• Sonuç bulunamadı

Komedya - Trajedya

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Komedya - Trajedya"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I C Ö M E D Y A - T j R A J E D Y A

S

AN’AT hummasını o daha çocukken hiss etmiş,

henüz on bir yaşında o humma ile yanmıştı. Ba­ bası onu Manakyan m tiyatrosuna bir ramazan ge­ cesi ilk defa olarak götürmüştü. Ve sahnede ıztırap çe­ ken, seven, bir gayeye îmanını bağıran insanlar kar­ şısında, temsil san’atının yüksek mahiyetini anlamış:

— Büyüyünce ben de böyle oyuncu olacağım, sö­ zü kat’î bir eda ile ağzından çıkmıştı.

Babası, Babıâlı dairelerinden birinde bir kalem mü­ dürü, Ûla-evveli rütbeli, sakallı ve göbekli, altın bastonlu ve kelli îelli bir Beyefendi idi. İlk önce mümeyyizliğini, müdürlüğünü, sonra da mektupçuluğunu ve müsteşarlı­ ğını tahayyül ettiği oğlunun bir oyuncu parçası olmak için izhar ettiği arzuya fevkalade hiddet ve esef etmiş, kendisi gibi bir zattan böyle bir evlat çıkmasına şaşıp kalmıştı. Halbuki, bundan evvel çocuk birçok kereler Haşan la Şevkî nin tiyatrolarına gitmiş, ve süpürge sap­ ları ile döğiişerek tenekeler fırlatmak ve uzun kollu hır­ kalara burun silmekle kopartılan kahkaha fırtınaları kar­ şısında, sebeplerini tamamen tayin edemediği bir istik­ rah hiss etmişti. Fakat bu yeni oyuncuların ciddiyet ve vekar içinde büyük felaketlerle cenkleşmelerine hayran olmuştu. O gece çocuk, karşısında hayatı, içinde yaşadı­ ğı hayattan bin bir kere daha heyecanlı ve daha ihti­ raslı bir hayatı görmüş, ve bütün bu hayatı kendisine göstermek üzere halk edebilen bu oyuncular için de varlığında hürmet, hayranlık duymuştu.

O ramazan gecesi, evlerine iftara gelen - babası gi­ bi şişman ve kelli felli -iki misafirle beraber Manakyan a götürülmüştü. Locada ünde oturmuş, pederi ile misafir­ lerinin sırf kendisine vermek üzere deye almışken çıtır- çıtır yemeğe koyuldukları fıstıklara ve fındıklara el sür­ meyerek, iki yumruğu şakaklarında, yaşlı gözlerle oyu­ nu seyr etmiş, sonra tek atlı kupa arabalariyle Şehzade- başından Fatih deki konak yavrusu evlerine dönerlerken, babasına:

(2)

— Ben de büyüyünce böyle oyuncu olacağım! de­ mişti.

■■ Babası kendisini tekdir etmiş ve evde karısına:

— Güzel şeylere maşaallah bizim Fuat pek heves­ li. Büyüyünce oyuncu olacağım, diyor, deye dert yan­ mıştı.

Annesi onu müdafaa ederek demişti ki:

— Aman Bey, çocukların her sözüne kıymet veri­ lirini ? Eyiyi fenayı bilse çocuk olmaz canım!

— Vallahi bilmem, ben de çocuk oldum ama, asker olmağa heves ettim, doktor olmağa heves ettim, böyle adi şeylere heves etmedim!..

Oyunculuk sahihten fena, zelil bir şeymi idi ? Ço­ cuk bu yeni tiyatroyu parmakları heyecanla birbirine kilitlenmiş, gözlerinden ağır ağır dökülen yaşları silmek hatırına gelmeden seyr etmişti. Sahnede gördüğü felaket­ lere acımış, zulümlere hiddetlenmiş, adaletin biraz geç de olsa son zaferine sevinmişti. Yüzlerce seyircinin çeh­ resinde de hemen aynı merhameti, aynı hiddeti, aynı sevinci görmüştü. Bütün bu heyecanı yaratmanın zelil ve çirkin bir şey olamayacağını pek güzel hiss ediyordu.

Fuat o geceden sonra imkân oldukça Manakyan trupunun temsillerine gitmiş, Manakyan dan başka Fehim efendi yi, Aleksanyan la Şahinyan ı, zevç ve zevce Bine- meciyanları, Hekimyan ve Kınar hanımları bellemiş, her birini oyunlarının bütün hususiyetleri ile anlamıştı. Ara­ dan seneler geçtikçe, ilk önce kendisini sadece hayran etmiş olan bu sahnenin bütün zaif ve kusurlu yerlerini görmüş, kırık iskemlelere kurularak Paris in en zengin salonlarında en mfıteher ve mühim şahsiyetleri temsile kalkan bu (Mösyö marki) lerle (Madam Kontes) lerin bir bardak su istemek için de türlü heyecanlar taşıyan bir ses kullanmalarındaki gülünçlüğü, hele konuşulan türk- çenin berbatlığını anlamakta gecikmemişti. Lâkin tekmil bu noksanlar hakikatte tiyatronun büyüklüğüne karşı bir delil teşkil edemezdi kil Bir gün aktör olmak husu­ sunda çocukken vermiş olduğu o kararın imkânsızlığı­ nı büyüdükçe her gün daha fazla hiss ediyor, lâkin sah­ neye olan meclubiyet ve hürmeti hiç azalmayor, hattâ gittikçe artıyordu.

(3)

Aktör olmak, facialar oynamak, bütün bir hayatı birkaç saat içinde yaşatmak, her gece başka bir şahsın hüviyyetine bürünerek dün bir kahramanın, bugün bir caninin ve yarın bir mazulmun şekline girmek, bin bir hayatı bir hayat içinde duymak ve duyurmak, bu ne büyük ve ulvi bir mazhariyetti!..

*

* *

OONRA, bir gün, meşrutiyet ilan edilivermiş, ve edili­ v e r i n c e de şehrin her tarafında sahneler kurulmuş, ka­ lemlerinden ve hattâ konaklarından ayrılarak bu sahne­ lere çıkan beyler, hattâ beyfendiler olmuştu. Bunlardan birinin pederi, Fuad m babası Necmettin beyin eski bir âmiri idi ve Necmettin bey onun için:

— isabet ki adamcağız vaktinde şaniyle, namusu ile ölmüş. Oğlunun bu rezaletini görse yüreğine inerdi! diyordu.

Rezalet, babası aktörlüğe hâlâ bu sıfatı verdiği için, Fuat artık “— Ben de aktör olacağım, diyemiyor, ba­ basını ihtiyarlığında betbaht etmemek için bu fedakârlı­ ğa kendisini mecbur add ediyordu. Hukuk mektebine de­ vama başlamıştı, bir taraftan da kaleme gidiyordu. Lâ­ kin Necmettin beyin bir gün füc’eten vefatı, onunj her kararını altüst etti ve anladı ki bir gün, yakın bir gün­ de, mutlaka sahneye çıkacaktır. Ve senelerden beri ez­ berlediği dram ve haile rollerine daha büyük bir hırs ile çalışmağa, bilhassa Hamid in muhayyilesinden doğan mahlûkat ile, Tarık la, Eşber le, Davalaciro ile her gün saatler geçirmeğe koyuldu. Bir iki ay bu vaziyet devam ettikten sonra da, bir gün gazetelerde bir ilan gördü.

Resmî bir tiyat- t r onun teşekkül etmek üzere ol­ duğu haber veri­ liyor, ve kendile­ rinde sahne için kabiliyit g ö r e n gençlerin Fransa- dan sureti -mah- susada celb edil­

(4)

en Mösyö Antu- van a müracaat­ ları bildiriliyordu. Bu ilan,onun be­ line sarılıp gaze­ te n i n bildirdiği yere kadar ken­ disini sürükleyen

ve Antuvan in

karşısına ç e k i p çıkaran bir zincir oldu. {Aktörlüğü­ ne şüphesiz an­ nesi de memnun olmayacaktı. Lâ­

kin onu razı etmenin babasını razı etmek gibi imkânsız olmayacağından Fuat emindi. Annesi gevşek iradeli bir kadındı.

Antuvan a gidinceye kadar pek büyük b:r heyecan duydu. “— Acaba, ne deyecek?" diyordu; aynı zamanda da göreceği adamın ehemmiyet ve kıymeti kendisine âdeta korku veriyordu. Onun îransız sahne tarihinde çok mühim bir rol oynamış, muharrir ve san’atkâr, bu sah­ neye pek büyük kabiliyetleri keşî ederek ve yetiştirerek mal etmiş olduğunu, eski an’aneleri ve zincirleri yıkarak memleketinin tiyatrosuna feyyaz bir hayat getirdiğini bi­ liyordu. Karşısına çıktığı zaman oldukça sukutu-hayale uğradı. Bu, orta boylu, kıyafeti mühmel ve vucudu dört köşe bir adamdı. Hiç tebessüm etmeden, çok kısa cüm­ lelerle konuşuyordu. Fuad ın biraz îransızca bildiğini anlayınca, yanındaki tercümana: “— Sana luzum kal­ madı 1” şeklinde bir işaret etti ve sonra dedi ki:

— Tabii ezberinizde bâzı parçalar vardır. Bunlar­ dan birini okuyun bakayım.

Hâmid in Eşberinden bir meclisi bellemişti. İsken­ der in aşkı ve ihtişamiyle küçük vatanını hakîr gören

(5)

hemşiresi Sumru ya karşı Eşber in derece derece yükse­ lerek kardeş katili olmağa kadar giden tehevvürünü gös­ teren büyük ve enfes rolü yaptı. Fransız, matruş ve ap- lak yüzünde kırışıkları arttıran bir dikkat içinde Fuad ı dinlemişti.

— Söyleyiş serbes. Ses tatlı, hele heyecan cidden samimî. Fakat siz hiç bir zaman bir trajedya aktörü

ola-________ mazsınız. Bu şiş­ man vucut, bu etli yüzdeki yu­ muk gözler, bu

büyük vücuttan

çıkan ince ses, bunlar ancak bir komedya aktörü­ ne yarayacak a- letlerdir. Türkçe- de Molyer in eyi tercümleri v a r ­ ırı ı ş, Bunlardan ezberinizde b ir şey varmı ? Âdeta mağ- rurane: — Hayır, dedi. — Siz bana on gün s o n r a Molyer den, me­ sela Hasis in ve­ ya Tartüf ün bir parçasını ezberle­ miş olarak gelin!.. Söz kat’i idi. Fuat itaat etti.

* * *

O

N seneden beri Millî tiyatronunjam birinci safa geç­miş aktörlerinden biriydi. Halk kendisini seviyor, bü­ yük rolün kendisinde olduğunu haber aldığı her piyese bilhassa rağbet ediyordu. Muharrirler ve mütercimler, “Fuat için büyük bir rolü var!” deyerek piyeslerin ka­ bul edileceğinden emin bulunuyorlardı. Fakat bunlar

(6)

hep komedya rolleri idi. Antuvan m hükümlerinde isabe­ ti düstur olarak kabul edildiği için, kendisi bile bilaha- ra dram ve trajedya rollarine geçmeğe çalışmamış, buna cesaret etmemişti. Tatlılardan ve böreklerden bahs edi­ lirken gözieri parlayarak dudakları gevşeyip sulanan obur adam rolü; yedi kat bohçanın ardında gizlediği parasını sayarken elleri korkudan, meftunluktan, sevinç ve hırstan titreyen hasis adam rolü; sonradan ve kim bilir

nasıl edindiğizenginliği herkese ilan edebilmek için kendisini mütemadiyen rahatsız eden ve aleme mütemadiyen m a s ­ kara olan b u adam rolüjtorunu yerinde bir genç kız alarak başına bin bela"ge­ tiren ve b u belalarda ancak gülünç, olan adam rolü .. Faciaya kadar gitse bile sadece güldürmek maksadile temaşagerin karşısına çıkan şahısların rolleri ... Onun söylediği sözlere ve canlandırdığı ” vakalara halk uzun ve biraz kalın kahka­ halarla gülerken, F u a d m facialara yaramı— yan ince sesi hüzünle b u r k u l u r ,fazla etli yüzünde keder ve isyan işmizaziarı dolası: bakışları daima güldüren o küçük ve biraz yuvarlak gözleri hüzünle nemlenip bulut- lanırdı.Komedya aktörü,bu sıfat kendisine bazan tuluatların komiki-şehirliği gibi ,

L

Ş ^ S e i i r , s e y i r c i sıralarında yüksele» kahkahalar,üzerinde bir hakaret tesiri ya-Pîfdl1:B ^ Zan J>irdenbire d u r u r , i r k i l i r , isyan

edip bağırmak: ^

»t _

"Ne gülüyorsunuz?Yaşattığım b u tipde iz-y otomu?Meşe la çok sev­ diğiniz b u mürai,bu Tartüf rolünde gülü- nçten ziyade feci yokmu?Bu kadar aldata- k ^dfr .y8J i;noı olan adam korkunç- tur.Yaşamak için bu kadar aldatmak mecbıl- riyetinde bulunan bir adam zavallıdır. Ne gülüyorsunuz.?” Demek isterdi

Lakın sahnenin esiri idi,herne bahasına olursa olsun hayattan ayrılmamağa azmi

(7)

Üç aydır sahneden uzak yaşayordu.Ağır ve affetmez bir hastalığın peşinde günden

güne eriyor,yüzünün o fazla etleriher gün biraz daha azalıyor,ufalmış yüzünde gözle­ ri şimdi büyük ve ateşli görünüyordu.

Fakat F u a t ,birdenbire gelip kendsini yere çalan b u hastalıktan dolayı pek müteessir değildi.

Sahneyi fevkalade özlemiş olmakla beraber içinde yeni bir ümüdin ateşleri yanmış bu- lunuyordu&Hergün bfcktığı aynada kendisini hep daha solgun ve harab gördükçe yehi bir ümitle renksiz dudakları açılıyordu.

Daha sıhhatde bulunduğu en son günlerde bia muharrir eski roman hayatını tasvir elen k3 asik bir facianın tercümesini getirmişti. Bunda Romalı bir serdarın hayıtın kahredi­ ci felaketleri çiçnde ezilip can vermesi gösteriliyordu.Ve aynada şimdi yüzüne b a ­ karken hakik felaketler çekmiş,kurtulmak için ölümün seve seve beklenileceği fela­ ketler çekmiş bir adam çehresi görüyordu. Hastalığın pençesinden henüz kurtulduğu gün daha vuc u d u hiç kuvvetlenmeden,yüzün­ de henüz o öllim rengi,sesinde bu yorgun ve bitkin eda ile Romalı serdarın röluşü oy­ namak hevesinde idi.

Hemen her gün,bir kaç d a k i k a s ı n m e yapıp yapıp ayırarak ziyaretine gelen tiyatro müdürüne b u arzusunu açtı.O acaba F u a d m yakında ölüme mahkm olduğunu biliyorduda son günlerini tatlı bir ümitle doldurmak maksadilemi b u arzuyu kabul etti?yoksa bir türlü yat ağa yatmak istemiyerek dizinde bir

(8)

battaniye ile sedire uzanmiş olan a d s a n yüzünde ve halinde trajedyayı,haileyi h; ileyi hakikatian canlı bir şeicildemi gör< dü?

Olur dedi?

Sanatkar sevinmiş,bir çocuk gibi sevinmiş­ ti?

Öyle ise bana rolümü gönder de hemen ezberlemeye başlayayım.

Yorulmayasın sakın? :

Hayır bilakis avunur

um.

Hem zaten kefeni yertmış olduğumu pek iyi hissediyorum.

ı

Rolü baştan baş ezberlemiş,hatta o rodj için lazım gelen kiyafeti de tamamiyle hazırlamıştı.Romalıların giydikleri e n ­ tari içinde zavallı vuc u d u kayboluyor kollar

ve boyun bir iskelet inceliği ile meydana çıkıyordu. Bu incelmiş vucudu, sapsarı olmuş rengi ve çukura batmış gözleri ile seyircilerin karşısına çıktığı zaman halkın duyacağı ürpermeyi düşündü. Onu senelerce bir hakaret gibi müteessir eden kahkahalar halkın dudaklarında ar­ tık donacak ve halk onu bir komik saydığı, bu kadar hata edebildiği için kendi kendinden utanacaktı. Fakat daha eyileşmeden, rengi düzelip siması daha etlenme­ den, bu yarı ölü halinde oynayabilseydi 1 Nekahet dev­ resini de beklemeden sahneye çıkmak isteyordu. Bundan dolayı hastalığı yeniden tepse bile, bir' gecenin zaferi bir ömür kadar güzel olabilirdi.

* * *

İZ ENDİNİ bilhassa eyi bulduğu bir sabah, bunu mü- düre söyledi. O kabul etmek istemeyor:

— Nasıl olur? Çok has­

tasın, bir kere doktora sor- ı

(9)

Fuat ısrar etti: — Brak, canım, ben eyi olduğumu hiss ediyorum. Esasen ha­ zırlanmak da on on beş gün sürer. O vakte kadar büs­ bütün eyi olurum. Sana son perdedeki rolümü yapayım da gör.

Müdürün itirazını dinle­ meyerek ayağa kalktı, rolün kıyafetine girmek üzere yan­ daki odaya geçti. Beş dakika sonra avdetinde, tepeden tır­ nağa kadar bir Romalı kıya­ fetine girmişti. Ve girer gir­

mez, son perdenin son mec-

---üslerini oynamağa başladı. Roma nm en çok nifak ve hırs içinde yüzdüğü devirlerde yaşamış bir serdar tasvir ediliyordu. Ve zaferden zafere sevk ettiği orduların ba­ şından düşmanlarının desiseleri yüzünden alınıp bir kö­ şeye atılmış olduğu halde, yine kendinden korkulan ve aleyhinde türlü tertibat alınan bu serdar, zaten ölümün pençesinde bulunuyor, zaten ölümle pençeleşiyordu. Ti­ yatronun müdürü, karyolanın ayak ucundaki koltuğa gömülmüş, iki eli şakaklarında, Fuad ın nihayet oynamak mazhariyetine eriştiği trajedya rolünün tek seyircisi ol­ du. Onun bir türlü sevemediği, severek oynayamadığı komedya rollerini bütün bir halk seyr ederken, oynamak için vucudunun belki son kuvvetini verdiği bu trajedya rolünün yalnız bir seyircisi vardı. Ve bu münferit seyir­ ci, hayret, merhamet ve korku içinde, ıztırap ve ölüm sahnesinin ne dereceye kadar sahih ve ne dereceye ka­ dar oyun olduğunu kestirememekten mütevellit

(10)

ürperti-lerle gark olmuş, sonuna kadar seyr etti. Kesik kesik ök­ sürürken, dönen başını iki eliyle sıkarak yere düşmemek için oraya buraya dayanmak mecburiyetinde kalırken: Benim için artık her şey geç kalmıştır, işte artık ölüm terleri, ölüm terleri döküyorum 1” deye ellerini al­ nında gezdirirken ne dereceye kadar rol yapıyordu? Zavallı Fuat da bunun farkında değildi. Ve tiyatrodan gönderilmiş deftere bakarak ezberlediği rolde yavaş ya­ vaş yatağa yaklaşması, yavaş yavaş yatağa düşerek ölüm soğuğuna karşı sırtındaki entariye büsbütün sarılıp bü­ zülürken uzun uzun öksürmesi, ve sonra, birden bire gözlerini hayata kapaması yazılı bulunduğundan o da yavaş yavaş yatağa yaklaşıyor, vucudu ağır ağır ya­ tağa düşüyordu. Bunlar hep rol icabımı idi? Sahne müdürü de, aktör de öyle zann ediyorlardı. S o n r a , aktörden (rol icabı) kısık kı­ sık sesler çıktı, öksürük­ ler duyuldu, ve birden bu sesler, bu öksürükler rolün icabına uymadı. Yatağa dü­ şen aktör, cesedi bile düş­ manlarım ürkütecek bir mu­ azzam Roma serdarına ya­

kışmayacak bir perişanlık

içinde vucudu iki kat ola

ola, yüzü morara kızara

öksürüyordu. Ve artık pi­ yesin daima mutena sözle­ rini söyleyemeyor, ağzından boğuk seslerle beraber beyaz ™ ' bir köpük geliyordu. Sah­ ne müdürü ayağa kalkmıştı, fakat hâlâ mütehayyir, hâlâ mütereddit, ilerleyemedi. Ve o, sanki bir şey bekler gi­ bi ayakta mütereddit dururken, aktörün gözleri birden

(11)

cama benzedi, yana kaydı, ve kollariyle bacaklarındaki ihtilaçlar birden durdu.

*

* *

MIEŞHUR Komedya aktörü Fuat Raif, hayatında ilk defa olarak oynadığı trajedya rolünü, o rolün tıpkı aslı gibi, ölümle bitirmiş, son ölüm sözleriyle beraber can vermişti.

Fakat çok memnun ve mağrur öldü. Çünkü tek seyircisinin gözlerindeki hürmet ve korkuyu son ânına kadar fark etti, ve bu hürmet ve korku ile dolu gözlerin hayranlığı senelerce kulaklarını tırmalamış ve kulakların­ da uğuldamış kahkahaların inkisarını unutturacak kadar büyük ve mutlak olmuştu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Mesle~inin doru~una ula~m~~~ seçkin bir bilim adam~, de~erli yap~ tlar~~ Japoncaya bile çevrilmi~~ bir Türk yazar~, Atatürk ülküsünün canl~~ bir sembolü ve Türk Tarih

Bizanslı bir devlet adamı olan ve sonra Anadolu Selçuklu Sultanlığı hizmetine giren Manuel Mavrozomes 1204 ve 1206 yılları arasında Bizans ile Anadolu Selçuklu sınırları

Alanda bizden sonra araş- tırma yapan arkadaşlarımız da çok az noktada kelebeği göz- lemleyebildi.. Bu da onun ne denli nadir bir canlı olduğunun

Toplu sergilere, 1971, 1972 ve 1973'te Fransız sanatçıları Salon'una, 1978'de Chicago Sanat Fuarı’na katıldı. Yaşamım ve çalışmalarını Paris'te

It has been con- cluded from the results of our study that the tendency of serum TG levels to increase in the VD and HC + VD groups compared to their own control groups might be as

Bu çalışmada, bir devlet hastanesinin genel dahiliye polikliniğine başvuran hastalar arasında obezite ve santral obezite sıklığının belirlenmesi ve obezite ile

2017 yılında kral kelebekleri ile deneyler yapan bir grup havacılık mühendisi pullu ve pulsuz kanatlı kelebeklerin uçuşlarını kıyasladı ve pulların uçuş sı-.