• Sonuç bulunamadı

Matbuat hayatı:Nahit Sırrı Bey:Tetkikleri, hikayeleri ve piyesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Matbuat hayatı:Nahit Sırrı Bey:Tetkikleri, hikayeleri ve piyesi"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

-2 İ s

-Kituplar. i

---N ah it Sırrı Beyin

İki Yeni K itabı

Velûdiyetini ve kalem sahasındaki değerini eyi tanıdığımız, hoşsohbet dos­ tum Nahit Sırrı, son zamanların hemen her ayında, bir yeni kitap çıkarır oldu. Kitaplarının ilk sayfasındaki çıkan vo çıkacak eserlerinin listesine şöyle bir ba­ kınca, insan, yalnız, muharrirdeki bu özlü veludiyete değil, aynı zamanda ka­ lemini kullandığı sahaların çeşidine şa­ şıp kalıyor. Avrupa’nın en gösterişli ede biyatlarında bile pek az muharrire na­ sip olan bu her sahada üstatlık, Nahit Sırrı’da hiçte aksamıyor diyebilirimi; tenkide dair bir eserini okuyorsunuz., anlayışlı bir münakkittir. Hikâyelerin! açıyorsunuz., eyi bir hikayecidir.. Son iki kitabiyle de eserlerinin hem yekûnu­ na, hem de çeşidine iki sayı daha kat­ mış oluyor.

“Tarihî Çehreler Etrafında,, adı ile çıkardığı birinci kitap, evvelce, muhtelif mecmualarda neşretmiş olduğu dört ese yi topluyor. Son asrın siyasî tarihine ait olatı ve bilhassa Poincare ve Prens de B u S v hakkında kıymetli hükümleri ihtiva eden "Tarihî Çehreler Etrafında”, memleketimizde sayısı pek az olan, kıy­

metli eserlerden biridir.

Zamanımız siyasî tarihindeki pek eyi ve etrafla bilgisini yakından bildiğim, Nahit aynı «amanda bu tarihî ve siyasî mevzulp^»î?Î2ia}âhiyetine kalemi­ nin edefcf datdreitim de'/katmak’ suretiyle, kitabını ifetf îstt^feıyirietkndirriıiştir. D i­ yebilirim ki* bu kfiap janrındâ' yazılan

eserlerin en kuvvetlilerinden biridir. Bununla beraber saham dışında olduğu için bu eserin tahliline girişemiyeceğim.

Son eserine gelince:

“ Sönmiyen A teş,,, ,f

Mevzuunu millî. mücalİşîennİ'sönmî. yen ateşinden afatı fifr^nyfes, Halkevle­ rinde şimdiye kâdar terftsiî edilen millî mücadeleye ait piyeslerin, bilhassa teki nik ve sahneye uyarlık bakımından en

! kuvvetlisidir. Seyrettiğimiz piyeslerin muhakkak bir aksıyan tarafı vardı; ve en çok, piyes tekniği itibariyle tutulma­ sına imkân yoktu; zira elinizde kalıyor du ve esere tiyatro göziyle bakıldığı za­ man, bütün kıymet, elinizde halkalar» çözülmüş bir zencir gibi dökülüyordu. Meselâ, Faruk N a fiz ’in “Akın,, ma bit tiyatro eseri diye mi, yoksa daha faz­ la, bir destan ve millî kaynaktan doldu­ rulmuş bir tas şiir usaresi diye mi bak­ tık?

“Sönmiyen Ateş,, ise:

B ir münakkit, tenkit edeceği eserin evvela zayıf, kötü ve iğreti taraflarını değil, dinç yerlerini ve güzelliklerini araştıracağına göre, - burada onun ten­ kidini yapmakla beraber - diyebili­ rim ki bu eser, hemen hemen her yüzün den güzel, herhangi tuttuğunuz ta ra f«!

(3)

dan sıhhatlidir.

Gerçi, bunda, ne Fanız N afiz’in “A * kın„ ındaki şiir, gerçi bunda, ne A k a’« mn "M avi Yrldırım,, mın şahıslarındaki taşkınlık, ne de Behçet Kemal’in “Ço« ban,, ındaki nazım prestiji var; fakat onların ayrı ayrı hareketini yapsa üç unsur, Sönmİyen Ateşte, yumuşatılmış, ölçüye vurulmuştur.

Eserin mevzuu sade! saltanat artığ» bir ailenin Komada oturan kozmopolit damadı Fuat, millî mücadelenin en mit* bim bir zamanında, millicilere mühim« mat satmak niyetiyle Anadoîuya geçi« yor ve Ankara’nın havası, millî miicade« lenin ateşi onu vatanperver yapıyor.

Bu kadar sade bir mevzuda, eserö can veren; eseri üç perde kuvvetle sü« riikleyip götüren şey ne? Sadece bit şey! M illî mücadele içindeki o misilsi* hava! ve bu ateşten havayı, bütün kuv« vetiyle eserinde dalgalandıran muharr!« rîn kudreti..

Htlkeyinjp yakında temsiline hazır« tetıdığı "'Sönmİyen Ateş,, i yalnız içiniz- deki o sönmemiş ve sönmez ateşin heyecaniyîe değil. Fakat aynı zamandat kafanızın mücerret" sanat zevkiyle d< seyredeceğinize kaniim !..

(4)

Matbuat Hayatı

Nabit Sırrı B e y : Tetkikleri, hikâyeleri

ve piyesi

Edebiyat ve sanat b ah isleri; Roman ve hikâye hakkında , bir kalem d en em esi; Tarihî çehreler etrafında — K ır­

mızı ve siyah ; San’ atkârlar ; Sönmeyen ateş.

Nahit Sırrı Bey yeni edebiyatımızda sanat bahislerde meşgul bir sima olarak mevki alıyor. Tenkit kolay, san’at zordur diye ötedenberi işit­ tiğimiz meşhur sözün şumul ve manasını biraz değiştirerek kabul edersek, bunu sadece sanat­ kârlıkta yahut münekkitlikte gösterilen muvaffa­ kiyetin behemehal diğer sahada da ayni suretle tecelli etmemesi kabil olacağı manasında alır­ sak Nahit Sırrı Beyin eserlerini bu fikre bir misal diye gösterebiliriz.

Nahit Sırrı Beyin en iptida, tiyatrosundan şikâyet edeyim. Sönmeyen ateş m illî mücadele esnasında geçen bir vak’a. Bir tarafta m illî mücadele bütün o hayret verici fedakârlık ve azim ve iman bam lelerile devam ederken, öte tarafta Avrupada bazı eski kibar türk aileleri görülüyor ki yalnız menfaatten başka bir şey düşünmüyorlar. Bunlardan birinin damadı olan eski bir doktor, mühimmat simsarlığı etmek için Ankaraya geliyor. Gördüğü büyük ideal lâvlıaları karşısında kendisini toplıyarak

(5)

vata-.¡S S * -S <B s g j S ' f Ss I £ * .3 3 ■£ * •3 a öC « ö ^►> ä J3 03 —«

:S O 4) tJ +->

-o A4 n <u g « ~ B-S « ' S * S« ai _ ® si S N 4j A4 > « o,

_£ .3

T3

P ;r -S3 .2 -5 §

«s >s ® £> sc S « CUTS h £* H 13 3 .2 -a £,JS 13 ”* -3 '3 ® g 'fi Ü « 5f •s A4 "3 3 , "3 ^ $ o 3 ? 2 a ^ aq -3 -3 3 « N g O» 33 4} C3 w Sn »—• £* $Ñ m *-W o e -2 « .« g , . ^ P 3 Sh to COi 3 IXW G> > •*-« O TO

^ A4 S3

TO

33 Q* *j

33 <U

t- ^4

3

V *£ >-iO 03 • — A"i

A4

W

• « cs £*■>■ . i) ro ^ T3 Sh O a a ! s

33 -4 -33

■s „ J ® 0 0 » r„ 03 -w £ -* g05 T3 0} g g* « 5 3 "3

s S3

-i4 os

~ ■°

2 33

P

m

P ®

P

CC 0) In * ON E

w S

» 33 r

p 2 <d o 03 ^

P r-P «4N «J ,J¿¡ JZJ

.£7» « S-.2 a a A4 ïrh

— *3 S3

. u "* (Ç ¡5 *33 T3 £» S3 .§• 3 .5 ~ 3 J X» Ü» _aj 03 ' Î ö 2 a <- «3 g* S-f * •S 33 -o oO» ¿4 ■ON 05 23 a fN . r-a -¿d to o a p. ■rt « a i—» TO • -H a -a œ W -14 J 4 03 so > a -14 *- C-> *P 4J NM cw a 3 a a <« O ■*-[ Fh 03 s— O05 l-MtH P. N J4 - P 03 a 'o a a p*HIa» H NOr 4 gt «1 ! H ıbö <aÿ ?> H a 07 ■■ P p H H w P PO •H ia *o •H C o t P O') rH Q* N N sa *r~^ O0 0 a #~î >-.. t í P ]m •H ~i •H P: H t j a ri P N t í İÖ M *H A4 t í *H c i a > H p 4 P P M a s 51, •H KTI H ri rH ri t® P p a P p •H p -■*5» »a H Cj’ 4 T Í p 35 N of !>j rH a p > H TP •H P «> a V p a «J p 3 *—H A4 P t í H H 4) o P p •H •o P rf 3> < < « rj 4 P a A4 H a; q 4 cc- P •H ri P, 4 rH c< 4 p « ■ ? r f rH •N p a H c •H P •H •H •H » a p c< -Q A3 > r^H N SI o H 0 0> at >s P a •H Ç o £> CQo < •H IN 4 f- 13 •H P a 4 'd V P > a a A1 N H p «» T3 *H H A4 rH Os » p A4 a u Os < . i « .1 rt P 4 rH V u P p P •H c* 3-: H 4 P •H A4 O' < H •H r~j e A4 P •H •H rH Pm H 03 •H A4 -p « o t) C P ai a 3 P *H P •s a •Hİ-İ A4 <1 « d o p a > > «a >? p rH Oi rj •% a o o < H rH H p H p « P a M a a A4 N 4 « « 03 H •H •o o oÿ< V, b() •H N A4 A4 d T1 •H <a < : p p a s 6 rH rH •H A4 H •H •H H at p try p (ÿ ÎI —•rPH H <u 4 «3 P P s •H rH P H N H o P P •H •H rQ «) •H C5( p <1 >bf < : rH 4 P •x ta €) H P too < P te o H rH 4 *0 •H a> >3 « •H ta o p P a <. 4 H A4 O’ *H •M M A4 a 'll •H p •H SU •H rH r. p «1 •H too a S •H *H hO p « ÎO 4-^ p •H *H *0 A4 P ri •H 4 bo A4 ctf p r i '4 •H rH <1 3 a a TJ p p > P e a 43 of ,- c4 a d 9S jr*H P •> a A4 ►> 3. rH a >hn «# O j a r< «. « «P S <4 a P O n

(6)

p •H ri<! ■ j H P .j H

«

> » •H TJ •H P © rH P 9 «H * N H P H P & p TJ r •H P w ta P P ¡3 P O G 00 F-. XJ Ci P ci 01 b-, •H H •H rH ci p p N P p •H ** © •H V f p US ♦H © 1 p *0 ta * G © •H •H *d CI p P, p <P « ta © rH TJ P Ui N P P 3 p i »“Hc-'! T) p îp P •H trx V p }p P < , P ci rH •H iO Ph ci p to p w p w G a i p •H © N « p > P N •rH P p O p P < H p, p G ci <3 p p H ci H *N ta ta j P p ci ci •H H ta P H •H o © ta ex H ci ta <H « p 50 ï> V P S rl p W r. N P p 3 H « N G p p P P G H ci sp W a> •\ P >«P G P •H P tp ci p -p ta P •H © P p o © p » to © > *0 ci p W rl p c-N Ci tj H CJ ci p P 'O P P H . (T/. P H ci P G V H p to H O P • • U S P « p N >-t 0~ > . P P © P TJ « V fH C& 1 H p •H N •H 1 P P ta © P i—1 G r* © » P P 'XJ Cj P rrf p P V. •ri rH •H P P p c~ P © N ta •H rl © ta P © •H H © TJ p G ta p © N < İ •H p P CX i—I •H P ci P W

G

ri P © t í P H P s O H t’a N ni •H H p > ta V f <D P tj ri

G

C0 P © P ci p 3 P P •H p N p ci P Ci <P p p p « p Pi ci H H © ta •ri <M P< P P rl o © V f •H S r* P P •H 3 V rH N P P «* <r% LO © P a « •H O •H p *0 © P •H rH •H P p •ri P

ci

P ci P p •H ta Ci P < P •p H to p. P P< E H ci •H p «1 P P •ri 3 ci P to P H ta o a p «s p © 3 ta- ci Pu S p ÇX tfl > H ï

N 3

ï

ra «N si try *y H *y 'O t* lj > cd •H •H rO •H rH p p rC ci p o •H öS p 3 m P ci P

g

P H H O ihr ci CQo •H ci E TJ rH •H P P •H O hO •H ai P *0r" ci >■ • H b < 3

P

p ci • • ta P o P ta © 3 S P P 3 © TJ to P, P •H f—M *S ci ta p <P to < p p P © .i p « "et, p P P •H m P O ta H CX ci p TJ P 4> 'O P © P

G

•H «y Ai •H P P bQ ci N f i

h

« r0 p V « © « ri P © TJ © J ©N p ira p *y c*à wy p * p © > « M *H P TJ • • © 4) P TJ G o « © i P TJ p •H G !Q 03 ©

to

P S © H p, P •H •H p 03 « ci TJ • r H c rH P îH •H •H

a

p

to

© ci tß'i § ■S 3 tJ P o -H •H © ta p P © •H •rH G CQ1 H © •rH Ci P ta r—S © et w G o © p > P •H <w ta p N •H •H p. © P ci o © > > P © y P O N « TJ « G © P •H C3 -H TJ P rH © ci PO p £3 Ml P p ce ci P P TJ •rH a. P p. U* ri • r H E M o H > p © ci N p <V p S •H •H p ■3 •H © ta fpi

(7)

Eskiden, edebiyat sahasında atıf sigalarından adeta ürkerdik. Muharrir kendini bu üzüntüden de kurtarıyor :

’’Lâmbayı kısıp ve tek katlı evlerinin kapı­ sını kilitleyip dışarı çıktılar.,,

Çekindiğimiz bazı ifade tarzlarını kullan­ makta da mahzur kalmamış :

’’ Şimdi hey’hat ki madam Hardennîe yapılan bu uzun seyranlarda...,,

Muharrir iki yerde: ’’Zaten de...„ diye ya­ zıyor. Bu acaba yazı dili ile konuşma dilini yaklaştırmak arzusundan mı ?

Her halde ” ve„ 1er hakkında ayni ihtimali kabul etmek kabil d e ğ il:

” Ee belki bundan memnun, Cemil müsaade etti. Döndüler. Kadın erkeğin biraz gerisinden yürüyerek ve ikisi de hep sakinane tekrar köp­ rüyü geçip ve yeniden dar ve taş merdivenler­ den çıkıp, şirketin memuru sıfatile Cemile ve­ rilm iş tek katlı, küçük ve ahşap eve avdet ettiler.,,

Muharrir yabancı terkiplerden pek kaçmıyor: ’’ Lâkin bu taravet ve ihtişamı hüsün...,, ” ... Zonguldak ta muvaffakıyatı aşıkanesinden bahsedilirdi.,,

Türkçeleri pek kolay kollanılabilecek pek eski kelim eler, eskiden de pek kullanılmadık­ ları halde hikâyeye zorla sokulmuş gibi görü­ nüyor :

” ... tamamile matruş ve bututu muntazam yüzünde...,,

” ... yüzünün bir mevta çehresi kadar sarar­ dığını fark etmiyordu...,,

’’ Mübalâğa ile kiişade dekoltesi ve ince vü­ cudunu ifrat ile saran elbisesi ile...,,

(8)

” ... ve sinesi inip kalkarak...,,

Üslûba bu itinasızlık bazan okuyucuları çok dikkate mecbur edecek dereceye varıyor:

” Ve Cemil ile yapılan gezmelerde de âdet olmuş olduğu gibi, belki yarı yolda vazgeçilip gündüz Hardennlerde hizmet eden İtalyan karısı ile ocakta marangoz olan kocasının evlerinde misafirete inkılâp eden bu uzun seyranlar esnasında memur evlerinin önünden geçerler­ ken, içeriden Nedim e gene madam Hardenin sesini ve kahkahasını duyuyordu. „

Muharrir, hikâye iç in d e , kahramanların duydukları teessürden kendisi de müteessir olur ve bunu zaptedemez :

” Ah, etrafına bakınıp hiçbir taraftan kaçı­ la c a k bir yer göremedikten ve avcının göz­ le r i n e gözlerile yalvarmasından da bir netice ’ ’çıkmadıktan sonra, göğsü silâha açılan ve kanlar ’’ içinde toprağa düşen zavallı şik â r, bil ki ’ ’yerleri sileceği yaşbezi hâlâ elinden atama- ” mış olan genç kadın pek bozuk bir türkçe ” ile sorulan bu sual karşısında senin bile ’’ tanımadığın bir azap duydu ; ve senin yaran- ” dan daha derin bir yara ile kalbinden yara­ dandı. Ve bil ki o şayet aldığı yara ile senin ’’ gibi derhal yere düşüp çırpınmadan sonra ’’ kanlar içinde can vermedise bu, insanların ” ve hele kadınların kalpleri öldükten ve ’’ öldürüldükten sonra da birer lıeyulâ ve birer ’’ tayf gibi yaşıyabilınelerinden dolayıdır ! „

(9)

K ırm ız ı siyah Zonguldak maden ocaklarında

geçen bir vak’a. İy i bir aileye mensup dügmüş bir delikanlı tercümanlıkla orada çalışıyor. Sermühendisin yeni aldığı Parisli eski bir aşifte ile bu genç arasında adeta sırf hayvani bir aşk münasebeti başlıyor. Delikanlının karısı, orada aldığı basit ve hakir bir kız, kıskançlık tesirile bu fransız kadınını bir uçuruma yuvarlıyor ve kendi de beraber düşüp gidiyor. Bu mevzuu pek güzel tasvir ve tahlil edebilecek muharri­ rin ifade tarzına bukadar lakayt kalması haki­ katen yazık. Bunu köhne kaidelere bir isyan, bir yenilik hamlesi şeklinde izah etmeğe çalışı­ yorum, fakat kendimi ikna edemiyorum.

Sanatkârlar üç hikâyeden terekküp ediyor.

Bize üç m uhtelif sanatkâr ruhunu anlatan üç fantezi. Muharrir bunlarda daha kendi kendi­ sinin olabiliyor K ırm ız ı ve siyah’tâki ihmalkâr halini bırakıyor. Bunların bir tanesinde yine üslûp beni iğneledi. Eski zamanlarımıza ait bir hikâyede vak’anın şahıslarını konuştururken muharrir bizim eski tarihlerde gördüğümüz sun’î ifade tarzını kabul e d iy o r :

’’Acep şimdi hoş söylediğine mi kailsin?,, ’’ Yeni bir şey yazman gerektir! Yeni bir şey izhar etmen gerektir !„

Birkaç yüz sene evvel İstanbullu kadınları­ mız böyle mi konuşurlardı ? Ben buna ihtimal veremiyorum. E lli senedenberi nasıl konuşul­ duğunu biliyorum. Buna bakarak eski zaman­ lara doğru çıktıkça o vakitki konuşmamızın çok farklı olduğunu zannetmiyorum. Her halde bu eski muharrirlerimizin uydurdukları cali bir konuşma tarzı olsa gerektir.

(10)

i-VJ:- \ J:,., ::£\u A sıF Nahit Sırrı Beyi edebiyat ve san’at ba­ hislerine dair yazdığı küçük kalem tecrübele­ rinde buluruz. Muharrir burada ’’ tecrübe,, ke­ limesini bile atarak ” bir kalem denemesi,, diye­ cek kadar türkçe kelim elere bağlılığım gösteri­ yor. Nahit Sırrı Beyin Avrupayı tanıtmak, güzel san’atlar ve edebiyat hakkında fik ir vermek için sarfettiği gayreti pek çok alkışlar ve ken­ disini hakikaten tebrik ederim. Bizim için en faydeli saha bu d u r: öğretmek, okumak ve okutmak. Nahit Sırrı Beyin kalemi, merak ve tetebbuları, müfekkiresinin tarzı ve itiyadı onu bu sahada muvaffakiyete götürmek için pek kuvvetli bir yardımcı olabilir.

(11)

¿ a ^ Â ^ c

____________ _

zarif hikâye ve fıkraları, son yirmi dört saatteki vaktimin ademi mü­ saadesin mebni, maalesef henüz okuyamadım. Lâkin, şair Nazım Hikmetin 835 S A T IR a ait kabı becerem-meşine mukabil münek­ kit e Nahit Sırrı beyin bu hususta gösterdiği zekâ, maharet ve inceı ye cidden hayran kaldım. Nasıl ha ran kalmıyayım ki,- ta­ savvur jyurun efendim!- müel­ lif, “ Kırmızı ve Siyah„üuvanlı ese­ rinin semamesindeki “ kırmızı,, ve çizgiden anlar sanmasıdır . kelimesini kırmızı mürekkeple bastır Mamafih 835 S A T IR m kabını mış; “ siyah,, kelimesini ise, siyah bizzat resmeden acemi ressam mürekkeple... Bu ne kadar, keli- Nazım Hikmetin kusuru, usta şair melere hakkını veriş böyle... Fil- Nazım Hikmetin hünerine bağış- hakika, değil mi ya: okuyanlann ¡anabilir. „ adedi, memleketimizde,hâlâ %100

Fıkramı henüz yazıp bitirmiş- nisbetini bulmamıştır... Nahit Sim tim k i , şüphesiz yazılarım daima bey, kitabının semamesini yekpare lezzetle okuduğunuz ve ismini renklebassm da, ümmîlerm huku- hafızamzm en samimî bucağında kunu zıyaa mı uğratsın? Hayır! giranbaha bir eşya gibi sakladı- Gönlü, buna kail olmamış. “ Var­ gınız münekkit - edip Nahit S im sınlar, onlar da istifade etsinler!,, beyin “ Kırmızı ve Siyah,, unvanlı diye düşünmüş; ve, bu iki renk eserini bana getirdiler. Küçük cil- tedbirini bulmuş . Elhak . . . . din derununda yazılı bulunan pek Lâkin, bir cihet var: “ Kırmızı ve müfit makaiâtı tenkıdiyeyi ve pek Siyah,, in ortasındaki « ve » nin

A K Ş A V A N A K Ş A M A

K it a p k a b ı

Sa.r Nazım Hikmetin 835 S A T IRs ünvanile yeni intişar eden bir kitabı hakkında yazdığım dünkü fıkramda, ezcümle, demiştim ki:

“ Bu şiir mecmuasının, bence, yegâne kusuru kabıdır.Göze çarpan M ie r kesin bir illeti olduğu gibi,

(12)

kara mürekkeple basılmış olması azıcık tahdişi ezhanı mucip olu­ yor . Münekkit - edip, «

ve

» nin kara olduğuna nereden hükmet­ miş? Fikrimizce bu edatın rengi yoktur. Binaenaleyh, «v e », cam, su, hava renginde şeffaf bir mü­ rekkeple bassılmahydı.

(13)

E

debi

musahabe

~ ~

^

1 11,1 ... .. fc- _ ._

Sanata sadakat

Kıtalarınım küçüklüğünden t Nahit Sırrının hayat ile tema- katı nazar adet itibarile epeyce ! sa başladığı zamanlardan itiba-bir yekûna varan itiba-bir kitap yığını

karşısında oldukça bir tereddüt ! zamanı geçirdim. Bunlar müte­ nevvi mevzulara dair ve muhtelif kıymette şeyler, ve hepsi de Na­ hit Sırrının,..

Bu isim sahibini, yazı mahsul­ lerinde, senelerdenberi, ta o he­ nüz bir çocuk iken başlıyarak, ta­ kip etmekteyim. Bugün ondan bahsetmeğe iki sebeple lüzum his­ settim: Takdir ve müahaze. Ben- den gelen takdir sesinin samimi­ yetine itimat edeceği kadar mü­ ahaze . sadasının halisiyetinden emin olacağını bildirimdendir ki hiç bir ihtiyat kaydına esir olmak­ sızın bu iki zıt fikri şu satırlarla tesbit ediyorum.

Önümde duran kümeden bu iki zıt fikre zemin olacak iki eseri ayırdım: «E ve düşen yıldırım » ve ( «Eski resimler».

ren mesut bir mazhariyeti var: T a o senelerdenberi garbin fikir, lisan ve sanat eserlerde ülfet ve ünsiyet içindedir; öyle bir mu­ hitin çocuğudur ki orada musaha­ be daima yüksek bir sahada de­ veran etmiştir ve öyle bir sınıfa mensuptur ki orada türkçe en gü­ zel şekillerde söylenir, konuşulur. Bu müsait ş.eraite hayatın ve devrin muhtelif safhaları arasına erkenden karışmış olmak, garbin medeniyet diyarlarında uzun uzun dolaşmak imtiyazları da ilâve edilirse onun sanat hayatı için na­ sıl muvafık cihazlarla kuvvet bu­ lan bir fıtrat sahibi olduğuna şa­ şılmaz. İşte karşımda duran iki eserden bîri, «Eski resimler», ba­ na böyle bir fıtratın bürhanını ve­ riyor, ve buna hiç şaşmıyorum.

İkincisine gelince: Ona da şaş­ madım, zira ötedenberi sıhhatine

(14)

kani olduğum bir hakikatin bur­ hanını da onda buldum: Ne za­ man sanata sadakattan ayrılmış bulunulursa o zaman bir tehlike, sukut tehlikesi, muhakkaktır.

Her sanat müntesibi bu tehlike­ ye maruz kalmıştır; ihmal ve is­ ticalden doğan bu tehlike ekseri­ yet üzere bir itiyat, yahut ihtiyaç sevkile bir miibrim saik olarak sanatı boğmuştur; hazan bu teh­ likenin vukuu ihtimalinden vak- tile haberdar olan sanat erbabı, j bir bataklığa saplanmak üzere bulunan ayakların geri çekilerek sağlam bir zemin üzerinde teenni ile yürümeğe lüzum görmesi gibi, durup istikameti değiştirmişler­ dir.

Sanat ne ihmale, ne isticale mütehammildir; sanat bir uğraş­ ma, bir didinme, daima kendi ken­ disinden memnun olmıyan bir mürakıbın insaftan, müsamaha­ dan mahrum, adeta zalim gözleri altında çalışma mahsulüdür.

Resimde, musikide, edebiyatta, yelhasıl sanatın bütün tecelli ze­ minlerinde bunlardan her birinin icap ettirdiği icat ve inşa şartla- 1 rma sıkı sıkı bağlanmak, hele ya­ zıda mevzudan, tertipten, mik­ yastan başka, hattâJbunlarm hep- j

sinden ziyade lisan ve üslûba en büyük ölçüde ehemmiyet vermek ' bir kalem maJısulüpü? kıymetine, binaenaleyh hayatına yegâne me­ dardır.

«E ve düşen yıldırım » hikâye­ sinde pek iyi idare edilmesine imkân olan, hattâ daha geniş bir sahada ince tahlillere, vukuatın - -**"*• - - ■ ■ \| I .... —

-ve onlarla inkişaf edecek hissiya­ tın neticeye doğru akmasını ihzar eyliyen safahatı tasvire pek mü­ sait bulunan bir mevzuu muhar­ rir hemen çırpıştırıvermek sureti- Ie idare etmiş ve hergun matbuat sütunlarında garp lisanlarından naklolunarak iki fincan kahve arasında uyduruluvermiş hikâye­ ler nevinden bir eser yaratmıştır. Bunu bir matbaa odasının du­ manları içinde hemen mürettiple- re yetiştirmek üzere yazmış ol­ saydı o zaman, pek tanıİmış ve kendi sanatına sadakat ve hür­ metten ayrılmağa hiç katlanama- mış bir muharririn yaptığına' im- tisalen, bir müstear isim altında, yahut daha doğrusu, hiç bir imza koymağa lüzum görmeden, neş- retmeliydi; yahıjt mademki bu eseri yazmış ve onu imzasile neş­ retmekte beis görmemiştir, bize «Eski resimler» eserini, f l H P t r a r

(15)

ve kıymette olan diğer yazılarını vermemeliydi.

Bu berikileri vücuda getirip bi­ zi sanatına, tahkiye usulünde me- baretine, lisanının hoşluğuna, üs­ lubunun müstesna meziyetlerle ve kabiliyetlerle doluluğuna inandır­ dıktan sonra o itimadı tekzip ede­ cek bir ihmali nefsine kabul ettir- f memeliydi,

«E ve düşen yıldırım » hikâye­ sinde mevzuun pek ziyad.- -yi ida­ re edilmeğe müsait olduğunu gör­ mekle başlıyan bîr müdekkik, va­ kanın etrafında dönen şahsiyet­ leri hep müphem çizgilerle ancak karışık bir taslak halinde kalmış bularak onların hepsine, hattâ | asıl kahramanlarına bile yabanc kalıyor; vukuatın tevalisinde, ne­ ticeye doğru adeta koşa koşa se­ ğirtmesinde onları takip edemî- yerek havsalasına sindiremiyor, adeta fena usullerle tesbit edilmiş bir filmin fena tertip olunmuş bir j scenariosundan duyulan eza ile j kitabı kapıyor.

Bu ezayı duyacak olan okuyu-

! cuya kemen tavsiye etmeli: Mu­

harririn sanatına riayetle yazılmış bİr C! erİnİ’ *?te misaî olarak kay- dettiğim «Eski resimler» kitabını

alsın. Asıl muharrir buradadır, onun asıl kabiliyet ve kudreti bu ikinci neviden eserindedir.

Bu kitapta iki hikâye var, da­ ha ziyade bir hatıra olan birinci hikâyede, «Kanlıcanın bir yalı­ sında» serlâvhalı uzunca küçük hikâyede tevakkuf edeceğim. Bu yazıya hangi noktai nazardan ba­ kılırsa bakılsın derhal nevinin en güzel nümunelerinden biri oldu­ ğuna hüküm vermek zaruretinde bulunulur. İcat mıdır, yahut bir hatırayı ihya mıdır, bu noktada hiç durmadan, hemen mevzu bizi celbediyor.

Sonra Kanlıcanın o eski yalısı­ na girip onun havası içinde yaşı­ yoruz; en küçük teferruatına ka­ dar bu yalı ile, orada cereyan eden ufak tefek vakalarla benli­ ğimizin arasında hemen bir isti­ nas hasıl oluyor; sanki muharrir siliniyor, ve onun yerine biz ka­ im olarak onun hikâye ettiklerini gözlerim iz^ kapıyarak biz yaçı. yoruz.

İşte bize bu hissi veren, bu zev­ ki tattıran şeydir ki sanattır, ve bu sanata muharrir ziyadesiie ma­ liktir, ona malik olduğundandır ki bu meziyetini tekzip edecek te­ zahürlerin vukuuna karşı ısyan

(16)

ile diklir, müahaze sesini yükselt- j meğe kendimizi salâhiyettar bu­ luruz. Öyle olmasaydı onların ya­ nından bir omuz silkintisile ge­ çer, öte tarafa dönerdik. Buna zaten pek alışkanlığımız var.

Muharririn bu iki eseri arasın­ da en büyük fark üslûptadır. Bi­ rincisinde lisan sade olmakatn zi­ yade, amiyane tâbiri belki fazla incitecek bir tâbir olur, gündelik bir lisandır. Muharririn ihtiyar dadsıı onun yatağının kenarına oturup ta uykusuna takaddüm eden saati doldurmak için bu hi­ kâyeyi anlatsaydı ancak bu lisan ile söylerdi; onu elfaza, eşkâle, ibaret ve fıkaratın inşasında tat­ bik olunan usule ait çıplaklıklar­ la öyle fakir görüyoruz ki bunun diğer eserin sahibi olan sanatkâr tarafından yazılmış olmasında adeta şüpheye düşüyoruz.

Diğer eserinde muharririn üs­ lûbu sadedir, fakat bu sadelik onu her türlü edebî kıymetlerle zen­ gin yapmağa mâni olmamıştır. Bilâkis... Türkçenin sadelik için­ de bir tekâmül devresi demek 1 olan bu son senelerin edebî mah- i sulleri arasında bu hikâyeyi en

başta zikredilecek olanların ara­ sında kaydetmekte asla tereddüt etmiyorum. Zaten muharririn bir­ çok yazıları hep buna eş tutula­ cak mahiyettedir.

Bana yalnız şahsî bir muhab- | bet ihsas etmekle kalmıyarak ede- | bî kudreti hakkında istikbal için, yalnız istikbal için değil, hâl için de öyle, peh kavi teminat veren Nahit Sırrı diğer eseri hakkında boll'-^şer^. görülebilecek hükmü verm,^ ^olduğuma gücenmesin; beni onükme sevkeden diğer ne­ viden olan eserlerinin verdiği de­ rin takdir hissidir.

Kendisile aramızda hiçbir ihti­ lâfa bais olmıyacak bir noktayı, başka bir vesile ile ona avdet et­ mek üzere, burada geçerken kay­ dedeceğim: Bir sanat eseri ancak üslûp sayesinde yaşar, sanat de­ mek üslûp demektir, ve sanatta hayat ancak ona sadakattan ay­ rılmamakla mümkündür.

(17)

NAHİT SIRRI ÖRİK

JV n A H İT Sırrı, 1897 de Istanbulda [N j| doğdu. Babası, Maarif Nezare­

ti mektupçusu, mabeyin mü­ tercimi ve Hukuk mektebi «Huku- kuhususiyei düvel» hocası iken Rü­ sumat müdürü umumîsi olan mer­ hum Haşan Sırrı bey ve onun pe­ deri şair Ahmet Nafiz paşadır. Na- hit Sırrının, Oltili olan dedeleri ö- rik ağasızadeler adile anılmışlardır. Annesi ise, Rusyadan memleketimi­ ze iltica ve sonra ihtida etmiş olan İbrahim paşanın kızıdır.

Nahit Sırrı, ilk ve orta tahsil de­ recelerini geçtikten ve yaşadığı mü­ nevver muhitte hususî bir hazır­ lıkta bulunduktan sonra babasının ısrarile Berlin büyük elçiliği maiye­ tinde memur olarak bir müddet ça­ lıştı. Harbi Umumînin ikinci yılın­ dan 1923 senesine kadar zamanının fazla bir kısmını Avrupada geçirdi ve Tifüsten Kopenhag ve Parise ka­ dar birçok garp şehirlerini gördü, Berlinde, Pariste, Viyanada birer müddet yaşadı. Uzun bir zamandan- beri de Nahit Sırrı, Maarif Vekâle­ ti talim ve terbiye dairesi mütercim­ liğinde vazife ifa etmekte ve pek az fasılalarla hayatını daima An- karada geçirmekte ve fırsat el ver­ dikçe memleketin muhtelif mınta- kalarında tetkikler yapmak üzere seyahatlerde bulunmaktadır.

* * *

Nahit Sırrı, pek genç iken yazı yazmıya başlamış ise de imzası mat­ buat âlemimizde 1928 den itibaren görülmiye başlamış ve başlıca Cum­ huriyet gazetesile Hayat, Muhit, Ye­ ni Türk, Varlık, ülkü mecmuaların­ da seyahat notlan, edebî tetkikleri, küçük hikâyeleri sık sık intişar et­ miştir.

Nahit Sırrının kitap halinde bası­ lan ilk eseri Kırmızı ve siyah adlı büyük hikâyesidir ki, 1929 da çık­ mıştır. Bundan sonra 1932 de «Şair Necmi efendinin bahara kasidesi», «Bir heykeltraş», ve «En güzel ese­ ri» başlıklı üç küçük hikâyesini muhtevi Sanatkârlar, 1933 de «Kan- lıcanm bir yalısında», «E ri cenge gitti, cenkten döndü» ünvanlı küçük

(18)

‘ ‘ •««.J^cııımcu mureKKep

Eski resimler, estetiğe müteallik dört etüdünü havi Edebiyat ve sa­ nat meseleleri, muasır garp tarihi hakkında yine dört etüdünü muh­ tevi Tarihî çehreler etrafında, ve yine estetiğe ait bazı münakaşaları ve tetkikleri havi olmak üzere ye­ di yazıdan müteşekkil koman ve hi­ kâye adlı eserlerini teşreylemiştir. 1934 de Eve düşen yıldırım romanı ile bir perdelik Muharrir ünvanlı piyesini ve 1939 da Ankaranın üç nahiyesi^ olan Küçük Yozgat, Göl­ başı, Bağlımda, Çankırı ve Kayseri- ye giden yollar, arasında, Ankaranın Haymana ve PolatlI kazalarında, Yozgatta, Kayseride, Adapazarında, İzmitte seyahat ve tetkiklerini ha­ vi ve 1930 - 1937 yılları arasındaki yazılarından müteşekkil Anadoluda yol notları adlı eserini çıkarmıştır.

Nahıt Sırrının bu kitaplarından başka 1927 de Pariste Les Oeuvres - Libres mecmuasında çıkmış olan «Zeyneb la Courtisane» ve 1933 de bastırdığı «Colère de Sultan» adlı i ansızca iki büyük hikâyesi, 1937 de Istanbulda Tan gazesinde tefrika suretile intişar eden «Kıskançlık» isimli romanı ve Anatole France’in Le Crime de Silvestre Bonnard romanının, Voltaire’in Histoire de Charles I I adlı tarihi eserinin tercümeleri olduğu gibi, intişar et­ mek üzere bulunan «Kuyulu evliya esile hatmn» ünvanlı üç perdelik bir halk komedisi ve muhtelif

(19)

mualarda çıkan hikâyelerinden se­ çilerek kitap haline konulmuş «Altı hikâye», «Yedi hikâye», «Dokuz hi­ kâye», «Fakir insanların hikâyeleri» ve «Masallar» adlı eserleri Ve muh­ telif kroniklerinden intihap edilmiş «Bir okuyucunun notları», edebî ta­ rihî tetkiklerini muhtevi muhtelif ünvanlar altında yedi, sekiz kitabı, çocukluk hatıralarına ait «Pek kü­ çük bir çocuk» ve bazı müsahabe ve fıkralarından müteşekkil «Dağınık yazılar» isimli eserleri daha vardır.

* * *

Klâsik ve dar bir mektep tahsi­ linden ziyade, geniş bir dünya hari­ tasının dağınık hududu arasında şahsî ve devamlı bir ceht ve gay­ retin yetiştirdiği Nahit Sırrı örik’te iki feyizli ihtirasın, hüviyetine ha­ yatı imtidadınca hâkim olduğu gö­ rülmektedir: Müşahede ve mütalea. Bu iki esaslı karakterine mensup olduğu aileden kendisine intikal e- den tesirleri, ve yine kendini bildi­ ği zamandan itibaren şahsını saran asil bir görgünün mülâyim izleri ilâve edilirse matbu olarak şimdiye kadar on dört ve basılmamış on altı eser vücude getirmiş olan Na­ hit Sırrıdaki velûtiyetin, tenevvüün ve cazibenin sırları kolaylıkla anla­ şılır.

Edebî tetkik, münakaşa,‘ tenkit, müsahabe, makale, fıkra, seyahat I notlan, edebî veya tarihî eserler tercümesi, piyes, komedi, küçük ve büyük hikâye, roman., gibi müte­ nevvi ve çok eser vücuda getirmiş olması bu itibarla zarurî olan Na­ hit Sırrının hemen bütün eserlerin­ de zahirî olarak görünen üslûp ve şekil kelenderliğinde ve rendliğin- de dahi ruhu kolaylıkla cezbeden yumuşak bir hal ve şan vardır. Na­ hit Sırrının, pek mahdut bir zaman içinde zengin ve ekseriya orijinal görüşlerini tesbit ettiği Anadoluda yol notları, iddialı olmıyan, realite­ yi hattâ sanata feda etmiyen, sa­ mimî sade ve nazik bir vesika ha­ linde, muayyen bir devrin hakikî bir makesi ve bir eseri olarak kala çaktır.

* * *

Kıymetli edibin hafızasında eski devire ait olmak üzere, bir kısmı görgü ile ve mühim bir kısmı ken­ disine anlatılmak suretile hatırda kalmış ve bir kısmı da bazı tarihî

(20)

| vesikalardan istihraç edilmiş kana­ atini veren ve bugün, mazinin malı olan hayat tafsilâtı ve şekil çizgileri bütün canlılığile yaşamaktadır. Ni­ tekim Nahit Sırrının Esîd resimler­ indeki «Kanlıcanın bir yalısında» ve «Eri cenge gitti, cenkten döndü» hi­ kâyelerindeki zengin mevzu un­ surları bu canlılıkla beslenmekte­ dir.

Hikâye ve romanlarında herhan­ gi bir tezi müdafaa etmek veyahut iddialı bir ruhiyatçı olmak davasın­ dan uzak kalan Nahit Sırrı, sana­ tım, samimî olarak bu satırlarında tebarüz ettirmektedir.

«... Hakikaten heyecan duyarak yazdığım yazılarımda, hikâyelerim­ de bazı sahneleri anlatırken çehre­ leri, jestleri ve dekorları gözleri­ min önüne gelen mahlûklar oldu. «Şunu da ilâve etmek isterim ki: «realizm» adlı mektebe girmek he­ vesinde olmamakla beraber görme­ diğim ve bilmediğim muhitleri hi­ kâyelerimde canlandırmaktan çeki­ nirim, fazla normal insanlarla meş­ gul olmaktan da hazzetmem..»

• * *

Nahit Sırrının bir yazısından nak­ lettiğim bu izahının bilhassa son fıkrası, üzerinde durulacak son bir noktadır: Gerçekten zeki ve nük­ teli hususiyetler gösteren edibimiz, ruhunun derinliklerinde gizli bir is­ tihza ve acı bir ironie, bir tehek- küm saklamaktadır ki, bu humour’u sayesinde asıl sanat eserlerinin en muvaffakiyetlisini vücuda getirmiş ve Nahit Sırrı bu bakımdan edebi­ yatımızda «Bir heykeltraş» ve «Kan- lıcanın bir yalısında» hikâyelerile muvaffak humoriste sanatkârlar a- rasında sayılmak hakkım da ihraz etmiştir.

M. Behçet Yazar

\ ° \ i û iL u \ ‘

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Background: We compared the in vitro activities of tigecycline with those of other agents against 97 Streptococcus pneumoniae, 140 Haemophilus influenzae and54 Moraxella

Bu sıralarda Şeyh Küşteri'nin dergâ­ hına devam eden ve İri kara gözle­ rinden ötürü arkadaşları arasında Karagöz adıyla anılan Balı Celebzâ- de

Bu araştırmanın amacı ortaokul öğrencilerinin geometri problemlerinde verilen geometri sembollerine ilişkin sembolik ifadelere yükledikleri anlamları, ortaokul

Hakikaten Cumhuriyetin başladığı günler içinde, dört beş asırlık bir tarih yuvası olan Topkapı Sarayı, derhal' müze haline konuldu, bir müddet sonra

1242 senesinde Tıbhane, 1247 senesinde de Cerrahhane açılmış ve bu iki mektepten pek çok tabib mua­ vini ve cerrah yetişmiş, ilk çıkan tabib muavinleri arasında

Birinci Dünya Savaşı sonunda ağabey i ile birlikte kurduğu Yirminci Asır gazetesinde yayınladığı öykülerle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekti.. Gazetesi

[r]

Şimdiye kadar yazdığı bütün şiir­ leri, makaleleri, çektirdiği veya kendisinin çektiği resimleri, hak­ kında yazılanları ayrı ayrı dosya­ larda, zarflarda