Thomas M atın ın “Büyülü D a ğ ı Prof. Dr. G ürsel Aytaç ırı çevirisiyle dilimizde
ormanda yolunu yitiren Hans Castorp sonsuzlukça süren bir an boyu -belki bir düş boyunca- “ insan ”ın derinliğinin içindeki o zaman dışı özle, soya, biyolo jik türe ait bilinçaltıyla tanışacaktır. İk limin ve coğrafyanın esrikliğinde \r ğının en dip katmanlarma kadar u çaktır dalgın bilinci. Kar tanecikle,, bütün ayrımları sildiği, Hans’m varı, mn doğayla bir ve aynı olduğunu hiss«. tiği, ölüm korkusunun yitip gittiği, L uygarlık dışı an’da, bireysel yaşantısını sınırlarını aşıp taşan sezgisel bir deneyini birikimine kavuşur bitkin gövdesi. Hiç görmediği mavi güneşli Akdeniz’i anım samaktadır, tarihi anımsamaktadır. Düş müdür, sanrı mıdır, anımsayış mı? Göv desinin hücre çekirdeklerinde yığılı yer yüzü tozu... canlanmıştır sanki...Mann’ın kahramanının bilincini ko lektif bilinçaltıyla buluşturduğu “Kar" bölümü (Cilt 2, s. 144-77) romanın er şiirsel ve en etkileyici bölümleri arasın dadır.
Bilinçaltı rastlantılar
Üst düzey bir entelektüel olan Mat döneminin bilimsel buluşlarım, kavr; larını ve kuramlarını, onlarla incede ceye dalga geçse de, özümsemiş bir yük dehadır. Türün ve bireyin bili' tı, Mann’ın yaratısında yerli yerini ’ Psikanalize bıyık altından gıik linçaltı rasdantılarının bireyi* nesine yönelişindeki belir]' manın kurgusuna ustaca # Hans daha sonra delice b dayla bağlanacağı Rus b
dia Chauchat’dan ön
maz. Kadının davran mis burjuva beğeni: maktadır. Sevdayı 1
Clavdia’nın yüz Ç
gözleri, H ans’ın ç anısına çağrışım ' sama düşte gerçek ilk gençlik çağını' aşk duyduğu ö Hans’ın gönül y Thomas M min farkındı avuca sığrr nin odakla, duyarlıdr zenijoa' lişki..
T
dThomas Mann yarattığı
kişiliklere sağlamca
ilmeklendirir yapıtının uçucu
içeriğini. Ve okur, insan
gerçeğine bir adım daha_
yaklaşmış olur. “Büyülü D ağ”
metninin derin katmanlarıyla
yüzeysel biçimi, başka bir
deyişle felsefi ve simgesel öz
ile karakterler ve ilişkiler
birbirinden hiç kopmaz.
1
912 yılında Thomas Mann, İsviçre Alplerinde -Davos’a yakın- bir sana toryumda tedavi gören karısıyla bir kaç hafta kalır. Tüberküloz sağaltımının soğuk ve arı dağ havasından medet um duğu dönemdir. Soğuk Thomas Mann’a iyi gelmez, ateşlenir. Muayenede ciğerin de küçük bir odak bulunur. Helumler birkaç aylık sanatoryum kürü önerirler.Thomas Mann ikilemle yüz yüzedir. Konuk diye bulunduğu ortamda hasta ya mı dönüşecektir? Kısa kürler için ge lip yıllarca sanatoryuma mahkûm kalmış insanlar tanımıştır, dağın eteğindeki sıra dan yaşamdan sonsuzca kopmuş insan lar... Mann ölümün ve onun elçisi hasta lığın baştan çıkarıcılığını sezmektedir. Sağlığını riske atıp, her zamanki yaşantı sının iplikçiklerine tutunsa mıdır?
Mann dağı terk eder, yaşama döner.
Bu ikilimden dünya edebiyatının bir ulu başyapıtı, “ Büyülü Dağ” doğacaktır. Ve rem, dağ ve sanatoryum birer dev meta- fora dönüşüp, Thomas Mann için, insan varoluşu, yaşam-ölüm karmaşası, uygar lıklar ve çöküşleri üstüne tüm düşünce lerini, duyarlıklarını dile getirme fırsatı nı yaratmıştır. Karısının hastalığı ve araş tırmacı zihni verem üstüne geniş kap samlı bir incelemeye yönlendirmiştir onu. Mann tıp biliminin -röntgenden dö nemin gözde akımı psikanalize dek- has taya sunabileceği tüm olanakları -bir yö nüyle ansiklopedi genişliğindeki- roma nında irdeler. Biraz uzak ve hafifçe alay cıdır. Büyülü Dağ’ın o benzersiz alaşımı nı oluşturan hiçbir izlelde tam anlamıyla özdeşleşmez. O iflah olmaz bir kuşkucu dur!
Ölüm gerçeği
İkinci Dünya Savaşı’na ve Nazi kıyıcı lığına dek, “sağ” denilebilecek bir siya sal tutum benimsemiş Mann’m yapıtla rını -“ Buddenbrook Ailesi” başta olmak üzere- burjuva düzeninin yaman birer eleştirisine dönüştüren bel ki de onun sorumlu vicdanınm içtenlikli kuşkularıdır. Belki de varoluş dramının o amansız ve kı- rdgan odağı -ölüm gerçeği- yö rüngesinde mıknatıslanan sezgi leri ve duyarlıkları...
Büyülü D ağ’ın başkişisi Tho
mas Mann’ın ikilemiyle yüz yü zedir: Tedavinin tutuklayıcıhğı mı seçilmelidir, riski göze alıp her za manki yaşam mı sürdürülmeli dir?
Başkişi, Thomas Mann’m sını fının tipik ve atipik özelliklerini taşıyan genç bir Alman burjuva dır: Mühendis Hans Castorp. Eğitimi, yetiştirilişi, yaşam alış kanlıklarıyla tipik burjuva, akılcı lığa, bilime, öğrenmeye yatkınlı ğıyla tipik Avrupalı aydınlanmış birey, yardımseverliği ve erdenli ği ile örnek Hıristiyan (dinsellik
yet likı
iç dünyasında pek az yer tutsa da), düzen düşkünlüğü ve öz gürlük kavramım kişisel bir ya şantıya dönüştürme coşkusun dan yoksunluğu ile tipik Al man yurttaşı Hans Castorp.
Atipiklik H ans’m ölümle pek erken tanışmasıyla başlar. Anne babayı çocuklukta, onu
etiştiren büyük babayı ergen- " te yitirir Hans. Büyükbaba
nın gömü töreni için özene bezene süs lenmiş cesedi, Hans’a hayatın tüm anla mı, ulaşabilecek en çekici amaç gibi gö rünür. Sanki aslolan yaşantı ölümdür! Se vilmiş ama okşanmamış bir çocukluktan gelir Hans. Sevgisizliğin acılığına ve acı masızlığına uzaktır. Tersine şefkatlidir ve ana kucağının sıcağından yoksun ama korunmuş çocukluğu onu alabildiğine incinebilir kılmıştır. “Hayatın" kırılgan
çocuğudur” o... Dokunma ve dokunulma
yoksunluğu romana baştan sona sinmiş tir. Tüm yaşantılar zihinseldir, hastalık dışında. İnsanı hayata kenedeyen o pek somut göbek bağını -dokunmayı- Hans anımsayamadığı uzak bir geçmişte yitir miş, bu bağa özlemini bile çekemeyecek denli uzak büyümüştür. (Hans kendi gövdesine, cinsellik bağlamında öylesi ne yabancı ve iç dünyasında öylesine tu tuktur ki, sanatoryumda platonik bir sev dayla vurulacağı Rus kadı
nına duygularım ana di linde açıklayamaz, Fran- 4
sızca konuşur.)
Hans Castorp tedavi
gören bir yakınını -sizli bizli konuştuğu kuzeni
Joachim i- ziyaret etmek
üzere gelir İsviçre Alp- lerindeki
sanator-ma. Ve orda büyülenip ka- r!.. Tıpkı T. Mann gibi, soğuk nedeniyle ateşlenmiş ve ciğe rindeki minik odak, gövdenin derin gizlerini çözen röntgen makinesine yakalanmıştır. Ona bir tedavi kürü önerilir. Hans’m kararının -yukarda özedenen karakter gelişiminin ışığında, Thomas Mann’inkine ters yönlenişi bizi hiç şaşırtmaz. Hans birkaç haftalığına konuk geldiği sa natoryumda yedi yıl kalacaktır!.. Koca bir zaman dilimi...
Zaman... Zaman nedir ki?.. Göreceli ği, amansızlığı, ellerimizde yitiverişiyle zaman... Bitimsiz zaman... Büyülü Dağ hiç kuşkusuz zaman üstüne dünya dille riyle zamana kazılmış en güzel anıtlardan biridir. Roman zamanın tartışıldığı koca bir bölüm içerir: “Kıyıda gezinti” (cilt 2, s. 225 İngilizce çeviride “Zaman okyanu
sunun kıyısında”) Bizler -insanlar- için,
zamana belirgin bir biçim veren, kendi ölümlülüğümüz müdür? Herhalde. Ve bir o kadar da bir başka etmen, toplum sal etkinlik, ilişkiler ve devingenlik kısıt landı mı, zamanın bölümleri yitmekte, yaşamın akışı nabzını uzay kürelerinin döngüsel ritmine uydurmaktadır, yani mevsimlere. Oysa mevsimler, yeryüzü nün haritası belli bölgelerinde yaşayan ölümlüler içindir. Ulu dağların tanrısal doruklarında mevsimler iç içe geçer, bü yüye küçüle, koyulaşa açıla ama hep iç içe
Î
evrilen döngüler gibi... Ağustosta tipi >ozbulanık savurur evreni, ocakta kızgın güneş yakar teni. Bitimsiz bir “şimdi”... an’ın sonsuzla çakışması...öyle de, _
b irin d e , işte böyle bir ik
limde, günün ERENDİZ ATASÜ
S A Y F A 8 C U M H U R İ Y E T