• Sonuç bulunamadı

Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-inceleme)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-inceleme)"

Copied!
147
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

TÜRK

EDEBİYATI BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

MEKÂSID-I SÂLİKÎN

(METİN-İNCELEME)

ZAHİR SÜSLÜ

DANIŞMAN

YRD. DOÇ. DR. CUMHUR ÜN

(2)
(3)
(4)

Tezin Adı : Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-İnceleme) Yazar : Zahir SÜSLÜ

ÖZET

Tez konumuz olan “Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-İnceleme)” Sadullah Paşa, İbrahim Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa, Akif Paşa, Tevfik Fikret, Celal Nuri başta olmak üzere, önce gazete ve tercüme çalışmaları ve sonra roman, hikâye, tiyatro çalışmaları ve nihayetinde hayatın her alanında Batılılaşmanın devam ettiği ve geleneksel yaşam kültüründe farklılaşmaların belirginleştiği yıllarda, 1923 senesinde tamamlanmış ve yayınlanmış bir eserdir. Tez, sırasıyla şu bölümlerden oluşmaktadır:

Giriş bölümü, Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-İnceleme)’nin hazırlanma aşamasında takip

edilen yola ayrılmıştır. Birinci Bölüm’de Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî’nın hayatı; Metinden önce Transkripsiyon Alfabesi verilmiştir. İkinci Bölüm’de eserin transkribesi; Üçüncü Bölüm’de eserdeki tasavvufî terimler; Sonuç bölümünde ise eser hakkında genel değerlendirme yapılmıştır. Tez, metnin orijinali ve Kaynakça’yla sonlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Eski Türk Edebiyatı, Mekâsıd-ı Sâlikîn, Şeyh Ahmed Hüsameddin-i Dağıstânî, Tasavvuf.

(5)

Name of Thesis: Mekâsıd-ı Sâlikîn (Reviewing the Text) Author : Zahir SÜSLÜ

ABSTRACT

“Our thesis subject “Mekâsıd-ı Sâlikîn (Reviewing the Text)” was completed and established in 1923 in such a period that first at newspaper and translation works and then novel, story and theatre works at last in all fields of our life that westernization continioud and in the years at which Islamic life and culture’s differentiation became evident especialy by Sadullah Paşa, İbrahim Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa, Akif Paşa, Tevfik Fikret, Celal Nuri. Our thesis consists of in nthis order: In introtuction; we explained the procedures followed while writing and prepearing our Thesis named Mekâsıd-ı Sâlikîn (Reviewing the Text). In the first part we explained life of Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî; in the in the second part transcription of the work; in the thirth part, the sufistic terms in the work; in the conclusion a general evaluation about the work has been made. Thesis is concluded with the original text and bibliography.

Key words: Old Turkish Literature, Mekâsıd-ı Sâlikîn, Sheikh Ahmed Hüsameddin-i Dağıstânî, Sufism

(6)

ÖN SÖZ

Hicrî ikinci asırda teşekkül eden ve günümüze kadar süregelen tasavvuf, İslamî hayatın ve kültürümüzün bir parçasıdır. Ortaya çıkışından bu yana dâima ilgi odağı olmuştur. Günümüzde de gerek düşünce sistemi olarak, gerekse hayat tarzı ve terbiye biçimi olarak ilgi çekmektedir. Ortaya çıkışından günümüze kadar sayısız tasavvufî eser verilmiştir. Bu eserlerden çoğu, aynı zamanda Divan Edebiyatı’nın otorite isimlerine aittir. Bunlardan biri de, şiir sahasında da söz sahibi olan Dağıstanlı Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn Efendi’nin “Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-İnceleme)” adlı tasavvufî eseridir. Biz bu tezimizde, söz konusu eserin metin tespiti ve incelemesini yapmaya çalıştık.

Giriş bölümünde eser hakkında genel bilgi verilmiştir. Birinci Bölüm’de;

müellifin biyografisi geniş olarak yazılmıştır. Metinden önce Transkripsiyon Alfabesi verilmiştir. İkinci Bölüm’de; metin transkribe edilmiştir. Üçüncü Bölüm’de tasavvuf terimleri, metnin daha iyi anlaşılması için yazılmıştır. Sonuç bölümünde de şahsi kanaatimizi bildirdik. Çalışmamızın sonunda, metnin aslı ve Kaynakça kısmında da bütün bu çalışmalarımızda kullandığımız kaynaklar yer almaktadır.

Beni bu çalışmaya teşvik eden danışmanım, saygıdeğer hocam Yrd. Doç. Dr. Cumhur Ün’e, bana bu çalışmanın başından sonuna kadar yardımlarını esirgemeyen saygıdeğer hocam Doç. Dr. Ali İhsan Öbek’e ve lisans dönemindeki diğer hocalarıma şükranlarımı sunarım. Ayrıca bu çalışmamda teknik olarak yardımlarını gördüğüm arkadaşlarımdan Sinan Ertürk ve Olgun Yanar’a ve İngiliz Dili ve Edebiyatı hocası Yavuz Kara’ya buradan teşekkür ederken tez çalışmamın başından sonuna kadar her an beni destekleyen aileme de ayrıca teşekkürü bir borç bilirim.

Zahir Süslü Edirne-2011

(7)

İÇİNDEKİLER ÖZET ... i ABSTRACT ... ii ÖNSÖZ ... iii GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ŞEYH AHMED HÜSÂMEDDÎN-İ DAĞISTÂNÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ………3

TRANSKRİPSİYON ALFABESİ ... 16

İKİNCİ BÖLÜM METİN ±âtü’l-Ba√t ... 19

Murâ…abetü’&-¿übût fi’l-Vücûd ... 20

Kelime-i Tev√îd “Lâ İlâhe İllallâh Mu√ammedün Rasûlullâh” ... 22

Nefy ü İ&bât (Lâ İlâhe İllallâh) ... 26

Keyfiyyet-i İştiπâl-i ±ikr ... 28

Murâ…abetü’&-¿übût fi’l Vücûd ... 29

Râbı†a ve Râbı†a İle İştiπâl ... 32

“Tenbîh” ... 34

A¡≥ânıñ ±ikri ... 35

Le†â™if ve Le†â™ifle İştiπâl ... 36

Menâzil-i Tev√îdden Nefy ü İ&bât ... 38

(8)

‰arî…a-i Le†â™if Üzerine Murâ…abe-i E√adiyyet ... 41

‰arî…a-i Le†â™if Üzerine Murâ…abe-i E√adiyyetden Murâ…abe-i Rû√ ... 42

Le†â™if ‰arî…i Üzerine Murâ…abe-i E√adiyyetden Sırrıñ Murâ…abesi ... 43

‰arî…a-i Le†â™if Üzerine Murâ…abe-i E√adiyyet ... 44

‰arî…a-i Le†â™if Üzerine Murâ…abe-i E√adiyyetden A«fâ ... 44

¢alb ... 45

Rû√ ... 46

Murâ…abetü’&-¿übût fi’l Vücûd ¢albe Olan Murâ…abe ... 50

Rû√a Olaca… Murâ…abe ... 53

Sırra Olaca… Murâ…abe ... 54

»afâya Olaca… Murâ…abe ... 56

A«fâya Olaca… Murâ…abe ... 56

İstiπfâr ... 61

¡İlm ... 62

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM METİNDE GEÇEN TASAVVUFİ TERİMLER A«fâ ... 68

¡Âlem-i Emr ... 68

¡Âlem-i »al… ... 68

¡Âlem-i İmkân... 68

¡Âlem-i Kevn ü Fesâd... 68

¡Âlem-i Kübrâ... 68

¡Âlem-i Melekût ... 69

¡Âlem-i ~uπrâ ... 69

¡Amel ... 69

¡Anâ§ır-ı Erba¡a ... 69

(9)

Bâ†ın ... 70

Be…â ... 70

Ceberût ... 71

Cism ... 71

E√adiyyet ... 72

Esmâ-i Müte…âbile ... 72

Fenâ ... 72

Fenâ Fi’llâh ... 73

Fey≥-i A…des ... 73

Feyz-i İlâhî ... 73 »afâ ... 73 ◊a…î…at ... 74 ◊a…… ... 74 »al… ... 74 Hübû† ... 75 Hüviyyet ... 75 İ«l⧠... 76

¡İlmü’l-Ya…în, ¡Aynü’l-Ya…în, ◊a……u’l-Ya…în ... 76

İstiπfâr ... 77 “¢abe ¢avseyn” ... 77 ¢alb ... 78 Kelime-i Tev√îd ... 78 La†îfe ... 79 Le†â™if-i »amse ... 79

Le†â™if-i »amse-i Rû√aniyye ... 80

Ma√v ... 80

Ma¡rifet ... 80

Merâtib-i Külliyye ... 81

(10)

Mertebe-i ~ıfât ... 81

Mertebe-i Ulûhiyyet ve Mertebe-i Rubûbiyyet ... 81

Mükâşefe ... 82

Müşâhede ... 83

Nefs-i Emmâre ... 83

Nefs-i Nâ†ı…a ... 83 Nefy ü İ&bât ... 83 Nüs«a-i Kübrâ ... 85 Râbı†a ... 85 Râ≥ıye ve Mar≥ıye ... 86 Ridâ ... 86 Rû√ ... 86 Rû√-ı Küllî ... 87 Rü™yet ... 87 ~a√v ... 87 Sâlik ... 87 Seyr İla’llâh ... 88 Seyr ü Sülûk ... 88 ~ıfât-ı Selbiyye ... 88 ~ıfât-ı ¿übûtiyye ... 88 Sırr ... 89 Sırr-ı Rubûbiyyet ... 89 Sübü√ât ... 90

Şe™n-i Küllî-i Câmi¡ ... 90

Şe™n ve Şu™ûnât-ı ±âtiyye ... 90

Şerî¡at ... 90

‰arî… ... 90

‰arî…at ... 91

(11)

Tecellî-i Ef¡âl... 92

Tecellî-i Evvel ... 92

Tecellî-i ¿ânî ... 92

Tecrîd-Tefrîd ... 92

Tev√îd-i Ef¡âl, Tev√îd-i ~ıfât, Tev√îd-i ±ât ... 93

Tev√îd-i Şuhûdî ... 93

¡Urûc ve Nüzûl ... 93

Vücûd-i »âricî, Vücûd-i ±ihnî, Vücûd-i ¡İlmî ... 94

Ya…a@a ... 94 ªâhir ... 94 ±ât ... 95 ±ât-ı Ba√t (±âtü’l-Ba√t) ... 95 ±ât-ı Vâ√idiyye ve ±ât-ı İlâhiyye ... 95 ªıll ... 96 ±ikr ... 96 SONUÇ ... 98 METNİN ORİJİNALİ ... 100 KAYNAKÇA ... 136

(12)

GİRİŞ

Tasavvuf, Kur’ân ve sünnetten doğmuş bir disiplindir. Amacı, ferde sürekli olarak Allah’ı hatırlatması ve kendine O’nun rızasına uygun işleri yaptırmasıdır.

“Mekâsıd-ı Sâlikîn (Metin-İnceleme)” isimli bu tez çalışmamız da, içerisinde tasavvufi terimleri barındıran ve bunların îzâhını yapan bir eserdir. Tasavvufun teşekkül ettiği yüzyıldan günümüze kadar Hazret-i Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî, Yunus Emre, Şeyh Gâlib gibi bir çok şahsiyet tarafından tasavvufla alâkalı eserler yazılmıştır. Tezimize ismini veren bu eserde, yüzyıllar boyu süregelmiş tasavvuf disiplininin temel şartları anlatılmış ve bu disiplinde bulunan “sâlik”in hangi yolları takip etmesi gerektiği anlatılmıştır.

Tezimizin Birinci Bölüm’ünde; 19. asır sonlarında ve 20. asır başlarında yaşayan ve tasavvuf geleneğini devam ettiren; manevî kemâli, güzel ahlâkı, yazdığı eserleri, sohbetleri, onlarca halîfesi ve kendisine intisâb eden binlerce mürîdiyle; büyük mutasavvıflardan ve kıymetli şahsiyetlerden biri olan Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî’nin hayatı hakkında bilgi verilmiştir. Müellifin hayatı hakkındaki bilgi tek kaynak diyebileceğimiz, “Hüseyin Vassâf Efendi’nin Sefîne-i

Evliyâ” isimli eserinden1 aynen alınmıştır.

Tezimizin İkinci Bölüm’ünde metin transkribe edilmiştir. Metin 25 ara başlıktan oluşmaktadır.

Üçüncü Bölüm olan metin kısmına geçmeden önce Transkripsiyon Alfabesi verilmiştir.

Tezimizin Üçüncü Bölümü’ünde; metinde geçen tasavvufî terimlerin daha açık ve daha iyi anlaşılması için çeşitli Tasavvuf Sözlüklerinden yararlanılmıştır. Metindeki 80’i aşkın tasavvufî terim, alfabetik olarak bu bölümde yer almaktadır.

1 Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Sefîne-i Evliyâ, Osmânzâde Hüseyin Vassaf, İstanbul 2006, cilt II,

(13)

Eserde birkaç âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin yazımındaki yanlışlığı düzelttik ve dipnotlarla da belirttik. Ayrıca eserde geçen bazı âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin meâlleri yoktu. Bunların meâlleri dipnotlarda verilmiştir.

Eser 20. yy.da yazılmış olduğundan metnin okunuşunu günümüz konuşmasına yaklaştırdık.

Mekâsıd-ı Sâlikîn, kökünü ve kaynağını “Edille-i Şer’iyye”den alan ve yüzyıllar boyu devam eden tasavvuf geleneğinin temel konuları ve düstûrlarının anlatıldığı 20. asırdaki kıymetli eserlerden biridir.

Biz bu tezimizle, bu muazzam disiplinin ve geleneğin 20. asır içindeki devam ettiricilerinden olan Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî’yi daha iyi tanınmasına bir katkı sağlamaya ve eserini ortaya çıkarmaya çalışacağız.

(14)

BİRİNCİ BÖLÜM

ŞEYH AHMED HÜSÂMEDDÎN-İ DAĞISTÂNÎ’NİN HAYATI VE

ESERLERİ

1

“ŞEYH AHMED HÜSÂMEDDÎN-İ DAĞISTÂNÎ:

1264 senesi Rebîu’l-evvelinde (Şubat-Mart 1848) Ban vilâyetinin Dâğıstân’da Rukkâl şehrinde zînet-sâz-ı âlem-i şuhûd olmuştur. Pederleri Seyyid Saîd b. Seyyid Sefer b. Seyyid Haydar b. Seyyid Hasan b. Seyyid Kâsım b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Dâvûd b. Seyyid Ca’feri es-sâlis b. Seyyid Muhammed Zâhid b. Seyyid Mûsâ Kâzım es-sânî b. Seyyid İbrâhîm b. Seyyid İsmâîl b. Seyyid Mustafa el-Ahrâr b. Seyyid Ahmed-i Bağdâdî b. Seyyid Süleymân b. Seyyid Îsâ El-Ahrâr b. Seyyid Abdullâh Tâhir b. Seyyidinâ Hazret-i Pîr İbrâhîm ed-Dessûkî b. Seyyid Ebu’l-Mecd b. Seyyid Kureyş b. Seyyid Muhammed et-Tayyib b. Seyyid Ebu’n-Nücâ b. Seyyid Ali Zeynelâbidîn b. Seyyid Abdülhâlık b. Seyyid Muhammed b.Seyyid Muhammed Ebu’t-Tayyib b. Seyyid Abdülkâtim b. Seyyid Abdülhâlık b. Seyyid Ebu’l-Kâsım b. Seyyid Ca’fer el-Mehdî b. Seyyid Ali el-Hâdî b. Seyyid Muhammed el-Cevâd b. Seyyid Mûsâ el-Kâzım b. Seyyid İmâm Ca’fer es-Sâdık b. Seyyid Muhammed el-Bâkır b. Seyyid Ali Zeynelâbidîn b. Hazret-i İmâm Hüseyin b. Hazret-i Ali (kerema’llâhu vechehû ve radıya’llâhu anhum).

İsm-i âlîleri, Ahmed; künyeleri, Ebu’l-Haydar; lakab-ı şerîfleri, Sefer, Hüsâmeddîn, Tevfîk, Hamdî, Abdulgafûr’dur. Nakş-ı hâtem-i siyâdetleri, “Ni’me’r-refîk Ahmed-i Tevfîk” tir. Validelerinin ismi, Şerîfe binti Abdullâh’tır.

Mehâdim-i kirâmından Seyyid Ali Rızâ Efendi, Mevâlid-i Ehl-i Beyt nâmıyla bir eser te’lif edip, pederlerinin ve ecdâdının tercüme-i hâlini bunda yazmıştır. Mütâlaaya şâyan bir kitaptır. Bunda yazıldığına göre, 1277/(1860-61)’de, berây-ı hacc-ı şerîf âzimi Mekke-i Mükerreme olan pederi ile birlikte bulunup, pederlerinin Mekke’de irtihâli üzerine Medîne-i Münevvere’ye gitmiştir. Bir müddet sonra İstanbul’a gelip pederlerinin vasiyeti üzerine Denizli’de, Şeyh Hacı Hasan Feyzî Efendi’ye mülâkî olduktan sonra, Uluborlu’da, pederlerinin mürîdânından Şeyh Hacı Mustafa Efendi merhûmun nezdine azîmetle zaman-ı mev’ûdun hulûlüne kadar tedrîs-i ulûm ile iştigâl etmiştir. Hacı Mustafa Efendi müşarünileyhe baldızı hanımı tezvîc eylemiştir.

1 Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Sefîne-i Evliyâ, Osmânzâde Hüseyin Vassaf, İstanbul 2006, cilt II,

(15)

1300/(1883) tarihinde, işâret-i maneviyye üzerine Sivrihisâr’a azîmetle neşr-i envâr-ı irfân eylediler. Şöhretini istirkâb edenlerin ağrâzı neticesi Ankara’da ikâmete memûr olup, Vâli Âbidîn Paşa merhûmun hürmetini celb ile, 1305/(1888) senesinde Bursa’ya azîmet ve ihtiyâr-ı ikâmet eylemiştir. Maksem civarında, Ahmediyye nâmıyla bir medrese, bir mescid ve bir de hâne yaptırıp, 1313/(1895) tarihine kadar tedrîs ve talîm ile meşgûl olmuştur. Burada da ashâb-ı ağrâzın tarîzine dûçâr olup, Sultân Abdülhamîd Hân’ın emriyle Trablusgarb’da ikâmete memûr edildiler. Burada da zamanlarını te’lif-i âsâra hasr ile Tefsîr-i Kebîr ve

Muşahhasât-ı Suver-ı Kur’âniyye nâm eserlerini yazdılar.

1324/(1908) senesinde inkılâb-ı hükûmet vâki’ olunca, Vâli Receb Paşa merhûmla İstanbul’a gelerek, Bursa’daki mescid ve medreselerinin tamirine şitâbân oldular. Bir buçuk sene Bursa’da kalarak İstanbul’a avdetle, Çapa civârında Ârifî Paşa merhûmun konağını iştirâ ile1324/(1908) sonuna kadar ikâmet buyurdular. 1331/(1915) de Sivrihisâr’a gidip iki sene kaldılar. 1334/(1918) de İzmir’e azîmetle yirmi gün müsâfir oldular. İstanbul’a avdetlerinde, harîk-ı kebîrde konakları yandı. Burada âsâr-ı âliyyelerinden yüz cildden fazlası yanmıştır. Ba’dehû Bursa’ya nakl-i hâne ettiler. Balıkesir-Bandırma’ya gittiler. Şubat 1337/(1921)’de İstanbul’a avdetle Hazreti Sünbül civârında, Çınar Karakolu’na yakın “Voyvoda Konağı” denilen ikâmetgâhda bulundular. Ahîren Beşiktaş’da bir hâneye nakl edip, son günlerde Cerrahpaşa civârında iştirâ buyurdukları hâneyi mesken ittihâz eylediler.

Nakşıbendî, Kâdirî, Çeşti ve Sühreverdî tarîklarının ve daha doğrusu tarîk-ı hikmet ü irfântarîk-ın câmiü’l esrârtarîk-ı bulunuyorlar.

Nakşi Silsilesi:

Es-Seyyid eş-Şeyh Ahmed Efendi, eş-Şeyh Muhammed Saîd, eş-Şeyh Abdullâh Gulâm Ali, eş-Şeyh Şemseddîn Habîbullâh Hân, eş-Şeyh es-Seyyid Nûr Muhammed el-Bedvânî, eş-Şeyh Seyfeddîn, eş-Şeyh Muhammed el-Ma’sûm, eş Şeyh Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî, eş-Şeyh Muhammed el-Bâkî, eş-Şeyh Hâce Emkinekî, eş-Şeyh Dervîş Muhammed, eş-Şeyh Muhammed-i Zâhid, eş-Şeyh Hâce Ahrâr-ı Ubeydullâh, eş-Şeyh Muhammed el-Attâr, eş-Şeyh kutbu’t-tarîka Muhammed Bahâeddîn Şâh-ı Nakşıbend. (Kaddesa’llâhu esrârahum)

(16)

Kâdirî Silsilesi:

Es-Seyyid Ahmed Bahâeddin, eş-Şeyh Muhammed Saîd, eş-Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî, Şeyh Mîrzâ Cân-ı Cânân, Şeyh Şemseddîn Habîbullâh, eş-Şeyh Muhammed el-Âbid, eş-eş-Şeyh Abdülahad, eş-eş-Şeyh Muhammed Saîd, eş-eş-Şeyh Ahmed-i Fârûkî, Şeyh Seyyid İskenderî, Şeyh Seyyid Kemâleddîn-i Kengî, eş-Şeyh Abdurrâhmân-ı Sânî, eş-eş-Şeyh Fuzayl, eş-eş-Şeyh Abdurrâhmân-ı evvel, eş-eş-Şeyh Ebu’l-Hasan, eş-Şeyh Şemseddîn-i Sahrâî, eş-Şeyh Seyyid Ukeyl, eş-Şeyh Abdülvehhâb, Şeyh Bahâeddîn, Şeyh Şerefeddîn, Şeyh Abdürrezzâk, eş-Şeyh kutbu’l-hakîka Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî. (Kaddesa’llâhu esrârahum)

Ahmed Efendi hazretleri ilm-i tevhîdde ferîdü’l-asr oldukları gibi hakîkaten gavvâs-ı deryâ-yı Kur’ân’dır. Esrâr-ı maânî-i Hazret-i Kur’ân’a vâsıl, sâhib-i te’vîlât u makâmât bir pîr-i kâmildir. Mislini asırlar idrâk edememiş denilecek derecede, te’vîl-i mânâ-i Kur’ân’da vahîd-i zamandır. Hakk-ı âlîlerinde muterîz olan zevât vardır. “Ebcedci” ve “Hurûfî” diye hakîkat-i mesleklerinden haberdâr olamayarak söz söyleyenler eksik değildir.

Bir gün huzûr-ı âlîlerinde bulundum. Esteîzü bi’llâh, ( ﺎﺒﻨﻟا ﻦﻋ ،نﻮﻟءﺎﺴﺘﻳ ﻢﻋ ﻢﻴﻈﻌﻟا)1 âyet-i kerîmesinde yalnız, (ﻢﻋ) üzerindeki tedkîkâtı bir saatten ziyâde

sürmüştür. Hakâyık-ı beyâniyyeleri karşısında mütehayyir kaldık. Derece-i irfânı yüksektir fakat avâm için imkân-ı istifâde görünmez. Meclis-i zikrden ziyâde neşeleri sohbette görünür.

Harîm-i ismet-i ma’nâ-i Kur’ândır Hüsâmeddîn

Nedîm-i Hazret-i cânân-ı irfândır Hüsâmeddîn

Hakâyık âleminde Mürşid-i âlî-tebâr oldu

Hakâm-i sırr-ı insân mağz-ı Kur’ândır Hüsâmeddîn

Nübû’-ı hikmet olmuş kalb-i âlîsi serâirden

Vücûdu mülk-i aşka ayn-ı ihsândir Hüsâmeddîn

(17)

Uluvv-i kadirine eyler şehâdet bunca âsârı

Tecellîgâh-ı feyz-i kudsi sübhândır Hüsâmeddîn

Muhibb-i kemter-i Vassâf’ı istişfâ ider her ân

Muhakkak bilmeli yektâ-yı devrândır Hüsâmeddîn

Şemâili:

Boyları mutedil, omuzlarının arası geniş başları büyük, renkleri beyâz ise de humreti gâlib, gözleri büyücek, sakalı mutavassıt ve beyâz olup, kâl ü hâlleriyle herkesi kendilerine müsahhar kılarlar, Hilmi gâlib, tab’ı mülâyim, mükrim ve fukarâperverdirler. Mâlâya’nî ile iştigâl buyurmazlar, dâimâ mebâhis-i Kur’âniyye’den zevk alırlar. Az şehla bakışlı olup, hâfızalaraı pek kuvvetlidir.

Âsâr-ı Aliyyeleri:

Muşahhasât-ı Suveri’l-Kur’âniyye’den:

- Hakâyıku’t-Tecrîd fî Menâzili’t-Tevhîd. Arapçadır, matbû’dur.

- Esrâr-ı Ceberûtı’l-A’lâ. Matbû’dur, çok mühimdir.

- Muşahhasât-ı Suver-i Kur’âniyye,

- Rûhu’l-hikem, Muşahhasât-ı Sûre-i Meryem. Matbû’dur.

- Hikmetü’l-Envâr, Muşahhasât-ı Sûre-i Kehf. Matbû’dur.

- Nûru’l-hüdâ, Muşahhasât-ı Sûre-i Tâhâ. Matbû’dur.

- Huccetü’l-Hucec, Muşahassât-ı Sûre-i Hac. Matbû’dur.

- Burhânu’l-Asfiyâ, Muşahhasât-ı Sûre-i Enbiyâ. Matbû’dur.

- Huccetül-Melei’l-A’lâ, Mulahhasât-ı Sûre-i Abese. Matbû’dur.

- Mezâhirü’l-Vücûd alâ Menâbiri’ş-Şuhûd. Türkçedir. Kısmen

Matbû’dur.

(18)

- Mevâridü’t-Tenzîl fî Tercümeti Kur’âni’l-Celîl. Tefsirul-Kur’an.

Gayr-i. Matbû’dur.

- Lem’atü’l-Âfâk fi’z-Zuhûri ve’l-İşrâk. Gayr-i Matbû’dur.

- Zübdetü’l-Makâl fi’l-Kevni ve’l-Hayâl. Gayr-i Matbû’dur.

- Niyyetü’l-Hurûf alâ Cedveli’l-Ma’rûf. Gayr-i Matbû’dur.

- Zübdetü’l Merâtib. Türkçedir, Gayr-i Matbû’dur.

Hakk-ı âlîlerinden Tunus kadısı şu yolda kelimât-ı tazîmiyyede bulunmuştur: ﻟا مﺎﻤﻬﻟا ﻟا ﯽﺼﻗا ﻎﻟﺎﺒﻟا ، عرﺎﺒﻟا مﺎﻣﻻاو ﻞﺿﺎﻔ ﻞﺋﺎﻀﻔ ﻞﺻاﻮﻟا ﺪﺷﺮﻤﻟاو عراﻮﺘﻤﻟا ﻞﻣﺎﻜﻟا ﺦﻴﺸﻟا ، ﺔﻘﻔﺸﻟا ﺐﺣﺎﺻو ﻦﻴﻠﻣﺎﻜﻟا ةﺬﺗﺎﺳﻷاو ذﺎﺘﺳأو ﺎﻧذﺎﺘﺳأ عﺮﺸﺘﻤﻟا مﺎﺴﺣ ﺪﻤﺣأ ﺎﻧﻻﻮﻣ ﺪﻨﺴﻟا ﺪﻴﺴﻟا ﻦﻴﻌﻤﺟأ ﷲا دﺎﺒﻋ ﯽﻠﻋ ﺪﺟ ﻦﻣ ﯽﻧذﺎﺑ ﻢﻳﺮﻜﻟا نﺁﺮﻘﻟا ﺮﺴﻔﻣ ﺐﺣﺎﺻ ﯽﻨﻴﺴﺤﻟا ﯼﺪﻨﺒﺸﻘﻨﻟا ﯽﻧﺎﺘﺴﻏاﺪﻟا ﻦﻳﺪﻟا ﻞﻀﻓأ ﻪﻴﻠﻋ ﻢﻴﻈﻌﻟا ﻖﻠﺨﻟا ﻩ ةﻮﻠﺼﻟا ﻪﺗﺎآ ﺮﺒﺑ ﺎﻨﻤﻈﻧ و ﻦﻴﻤﻠﺴﻤﻟا ﻪﻓرﺎﻌﻤﺑ ﻊﻔﻧ و ﻪﻟﺎﻤآ و ﻪﻠﻀﻓ ﻖﻠﺨﻟا ﯽﻓ دازو ﻪﻟﻼﺟا ﷲا مادأ ﻢﻴﻠﺴﺘﻟا ﯽآزأو ﻦﻴﻘﻴﻟاو قﺪﺼﻟا ﻞهأ ﻚﻠﺳ ﯽﻓ 1

Seyyid İsmet, Seyyid Ali Rızâ, Seyyid Mahmûd Müctebâ ve Seyyid Mûsâ Kâzım nâmında dört evlâdı vardır. İsmet ve Rızâ Efendiler Mevâlid-i Ehl-i Beyt’i yazmışlar, neşr etmişlerdir.

Hz. Şeyh’in hangi bir eseri mütâlaa olunsa, tarîk-i te’vîldeki rüsûhuna hayrân olmamak kâbil değildir. İlm-i hey’et, tabakâtü’l-arz, nebâtât, hayvânât, tıb ve fünûn-ı mütenevviaya dâir olan mebâhiste henüz fennen malûm ve mekşûf olmayan bir çok noktalara tesâdüf edilir.

Bursa’da ekâbir-i urefâ ve evliyâ-yı asfiyâdan Kâdî Hân merhûmun şeref-i sohbetlerine mazhar olduğum zaman müşârünileyh Ahmed Efendi hazretlerinin kutb-ı memleket olduğu lisân-ı ta’zîm ile söylemişlerdir. Kâdî Hân, Buhârâlı olup, eâzımdan idi. (Kuddise sırruhû)

1 “Fazîletli ve himmet sâhibi, mümtâz bir insan, fazîletin en ileri derecesine ulaşmış, Allah’a karşı

gelmekten son derece sakınan kâmil bir şeyh, Allah’ın emrettiklerine bağlı kalarak vuslata erişmiş bir mürşid, kâmil, hocaların hocası, Allah’ın bütün kullarına karşı şefkatli, hocamız Mevlânâ Seyyid Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî en-Nakşıbendî el-Hüseynî, dedesinden icâzetli bir Kur’ân müfessiri idi. En güzel salât ve en temiz selâm ona olsun. Cenâb-ı Hak onun derecesini artırsın, ilmini ve fazîletini yüceltsin. Marifetinden bütün Müslümanlar faydalansın. Bereketiyle, bizim doğruların ve gerçek iman sahiblerinin yolunda dosdoğru gitmemizi nasib etsin.” (H)

(19)

Ahmed Efendi’nin tekkeleri yoktur. Haftada bir gün nezd-i âlîlerinde ictimâ’ eden erbâb-ı aşk u muhabbet, hazîne-yi ârifânelerinden müstefîd olurlar. Mürîdlerinden ve urefâdan Hilmi Bey: “Bir gün azîzimin huzûrunda idim.

Mübâhase-i dakîka cereyân ediyordu. Biri (ﺎﻬﺑﺎﺑ ﯽﻠﻋ و ﻢﻠﻌﻟا ﺔﻨﻳﺪﻣ ﺎﻧأ)1 hadîs-i şerîfini okudu. Hz. Şeyh gözlerinden meserret yaşları dökerek, (ﺎﻬﺣﺎﺘﻔﻣ ﺎﻧأو)2 buyurdular.” diye

nakl etmiştir.

Mezâhiru’l-Vücûd nâm eserlerinden:

“Cenâb-ı Hakk’ın umûm beşeriyyete inzâl buyurduğu Kur’ân-ı Azîmu’ş-şan, her biri birer levh-i mahfûz olan bütün eşyâyı muhît ve ulûm u fünûnu câmi’dir. (ظﻮﻔﺤﻣ حﻮﻟ ﯽﻓ ، ﺪﻴﺠﻣنﺁﺮﻗ ﻮه ﻞﺑ ، ﻂﻴﺤﻣﻢﻬﺌارو ﻦﻣ ﷲاو)3 Kur’ân’ın Levh-i mahfûzu insandır.

Mevcûdât, Şuûnat, ma’kûlât, mahsûsât, ma’nâ-yı Kur’ân’dır. Şu cihânda meşhûdumuz olan saltanat u azamet-i ilâhiyye, ma’nâ-yı Kur’ân’la tecelî eder. Ma’nâ-yı Kur’ân, envar-ı risâlettir. Kime verilmiş ise, vâris-i nebî ve imâm-ı vakt olur. Vâris-i nebî olan zât, tercümeye sığmayan Kur’ân’ın ma’nâsını söyler ve halkı hakâyık-ı kevniyyeye âgâh eder.

Tevrât, Zebûr ve İncîl, Kur’ân’da nasıl mevcûd ise, Kur’ân dahi insân-ı kâmilin istidâdında mevcûddur. Yoksa Kur’ân-ı Kerîm’in elfâz-ı şerîfesine bakılıp da, ma’nâ verilemez. İnsân-ı kâmil, avâlim-i ilâhiyye vü kevniyyeyi câmi’dir.”

Hulefâsı:

- Seyyid Abdülkerim Efendi. Mekke-i Mükerreme’de, reîsü’l

müsevvidîndir.

- Dağıstânî Abdülkerim Efendi. İlm-i Kelâm mütehâssısı ve

müellefât-ı adîde sahibi olup, Medine-i Münevvere’dedir. - Müftü Hasan Efendi. Sivrihisâr’dadır.

- Bilâl-zaâde Mustafa Efendi. Sivrihisâr’dadır.

- Sûfî Muhammed Efendi. Sivrihisâr’dadır.

- Müderris Muhammed Efendi. Ankara’dadır. - Müderris İbrâhîm Efendi. Ankara’dadır.

1 “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır” el-Aclûnî, Keşfü’l Hafa, c.l. s. 203. (H) 2 “Ben ise anahtarıyım.” (H)

3 “Allah onları arkalarından çepeçevre kuşatmaktadır. Doğrusu bu yüce Kur’an’dır. Levh-i mahfûz’da

(20)

- Sâlih Efendi. Ankara’dadır.

- Hacı Kara Yûsuf Efendi. Sâbık reîsü’l müsevvidîn, Bursa’dadır.

- Hacı Mustafa Efendi, Dağistânî. Bursa’dadır.

- Hacı Sâdık Efendi, Bagavî-zâde. Sabık reîsü’l müderrisîn,

Bursa’dadır.

- Mustafa Efendi. İçelli, Bursa’dadır.

- Şeyh Bekir Efendi. Eğinli Müftü-zâde, İzmir’dedir.

- Hacı Ahmed Efendi. Tireli, İzmir’dedir.

- Hacı Muhammed Efendi. İzmir’dedir.

- Hâfız Edhem Efendi. Rodos’tadır.

- Müftü Ahmed Kemâleddîn Efendi. Bandırma’dadır.

- Hâfız Mustafa Efendi. Bandırma’dadır.

- Ulemâdan Hacı Muhammed Efendi. Bandırma’dadır.

- Sefer Efendi. Manyas’ta.

- Hacı Abdülkerîm Efendi. Karacabey’dedir.

- Hacı Ömer Efendi. Gönen’dedir.

- Hacı İsmâîl Efendi. Edincik’tedir.

- Hacı Muhammed Efendi. Yozgâdî, Bandırma’dadır.

- Tevfîk Efendi. Bandırma’dadır.

- Mustafa Efendi. Bandırma’dadır.

- Halîl Efendi. Hacı Kâmûsî-zîde, Karesi’dedir.

- Hâlid Efendi. Karesi’dedir.

- Halîl Efendi. Karesi’dedir.

- Şeyh Şa’bân Efendi. Kirmastı’da.

- Hacı Abdurrahmân el-Mücâhid. Antep’dedir.

- Muhammed Mübârek Efendi. Şam’dadır. Tarîk-i Halvetî’de ilk

(21)

- Müftü Hacı İbrâhîm Efendi. Gelibolu’dadır. - Müderris Süleymân Efendi. Fatsa’dadır. - Müderris Seyfeddîn Efendi. İstanbul’dadır.

- Müderris Hacı Ya’kûb Efendi. Rizeli, İstanbul’dadır. - Muhaddis Hacı Ömer Efendi. Eğinli, İstanbul’dadır.

- Hâfız Muhammed Efendi. Filibeli, İstanbul’dadır.

- Hacı Muhammed Efendi. Siverekli, İstanbul’dadır.

- Hacı Saîd Efendi. “Beytü’l-ilm” denilmekle ma’rûf, Dağıstân’dadır.

- Seyyid Kâzım Efendi. Müderris ve kadı, Dağıstân’dadır.

- Abdülkâdir Efendi. Dağıstân’dadır.

- Şeyh Şa’bân Efendi. Dağıstân’dadır.

- Hacı Muhammed el-Kerûkî. Müderris, Dağıstân’dadır.

- Muhammed el- Mihrâkî. Kadı, Dağıstân’dadır.

- Hacı Mîkâîl. Dağıstân’dadır.

- Pîr Muhammed. Kadı, Dağıstan’dadır.

- Necmeddîn-i Avârî. Ulemâdan, Dağıstân’dadır.

- Şeyh Ali Süğûrî. Dağıstân’dadır.

- Hacı Nasrullâh-ı Kûbâdî. Dağıstân’dadır.

- Hacı Abdurrahmân. Ejderhânî, Dağıstân’dadır.

- Abdülkâdir. Ulemâdan, Kaşgar’da.

- Seyyid Tâhir. Çin vâiz’i.

- Abdüllatîf et-Tarakânî. Türkistân-ı Çinî’de.

- Saîd-i Niyâzî. Âhûn’da.

- Şeyh el-Hâcı Şâkir. Semerkand’da.

- Hacı Abdülbârî. Lökçin’de

(22)

- Şeyh Abdurrahmân. Hârbîn’de

- Şeyh Ahmed Efendi. Mûk’da.

- Seyyid Müctebâ Hân. Râmpur hâkimi, Hindistân’da

- Şeyh İsmâîl es-Safâyî. Muhaddisîn-i kirâmdan, ulemâ-yı benâmdan,

Tunus kadısı.

- Şeyh Hasan el-Uveydân. Trablusgarb’da.

- Şeyh Ahmed. Fas’da.

- Şeyh Hacı Muhammed-i Şenkîtî. Fas’da.

İrtihali:

Şeyh-i müşârünileyh ile târîh-i irtihîllerinden bir buçuk ay mukaddem müşerref olmuş idim. Ser-â-pâ nûr-ı mücessem bir mürşid-i mükerrem olmuş gördüm. Fuyûzat-ı ârifânelerinden müstefîd oldum. Ser-â-pâ deryâ-yı aşk u ma’rifete müstağrak olup, hep hakâyık-ı Kur’âniyye’den bahs buyurdular.

Birkaç gün hafif bir hastalığı müteâkib 1343 senesi Şehr-i Ramazân’ın on sekizinci (11 Nisan 1925) Cumartesi günü alaturka saat yedi buçuk (sabah 03,00) râddelerinde “Hû” ism-i şerîfine muvâzıb oldukları hâlde irtihâl-i dâr-ı cemâl eylemişlerdir. (Kaddesa’llâllahu sırrahû)

Na’ş-ı mübâreklerini halîfelerinden Dersiâm Hacı Ömer Efendi gasl edip Fâtih Câmi’-i şerîfine ertesi Pazar günü cenâzeleri eyâdî-i ihtirâmda nakl edilerek öğle namazını müteâkib salât-ı cenâzeyi yine mûmâileyh Ömer Efendi kıldırmış ve oradan Edirnekapı hâricindeki, İbn Kemâl merhûmun kabrinin karşısındaki mezârlıkta defn-i hâk-i gufrân kılınmıştır.(Rahmetu’llâhi aleyhi rahmeten vâsia).

Cenâzelerinde tekellüfât ihtiyâr olunmamasını ve fukarâ-yı müslimîn mezârlığına defnini vasiyyet buyurmuşlardır.

İrtihâllerinden evvelce haberdâr olamadığımdan, cenâzelerinde bulunamadığımdan çok müteessirim. Evrâk-ı havâdisde bi’l-âhare görülen ilân nüsha-i matbûası bir hâtıra olarak telsîk edildi:

“İrtihâl

Sâdât-ı Hüseyniyye’den ve meşâyıh-ı Nakşıbendiyye’den Dağıstânî Ahmed Hüsâmeddîn er-Rukkâlî Hazretleri irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemişlerdir. Bugün

(23)

Davutpaşa civârındaki hânelerinden kaldırılarak, ikindi vakti Fâtih Câmi’-i şerifinden namâzı ba’de’l-edâ Edirnekapı’daki makber-i mahsûsuna defîn-i hâk-i gufrân kılınacaktır (Rahmetu’llâhi aleyh).”

Müşârünileyhin irtihâli âlem-i irfân için azîm bir ziyâdır, Cenâb-ı Hak bizleri mazhar-ı şefâati buyursun. Âmîn.

Şeyh Muhammed Şehrî-i Gülşenî onun vefâtı üzerine şu târîhi söylemiştir: ﺎهراﺪﻣ ﻮه ﻞﺑ ﻒﻟﻷا ﺪﻌﺑ ﺲﻤﺷ ﻮه ﺎﻨﻋ ﯽﻔﺘﺧا ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﺎهاو ﻪﻤﻬﻓ ﻊﻓراو تﺎﻗﺮﻔﻣ ﻩﺮﺳ ﻢﻠﻋا ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﯼﺪﻬﻟا ﺲﻤﺷ نﺎآ و ﯼرﻮﻟا ﻞﻤآأو مﻮﻘﻟا لﺎﺟر ﺪﻴﺳ ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﯼرﻮﻟا مﻮﻠﻋ ﻦﻴﻣأ ﯼﺮﺼﻋ ﺪﻳﺮﻓ مﻮﻠﻌﻟا بﺎﺑ حﺎﺘﻔﻣ ﺎﻣأ قﺎﻓ ﺛ ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﻪﻠ ﻩﺮﻤﻋ ﻩﺪﻣ ﻒﺻاﻮﻟا ﻎﻠﺒﻳ ﻦﻟو ﺜﻣ ﺮﻳ ﻢﻟ ﺮﺼﻌﻟا ذا ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﻪﻠ ﻪﻔﺻﻮﻟ ﺎﻳﺮﻬﺷ ﺰﺠﻌﻟا ﻢﻬﻓ ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﷲا ﻦﻣ مﺎﻬﻟا ﻪﺨﻳرﺎﺗ ﺎﻬﺑو ﺲﻤﺷ ﯼﺪﻬﻟا مﺎﻣا ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﯼﺪﻴﺳ ﯽﻨﻓﺮﻋ اﺬﻜه

(24)

ﻔﺧ ﺦﻳرﺎﺗ ﯽﻨﻤﻠﻋ ﻒﺗﺎه ﻪﺋﺎ ﻦﻳﺪﻟا مﺎﺴﺣ ﺪﻴﺳ ﻪﺘﻗو ﺐﻄﻗ تﺎﻣ 1

Hânedân-ı ehl-i beyte ben dahilem tâ ezel

İtmezem(…) güft ü gûsundan hazer

Şemsi-i Mısrî mükerrer itdi sizden iktibâs

Feyzinizden oldu ma’nen kâm-yâb u kâm-ver

25 Muharrem 1343-26 Ağustos 1341/(1924)

Şeyh-i müşârünileyhin hulefâsından Süleymân Sâmi Efendi, Rehber-i

Talibîn nâm eserinden azîzin Türkçe na’t ve nutuklarını derc etmiştir:

Enâm olmuş risâletde ukûs-ı vechine mir’ât

Enâmından ism-i pâkin pür ayândır Yâ Rasûla’llâh.

Ehad isminde zâid olsa bir mîm-i nübüvvet kim

Ehad mîm-i muhabbetde nihândır Yâ Rasûla’llâh

***

Şemsim bu vücûdum virür ecsâda zılâli

Nutkum bu şuhûdum virür ekbâda hayâli

1 “O, (hicri) bin senesinden sonra güneş (gibi)dir, hattâ güneşin medârı sayılır. Bizden seyyidim

Hüsâmeddîn gizlendi.

Furkân (K. Kerîm)’in sırrını en iyi bilen ve onu en yüksek derecede anlayandır. Hidâyet güneşinin dükkânı seyyidim Hüsâmeddîn:

Milletin dayanağı ve işlerinin en üstünü, vâris ilimlerinin üstâdı seyiydim Hüsâmeddîn İlim kapısının anahtarı, asrının seçkini, emsâllerine üstün geldi seyyidim Hüsâmeddîn

Onu tanımlayacak olanın ömrü bu işe yetmeyecektir. Asır benzerini görmedi. Dînin yardımcısıdır. Onu tanımlamada acizlik anlaşıldı. Allah’tan ilhamdır ve seyyiddir.

Hidâyet imâmı bir güneştir. Onunla târîhi bilinir. Seyidim böylece bildirdi

Hatiften bir ses bana onun gizlenişinin târîhini öğretti: Zamânının kutbu seyyid Hüsâmeddîn vefât etti.” (H)

(25)

Efrâd-ı şuhûdumla bu heb hâver-i güftâr

Subhum ki berâzıhda tutan rûz u leyâli

Deryâ gibi emvâca takıl eyleme nefret

Kesretde müşâhid olasın tâ O Cemâl’i

***

Sâilim kapuna geldim eyle ihsân Yâ Rasûl

Tut elim kurtar beni hâlim perîşân Yâ Rasûl

Sîne mecrûh dîde giryân âh u efgân eylerim

Aşkının bîmârıyım kıl derde dermân Yâ Rasûl

Hz. Şeyh’in Sultân Mehmed Reşâd Hân merhûma muhabbeti var idi. Hz. Pâdişâh da ona dâimâ seccâdecisi Zekeriyyâ Bey’i gönderirdi. Bu arîzayı arzû-yı pâdişâhî üzerine yazmış, Zekeriyyâ Bey vâsıtasıyla takdîm etmiş idi. Bir nüshası elime geçti, aynen nakl olundu:

“Mübesmelen bi’smihî teâlâ!

Hâmil-i livâ-yı hilâfet selâtin-i izâm hazarâtının kalb-i hümâyûnlarını mevrid-i ilhâm, zikr u ibâdet-i âhâddan efdal olan fikr-i şâhâneleri sebeb-i intifâ’-ı enâm olduğundan, selef-i sâlihîn, kendilerini meşgûl edecek derecede evrâd ve ezkâr talîmini tecvîz etmeyerek, yalnız teberrük için mutalsam hırka ve gömlek ihdâ ve hâssası müsbed ve müberhen vird ü esmâ talîm ve itâsında bir be’s görmemişlerdir.

Evrâd u ezkâr, menfaat-ı husûsiyyeyi celb ve istishâbdan, efkâr-ı hilâfet-penâhî ise, umûm-ı müslimîn ü reâyânın hukûk u menâfiini muhâfaza ve isticlâbdan ibâret olup, husûs üzerine bi-tarîkı’l-evlâ, umûmun fevâid ü menfaatini ihtiyâr, dâreynde hâiz-i şeref ü itibârdır.

Muktezâ-yı beşeriyet, telâtum-ı efkâr ve tevârüd-i şuûn u âsâr ile kalb-i hümâyûna teâküs edecek hümûm u gumûmun zuhûru evânında, Hz. Cibrîl’in melekûtu’l-arz ile münâsebâtını müeyyed bulunan hazerât-ı hamsede mutasarrıf,

(26)

mâddeten vecîz, ma!nen bütün maâliyyâtı şâmil şu, (حوﺮﻟاو ﺔﻜﺋﻼﻤﻟا برو ﺎﻨﺑر سوﺪﻗ حﻮﺒﺳ) elfzz-ı celîleyi günde yedi def’a kırâatla me’zûniyyet i’tâ ve âcizâne ihdâ ettim. Her gün yedi def’a kırâatına devâm ile kalb-i hümâyûnda bir inşirâh-ı tâm husûle geldiği gibi, avârız-ı mezkûrenin dahi ânen-fe-ânen mübeddel-i neşât u sürûr olduğu bi’l-fi’l müşâhede olunur. Hilâfet bir emr-i azîmdir. Makâm-ı muallâ-yı hilâfete kalb ü cân ile merbûtiyyet esasına ibtinâen uhde-dâr olduğumuz vazâifden biri de selâmet-i mülk ü millet ve teâlî-i şân ü şevket ve tezâyüd-i ömr ü âfiyet-i hilâfet-penâhîye gece ve gündüz hayr duâdır.

Hâdimü’l-fukarâ min Âl-i Abâ

(27)

TRANSKRİPSİYON ALFABESİ

ء : ™ ض : ≤, ≥, ∞, ∂ ا : A, a, E, e, Â, â ط : ‰, † ﺁ : Â, â, A, a ظ : ª, @ ب : B, b ع : ¡ پ : P, p غ : ∏, π ت : T, t ف : F, f ث : ¿, & ق : ¢, … ج : C, c ك : K, k, G, g,ñ چ : Ç, ç ل : L, l ح : ◊, √ م : M, m خ : », « ن : N, n د : D, d و : V, v, O, o, U, u, Û, û, Ü, ü ذ : ±, ≠ ﻩ : H, h, a, e ر : R, r ﯼ : Y, y, I, ı, İ, i, Î, î ز : Z, z ژ : J, j س : S, s ش : Ş, Ş ص : ~, §

(28)

İKİNCİ BÖLÜM

METİN

(29)

SEYYİD A

◊MED HÜSÂMÜ’D-DÎN ◊A≤RETLERİ’NİÑ

¿ÂRI’NDAN

ME

¢Â~ID-I SÂLİKÎN

Mündericât

±âtü’l-Ba√t – Murâ…abetü’&-¿übût Fi’l-Vücûd – Kelime-i Tev√îd Nefy ü İ&bât – Ma…âmât-ı Sâlikîn – İştiπâl-i ±ikr – Mülâ√a@a-i Râbı†a – Sûre-i Celîl-i İ«l⧠ve Le†â™if-i »amse – Şe™nü’l-Câmi¡ – Râbı†a İle İştiπâl – Râbı†a Kimlere Câ™izdir? – Tenbîh – A¡≥ânıñ ±ikri – Le†â™if ve Le†â™ifle İştiπâl – Menâzil-i Tev√îd’iñ Nefy ü İ&bâtı – Ma¡nâ-yı Tev√îd’i Mülâ√a@a – ‰arî…a-i Le†â™if Üzre Murâ…abe-i E√adiyyet Murâ…abe-i Rû√ – Murâ…abe-i Sırr – Murâ…abe-i »afâ – Murâ…abe-i A«fâ – ¢alb – Rû√ – ¢albe Olan Murâ…abe – Nefs-i Nâ†ı…a – Nüfûs-i Seb¡a – İstiπfâr ¢aç ¢ısmdır? – Şerî¡at - ‰arî…at – Ma¡rifet - ◊a…î…at - ¡İlm-i Bâ†ın – ¡İlm-i ªâhir – ¡İlm-i Mükâşefe – Mürşid

Kâffe-i ◊u…û…ı Ma√fû@dur. Tâbi¡ ve Nâşiri: Seyyid ¡Alî Rı≥â Şehzâdebaşı: Ev…âf-ı İslâmiyye Ma†ba¡ası

(30)

[3] Bİ’SMİ’LLÂ◊İ’R-RA◊MÂNİ’R-RA◊ÎM

±ÂTÜ’L-BA◊T:

“±âtü’l-Ba√t” demek (Kâne’llâhü ve lem yekün ma¡ahû şey™ün) man†û…unca ¡amâ’da ya¡nî henüz Esmâ ve ~ıfât ile i≥âfet ve itti§âf etmeyip de mertebe-i tenzîhde bir ≠âtdır ki o ±ât-ı A…des (Küntü kenzen ma«fiyyen. Fe-a√bebtü en u¡rafe fe-«ala…tü’l-«al…a li-u¡rafe)1 medlûlünce kendisiniñ bilinmesini murâd ve O’na ma√abbet edip (İ≠â erâde’llâhü şey™en en ye…ûle lehû kün fe-yekûn)2 mu…te≥âsınca mertebe-i Ulûhiyyet’e nüzûl* etdi. Kendi ◊a≥retü’l-¡İlmiyyesinde &âbit olan a¡yâna “Kün” emri nisbetiyle bir tecellî etdi, a¡yân-ı &âbite ya¡nî ervâ√ (Ene ve Ente) imtiyâz etdi. Tâ ol tecellî-i “Kün” fey≥-i a…desden a¡yânı tekvîn mertebesine inzâl etdi. Tekvîniyyet ile bir tecellî etdi. Ol tecellî, fey≥-i mu…addesden bizi ve cemî¡-i ¡avâlimi “Fe-yekûn” meydânında i@hâr etdi; kâffe-i me@âhir-i Esmâsı @uhûra geldi. ◊attâ ¢uddûsiyyet ile tecellî etdi, ervâ√-ı mu…addese @uhûr etdi. (Selâmiyyet) ile tecellî [4] etdi: Rusül-i ¡i@âm “¡aleyhimüsselâm” @uhûra geldi. “Müheyminiyyet” ile tecellî etdi: Ehlullâh ve enbiyâ’ @uhûra geldi. “¡Azîziyyet” ve “Mütekebbiriyyet” ve “Cebbâriyyet” ile tecellî etdi: Nefs ve şey†ân gibi süfliyyât @uhûra geldi. İşte Vech-i E√adiyyet bu merâyâda mütefâvit §ûretde göründü.

Ke-ennehû, bu ¡âlem; bir âyîne-i münkesireden ¡ibâret olup ba¡≥-ı cüz™ünde ±ât-ı Vâ√id ¡arî≥ olara… mun†abi¡ oldu. Ve cüz™-i digerinde †avîl olarak cilve-ger oldu. ◊âlbuki ±ât, ªâhir ve E√ad’dir. Bu i¡vicâc ve te≥âd, anca… mir™ât ve me@âhiriñ i«tilâfından ileri gelmişdir. Yo…sa √a…î…atde i«tilâf yo…dur ve bu âyîne-i münkesire-i

1Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim de mahlukatı yarattım.” Kudsî Hadîs-i Şerîf

2Allah’ın şanı bir şeyi dilediği zaman, ona sadece “ol” demektir: o oluverir.” Yâsîn Sûresi/82.

[Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]; [Orijinal metindeki yanlışlık düzeltilmiştir.]

* Bu ta’bîr, ta’akkul ve ta’ayyün içindir. Yoksa Cenâb-ı Hak için ‘urûc ve nüzûl mutasavver

(31)

¡âlem, esmâ™-i müte…âbileniñ @ılâli olduπundan şems-i ≠ât işrâ… etdiginde ba¡≥ısında mükedder görünüp ba¡≥ısında berrâ… ve mücellâ olara… @uhûr etdi. Me&elâ, şems-i ≠ât ba¡≥ısını kâfir irâ™e etdi. Ol kâfir, “¢ahhâriyyet”iniñ @ıllı olduπundandır. Ba¡≥ısını mü™min gösterdi, bu da “Hâdiyyet”iniñ @ıllı olduπuçündür. ◊â§ılı, bu merâyâ-ı “Fe-yekûn” tefâru… ve te…âbül-i Esmâ ve ~ıfâtı irâ™e etdi. Zîrâ, isti¡dâd-ı mükevvenât, mütefâvitdir.

[5] MUR¢ABETÜ’¿-¿ÜBÛT Fİ’L-VÜCÛD

“Murâ…abetü’&-¿übût fi’l-Vücûd” demek, şey™iyyetü’s-sübût ¡âleminden ¡ayn-i &âbit ya‘¡nî rû√umuzuñ işbu “Fe-yekûn” meydânına ya¡nî şey™iyyetü’l-vücûda keyfiyet-i nüzûl ve @uhûruna ¡ilm-i ya…în ve şühûd-i vicdânî isti√§âl etmek üzre me&elâ tecellî™-i ef¡âle ¡a†f-ı mülâ√a@a ve murâ…abe etmekdir. Ve murâ…abe, ke-ennehû şey™iyyetü’&-&übût ¡âlemi †avrında bulunup ±âtü’l-Ba√t’dan vârid olan fey≥-i İlâhî’niñ mertebe-i ≠âtü’l-mu…addese ve ondan tecellî™-i ef¡âle ve ondan şey™iyyetü’l-vücûdumuza feye≥ân ve nüzûlünü mülâ√a@a eder.

¿übût, şey™iyyetü’&-&übût ¡âlemine ı†lâ… olunup vücûd, bu ¡âlem-i eşbâ√daki şey™iyyetimize ı†lâ… olunur.

Zîrâ, bu ¡âlem-i eşbâ√a @uhûrdan evvel şey™iyyetü’&-&übût ¡âleminde bizim bir ¡ayn-i &âbitimiz var idi ki (Ve eşhedehüm ¡alâ enfüsihim)1 medlûlünce Cenâb-ı ◊a…, rû√ ve ¡ayn-i &âbitemize nefsimizi ve her √arekâtımızı …able’@-@uhûr işhâd ve ı†lâ¡ etmişdir.

Şurası «afî …almasın ki bizim †arî…ımız ◊a……’dan √al…’a @uhûr †arî…ı olduπundan şey™iyyetü’&-&übût ¡âleminden işbu şey™iyyetü’l-vücûda doπru murâ…abe edilir. Nitekim, ~ıddî…-i Ekber “ra∂ıyallâhü ¡anh” Efendimiz (Mâ ra™eytü şey™en illâ

1 “Hani Rabbin Ademoğlunun sulbünden zürriyetlerini çıkarıp onları nefislerine şahit tutarak:

‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da: ‘Evet Rabbimizsin, şahit olduk’ demişlerdi. Bu şahit tutuşumuzun sebebi, Kıyamet gününde: ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’”A’râf Sûresi/172, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

(32)

ve …ad ra™eytü’llâhe …ablehû) buyurmuşlardır. Bu †arî…, evvelâ Cenâb-ı ◊a……’a kisb-i ma¡rifet; &âniyyen, eşyâya ma¡rifet †arî…ıdır.

[6] Ba¡≥ı meşâyi«iñ †arî…ı, «alk’dan ◊a……’a ‘urûc †arî…ıdır. Bu fır…a (Ra™eytü’llâhe ba¡dehû) dediler. ¡Ulemâ’-i müstedillîn ve na@ariyyûn da bu tarî…dendir. Zîrâ, bunlar â&ârdan mü™e&&ire vu§ûldedirler. Bu fır…a (Hüve’@-ªâhir) dediler ki eşyâdan ve â&ârdan mü™e&&iri istişhâd etdiler. Bizim †arî…ımız §a√v u be…â †arî…ıdır ki tedrîcen «al…a nüzûl edilir, risâletiñ gölgesidir. Fır…a-i me≠kûreniñ †arî…ı ise, «al…dan &übûta tera……î †arî…ı olduπundan fenâ ve ma√vdır ve hübû† †arî…ıdır. Bizim †arî…ımız, mec≠ûb-i sâlik meslekidir.

Fır…a-i me≠kûreniñ †arî…ı sâlik-i mec≠ûb †arî…ıdır. Onuñ içün bizim †arî…ımızıñ bidâyeti †uru…-ı sâ™ireniñ nihâyetidir. ¢alb ve rû√ ve em&âlî içün †ıb…ı seng gibi şa«§ ve vücûdları vardır ki bunlara vücûd-i müktesebe-i ma¡neviyye ı†lâ… olunur.

Bu vücûdiyyât ve eş«â§ rû√ ve …alb içün elbise gibidir. Ammâ ≠ât-ı rû√ me&elâ evell-i emr-i Rabb’dir ki oña ¡ilm ta¡allu… edemez. Bu vücûd ı†lâ… edilen şey, melbûsdur; lâbis degildir ve bu vücûdiyyât-i mesrûdeyi teşkîl eden πıdâ ve ¡anâ§ır-ı ma¡neviyye, âti’l-beyândır. Şöyle ki, şa«§-ı …albi teşkîl eden ¡anâ§ır-ı ma¡neviyye, erkân-ı §alâtdir. Zîrâ, §alâtdeki …ıyâm, ¡un§ûr-ı nâr me&âbesindedir ki, ¡a@ameti müş¡irdir.

Rükû¡, havâ gibidir ki †aba…a-i havâ™iyye râki¡ gibi ar≥ıñ üzerindedir. Secde ise §u gibidir ki ar≥ ile berâber olup πâyet-i nüzûldedir. ¢u¡ûd da«î türâb √ükmündedir. Şa«§-ı rû√u [7] teşkîl eden ¡anâ§ır-ı erba¡a, rû√uñ tecellî™-i ef¡âl nisbetiyle …albden i…tibâs etdigi ¡anâ§ır-ı ma¡neviyyedir. Ya¡nî türâb mu…âbilinde olan §alât ile ki, yemek gibidir.

Ve havâ mu…âbilinde olan √acc ile ve nâr mu…âbilinde olan zekât ile.. Zîrâ, fî sebîlillâh verilen bir mâlda bir i√tirâ…-ı ma¡nevî vardır ve §u mu…âbilinde bulunan §avm ile.. Zîrâ, §avmda bir nev¡-i √ayât vardır. İşte bu ¡anâ§ıra-i ma¡neviyye-i

(33)

mesrûde ile rû√ kendisine bir vücûd-i müktesebe-i ma¡neviyye ya¡nî vücûd-i îmânî teşkîl eder.

Nitekim, Cenâb-ı ◊a……, İbrâhîm-i rû√a (Fe-«u≠ erbe¡aten mine’†-†ayri fe-§ur-hünne ileyke &ümme’c¡al ¡alâ külli cebelin min-hünne cüz™en. ¿ümme’d¡uhünne ye™tîneke sa¡yen)1 buyurdular. Ya¡nî cibâl-i erba¡a va≥¡ olunara… mecmû¡ı rû√uñ ta§arrufuna mutî¡ ve mün…âd olup da rû√a mürâca¡at etdikleri ve rû√ ve vücûd-i ¡un§urîyi teşkîl etdigi gibi …albden i…tibâs etdigi ¡anâ§ır-ı erba¡a-i ma¡neviyye-i sâlife ile de vücûd-i müktesebe-i ma¡neviyyeyi te™sîs eder. Ve bu beyândan, rû√a İbrâhîmî ı†lâ…ınıñ nüktesi de müstebân olur.

Bu nükteniñ menşe™i bu gibi @alemeniñ §alât ve zekât gibi ümûr-i mefrû≥a ile iştiπâlleri olmadıπından …albleri şey†ânıñ mesrû…udur. Beyân-ı sâbı…ımızdan müstebân olduπu vechle vücûd, rû√ ve …albi teşkîl eden ¡anâ§ır-ı ma¡neviyye, erkân-ı §alât ve zekât gibi ümûr-i man§û§a-i Şer¡iyyedir. Vücûdiyyât-i Le†â™if’iñ beyânında bu …adarla iktifâ olundu.

[8] KELİME-İ TEV◊ÎD

“L İLÂHE İLLALLÂH MU◊AMMEDÜN RASÛLULLÂH” Rasûlullâh Efendimiziñ ism-i şerîfleri “Mu√ammed” “¡aleyhisselâm”dır. ¢ır… yaşından §oñra risâletle meb¡û& oldu. Risâletinde anca… «al…ı Kelime-i Tev√îd’e da¡vet ve kendine nâzil olan ¢ur™ân-ı ¡a@îmüşşândaki A√kâm-ı İlâhiyye’yi teblîπ ile √ükm-i şerîfi icrâ ve bu yolda her dürlü me§â™ib ü âlâma gögüs gererek va@îfe-i nübüvvet-penâhîlerini îfâdan ¡ibâret idi. Her müşkilâtı i…ti√âm eder ve hîç bir şey™e …arşı geri durmazdı.

1 “Bir vakit İbrahim demişti ki: Rabbim ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster. Allah ‘İnanmıyor

musun?’ demişti de İbrahim: ‘İnanıyorum, ama kalbim huzura kavuşsun, yatışsın diye sordum’ demişti. Allah buyurmuştu ki: ‘Dört kuş tut, onları iyice inceleyip kendi elinle parçala ve her birini bir dağın üzerine koy, sonra onları çağır, uçarak sana gelecekler. Bil ki Allah elbette aziz ve hakîmdir.” Bakara Sûresi/260, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli

(34)

(Ve mâ Mu√ammedün illâ rasûl)1 Mu√ammed burada bi-√asebi’l-beşeriyye menfîdir. Rasûlullâh, O’nuñ nübüvvetiyle ve risâletiyle ≠ât-ı melekûtlarınıñ vücûd-i beşeriyyetini müste&nâ mertebede gösteren mü&betidir. ◊a…î…atde §ûreti, tamâm bizim beşeriyyetimiziñ en ≠irvesinde ve herkesiñ müşâhedesiniñ fev…inde kemâlât i@hâr etmişdir. Kendisine ba…an, melek midir, beşer midir diye, ◊a≥ret-i Yûsuf’a “¡aleyhisselâm” ba…anlar gibi, müte√ayyir …alırdı. Rasûlullâh Efendimiz, bir “melek-i kerîm” “melek-id“melek-iler. »al…ıñ ve beşer“melek-iyyet“melek-iñ ta√ammül edemeyeceg“melek-i …udret ve kemâlât göstermişlerdir. ªâhirî olan a√vâl-i sa¡âdet-iştimâl-i risâlet-penâhîleri kütüb-i siyerde ber-taf§îl beyân edilmiş olduπundan, biz burada o cihetleri [9] tekrâr etmek niyyetinde degiliz. Risâlet-penâh Efendimiz ◊a≥retleri, İslâm’ıñ esâsını ve îmânıñ √a…î…atini müştemil ve câmi¡ bir ≠ikr ile «al…ı dîne da¡vet buyururlar idi. Med¡uvvün ileyhi de Kelime-i Tev√îd’den (Lâ İlâhe İllallâh Mu√ammedün Rasûlullâh) idi.

Vüs¡at derecesinde Kelime-i Münciyye’niñ ma¡ânî-i ma¡tûre ile i√tivâ etdigi ma¡nâyı i«vân-ı mübîne ¡ar≥ u beyân etmek istiyoruz.

(¢âle Rasûlullâhi “§allallâhü ¡aleyhi ve sellem”: “Ümirtü bi’l-¡ilmi &ümme bi’l-…avli &ümme bi’l-¡ameli.)2 Burada “¡ilm”den murâd, …alb-i mü™minde ve i¡ti…âd-ı muva√√idînde mevcûd olan §ıd… u «ulû§iyyet; “…avl”den murâd, lisâna müte¡alli… olan mü™min ve müslimin a√vâlidir ki o da ikrârdır. “¡Amel”den murâd, Allâhü a¡lem, her mü™min ve müslimin §avm ü §alât, √acc u zekât gibi mâ-vecebe ¡aleyh olan «u§û§âtı icrâdır. ¡İlm ve ¡ibâdet, «ulû§ ve «u§û§iyyete mu…ârin olmalıdır. Bir kimse mücerred, lisânıyla (Lâ İlâhe İlallâh) derse, bir fâ™idesi olmaz. Nasıl ki (Ekmek, Ekmek) demekle insânıñ …arnı doymaz. Mücerred …avl, i¡ti…âdsız ve ¡amelsiz bir netîce vermez. Bunuñla, insân bir yere gidemez. Zîrâ, nefy ü i&bâtı bi-√a……ın icrâ etmemişdir.

1 “Muhammed ancak bir elçidir” Âl-i ‘İmrân Sûresi/144

2Resulullah(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ben önce öğrenmekle emrolundum. Sonra tebliğ etmek ile sonra

(35)

İ…râr-ı müslim nedir? (Men selime’l-«al…a min yedihî ve lisânihî)1 “Elinden ve lisânından ma«lû…ât-ı İlâhiyyeniñ selâmetde olması”dır. “»al…” …aydı burada ma«lû…âtıñ mecmû‘una şümûlü olsun içündür. İnsân, eliyle ma«lû…u; diliyle insânları ta¡≠îb ve rencîde eder. İ…rârun bi’l-lisân [10] budur ki, kendisinde ¡amel ve i¡ti…âd ile bir temkîn ta…arrür etmiş olsun. İ…rârıñ lisâna nisbet olunması sâ™ir cevâri√a nisbetle müste&nâ bir mev…i¡de bulunması ve tekmîl cevâri√iñ √âkimi olması i¡tibârıyladır. Yed da«î mu…ırr-ı îmândır. Bir mü™miniñ lisânından sâlim olduπu gibi yedinden de Allâh’ıñ ma«lû…ı sâlim olmalıdır. İnsânıñ emr-i ma¡îşetinde te™mîn etmege me™mûr olduπu müvâzene de bu …abîldendir. Bir mü™miniñ îmânındaki kemâli §ıfât-ı ≠emîmeden tecerrüd ve a«lâ…-ı √amîde ile ta«allu… ve itti§âf etmesiyle √u§ûle gelür. Mücerred §ûret-i İslâm olmazsa îmânı da taşıyamaz.

Ammâ (Ümirtü bi’l-¡ilmi) “Ben ¡ilmle emr olundum.” demek, …albde √u§ûl bulan ve …albe müte¡alli… olan ¡ilmleri †aleb ve isti√§âl etmek, demekdir. Bir kimse lisânına müte¡allik olan ¡ilmi ögrenir ve cevâri√larına müte¡alli… olan √arekâtı verirse, şu ¡ilm ve √arekât sebebiyle müslümânlar içünde kendi ma¡îşetini te™mîn etmiş olur. Bir âdam, …albini bilmezse ve …albe müte¡alli… olan ¡ilmi vermezse, bu şecere-i Tev√îd ¡acabâ nerede neşv ü nemâ bulaca…? (Lâ İlâhe İllallâh) didigimiz va…t, bunuñ kökü …albdedir.

Bir âdamıñ â«irete müte¡alli… ¡ilmi olmazsa - bu ¡ilm ki i¡ti…âddan ¡ibâretdir - ¡ameli na§ıl icrâ edebilir? Zîrâ, ¡amelde bulunmaπı insâna icbâr eden i¡ti…âddır. Ke≠âlik, her bir …alb §â√ibi olan kimseye ¡ilm-i â«ireti ögrenmek içün ülü’l-elbâba mürâca¡at etmek vâcibdir. Bu vücûbu (Ve mâ ye≠≠ekkeru illâ ülü’l-elbâb)2 Âyet-i Kerîmesi âşikâr bir §ûretde [11] göstermekdedir. Buradaki vücûb, vücûb-ı isti√sânî demekdir, yo…sa vücûb-ı Şer¡î degildir.

1 Hadîs-i Şerîf

2 “Sana Kur’an’ı indiren, O’dur. Kur’an’ın esasını teşkil eden bir kısım ayetler açık ve kesindir.

Diğer bir kısmı ise mecazi manalar taşır. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, o mecazlı ayetleri tevil ederler ve onlara uyarlar. Halbuki onların gerçek anlamlarını ancak Allah bilir. İlme vakıf olmuş idrak sahibi kimseler ‘Biz ona inanırız. Açık ve kapalı ayetlerin hepsi Allah’tan gelmiştir’ derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünür.” Âl-i ‘İmrân Sûresi/7, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

(36)

Bir âdam İslâmiyyeti ne …adar güzel yapar ve …uvvetlendirirse, o nisbetde hem …albini ve hem de …âlıbını güzel yapar ve …uvvetlendirir. ¢albini envâr-ı Tev√îd ile tenvîr eder. Bunuñla, …albinde bir ¡ilm-i ya…în √u§ûle gelir. ¢albindeki fâ™ide da«î namâz ve ≠ikr gibi envâr-ı îmânıñ, cevâri√inde müşâhedesiyle √a…î…aten bir şâhid-i ¡âdil olma…dır. Bu şehâdet ise, Allâh’ıñ va√dâniyyeti ile Rasûl’üñ mürsel olduπuna şâhid olma…la vücûda gelir.

(¿ümme bi’l-¡amel) …avl-i şerîfi bize neyi gösteriyor? İtti√âd-ı İslâmiyye ile u«uvvet ve müsâvât-i İslâmiyyeyi gösteriyor. (◊ayye ¡ale’§-§alâ√) ve (◊ayye ¡ale’l-felâ√) ile Tev√îd’e da¡vet olunan müslümânlarıñ bu İslâmiyyete, bu müsâvâta, bu u«uvvete ¡â™id mecma¡ı ve me¡vâsı cevâmi¡-i şerîfe ve mesâcid-i mübârekedir. Bu câmi¡lere ve mescidlere girmek içün lâzım olan âdâb ve u§ûl-i İslâmiyye medrese ve mekteblerde ögrenilir.

Medrese ve mektebde kendi üzerine vâcib olan şeyleri ta¡allüm etmeyenleriñ «alkı ta…lîd ile …ıldı…ları namâz bile fâ™ideden «âlî degildir. İnsân niyyet-i «âli§a ile ¡a@îmet etmeli, Allâh’ı ve Peyπamber’i görür gibi ¡amel etmelidir.

(El-i√sânü en ta¡büde rabbeke ke-enneke terâhü ve in lem tekün terâhü [12] fe-innehû yerâke)1 Allâh’a ¡ibâdet etmeniñ şar†ı, O’nu görür gibi bir niyyet-i «âli§a ve bir …alb-i §âfîye mâlikiyyetle ¡ubûdiyyet etmekdir. Peyπambere ümmet olma… da«î ±ât-ı A…des-i Risâlet-penâhî’ye cemî¡-i beşerden ve cemî¡-i nâsdan, evlâd ü ¡ayâlden, √attâ kendi nefsinden da«î ¡azîz ve mu√terem †utma…la olur. Bu yolda √areket etmesi lâzımgelen bir müslümân, √ıseb-i îcâb nefsi πalebe etmekle büsbütün İslâmiyyet kendisinden mürtefi¡ oldu; bu fenâ âdamdır, diye sû™-i @ann etmek câ™iz degildir. Müslümân …ardeşleri onu …âbiliyyet ve a«lâ…ı nisbetinde «ayra sev… etmeli. ∏ıl@at ile iş görülmez. Leyyinet ve re™fet ile görülür. Câmi¡e girdigimiz va…t mü™e≠≠in (Sevvû §ufûfeküm!) diyerek nidâ eder ve bize bu §ûretle müsâvâtımızı gösterir. Ondan §oñra imâma i…tidâ ederiz. İmâm Efendi (Allâhü Ekber) demekle namâza

1“İhsân; Allahu Teala’ya, onu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen onu görmesen de o seni

(37)

şurû¡ eder ve itti√âd-ı İslâmiyyeniñ böylece yek-dil ve yek-zebân olduπunu gösterir. ~alâti ba¡de’l-edâ selâm verir ki bu selâm u«uvvetimizi irâ™e eden bir selâmdır. Böyle yek-dil ve yek-vücûd olan insânlar cem¡iyyet-i İslâmiyyeniñ bir hey™et-i külliyyesidir. Bunuñ birâzını mekrûh ve birâzını ma…bûl †utarsa bu, nifâ… ve şi…â…ı ve ba¡dehû su™-i a«lâ…ı netîce vermeden πayrî bir şey √u§ûle getirmez.

(Kûnû i«vânen ke-mâ emera-kümullâh)1 “Allâhü Te¡âlânıñ size emr etdigi gibi i«vân oluñuz. U«uvvet meslekini terk itmeyiniz.” (İnneme’l-mü™minûne ı«vetün)2 ¡Umûm müslümânlar namâzda, zekâtda, orucda, ekl ve şürbde, gerek ¡âlim ve gerek fâsı… imâma, i…tidâda müsâvât üzredir.

[13] NEFY Ü İ¿BÂT (LÂ İLÂHE İLLALLÂH)

Burada dört dâne (Lâ), dört dâne (Elif) ve iki dâne (Hâ™) vardır. Zîrâ, Laf@a-i Celâl, bu √arflerden teşekkül etmişdir. Gerek nefy cihetinden olsun ve gerek i&bât cihetinden olsun her ikisi de (Allâh) demekdir.

Nefy ile i&bât şa«§ i¡tibârıyladır ve müşa««a§ıñ √a…î…atine na@ar ederler. (Lâ İlâhe) πaflet ve √icâb ile, (İllallâh) √u≥ûr ve ya…a@a i¡tibârıyla (Allâh) demekdir.

Evvelki (Lâ), Lâ™-i nâfiyedir. Buradaki nefy anca… mevcûd tevehhümât ve şu¡abât-ı √avâdisi nefydir. Bu ise, havâdır. Bu havâyı (Lâ) i√timâl etmiş ve bunuñla te¡ânu… eylemişdir. Ma√mûlâtıyla (Lâ) bâ†ıldır. Bu (Lâ)nıñ adına ehl-i i¡tivâr - ehl-i tecrîd demekdir. - (Lâmu’l-bâ†ıli’l-mu†la…a) derler. (Lâ) ile (İlâhe) arasında olan hemze™-i êvvelî râyet-i √icâbı sencîde ederek “İlâhe” kelimesiniñ ikinci Lâm’ına ¡ubûr etmekle mümâne¡at etmek istiyorsa da sâlikiñ sa¡y ve [14] πayreti bu perdeyi yırtara… atmışdır. Onuñ içün ehl-i ≠ikr evdiye™-i @ann ve ¡ara§ât-ı vehmde @ulümât ve

1 Hadîs-i Şerîf

2 “Şüphesiz müminler, birbirleri ile kardeştirler. Öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını

düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, O da size merhamet etsin.” Hucurât Sûresi/10, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

(38)

√icâb içünde neyi nefy ve neyi i&bât edecegine mütereddid ve müte√ayyir …almışdır. İkinci Lâm’a vu§ûl buldu. Oña na@ar etdi, gördü ki o da ¡âdât-i …avm ü …ânûn inti@âm-ı ¡âlem te¡ânu… etmiş ve bu “Lâ”ya şu™ûnen √avâdi&le “Şibh-i ◊a……” derler. Bu (Lâ) Şibh-i ◊a……, velâkin kendisi bâ†ıldır. Zîrâ, @ulümât içünde muva√√id, teşmîr-i sâ… edip ¡âdet-i …avme ta…lîd ile kendisi Şibh-i ◊a…… ise de dâ™ire-i bâ†ıliyyetden ¡ubûr edememişdir. “Lâ”nıñ burada √a……âniyyeti tebeyyün etmemişdir. ~ûret ve resmde …almışdır. ‰âlib-i ◊a…… bu minhâc-i müsta…îmden seyr ü sülûk eder iken görmüş olduπu hüviyyet-i mu†la…a ◊a……’a ve √a…î…ate vu§ûle mu¡âvenet edemeyecek §ûret ve ¡âdet √ükmünde …aldıπından bu menzilden bunuñ öñünde olan menzil-i &ânîye ¡ubûrunu i«tiyâr etdi. Onu √ucub-i @ulümât da«î isti…bâl eyledi ki bu da “İllâ”nıñ hemzesidir. Bu “İllâ”ya geldi. Bu √icâbları …a†¡ eyledikden §oñra bu dâ™iredeki “Lâ”ya ¡a†f-ı na@ar eyledi. Oradan vehle-i ûlâda onu bâ†ıl @ann etdi. Zîrâ, tamâmıyla beşeriyyete ve beşeriyyetiñ ise §ûret ve √ayvâniyyete müşâbehet-i tâmmesi olduπundan bunu ◊a… diyemez. Velâkin fikrini ta¡vî… etdi. Kendisinde olan hüviyyet-i mu†la…anıñ bıra…mış olduπu te™sîrât-ı belîπa yavaş yavaş @uhûr etmege ve nümâyân [15] olmaπa başladı. ◊add-i ≠âtında “İllâ” kelimesi “Lâ”ya beñzese de bunuñ bu beñzemesi şibh-i bâ†ıl ismini verdiler. ◊âlbuki bu “Lâ” böyle görünse de √a… ve √a…î…atdir. Burada seyr ü sülûk mebde™i seyr-i ila’llâhdır.

Bu ma…âmda &âbit ve sâkit olmadı. Ma…âm-ı &ânîye ¡ubûriyyeti ârzû etdi. Burada kendi ≠âtından ve §ıfâtından şey™en fe-şey™â tecerrüd ederek kendi vücûdu «ayâl gibi ve ◊a……’ıñ vücûdu @âhir gibi göründü.

“İllallâh” Laf@a-i Celâl’iñ iki Lâm’ı vardır. Birisi Lâmu’l-◊avâyic ki ~ûretü’l-Cemâl demekdir. Birisi de Lâmu’l-◊a…âyı…’dır. Buña da Lâmu’l-Vi§âl ı†lâ… olunur.

Sâlik-i ◊a……, kendisini ◊a……’da müstehlik etdi. i Mülk’den tâ ¡Âlem-i Ceberût’a …adar vücûdunu müşâhede etd¡Âlem-i. (Ve eşhedehüm ¡alâ enfüs¡Âlem-ih¡Âlem-im)1 sırrına

1 “Hani Rabbin Ademoğlunun sulbünden zürriyetlerini cıkarıp onları nefislerine şahit tutarak:

(39)

ma@hariyyet ile kendisiniñ fânî olduπu gibi Allâh’a vu§ûlüne dâ™ir bir dest-res olamadı. Bunda ¡a@îm bir te™&îrât varsa kendisiniñ fânî ve mu≥ma√il olma…lıπıdır. Buradan seyr ü sülûkuñ ikinci “Lâ”ya geçerken Laf@a-i Celâl’i çeken “Elif”, Şu™ûnât-ı ±ât’dır.

(İnnenî Ene’llâhü Lâ İlâhe İllâ Ene Fa¡budnî)1 «i†âbıyla kendini mu«â†ab gördü. Yine bir ¡a@îmet etdi. O ¡a@îmetinde da«î kendini [16] ◊a……’a mir™ât buldu. Bu mir™âtdan nümâyân olan √a…î…at lisâna sıπmaz. Burada sâlik …âl ile anlaşılmayaca… √âl mertebesine ¡urûc etmişdir. (Ve enne ilâ Rabbike’l-müntehâ)2 Ma…âmı’ndan (İrci¡î ilâ Rabbiki)3 «ı†âbıyla (Râ≥ıyeten)4 ve (Mer≥ıyyeten)5 §ıfatlarıyla sâlik mutta§af oldu. Ba¡≥ısı ◊a……’dan «al…’a rucû¡ ile irşâd ve teblîπe ma√kûm ve ba¡≥ısı beşeriyyete bir daha gelmek içün yol bulamayıp ◊a……’da fânî ve mu≥ma√il oldu.

[17] KEYFİYYET-İ İŞTİ∏ÂL-İ ±İKR

Ma¡lûm olsun ki ≠âkir ≠ikr ile iştiπâli murâd etdigi va…tde güzelce âbdest alır. ◊u≥ûrı tamâm olma… içün «alveti i«tiyâr eder. ¢apılardan ve pencerelerden ≠ihnini işπâl eden şeyleri teb¡îd eder. Soñra iki rik¡at §alât-ı vu≥û™ …ılar. Ba¡dehû …ıbleyi isti…bâl eder olduπu √âlde oturur ve namâzdakiniñ ¡aksine olara… diz çöker. 25 kerre “Estaπfirullâh” der. Besmele ile bir kerre Fâti√a-i Şerîfe o…ur. Hangi §alât olursa olsun 15 def¡a Nebiyy-i mu√terem “§allallâhü ¡aleyhi ve sellem” Efendimize §alevât getirir. 3 kerre İ«lâ§-ı Şerîf …ırâ™at eder. Ba¡dehû …albiyle iştiπâl eder. Şöyle

demişlerdi. Bu şahit tutuşumuzun sebebi, kıyamet gününde: ‘Bizim bundan haberimiz yoktur’” A’râf Sûresi/172, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

1 “Gerçekten ben, Allah’ım. Benden başka bir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet et ve beni

anmak için namaz kıl.” Tâhâ Sûresi/14, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

2 “Şüphesiz sonunda Rabbine varılacak” Ve’n-Necm Sûresi, 42 [Orijinal metindeki yanlışlık

düzeltilmiştir.]

3 “Rabbine dön, sen O’ndan razı, o da senden razı olarak.” Ve’l-Fecr Sûresi/28 [Metinde bir

kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

4 Ve’l-Fecr Sûresi/28 [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli dipnot 3’te verilmiştir.]

(40)

ki, ≠âkir, …albini §ol memesiniñ altında yan †arafına mâ™il olara… mülâ√a@a eder ve …albiniñ ortasında bir nûr mülâ√a@a eder ki oña îmân nûru denilir. Bu nûru …albiniñ ortasına nûr-ı bey≥âdan yazılmış Laf@atullâh hey™eti üzerine mülâ√a@a etmek mu†la…â lâzımdır. ◊u≥ûr-ı …albine mu†ma™in oldu…dan soñra şey«ini «ayâline kendisiyle peyπamberi arasında vâsı†a olara… mülâ√a@a eder. Ke-enne, şey«iniñ …albine Nebiyyünâ ve Seyyidünâ Mu√ammed “§allallâhü ¡aleyhi ve sellem” ◊a≥retleriniñ …albinden bir nûr ¡aks eder. Müştaπil olan ≠âkir, şey«iniñ …albine ma¡kûs olan [18] nûruñ kendi …albine ¡aks etdigini mülâ√a@a eyler. İşte bu mülâ√a@aya müştaπil …albini şey«iniñ …albi vâsı†asıyla Rasûlullâhıñ …albine rab† etdigi içün Mülâ√a@a-i Râbı†a denilir. Bu me≠kûrât, Rabbü’l-‘âlemîn olan Melik-i Müte¡âl ◊a≥retleri’niñ rı≥â-yı şerîfine vâ§ıl olma… içün e«a§§u’l-«av⧧ıñ √âlidir.

Bu mülâ√a@âtdan soñra ber-vech-i ma¡lûm §alevât-ı şerîfe ve i«lâ§-ı şerîf ve fâti√a-i şerîfe …ırâ™et edilip †arî…atımızıñ sâdâtı ervâ√ına hediyye idilir.

Bu ihdâ, nisbet-i silsileyi ta√rîk ederek rû√âniyyetlerinden bi’l-mu…âbele mezîd-i fey≥ân-ı nisbet ve fuyû≥âtı bâdî olmuş olur.

[19] MUR¢ABETÜ’¿-¿ÜBÛT Fİ’L-VÜCÛD

Murâ…abetü’&-¿übût Fi’l-Vücûd, Mura…abe-i E√adiyyet’dir. Yalñız, Mura…abe-i E√adiyyet’iñ envâ¡ını beyân eder eşmel bir ta¡bîrdir. Murâ…abe-i E√adiyyet, Sûre-i Celîle-i İ«l⧒ıñ nûrundan mu…tebes ve müstefâ≥dır. Nitekim Murâ…abe-i Ma«abbet (Yuhibbühüm ve yu√ibbûnehû)1 ve (¢ul in küntüm tü√ibbûne’llâhe fe’ttebi¡ûnî)2 Murâ…abe-i Ma¡iyyet; (¢ul Hüve’llâhü E√ad)3 ¢alb;

1 “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onun yerine Allah’ı seven,

Allah’ın da onları sevdiği müminlere karşı onurlu ve zorlu Allah yolunda mücadele eden, dil uzatanın kınanmasından korkmayan bir kavim getirir. Bu, Allah’ın dilediği kimseye verdiği ihsandır. Allah, ihsanı bol olan ve her şeyi bilendir.” Mâ’ide Sûresi/54, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

2 “Resulüm! De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve

günahlarınızı bağışlasın. Zira Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” Âl-i ‘İmrân Sûresi/31, [Metinde bir kısmı verilen ayetin tamamının meâli verilmiştir.]

(41)

(Allâhü’§-§amed)1 Rû√; (Lem yelid)2 Sırr; (Ve lem yûled)3 »afâ; (Ve lem yekün lehû küfüven e√ad)4 A«fâ’dır.

(¢ul Hüve’llâhü E√ad) ¢âf, ±âtü’l-Ba√t’da olan Südne-i Seb¡a ve Ra√mân gibi Esmâ™ ve ~ıfât-ı İlâhiyye’dir ki me@âhir ve menâzil mü†âlebe edip (Lâm) isti¡dâdâta ya¡nî münzel ve kitâb, insâna geldiler. Hüviyyet-i mu†la…a @uhûr etdi ki buña ¡Amâde ber-E√adiyyet denir; bu hüviyyet mertebe-i Ulûhiyyet’e nüzûl etdi. Tâ ki me™lûhuñ mir’âtında kendisini müşâhede etdi.

İstedi ki Sırr-ı Va√det’i bilinsin, ◊a≥retü’l¡İlmiyyesi’nde (Kün) emrinden ol &âbite olan a¡yâna (Kün) emri ile bir tecellî etdi ki ¡Âlem-i Ervâ√ “Ene” ve “Ente” ve “Hüve” gibi şa«§iyyât mümtâz olara… @uhûra geldi. Kâfir ve Mü™min mecmû¡unda bi-lâ imtiyâz Va√det’i nümâyân oldu. A¡yânıñ keyfiyyet-i @uhûrı ±âtü’l-Ba√t ta¡bîrini beyân meyânında irâ™e edilmişdir.

[20] (Allâhü’§-~amed) Bu i@hâr ve @uhûr, Cenâb-ı ◊a……’ıñ i√tiyâcından ileri gelmedi. Zîrâ, Cenâb-ı ◊a……, bundan müstaπnîdir. Bu ~amedâniyyet bir ümmet-i müşa««a§a-ümmet-i küllümmet-iyye ve rasûlümmet-i ümmet-i…tümmet-i≥â etdümmet-i kümmet-i Ümmet-ümmet-i İcâbet ve Ümmet-ümmet-i Da¡vet @uhûr ederek bi-lâ imtiyâz Kâfir ve Mü™minde E√adiyyetî cilve-ger oldu. Yalñız bu i…ti≥â, Tekvîniyyet tecellîsi ile fey≥-i mu…addesden (Fe-yekûn) meydânında A¡yân’ı irâ™eden soñra te…â≥â-yı ~amedâniyyet’dir ki bir …arınca, İrâde ve ¢udretinde diger bir √ayvâna mu√tâc degildir. Her bir ferd-i ≠î-rû√, kendisinde müsta…ill olup digerine i√tiyâcı yo…dur. Her bir ferdiñ mir™âtında “¡alâ √addetin” Sırr-ı E√adiyyet görünür.

Cenâb-ı ◊a……, ~amedâniyyetini ve Samedâniyyeti, mir™âtında irâ™e etmekdedir.

(Lem yelid) Eşyâyı Cenâb-ı ◊a…… tevlîd †arî…ıyla veyâ infi¡âlât ve ı≥†ırâbât-ı bâ†ıniyyeden mecbûren istiπrâπ etmedi. ¡Acz ü i√tiyâc kendisinde ta§avvur olunmaz.

1 “Allah Samed’dir.” İhlâs Sûresi/2

2 “Kendisi doğurmamıştır.” İhlâs Sûresi/3

3 “Ve (Allah) doğurulmamıştır.” İhlâs Sûresi/3

Referanslar

Benzer Belgeler

To reduce the death rate due to road accidents, it is necessary to analyze the factors affecting the road conditions and come up with the algorithm to reduce

Rajamangala University of Technology Thanyaburi (RMUTT) is one of higher education institutions implementing the educational quality assurance at the program, faculty,

Böylelikle müslümanların başlarına belâ olurlar.Nitekim İslâm düşmanı olduğu halde ismi Nâsıruddin olan nice kimseler vardır.Dîn ve İslâm lafzının

(Biz üç senedir birlikte yaşıyoruz.) Onu ikna etmede başaramadığım mesele ise, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Allah’ın Rasûlü olduğu meselesi. O, bu

İrade, kudret ve fiil arasındaki ilişkilerin (daha doğrusu ilişkisizlik ve ilintisizliğin), sürekli yaratma ve nedenselliğin reddedilmesi üzerinden ele

19) Sabah akşam sayıya vurulmadan söylenilmesi tavsiye edilen zikir (aşağıda). La ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh, lehul mulku ve lehul hamdu ve huve ala kulli şey in kadir

Kendisine emanet edilen çocuklara Kur’an öğretmekle yüküm- lü olan hoca, henüz çok şeyin farkında olmayan bu yavrulara önce- likle ana-baba şefkatiyle yaklaşmalıdır.

Bu çalışmanın amacı; Çağatay Türkçesi dinî metinleri içerisinde yer alan Muhammed Kasım bin Hasan Belhî’nin Çağatay Türkçesi ile yazılmış “Menâkıb-ı