Anılarla Yaprak Dergisi: 3
Tf~S>Sr‘2~0&rh
Orhan Veli
Yaprak'ı
doğru bildiği
düşünceleri
savunmak için
çıkarıyordu
Mahmut Dikerdem
Yaprak ve Orhan Veli’ye ilişkin anılarım belliğimde o denli canlı, renkli ve benim için değerli ki, fırsat bulursam bir gün onları bir ki tapçıkta toplayıp yayınlamak isti yorum. Kitabın admı da “Yaprak Destanı” koyacağım. Destan ne büyük söz, bir derginin destanı da olurmuymuş denilmesin. Eğer des tan, bir anlamda, olağanüstü, ina nılmaz olaylar dizisinin öyküsü ise, 32 yıl önce düşün ve sanat dünya mızdan bir kuyruklu yıldız gibi par layıp geçen Yaprak dergisinin se rüvenine bu ad yaraşır. Zaten Milli yet Sanat Dergisi’nin gelmiş, geç miş yüzlerce dergi arasından Yap- rak’ı bulup genç kuşaklara tanıtma sı da onun benzerlerinden ayrı, özgün bir uğraş ürünü, önemsen mesi gereken bir sanat olayı oldu ğunu kanıtlamıyor mu?
Yaprak dergisi 1948 yılı sonların da, benim Ankara’da Selânik Cad desindeki evimde yapılan bir arka daş toplantısmda doğdu ve Kahire Büyükelçiliği Başkâtipliğine atan dığım 1950 Haziranında yayımna son verdi. Derginin ilk sayısından Orhan Veli’nin ölümünden sonra yayınlanan son sayısına dek hemen hepsinde “M. Fırtınalı” ya da “Yap rak” imzasıyla yayınlanmış yazıla rım vardır. (11. sayıya kadar kul landığım M. Fırtınalı takma adın dan resmî makamlarm kuşkulanıp Orhan Veli ve Erol Güney üzerinde baskı yapmaları üzerine, politik ni telikteki yazılarımın Yaprak im zasıyla yayınlanmasını uygun gör müştük).
Yaprak’ın başlangıçta bir ekip çalışmasının ürünü olduğu doğrudur. Zaten derginin yalnız “isim babası” değil, gerçek kurucu su olan Sabahattin Eyuboğlu’nun en büyük tutkusu, aklına, fikir namusuna, gönlünde halk sevgisi taşıdığına inandığı aydınlarla ortak çalışma yapmaktı. Gerici çevrelerin canına kıydıkları Köy Enstitüleri deneyiminde bu tür çalışmaların ta dını almış, etkinliğini anlamıştı. Yaprak’ta da Sabahattin’in imece yöntemiyle işe koyulduk. Her hafta
bir arkadaşın evinde toplanarak ya zıları inceler, çıkacak sayıda hangi konulara ağırlık vereceğimizi tar tışır, bu arada bol bol içer, söyleşir ve zamanın modası olan “Charade” oyununu oynardık. Eşlerimiz de bir yandan derginin abonelere gönderi lecek nüshalarını hazırlarlardı.
Ne var ki, bu sevinçli, çoşkulu çalışma bizleri ne denli mutlu kılsa da Yaprak’m karşılaştığı güçlükleri yenerek yayınını sürdürmesine ye terli değildi, eğer Orhan Veli’nin inançlı, dirençli çabaları olmasa... Gerçekten de, ne her sayısı bir sa nat olayı gibi karşılandığı halde derginin dağıtıcılarından bir türlü toplanamayan paralar, ne basımevlerinin "hükümet baskısıyla oynadığı oyunlar Orhan Veli’yi yıl dıramıyor, bezdiremiyordu. Tüm zorluklara, baskılara karşın Yap rak’m bir buçuk yıl aksamadan ya yınını sürdürmesinin nedenini Or han Veli’nin bu derginin işlevine verdiği önemde, onu yaşatmanın bir görev olduğuna içtenlikle inan masında aramalıdır. Yaprak, Or han Veli’nin kısacık yaşamının son döneminde eriştiği ilerici, toplumcu kişiliği ile sanattaki ustalığının, in ce beğenisinin karışmamdan doğan görkemli bir yapıtı olmuştur. Yap rak Orhan Veli’nin bir tür “mili- tan” lık döneminin damgasını taşır. O’nun ölümünden sonra anısına ya yınlanan son Yaprak’ta çıkan ya zımda şöyle demiştim: “Ben Orhan’ı Yaprak’ı çıkarırken tanıdım. Yap- rak’tan hiçbir şahsî istifadesi yoktu. Gazeteyi on beş günde bir bastırmak için yüzlerce lirayı biraraya getirdiği günlerde yamak pantolonla dolaştığım bilirim. Yap- rak’ı şöhret kazanmak için de çı karmıyordu, onun şöhreti Yaprak okuyucularını çoktan aşmıştı. Or han Veli Yaprak’ı doğru bildiği düşünceleri savunmak için çıkartı yordu. Orhan bir ödevi yerine getir diğine, memlekete hizmet ettiğine inanıyor, Yaprak’m mutlaka yayın larına devam etmesini istiyordu. Çünkü O, sanatkârın sorumluluğu nun ne demek olduğunu anlamış, göklerden yere inmiş, kendini halk hizmetine vermiş bir şairdir” .
Ger-24
çekten de Orhan Veli Yaprak'la, on da simgelendiğine inandığı “mis- yon” u ile o denli bütünleşmiştir ki, Yaprak’m yayınlanmasına son ver mek zorunda kalındığı gün Orhaıı çökmüştür.
Bu yazımın Milliyet Sanat Dergisi’nde yayınlanacağı gün Or han Veli’nin ölümünün 31. yıldönü mü, O’nun anılarıyla dopdoluyum. Böyle bir günde Orhan Veli’ye ada nacak en etkili ağıtın, onu herkes ten daha iyi tanımış, sevmiş, değe rini anlamış olan büyük dostu, bir kaç yıl önce yitirdiğimiz büyük in san, değerli düşün adamımız Sa bahattin Eyuboğlu’nun Orhan Ve li’nin ölümünden üç gün sonra bana yolladığı şu mektup olduğuna ina nıyorum :
“Kardeşim Mahmut,
Orhan’ı kaybettik. Sana bu ina nılmaz haberi vermek için mi gecik tim dersin? Belki... Mektubun bana Yaprak’ı yeniden çıkarmak imkân larını aratmıştı. Orhan’ı bulup konuşmaya çalıştım.
“Bu sene Orhan bildiğinden çok fazla içiyordu. Hele son aylarda meyhaneden çıkmaz olmuştu. Onu vazgeçirmek değil, birkaç saat ayık kalmaya razı etmek mümkün de ğildi. Rakıdan onun yüzünden nefretimi göreli bana da seyrek geli yordu .
“ Son pazar günü beraberdik. Boğaziçi’nde içmeden dolaştık. Senden, Yaprak’tan konuştuk. Or han (yalnız sanat dolayısı ile) formülüne razı olmuyordu ama başka türlü çıkmanm imkânsızlığını da biliyordu. Bir müddet evvel bembeyaz bir Yaprak çıkarmayı ve olan bitene böyle cevap vermeyi kurmuştuk. Bu sayıyı yalnız abone lere gönderecektik. Arkadaşlar bu şekli tutmamışlardı ama galiba bu perişanlık bu dağınıklık içinde za ten “mümkün” şekil de bu idi. Or han içtikçe gevşiyor, gevşedikçe içiyordu. İşsiz, parasız ve meyustu.
“Pazar günü, diyordum, Boğaziçi’nde biraz “buluştuk” ve
i
ümitlendik. Ertesi gün buluşup esaslı bir karara varacak ve sana beraber yazacaktık. Ertesi gün bu luşmadık, daha ertesi gün...
“Gazetelerde teferruatı okumuşsundur. Belki otopsi netice sini henüz görmemişsindir. Çünkü biraz evvel Pertev’le Morg’dan öğrendik: Kronik alkolizmden mü tevellit beyin kanaması.
“Üç gündür dört-beş arkadaş ne korkunç bir ölüm kırtasiyesiyle uğraştığımızı tasavvur edemezsin. Elâlem Orhan’ın şiirini nihayet anlamaya çalışırken biz cesedini gömebilmek için akla karayı seçi yoruz. Korkunç iftiraların önlenme si için, bir bulut kadar temiz olan Orhan’ın didik didik edilmesi icab etti. Yarın onu nereye nasıl göme ceğimizi bilmiyoruz. Ailesi bize bı raktı. Rumeli Hisarı’na karar verdik
Urumeli Hisarı’na oturmuşum Oturmuş ta bir türkü tuttur muşum
Hastahanenin imamı, tesadüfe bak, benim Trabzon’dan sınıf arka daşım çıktı. Bu sayede işler kolay laştı. Yarın Pertev’le mezar kazdır maya gideceğiz.
“Dora (neler çekti bilsen kara kollarda) ve Muallâ içerde ağlıyorlar. Yaprak adına güzel bir çelenk hazırladılar. Telefon mütemadiyen işliyor: Orhan Veli’nin hayatı hakkmda malûmat... ölüm nasıl oldu? Cena ze ne zaman nereden kalkıyor? Ankara arıyor: “Eş dost inanmıyor, havadis doğru mu?” Velhasıl ölü evi bizim ev oldu. Ivır zıvır işler beni uyuşturdu. Orhan’ın gerçekten öldüğünü daha kendime söylememe vakit bulamadım. Orhan’ı şimdi İstanbul’da arayıp ta bulamamak mümkün mü Mahmut? Sahiden hiç bir yerde bulunmaz mı dersin? Lambo’da? Orman’da? Balıkpa- zarı’nda? öyleyse Sarıyer’e git miştir... Yahut Edirne’ye, Nahit Hanım’a...
“Seni çok severdi Orhan... Ge çenlerde: “ Kahire’ye gideceğiz, ha zırlan” demiştim. Gözleri parla
mıştı. Ama yıllardır ihmal ettiği as kerlik işini (bütün para cezaları affa uğramış olmasına rağmen) yoluna koymamıştı. Haydi başla işe dedim. “Mahmut ve Kahire için değer” de di, Ankara’ya şubeye bir mektup yazdı. Sana da o zaman Alicengiz bir mektup başlamıştı, yolladı mı bilmem, yarım kalmıştı. Başmda “Delikli Şiir” vardı.
“Son yazdığı şiirleri ceplerinde ve evde bulamadık. “Aşk resmi geçidi” diye bir şiir okumuştu geçen gün. Kaybolduysa çok yazık.
“Orhan, Orhan, Orhan, nasıl gidersin böyle yahu... Bukadar imkânla, bu kadar genç, bukadar pisipisine... Sağlığında da buna benzer sözleri kaç defa hepimiz bir türlü söyledik. Dalgacı Mahmut meğer bir çeşit yıldızmış, aktı geçti. Ele avuca sığmadı. Bu imiş olacağı. Tel qu’en lui-mème enfin...
“Orhan için son bir Yaprak sayısı çıkarahm diyorum. Ne dersin? Her halde bir yazı gönder. Şu veya bu şekilde birşey bastıracağız. Bir de suskripsiyonla Orhan’ın bütün yaz dıklarını birkaç cilt halinde bastıra lım diyorum. Bu hususlarda düşün düklerini yaz. Keder işten başka şeyle unutulmaz. Sonuna kadar bu gayya kuyusuna birşey 1er atacağız.
“Fakat gazeteler, patronlarına rağmen, Orhan’ı nasıl hep bir ağız dan tuttular ve gazetelerden bu teşviki görür görmez herkes nasıl sempatisini açığa vuruverdi. Ve kötüler nasıl (bir an için olsun) de- zarme oldu. Bunlar insanın ümidini yaşatıyor yoksa... Bugünlerde çok zor ümid etmek.
“Seni ortak kederimiz ve düşüncelerimizle kucaklarım kardeşim.
Sabahattin” NOT: Sabahattin Eyuboğlu’nun
yukarıdaki mektubunda adı geçen lerden:
Pertev: Pertev Naili Boratav, Dora: Erol Güney’in eşi Dora Güney,
Muallâ: Sabahattin Eyuboğlu’ nun kızkardeşidir.
25
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi