U lU X C il'
¡(ñisainiílair v ® fOkSirfleir
Ahmed A ğaoğlu
Ahmed Ağaoğlu, sustuğu zaman bile, iri başının kitleli ve biçimli yuvarlağın dan, enli yüzünün keskin oymalarından, çenesinin atik ve gergin duruşundan ma nalar boşalan çok müstesna bir kafa te şekkülüne sahibdi: Beyaz saçların büsbü tün esmerleştirdiği geniş, kabarık ve par lak bir alın. Gözlerini daima gölge içinde bırakan, ileri doğru çıkık ve kalın kaşlar İçeri çekik, siyah, çevrildiği noktaya kır pılmadan bakan ve üstüne kaşlarından düşen gölgeleri yırtan sivri, parlak bakış lar. Yanlara ve arkaya doğru genişlemiş alnile bütün çizgileri aşağıya doğru çekik yüzü arasında muvazene yapan uzun ve ucu kıvrık bir burun. Ortası çukur, yuvar lak bir çene üzerinde üst dudağı enli, toplu bir ağız. Gözlerin altından çeneye kadar yanakları oyan, dudakların etrafını dolayan, girift ve uzun keşidelerde bütün yüzü dolaşan, kûfî ve talik yazılar kadar güzel, sık ve keskin çizgiler.
Daima renkli ve titrek, içinde büyük ruh parçalan yüzen dalgalı ve köpüklü ses. Başı öne doğru sıçratan ve omuzları ileriye doğru sallayan mücadele humma- sile, ifratları önlemek istiyen akıl disiplini arasında, bir muvazene meddü cezri. Şah siyetinin bütün tezadlarını ayarlıyarak hassasiyetine düzen veren bir vakar, mü samaha, centilmen terbiyesi.
Bu tezadlar onda çok keskindi: İhti yar olduğu halde coşkun, teslimiyetsiz ve mücadeleci; başı yorgun ve biraz öne düşük olduğu halde enerjili, dine ve ha reketli; yüzü çok buruşuk ve çizgileri çok sert olduğu halde ifadesi çok taze ve çok sevimli; karakteri septik ve müstehzi ol duğu halde fikirleri sabit ve imanlı; yeri ne göre çok hırçın ve yırtıcı olduğu halde rikkatli ve büyük merhamet sahibi; miza cı otoriter olduğu halde akidesi liberal; şivesi; bozuk denebilecek kadar İstanbul telâffuzundan ayrıldığı halde konuşması çok tatlı ve canlı. Ruhunun fezasında her an büyük küreler çarpışıyor ve ona bu di riliği, bu coşkunluğu ve tazeliği veren . tezadları sertleştiriyordu.
Bu kürelerin başında en büyük ikisi vardı: Şark ve garb.
Ahmed Ağaoğlu en koyu şark memle ketlerinden birinde doğmuş, çocukluğu-
ıu ve ilk gençliğini yaşamış, en koyu garb 'memleketlerinde okumuştu. Pek gene ya şında, bu iki dünya arasındaki yolları yal nız kafasile değil ayaklarile de tepti. Karabağdan Kafkasyaya, Petersburga, Parise ve Londraya gidip gelişlerinde, iki kıt’a arasındaki müthiş farkın idrakini beş duygusunun şehadetile tamamladı. Bu farkı senelerce teneffüs ederek, senelerce yaşıyarak anlamıştı. Kafasının içinde ilk mana harbi ve fikir katliâmı oradan baş lar: Karabağın ahundları (mollaları) ve ' Parisin profesörleri arasındaki dünya gö- ! rüşü farkı, Ahmed Ağaoğluna, anavatanı şarkla kafa vatanı garb arasındaki mesa feyi büyük bir ruh dinamitile uçurmak sevdasını verdi. Bu dinamitin terkibinde büyük miktarda ilim ve büyük miktarda ideal olmak lâzım geldiğini pek erken an lamıştı. Bu ilmi kazanmak için Sorbonne- da tarih ve filoloji okudu. Kendi yurdu nun fikirlerini ve akidelerini tetkik etti. «Şiî mezhebinin menşeleri», «Ahund ve İslâm» adlı eserlerini yazdı. Fakat yalnız tarih, onun amelî ve siyasî idealini doyur muyordu. Sorbonne’da ayrıca hukuk oku du.
Ahmed Ağaoğlu Şarkı Garbdan ayı ran farkları başlıca şu üç şeyde buluyor du: Şarkta «ferd» inkişaf etmemişti, şarkta «adalet» mefhumu geri kalmıştı, şarkta «demokrasi» yoktu. Bunların üçü de birbirine bağlı: Demokrasi olmadığı için ferd inkişaf etmemiş ve hukuk miies- sesesi gerilemişti. Fransada üçüncü cum huriyet mütefekkirlerinin Ahmed Ağaoğ luna aşıladıkları hürriyet fikri, o zaman meşrutiyet inkılâbını hazırlıyan Ahmed Rızanın şahsında en büyük Türk mübeş- şirini buluyordu. Dost oldular.
O devirde Ahmed Ağaoğlu için bütün şarkın ilâcı bir tekti: Demokrasi. Bütün Türklerin ilâcı da bir tekti: Demokrasi. Fakat, meşrutiyetten sonra ikinci defa Istanbula gelince, bütün hürriyetçileri şa şırtan hayal sukutu onu da bekliyordu. Ne Abdiilhamidin hal’ı, ne meb’usan ve âyan meclisleri, ne de Ittihad ve Terakki- Ffürriyet ve İtilâf fırkaları arasındaki mü cadele, o devrin büyük millî felâketlerine mâni olamamıştır. Kusur demokraside de ğil, belki tatb’ıkındaki müthiş beceriksiz likte idi. Fakat Balkan harbine doğru, Ahmed Ağaoğlu da bütün Türk milliyet çileri gibi davanın yalnız siyasî değil, da ha derin sosyal kökleri olduğunu anladı. Kendisi de uzak ve esir bir Türk dünyası nın çocuğu olduğu için daha iyi anladı ki davanın mihveri «insanlık» tan çok evvel «Türklük» tür. Beşeriyetçi, İttihadı ana sıra, Tanzimatçı fikirlerin iflâsım sezdi. ..Kuvvetli bir polemist olduğu için Türk
Yazan: PEYAMİ SAFA
yurdunda, bir yandan, Süleyman N azif gibi yaman Osmanlı bayraktarlarını mu vaffakiyetle tepeliyor, bir yandan da Türk tarihinin Osmanlı çerçevesi dışında ki kaynaklarını Türk gençliğinin önüne boşaltıyordu.
İstiklâl harbi ve Cumhuriyet inkılâbı, milliyetçi ve demokrat karakterile, elbette Ağaoğlunu Türk ve insan ideallerinden yakalıyarak derhal kendisine oağlıyacak- tı. Onu millî mücadele ve inkılâb yılla rında H alk Partisinin en hararetli ideolo gu olarak matbuat organizmasının ve dev let gazetesinin başında görüyoruz. Fakat
1930 senesine doğru H alk Partisinin devletçiliğe doğru zarurî olarak gösterdiği temayül, Ağaoğlunu hırçınlaştırmağa başlamıştı. Serbest Fırkanın teşekkülü ve iflâsı onun son ümidlerini alevledi ve sön dürdü. Bilhassa o tarihlerde, memleketin birçok münevverlerinde ve gazetelerinde demokrasiye karşı senelerce süren bir yay lım ateş başlamıştı. Bu cereyanı körükli- yen tehlikeli ve yabancı ideolojiler de vardı. Ahmed Beyle benim aramda de mokrasinin esası ve tekâmülü bakımından büyük fikir farkları olmakla beraber, o zaman memlekete sokulmak istenen ya bancı fikir toksinlerine karşı gençlikte mu kavemet uyandırmak için kendisile müş terek bir cephe yaptık. Bugün demokrasi nin hararetli taraftarı geçinenlerin çoğu o zaman Ağaoğluna ve bana hücum edi yorlardı. Sevgili büyük dostum, «Devlet ve Ferd» adlı kitabından sonra, o tarih lerde «Serbest insanlar ülkesinde» sini, -ilkönce Cumhuriyet sütunlarında, sonra kitab halinde- çıkarmşıtı.
O , ömrünün sonuna kadar koyu Türk ve koyu insan kaldı.
Ağaoğlunun milliyetçiliği mahallî ve dar değildi. O rada en büyük dostları Hüseyinzade Alinin, Yusuf Akçoranm ve Ziya Gökalpın türkçülüğü anlayıştaki müşterek ideallerine sadıktı.
Ağaoğlunun insaniyetçiliği ve demok ratlığı da, büyük Avrupa demokrasileri- ninki gibi mahallî ve dar değildi. Ahmed Bey çok iyi bilirdi ki garbî Avrupa de mokrasileri yalnız kendi milletlerine karşı insan ve âdildirler. Onların kapitalist ve emperiyalist karakterleri, Türk milletini istismar davasından vazgeçemez, çünkü bu sermayenin muhafazası yalnız bu istis mara bağlıdır. Fakat Ahmed Ağaoğlu nun gözünde, Avrupa demokrasilerinin bu istismarcı karakteri, demokratik pren- sipin kötülüğünden değil, istismaıa uğrı- yan milletlerin aczindendir. Bu milletlerin âciz kalmaları da, sosyalistlerin iddia et tikleri gibi ferdiyetçi karakterlerinden de ğil, bilâkis bu karakterden tamamile mahrum, hürriyetsiz ve antidemokrat ol malarındandır. İşte Ağaoğlunu ömrünün sonuna kadar dünyadaki bazı taze fikir cereyanlarından ayıran telâkkinin eksik bir hulâsası.
Eksik, çünkü bu makaleye ne Ağaoğ lunun bitip tükenmez hamleler ve müca delelerle dolu hayatını, ne de yarım asır lık makalelerini ve kitablarını dolduran fikirlerini sığdırmak mümkündü. Bu satır lar, belki onun büyük şahsiyetine lâyık bir monografiye küçük bir başlangıç hizmeti görebilir. Ağaoğlunun hayatında ve eser lerinde saklı dersleri keşfetmek için atıla cak adımların birincisi bile bu değildir.
PEYAMİ SAFA
Askerî ceza kanununun
bir maddesi değişiyor
Ankara 23 (Telefonla) — Askerî ceza kanununun 47 nci maddesini değiş tiren bir lâyiha hazırlandı. Lâyihaya gö re, Türk ceza kanununun birinci kitabı nın müstakil faslında yazılı cezaların te cili hakkmdaki kaideler aşağıdaki hü • kümler nazara alınmak şartile, askerî şa hıslar hakkında da tatbik olunacaktır.
A — Askerî mahkemelerden askeri ceza kanununa tevfikan verilecek hüküm ler tecile tâbi değildir, ancak 18 yaşını doldurmamış çocuklarla 70 yaşına varmış ihtiyarların mahkûm oldukları hapis ceza sını bir seneden fazla olmadığı halde Türk ceza kanununun tecile dair hüküm leri tatbik olunur.
B — Evvelki mahkûmiyet askerî bir suç için verilmiş bir ceza olur ve bu as - kerî suç Türk ceza kanunu mucibince ce zayı müstelzim bir fiil olmazsa ikinci fiilden dolayı ceza kanunu mucibince verilecek cezanın teciline birinci fiil mâ ni olmaz.
Y en i vek âletlerin teşk ilât
projeleri
A nkara 23 (Telefonla) — M ünaka le, N afıa, Ticaret ve İktısad Vekâletle rinin vazife ve teşkilâtlan hakkmdaki ka nun lâyihaları Bütçe encümeninden geç ti. Meclis heyeti umumiyesinde yarın gö rüşülecektir.