• Sonuç bulunamadı

Bir başka aktarım görevi:Cem Behar'dan "Klasik Türk Musikisinde Eğitim, İcra ve Aktarım:Zaman, Mekan, Müzik"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir başka aktarım görevi:Cem Behar'dan "Klasik Türk Musikisinde Eğitim, İcra ve Aktarım:Zaman, Mekan, Müzik""

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cem B ekardan“ Klasik Türk Musikisinde Eğdim

,

İcra ve Aktarım: Zaman

,

Mekân, M ü zik’

Bir başka aktarım görevi

T ürk müziği üzerine araştırmalarıyla

tanıdığımız Cem Behar, aslında birbirinden

bağımsız dört makaleden oluşan kitabında,

her makalede ayrı ayrı temalare işleyerek

geleneksel Osmanlı/Türk müziği tarihinin

çeşitli yönlerine ışık tutmayı amaçlamış.

Daru'l Elhan Türk Musikisi Tasnif ve Tesbit Heyeti: ( Soldan Sağa, Zekaizade Hafız Ahmet Efendi ( Irsoy), Başkan Rauf Yekta Bey, Udi Ali Rıfat Bey ( Çağatay).

GÖNÜL PAÇACI

G

eçen aylarda, Türk Musikisinin eğitim, öğretim, aktarım ve icra biçimleri açısından tarihsel bir perspektifle ve bu müziğe “dı­ şardan bakan-’ yorumlarla irdelendiği bir kitap yayımlandı. Yazarı, Cem Be­ har. Geleneksel müziğimizin zaman ve mekân boyutlarında, ulaşılabilecek yazılı kaynakların bu anlamda yorum­ lanarak incelendiği bu kitap, esasında yazarın daha önce yazmış olduğu de­ nemelerin, yayımlanmış makalelerinin ve araştırmalarının sonuç-toplamı ni­ teliğini taşıyor. Türk musikisinin işle­ yiş ve mantık olarak bu derece kuşatıcı bir şekilde, üstelik konusu musikiden tamamen farklı bir alanda (ekonomi) olan bir bilim adamınca ele alınıyor ol­ ması müzisyenler açısından olumlu ol­ duğu kadar, bu geleneksel sanat dalıy­ la -dinleyici düzeyinde dahî- organik bir bağı bulunmayan bilim dünyasının ve entelektüel kesimin büyük çoğun­ luğu için örnek teşkil edici.

Türk musikisi ile ilgili hemen her ça­ lışmanın girişinde, bu alandaki çalış­ maların azlığından şikayet etmenin vazgeçilmezliği ve adeta bu yakınma­ nın da “gelenekselleştiği" günümüzde, Cem Behar da bu “geleneği” sürdüre­ rek kitabına başlamış. Bu durum, bu musikinin hangi formasyonda olursa olsun “ucundan tutanı” nasıl hemen kavradığına dair yan bir örnek. Gerçi, Türk musikisinin temel karakteristiği­ ni ve sözel kültürün bir boyutu olarak yazıya geçiş sürecindeki sorunsalı et­ raflıca irdeleyerek yerinde tanılarda bulunan Cem Behar’ın, bu şikâyeti farklı bir düzlemde dile getirdiğini dü­ şünmek gerekir. Ama sonuçta “alatur­ ka musikinin” bir cilvesi b u .

Kitabın ilk bölümünde, temelinde yatan “meşk” yönteminin, Türk musi­ kisinin ayırdedici özelliklerinden biri olduğu saptayımı, konu kendi içinde farklı açılardan alınarak işlenmiş. Meş­ kin bileşenleri (yetenek, hafıza), meşk-usul ilişkisi, meşkin ahlakı, ho- ca-öğrenci ilişkileri, repertuvar ve hat­ ta sakıncaları gibi altbaşlıklarla ve ol­ dukça geniş yelpazeye yayılan belge ör­ nekleriyle irdelenmiş. Bu bölüm, gü­ nümüzdeki aktarım ve öğretim ortamı ile karşılaştırılma noktasına getirilerek ve günümüzden örnekler de eklenerek bütünlenmiş.

Yazarın paragraf aralarında verdiği “usul ritm değildir; sürat ya da tempo belirtici de değildir” şeklindeki özet ifadeler; işlevsel bir tanıma varma yo­ lundaki ilave unsurların belirtilmesi (usulün, nota yokluğundaki hafıza ta­ zeleyici işlevi gibi), konunun analitik bütünlüğünü sağlamak açısından son derece yerli yerinde.

Ayrıca yazar, usulün eserdeki başla­ yış - bitiş duraklayışları anlamlandıran bir işlevi olduğunu da belirtmiş ki, bu idealize edilmiş tanım, çeşitli bestekâr­ ların bu açıdan analiz edilerek değer­ lendirilmesi gereğini de yeniden anım­ satıyor. Ali U fkf den başlayarak, Kan- temiroğlu, Fanton, Haşim Bey gibi çok çeşitli kaynaklardan bu bağlamda verilen örnekler, Türk musikisinin no­ tasız olduğu dönemlerdeki öğretim ve aktarım mantığına en uygun yöntemin meşk, meşkin belkemiğinin de usul vurmak olduğu fikrini kuvvetlendiri­ yor.

Günüm üz musiki eğitiminde, bün­ yeden farklı yapılanmaların bünyesin­ de -konusu bu yazının dışına taşan- pek çok gecikmişlik ve aksaklıkla bir­ likte öğrenci yetiştirmenin “zorluk” ve “kolavlıkları”nın artık Türk musikisi­ nin geleceğini de belirleyici olduğunu

görmemiz gerekiyor. Sorun gibi görü­ len -ve gösterilen- şeylerin, bu musiki ortamının temel dinamiğini oluştur­ duğu kanısını taşıyan ve “yetişmekte olan” birçok gençle bir arada bulunan bir müzisyen sıfatıyla, bu tip sorgula­ maların temeline bilimsel veriler yer­ leştiren bu tip yaklaşımlara ve yayınla­ ra çok ihtiyacımız olduğunu -en azın­ dan toplumla paylaşabilmek adına- belirtmek istiyorum.

Cem Behar’ın bu kitapla sağladığı şeyin amacına ulaşacağını düşünüyo­ rum. Konuya dıştan bakan, bu musiki­ nin müntesiblerini hem geçmişlerini, hem bugünü, hem de bu koordinatlar dahilindeki konumlarını, belki ilerici­ liklerini, belki muhafazakârlıklarını gözden geçirmeleri gerektiğini hatırla­ tan çağdaş yorumlar bunlar.

Bu arada ilave etmek gerekir ki, ge­ rek notasızlık gerekse bu nedene bağlı olarak üretim ve aktarımın başka ka­ nallarla sağlanmış olması bu musikinin “evrensel” diye global olarak ifade edi­ len müziklerin evreninin dışına düş­ mesini gerektirmiyor. Dünyadaki tüm “sanat müziği” diye nitelenebilecek müziklerde (müziklerin ses sistemleri ve geçerli olduğu toplumlardan dolayı oluşan farklı türleri kastetmiyorum)

geçerli önkoşul, notanın bir tasarım aracı, eserin bir tasarım ürünü olması­ dır. Ama burada o notanın yazılmıyor olmasına ya da eserin yazılmadan (şifa­ hen) aktarılıyor olmasına takılıp kal­ mamak gerekir.

ikinci bölümde geleneksel Türk m u­ sikisi, virtüözlük kavramı ve uygula­ maları bağlamında ele alınarak, ulaşıla­ bilen kaynakların bu anlayış doğrultu­ sunda taranması, yorumlanması yolu­ na gidilmiş, çalgıların icra tekniği, re- pertuvarı ve özel öğretim yöntemleri­ nin, Türk saz musikisinde “Batılı” an­ lamda ayrıca ve sistematik olarak ele alınmamışlığından ve bu farklılıktan söz etmenin makul, ancak bunun bir eksiklik olarak gösterilmesinin çok ge­ rekli olmadığını daha baştan söylemek gerekiyor. Geleneksel müziğimizde çalgı öğreniminin bağımsız bir yönte­ minin olmadığı kanısı bir açıdan doğ­ ru ise de, bu müziğin bünyesel ve varo- luşsal şartları göz önüne alındığında anlaşılabilirlik arz etmekte.

Mesele, konuya Batılı anlamda bir virtuözite bağlamında yaklaşarak fark­ lı sonuçlar beklememekten geçiyor. Kendi doğası içinde değerlendirilme­ diğinde, insan yeteneğinin ve “fıtratı­ nın” bu kadar öne çıkarak, diyelim beş yılda büyük ilerleme kateden ve otuz yıllık sazendelerden daha özgün ve ge­ lişmiş bir çalış tekniği, üslup edinen genç sazendeleri izah etmek güçleşir. Başından beri, çalgılar için münhası­ ran yazılmış metot kitaplarının tek ba­ şına bir sazende yetiştirmeye yetmeye­ ceği konusu, bugün konservatuvarlar- da dahi kabul edilen, hatta bu nedenle çalgı metodu olarak yayımlanan kitap­ lardan en fazla o metodu yazan müzis­ yenin kendi talebelerinin istifade ettiği bilinen bir gerçek.

Bu bölümde, “Kadîm” sazlarımız­ dan ve yapısı itibarıyla pek az değişime uğramış olan ney sazının öğrenimine özellikle değinilip günümüze gelince­ ye dek geçirilen aşamaların söz konusu edilmesi, Türk musikisindeki çalgı eği­ timinin ve çalgı repertuvarının duru­ munu özetlemek açısından son derece isabetli. Bu sazın öğretimindeki aşa­ maların ve mekânların ince ince anla­ tıldığı bu bölümde, geniş ölçekte musi­ kimizin felsefî serüveni izlenebilir.

Cem Behar bu bahisteki yorumları­ nı, meşk konusuyla bütünlük sağlaya­ cak bir üslupla dile getirmiş ve sözlü eserlerde uygulanan meşkin başka bir izdüşümünün saz musikisinde de, adeta yerleşik bir hale geldiği gerçeğini yan bir sonuç olarak okuyuculara sun­ muş. Ayrıca, Tamburi Cemil Bey, Şe­ rif M. Targan ve günümüzden Niyazi w

I

(2)

w Sayın gibi özel örnekleri de yerinde değerlendirmelerle zikretmek ve bir dipnotta, kendi müzikal geçmişinde emeği olan hocalarını ve onlardan meşketmiş olmanın önemini belirt­ mek inceliğini göstermiş.

Kitabın üçüncü bölümünde Türk musikisi icrasında mekân boyutu ve bu boyuta bağlı olarak korunması ge­ reken icra üslubu söz konusu edilmiş. Ve bu mekânsal tercihin bir sınırlılık şeklinde değil, müzikal ifadenin sıcak, samimi ve dinleyiciyle yakın ilişki biçi­ minde algılanması gerektiği hususu­ nun altı çizilmiş.

Türk musikisinin sınırlı sayıda m ü­ zisyenle, “oda müziği” üslubunda icra edilmesinin tarihsel, teknik ve estetik gerekliliklerinin ayrıntılarıyla“ izah edildiği bu bölüm, bilhassa İstanbul’a gelmiş seyyah ve müsteşriklerin göz­ lemlerinin ilavesiyle bütünlük kazan­ mış.

Bu bölüme ek olarak sunulan, İngi­ liz müzikolog Laurence Picken’in 1951 yılındaki Türk musikisi icrası halikındaki yorumları ise; bizde mü­ zisyenliklerini Batıya değgin kıyasla­ malardan soyutlayamayan kişilere 40- 50 yıl öncesinden “Batılı” birisi tara­ fından verilmiş güzel bir yanıt. Bugün ulaşılan noktanın o zamandan öngö­ rülmüş olması bir kehanet değil, olsa olsa doğru ve bilimsel tabana dayalı bir mantıkla düşünmenin “Doğulusu- Batılısı”nın olmayacağının kanıtı.

Bu bölümde Cem Behar’m, günü­ müzdeki kalabalık koro ve saz heyetle­ rinin Batı’ya özentili bir biçimde ve eli sopalı şeflerle icra edilmesine dair eleş­ tirileri de yer alıyor. Sanattaki yapılan­ maların, topluma sistemin duyurduğu ihtiyaçlar doğrultusunda oluştuğu ve artık bu tip icraların da belli dinleyici kitlesi olduğu göz önüne alınırsa, bu tartışmalarm bir yarar sağlayamayaca­ ğı ortaya çıkar. Yapılması gereken, ic­ ra biçimlerindeki tercihlerin tutucu bir şekilde mutlak doğru olarak göste­ rilmesinden kaçınmak olmalıdır.

Kitabın sonunda, Zekaizâde Ahmet Efendi ile ilgili bölüme gelindiğinde ise, Hafız Ahmet Efendi’nin formas­ yonunun, yetiştiği ve içinde bulundu­ ğu dönemin tüm koşulları- koşullan­ dırmaları çerçevesinde oldukça etraf­ lıca irdelendiği görülüyor.

O nun yetişme tarzındaki gelenek­ sellik, dini musiki kökeninin yerinde vurgulanışı ve çok yerinde bir teşhisle, çocuk denecek yaşta Kuran’ı hıfzet­ miş olmasının ona eser meşkinde sağ­ ladığı kolaylığın mahfuzatındaki eser sayısını arttırmış olduğunun belirtil­ miş olması, müzikal donanım ve konu­ m unun çok sağlıklı bir yere konularak ele alındığını gösteriyor.

Bugün klasik Türk musikisi çevrele

-C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 2

rinde bile yerli yerinde değerlendirile­ meyen bu vefakâr hocanın hatırasına iyi bir hizmet bu bölüm. Zekâi Dede gibi özel bir bestekârın oğlu olarak her vasfının, -altında yatan sebeplerle bir­ likte- etraflıca ortaya konduğu, mahfı- yetkârlığı ve devraldığı mirasa duydu­ ğu sadakat açılarından son derece iyi analiz edildiği bu bölümde aynı za­ manda Zekâizâde’nin, değişen eği­ tim -öğretim koşullarına sağladığı uyu­ ma da dikkat çekilmiş.

(Dönemin ve koşulların dayattığı bu “uyum” dönemi aslında, o zaman ya­

mas eden bazı satırları, faideden hâli olmadığı ümidile iktibas ediyorum” şeklinde son buluyor. Zekâizâde’nin koşullarında yetişmiş birinin 1935 yı­ lında bu ifadeleri rahatlıkla benimse­ diğini varsaysak bile, aynı seride Ye­ gâh Ayin’in ardına yazdığı Rauf Yek- ta’nın “tercüme-i ha!’’inde “..merhumun icrakârlığı olmamakla beraber bestekârlıktaki kudreti vasat derecede olup...” ifadesini kullanmış olmasını, bu alttan alta akan zihinsel karışıklığın duygusallığın da etkisiyle hangi noktalara varabildiğini göster­

“... Tamburi Numan Ağa’nın bu eseri Kulekapısı Mevlevihanesi Şeyhi, musiki üstatlarımızdan Ataullah Efen­ di’den başka kimsede yok idi. M er­ hum bu murabba’ı vaktiyle, meşhur Dede Efendi’nin çıraklarından Üskü­ darlı Hoca Vahip Efendi’den - kimseye meşk etmemek şartıyla- ala­ bildiğini hikâye ederdi. Ataullah Efen­ di’nin rakim-ül hürûfa pek ziyade te­ veccühü olduğu halde, Vahip Efen­ di’nin hayatında sözünde durmuş ve mükerrer ricalarıma rağmen bu eserin notasını yazdırmamış idi. Nihayet Vâ- hip Efendi’nin vefatın­ dan sonra ricamı ıs’af et­ miş ve bu sayede cidden nadir ve kıymetli bir eser olarak bu beste de mahvolmaktan kurtul­ muştur. ” Rauf Yekta.

2) Aynı defter, sayfa 46:

“... Musiki üstadarı- mızdan Bahariye Mevle­ vihanesi şeyhi Hüseyin Fahrettin Efendi’den başka kimsede bulun­ mayan bu kâr-ı nâtıka merhum pek kıymet ve­ rir ve notasının bir sure­ tini almak isteyen musi­ ki meraklılarını birer ba - hane ile adatırdı. Niha­ yet bir gün kendisinden çok reca ve kimseye ver­ meyeceğimi taahhüt ederek bu mühim eserin istinsahına muvaffak olabilmiştim.

Hüseyin Fahrettin Efendi, bu kâr-ı nakıtın notasını meşhur Neyzen Dede Salih Efendi’den aldığını ve bestekârının kim olduğuna dair Dede Salih Efen­ di’nin de malumatı olmadığını söyler­ d i... ” Rauf Yekta.Cem Be-har’m yayımladığı bu kitap hakkında sonuç olarak söylenecek olan şey ise; yıpranmış şartlanmaları aşmış yeni ku­ şakların yetiştiği ve yeni işlevler üstlen­ mekte olduğu bu dönemde, bu tip çö­ zümlemeleri içeren çalışmaların çok zamanlı ve faydalı olacağıdır. Toplu­ mun üzerine çöken tortuların çözüldü­ ğü, objektif bakış açılarının yaygınlaş­ tığı bir dönemdeyiz. (H er türlü olum­ suz göstergeye rağmen.) Konuya hem dışardan bakan, hem de sistematiğini çözümlemeye yönelik böylesi çalışma­ ların, “yöntemin nakli” açısından b ü ­ yük önemi var. Zaten nakledilecek bi­ rinci elden, “sahih” kaynakların çok sı­ nırlı olduğu bir ortamda başka türlü b ir“nâkil”likbu. ■

Zaman, Mekân, Müzik / Cem Behar /AFA Yayıncılık/176s.

Cem Behar, kitabında Türk Müziğinin ayırdedici özelliklerini inceliyor.

şamış olan geleneksel müzikçilerin tü ­ münde analiz edilmesi gereken bir dö­ nem. ) Geliş kaynağının kuvvetli olma­ sına karşın, -Cem Behar’ın da belirttiği gibi- icra safhasının ötesinde müziğin bilimsel yönüyle fazlaca ünsiyetinin ol­ maması, Zekâizâde’nin bazen biraz fazla “uyumlu” olduğunu düşündür­ müyor da değil.

Gerçi o, mesai arkadaşı ve yine baş­ ka bir büyük müzisyenin (Tamburi Cemil) oğlu olan Mesut Cemil kadar “iki arada bir derede” görüntü arzet- memiştir ama örneğin, Konservatuvar Tasnif Heyeti Başkanı Rauf Yekta Bey’in ölümünden sonra, kurum un yayımlamakta olduğu Mevlevi Ayinle­ ri’nin birine (Onuncu Cilt, V nolu fasi- _ kül) yazdığı önsözle, bu ûyumun b u ­ gün için bile çok ekstrem noktalar içer­ diğini sergilemiştir: Bu önsözde, hem düzemenlik (bestekârlık), erkini taşı­ yıcı (kudretini haiz), ertik anıtı (sanat abidesi), bayrı tevi ve çığırı (kadim tarz ve üslubu) gibi ifadelere yer verili­ yor, hem de cümle “.. .bu musikiye te­

mesi açısından zikretmek gerekiyor. Kitabın bu bölümünde Tasnif Heyeti­ nin yaptığı tüm çalışmalarda baş kay­ nak kişi olarak adlandırılan Zekâizâde, muhtemelen Rauf Yekta Bey’in bilim­ sel formasyonunun ve bu formasyonla, kendi yetiştiği tüm çevrelerde bulun­ muş olmasının etkisiyle o hayattayken fazlaca ön planda olmayı tercih etmeye­ rek Tasnif ITeyeti’ne -tabii ki çok önemli- katkılarını sürdürmüştür.

Bu bölüme tamamlayıcı bilgi olarak ve 1986-92 yılları arasında, Darulel- han’dan intikal etmiş müzikal -sesli ve yazılı- dokümanın tasnifini bizzat üst­ lenmiş olmanın sağladığı olanakla, cid­ den önemli şu iki alıntıyı ilave ederek Rauf Yekta Bey’in, Tasnif Heyeti için­ deki (kaynak kişi olarak da) tartışılmaz yerini vurgulamak istiyorum:

1) Konservatuvarca yayımlanan ve 180’likler olarak bilinen notaların de­ vamı olarak Rauf Yekta Bey’in eîyazı- sıyla hazırlanmış olup yayımlanmamış defterin (y.86/15) 48. sayfasından “bir mülâhaza”:

S A Y F A t s

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

• Aerobik organizmalarda karbonhidratların, yağların ve aminoasitlerin yıkılmaları sırasında NAD+ (Nikotinamid adenin dinükleotid) ve FAD’ın (Flavin adenin dinükleotid)

 Hücrelere ve dokulara baskı uygulayıp bazı değişikliklere sebep olarak sürgün veya kök taslağı diye adlandırılan tek kutuplu ve vasküler sistemi kökenini

aktarım akısı aşağıda verilen aktarım denklemi ile ifade

Klasik Türk şiirinde “bahâr” kelimesi, “yaprak” anlamıyla 14. yüzyıldan başlayarak birçok beyte konuk olur. “Bahâr”ın “yaprak” manasını aldığı örnekler,

Reşad Ekrem’in dergilerde, gazetelerde kalmış birçok yazısını, bazı eserlerini okumama karşın Patrona Halil’i okumamıştım.. Galiba hiç edine­ memiştim bu

Ersoy ailesi, tahliye için kendilerine tanınan sürenin bitimine az bir süre kala ön­ ceki gün Beyoğlu’ndaki mütevazı evlerinde Cum­ hurbaşkanlığı

H2 4 : Liderlik davranışlarını belirlemede takım üyelerinin gelir durumları arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.. Tablo 3.14: Liderlik

Bunun yanında ne olduğu anlaşılamayan, çoğu zaman bir mana ifade etmeyen bazı metinlerin işareti olarak konulduğu kabul edilen, vefk, tılsım, işaret, şekil ve