Devekuşuna m ektuplar
Haldun
Taner
ı
I
I
I
1
KIRK ALTI YIL SONRA
O
S M A N LI İmparatorluğumun Avrupa uzantısı bir şehrin de doğmuş olmak, gençliğinde bir Balkan başkentinde ataşemiliterlik etmek, ama hepsinden de çok, o yaman sağduyusu O’nu elbet birçok meslektaşından ayıracak, Batı' ya, çağdaş uygarlığa daha açık yapacaktı. Sofya'da opera sey rederken, “ Neden bizde de opera yok” diye hayıflanan, İstan bul'un herhangi bir semtinde değil de, en AvrupalI kartiyesl Şişli de oturan, Perapalas çaylarında en iyi giyimli subay ola rak dikkati çeken bir insandı. Bu uygar özenin onda nasıl kök lü bir üslûp haline geldiğini, yaveri Muzaffer Kılıç’tan dinlemişimdir: Öiüm-kalım savaşı ortasında, Kocatepe'deki ça dırında her sabah ilk işi sinekkaydı tıraş olmak, sarışın başına yarım şişe kolonya boca edip friksiyon yapmak ve üniforma ya kası boğazını örselemesin diye altına özenle ipek mendilini sar mak olurmuş.K
U R T U L U Ş T A N sonra, ‘İşte memleketi kurtardınız, ş im di ne yapmak istersiniz?” diye sorulduğunda, “ En bü yük emelim, maarif vekili olarak yurdumun irfanını yükseltmektir” diye cevap verişi kuru lâf değildir. O tarihten sonra, birbiri arkasına hep kültürel atılımlar yaptı. O kadar üze rinde durduğu laikliğin siyasî ve toplumsal kapsamı kadar, bi lim, kültür ve sanata sağlayacağı özgürlüğe de önem veriyordu. Saatleri ezani saatten, Avrupa saatine ayarlanmanın nasıl me cazî bir anlamı varsa, şapka devrimi de kafanın dışından çok, içini değiştirmeye yönelik bir anlam taşıyordu. Sarayburnu’nda dikilen ilk heykelin, kendi heykeli oluşu da rastlantı değildir. Heykel yasağını ilk aşan bu anıt, onun kişiliğinin getirdiği bir dokunulmazlıkla daha sonra yurdu süsleyecek nice heykelle re yeşil ışık yakıyordu. Elifbenln yerine, Lâtin alfabesini koy mak, okuma tekelini mutlu azınlıktan kaldırıp bütün yurttaşlara yaymak, sade cehalete açılmış büyük bir seferberlik değildi. Ay nı zamanda, geleceğin kültür talebini oluşturacak büyük yığın ları yetiştirmek özlemi idi. Bilimin özgürlüğüne inanıyordu. En yüce dokunulmazlığı bilime tanıyordu.K
IRK altı yıl önce öldü. Çıkacak ikinci Dünya Savaşı'nı ve onun sonucunu önceden bilmişti. Kehanetinin doğ ru çıktığını göremedi. Türkiye ondan sonra bir süre da ha tek parti egemenliği ile yönetildi. Ama onun üzerine titredi ği üniversite özerkliğine müdahale edilmedi. Tam tersine, Hitler'in gazabından bize sığınan Alman bilim otoritelerinin de katkısıyla üniversitemiz altın çağını yaşadı.Savaş yıllarında sıkıyönetimler yaşandı. Basın özgürlüğü za man zaman kısıtlandı. Savaş bitince, müttefikler safında yer ala bilmek İçin çok partili rejime geçildi. İktidar değişti. Yeni parti, iktidarının onuncu yılına doğru antl-demokratlk eğilimler gös terince ilk askerî müdahale gledi. Yirmi yedi Mayıs'çıları kendi ihtirasları yöneltisinde kullanmak heveslisi muhbirler grubu ra kip meslektaşlarını gammazlayıp, hiç yoktan bir 147’ler olayı çıkarttılar. Ama yanlış hesabın Bağdat'tan dönmesi zorunlu ol duğundan foyaları kısa zamanda anlaşıldı. 147ttoca kürsüleri ne iade edildi. Koalisyon döneminden sonraki yeni iktidar dönemi ikinci, demokrasiyi iyi kullanamayış ve terörü önleye- meyiş dönemi İse üçüncü müdahaleye yol açtı. Yeni bir danış ma meclisi atandı. Yeni bir anayasa yapıldı. En kısa yoldan tekrar demokrasiye geçiş kararlaştırıldı. Seçimler yapıldı. Ama iki belli başlı partiye bazı mülahazalarla seçim vizesi verilme di. Yeni Anayasa ile üniversitelere de bir müdahale zorunlu gö rüldü. İçerde ve dışarda hayli eleştirilere hedef olan YOK böylece doğdu. Bilimsel olduğu iddia edilemeyecek, daha çok sübjektif ve politik nedenlerle birçok profesör kürsüsünden uzaklaştırıldı. Bir kısmı da kendiliğinden İstifa etti.
C
UM HUR İYETİN en ünlü profesörlerinden biri olan Yusuf Akçura’nın sakallı oluşu O'nu hiç tedirgin etmezdi. Nite kim Avrupa üniversitelerindeki hocaların çoğu da sakallı idi. Bizde YÖ K döneminde ise sakatlılık azil sebebi olabildi. Y Ö K , yurtta üniversitelerin sayısını çoğaltmış olmakla övünü yor. Ama yetiştirdiği öğrencilerin övünülecek bir seviyede olup olmadığı hayli tartışma götürür. Gençlerin orta eğitime, yük sek eğitime erişebilmeleri güçleşti. Buna karşın, genç İhtiyar tüm yurttaşların matematiği, hele faiz hesabı yeteneği çok ge lişti. Devletçiliğin yerini şimdi Friedmanncılık aldı. Yolunu bul ma, İş bitirme, köşeyi dönme dönemi başladı. Gümrükleri açtık. Eskiden sımsıkı kapatırdık. Yerli malları haftasında kemerimi zi sıkmak, azla yetinmek, kendi mallarımızı tüketmek İçin slo ganlar atardık. Şimdi peynir ülkesi yurdumuzda vitrinlerimize şeref veren meşhur İsviçre peyniri “ La Vacha Qui Rit” = Gülen İnek” belki de bunun İçin böyle sırıtıyordur. Eskiden, yabancı şirketlerin iktisadiyatımızı sömürdüğü sanılırdı. Hatta zamanın Nâfıa Vekili, eî altından bize Vagon Llt önünde miting düzen letir, “ defolun" diye slogan attırırdı. Meğer ne kadar yanlışmış. ’ Bugün iktisadiyatımızın en büyük umudu yabancı şirketler ol du. Bu arada konservatuvarlar çoğaldı. Ikl operamız, elli tiyat romuz, konser ve sergi salonlarımız, renkli yayın yapan televizyonumuz, ünü yurt dışına taşan hanım kızlarımız var. »B
İZE "Öğün, çalış, güven" demişti. “ Gerçek rehber bilim dir” demişti. Hep iyi şeyler öğretmişti. “ Yakında mua sır medeniyet seviyesine erişeceğimizi, hatta aşacağımı zı" telkin etmişti. . , ,Evet, O ’nu yitireli kırk altı yıl olmuş. Nerede olumlu bir ge lişme görsok, O ’nun izdüşümünü seziyoruz. Nerede karamsar laşır gibi olsak, hep O'nu anıp, yürekleniyoruz.
O, sade kurtuluşun değil, iyimserliğin de simgesi İdi. Taha Toros Arşivi