• Sonuç bulunamadı

Atatürk ve İstanbul

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk ve İstanbul"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Zafer, «Zafer benimdir»

diyebilenin,

muvaffakiyet,

«Muvaffak olacağım»

diye

başlıyanm ve «Muvaffak ol­

dum» diyebilenindir.

K . A T A T Ü R K

Cumhuriyet

Onbeşinci fil sayı; 5215

T

e

l

g

r

a

(

» » . « «

Perşembe 17 ikincileşrin 1938

Telefon: Başmuharrir ve evi: 22366. Tahrir heyeti: 24298. İdare ve matbaa kısmı 24299 - 24290

Milletimizin bedefi, mille­

timizin mefkûre*i bütün ci­

handa tam manasile medenî

bir heyeti içtimaiye olmaktır.

K

.

A T A T Ü R K

Dolmabahçe M uayede salonunda

..

A ziz ölünün etrafına çelenkler konuyor. Getirilmekte olan Büyük Millet Meclisinin çelengidir.

Meclis dün kabineye

itimad beyan etti

Celâljayar, hükümetin programını okudu

Celâl Dayar Hükümeti

|

«Haricî

siyasette anlaşmalar

Meclis huzurunda

aşbakan Celâl Bayar, Cumhur Başkanlığındaki tebeddül dola- yısile riyaset ettiği hükümetin is­ tifasını takdim ettikten sonra yeni Cumhur Reisi tarafından yeni kabinenin teşkiline memur edilmiş olduğu zaman bize zaten devlet işlerinde tam iyi anlayışa dayalı ıttırad ve devamın en söz götürmez bir de­ lili daha verilmiş oluyordu. Bir müddet önce Celâl Bayarın bir yıllık hükümetine tahsis ettiğimiz bir makalede biz Celâl Bayar hükümetinin de evvelce İsmet İnö­ nü tarafından uzun müddet riyaset edil­ miş olan gibi esasen bir Cumhur yet H alk Partisi hükümeti olduğunu ve bina­ enaleyh şahıs tebeddülünden dolayı mem­ leket siyasetinde herhangi bir değişikliği düşünmeğe mahal olmadığını tebarüz et­ tirmiş ve fazla olarak halef ve selef iki arkadaşın zaten yekdiğeri için besledikle­ ri karşılıklı hürmet ve muhabbette hiçbir fark bulunmadığını tasrih eylemiştik. Bü­ yük Şefimizin şahsında dünyanın en acı kaybile felâketlendikten sonra kehanet id­ diasından kat’iyyen uzak olan o ifadele­ rimizin sıra ile teeyyüdüne şahid olduk:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin itti- fakile İsmet İnönü yeni Cumhur Reisimiz- dir.

„ Yeni Cumhur Reisimiz, tıpkı Atatürk gibi, yeni hükümet teşkili vazifesinde bü­ tün itimad ve emniyetile tekrar Celâl Ba- yara teveccüh etmiştir.

Biz evvelki makalemizde hastalığı ha- sebile mezuniyet alan İsmet İnönünün, Büyük Şef tarafından kendi yerine kimi

Y U N U S N A D l

lArkası Şa. 6 sütun 4 tel

dostluklar ve ittifaklarımıza

bütün sadakatim izle bağlıyız))

Başvekil Celâl Bayar Büyük Millet Meclisi kürsüsünde

A nkara 16 (a.a.) — B. M. Meclisi bugün Reis Abdülhalik Rendanm baş­ kanlığında toplanmış ve celsenin açılma­ sını müteakıb Başvekil Celâl Bayar kür­ süye gelerek şu beyanatta bulunmuştur:

«— Sayın arkadaşlar,

İkinci Cumhur Reisimiz İsmet İnönü - nün itimadlaima mazhar olarak, Başve - kâlete tayin edildim. Kendilerine takdim eylediğim Heyeti Vekile azalarının isim­ lerini havi listeyi lütfen tavsib buyurdu­ lar.

Teşkilâtı esasiye kanununun hükümle­ rine göre, sizin de itimadınıza mazhar ol­ mak şerefini kazanırsam, vazifeme devam

edeceğim. (Şiddetli alkışlar)

Resmî bir lisanla bu maruzatımı bildi - rirken, inkılâbın ve A tatürk rejiminin en mümtaz bir siması ve Türk milletinin bü­ yük evlâdı olan, ikinci Reisimiz İnönü­ nün, Cumhur Reisliği devrinin, milletimiz için müteyemmen ve mes’ud olmasını te­ menni ederim, buna şahsan emin olduğu­ mu ifade eylerim (Bravo sesleri, sürekli ve şiddetli alkışlar).

M illetin istırabi

Arkadaşlar,

Milletlerin tarihi, acı, tatlı bir çok hatı­ ralarla doludur. Bugün biz inkılâb tarihi-

lArkası Sa. 8 sütun 5 te l

manevi huzurunda

Dün 150 bin kişi Ebedî Şefin

tabutu önünde tazimle iğildi

İstanbullular, bir kâbeyi tevaf eder gibi sel

halinde

D olm abahçe sarayına akın ettiler

Büyük Şefin cenazesi huzurunda hal-1 km son ihtiram geçidi dün sabah başla­ mıştır. Daha erkenden saray civarındaki bütün yollarda münakalât durmuş, kadın, erkek on binlerce halk, sokakları doldur­ muş bulunuyordu. Hıçkırıklarını saklaya- mıyan bu halk kütlesinin matemli yüzlerin­ de asil bir ıstırabın gölgesi vardı.

Büyük Ölünün naaşları atlas bayrağa sarılı bir sanduka içinde büyük M uaye­ de salonuna getirilmişti ve güllerle örtülü idi. Başuclarmda, General Nuri Yamut ve General Osman T ufan ile büyük üni­ formalı-dört subay ihtiram nöbeti bekli­ yorlardı. Tabutun arkasında 6 büyük me­ şale yanmakta idi.

Z iyaret zamanı gelince ilk olarak baş­ larında Orgeneral Fahreddin A ltay ol­ mak üzere teşrifata dahil on iki generali­ miz muntazam ve hazin bir şekilde geç­ tiler. Hepsinin gözleri yaşlı idi. Yıllarca dâhiyane emir ve kumandaları altında za­ ferden zafere koşturduğu kahraman or­ dunun kahraman Başkumandanına karşı yakın silâh arkadaşları son hürmet bor­ cunu edaya gelmişlerdi. Hazin bakışların­ da yalnız kendilerinin değil, Başbuğuna candan bağlı bütün bir ordunun muhab­ bet, minnet ve heyecanı okunuyordu.

Bundan sonra teşrifata dahil mülkî er­ kân geçmeğe başladı. V ali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstündağ, şehrimizde bu­ lunan meb’uslar, büyük memurlar, ecne­ bi sefaret ve konsolosluklar erkânı, hüzün ye hürmeti birleştiren derin bir huşıl

için-Aziz ölüyü son ziyaretinden çıkan bir gene kız grupu

de Büyük Atanın tabutunu selâmladı­ lar.

Sıra Üniversitelilere gelmişti. Rektör, dekanlar ve profesörleri dört kişilik gurup­ lar halinde Üniversite ve yüksek okul ta­ lebeleri takib etti. Büyük Kurucunun öl­ mez eserini kendisine emanet ettiği gençlik, bu yüksek tahsil gençliği göğüslerine sığ­ mayan ıstırab ve heyecanlarile sanki «emaneti aldık ve daima başüstünde taşı­ yacağız» der gibi görünüyordu.

Bundan sonra başta İstanbul Kuman­ danı General Halis Bıyıktay olmak üze­ re kumandanlık erkânı, kara, deniz, hava ordusuna mensub yüksek subaylar, ku­ mandanları ye öğretmenlerile H arb A ka­

demisi, Yedek Subay Okulu, Süvari Bini­ cilik, Topçu ve Piyade Atış okulları ta­ lebeleri, H alk Partisi erkânı, Halkevle­ ri idare heyetleri, malî, ticarî, İdarî teşek­ küllerin ileri gelen erkânı geçmeğe başla­ dılar. Hrkesi saran matem havası, her tür­ lü teşrifat mülâhazalarını unutturacak bir derinlikte idi.

Saat 14 ten sonra giriş kapısl mah - şerî bir hal almış bulunuyordu. Saat ku­ lesinin önünden kapıya giden geniş yo­ lun bir kısmını mektebliler, bir kısmını halk işgal etmiş, sıra bekliyordu.

Öğleden sonra akşam geç vakte kadar hemen hemen şehrimizin bütün

(2)

CUMHURİYET

4 M T A R iH D E BU YIİK DENİZ

^MUHAREBELERİ

Tefrika No. 10

N a k led en :

ABI DİN D A V ER

Aksiom

Antuvan

ile

Kleopatra’mn

ordusu

bir milletler halitası idi

AKSİOM

İ Y O N Y A

DENİZİ

YUNAN I5/TAN

Bugünkü ismi Arta olan Ambrasian körfezi ile Aksiom muharebesinin cereyan ettiği sahayı gösterir harita

f

Şehir

ve

Memleket

Haberleri

Bu sayede Oktav, ordusunu, fırka fır­ ka gemilere bindirip birbiri peşi sıra, karşı sahile gönderdi ve böylece ordu, hiç ardı arası kesilmeden Adriyatiğin şark sahi­ lindeki Toryne (Torine) limanına çıka­ rıldı. Kara ordusunun ihraç ve tecemmuü biter bitmez, O ktav sahili takiben cenu­ ba doğru yürüyüşe geçti ve Ambracian körfezini şimalden saran tepelere gelince durdu. Şimdi artık dün dost ve bugün düşman olan iki Romalı serdann ordu­ ları ve donanmaları karşı karşıya gelmiş­ lerdi.

Oktav’m kumandasındaki lejyonlar, körfez methalinin birkaç mil şimalinde ve küçük bir koyu denizden ayıran dar bir kara şeridi üzerinde kâin tatlı meyilli a- razi üzerinde ordugâh kurmuşlardı. Ag- rippa’nın kumandasındaki donanmanın büyük kısmı öyle bir yerde yerleşmişti ki sahil burada geniş bir koy halinde daire- leşiyordu; deniz ordusundan ayrılmış kü­ çük bir fırka boğazın methalini tarassud ediyordu. Kara ordusunun ordugâhı et­ rafında siperler ve hendekler kazılmış, ordugâh bir yol ile donanmanın üssüne bağlanmıştı. Bu yol iki tarafından siper­ ler, hendekler ve şarampollarla muhafaza altına alınmıştı; çünkü harblerde kılıç ve kargı kadar kazma ve kürek kullanmak Romalıların âdeti idi. Oktav harbden sonra, tam ordugâh kurduğu yerde, gale­ besinin bir hatırası olmak üzere, (Niko- polis - Nicopolis) şehrini «Z afer Belde­ sini» tesis etti.

O ktav’m ordugâhı, bulunduğu sırttan Ambracian körfezine hâkimdi. Çadırlar­ dan bakınca 30 mil uzunluğunda ve 10 mil genişliğindeki körfezin aşağıda bir ay­ na gibi parladığı görülüyordu. Bu su ay­ nasının etrafını anfiteatr şeklinde, tatlı bir meyille aşağı doğru inen tepeler sanmıştı. T am sahilde, şurada burada, sığ batak­ lıklar vardı. Antuan’m muhteşem arma­ dası, müteaddid patlar üzerinde derinliği­ ne demirlemişti. Bir bakışta bu büyük deniz kuvveti, bir direk ve seren ormanı gibi denizin üstünü kaplamıştı. Kuleli bü­ yük gemilerden birçoğu, içeri girmeğe te­ şebbüs edecek olan düşman galerlerini ez­ mek üzere, boğazın içinde demirlemişler­ di.

Mısır ve Fenike gemilerinin hepsi, ren­ gârenk boyanmış üst güverteleri, altın yaldızlı başları, parlak renkli sancakları ve bayraklarile tam bir şarklı ruhu ve zevki arzediyorlardı. Körfezin cenub kumsalında Mısır Kraliçesi Kleopatra’nm muhteşem bir saray gibi zarif ve süslü galeri, halis ipek yelkenleri, serapa altın yaldızlı teknesi ve gümüş kakmalı kürek- lerile suların üstünde sarışın bir kuğu gu­ rur ve azametile yatıyordu.

A ntuan’ın en güzide eski cengâverler- den mürekkeb hassa kıt’alarmın işgal et­ tikleri bir siper ve istihkâm hattı, körfezin şimal burnundan itibaren denize muvazi olarak uzanıyor ve kanalın bu sahilini bir ihraca ve taarruza karşı muhafaza ediyordu. Karşıki sahil, üç köşeli mün- hat, kurak ve kumlu bir yerdi. Yunan gemicileri buraya Akte diyorlardı.

İtalyan denizcileri de Punta adını veri­ yorlardı. Bu iki kelimenin ikisi de burun demektir. Bu burunun şimal ucunda, ka­ yalık bir zemin üzerinde Apollon’un A k­ tion denilen mabedi yükseliyordu. Aktion

yunancada «burun mabedi» veya «burun mihrabı» demektir. Civardaki gemiciler ve balıkçılar için bu mabed, en büyük ziyaretgâh idi. Romalılar, Aktion ismini

«Actium» a çevirdiler. «Aksiom» diye te­ lâffuz edilen bu isim, önünde cereyan e- den, aşağıda hikâyesini okuyacağınız, bü­ yük deniz cengile ebedî bir şöhret kazan­ dı.

Apollon mabedinden uzak olmıyan düz bir sahada A ntuan ile Kleopatranın or­ dusu, ordugâh kurmuştu. Burası, âdeta çadırlardan, çardaklardan ve kamış ku­ lübelerden mürekkeb bir şehirdi. Tam or­ tada büyük saray çadırları rengârenk gü­ zel bayraklarile göze çarpıyordu. O rduya gelince, o da, bir milletler halitası idi: Se- zar’m kodaman kumandanlarının emrinde­ ki Roma lejyonları, Nil kenarında l ulunan mezarlardaki resimlerde görülen garib cengâver kıyafetlerinde Mısır askerleri, şarkî Asyanın Roma İmparatorluğuna tâ­ bi olan krallarının yarı barbar sürüleri birbirine karışıyordu. Bütün bu müttefik­ ler birbirlerile kavga ve birbirlerinden şüphe ediyorlardı. Romalılar arasında, kendi başbuğlarının vahşî bir kraliçeye e- sir ve köle oluşile alay edenler pek çok­ tu. Şarkî Roma İmparatorluğuna tâbi krallardan çoğu, acaba Oktav ile beraber hareket edersek daha kârlı bir iş yapmış olmaz mıyız, diye düşünüyorlardı. İki tarafın süvari kuvvetleri, körfezin kara tarafındaki.'.kıyılarında birbirlerile küçük müsademeler yapıyorlardı. Bu temaslar­ da, Oktav’m kıt’aları tarafından esir e- dilen A ntuan’m askerleri, hemen Oktav’m saflarında yer ve hizmet alıyorlardı. Bu arada A ntuan’a tâbi Asyalı hükümdarlar­ dan biri, muharebe etmektense kendi bar­ bar süvarilerde beraber, karşı tarafa geç­ meği tercih etti. H er gece A ntuan’ın or­ dusundaki Romalılardan bir kısmı firar e- derek, körfezin şimal sırtlarındaki Ok­ tav’m ordugâhına iltica ve iltihak ediyor­ lardı.

Nihayet Antuan, bizzat kendi idare ve kumanda ettiği kıt’alarla düşman siperle­ rine hücum ettiyse de kanlı zayiatla tar- dedildi. A ntuan’m donanmasından bir filo, A grippa’nın dikkat ve teyakkuzunu aldatarak boğazdan dışarı çıkmak istedi, fakat sayı üstünlüğü karşısında geri dön­ meğe mecbur oldu.

Bundan sonra, bir müddet iki hasım, birbirini gözetlemeğe ve fırsat kollamağa başladılar. Bu esnada Antuan, bir mu­ harebe plânı yapmak üzere, kumandanla­ rı toplıyarak bir harb meclisi akdetti. V a­ ziyet, güçleşiyordu. Filvaki Oktav, daha küçük bir donanma ile A ntuan’m daha kuvvetli deniz ordusunu, Amb*ocian li­ manına hapsetmiş ve deniz hâkimiyetini tamamile ele geçirmişti. Bu sayede, uzak memleketlerden serbestçe iaşe ve ikmali­ ni temin ediyordu. Piyadesile ordugâh.n: muhafaza etmekte ve süvarisile de düşma­ na erzak gelmesini meneylemekte olduğu için, vaziytten memnundu.

Agrippa da, körfezi abluka etmek su- retile donanmaya doğrudan doğruya Mı-' sırdan buğday gelmesini menediyordu. A ntuan’ın ordusunda firariler, hastalar, gayrimemnunlar çoğalırken yiyecek, içe­ cek azalıyordu; binaenaleyh harekete geçmek lâzımdı. Yapılan büyük sevkul- ceyş hatasını bir tabiye zaferile telâfi et­ mekten başka çare yoktu.

A ntuan’m ordusuna kumanda eden Kanidius, ekseri Romalılar gibi, donan­ manın kudret ve tesirine az inanıyor ve deniz kuvvetine pek güvenmiyordu. A n­ tuan’a donanmayı bırakıp, kara ordusu­ nu süratle şarka, Makedonyaya naklet­ mesini teklif etti. Çünkü, kıtaatın bu be­ reketli memlekette mükemmelen iaşesi kabil olacaktı. Bu suretle Antuan, kendi ordusunu takib edecek olan 10 düşman lejyonunu M akedonyada daha müsaid şartlarla karşılıyabilecekti. Bu teklif ma­ kul ve mantıkî idi; fakat Antuan, artık tam bir asker, bir serdar gibi, yalnız har­ bin ve sevkulceyşin icablarını düşünmü yordu.

lArkast var)

Antalyamn kış

mahsulleri

Dış pazarlara şimdiden

portakal şevkine başlandı

A ntalya (H ususî) — Bu yıl A ntal­ ya ve havalisindeki meyva ve sebze re - koltesi geçen yıllara nazaran daha mem - nuniyetbalış bir haldedir. Şimdiki halde portakal ve limon istiyen iç ve dış pazar­ lara ufak mikyasta olsa dahi mahsul şev­ kine başlanmıştır. Şehrimizde alâkadar makamlarca yapılan tetkikler neticesinde meyva ve sebze standardizasyonuna îü - zum görülmüştür. Dış pazarlarda iki se- nedenberi portakal ve limonlarımıza rağ­ bet gösteren müşteriler arasında en önün­ de Almanya gelmektedir. Almanya iki senedenberi sadece A ntalya portakalı al­ makta ısrar etmiş, bu sene de alâkadar ih­ racatçılarla temasa geçmiştir. İktısad ve Z iraat Vekâletleri Antalya narenciye mahsullerinin daha iyi bir kalitede yetiş - tirilmesini temin maksadile bazı ciddî ted­ birler almağa başlamıştır. Bu maksadla vücude getirilmiş olan narenciye nümune fidanlığı yerli fidanların ıslahı hususunda bahçıvanların istifadesine arzedilmiş olan en faydalı «bir ıslah istasyonudur.»

5 senedenberi tek çekirdekli Y afa cinsi portakal yetişirmeğe çalışan A ntalya na- renciyecileri henüz bu birinci sınıf kalite­ deki mahsullerini dış pazarlara sevkede - memektedirler. Çünkü bu cins portakal­ ların hem yetiştirilmesi zor, hem de fidan­ ları henüz çok değildir. F akat portakal mahsullerinin ıslahı işile alâkadar olan makamlar tek çekirdekli Y afa nev’inin çoğaltılması hususunda icab eden tedbir­ leri almışlardır. Antalyamn kazası olan A lanyada halkın dörtte üçü portakal, li­ mon ve mandalin yetiştirmekle maişetini temin etmektedir. Birinci derecede naren - ciye mahsulleri yetiştiren Dörtyol ve A da- nadan evvel turfanda mahsul veren yer Alanyadır. Z iraat Vekâleti diğer mmta- kalardan bir ay evvel mahsul veren bu ufak, fakat ehemmiyetli kaza merkezine icab eden alâkayı gösterdiği takdirde Akdeniz memleketleri içinde turfanda meyva yetiştirmekte birinciliği ihraz eden bu memleket, İktisadî hayatımızda mühim rol oynıyabilir. Modern bir kış şehri ol - mağa namzed olan Antalya, muz, porta­ kal, mandalin, limon, hurma gibi mahsul­ lerde tam bir Akdeniz karakteri arzeder. A ntalya, sayıları 40 a yakın şelâleleri- le de bir endüstri merkezi olmağa müsa- iddir. Bu cümleden olmak üzere Manav­ gat şelâlesi için rapor veren bir Alman mütehassıs heyeti bu suyun Antalyadan Konyaya kadar uzatılacak olan bir elek- rikli şimendifer hattını idare edecek kuv­ vette olduğunu bildirmiştir. Hükümetin dikkat nazarı, bu boş yere akan kuvvetli sulara çevrildiği takdirde A ntalya ve ha­ valisi en geniş ölçüde medeniyet ve kon­ fora kavuşmuş olacaktır.

A ntalya ovasının Toroslara dayanan kısımlarındaki Kepez ve Kırkgöz mmta- kaları yabani zeytinlikler halindedir. Hükümet buralarda meskûn bulunan köylüye bir yardımda bulunmak ve bu ham servetleri işletmek maksadile istiyen- lere dağıtmak için teşebbüsatta bulun­ muştur. Yabani zeytin ağaçları s-dece aşı yapıldığı takdirde nesilden nesir inti­ kal edecek kıymetli bir servet halinde, Antalya ve havalisinin İktisadî hayatını Kurtaracak ehemmiyetli bir çalışma saha­ sıdır. Şimdiki halde bulundukları yerler mezru olmıyan bu geniş zeytinlikler An­ talya körfezi boyunca sahilden dahile doğru 25 kilometrelik bir sahayı işgal edecek kadar geniştir. Önümüzdeki yıl­ larda Cumhuriyet hükümetimizin köylü­ ye daha müsaid şartlar dahilinde bu ham servetleri tevzi etmesini beklemekteyiz.

s e h

İ

r

İ

s l e r î

Unkapanı - Şehzadebaşı

bulvarı

Unkapanile Şehzadebaşı arasında a- çılacak olan bulvar için Belediye Fen heyeti tarafından harita üzerinde tet - kikat yapılmakta ve bu güzergâhta is - timlâki lâzım gelen binalar tesbit edil - mektedir. Hangi binaların istimlâk olu­ nacağı tayin edildikten sonra tpna sa - hiblerile temasa geçilecektir.

— I —

Bir düzeltme

İstanbul İran general konsolosluğu - na B. Asaf Berhianın tayin edildiği ya­ zılmıştı. İran general konsolosluğundan aldığım bir mektubda, mumaileyhin ge­ neral konsolos olmayıp başkâtiblik va - zifesile ve konsül unvanile tayin edil - diği bildirilmektedir.

Ramazan 24 Perşembe

Ö ğ le ¡ k in d ! A k sa n - Y a ts ı İm s a k S . D. S . D. S . D. S . D . S . D. E z a n î 7 09 9 44 12 1 35 1 2 1 8 Z e v a li 11 59 14 3 16 48 18 24 05 08^

Etrüskün sür’ati

Geminin Almanyaya

gönderileceği şayiası

asılsızdır

Denizbankın orta tip vapurlarından olan Etrüskün süratinde bariz bir azal­ ma olduğunu evvelce yazmış ve vapur­ da yapılan bazı küçük tadilâttan sonra Mersine yeniden bir sefere çıktığını ve fen heyetinin de vaziyeti yakından gör­ mek üzere vapurda bulunduğunu yaz - mıştık.

Dün, bir sabah gazetesi Etrüskün mu­ vazenesinin bozuk olduğunu ve vapu - run mühim tadilât yapılmak için Al -

manyaya gönderileceğini yazıyordu.

Bu hususta Denizbank tarafından şu malûmat verilmiştir:

«Mersine yaptığı ilk ve ikinci sefer - lerinde vasatı 10 milden fazla sefer sür- atile seyredemiyen Etrüsk vapuru ha - len yapmakta olduğu üçüncü seferin - den evvel îstinye fabrikasına çekilerek Denizbank fen heyetince muayene o- lunmuş ve geminin yarım yükle 13,5 ve tam yükle 12 mil olan mukavele sür­ atleri Almanyadaki tecrübelerde faz - lasile elde edildiği halde burada edile -

memesinin sebebleri aranmıştır. Bu

sürat farkının kazan ıskaralarmdan ol­ duğu tesbit olunmuştur.

Gemide bu sefer Denizbank tarafın - dan yeni ve kömürlerimize uygun ısga- ralar yaptırılarak eskilerile tedbil edil­ diğinden Etrüsk vapuru 12 mil sefer süratini tekrar elde etmiştir.

Geminin muvazenesizliği hakkında - ki şayialar da kâmilen asılsızdır. Et - rüsk vapurunun tadil olunmak üzere Almanyaya gönderileceği de hiçbir za­ man mevzuu bahsolmamıştır.»

MÜTEFERRİK

Sultanahmeddeki hafriyat

Bundan bir müddet evvel Sultanah- medde Arasta sokağında tarihî hafriyat yapmış olan profesör Bakster bu saha­ da bir kısım araziyi istimlâk etmişti. Bu arazi sahihleri Belediyeye müracaat e- derek henüz istimlâk bedellerini ala - madıklarmı bildirmişlerdir. Belediye tarafından profesör nezdinde yapılan teşebbüs neticesinde bu işlerin ay so­ nuna kadar intaç edileceği anlaşılmıştır.

Denizbank kooperatifi

Denizyolları Kooperotifinin fevkalâ - de heyeti umumiye toplantısında veri­ len kar;(r mucibince kooperatifin De ­

nizbank kooperatifi namını almasına

aid muamele tamamlanmış ve devir iş­ leri ikmal edilmiştir.

îç Ticaret Umum müdürü

İç Ticaret Umum müdürü Mümtaz Rekin yakında şehrimize geleceği haber alınmıştır. Mümtaz Rek burada bulun­ duğu m üddette pazarlıksız satış kanu - nunun tatbikatı ve ihtikârın mevcud o- lup olmadığı etrafında tetkikler yapa­ caktır.

İç Ticaret Umum müdürü, bundan ev­ vel ayni mevzu üzerinde İzmirde tet - kiklerde bulunmuştur.

Ziraat Bankası köylüye

avans veriyor

Bursa (Hususî) — Ziraat Bankası Bursa şubesi son on beş gün içinde to­ humluk buğday ihtiyacı için köylüler­ den 453 kişiye 18545 lira dağıtmıştır. Ayrıca tütün avansı olarak da 50,000 li­ ra kadar bir para vermiştir. Tohumluk buğday ihtiyacı için müteselsil kefaletle ikrazata devam eden banka, köylüye daha bir hayli para verecektir.

Gelecek sene tütün avansını bu sene­ den fazla vermek üzere şimdiden terti­ bat almaktadır.

Bursada bir

katil davası

Bir çocuk kavgası

ölümle neticelendi

Bursa (Hususî) — Gemliğin Hayda - riye köyünde bir çocuk kavgası yüzün­ den feci bir cinayet olmuştur. Mustafa ve Sefer oğlu Hüseyin adında iki baba­ nın çocukları kavga etmişler, bunlar - dan Hüseyin, Mustafaya: Çocuğunu ter­ biye et! demiş. Mustafa da Hüseynin yolunu bekliyerek bir çalılıkta pusu kurmuş, tarlasından köyüne dönen Hü­ seyni tabanca ile öldürmüştür. Mustafa taammüden katil suçile ve Türk ceza kanununun 450 nci maddesile mahke - meye verilmiştir. Mustafa, Ağırcezada

muhakeme edilirken verdiği ifadede:

Hüseyinle yolda karşılaştıkları zaman Hüseynin tabancasını göğsüne dayadı - ğım, fakat kendisine çevrilen bu taban­ cayı elile iterek yere düşürünce patla - dığını, çıkan kurşunun Hüseyne rasla - dığmı iddia etmele, cinayeti inkâr et­ mektedir.

Diğer taraftan maktul Hüseynin ölü­ münden evvel verdiği ifade okunmuş, Mustafanm ansızın önüne çıkarak ta - bancasile iki defa ateş ettiğini ve ken­ disini ikinci kurşunun yaraladığını an­ latmıştır.

Reis Osman Sabri maznuna sormuş; — Yerde patlıyan tabancanın kurşu - nu nasıl olur da seyrini değiştirir ve yu­ karı doğru çıkarak Hüseyni yaralar? demiştir.

Mustafa da: bilmem nasıl oldu, yere düşünce mi, yoksa düşmeden mi patla­ dı. Pek iyi görmedim. Sonra korkum - dan kaçtım, cevabını vermiştir.

Reis — Sağlığında korkmadığın adam­ dan yaralandıktan sonra ne diye korkup kaçıyorsun?.

Mustafa — Arkasından gündelikçisi geliyordu. O beni vuracak sandım da onun için! demiştir.

Badehu şahidler dinlenmiş, Müddei­ umumi muavini Riikneddin iddiasını serdederek maznunun cezalandırılması­ nı istemiştir. Muhakeme karar için ta­ lik olunmuştur.

k ü l t ü r

İ

sleri

Mesken bedelleri

Maarif idaresi tarafından ilkmekteb muallimlerine aid mesken bedellerinin bordroları tanzim edilerek İdarei Hu - susiye muhasebesine , gönderildiği hal­ de pıuaîlünlerin bu bedelleri alama - makta oldukları şikâyet edilmişti. Bu husustaki seksen dokuz bin liralık tah­ sisat ancak evvelki gün alınabilmiş ol­ duğundan muallimlere istihkakları nis- betinde dünden itibaren havalename - ler tevzi olunmasa başlamıştır.

Profesör Prost Bursada

çalışıyor

Bursa (Hususî) — Şehrin yeni imar plânını yapacak olan profesör Prost şehrimizdeki çalışmalarına devam et - mekte, kendisine Belediyede hususî bir çalışma salonu verilmiş bulunmaktadır. Profesör, umumî vaziyeti tetkik ettik­ ten sonra şehrin mühim kısımları üze­ rinde ayrı etüdler yapmaktadır. Ana caddeler, istasyon, ticaret ve san’at mm- takaları gibi muhtelif esasları yerlerin­ de gözden geçirmekte ve birçok fotoğ - raf almaktadır. Bazan Belediye reisi Neşet Kiper de kendisine refakat et - mektedir.

Kontrplâk nizamnamesi için

Marangozlar cemiyetinin kontrplâk nizamnamesinde yapılacak tadilât dola- yısile teşebbüslerde bulunmak üzere seçtiği heyet dün akşam Ankaraya ha-rpket etmiştir.

Maliye Vekâleti

veTürkiye Cumhuriyeti

Merkez Bankasından:

28/5 ve 15/12/1934 tarih ve 2463 % 2614 numaralı kanunlar muci­

bince ihracına salâhiyet verilen ve geliri tamamen Sivas - Erzurum de­ miryolunun inşasına tahsis olunan % 7 gelirli Sivas - Erzurum istikra­ zının 20 senede itfası meşrut 4,5 milyon liralık beşinci tertibinin kavıd muamelesi 19/11/938 sabahından başlıyarak 5/12/938 akşamı nihayet bulacaktır.

Tahviller hâmiline muharrer olup beheri 20 ve 500 lira itibarî kıy­ mette birlik ve 25 lik olarak iki kupüre ayrılmıştır.

Bu tahviller umumî ve mülhak bütçelerde idare olunan daire ve müesseselerce, Vilâyet Hususî idareleri ve Belediyelerce yapılacak mü­ zayede ve münakaşa ve mukavelelerde teminat olarak ve hâzinece satıl­ mış ve satılacak olan Millî Emlâk bedellerinin tediyesinde başabaş ka­ bul olunacakları gibi gerek tahvil ve gerek kupon bedelleri de tahville­ rin tamamen itfasına kadar her türlü vergi ve resimden muaf buluna­ caklardır.

Tahvillerin ihraç fiatı % 95 olarak tesbit edilmiştir. Yani 20 liralık birlik tahvil bedeli 19 ve 500 liralık 25 lik tahvil bedeli de 475 liradır.

Kayıd muamelesi Türkiye Cumhuriyet Merkez, Türkiye Cumhu - riyeti Ziraat, Türkiye îş, Emlâk ve Eytam, Halk, Türk Ticaret, Beledi­ yeler Bankalarile Sümer, Eti ve Denizbanklar tarafından icra edilmek­ tedir. Diğer bankalar vasıtasile de tahvil alımı temin olunabilir.

Sermaye ve tasarruflarını en emin ve en çok gelir getiren sahalar­ da işletmek istiyenlere keyfiyet ilân ve 15 günlük Suskripsiyon müddeti zarfından bankalara müracaatlerinin kendi menfaatleri iktizasından bu­

lunduğu işaret olunur. ( 8443 )

17 İkinciteşrin 1938

Ruzvelt’in mevkii

zayıfladı

B

irleşik Amerika devletleri Cum­hur Reisi Ruzvelt, 1932 sene- sindenberi Amerikan milleti ta­ rihinde misli görülmemiş bir nüfuz ve sa­ lâhiyetle ve adeta bir diktatör gibi bu büyük devletin dahilî ve haricî politika­ sında hüküm sürmektedir.

1932 senesinde ilk defa Cumhur R e­ isi olarak ayni zamanda Başvekil maka­ mında bulunması itibarile devletin şefi ve hükümetin de başı olduğu zaman, tarih­ te ancak Y üz sene ve Otuz sene harble- rinin akabinde görülen malî ve İktisadî bir buhran, Amerikayı ve buradan her tarafa yayılarak bütün dünyayı sefalet ve müzayakaya sürüklemişti.

Bütün bankalar gişelerini kapatmış, umumî müesseseler kapanmış, demiryol­ larında seyrüsefer adeta durmuş, halk parasız ve ekmeksiz kalmıştı. Böyle bir zamanda Amerikan milletinin idaresini ele alan Ruzvelt Amerikan milletinin ha­ yatında büyük rol ovnıyan malî müessç- selerin, iş adamlarının hatırına ve an’a- nevî İktisadî prensiplere bakmıyarak di­ lediği zecrî ve cezrî tedbirleri almıştı.

Hastalığı kökünden iyileştirmek için de malî, İktisadî ve İçtimaî mevcud ni­ zam ve intizamı altüst edecek, Amerika­ nın yeni İktisadî bünyesini kuracak ve bahusus sermaye ile mesai ve patronla amele arasındaki münasebetleri devletin kontrolü ve müdahalesi esasına j binaen yeniden tanzim edecek kanunlar hazırla­ mıştı. Bu ıslahatın umumî heyetine «ye­ ni iş» adını vermişti.

Amerikan milleti ve memleketi felâke­ te sürüklenmekte olduğundan bütün sınıf, parti ve hususî menfaat düşünceleri ge­ ride kalmış ve herkes Cumhur Reisinin diktatörce olan hüküm ve kararlarına in- kıyad etmişti. Ruzvelt’in bu nüfuz ve kudreti, yarım asırdanberi yıldızı hayli sönmüş olan Amerikanın iki büyük par­ tisinden demokratların da şeref ve itiba­ rını artırmıştı.

V aktaki işler bir derece düzelip felâ­ ket atlatıldı; eski hâkim ve nafiz unsur­ lar ve sınıflar birer birer başını kaldırdı. Reisicumhurun evvelâ karşısına kanunu esasinin nikehbanı sayılan federal âli mahkeme çıktı ve «yeni iş» ıslahatından federal devletin müttehid hükümetlerin * den herbirinin dahilî işlerine müdahale edenleri birer'birer feshetti.

Sermayedar ve büyük iş sahibi sınıf tekrar eski mevkiini kazanmağa çalıştı. Sây ve amelle para ve iş bu defa iki ra- kib teşkilâta ayrılarak işleri bozdu.

Bununla beraber, federal parlamento olan kongrede Ruzvelt’in nüfuz ve iti - barı kırılmadı. 1934 ve 1936 parlamen­ to intihablarında partisi olan demokrat­ lar kahir ekseriyet kazandılar. Bilhassa kendisi ikinci defa Cumhur Reisi seçil - diği zaman muhalifi cumhuriyetçilerin al­ dığı reyler büsbütün azaldı.

Vaktile Amerikan politikasının hâkimi mutlakı olan cumhuriyetçi parti 1936 se­ nesi intihabında o kadar düşmüştür ki âyan meclisinin yekûnu 96 olan azasın­ dan ancak 16 sı ve meb’usan meclisinin de yekûnu 435 olan azasından 90 ı cum­ huriyetçi kalmıştır.

F akat zaman geçtikçe cumhuriyetçiler kendilerini topladılar. Tabiyelerini de - ğiştirdiler. «Yeni iş» ıslahatının esas ve özüne hücumdan vazgeçip tatbikatında görülen gayretkeşliğe ve yolsuzluklara hücum ettiler. Neticede 9 teşrinisanide yapılan intihabda cumhuriyetçiler âyan ve meb’usanda ekseriyeti kazanamadı - larsa da mevkilerini kuvvetlendirdiler. Âyan meclisinde şimdi 23 azalan var­ dır. M eb’usan meclisinde yeniden 60 tan fazla meb’us çıkarmışlardır.

Demokrat partisi gerilemiştir. Daha fenası demokrat meb’usan ve âyandan bir haylisi kendi partilerinden olmasına rağmen, Ruzvelt’in ıslahatından birço - ğuna ve politikasına düşman kesilmişler­ dir. Bu muhalefet, demokratlarla resmî muhalif parti olup ahiren parlamentoda azalan çoğalan cumhuriyetçilerle birle - şerek Ruzvelt’in düşüncelerinden pek ço­ ğunu suya düşürebilirler. Bunun için Ruzvelt’in mevkii son intihab ve çere - yanlar karşısında zayıflamıştır. Şimdi A - merika devletini teşkil eden 48 hükümet­ ten herbirinin ayrı ayrı reisi olan valilerin intihabında ise Ruzvelt’in partisi büsbü­ tün ekalliyette kalmıştır. Şikago’nun bu­ lunduğu Mişigan’la Ohyo ve Pensilvan- ya gibi en mühim 'hükümetlerin başına cumhuriyetçiler geçmiştir.

m« * ... - T n c . A v

C u m h u r i y e t

Nüshası 5 kuruştur.

Abone şeraiti:

Türkiye Hariç için için Senelik Altı aylık Üç aylık Bir aylık 1400 Kr. 2700 Kr. 750 • 1450 400 > 800 » 150 » Yoktur

(3)

17 lkinciteşrin 1 !»:î8 CUM n *H ivt',’i

(

Onun sözleri üstünde : 2

)

Atatürk

ve

Feministler kadınla erkek arasında yalnız hukukî müsavat isterler. Sosyalist­ ler için bu hukukî fark İktisadî farkların neticesidir: Kadın müstahsil değildir, ken­

di başına hayatını kazanmadığı için ko­ casının eline bakan bir parazittir. Onun­ la erkek arasındaki İktisadî farklar orta­ dan kaldırılmadıkça hukukî müsavat te­ sis edilemez; görünüşte tesis edilse bile, kadın erkeğin iktısaden esiri kaldıkça hu- kukan de esiri olur.

Kadınla erkek arasına bilhassa dinî ta­ rihimizin yığdığı farkları ilk ortadan kal­ dıran, Atatürktür. H atta birçok Avrupa milletlerini hayrette bırakacak kadar ile­ ri gitmiştir.

Fakat Kemalizmin kadın telâkkisi han­ gi ideolojiye daha yakındır? Feminizme mi, sosyalizme mi?

Atatürkün şahsiyeti, kendi eserlerini, Avrupa ideolojilerinin firmalarından biri altında izah etmeğe mâniydi. Milletinin ihtiyaçlarını Garb nazariyelerinin gözlü- ğile değil, kendi sezişi ve görüşile tayin et­ tiği için, onun kadın hakkındaki telâkkisi de Avrupa ideoloji çerçevelerinden biri içine kolayca sokulamaz. Atatürk erkek­ le kadın arasındaki hukukî farklardan ba­ zılarını kaldırmış olduğu için, bu tarafile feministtir; fakat geniş feminizmin bütün programını kabul etmiş değildir. Kadının erkek gibi ve erkekle ayni derecede müs­ tahsil olması lâzım geldiğine işaret eden bir sözü de olmadığı için, Kemalizmi sos­ yalizm telâkkisinden çok daha uzakta gö­ rüyoruz.

A tatürk için kadın, herşeyden evvel, ana demektir:

« K a d ın la rın um um î v e h u su sî v a ­ z ife le r in in b aşın d a v a ld e lik v a z ife ­ le ri vardır.»

O kadar ki, A tatürk bir adamın bütün muvaffakiyetlerini kendi irsî hamulesin­ den, muhitinin tesirlerinden, ailesinden, mektebinden, muallim ve mürebbilerinden evvel, hatta belki de yalnız anaya mal eder:

« B üyük m uv af f ak iy e tle r , k ıy m e t­ li an a la rın y etiştir d ik leri g ü z id e ev- lâ d la r sa y e s in d e olm uştur.»

Z aruret oldukça, kadın da erkek gibi evinin dışında çalışabilir. Atatürk rejimin­ de, kadının muktedir olduğu her işe gir­ mekte, her teşebbüse atlımakta ne kadar serbest olduğunu biliyoruz. Fakat bir ka­ dın, aile hayatile iş hayatından birini ter­ cihte serbest olduğu zaman hangisini da­ ha ziyade benimsemelidir? Kadının, ken­ disi için en şerefli, cemiyeti için en fay­ dalı vazifesi nedir? A na olmak. Atatürk bunu her zaman tekrar etmiştir:

«K ad ın larım ızın v e z a if i uraumi- y e d e u h d elerin e d ü şen h isselerd en b aşka k en d iler i için en eh em m iy e t­ li, en fa z ile tk â r bir v a z ife le r i de « iy i v a ld e» olm ak tır.»

Fakat iyi valdenin bütün kudreti göğ­ sünde toplanmış değildir. Çocuğu yalnız süt büyütmez ve yalnız şefkat yetiştir­ mez. A tatürk için iyi valde, faziletli ve kültürlü anadır. Çocuğuna kocasından daha yakın olan kadın, onu yetiştirmek için hatta erkekten fazla kültür sahibi ol­ mağa mecburdur:

«K ad ın larım ız, e ğ e r m ille tin h a ­ k ik î an ası olm ak istiy o rla rsa erk ek ­ lerim izd en z iy a d e m ü n ev v er v e fa ­ z iletk â r o lm a ğ a ça lışm a lıd ır la r.»

A tatürk bu sözü başka bir nutkunda

Kadınlık

Y a zan :

P E Y A M t SA F A

çok daha kuvvet ve sarahatle tekrar et­ miştir :

«A n ala rın b ugünkü ev i a d la rın a v ereceğ i terb iy e esk i d e v ir lerd ek i g ib i b a sit d eğ ild ir. B u g ü n ü n a n a la ­ rı için ev sa fı lâ z ım e y i h a iz evlâd yetiştirm ek , ev lâ d la r m ı bugünkü h ayat için fa a l bir u z u v h alin e k oym ak pek çok y ü k se k e v sa fın ha­ m ili o lm a ğ a m ü tev a k k ıftır. Binaen­ a ley h k a d ın la rım ız, h a tta erkekle­ rim izd en d ah a ço k m ü n evver, daha çok fe y iz li, d a h a f a z la b ilgili olm a­ ğa m ecb u rd u rlar; eğ er hak ik aten m illetin a n a sı o lm ak istiyorlar­ s a ...»

Fakat kadının vazifesini yapabilmesi için kültürlü olması kâfi değildir; ondan evvel gelen kalite fazilettir:

« M ille tin m em baı, İçtim aî h a y a ­ tın e s a s ı olan kadın, ancak fa z ile t­ kâr o lu rsa v a zife sin i ifa ed eb ilir.»

O kadar ki hakikî bir kadının süsü kı­ yafetinde değil, kültüründe ve faziletin-

dedir. Zekâsının tuvaletini yapmış bir ka­ dın, şekil zerafeti arayan kadının daima üstündedir:

« K a d ın lık m eselesin d e şek il v e k ıy a fe t ikinci d ereced ed ir. A sıl m ü c a d e le sahası, asıl m u za ffer o- lu n m a sı lâzım g elen sah a, nurla, ir­ fa n la , ahlâkî fa z ile tle sü slen m ek ­ tir.»

Bütün bunlar, Ebedî Şefin kadınlık hakkında umumî fikirleridir. T ürk kadı­ nına gelince, Atatürkün bütün milletine ve bu arada Türk kadınlarına tükenmez bir hayranlığı ve itimadı vardı. Çünkü o, Türk kadınını, hiçbir başka millet ku­ mandanının görmediği bir yerde, T ürk erkeğinin yanıbaşında görmüştü: Cephe­ de !

« D ü n yan ın h içb ir y erin d e, h içb ir m ille tin d e A n a d o lu k öylü k a d ın ı­ n ın

fevk in d e

k a d ın m esa isi zik ret­ m ek im k â n ı yoktur v e d ü n y a d a h iç bir m illetin k a d ın ı : « B en A n a d o lu k a d ın ın d a n d ah a fa z la çalışırım , m illetim i h a lâ sa v e z a fe r e götü rm ek te A n a d o lu k a d ın ı k ad ar h im m et gösteririm .» d iy e ­ m ez.»

F akat Türk kadını yalnız cephede de­ ğil, cephe gerisinde de Türk ordusunun zaferlerini hazırlamakta erkekten aşağı kalmış sayılamaz. A tatürk başka bir nut­ kunda da bunu söyler:

« E rk ek lerim izin teşk il ettiğ i or­ dunun m em b a la rın ı k a d ın la rım ız iş lem istir. M em lek etin esb a b ı m ev­ cu d iy etin i h a z ır lıy a n k a d ın la rım ız olm uş v e k a d ın la rım ız olm ak tad ır. K im se inkâr e d e m e z ki bu h arb d e v e on d an e v v e lk i h a rb lerd e m ille ­ tin k a b iliy eti h a y a tiy e sin i tu tan h ep k a d m la rım ızd ır.»

Atatürkün kadınlığa ve Türk kadını na verdiği bu hususî kıymet ve şeref, A tatürk inkılâbını, diğer bazı inkılâblar gibi, insanlığın yarısını düşünmüş, eksik bir hareket olmaktan kurtarmış, K em a­ lizmin bütün nimetlerini ve hâzinelerini Türk erkeğile Türk kadını arasında mü­ savi hisselerle paylaştırmıştır.

P E Y A M t SA F A

A ta tü rk ve

İsta n b u l

Dün, Büyük Atanın aziz na’şmı ihtiva eden sandukanın önünden gözyaşları döke­ rek geçerken bundan 1 1 sene evvel, yani 1927 senesi temmuzunun birinci günü şimdi matemli sandukanın bulunduğu Mu- ayede salonunda, Millî Mücadeleden sonra Îstanbula ilk defa gelen bu Ulu Kurtarıcının İstanbul halkı mümessiüeri- le gazetecileri ve konsoloslan kabul edi­ şini hatırlamamak kabil değildi. Bütün İstanbul o gün ona candan ve emsalsiz karşılama tezahüratı yapmıştı. Büyük Ö n­ der, bundan sonra istirahat etmek üzere Dolmabahçe sarayına çıkmışlarda On bir sene evvelki bu hatıra şimdi gözlerimizin önünde canlandı. O bir redingot giymişti. Yüzünü binanın deniz cephesine çevirmiş­ ti. Karşısında İstanbul halk teşekkülleri mümessilleri, sağında gazeteciler duru­ yordu. Ellerile işaret ederek: «Lûrier bir az daha yaklaşalım, arkadaşlar» dedi ve şu nutku irad etti:

« — İstan b u l h a lk ın ı, İstanbulda- ki c em iy etler i v e m u h telif teşek k ü l­ leri h ey eti a liy e n iz d e selâ m la m a k ­ la b a h tiya rım . A z iz v a ta n d a şla rı­ m ın b a n a k arşı o la n tev eccü h v e m u h a b b etlerin in bu gün k ü p arlak teza h ü ra tın d a n ço k m ü teh assis o l­ dum . S a m im k a lb im d en teşek k ür ederim . İstan b u ld a n çık tığ ım g ü n ­ den b u gü n e k ad ar se k iz sen e g eçti. H icran v e ta h a ssü rle g eçen d a k ik a ­ ların b ile n e k ad ar u zu n g eld iğ i d ü ­ şünülürse, se k iz s e n e lik hasretin, İs- tanbulun m u h terem a h a lisi için ru­ h u m d a a te şle d iğ i iştiy a k ın b ü y ü k ­ lüğü k o la y lık la ta k d ir olunur. İki b ü yük cih a n ın m ü ltek a sm d a Türk v a ta n ın ın zin eti, T ü rk tarihinin ser­ v eti, T ürk m ille tin in g ö zb eb eğ i İs­ tan b ul, b ü tün v a ta n d a şla rın k a l­ b in d e yeri o la n b ir şehirdir. Bu ş e ­ hir m eş’um h â d ise le r le m ustarib

b u lu n d u ğu zam an la r, bütün v a ta n ­ d aşların k a lb ler in d e kanayan y a ­ ralar a çılm ıştı. K alb i yaralı o la n la r­ dan b iri b en d im . B u gü n görüy oruz k i, g e ç ird iğ im iz k aran lık g e c e le ­ rin m eşim in d en k a lb lerim izi m esar ile d old u ran nurlu seh erler doğdu. S e k iz se n e e v v e l m u starib ağlıyan İstan b u ld an k alb im sızla y a ra k çık­ tım . T e s e lli ed en im y o k tu . Sekiz se n e son ra k a lb im m ü sterih olarak g ü len v e d a h a g ü z e lle ş e n İstanbula geld im . B ütün İsta n b u llu la rın ruhu­ m a h e y e c a n v eren sıca k v e muhab- b etk âr a ğ u şile k a rşıla n d ım .

S ek iz se n e h e y e ti iç tim a iy em izin yen i d a h il old u ğu d evrin tarih i, ih­ tiva e ttiğ i ih tilâ lle rle, in k ılâ b larla v e n etice lerle az m eşb u d e ğ id ir . Se­ k iz sen ed e m iletim izin , s iy a s î, İçti­ m aî, m ed en î in k işa f y o lu n d a gös­ terd iğ i k a b iliy et v e liy a k a t dere­ cesi yüksektir. Bu d e r e c e y i h er gün d a h a yü k seltm ek için ço k d ik k atle ve a zim le ç a lışa ca ğ ız.

V a ta n ın im arı, m ille tin r e fa h ı da­ ha çok gayret ve m esa i ta leb etm ek ­ ted ir. H a y a tî ve v ic d a n î telâ k k iy a tı ilim v e fe n ile terb iy e e d e r e k h ey eti iç tim a iy em izin h a k ik î h u zu r v e sa­ a d e tin e çalışm ak u lv î b ir n ok tai n azard ır. Bu noktai n a zarı, size,

a-Ç

Dün Dofmabahçeden iki intiba

Aziz ölüyü ziyaretten

çıkan subaylarımız Bir aile Ebedî Şefin son ziyaretinden dönüyor

z iz İstan b u l h alk ın a sek iz s e n e e v ­ v e lin e k ad ar için d e y e d i e v liy a k u v­ v e tin d e b ir h eyü lâ ta sa vvu r ettir il­ m ek isten ilen bu sarayın iç in d e söy­ lüyorum .

Y a ln ız artık bu saray zıllü lla h la - ların d eğ il, zil olm ayan , h a k ik a t o- la n m illetin sarayıd ır. V e b e n bu­ ra d a m illetin bir ferd i, bir m isa firi o la ra k b u lu n m ak la b a h tiy a rım .

İstanbulun b e d iî g ü z e llik le r i, İs­ tan b u l h alk ın ın sam im î n ü v a zişleri iç in d e g eçirece ğ im g ü n lerin b en d e y e n id e n u n u tu lm az h â tıra la r bıra­ k a ca ğ ın a , fe y iz li ilh a m lar y a ra ta ­ c a ğ ın a şü ph em yoktur. B unun için ço k sevin iyoru m . Bu sev in ci bütün h alk a ib lâ ğ b u yurm anızı rica ed er v e h e y e ti a liy e n iz i tek rar se lâ m la ­ rım .»

Ne yazık ki, İstanbul on bir sene evvel bütün kalbile sevinerek karşıladığı yerde bugün onun cenazesini gözyaşlarile selâm­ lıyor. Kalbi yaralı olan şimdi o değil, T ürk milletidir. Şimdi İstanbul onun hic­ ran ve tahassürüne gözyaşları döküyor.

|

A tatü rk ü n v a s ılla rı ¡ 4 ^ 1

Dehada insicam

: Çanakkale -

Sakarya - Dumlupınar bir küldür

M

erkezî devletlere tebaan Tür- kiyenin de mağlûbiyelile biten Umumî H arble İstiklâl H arbi­ miz arasında bir münasebet var mıdır, ve Umumî H arb hakkında Atatürkün haki­ kî düşüncesi neydi? Umumî H arbde da­ hi Atatürk, başta Çanakkalenin, yalnız onun himmetile temin olunan, muvaffak ve galib müdafaası olmak üzere, kendisi­ ne tevdi olunan birçok vazifeleri ehliyet, salâhiyet ve muvaffakiyetle başarmış ol­ duğu muhakkak bulunmasına rağmen, kendisinin o zaman iş başında bulunanlar­ dan bir çoklarını şiddetle tenkid etmesin­ den istidlâl ederek Atatürkün Umumî H arbe Türkiyenin de iştirak etmesine esasen muarız olduğu manasını çıkaran­ lar olmuştur. Bizce bu iddiada hiçbir doğ­ ruluk olmadıktan başka bilâkis Atatürk İstiklâl Cidalile bizzat kendisinin Umumî H arbde başlıca büyük işi olan Çanakka­ le müdafaasının neticesini almıştır.

Ve. bir tesadüf bu hakikati bizzat A ta- türke izah ettirmiştir:

Umumî H arb iptidalarında Avrupa büyük devlet merkezlerinden birinde sefir bulunan bir zatla müsteşarı bulundukları garb devleti merkezinden Babıalıye, T ü r­ kiyenin Umumî H arbe iştirakinin iyi ol- mıyacağım yazmışlar, ve bu fikri anlaşı­ lan musırrane birkaç defa tekrarlamışlar. Umumî H arb malûm olan şekilde bittik­ ten sonra bu iki zattan biri memlekette:

— Biz vaktile dedik de dinlemcdiler- di!

Diye bir terane tuhurmuştu. îstanbul- da yazılıp çizilen bu mütalealar da çok sürmiyerek İtilâf devletlerinin çizmeleri altında ezilip gittikten bir hayli sonra bir gün A nkarada, İstiklâl Cidalinin ateşli bir hengâmesinde, (Hakimiyeti Milliye) gazetecinde (Umumî H arb ve Türkiye) başlıklı bir makale çıkar, ve başlığının al­ tına (1 ) rakamı konulduğuna göre bir silsile halinde devam edeceği anlaşılan bu yazıda gene:

— Biz vaktile dedik de dinîemediler- di!

Teranesinin tekrarile söze başlanarak bütün görülüp geçirilen felâketlerin sebe­ bi hep vaktile yapılan ihtara rağmen har­ be girilmiş olması olduğunun izahına gi- rişildiği görülür.

O zaman A nkarada bilhassa bazı ar­ kadaşlar üzerinde damdan düşercesine yersiz ve münasebetsiz bir tesir ya­ pan bu makale Atatürkün de nazarı dik­ katini celbettiğinden onu yazanı çağırtır, ve kendisine şunları söyler:

— Bir seri halinde devam edeceği an­ laşılan bu yazılarınızda Türkiyenin Umu­ mî H arbe iştirakini tenkid edeceğiniz ve zaten bunu vaktile devlete ihtar etmiş de bulunduğunuz görülüyor. İhtimal ki bu yazıları Ankarada benim de hoşuma gi­ der diye neşretmeği düşünmüş bulunuyor­ sunuz. H atayı kısa yoldan keselim. Bir sefirle müsteşarı devlete bir mütalaa gön­ dermek hakkını tabiî haizdirler. Fakat harbe girip girmemekten bahseden bu mü- talea ile devletin takyid edilemiyeceğine şüphe yoktur. Meselenin kendisine gelince Türkiye Umumî H arbe girmeğe mecbur­ du, ve mevcud dünya muvazenesine göre bu giriş şekli de olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki haıbe giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarz­ ları, hulâsa bir sürü teferruat tenkid olu­ nabilir. Fakat esasa diyecek yoktur. T ü r­ kiye harbe girerdi ve böyle girerdi. Onun için vaktile nasılsa bir kere dermeyan et­ miş olduğunuz yanlış mütaleayı sanki bir marifetmiş gibi ömrünüz imtidadınca tek­ rarlayıp durmayınız ve bu yazılara devam etmeyiniz...

Filhakika birincisi çıkan yazının arkası gelmemiş ve bu bahis Ankaradaki safha­ sında da orada kesilmiş, kalmıştı.

Atatürkün düşünmüş olup olmadığını tahkik etmiş olmaksızın bu satırların mu­ harriri İstiklâl Cidalile Umumî H arb savaşları ve bilhassa Çanakkale müdafaa­ sı arasındaki sıkı münsebeti şöyle tesbit ey­ lemiştir:

Y a za n :

Y U N U S N A D t

Buna hiç şüphe yoktur ki Umumî Harbin en büyük hâdisesini Çanakkale müdafaası teşkil etmiş ve bu sebeble T ü r­ kiyenin Umumî H arbe iştiraki o haıbde en müessir rolü oynamıştır. Eğer Türkiye Umumî H arbe iştirak etmemiş olsaydı İtilâf devletleri bu harbi, bilâhare olduğu gibi dört senede değil, belki bir, "bir buçuk senede galibiyetle bitirmiş olabilirlerdi.

Çarlık Rusyasmm Türkiyeyi de istih­ daf eden ihtiraslarını akim bıraktırabilmek maksadile ve bilhassa bu sebeble Umumî H arbe malûm şekilde iştirak eden T ürki­ ye bu müdahalesile garb İtilâf devletleri­ ni Çarlık Rusyasma kâfi yardım gönder­ mekten menetmiş ve Çanakkalenin mu­ vaffak ve galib müdafaası Çarlık Rusya- sını adeta tecrid eylemiştir. Y ılda üç ay ancak geçid veren Arkanjel yolu ile garb devletlerinin Çarlık Rusyasma yapabil­ dikleri yardım devede kulak kabilinden kalıyor ve bunun neticesi olarak Çarlık Rusyasmm bütün imkânları hergün fazla­ laşan imkânsızlıklar içinde yüzüyordu. Bu halin devamı Çarlık Rusyasmm kendi dahilinden inhilâl suretile işkalına mün­ tehi olmuştur. Rusyada bolşeviklerin mu­ vaffakiyetle yürütebilmiş oldukları inkı- lâb bile Çanakkalenin muvaffak ve galib müdafaası neticesidir denebilir. Biz dört sene sürdürdüğümüz harbden netice iti- barile gene mağlûb çıkmış olsak bile T ü r­ kiyenin can düşmanı Çarlık Rusyasmı is- kat ederek onun yerine Türkiyeye dost bir bolşevik Rusyası gelmesine olsun ze­ min ve zaman hazırlamış bulunuyorduk. Bu bizim için birinci kazancdı, ve bu ka­ zancı Umumî H arbe iştirakimize ve bil­ hassa Çanakkale müdafaasına borçlu idik.

Umumî H arbe iştirakimizin ikinci ka­ zancı dört sene sürdürdüğümüz harb so­ nunda bize kızan galib büyük devletlerin pek fazla hiddetlerini davet etmiş olmak­ la beraber onların ordularında harbe de­ vam kudretini asgarî haddine indirmiş oluyorduk. O kadar ki Sevr’in baş amil­ leri olan Loid Corc’la Klemanso Türki­ yeyi parçalamak istiyen eserlerini tatbik ettirebilmek için Yunan kuvvetlerine mü- racaatten başka çare bulamamışlardı. Bu da Çanakkalenin Umumî H arbi uzatan müdafaasının tabiî bir neticesiydi.

Böylelikle İstiklâl Cidaline başlarken esasta bir husumet cihanına karşı koyma­ ğa kalkışmakla beraber hakikatte aldatı­ larak yanlış yola sevkedilmiş küçük bir memleketin ordularile karşılaşıyorduk.

Bu mantıkî silsile bizi şu zarurî netice­ ye götürür: Çanakkalenin muvaffak ve

galib müdafaasile Umumî H arbi uzat­ mış olmaklığımız sayesinde Millî Misak hududlarile T ürk millî vatanını koruma­ ğa kalkıştığımızda görülecek vazifeyi nisbetle pek çok kolaylaştırmış bulunuyor­ duk. Böylelikle Sakarya ile Dumlupma- rın Çanakkaleye bağlandığını görüyorsu­ nuz.

Yalnız son iki harbin değil, ondan bir evvelkinin de muzaffer Kumandanı Bü­ yük Asker Atatürkün şahsında ayni zat olduğunu düşünürseniz, siz de bu satırla­ rın muharriri gibi Çanakkale ile Sakarya ve Dumlupınarın bir kül teşkil ettiğini teslim etmiş olursunuz.

H er üç harb vatanımızın meşru ve za­ rurî müdafaasına aid olduğu için onların uğrunda canla balşa çalışmış olmaklığı­ mıza denilecek söz olamaz tabiî. Nitekim bizzat İngilizler Çanakkalede kendilerini muvafakiyetsizlikler içinde bırakan kah- raman Atatürke büyük bir asker olarak en büyük hürmeti göstermişlerdir ve gösteri­ yorlar.

H arb zamanının husumetleri geçerek şimdi onların yerine sulh ve dostluk kaim olmuştur.

Biz yukarıki satırlarda sadece Umumî H arble İstiklâl Cidalimiz arasındaki mü­ nasebetleri tesbit etmiş oluyor ve bu mü­ nasebetlerde dahi bugün aziz hatırasını tebcil ettiğimiz Büyük Şefimizin yüce hizmetlerini buluyoruz.

Y U N U S N A D t

iki ta rih a r a s ın ­

d a A ta tü rk

1927^1938

I temmuz 1927

Dolmabahçe sarayının M uayede salo- nundayız. Ayasofyanın kubbesini andıran kubbeli salonun loşluğu, akşamın alaca karanlığı içinde, gittikçe artıyor.

Dışarıda çifte prova hattı teşkil etmiş olan vapurların kara dumanları Hamidi- yenin selâm salvolarının beyaz sislerine karışarak Marmaranın mavi gözlerini pe- çeliyor.

Sarayburnunun takları bu dumanlar içinde pırıl pırıl yanıyor. Sanki vapur du­ manlan da, barut dumanları da Gaziyi

görmek ister gibi, Dolmabahçenin önün­ den ayrılmak istemiyorlar.

içeride, beyaz sarayın loş salonunda, siyahlar giyinmiş bir halk kütlesi, hürmet- kâr bir sükût içinde Gaziyi bekliyor. N i­ hayet kapıların birinden Gazi göründü. Muhteşem salonun içinde ses yoktu İn­ sanlar da, sütunlar da, avizeler de sus­ muştu. Şimdi herkes yalnız göz kesilmişti. Sekiz senelik hasret ve hicran artık bit­ mişti; Gazinin sevgili İstanbulile İstanbu­ lun sevgili Gazisi karşı karşıya idiler.

Salonun gittikçe artan loşluğu içinde, siyah elbiseli insan kütlesi sıkışıyor ve G a­ ziyi dinlemek için hazırlanıyor. Bir an ev­ vel göz kesilen bu insanlar, şimdi de kulak kesildiler.

Gazi, tannan sesile konuşmağa başla­ dı. Sesi, nutkunun bazı heyecanlı yer­ lerinde de, gene tannan bir boğuklukla yükseliyor, koca salonda tatlı akislerle ya­ yılıyor. Birşeye dikkat ettim. Bu seste bir çelik salâbeti, sertliği, tınneti var. Hiçbir zaman, hiçbir an titremiyor; heyecanın en yüksek perdesine çıktığı zaman bile... Belli ki bu ses titremek için değil; titret­ mek için yaratılmıştır.

Kulaklarım, onun çelik sesini dinlerken gözlerim, bu loş salonda, onun zarif re­ dingotunun içindeki narin ve zarif haya­ linden ayrılmıyordu.

Sözleri, dinliyenlere tarif edilmez bir vecdü heyecan veren bu güzide varlıkta, salonun gittikçe artan loşluğunu yırtan ve bütün gözlere, bütün gönüllere görünen iki şey vardı:

Gazinin çelik mavisi gözlerinin nuru, Gazinin göğsündeki İstiklâl madalyası­ nın ışığı.

İstiklâl madalyası, dün Türk istiklâlini kurtaran ve bugün Türk istiklâlini temsil edenin göğsünde, bir yıldız gibi, yanıyor­ du. Daima istiklâl için çarpan bu sineye İstiklâl madalyasından daha iyi ziynet, İstiklâl madalyasına da bu sineden daha lâyık göğüs tasavvur edilebilir miydi? İs­ tiklâl madalyası, Türk istiklâlinin tam kaynağında parlıyordu.

İstiklâl madalyasının tatlı ışığile nurla- nan gözler, biraz daha yükselince, G azi­ nin gözlerinin güneşini görüyordu. O na­ fiz gözler, o kadar canlı, o kadar aydın­ lıktı ki iki nur kaynağı halinde, salonun loşluğunu yırtarak hepimizin gözlerine, herkesin ruhuna nüfuz ediyordu. İstikba­ lin karanlıklarına nüfuz etmeğe alışmış o- lan bu gözler için, Dolmabahçe sarayının salonundaki karanlığın ehemmiyeti mi vardı?

Bir an geldi ki salonun loşluğu daha arttı. Gazinin; salonun yaldızlı duvarla­ rını, muazzam sütunlarını, yüksek kubbe­ sini, muhteşem avizelerini ve bunların hepsinden ziyade, kendisine mu’natab ol­ mak şerefini kazananların ruhunu titreten sesi, sanki, içinde şimşekler çakan bu gök gözlerin gürültüsünden başka birsey de­ ğildi.

Dolmabahçe sarayının, bu nice nice günler görüp geçirmiş salonunda, eskiden muhteşem avizelerden dökülen nur şelâ­ leleri altında «yedi evliya kuvvetinde» sönük ve karanlık «zıllûllah» padişahlar vardı. Bu akşam ise kapkaranlık salonda, Gazi bir güneş gibi, bütün gözleri ve vic­ danları, bugünü ve yarını aydınlatıyordu.

16 birinciteşrin 1938

Dolmabahçe sarayının muayede salo - nunu artık onun çelik menevişli mavi göz­ leri aydınlatmıyor. Artık Onun çelik sesi bu alçalmış kubbede gürlemiyor, artık o- nun zarif vücudü, bu başları eğik sütunla­ rı süslemiyor. Artık, onun güneşi bu salo­ nu aydınlatmıyor.

II sene evvel, Büyük Zaferden sonra, İstanbula ilk geldiği zaman bu salonda bizimle konuşan « 6 « şhir m eş’um ha­ d iselerle m u starib bulunduğu z a ­ m anlar, bütün vata n d a şla rın k a lb ­ lerin d e kan ayan ya ra la r a çd m ıştı. K a lb i ya ra lı olanlardan biri d e ben­ d im.» diyen Büyük Atamız, şimdi de senin ölümün, bizim kalblerimizde kanı- yan yaralar açmıştır ve bugün tabutunun önünde kalbi yaralı bütün bir millet ağlı­ yor.

1 1 yıl önce, sıcak bir temmuz akşamın­ da, sıcak sesinle İstanbul halkının mümes­ sillerine hitab ettiğin bu salonun, 1 1 yıl

A B İ DİN D A V ER

Referanslar

Benzer Belgeler

— Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli ve 14 arkadaşının, yurt dışında çalışan işçilerimizin, yurt dışında ve yurt içinde karşılaştıkları idarî, malî, ekonomik,

— Konya Milletvekili Necmettin Erbakan ve 21 arkadaşının, Türkiye'de devlet ve millet hayatındaki israfı önleyerek, bütçe açıklarını kapatmak için alınacak tedbirleri

ibaresi "Cumhurbaşkanına” şeklinde değiştirilmiştir. Ç) 108 inci maddesinin birinci fıkrasına "inceleme,” ibaresinden önce gelmek üzere "idari

ÜYELER: Selçuk YILMAZ- Ertekin ŞAN- Fethi AVCI-İlhan ŞENER -Musa ÇAKMAK- Nuh ÖZTEPE-Cemalettin DEMİREL-Erhan KAYA-Niyazi TİRYAKİ-Veysel ASLAN-Hilal AYIK- Reyhan

MADDE 70– Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, Başbakanın veya bir bakanın veya bir siyasî parti grubunun yahut yirmi milletvekilinin yazılı istemi üzerine kapalı

9- Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından önce 19 Kasım 2019 tarihinde, daha sonra 09.12.2019 tarihinde yapılacağı duyurulan ihalenin 6 Aralık 2019 tarihinde iptal edilmesi

Teklifle, Kanunun 60 mcı maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendinde yapılan değişiklik ve Kanuna eklenen 61/A maddesi uyarınca, taşınmaz satış

MAHMUT TANAL (Ġstanbul) – Tabii, burada baktığımız zaman biz BaĢbakanlığa bağlı 8 kurumun bütçesini görüĢüyoruz fakat 8 kurumun bütçesinde, 8 tane, bakanlıkta