• Sonuç bulunamadı

Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu hükümlü-tutuklularla yapılan resim eğitiminin işlevsel etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu hükümlü-tutuklularla yapılan resim eğitiminin işlevsel etkileri"

Copied!
116
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

RESİM-İŞ ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

ANKARA KADIN KAPALI CEZA İNFAZ KURUMU

HÜKÜMLÜ-TUTUKLULARLA YAPILAN RESİM EĞİTİMİNİN

İŞLEVSEL ETKİLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

Mehmet Fatih YILDIZ

(2)

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

RESİM-İŞ ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

ANKARA KADIN KAPALI CEZA İNFAZ KURUMU

HÜKÜMLÜ-TUTUKLULARLA YAPILAN RESİM EĞİTİMİNİN

İŞLEVSEL ETKİLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

Mehmet Fatih YILDIZ

Tez Danışmanı

Yrd. Doç. Dr. Teoman ÇIĞŞAR

(3)

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü’ne,

Mehmet Fatih YILDIZ’a ait “Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Hükümlü-Tutuklularla Yapılan Resim Eğitiminin İşlevsel Etkileri” adlı çalışma,……….tarihinde jürimiz tarafından Güzel Sanatlar Eğitimi Resim-İş Öğretmenliği Anabilim Dalı’nda YÜKSEKLİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı İmza

Üye:(Tez Danışmanı)……….. ……….. Üye:……… ……… Üye:……… ……….. Üye:……… ……… İmza Ünvan Adı- Soyadı Enstitü Müdürü

(4)

ÖZET

Sanat; insanlık tarihi boyunca toplumların birbirilerini anlamasında, duygularını dışavurumunda, empati yeteneklerinin gelişmesinde etkili bir araç olmuştur. Kuşkusuz, fiziksel mekanın özelliklerinin sanatçı üzerinde büyük önemi vardır. Dış koşullar ya da birlikte çalışılan kişiler sanatın neyi dışavurduğuna dair önemli ipuçlarına zemin hazırlamaktadırlar. Toplum sadece özgür kamusal alanlardan ibaret değildir. Bu bağlamda cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler de toplumun parçasıdırlar ve zaten bir süre sonra toplum hayatına geri dönecektirler. Bu nedenle onların rehabilite olarak yeniden topluma dönmeleri büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda cezaevlerinde resim eğitimlerinin tutuklu ve hükümlülerin toplumsallaşmasına büyük katkısı vardır. Çalışmada, Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndaki resim eğitimlerinin tutuklu ve hükümlülerin ceza infaz kurumundaki yaşamı ve sonrasındaki topluma katılma süreçleri üzerindeki etkisi sanatın rolü bağlamında incelenmektedir.

(5)

ABSTRACT

Throughout the history of mankind, art played role at the relationships which are understanding each other, developing of empathy, expressing the emotions of societies. Certainly, psyhical place takes role on the artist's conditions. The persons working together and external conditions provide ground to understand which the items the artists do express? Society is not limited with free-public areas. Therefore, prisoners and convicts are the parts of society life and also they would return to there. For this reason, rehabilitation of them is very important for returning to society. In this context, painting study contributes to socialization of prisoners and convicts. In this research, the role of the painting studies at socialization of prisoners and convicts Ankara Women of the criminal penal instutions (Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu) will be analyzed with the context of art's role.

Keywords: Art, paint study, crime, prisoners, convict, criminal and penal instituions, rehabilitation.

(6)

ÖNSÖZ

Yaşadığımız çevre ve toplum içerisindeki hemen hemen her kesimden toplulukların, sanat eğitimi sayesinde, fonksiyonel değişimler elde edebilmesi ve onlara yaratıcılık kazandırılabilmesi, insani, sosyal, sanatsal, eğitsel vb. açılardan önem arzetmektedir. Bu araştırmada; Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndaki Hükümlü-Tutukluların resim eğitimi kazanımları değerlendirmeye alınmıştır.

Böyle bir çalışmanın daha önce yapılmamış olması sebebiyle toplumun farklı kesimlerine ulaşması sonucunda bu alanda yapılacak araştırmalara referans olabilir. Özellikle çağdaş ve görsel sanatlarda algılama, inceleme ve yorumlama daha sağlam temellere oturabilecektir. Sanat, sanatçı, bu alanda çalışan kişi ve kurumlara yeni bir bakış açısı ve yapılanma kazandırılabilecek, sanatsal ve kültürel dialoglar açısından değerler ve zenginlikler katabilecektir.

Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Hükümlü-Tutuklularla Yapılan Resim Eğitiminin İşlevsel Etkileri adlı araştırmamda, değerli fikir ve yardımlarını benden esirgemeyen tez danışmanım; Yrd. Doç. Dr.Teoman ÇIĞŞAR’a, Doç.Dr. Osman ALTINTAŞ’a, İnfaz ve Koruma Memuru Durmuş KILINÇ’a, Uzman Öğretmen Levent PREVEZE’ye Tuncay KARACA’ya ve Hasan ALKIŞ’a saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Mehmet Fatih YILDIZ MART 2013

(7)

İÇİNDEKİLER ÖZET ... i ABSTRACT... ii ÖNSÖZ ... iii İÇİNDEKİLER ... iv BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ ... 1 İKİNCİ BÖLÜM 2.1.Suç ... 4 2.2.Ceza ... 8 2.3. Kadın ve Suç... 9 2.4. Cezaevi Olgusu ... 11 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.1.Ceza İnfaz Kurumlarının Tarihsel Gelişimi... 14

3.2. Ceza İnfaz Kurumu ... 15

3.3.Hürriyeti Bağlayıcı Cezanın ve Ceza İnfaz Kurumlarının Gelişimi... 15

3.4. Uluslararası Cezaevlerinin Tarihsel Gelişimi ... 16

3.5. Gelişmiş Ülkeler ... 17

3.6. Gelişmekte Olan Ülkeler ... 18

3.7.Türkiye'deki Ceza İnfaz Kurumları ... 18

3.8. Hükümlü/Tutuklu Açısından Ceza infaz Kurumları ... 19

(8)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4.1.Ceza İnfaz Kurumunda Eğitim ... 23

4.1.2.Ceza İnfaz Kurumunda Eğitim Durumlarının Düzenlenmesi ... 25

4.2. Ceza İnfaz Kurumunda Resim Eğitimi ... 28

4.2.1.Resim Eğitimine Yol Açan Olgular... 29

4.2.2. Resim Eğitiminin Tarihsel Gelişimi ... 29

4.2.3. Resim Eğitiminin Türkiye'deki Gelişimi ... 30

4.2.4. Resim Eğitiminin Olumlu Yönleri... 31

4.2.5. Resim Eğitiminin Sınırlılıkları... 32

4.2.6. Resim Eğitiminde Hükümlü/Tutukluların Rolü ... 33

4.2.7. Ceza İnfaz Kurumunda Resim Eğitiminde Öğretmenin Rolü ... 34

4.2.8. Resim Atölyesi... 36

4.2.9. Çalışma Koşulları ... 36

4.2.10. Desen Eğitimi ... 37

4.2.11. Sulu boya Çalışması... 38

4.2.12.Ebru Sanatı Çalışması... 40

BEŞİNCİ BÖLÜM 5.1. Evren ve Örneklem ... 42 5.2. Amaç ... 42 5.2.1. Alt Amaçlar ... 42 5.3. Araştırmanın Önemi ... 43 5.3.1. Araştırma Modeli ... 44 5.3.2. Araştırmanın Sınırlılıkları ... 44 5.3.3.İlgili Araştırmalar ... 44 5.4. Varsayımlar ... 45

(9)

5.5. Literatür Taraması ... 46 5.6. Verilerin Toplanması ... 46 5.6.1. Verilerin Analizi ... 46 5.7. Anket... 52 5.8. Katalog... 52 5.9. Tanımlar ... 52 ALTINCI BÖLÜM 6.1. Sonuç ... 54 6.2. Öneriler ... 55 KAYNAKÇA ... 57 EKLER ... 59 1.Anket... 59 2.Bulgular ve Yorum ... 62 3.Katalog ... 86

(10)

BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ

Suç ve ceza mekanizmaları toplumların hayatlarında tarihsel olarak var olan ve bundan sonra da olacak birer unsurdur. Sosyolojik olarak suç, çeşitli nedenlerden kaynaklanmaktadır. İnsanlık tarihinde suçluların çeşitli cezalandırılma yöntemleri söz konusudur. Bunlardan biri de cezaevleridir. Cezaevleri, suçluların belirli bir dönem infazlarını geçirdikleri ve bu doğrultuda "ıslah" edildikleri fiziksel mekanlardır. Bu bağlamda, cezaevi sorunsalına yönelik temel sorular yönlendirilebilmektedir. Bunlardan biri de, cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerin toplumsal hayattan tamamen izole edilip edilmediklerine dairdir.

Klasik paradigmaya göre cezaevlerindeki suçlular, tam da toplumsal hayattaki özgürlüklerinden koparılmak ve bu yolla ıslah edilmek amacıyla bu fiziksel mekana hapsedilmektedirler. Öte yandan istisnai örnekler dışında cezaevindeki suçluların bir çoğu toplumsal hayata geri döneceklerdir ve bu nedenle cezaevlerinde geçirdikleri süre, suçluların sonraki hayatlarında yönelecekleri hayatı ve seçecekleri yolu da tayin edecektir. Bu bağlamda cezaevinde geçirilen tutukluluk ve hükümlülük süresinin hangi etkinliklerle biçimlendirildiği önem kazanmaktadır.

Çalışma süresince önkabullerini görebileceğimiz klasik anlayışa göre, suç genetik, demografik vb. nedenlerden ötürü süreklilik arz eden bir unsurdur. Bu nedenle cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin bir çok aktivite içerisinde yer almaları anlamsızdır. Oysa cezaevi öğrenme süreçlerine zemin hazırlayabilir. Örneğin bir tutuklu ya da hükümlünün cezaevinde geçireceği süre içerisinde kendisine katabilecek ve cezaevi sonrasında ya da cezaevinde kendisine yardımcı olabilecek ve özetle onu mutlu edebilecek bir aktivite söz konusu olabilir. Bu aynı zamanda bizi yaşam boyu öğrenme kavramına götürmektedir. Bu kavrama göre, eğitim sadece örgün olarak sağlanmaz. Bununla birlikte, bilgi toplumunun unsurlarının egemen olduğu yapıda, eğitim yaşam boyu alınan bir hizmettir ve bu sürece elbette ki toplumun bir parçası olan cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler de dahildir. Çünkü cezaevleri toplumun dışını

(11)

ifade etmemektedirler. Aksine, toplumla ilişkisini koparmayacak sosyal mekanlar durumundadırlar1.

Örneğin siyasi ve sosyal tarihimize "Rahşan Affı" olarak geçen 22 Aralık 2000 tarihli "Şartla Salıverme ve Erteleme Yasası" bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu süreçte bir çok suçlu rehabilitasyon süreci ile muhattap olmaksızın, toplumsal hayata geri dönmüş ve tekrar önemli bir bölümü toplum içerisinde yaşam imkânı bulamadığından cezaevlerine dönmek zorunda kalmıştır2. Bu örneğin de gösterdiği gibi, hem fizik mekan olarak hem de sosyal hayat olarak cezaevi bir "son"u işaret etmemektedir. Aksine, cezaevinden sonrası bir toplumsal hayat söz konusudur ve buna yönelik eğitim süreçleri kesintisiz bir biçimde cezaevlerinde de sürdürülmelidir. Bu doğrultuda tutuklu ve hükümlülere bedensel, zihinsel, sosyal gelişimlerini sağlayabilecek çeşitli eğitimler verilmektedir. Bunlardan biri de kuşkusuz resim eğitimidir.

Çalışmada, Resim Eğitimi'nin, Ankara Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu hükümlü ve tutuklularına ait ortam ve süreçlerde duygu ve düşüncelerin yansıtılmasında kazandığı işlev incelemektedir. Bu eğitim süreci ile, hükümlü ve tutuklular arasında sanata, topluma, çevreye ve doğaya duyarlı bireyler yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, Ceza İnfaz Kurumu'nda resim alanına ilgi duyan hükümlü ve tutuklular bu alana yönlendirilerek yaratıcıkları ön plana çıkartılmaya çalışılmaktadır.

Bu çalışmada hükümlü ve tutuklularda resim eğitimi sonrası hangi anlamlı farkların doğduğunu analiz etmek amaçlanmaktadır. Empatik beceriler, eleştirel kaygılar ve öz-değerlendirme ile hükümlü ve tutuklunun çalışma ile bütünleşme imkânları araştırılmaktadır. Bu doğrultuda, resim eğitimi ile hükümlülerin ve tutukluların sanatsal motivasyonla zamanı ideal değerlendirmesi ve eleştirel gözle bakabilme kavramını edinebilmesi, sanatın tarihsel gelişim evrelerine de referans vermektedir. Dolayısıyla sanatın toplum ile ilişkisi ve orada geçerli olan fonksiyonu cezaevlerinde de varlığını devam ettirmektedir. Bu da bizi pedagoji ile sanat arasındaki ilişkilere götürmektedir.

1 R. Demiralay ve Ş. Karadeniz (2008), "İlköğretimde Yaşam Boyu Öğrenme İçin Bilgi Okuryazarlığı Becerilerinin Geliştirilmesi", Cypriot Journal of Educational Sciences. Vol. 2, No.6,pp.89-119.

(12)

Bilindiği üzere, gelişmiş ülkelerde pedagoji’de görsel sanatların büyük önemi vardır. Nitekim Ceza İnfaz Kurumunda bulunan psikolog ve sosyal çalışmacılar da pedagoji’de ağırlıklı olarak resim çalışmaları ile yürütmektedirler. Çalışmada hükümlü ve tutukluların aynı yaklaşım içersinde kültürel-sanatsal anlamda gelişme kat ettikleri gözlemlenmektedir. Bu bağlamda hükümlü ve tutukluların düşünceleri ve farkındalık düzeyleri incelenmiş; bu doğrultuda kurumun sağlayabileceği olanaklar tayin edilmeye çalışılmış ve yönetimin yardımı ile atölye ortamı tahsis edilerek, resim çalışmaları yapılmaya başlanmıştır.

Bu çalışma özelinde, sanatın her alana girmesi; değişik toplumların ve fiziksel koşulların sanat üzerindeki etkileşiminin incelenmesi ve resim sanatının hangi fiziksel koşullarda nasıl etkilediği, insan-mekan arasında bağ kurularak ifade edilebilmektedir. Bu anlamda, çalışmanın konusu resim üzerinde yoğunlaşmış ve heykel, seramik gibi diğer sanat dalları bu ilişkiye dahil edilmemiştir. Buradan hareketle mekan ile sanatsal üretim arasındaki ilişki de irdelenmektedir. Böylece eğitimin ve sanatın sadece özgürlük alanları diye nitelendirildiğimiz yerlerde gerçekleştirileceğine dair inanç da cezaevlerindeki sanat pratikleri üzerinden tartışmaya açılmaktadır.

Araştırma, 140 kadın üzerinde 62 maddeli bir anket formu ile görüşmeler gerçekleştirilerek, onların sanatla ilgili gereksinimleri üzerinde yoğunlaşarak yapılmıştır. Birebir görüşülerek uygulanan anketler sonrasında elde edilen verilerin analizinde frekans (f) ve yüzde (%) dağılımları kullanılmıştır.

(13)

İKİNCİ BÖLÜM

2.1. Suç

Suç olgusu, çok sayıda disiplin tarafından nedenleri ve sonuçları ile ele alınmıştır. Ancak tüm bu disiplinler arasında suçun toplumsal niteliğinden ötürü, sosyolojinin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Bu bağlamda sosyolog Anthony Giddens, suç olgusunu açıklayan analizlerin zorunlu olarak sosyolojik nitelikte olması gerektiğini söylemektedir3. Heidensohn ise hiçbir disiplinin suç kavramını sosyoloji kadar başarı ile açıklayamadığını söylemektedir4. Bu bilgiler ışığında, sosyoloji suç kavramını toplumsal normlardan bir sapma olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, klasik sosyologlardan Emil Durkheim (1858-1917) toplumsal olguları normal ve patolojik olarak sınıflandırırken, suçu patolojik bir olgu olarak tarif etmemektedir.

Durkheim'ın suçu patolojik olarak tarif etmemesinin altında yatan neden, onun olgulara yaygınlık açısından bakmasından ileri gelmektedir. Buna göre, bir olgu genellikle gözlemleniyorsa, faydalı ve normaldir. Suç toplumlarda sık sık gözlemlenen bir olgudur ve bu nedenle patolojik değildir. Üstelik suç bir toplumdaki aksaklıkları ortaya koyduğu için bir sağlıklı olma göstergesidir. Faydası ise suçun toplumları durgunluktan kurtarmasından ileri gelmektedir. Bu da toplumsal yenilenme anlamında suçun işlevine referans vermektedir.

Dolayısıyla Durkheim'da suç, kolektif bilince karşı işlenmektedir. Bu nedenle suça karşılık verilen ceza da kolektif bilincin rahatlatılmasını amaçlamalıdır. Öte yandan patolojik kavramı ile bir toplum türü ya da tipine uygun olmayan davranışlara referans verilmektedir. Bu açıdan patoloji, suç gibi sosyolojik bir unsur değildir5. Suç konusu üzerine çalışmış bir diğer sosyolog ise Robert Merton (1910-2003)'dır. Merton, kültürel amaçlar ve bu amaçlara ulaşmak için sunulan toplumsal araçlar arasındaki düzensizliği "anomi" kavramı ile açıklamaktadır. Merton'a göre kadın suçlarını açıklarken, örneğin fahişelik suçunda, tutuklu ve hükümlü öykülerine inilmesi ve birçok

3 Anthony Giddens (2000), Sosyoloji, (Yay. Haz: Hüseyin Özel vd.), Ayraç Yayınları, Ankara, s.186. 4 Zahir Kızmaz (2005), "Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama Potansiyelleri Üzerine Bir Değerlendirme", C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, C:29, S:2, ss.149-179, s.149.

(14)

öyküde bu suçun çocuklarına bakmak için gerçekleştirildiğinin görülmesi önem arz etmektedir6.

İnsanlığın en eski dönemlerinden bugüne suça karşı gerek toplumsal cezai müeyyideler oluşturulmuş gerekse suçun nedenleri üzerinde durularak önleme yoluna gidilmiştir. Bu anlamda, biyoloji, psikoloji, hukuk, psikiyatri, antropoloji gibi disiplinler suç kavramına ve kökenlerine eğilmişlerdir. Ancak tüm bu çalışmalara karşın, suç bir varsayıma göre insan doğasının bir parçası olarak, diğer bir varsayıma göre ise toplumsal-ekonomik sistemlerin bir sonucu olarak yaşamını toplumsal hayat içerisinde sürdürmeye devam etmektedir. Ancak bu bilgiler ışığında açık olan unsur, suçun topluma karşı işlenmiş olduğu bilgisidir. Dolayısıyla "suç" kanunlar çerçevesinde bir eylemin tanımlanma biçimidir. Yani bir eylemin suç olarak nitelendirilmesi için kanunlar ile çerçevelenmiş olması gereklidir.

Yasal çerçeve suçu, ceza yasalarını ihlâl eden insan davranışları olarak tarif etmektedir. Siyasal anlamda ise suç, yasaya güçlü gruplarca yerleştirilen ve sonrasında davranışın istenmeyen seçilmiş biçimlerini yasa dışı olarak etkileyen bir ölçüte sahiptir. Suçun en genel tanımı Jhering tarafından gerçekleştirilmektedir. Jhering suçu, "toplum halinde yaşamaya yönelmiş her türlü saldırılar" olarak nitelendirmektedir7.

Suç insanların en temel haklarına (mal, ırz, can vb.) yönelmiş olduğundan ötürü toplumsal nitelik arz etmektedir. Bu saydığımız kavramlar, toplumsal kabuller ile geliştirilmişlerdir ve bunlara yönelik tehditler toplumsal müeyyideler ile karşılaşmaktadırlar. Bir kavramın toplumsallığı onun toplumdan topluma değişebileceğini göstermektedir. Dolayısıyla insanlık tarihinin bir döneminde suç addedilen ve buna göre müeyyide geliştirilen bir eylem, başka bir döneminde suç addedilmeyebilmektedir. Örneğin, kabilelerin egemen olduğu dönemde, suç unsuru kabileye yönelik var sayılır. Bu tarihte, henüz birey kabilenin dışında var olmadığı için, ceza sistemleri kabileye göre dizayn edilmiştir ve işlenen suçun cezasını tüm kabile çekmektedir. Bu da toplumsal öç alma ceza sistemine referans verir. Burada en ağır suçun cezası kabileden dışlanmaktır ve bu da ölüm anlamına gelmektedir. Görüldüğü üzere aynı şekilde zaman içerisinde cezalar da değişebilmektedir. Örneğin; bazı ülkelerde içki yasağı, başörtüsü yasağı, kürtaj yasağı, eşcinsel evlilik yasağı söz

6 Yıldız Akpolat(2008), "Erzurum Ceza ve Tutukevinde Bulunan Kadın Mahkumlar Üzerine Yapılmış Nitel Görüşme Uygulaması",Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar - IV Sempozyum, İstanbul, s.1. 7 Sulhi Dönmezer (1994), Kriminoloji, Beta Basım Yay., 8. Baskı, İstanbul, s.58.

(15)

konusuyken, bazı ülkelerde bu eylemler yasal çerçeve içerisinde değerlendirilirler ve suç addedilmezler. Kuşkusuz bu durumda, toplumsal gelenekler ile hukuk arasındaki ilişki ön plana çıkmaktadır.

Ancak, tüm bu suç tanımı içerisine giren eylemler aynı zamanda insanlık tarihi ile yaşıttırlar. Buna rağmen suçun nedenleri üzerinde tam anlamıyla bir konsensus sağlanamamıştır. Kimi görüşe göre suçlar suçun faillerine göre değerlendirilirken, kimi görüşe göre ise suç işleme nedenleri kategorize edilirken dikkat edilmesi gereken unsurlardır.

Bu bağlamda, faillerine göre suçlar; ekonomik, cinsel, şiddet ve siyasi suçlardır8. Suçun nedenlerini açıklayan teoriler kabaca şu maddeler altında özetlenebilmektedirler9; • Zeka: Bu paradigmaya göre zeka seviyesinde düşük olduğu tespit edilen kişiler sosyal değerleri kavrama ve adapte olma aşamasında sıkıntı çekmektedirler. Dolayısıyla davranışları ile sonuçları arasında doğrusal bir bağ kuramazlar. Bu nedenle suça yönlendirilebilirler.

• Aile: Aile içi eğitim, hikayeler, travmatik ilişkiler, ailenin sosyo-ekonomik durumu çocuğun sonraki yıllarda karakterinin gelişmesini’de etkilemektedir.

• Eğitim: Aileden sonra çocuğun ikinci adresi okuldaki ilişkileridir. Okul bu bağlamda bir sosyalleşme çerçevesi sunmaktadır. Bu nedenler çocuğun arkadaşları ve öğretmenleri ile ilişkilerinde kusurlu bir yöntem uygulanıyorsa karakter oluşumunda zararlı etkiler gözlemlenebilmektedir.

• Ekonomik Durum: Merton'ın dikkat çektiği gibi, ekonomik durumu kötü olan insanlar, suç ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkiye geçebilmektedirler. Şehirlerde suç sosyolojik olarak üretilmektedir ve olumsuz şartların geçerli olduğu yerleşim yerlerinde geçim kaynaklarından biri de suçtur. Bu ortamlarda yetişen çocuklar da suçluları taklit etmeye, hatta onlara hayranlık beslemeye yönelebilmektedirler. Yoksulluk direkt ahlâki çöküş getirmez ancak anne-babaların çocukları ile yoğun çalışma saatleri nedeniyle ilgilenememesi çocukların suça yönelmelerine sebebiyet vermektedir.

8 Akpolat, a.g.e., s.1.

(16)

• Medya: Bir diğer var sayıma göre ise medya suça teşvik edici yayınlar yapmakta ve bu da suça yatkın insanların harekete geçmelerine neden olmaktadır.

• Genel Kültür: Yapılan araştırmalara göre okuma-yazma bilmeyenler suça daha çok eğilim göstermektedirler.

• Yaş: Suç bağlamında yaş unsuru çeşitli kategorilere ayrılmaktadır. Örneğini şiddet, hareket içeren suç eylemleri ağırlıklı olarak gençler tarafından işlenirken, hile ile gerçekleşen suçlar olgunluk gerektirmektedir. Buna göre suç ağırlıklı olarak gençlikte gözlemlenmekte, yaşlılık çağlarında ise minimize olmaktadır.

• Fiziksel Bozukluk: Bir varsayıma göre fiziksel bozuklukların getirdiği çirkin olma hâli insanların toplumdan dışlanmasına bu nedenle topluma karşı tepki göstermelerine neden olmaktadır.

• Irk: Bu paradigmaya göre bazı ırklar iklim, kültür, coğrafi özellikler vb. nedenlerden ötürü, diğerlerine nazaran daha agresif olmaktadırlar. Bu bağlamda, mafyanın Güney İtalya'da serpilip büyümesine sebebiyet veren unsurun, bölge insanının çabuk hırslanan ve sıcak kanlı bünyeye sahip olmasından ileri geldiği söylenmektedir.

• Cinsiyet: Bir varsayıma göre, erkekler fiziksel güçlerinden ötürü suça kadınlara nazaran daha çok meyillidirler. Bunda kadınların fiziksel güç azlığı ile beraber cesaret azlığı da gelmektedir. Ayrıca kadınlar ağırlıklı olarak suça maruz kalan grubu oluşturmaktadır10. Ancak 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren kadın suçlarında da artış gözlemlenmektedir. Özellikle mülkiyete karşı ve şiddet suçları, kadın suçları kategorisi altında sıkça gözlemlenmeye başlamıştır. Otto Pollak'ın "The Criminality of Women" (1950) isimli çalışmasında, kadınlar genellikle cinsel, erkekler ise ekonomik suçlar işlemektedirler11. Çalışmanın bağlamındaki grup da bir kadın topluluğudur ve bu anlamda önem kazanmaktadır. Buradan hareketle kadınlar ve suç ilişkisine ayrı bir parantez açmak gerekmektedir.

10 Tülay İçli (1993), Türkiye'de Suçlular: Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Özellikleri, AKM Yayınları, Ankara, s.23.

11 R.B. Flowers (1987), Women and Criminality: The Woman As Victim, Offender and

(17)

2.2. Ceza

Toplumlarda suçlar ve suçların nedenleri bir çok faktöre göre değişmektedir. Buna göre suç unsuru toplumsallık arz ettiği gibi, ceza unsuru da toplumsallık arz etmektedir. En eski çağlardan beri insanlar bir topluluk içerisinde var olmaktadırlar. Ancak bu topluluk kuralları, prensipleri ve kanunları olan toplum ile aynı şey değildir. İlk bölümde göz önünde bulundurulan kabileler örneğinde de olduğu gibi, henüz tarih sahnesine birey çıkmamışken, suç da ceza da bireyler üzerinden değil, topluluklar üzerinden verilmektedir. Bu anlamda ceza kavramının kanunlar çerçevesine oturtulması kabile ve klanlar üstünde bir otoritenin ortaya çıkması ve bu şekilde suçun anlamının değişmesi ile mümkün olmuştur. Bu dönemde kamusal ile özel ayrımı da ortaya çıkmaya başlamaktadır12.

Tarihte en geniş kapsamlı örnek olarak Roma Kanunları gelmektedir ve günümüzdeki modern hukuk sistemine kaynaklık etmektedir. Buna göre merkezi otorite kamusal alanı düzenlemeye hukuk yolu ile talip olurken, özel hayatı düzenlemeyi babaya bırakmıştır. Kamusal alanda ise hukuk yolu ile hükümdar diyet kavramının kalkması anlamında tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin başında öldürme ya da hapis hakkını kendi erkine bağlamak bulunmaktadır. Buna rağmen bir müddet, kan bedeli veya düello gibi cezalandırma sistemleri sürmeye devam etmiştir. Bu dönemde ilk kez senyorların üzerilerinde bulundukları toprak parçasında kendi tebaalarını hapsetme pratikleri ortaya çıkmaktadır13.

Bu anlamda dönüşüm merkezi-ulus devletler çağında olmuştur. Bu devletlerin ilk döneminde de insan üzerinde bedensel cezalar sürmektedir. Nitekim hapsetmek de insan bedeni üzerinde gerçekleştirilen bir pratik olarak ön plana çıkmaktadır. Burada yeniden Durkheim'a dönülürse ceza toplumun tepkisinin alınması olarak ön plana çıkmaktadır. Bu aşamada sağlanan adalet, şahısların keyfiyet duygularına kapılmamasını ve cezayı kendilerinin kesmemelerini sağlamalıdır. Bu anlamda öne çıkan ceza türleri şunlardır;

• Kısasa kısas cezası,

12 Özgür Sarı ve Güncel Önkal (2008), "Suçun Sosyolojisi, Cezanın Felsefesi", HFSA Hukuk Sosyolojisi

Kongresi, 25-29 Ağustos, İstanbul Barosu, İstanbul.

(18)

• Aciz bırakma cezası,

• Kısmi, özel ya da genel olabilecek caydırıcı ceza,

• Islah edici ceza,

• Onarıcı ceza.

Bu ceza kategorilerinden kısasa kısas, suçu işleyenin kurbanın yerine kendisini koymasını gerektirmektedir. Örneğin; cinayet işleyen birinin öldürülmesi bu kategori altında değerlendirilebilmektedir. Bu ceza bugün toplum vicdanında tam bir rahatlamaya neden olmadığı için kaldırılması yönünde eğilimler söz konusudur. Yine aciz bırakma cezası, suçluyu gündelik hayatındaki bazı özelliklerden geri bırakmak olarak öne çıkmaktadır. Örneğin; bir holiganın maçlardan alıkonması böyle bir cezadır. Yine kısmi, özel ya da genel olabilecek caydırıcı ceza ise, alkollü yakalanan bir sürücünün ehliyetinin alınmasında gözlemlenmektedir14.

Son iki ceza kategorisi çalışma bağlamında önem arz etmektedir. Bunlardan birincisi ıslah edici ceza, kişilerin yaptıkları suçun karşılığında pişmanlık duymalarını sağlayabilecek, suç sonrası kaybettiklerinin değerini anlayabilecekleri ceza türüdür. Bu onarıcı cezadan ayrı olarak düşünülemez. Bir suçlunun cezaevine gitmesi modern ceza pratiklerinin başında gelmektedir. Bu hem bir suçlunun düzeltici adalet çizgisi üzerinden ıslahını ve onarılmasını öngörmektedir hem de suçlar ve suça kalkışma dürtüsü ıslah edilebilirse düzeltici bir adaletin işlevine referans vermektedir. Bu bağlamda cezaevi olgusu ve cezaevlerinin tarihsel gelişimi önem arz etmektedir.

2.3. Kadın ve Suç

Kadın suçluluğu ile ilgili ilk çalışma, 19. yüzyılın sonunda Cesare Lombroso ve William Ferroro'nun yayınladıkları ve kriminoloji dalına ait "The Female Offenders" (1894) isimli çalışmadır. Nicel ve nitel veriler, bu çalışmada biyolojik olarak bazı insanların suça yatkınlıklarını ve fiziksel özellikleri ile de bunu yansıttıklarını göstermektedir. Lombroso fahişelerin fiziksel özelliklerini şöyle sıralamaktadır; "ağır ve aşağıda bir çene, geniş burun, derin ön sinüsleri vardır ve dar alınlıdırlar". Ayrıca

(19)

kıskançlık ve intikamcılık kadınlarda daha az duygusallığa ve şefkate yol açmaktadır. Bu da onların dindarlığını, anneliğini, zayıflığını ve yetersiz entelektüel seviyelerini ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla kriminolojide suçlu kadınlar anne sevgisinden yoksun var sayılmaktadırlar15.

Ancak Freudyen analiz merkezli kadınlarda fallusu kıskanmaya yönelik olan anti-sosyal ve davranış bozukluklarından hareketle oluşturulan teoriler, Karen Horney'in "Kadın Psikolojisi" isimli eseri ile gözden düşürülmüştür. Çünkü her iki cins de kıskanç olmakla birlikte, erkeklerin kadınlık kompleksi daha da fazladır16.

1907 tarihli "Sex and Society" eserinde ise W.I. Thomas, kadın ve erkek arasında entelektüel işlevler açısından bir ayrımın söz konusu olmadığını söylemektedir. Hatta erkek daha yıkıcı iken, kadın yapıcı ve sabırlı tarafı temsil etmektedir. Eleanor Glueck ise "Five Hundred Women" (1934) isimli eserinde kadın suçluluğu üzerinde iki faktörün söz sahibi olduğunu söylemektedir. Bunlar; biyolojik ve ekonomik özelliklerdir. Ona göre suç işleyen kadınların önemli bir bölümü anormal geniş ailelerin çocuklarıdır ve zihinsel anlamda sorun yaşamaktadırlar. Bununla birlikte suçun kuşaklar boyu aktarıldığı da iddia edilmektedir. Ekonomik özellikler ile ilgili olan algı da, yine Merton'ın perspektifine bağlanabilmekte, hayattaki sosyal hedefler ile araçlar arasındaki mesafe arttıkça, bireylerin illegal alanda hareket etme olasılıkları yükselmektedir17.

Flowers, kadın ve suçluluk arasında bağ kuran bir çok kuramın eksik kalmaya mahkûm olduğunu, çünkü tek nedensellik ilişkisi üzerinde yoğunlaştıklarını aktarmaktadır. Örneğin, kadınların işledikleri şiddet ve cinayet suçları aile üyelerine yöneliktir. Çünkü kadının aile içerisindeki yeri ikincildir. Öte yandan fahişelik suçları ise ekonomik nedenler kaynaklıdır. Genel kabulle, kadınlar suçları kendilerini savunma amacı ile işlemektedirler. Dolayısıyla nedenlerin sayısının çoğaltılması önem arz etmektedir. Toparlayıcı olunursa bu nedenler;

• Düşük Sosyo-Ekonomik Durum, • Düşük Eğitim Seviyesi,

• Geniş Aile,

• Aile İçi Bozuk İlişkilerdir18.

15 Flowers, a.g.e., s.92.

16 Karen Horney (1999), Kadın Psikolojisi, (Çev: Bekir Onur), Ötüken Yayınevi, İstanbul, s.82. 17 Flowers, a.g.e., s.95-100.

(20)

2.4. Cezaevi Olgusu

Bu gelişim ışığında suçun engellemesi ya da kontrol altına alınmasında en öne çıkan aygıt cezaevidir. Cezaevi ya da yaygın kullanımı ile hapishaneler, suçla mücadele etmek de caydırıcılığın başlıca araçlarındandır. Cezaevleri ya da hapishaneler, hüküm giymiş kişilerin cezalarını çektikleri fizik mekanlardır. Buna göre işlenen suçun ağırlığı cezaevinde geçirilen süre üzerinde etkili olabilmektedir. Dolayısıyla ceza süreleri "müebbete" yani ömür boyu cezaevinde kalmaya dek uzayabilmektedir. Cezaevlerinde suçların kategorisine göre gerçekleştirilen bir diğer değişiklik ise farklı tipteki cezaevleridir. Buna göre farklı suçlar işlemiş (politik, adi suç, organize suç, kadın, çocuk vb) insanlar farklı cezaevlerinde cezalarını çekerler19.

Bu anlamda cezaevlerine meşruiyeti sağlayan unsur suç işleyen bireyin cezasının kurumsal bir karar ile alınmış ve icra ediliyor olmasıdır. Bu mekanizma içerisinde cezalandırma, hapsetme, göz altı, şartlı tahliye ve son olarak cezaevi unsuru bulunmaktadır20. Bildiğimiz anlamda cezaevi uygulamalarına dek suçlular genellikle zincire vurulma, kamçılanma, kızgın demirlerle dağlanma veya idam gibi cezalar ile karşı karşıya kalmaktaydılar.

Örneğin, "Hapishanenin Doğuşu" isimli kitabında Michel Foucault, hapishane öncesi cezalandırma yöntemlerini şöyle aktarmaktadır; "Damiens, 2 Mart 1757’de,

Paris kilisesinin cümle kapısının önünde suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye mahkûm edilmişti; buraya elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla Grevé meydanına götürülecek ve burada kurulmuş olan darağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını (kralı) öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra bedeni dört ata çektirilerek

19 Cezaevi (erişim): http://tr.wikipedia.org/wiki/Cezaevi

20 Zahir Kızmaz (2007), "Cezaevinin ve Hapsetmenin Suçu Engellemedeki Etkisi", Dumlupınar

(21)

parçalatılacak ve vücudu ateşle yakılacak, kül haline gelecek ve küller rüzgâra savrulacaktı"21.

Dolayısıyla cezalandırma mekanizmalarının buradan daha soyut bir alana yani adaletle tutuklu ve hükümlü arasına devredilmesi modern anlamda hapishanenin doğuşunda da etki sahibi olmuştur. Artık toplumun nezdinde şiddetin, azap çektirmenin egemen olduğu cezalandırma öğelerinin yerine fizik mekanlara kapatılma ve toplumla ilişkinin kesilmesi unsuru ön plana çıkmaktadır.

Bugünkü cezaevi formunun oluşmasında "özgürlük" nosyonunu öne çıkartan reformcuların büyük payı bulunmaktadır. Özellikle özgürlük kavramının gündeme getirildiği, Aydınlanma Çağı içerisinde bu çağın düşünürleri suç unsuruna karşı caydırıcı karakterde bir ceza mekanizması üzerine tartışmışlardır. Bu tartışmaların sonunda günün en önemli felsefi kavramı olan özgürlüğün değerine istinaden, suç işleyenlerin özgürlüklerinin devlet tarafından alınması üzerinde mutabık kalınmıştır. Örneğin, 1785 yılında İngiliz filozof Jeremy Bentham, panopticon (pan: bütün, opticon: gözlemlemek) isimli modern bir hapishane modelini öngörmektedir. Bu model Paris'teki hayvanat bahçesinden esinlenmiştir ve bir kaç kat üzerinde tek odalı hücreler söz konusudur. Bu hücreler ortadaki bir halkaya açılmaktadır ve halkanın dış cephesindeki duvarda sayısı birle sınırlı olmak üzere pencereler bulunmaktadır. Bununla birlikte halkanın ortasında tutukluların göremeyeceği bir noktada bir gözlemci kulesi yer almaktadır. Bu sisteme göre tutukluların her hareketi saklanamayacağı biçimde gözlemci tarafından görülebilecekti. Dolayısıyla tutuklu bunu bilecek ve ona göre davranacak, hareketlerinin sürekli izlendiğinin farkında olarak bir davranış bütünü geliştirecekti22.

Bu mekanizma aydınlanma ve liberalizmin özgürlük ile gözetleme unsurlarının bir arada geliştiğini göstermektedir. Bu da cezaevi mekanizmalarının özellikle Avrupa'da yayılmasına sebebiyet vermiştir. Ancak bahsi geçen tarihlerde Avrupa kentlerinde belirli sayıda hapishane vardır ve bunlar günümüz hapishaneleri ile aynı işleve sahip değildirler. Bu hapishaneler öncelikle infazını bekleyen - ölüm, kırbaç,

21 Michel Foucault (2000), Hapishanenin Doğuşu, (çev: M. Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara, s.8.

22 Lyall King (2001), "Information, Society and the Panopticon", The Western Journal of Graduate

(22)

demirle dağlama vb, suçluların kapatıldıkları yerler ya da sarhoşların ayılması için kullanılan yerlerdir23.

Cezaevlerinin toplum içerisindeki fonksiyonu asıl tartışma konusudur. Bu bağlamda, cezaevlerinin hangi eylem stratejisi ile hareket etmeleri gerektiği uzun süre tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar ışığında özellikle iki çizgi belirginleşmiştir. Bunlardan birincisi suçluların ceza çekmek için bir fiziksel mekana sokulduklarını söyleyen ve onlara katı ve acımasız davranılmasını tavsiye eden eğilimdir. Bu düşünceyi savunanlara göre cezaevinin fonksiyonu cezalandırmaktır. Bu aynı zamanda Durkheim'ın perspektifine bizi götürmektedir.

Çünkü cinayet, gasp, tecavüz gibi suçların mağdurları ya da mağdur yakınları yasalardan ve ceza aygıtlarından içlerindeki adalet duygusunun gerçekleştirilmesini talep etmektedirler. Aynı zamanda bu perspektif, suçlunun suçu rasyonel bir eylem olarak işlediğini de öne sürmektedir24.

Diğeri ise, suç işleyenlerin nedenlere sahip olduklarını ve topluma geri döneceklerini, bununla birlikte cezaevinin de bizatihi bir toplumsal ortam olduğunu iddia edenlerdir. Bunlara göre, tutuklu ve hükümlülere daha hoşgörülü davranılmalı ve rehabilitasyon çalışmalarına yönelinmelidir25. Çünkü tutuklu ve hükümlüler topluma geri dönecekler ve yeniden toplumla ilişkiye geçmeye çalışacaklardır. Bu nedenle, onların cezalandırılmaktan çok rehabilite edilmeleri ve böylece toplum içerisine yeniden sağlıklı bireyler olarak dönmeleri gerekmektedir.

Buradan hareketle, bugün Batı toplumlarında "suçluların cezalandırılmaları ancak onların ıslah edilmeleri üzerinden gerçekleşir" fikri yaygınlaşmaktadır. Dolayısıyla ıslah, cezanın yerine geçmektedir. Ancak buna rağmen cezaevlerinde hâlâ çok sert uygulamalar söz konusu olabilmektedir. Örneğin, Guantanamo ya da Ebu Garip, 11 Eylül sonrası küresel terör suçluların atıldığı bir cezaevi olarak ön plana çıkmaktadır. Bu cezaevinden sızdırılan bilgi ve belgeler ıslahtan çok eziyet ve işkencenin ana motifler olduğunu göstermektedir.

23 A. Giddens, a.g.e., s.197-198.

24 Osman Dolu (2009), "Rasyonel Bir Tercih Olarak Suç: Klasik Okul Düşüncelerinin Suçu Açıklama ve Önleme Kapasitesinin Değerlendirilmesi", Polis Bilimleri Dergisi, C:11, S:4, ss.89-120.

(23)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.1. Ceza İnfaz Kurumlarının Tarihsel Gelişimi

Suçlu addedilen kişiler tarihin en eski dönemlerinden itibaren kapalı yerlere konulmaktadırlar. Örneğin, İbraniler'de ölüm cezasına çarptırılan kişiler bu ceza infaz edilmeden önce boş sarnıçlarda tutulmaktaydılar. Antik Yunan ve Roma'da ise bu işlevi taş ocakları görmektedir. İslam toplumlarında suç işleyenler ise Mescid-i Şerif'in dehlizlerine kapatılmaktaydı. Dolayısıyla bu gibi örneklerde cezaevi suçun bizatihi karşılığı değil, asıl ceza infaz edilinceye dek suçlunun bekletildiği bir yerdi. Diğer bir deyişle bugünkü hâli ile tutuk evlerine karşılık gelmekteydi.

Bu bağlamda hapis cezası ilk kez Kilise'nin hukuki çerçevesi tarafından kiliseyi eleştiren kişilere yönelik olarak fiziksel mekanı manastırlar olacak şekilde kurulmuştur. M.S 7 ile 8. yüzyıl arasını bulan bu uygulama bir ehlileştirme yani ıslah metodu olarak ortaya çıkmaktadır. Cezaevinin topluma yönelik bir kurum olarak ortaya çıkması ise 12. yüzyıl İngiltere'sinde gözlemlenmektedir. Buna göre sanıklar mahkemede yargılanana dek hücrede tutulmaktadırlar. Bu ihtiyacın günden güne daha çok büyümesi ile her kentte II. Henry'nin emri ile cezaevlerinin yapımına başlanmıştır. Bundan sonra burjuvazinin tarih sahnesine çıkışı ile birlikte, hafif suçlar ıslahevleri ve atölyelerde tutuklu ve hükümlü çalıştırılması ile cezalandırılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, 16 ila 18. yüzyıllar arasında, 1596'da Amsterdam'da, 1704'te Roma'da, 1773'te ise Gent'te bir çok ıslah evi ve atölyenin kurulduğu gözlemlenmektedir. Bunlardan 1596 tarihli Amsterdam'da kurulan Rasphois Hapishanesi tarihteki ilk bilindik anlamda hapishane olarak kabul edilir. Bu hapishanede geçerli olan koşullar, tecrit, zorunlu çalışma ve sıkı disiplindir. Aynı zamanda hücre sistemi devreye girmektedir ve tecrit sürecinde tutuklu ve hükümlülerin ruhlarında ve beyinlerinde oluşan boşluklar onlara ruhsal metinler okunarak doldurulmak istenmektedir.26

Özellikle 17. yüzyılda hapsetmek standart bir biçim kazanmaya başlamaktadır. Bu anlamda cezaevlerinin amaçları;

• Bireyi ve toplumu suç işlemekten alıkoymak, caydırmak (deterrence),

26 Mihriban Karakaya, "Zindandan Hapishaneye; Cezaevi Sisteminin Gelişimi", (erişim):

(24)

• Suçluyu hapsetmek ve suç işleyebilme fırsatını engellemek (incapacitation), • İşlediği suçtan dolayı misillemede bulunmak (retribution),

• Suçluyu İyileştirmektir (Rehabilitation).

Bugünkü anlamda hapishaneler ise 19. yüzyıllar birlikte somutlaşmıştırlar. Hapishaneler bugünkü tanımlanışları ile ceza infaz kurumlarıdır ve ülkemizde de kategorik olarak kullanılış biçimi budur.

3.2. Ceza İnfaz Kurumu

Ceza infaz kurumları kavramı ile referans verilen araçlar cezaevleri ve ıslahevleridir. Cezaevleri ile tutuk evleri mahkemesi bulunan her idari noktada olurken, Islahevleri Adalet Bakanlığı'nın belirttiği yerlerde bulunur. Buna göre çocuklar, kadınlar ve diğer hükümlüler için yarı açık, açık ve kapalı olmak üzere üç tür ceza ve ıslahevi vardır. Buralarda tutuklular ile hükümlüler ayrı kurumlarda muhafaza edilmektedirler.

Kadın cezaevleri, açık, yarı açık ve kapalıdırlar. Ancak bu cezaevlerini kurmak fiziksel olarak mümkün değilse, diğer cezaevlerinde kadınlara ayrılan kısımlar bulunmaktadır. Çocuklarda ise on beş yaşını bitirip, on sekiz yaşını bitirmemiş olan ve ceza başladığında da on sekiz yaşını doldurmamış olan hükümlüler açık, yarı açık ve kapalı çocuk cezaevlerinde yatmaktadırlar. Bunlardan 21 yaşını bitirenler, diğer hükümlüler ile aynı cezaevine konulmaktadırlar. Son olarak ıslah evleri ise 11-15 yaş arasına ayrılmış kategorilerdir. Bu yaş grubunun cezası ıslah evlerinde çekilmektedir27.

3.3. Hürriyeti Bağlayıcı Cezanın ve Ceza İnfaz Kurumlarının Gelişimi

Hürriyeti bağlayıcı ceza, insanı özgürlüğünden yoksun bırakan cezadır. Bu cezanın tarihsel gelişimi modern anlamda hapishanenin doğuşuna tekabül etmektedir. Özgürlüğün bir mülkiyet olarak kabul edildiği liberal devlet teorilerinde, suçluların bu en değerli mülkiyetlerinden alı konmaları en önemli cezalandırıcı unsur olarak dikkat çekmektedir. Aslında bu gerçekleştirilerek "azap çektirme" nosyonu ortadan kalkmamakta tıpkı Bentham'ın "Panoptikon"unda olduğu gibi iktidarın içselleştirilmesine ve bireylerin hareketleri gözleniyormuş gibi davranmasına neden

27 Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkif evlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük (erişim):

(25)

olmakta ve yaşamını cezaevi kurum içerisinde sürdürmektedir. Foucault bu kavramsal dönüşümü, "azap çekmenin ortadan kalktığı ve azap çektirme törenlerinin silindiği ancak bedenin tutuklandığı" bir dönüşüm olarak nakletmektedir. Nitekim, günümüze dek Avrupa ve Amerika'da ceza infaz kurumları çoğunlukla bu esas üzerinde hareket etmişlerdir.

Bu anlamda hürriyetin bağlandığı ceza türünün üç tip ceza infaz kurumunda tarihsel olarak gözlemlendiği açıktır. Bunlar;

Philadelphia ya da Pennsylvania Sistemi: 1790 yılında ABD, Pennslyvania'da uygulanmıştır. Buna göre tutuklu ve hükümlüler cezaları boyunca tek bir hücrede ve yalnız olarak kalmaktadırlar. Bu şekilde özgürlükleri kısıtlanan tutuklu ve hükümlülerin aynı zamanda tecrit edilmeleri ve cezaevi içerisinde de toplumsallaşmaları engellenir. Böylece suçlu, suçu üzerine düşünme imkânı kazanır.

Auburn Sistemi: 1816'da ABD'nin Auburn eyaletinde uygulanan bu sisteme göre gündüzleri tutuklu ve hükümlüler çalıştırılmak üzere taş ocaklarına götürülürler. Ancak birbirleri ile konuşmaları yasaktır. Geceleri ise yine hücre sistemine dönmektedirler.

İrlanda Sistemi: 1840 yılında İrlanda'da uygulana bu sisteme göre suçlular cezalarının ilk kısmını tüm gün boyunca bir kişilik hücrede çekmekte, sonra Aurburn sisteminin geçerli olduğu bir cezaevine aktarılmaktadırlar. Tüm bu sistemler özgürlüğün elden alındığı Panoptikon idealinin çeşitli uygulamalarıdırlar. Böylece tutuklu ve hükümlü kendisini iktidara göre yeniden tasarlamak zorunda kalmaktadır28.

3.4. Uluslararası Cezaevlerinin Tarihsel Gelişimi

Uluslararası cezaevlerinin tarihsel gelişimini üç dönem içerisinde değerlendirebilmek mümkündür. Bunlar az önce bahsettiğimiz ve Amsterdam Cezaevlerinin doğuşundan, Fransız İhtilâline dek olan dönem, Aydınlanma'dan I.Dünya Savaşı'na kadar olan dönem ve son olarak kitle kavramının yaygınlaştığı, bununla birlikte cezaevlerinin yaygınlaştığı ve 20. yüzyılda suçlulara yönelik uygulamalarda asgari hukuki düzenlemelere yönelindiği dönemdir.

28 M. Foucault, a.g.e. s.345-356.

(26)

3.5. Gelişmiş Ülkeler

Gelişmiş ülkelerde cezaevlerinin gelişimi, modern anlamda, Amsterdam cezaevlerine dek götürülebilmektedir. Amsterdam cezaevlerindeki üretimle ilgili düzenlemelere dek cezaevleri zindanlar şeklinde infazın beklendiği fizik mekanlardır. Sonra burjuvazinin tarih sahnesine çıkması ile birlikte Fransız İhtilâli sonrasında cezaevleri toplumsal olayların, düzensizliğin giderilmesi için caydırıcı tedbirlerin en başına yerleştirilmiştir. Özellikle Aydınlanma düşüncesi ve liberalizm cezaevlerini insanların özgürlük mülkiyetlerinin ellerinden alındığı bir fizik mekan olarak resmetmektedir. Fransız İhtilâli denince akla Bastille Hapishanesi gelmektedir. Cezaevleri toplumsal çalkantılarda dolup taşmakta ve şartları git gide kötüleşmektedir. Bu doğrultuda 1789'da bir kanun ile cezaevlerinde ekmek, su ve yatacak yerin düzenli ve yeterli bir şekilde verilmesi insanca bir yaşamın vazgeçilmez unsuru olarak imlenmiştir. Bu bağlamda 1791 tarihli Fransız Ceza Kanunu düzenleyici niteliktedir. Bu kanunla bedensel cezalar yani sakat bırakma, kırbaçlama, dağlama vb. kaldırılmıştır ve cezaevi asıl cezalandırıcı araç konumuna gelmiştir. Bu anlamda tutuklu ve hükümlülerin dışarısı ile ilişkileri kesilmiş, zincir, kelepçe vb. uygulamalar kaldırılmıştır. 1793 tarihli kanunla ise tüm tutuklu ve hükümlülere sağlık, insanlık ve eşitliğin korunması ilkeleri zorunlu kılınmıştır29.

ABD'de ise ilk cezaevi 1790'da Philadelphia'da kurulan Wallnut Street'tir. Mimari özelliği Panoptikon'u andıran bu yapıda hücre sistemi geçerlidir ve merkezi koridorda dış hücreler bulunmaktadır. Bu aynı zamanda Pennslyvania sisteminin de bir uygulaması niteliğindedir. Ancak ağırlıklı olarak Pennslyvania Avrupa'da uygulanırken, Auburn ABD'de uygulanmıştır30.

20. yüzyılda ise insan haklarının önem kazanması ve savaşlar sonrası "insan hayatının" bireysel anlamda önemine vakıf olunması ile bugünkü cezaevi algısına dönülmüştür Bu algı ıslah edici ve onarıcı ceza mekanıdır31..

29 Fatma Karakaş Doğan (2010), Cezanın Amacı ve Hapis Cezası, Legal Yayıncılık, İstanbul, s.92-100. 30 Doğan, a.g.e., s.103.

(27)

3.6. Gelişmekte Olan Ülkeler

Gelişmekte olan ülkeler sanayileşme alt yapılarını geç dönüştüren buna bağlı olarak üst yapısal anlamda da demokrasiye geç geçen ülkelerdir. Bu anlamda dünyada en büyük ve en yaygın cezaevi ağı Güney Afrika'dadır. Toplam tutuklu ve hükümlü nüfusunun 188.000'i bulduğu bildirilen bu ülkede cezaevlerinin her biri yaklaşık 3.000 tutuklu ve hükümlü barındırmaktadır. Bununla birlikte cezaevlerinin özelleştirilmesi tartışmaları da gündeme getirilmektedir. Şili'de, Arjantin'de, Brezilya'da cezaevleri hem bu ülkelerin sömürgeleştirildikleri dönemin pratiğini hem de modern ulus devlet dönemlerindeki pratiklerini hafızasında saklı tutmaktadır. Bu aynı zamanda köleliğin, darbelerin ve sosyal krizlerin tarihidir ve buna paralel olarak hapishaneler dolup taşmışlardır32. Bugün bu ülkelerin bir çoğunda yoksulluk gelişmekte olmanın getirdiği sonuçlardan biridir ve modernleşme bazı toplumsal sınıflara bir maliyet olarak dönmektedir.

3.7. Türkiye'deki Ceza İnfaz Kurumları

Türkiye'de cezaevlerinin modern anlamda yürürlüğe sokulması Tanzimat ile birliktedir. Osmanlı'da hapishane zindan ile aynı anlamı taşımaktadır ve klasik anlamıyla suçluların infazını bekledikleri yerdir. Eminönü'nde Baba Cafer, Kasımpaşa'daki tersaneler ve meşhur Yedikule zindanları bu fiziksel mekanlardı. Aynı zamanda ünlü Sinop Kalesi ve kalebendlik kültürü de modern anlamda cezaevlerinden önce gündemde olan infaz bekleme fiziksel mekanlarıdır. Önce Islahat Fermanı ardından Tanzimat'la birlikte 1880 yılında "Tevkifhane ve Hapishanelerin İdarelerine Dair Nizamname" ve gardiyanlara yönelik bir talimatname yürürlüğe sokulmuştur. Anadolu'da ve İstanbul'da çeşitli modern cezaevleri açılmaya başlanmıştır. İlk cezaevi 1867 yılında Kırklareli'nde yapılmış, 1916'da ise Sultanahmet Cezaevi yapılmıştır. Ancak bu cezaevlerinin bir çoğu Cumhuriyet döneminde fiziksel kapasite anlamında yetersiz kaldıkları için kapatılmışlardır33.

32 Hilal Görkem (2009), Kamu Hizmetlerinin Özelleştirilmesi Kapsamında Cezaevi Hizmetlerinin

Özelleştirilmesi ve Türkiye'de Uygunlanabilirliği, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme

Başkanlığı, Yayın No: 2009/397, Ankara, s.96-99. 33 Karakaş Doğan, a.g.e., s.102.

(28)

1933 yılında Adalet Bakanlığı'nın düzenlediği "Vilayet Kongreleri" esnasında halk ve yerel yöneticiler cezaevlerinin "modernleştirilmesini" yani asrileştirilmesini talep etmişlerdir. Bunun üzerine Cumhuriyet yönetimi İtalya'dan uzmanlar getirttirmiştir. Bu doğrultuda cezaevleri 1929 Buhranı'ndan sonra girilen devletçi ekonominin de etkisiyle istihdam sağlayıcı unsurlardan birisi hâline getirilmiştir. Buna göre cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler çalıştırılmaktadır. Özellikle 1938 tarihli 3500 sayılı Kanun ile bu çalışma bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Dalaman, Edirne'de tarım, Zonguldak ve Tunçbilek'te kömür, Soma'da linyit, Ergani'de bakır, Karabük'te demir ve çelik işletmesinde tutuklu ve hükümlüler çalıştırılmışlardır34.

Ülkemizde toplumsal çalkantılar, askeri müdahale dönemleri vb. cezaevleri özellikle yoğunlaşmış ve haksız uygulamalar gündeme getirilmiştir. Özellikle 12 Eylül 1980 sonrası Mamak ve Diyarbakır Cezaevleri'nde yaşananlar ve yine 1990'lı yıllardaki cezaevi olayları cezaevindeki tutukluların ve hükümlülerin yaşam hakları, rehabilitasyonları ile ilgili temel endişeleri yeniden alevlendirmiştir. Ülkemizde cezaevlerinin temel fonksiyonlarına dair tartışmalar sürdürülmüş, kesin ve kati bir şekilde cezalandırma yolunu seçen hücre tipi uygulamalar ile, rehabilitasyonun ön plana çıkarıldığı ve suçlunun topluma yeniden döneceği algısı ile onarıldığı yerler olarak cezaevlerine her geçen gün daha da büyük ilgi gösterilmektedir. Bu bağlamda cezaevleri suçlunun toplumdan soyutlandığı yerler değil, toplum ile ilişkilerini sürdürdüğü ve böylece topluma yeniden rehabilite olmuş ve suç işlemeyecek şekilde döndükleri sosyalleşme mekanlarıdır.

İlk başta da belirttiğimiz gibi 1990'lı yıllardaki Rahşan Affı ile salıverilen tutuklu ve hükümlülerin bir çoğu belirli aralıklar sonucunda cezaevlerine geri dönmek durumunda kalmışlardır. Bu da cezaevinin sadece bir fiziksel mekan değil, doğru rehabilitasyon mekanı olarak aktive edilmesinin önemini yeniden sisteme ve paydaşlara hatırlatmıştır.

3.8. Hükümlü/Tutuklu açısından Ceza İnfaz Kurumları

Clemmer'a göre cezaevinde yaşayan hükümlü ve tutuklular bir alt kültürü ve sosyal yaşamı paylaşmaktadırlar. Bu nedenle onlara uygun görülen isim "Cezaevi

(29)

Topluluğu"dur. Dolayısı ile kendi aralarına sonradan katılanlar için cezaevi fiziksel mekanı ve cezaevi topluluğu nezdinde bir "mahkûmlaşma" süreci yaşanır. Cezaevine yeni giren tutuklu ve hükümlüler içerideki normları, ilişki biçimlerini, dilleri, statüleri, özenme biçimlerini ve davranışları öğrenmektedirler. Böylece belirli bir süre içerisinde suçlular içerideki tutuklu ve hükümlü kültürüne adaptasyon sağlarlar. Bu klasik dönem paradigması ile de uyuşan bir unsurdur. Çünkü tutuklu ve hükümlülerin içeride aynı dil ve kod etrafında örgütlenmeleri onların çıktıkları zaman yeniden suç işlemelerini teşvik eden bir unsurdur. Bu da onların yeniden topluma adaptasyonların zor olacağını ve cezaevine geri döneceklerini ifade etmektedir. Özetle, rehabilitasyon unsuru olmadığında suçlular informel bir grup oluşturmakta ve cezaevi salt bir fiziksel mekana dönmektedir35.

Hâl-i hazırda bir çok kriminolog da, cezaevlerini "suç okulu" ya da "suç üniversiteleri" olarak nitelendirmektedir. Bu aynı zamanda suçlunun cezaevinde daha çok profesyonelleştiği fikrine referans vermektedir. Böylece suçlular birbirlerini suç kariyerlerini aktarmakta ve illegalize özendiricilik ile toplumla bağlarını her geçen gün daha da kopartmaktadırlar.

Kuşkusuz bu örnek işin olumsuz boyutunu temsil etmektedir. Öte yandan cezaevlerinde rehabilitasyon kavramının merkeze konulduğu uygulamalarda her geçen gün tutuklu ve hükümlülerin cezaevi sonrası hayatları ile ilgili rehabilitasyon çalışmalarının gerçekleştirildiği gözlemlenmektedir. Buna göre tutuklu ve hükümlüler el işleri, resim çalışmaları, müzik çalışmaları ile dış dünya yani toplumsal hayat ile bağlarını kopartmamakta aynı zamanda olumsuz çağrışımı ile kullanılan "mahkumlaşma" sürecini terse çevirebilmektedirler. Bu bağlamda tutuklu ve hükümlülerin sahip olduğu fiziksel imkânlar önem kazanmaktadır.

3.9. Fiziki Koşullar Bakımından Ceza İnfaz Kurumları

Cezaevlerinin rehabilite edici yerler olduğu fikrinden önceki paradigmaya göre tutuklu ve hükümlüler kapalı fiziksel mekanlarda kendi kendileri ile baş başa kalmalı ve pişmanlık duymalıdırlar. Bunun tezahürü ağırlıklı olarak hücre sistemidir. Oysa ki bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu üzere tecrit koşulları insanlar üzerinde psikolojik

35 Donald Clemmer (1970), "Prisonizaliton", iç. The Sociology of Punishment and Correction, John Wiley and Sons Inc, New York, s.481.

(30)

bozukluklar yaratmaktadır. Zamanla ağlamak, yalvarmak vb. unsurlarla suçlular tecrit koşullarında erimekte ve bu da bir pişmanlık sürecinden çok fiziksel acıyı gündeme getirmektedir.

Bu anlamda cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin belirli unsurlardan yoksun olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Skyes'ın "hapsedilmenin acıları" ile kavramsallaştırdığı fiziksel ve duygusal yoksunluklar şunlardır;

• Özgürlük: Bunların en başında özgürlük gelmektedir. Kendi özgürlükleri dahil, arkadaş, eş-dost, akraba gibi ilişkilerden yoksun olan tutuklu ve hükümlüler bunun sonucunda duygusal ilişkilerde yıpranır, can sıkıntısı ve yalnızlık çekerler.

• Eşya ve Hizmetler: Tutuklu ve hükümlüler cezaevlerinde maddi servet elde edemezler.

• Heteroseksüel İlişkiler: Cinsellik insan hayatının en önemli noktalarından biridir. Mahkumiyette heteroseksüel anlamda cinsellik yaşanamaz. Bu da bir çok cezaevinde bunun yerine homoseksüel ilişkilerin yaşandığını göstermektedir. Özellikle genç, yeni tutuklu ve hükümlüler ve zayıf tutuklu ve hükümlüler yaşı daha gelişkin ve agresif tutuklu ve hükümlüler tarafından homoseksüel ilişkiye zorlanmaktadırlar.

• Kişisel Özerklik: Panoptikon tam anlamı ile realize edilemese de, bugün cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yaşamları yirmidört saat düzenlenmekte ve kontrol altında tutulmaktadır. Bu da tutuklu ve hükümlülerin kendilerine tahsis edilmiş zamanlarının ya yokluğu ya da azlığı şeklinde tezahür etmektedir.

• Kişisel Güvenlik: Cezaevinin bizatihi kendisi güvenlik üreten bir kurum olsa da, tutuklu ve hükümlülerin kişisel güvenlikleri çeşitli nedenlerden ötürü tehlikeli olabilmektedir. Buna göre bazı tutuklu ve hükümlüler koğuş sisteminde kendilerinden daha zayıf tutuklu ve hükümlülere zarar verebilmekte, cinsel anlamda onları istismar etmeye çalışmaktadırlar36.

Bugün ise buna benzer yanlış uygulama örnekleri sürdürülmekle birlikte cezaevleri tutuklu ve hükümlülerin fiziksel anlamda olabildiğince iyi koşullarda olduğu, gündelik hayatlarını farklı aktiviteler ile değerlendirebildikleri yerler olarak

(31)

tasarlanmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken denge unsuru, rehabilitasyonun tutuklu ve hükümlünün pişmanlık süreci ile birlikte, onu bir kez daha suç işlemekten alı koyması olacaktır. Ancak bu şekilde cezaevlerinde gerçekleştirilen el işi, resim, müzik vb. eğitimler karşılık bulacak ve tutuklu ve hükümlü topluma rehabilite edilmiş bir şekilde geri dönebilecektir. Bu bağlamda, ceza infaz kurumlarında eğitim unsuru ön plana çıkartılmakta ve bu şekilde tutuklu ve hükümlülerin topluma geri dönüşlerinin önündeki engeller kaldırılmaktadır.

(32)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4.1. Ceza İnfaz Kurumunda Eğitim

Cezaevlerinde bulunan hükümlüler bir gün elbet de, istisnai durumlar dışında topluma döneceklerdir. Dönmediği durumlarda dahi, cezaevi bizatihi bir toplumsallaşma alanıdır ve sanıldığı gibi yalıtılmayı içermez. Bu bağlamda cezaevi sonrası eski hükümlü pozisyonuna geçen bireylerin kısıtlı çalışma koşulları karşısında yeni kanallara erişmeleri gerekmektedir. Bu gerçekleşmediğinde, eski hükümlülerin sosyo-ekonomik olarak kazanılması mümkün olmaz ve çoğunlukla da bu kişiler ceza ve infaz kurumlarına geri dönmek zorunda kalırlar37. Dolayısıyla "sabıka kaydı" unsurundan ötürü, bir eski hükümlü toplum içerisinde istihdama dair çok daha fazla risk ile karşı karşıya kalmaktadır. İş yerinde yıldırma taktikleri ya da işe alınma aşamasında ortaya çıkan güvensizlik, bu anlamda eski hükümlülerin iş alanlarını daraltmaktadır.

Bu bağlamda cezaevinde verilen çeşitli mesleki eğitimler büyük önem kazanmaktadır. Bu eğitimler alınırken bazı unsurlar dikkate alınır. Bunlar; önceki eğitim seviyesi, önceki iş durumu, mesleki eğitiminden beklenti ve umutları, yasal değişikliklere bakışlarıdır. Günümüzde 854 sayılı İş Kanunu ve 931 Sayılı İş Kanunu'ndaki düzenlemeler "özürlü ve eski hükümlü" çalıştırma yükümlülüğünü bazı kriterlere sahip işletmelere ve kamu kurumlarına hatırlatmaktadır. Bu doğrultuda eski hükümlü çalıştırmak sadece ekonomik bir parametre değildir aynı zamanda sosyal huzurun tesisi açısından da önem kazanmaktadır.

5763 Sayılı Yasa ile İş Kanunu'nda kamu işletmelerinde %4 özürlü ve %2 eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu getirilmiştir. Ancak bu çalışmalar eski hükümlüler sosyal hayata yeniden atılmaya hazırlıklı değillerse tamamen teorik ve kağıt üzerinde kalmaktadır. Bu açıdan eski hükümlülerin cezaevi içerisinde geçirdikleri eğitim süreci önem kazanmaktadır. Çünkü nitelikli iş gücünün bilgi ve becerisi sayesinde ekonomik kalkınma gerçekleşir. Cezaevine bir kez girmiş bir kişi, toplumdan dışlanamaz. Toplum bir üyesi olan bu kişi her türlü mesleki haktan ve eğitim hakkından istifade edebilmektedir. Dolayısıyla mesleki eğitim ile referans verilen unsur sadece nitelikli eleman yetiştirmek değildir. Bununla birlikte istihdamın gerçekleştiği diğer alanlara

37 Orhan Koçak ve Serdar Altun (2010), "Ceza İnfaz Kurumundaki Mesleki Eğitim Faaliyetlerinin Hükümlü İstihdamına Katkıları",Çalışma İlişkileri Dergisi, C:1, S:1, s.95.

(33)

yönelik de mesleki eğitimler gerçekleştirilebilmektedir. Bu aynı zamanda sosyal maliyetlerin azaltılması anlamına da gelmektedir.

Bu bağlamda ABD'de hükümlülere yönelik, Temel Yetişkin Eğitimi (Adult Basic Educatio ABE) verilmektedir. Bu eğitim programı içinde, kolej dersleri, mesleki eğitimler, çıraklık eğitimleri içermektedir ve bunun sonucunda katılanlara sertifika verilmektedir38. Hükümlü ve tutuklulara yönelik mesleki eğitimler üçe ayrılır. Bunlar;

• İnfaz Kurumunda Değerlendirilebilecek Becerilere Yönelik Olanlar • Kısa Süreli Meslek Eğitim Programları

• Hükümlülük Sonrası İstihdama Yönelik Olanlardır.

Bushway'e göre bu eğitimlere katılmayanların ceza infaz kurumlarına dönüş oranı %20 civarında seyretmektedir39. Aynı çalışmaya göre, bir çok eğitime katılan eski hükümlü toplum içerisine döndüklerinde yeniden iş bulabilme olanağı edinmektedirler. Bu da onların ceza infaz kurumuna dönmemelerini beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda mesleki eğitim hükümlüye şu getirileri sağlamaktadır;

• Yeni iş imkânları, • Moral ve özgüven,

• Olgunlaşma ve hoşgörü kazanma, • İşbirliği ve dayanışma kültürü, • İş bilgisi ve deneyim kazanma, • İş tatmini,

• İş gücü piyasasında talep görme, • Yaratıcılıkta Gelişme40.

Bu doğrultuda cezaevlerinde hükümlü ve tutuklulara yeniden topluma dönmelerini ve bu süreci sorunsuz atlatmalarını sağlayacak eğitimler verilmektedir. Bu Türkiye'de de bir müddettir geliştirilen bir süreçtir ve çeşitli örneklerle desteklenmektedir. Çalışmanın bağlamında da ceza infaz kurumunda gerçekleştirilen

38 Altun,a.g.e., s.102.

39Shawn Bushway (2003), Employment Dimensions of Reentry: Understanding the Nexus between

Prisoner Reentry and Work, Reentry and Prison Work Programs, Urban Institute Reentry Roundtable,

New York University Law School, May 19–20. 40Bushway, a.g.e., s.103.

(34)

eğitim böyle bir eğitim olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak bu bağlamda sürecin hukuki çerçevesini ve cezaevi içerisindeki zemini analiz etmek önem kazanmaktadır.

4.1.2. Ceza İnfaz Kurumunda Eğitim Durumlarının Düzenlenmesi

Ceza yargılamasında kullanılan bir kavram olan "denetimli serbestlik" bir ceza infaz yöntemi olarak ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda sosyal anlamda denetimli serbestlik, kişinin ıslahı ve topluma kazandırılmasını ön plana çıkartır. Bu da ıslah edici ve onarıcı ceza kültürünün içerisinden gelmektedir ve hükümlü ve tutukların rehabilitasyonunu metodoloji olarak öne çıkartmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminde bu kavram, kişinin işlediği bir suçtan ötürü tutuklanması ya da mahkemede mahkumiyet alması sonucunda cezaevine girmesine yerine, toplum içerisinde gözetim ve denetim altında tutulmasına referans vermektedir. Bu bağlamda bu sistem klasik ceza ve infaz sistemlerini haricinde bir alternatif sunmaktadır.

Bu sistemin amacı toplumsal barışı, mutluluğu sağlamak ve suçluların topluma entegrasyonuna yardım etmektir. Bu da ancak suçlunun ıslahı ve rehabilitasyonu ile olabilmektedir. Ancak bu henüz yaygın bir uygulama değildir. Bunun yerine cezaevlerinde suçluların rehabilitasyonu, denetim altında gerçekleştirebilecekleri sosyal faaliyetler ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla bu faaliyetlerin başında mesleki eğitim ya da sanat eğitimi gelmektedir. Bu aynı zamanda "Yaşam Boyu Öğrenme" perspektifi ile de tutarlıdır. Böylece suçlular cezaevinde bir suçlu toplumu oluşturmak ve çıktıklarında yeniden cezaevine dönmek yerine ceza infaz kurumu tarafından yürütülen eğitim faaliyetleri ile cezaevi sonrası süreçlere adapte edilirler. Ülkemizde de ceza infaz kurumlarında mesleki eğitimler ve sanat eğitimleri sıklıkla uygulanmaya başlamıştır.

Bu bağlamda, Türkiye'de mesleki eğitimin gerçekleştirildiği cezaevi sayısı 197 olarak ön plana çıkmaktadır. 40'dan fazla iş kolunda verilen bu eğitimlere 3 bin 335 hükümlü ve tutuklu katılmaktadırlar ve bunlar eğitim süresince sigortalı olarak çalıştırılmaktadırlar41. Bu sürecin doğru realizasyonu anlamında, cezaevleri süreci bir hukuki çerçeveye bağlı yönetmektedirler. Bu da "Genç ve Yetişkin Hükümlü ve Tutukluların Eğitim ve İyileştirme İşlemleri ve Diğer Hükümler Hakkında Genelge"dir. Buna göre, Anayasa'nın 42. maddesindeki "Kimse, eğitim ve öğretim hakkından

41 Hakan Göksel, "Türkiye'de cezaevlerinde neler oluyor?" (erişim):

(35)

yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir" cümleleri tutuklu ve hükümlüler için de geçerlilik arz etmektedir42. Buna göre, 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun; 3,6,7,26,60,61,62,65,73,75,76,77,87,88 ve 89. maddelerinde hükümlü ve tutukluların eğitim ve iyileştirme faaliyetleri düzenlenmiştir. Bu eğitimler ve iyileştirme programları Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri Yönetmeliğinde detaylandırılmıştır. Bu bağlamda bazı eğitim ilkeleri şöyle sıralanmaktadır;

(1) Hükümlü ve tutukluların maddî ve manevî kalkınmaları için eğitim öğretim faaliyetlerinin gerekliliği ve yararı bütün dünyaca kabul edilmiştir. Bu faaliyetler, en etkili iyileştirme aracı olduğu kadar, kurum rejiminin gerektirdiği disiplin ve düzene en iyi uyan yaşayış sistemidir.

(2) Eğitime yönelik çalışmalardan beklenen; hükümlü ve tutukluların doğru davranış, tutum ve alışkanlıkları benimseyerek, yeniden suç işlemelerini önleyecek ahlâkî değerler kazanmalarını sağlamak, kurum hayatını normal hayata yakınlaştırarak, bu kişilerin salıverilmelerinden sonra topluma uyumlarını kolaylaştırmak ve dış olaylara, tahriklere karşı sabırlı, dayanıklı ve soğukkanlı hâle getirmektir.

(3) Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R (89) 12 sayılı "Ceza İnfaz Kurumlarındaki Eğitim" konulu tavsiye kararı ile ceza infaz kurumlarındaki eğitim hakkında üye devletlerce benimsenmesi önerilen aşağıdaki temel ilkelere uyulur;

a) Bütün hükümlü ve tutukluların, mesleki eğitim, yaratıcı ve kültürel faaliyetler, bedensel eğitim, spor, sosyal eğitim ve kütüphane tesislerini ihtiva edecek şekilde tasarlanmış bir eğitime sahip olması sağlanacaktır.

(....)

c) Ceza infaz kurumlarında eğitim; kişinin sosyal, ekonomik ve kültürel şartlarını akılda tutarak onu bir bütün hâlinde geliştirmeyi hedefleyecektir.

(36)

d) Ceza infaz kurumları sisteminin yönetimine katılanların ve ceza infaz kurumlarını yönetenlerin hepsi eğitimi mümkün olabildiğince daha fazla destekleyecek ve kolaylaştıracaktır.

e) Hükümlü ve tutukluların, eğitimin bütün yönlerine aktif olarak katılmasını teşvik etmek için her türlü çaba gösterilecektir.

f) Ceza infaz kurumları eğitimcilerinin uygun yetişkin eğitim metotlarını benimsemelerinin sağlanması için geliştirme programları temin edilecektir.

g) Özel zorlukları olan hükümlü ve tutuklulara ve özellikle okuma yazma problemi olanlara özel itina gösterilecektir.

h) Meslekî eğitim, bireyin daha geniş olarak geliştirilmesine olduğu kadar, iş piyasasındaki ihtiyaçlar da dikkate alınarak düzenlenecektir.

(...)

l) Mümkün olan her durumda hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları dışında eğitime katılmasına izin verilmelidir.

m) Eğitimin ceza infaz kurumları içerisinde verilmesi gereken hâllerde, kurum dışından da destek alınmalıdır.

n) Hükümlü ve tutukluların salıverilme sonrasında da eğitimlerine devam etmelerini sağlayacak tedbirler alınmalıdır.

o) Hükümlü ve tutukluların uygun eğitim almalarını sağlayacak malî kaynak,

alet, donanım ve öğretim personeli hazır bulundurulmalıdır43

.

Dördüncü bölüm ise iş ve meslek eğitime ayrılmıştır. Bu bölümde maddelerden bazıları şöyle sıralanmaktadır44;

(1) İş ve meslek eğitimi, hükümlü ve tutukluların verimli, üretken bireyler olarak toplum yaşamına uyumlarını sağlamak, salıverilmelerinden sonra gelir getirecek bir meslek edinmelerine yardımcı olmak amacıyla uygulanacaktır.

43 İlgili Mevzuat, (erişim): http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/26755.html 44 y.a.g.m.

(37)

(...)

(4) Hükümlü ve tutukluların yeteneklerine uygun meslek kurslarının seçilebilmesi için psiko-sosyal yardım servisi ile eğitim servisinin görüşlerinden yararlanılacaktır.

Bu bağlamda ceza infaz kurumlarında gerçekleştirilen resim eğitimleri de, iş ve meslek eğitimleri kategorisi içerisinde yer almaktadır.

4.2. Ceza İnfaz Kurumunda Resim Eğitimi

Görüldüğü üzere ceza infaz kurumları, hükümlü ve tutukluların cezaevleri içerisinde topluma adaptasyonlarını sağlayacak iş ve meslek eğitimlerini vermek, bunun için fiziksel koşulları sağlamak, öğretmen, sanat, atölye ortamını bir araya getirmek durumundadırlar. Bu anlamda resim eğitimi de, bu iş ve meslek eğitimlerinin içerisinde gelmektedir. Cezaevlerinde resim eğitimi, sadece bir zanaat dolayısıyla meslek niteliğinde olmayıp, aynı zamanda tutuklu ve hükümlülerle cezaevi personelini yani infaz ve koruma memurlarını, psikolog, sosyal çalışmacıları bir araya getiren bir eğitim ortamıdır. Bununla birlikte resim eğitimi sadece bir mesleki eğitim değildir, aynı zamanda insan yaratıcılığını motive eden bir sanat eğitimidir.

Resim eğitimi bir rehabilitasyon aracıdır. Görsel sanatlar genelinde ve resim özelinde tutuklu ve hükümlülerin becerilerinin geliştirilmesi onların aynı zamanda kendilerini anlatma ve dış dünyayı anlayabilme olanaklarının arttırılması anlamına da gelecektir. Bu sanatın doğasında vardır. Sanat insanlar arası iletişimin kolaylaştırıcı unsurlarından biridir. Dolayısıyla resim eğitimi hem bir toplumsal ağ olarak cezaevi içerisindeki ilişkileri güçlendirecek hem de hükümlü ve tutukluların içinde bulundukları olumsuz atmosferin, yalnızlığın, çaresizliğin, pişmanlığın, toplum ile kopmuş ilişkilerin rehabilitasyonunu sağlayacaktır. Bu beraberinde tutuklu ve hükümlülerde doğabilecek psikolojik sorunların da sanat ile dışavurumu ve ekip çalışması ile bu sorunların aşılmasını da getirecektir45.

Bu bağlamda ceza infaz kurumlarında resim eğitimine yol açan olgular sıralanacaktır.

Referanslar

Benzer Belgeler

- Tragedya kahramanları arasında kanbağına dayanan ya da yönetsel ilişkilere veya mitolojik bağlara dayanan ilişkiler üzerinden söz/hareket/adım ile birleşimlerin

ANCAK, MODERN DRAM SANATI İLE İLİŞKİ KURARAK, 21.YÜZYIL DANS SANATÇISININ TOPLUMSAL VE BİREYSEL ANALZİLERLE BU KAVRAMLARI. GÜNÜMÜZE TAŞIMASINI SAĞLAYAN

Genellikle ana giriş kapısının üzerinde bulunan bu pencereler, vitray sanatının en renkli çalışmalarının uygulandığı ve katedrallerin en etki bırakan motiflerinden

500’lerde ölümsüz bir gelişim gösterdikten sonra, kendi Antik Yunan uygarlığında bile bir kaç yüzyıl olduğu gibi çok da büyük eklenmeler olmadan

Sınırsız bir hünere, yılların birikimi olan deneyime, kuşaktan kuşağa aktarılan bir oyun çıkarma geleneğine dayanan, kendinden sonraki yüzyılları etkilemiş bir

Şöyle ki, bale o dönemlerde bir şenlik kutlaması görünümündeydi; bir soylunun doğumu, düğünü, bir utkunun kutlanması, şölen eğlenceleri ve soylulararası ziyaretler bale

(1964) Kısa Bale Tarihi, Çev.: Özcan Başkan, Elif Yayınları, İstanbul.. Budak, Muzaffer (1993) Opera ve Bale’de Diyalektik,Troya

Tıpkı Antik Yunan’da bir kostüm aksesuarı olan Fibula’nın hayatımıza girişi gibi, her dönemin mimari ve kostüm özellikleri bizde birer sanatsal motif olarak kaldı,