyadır. Bu sebeple de bizi çirkinliklere götürecek, hiç bir hırsa, tamaha, tutkuya yer olmamalıdır. Derin bir bilgeliğin

ürünüdür Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi özdeyişi. Cemil

Miroğlu'nun nefis çevirisiyle Hayyam'dan dinleyelim aynı ifadeyi.

Bir testici dükkanında durdum bir ô.n, Onlar dile geldi, sordu benden:

Yüzlerce çanak, testi yığılmış dükkan. Dostum, hani nerdedir satan, nerde alan?

Testi var; ama, ne o testiyi yapan kalmış, ne alan, ne de satan. Kim bilir, dedeler, evlatlar, torunlar, daha kaç nesil su içecek o testiden. Evet, içmek gerek, içerken de

bizden evvel o testiden içenlerin şimdi nerede olduklarım düşünmek. Sonra hisse

çıkartmak gerek bu kıssadan bu kısa ömrümüz için.

Sakı, sabah oldu,. açtı gül renkli şafak, Nergis gibi aç ki uykudan gözlerini,

Kalk, sen de o gül renkli şaraptan veı; kalk. Toprakta şu insan dediğin çok yatacak.

diyor Hayyam. Nedir o gül renkli şarap, toprakta çok yatacağımıza göre nedir içmemiz gereken o gül renkli şarap? İster biz sunalım, ister bize sunulsun, hayata anlamını veren bu iksir sevgidir

Gördüm seni sevdim güzelim, gül-f tersin

Sevmek mi güzel, yoksa sevilmek mi ne dersin ?

diye soruyor Hüseyin Siyret Özsever. Cevap son derece basit: Her ikisi de. İster sevelim, ister sevilelim, hayata anlam veren, onu yaşanılır hale getiren tek şeydir sevgi. Pekiyi,

sevgi nedir? Bu sorunun cevabı biraz zor, ama yolunun özveriden geçtiği kesin.

312

••

il

Şimdi o dünyadan hiç bir haber yok; Ha olmuş, ha olmamış penceremiz;

1 1

t

...

Referanslar

Benzer Belgeler

İşte bunun çok iyi farkında olan ve Çanakkale başta olmak üzere, bütün İstiklâl Savaşı’nda yaşanan olaylarla, medeniyet kavramının işgalci ve ayni zamanda

Araflt›rmac›lar, farelerde kas hücrelerinin normal yap›s›n› koru- mak için gerekli olan MLP proteinini devre d›fl› b›rakarak, insanlardaki DCM’ye çok benzer

PERİNATAL ÖLÜM HIZI: Bir toplumda bir yılda canlı doğan ve 7 gün içerisinde ölen bebek sayısına aynı yıl içerisinde gerçekleşen ölü doğum sayısı eklenerek aynı yılda

ABKÖ sonuçlarına göre öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine göre başarılı olabileceği alanlar tespit edilirken, geliştirilen bulanık mantık temelli karar destek

The D-dimer levels of 53.9% (124) of the AMI suspected patients who underwent D-dimer assessment were high and 22% (n=28) of the pa- tients with elevated D-dimer levels were

Two new records of inquiline wasp of the genus Saphonecrus Dalla Torre & Kieffer, 1910 (Hymenoptera: Cynipidae: Synergini) from Turkey,.. their associated galls

The differential diagnosis of hypodense multiple hepatic nodules includes tuberculosis, metastatic disease, fas- cioliasis, candidiasis, Langerhans’ cell histiocytosis (LCH),

Dün akşam haber aldığımıza göre üniversite emini Neşet Ömer ve edebiyat fakültesi reisi Köprü­ lüzade Fuat beyler istifa etmiş­ lerdir. Neşet Ömer ve Fuat