26 EYLÜL 2002 PERŞEMBE
~ s ~
CUMHURİYET
KULTUR
kultur@cumhuriyet.com.tr 5û jb> V
HAYATIN ÖTE YAKASI
FERİDUN ANDAÇ
Günün gölgedeki izi
Renkler çağma düşmemişti yolu muz. Hayatın kendi sesi, rengi ile baş haşaydık. Güne açılan yüzümüzü gü lümseten sözlerle yol alırdık. Sevin cin kapısı, yeryüzüne açılmanın ilk adımı ise dergilerdi. Tıpkı, Sait Fa- ik ’in ‘Haritada Bir Nokta’ öykü sündeki gibi arayışın, düşlere kapıl manın seyrine çıkardık. Ülkeler, kent ler, adalar, limanlar alıp götürürdü bi zi. Parmak uçlarımızın dokunduğu yer düş yurdumuz olurdu. Doğanın çağıran sesine kulak verir, mekânla rın dilini anlatan fotoğrafların ardına düşerdik zaman zaman. Sanırım bu konudaki tek kaynağımız ‘Hayat’ dergisiydi. Çocukluğumuzun rengi, soluğu gibi gelirdi bize.
Evet, ‘Hayat’ dergisi bir soluk gi biydi bizlere, dö
nüp o taşra kentin den büyük kentlere, başka ülkelere ba kabilmek, düşsel yolculuklara çıka bilmek için. Bu dergiden üç ad bel leğimde silinmez- cesine yer etmiştir:
Şevket Rado, Hik met Feridun Es, Ara Güler. Daha
dergiyi elime alır alm^z, en arka say fadaki çizgi roman ları okumaya koyu lurken aklım da, di ğer sayfalarda nele rin olduğundadır.
Hikmet Feridun Es röportajlarıyla, Ara Güler fotoğraf
larıyla bir yeryüzü gezgini kılardı be ni. Rado’nun ‘Sohbet Köşesi’ yazıla rında düşünmenin, yaşadıklarımıza bakabilmenin kıyılarında dönenirdim.
Zamanla, yazının belleklerdeki izi silinmese de zamana dayanıklı olan sözün gücünün her şeyin önüne geçe bileceğini gördüm. O silinip gidenle rin yerine yenileri geldi kuşkusuz. A- ma o ilk rastlaşma anlarında, o dö nemde açtıkları pencere, yaşattıkları duygu önemliydi. Bir tek Ara Güler soluğunu bugüne yetirdi diye düşünü rüm. Bunun nereden kaynaklandığı nı düşünmedim de diyemem, doğru su! Yaşama dönük yüzü, gezip görüp tanık olduklarıyla devşirdiklerinin bir bir suretler olarak karşımızda
durma-Ha
bir
fotoğrafıyla
belleğimizi yoklayan
hüneri... Günün
gölgedeki izini en
açık, en yalın
biçimde belleklere
kazıması... Yitmeyen
bir duygunun, hiç
solmayacak bir anın
tanıklığını getirmesi
Ara Güler’in
sanatının başat
öğesidir.
sı... Çektiği her bir fotoğrafıyla bel- sırası şimdi.
leğimizi yoklayan hüneri... Günün gölgedeki izini en açık, en yalın bi çimde belleklere kazıması... Yitme yen bir duygunun, hiç solmayacak bir anın tanıklığını getirmesi onun sana tının başat öğesidir.
Ara Güler öyle de yapıyor. Ardına düştüğü yedi yüzün izlerini bize taşır ken yaşadığı tanıklık anlarının da, çektiği bu fotoğrafları ‘foto-röpor-
taj ’ düzenine getirirken birer öyküsü
nü kaleme alır. Böylece Russell’dan
Tennessee Williams’a, Aragon’dan William Saroyan’a, Marc Cha-
gall’dan Salvador Dali’ye, Picas-
so’ya yedi sanat insanının dünyasına
döndürür bizi. O, her birine bin se vinç, bin heyecanla gider. Yaptığı işin bu yanını hep önemser, o duygunun içinden hiç silinmesi ni istemez.
İşte, Güler’in yitir mediği duygudur o yüzlerin dünyalarını yansıtmak için çıktığı yolculukları şenlikli kılan. Gidip Cha- gall’ın karşısında dur duğunda tek düşündü ğü şudur: “Chagall'la
dünyasını birleştir mek istiyorum. Cha- gall’ı hayalimdeki yerine oturtmak, o- nun dünyasını görsel malzememle kaydet mek ve ‘İşte, Chagall
bu!’ dedirtecek fo
toğrafı çekmek, altı na da fiyakalı bir im za atmak istiyorum.”
Evet, Ara Güler hep bu duygunun ipiltileriyle yol alır. Elinden düşürmediği Leica’sı ile Pi- casso’nun karşısına çıkarken de şun ları düşünür: “ Bir foto muhabiri
olarak yüzyılımızın en büyük ada mının yanına gitmek beni heyecan landırmıştı. Onda 90 yıllık bir bi rikim vardı, bende ise bir Leica. Düşündüm. Devle canavar arasın da çok büyük bir fark yoktur. Bu adamda devlik ile canavarlık bir leşmişti...” Ara Güler, her bir karşı
laşmasını çağının tanıklığı bilinciyle izler, onlardan yansıyan izleri/renkle- ri, ışığı bize yansıtır. Bir büyülü ev renin usta fotoğrafçısının yeryüzünün izlerinden devşirdiklerini izlemenin, her bir fotoğrafını bir bir okumanın
O
kuma
önerileri
Ara Güler: Eski İstanbul Anıları, 1994; Yitirilmiş Renkler, 1995, Dünya Yay; Bir Devir Böyle Geçti, Kalanlara Selam Olsun, 1994; Yüzlerinde Yeryüzü, 1995, Ana Yay; Sevgili Dostum Ara ’ya, 2001;
Yeryüzünde Yedi İz, 2002, YKY; Ara Güler’e Saygı, 1998, YGS Yay. Babil’den Sonra Yaşayacağız (Öyküler), 1996, Araş Yay.; 126 s.
B
ellek
kutusu
“Fotoğraf iyi bir meslektir, ama görmeye alışmak lazım. Bir anlam kattığın zaman fotoğraf olur, yoksa dünyada
bütün fotoğraf makineleri içinden bakmasan bile basarsın çeker. Teknik değildir fotoğraf, kafadır kafa. Ben kafama taktım. Bütün Bizans sanatı, El Greco, Rafaello üzerine gittim, müze müze gezdim. Kompozisyon bilmek lazım. Akademiye gitmedim. Picasso da gitmedi, dünyanın en büyük ressamı.” Ara Güler
Yözlerden yansıyanlar
Ara Güler, fotoğraf sanatımıza yeni bir boyut getirmiş,
soluklandırmıştır. Onun siyah-beyaza düşürdüğü iz, yansıttığı gölge anın duran sesi, bakışın gizidir adeta, insan yüzleri bundan anlamlı, mekânlar bundan dolayı yerin anlamını, zamanın dilini anlatır bize. Bir dünya dili/ni yaratır Ara Güler. Kentlerin alınlığındaki ışığın sımnı çözer, insan suretlerindeki gizemi bir ışıldak gibi serer önümüze. O, kendi dilini, görselliğinin tözünü kurarken bize de bir dünya sunar, ileten değil, iletkendir onun dili. Bir Babil kaçkım gibi bakar, görür, baktırır da. Belki de o kulenin en derişik yerinde durandır o. Dönüp Babil’den Sonra Yaşayacağız’daki öykülerini okuduğunuzda, ondaki şu duygunun daha
belirginleştiğini göreceksinizdir: Yeryüzünde yitikliğin dilini aramanın, ancak yeni bir dil kurmakla mümkün olabileceği düşleriyle yaşamak...
Yeryüzünde Yedi İz, o Babil kaçkınının işte bu
gezginliğini anlatır biraz da. Ardına düştüğü, anlarını paylaştığı, yaşadıkları zamana/çağa birlikte baktığı yedi yüzün izini, sözünü, rengini, ışığını taşır bize. Bertrand
Russell'ın dünyasında gezinebilmek için aralarındaki
sözün yerini fotoğraf alır. Her bir karede ona doğru yürür, Güler. Kendi sözleriyle şunu imler: “Ben onun
varlığının karşısında, ancak bir anlık tanık olabilirdim. Bu tanıklığı iyi yapabilirsem, onun demek istediğine belki bir şeyler katabilirdim.”