• Sonuç bulunamadı

İki Mürşidin Tavsiyelerinde Orhan Okay

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İki Mürşidin Tavsiyelerinde Orhan Okay"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sabahattin Çağın

*

Orhan Okay, 26 Ocak 1931’de doğmuş, lise öğrenimini Vefa Lisesi’nde (1950), yükseköğrenimini ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde (1955) tamamlamıştır. Bu iki okul Orhan Okay’ın hayatını etkileyecek iki insanı tanımasına yol açar. Bunlardan birincisi Vefa Lisesi’ndeki felsefe öğretme-ni Nurettin Topçu, diğeri de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeki hocası Mehmet Kaplan’dır. Bunların ilki onun fikir dünyasını, ikincisi de bilim dünyasını inşa et-mişlerdir. Bu yazımızda bu inşa edişi her iki ismin Orhan Okay’a yazdığı mektuplar üzerinden göstermek istiyoruz.1

Nurettin Topçu (1909-1975), 1928 yılında açılan bir sınavı kazanarak eğitimini yurt dışında devam ettirme hakkını kazanmış, Strazbourg’da felsefe eğitimi aldıktan sonra doktorasını Sorbon Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Böylece o, aynı zamanda, Sorbon’da doktorasını tamamlayan ilk Türk genci olmuştur. Türkiye’ye döndükten sonra üniversitede yer bulamayınca Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde önce Galata-saray Lisesi, ardından İzmir Atatürk Lisesi ve Vefa Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak çalışmaya başlamış, dışarıdan sınavlara girerek doçentlik unvanını almıştır. Ancak bu onun üniversiteye alınmasına yetmemiş, İstanbul Üniversitesi’nin Profesörler Kurulu onun başvurusunu reddetmiştir. Bu yüzden emekli oluncaya kadar Nurettin Topçu çeşitli liselerde felsefe öğretmeni olarak çalışmak zorunda kalmıştır.

* Dr. Öğr. Üyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Bölümü,

(sacagin@hotmail.com). Yazı geliş tarihi: 02.04.2018. Kabul tarihi: 04.04.2018.

1 Bilindiği gibi Orhan Okay, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra bu iki hocasının mektuplarını hatıralarıyla

bütün-leştirerek kitaplaştırmıştır: M. Orhan Okay, Mehmet Kaplan’dan Hatıralar... Mektuplar..., İstanbul: Türk Ede-biyatı Vakfı Yayınları, 2003, 183 s.; M. Orhan Okay, Anadolu’dan Hatıralarla Nurettin Topçu’nun Mektupları, Ankara: Cümle Yayınları, 2015, 165 s. (Bundan sonraki alıntılar bu eserlerden yapılacak ve sayfa numaraları alıntının sonunda gösterilecektir. Birinci kitap için MK, ikinci kitap için NT kısaltmaları kullanılacaktır.)

(2)

Bunların dışında Nurettin Topçu’nun en önemli faaliyeti Hareket dergisini çıkarmış olmasıdır. Nurettin Topçu’nun İzmir’de görev yaptığı sırada yayımlamaya başladığı bu fikir dergisi, Türk düşünce dünyasına özgün bir yere sahip olmuş, çevresinde bir düşünce hâlesi oluşturmayı başarmıştır. “Böylece Nurettin Topçu, kendisini kabul etmeyen üniversiteye karşı, kendi üniversitesini Hareket sayfalarında açmış, ölünceye kadar da dergisini bir mektep gibi çıkarmaya devam etmiştir.”

Mehmet Kaplan bilindiği gibi 1986 yılında kaybettiğimiz İstanbul Üniversite-si Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı öğretim üyeÜniversite-sidir. O, Türk edebiyatı araştırmalarına yenilik getiren ve Türkiye’de metin tahlillerini modern metotlarla gerçekleştiren ilk bilim adamıdır. Bu alanda çok sayıda eserler vermiş, öğrenciler yetiştirmiştir. Bu bağlamda Mehmet Kaplan’ın yönettiği ilk doktora tezi Orhan Okay’ın daha sonra kitap hâline de getirdiği Beşir Fuad’tır. Yani Orhan Okay, Mehmet Kaplan’ın ilk doktora öğrencisidir.

Orhan Okay, yukarıda zikrettiğimiz iki kitabında bu iki hocasının kendisine yol-ladığı mektupları hatıralarıyla birlikte yayımlamıştır. Bir de bunlara benzer mahiyet taşıyan Silik Fotoğraflar: Portreler adlı kitabında da iki hocasına ait hatıralarına ve onlar hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir.2

Orhan Okay kitaplarında her iki hocasını da değişik vesilelerle ve en çarpıcı taraflarıyla tanıtır. Söz gelimi aşağıdaki satırlar Nurettin Topçu’yu neredeyse bütün yönleriyle özlü bir şekilde anlatan bir parçadır:

Nurettin Topçu’nun bana yazdığı mektupların hemen hepsinde memleketi ve milleti için çırpınan, içinde bulunduğu toplumun durumundan dolayı ızdırap çeken idealist ruhun acıları hissedilmektedir. Hiddeti ve gazabı hiçbir zaman kendisine yapılan haksızlıklara karşı değil, milleti ve memleketi içindi. Kendisi samimi bir mümin ve Müslüman olduğu halde İslam dünyasında yaşayan fakat dinin gerçe-ğinden nasibini almayanlara karşı acı tenkitleri bu karakterinin ifadeleridir. Aynı şekilde samimi bir milliyetçi olduğu halde memleket gerçeğini kavrayamayan, dinî hassasiyeti olmayan hoyrat ve kaba milliyetçiliğe de karşıydı Yazılarında bazı şahsiyetler için kullandığı “millet mistiği” ifadesi gerçekte kendisinin vasfıydı. Bunun yanında yine mektuplarında, benim Artvin intibalarım üzerine duyguların-da olduğu gibi, romantik bir tabiat âşığının mistik heyecanları duyguların-da görülmektedir. Zaman zaman, emekliliğinden sonra dağ başında bir mescidin müezzini olarak ömrünü tamamlamak arzusunda olduğundan bahsetmesi de bu tahassüsün bir tezahürüydü. (NT, s. 11)

2 “Bir İdealistin Ölümü”, Silik Fotoğraflar: Portreler, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2. b., İstanbul 2005,

s. 17-33; “İki Ölüm Yıldönümünde İki Mizaç”, Silik Fotoğraflar: Portreler, s. 118-122; “Büyük Hoca’nın Hatırasına”, Silik Fotoğraflar: Portreler, s. 123-128.

(3)

Okay, Mehmet Kaplan’ın mektuplarını genel olarak değerlendirirken de şunları söyler:

Kaplan’ın mektuplarını tekrar okudukça, hiçbirinin sıra savmak kabilinden olmadığını, o okunaksız kaligrafisine rağmen, muhteva olarak her birine özen gösterdiğini görüyorum. Bunlardaki selam-kelam fasılları dışında çoğunun birer günlük-deneme türü sayılabilecek tarafları var. (MK, s. 33)

Orhan Okay, her iki hocasının ortak noktasının “Anadoluculuk” olduğunu tespit ettikten3 sonra ikisinin çeşitli yönlerden mukayesesini de yapar. Bu mukayese daha

çok onların farklı yönlerini göstermektedir:

Birçok meselede genel olarak aynı dünya görüşlerini paylaşmakla beraber aralarında zaman zaman, zannediyorum çoğu mizaç farklılığından kaynaklanan ihtilaflar, hatta dargınlıklar olurdu. (...) Kaplan, dinî anlamda olmamak kaydıyla derviş-meşrep, yedi düvelle dost ve kimseyi kırmamaya dikkat eden bir mizaca sahipti. Daha idealist olan Topçu’nun ise çabuk kırılır, asabiyete kapılır ve bunu tavırlarında hemen aksettirir bir mizacı vardı. Bu kırılmalarının kendi şahsı ile değil, tamamen karşısındakilerin ahlâkî davranışları, fikirleri ile ilgili olduğunu söylememe gerek yok. Topçu daha radikal, Kaplan daha toleranslı idi. (MK, s. 22-23)

Orhan Okay, bu karşılaştırmayı yaptıktan sonra ikisinin arasında kendi yerini be-lirler: Mizaç ve davranış bakımından Kaplan’a, dünya görüşü ve felsefesi bakımından Nurettin Topçu’ya daha yakın olduğunu söyler.

Orhan Okay üniversiteyi bitirdikten sonra öğretmen olarak önce Artvin’e atan-mış, ardından Polatlı’da askerliğini yapmıştır. Öğretmenlik mesleğini Merzifon’da ve Diyarbakır’da sürdüren Orhan Okay, son olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde açılan asistanlık sınavını kazanarak burada göreve başlar. Erzurum’da bulunduğu yıllarda iki defa Paris’e giderek araştırmalarını burada sürdürür. Orhan Okay bu şehirlerde bulunduğu sıralarda her iki hocasıyla ilişkisini kesmemiş, mektuplaşarak onlarla ilişkisini sürdür-müştür. Hocaları tarafından kendisine gönderilen mektupları tasnif ederken bu şehirleri esas almıştır. Önce görev yaptığı şehri anlatan Okay, daha sonra orayla ilgili hatıralarına

3 Orhan Okay iki hocasının ortak faaliyetlerini de ana hatlarıyla verir: “Kaplan, Topçu ile daha talebelik

veya ilk asistanlık yıllarında tanışmış, uzun zaman onun evindeki toplantılara Mümtaz Turhan ve Cahit Okurer’le katılmış, Topçu’nun dergisi olan Hareket’in hemen her döneminde de dergiye yazılar yaz-mıştı. Son derece kadirşinas bir insan olan Mehmet Kaplan’ın, gerek Cahit Okurer, gerekse Topçu’nun vefatları üzerine kaleme aldığı yazılarda Nurettin Topçu’yu ‘derin düşünce ve ilhamları olan bir filozof ve ahlâkçı’, ‘eşine az rastlanır gerçek bir filozof ve ahlâkçı’ ve ‘çağdaş bir mistik’ olarak değerlendiril-mesi, insanları mübalağalı sıfatlarla şişirmeyi sevmeyen bir yazar için dikkate alınması gereken değer yargılarıdır.” (MK, s. 23)

(4)

ve mektuplara yer vermiştir. Nurettin Topçu’nun 18, Mehmet Kaplan’ın 37 (Kitapta elli civarında olduğu söylenir) mektubu kitaplarda yer almıştır.4 Nurettin Topçu mektuplarını

Artvin (2), Merzifon (2), Diyarbakır (1), Erzurum (1), Paris (6) ve yine Erzurum (6); Mehmet Kaplan da Polatlı (1), Diyarbakır (5), Erzurum (5), Paris (1), Erzurum (9), Paris (1) ve yine Erzurum (9) şehirlerine göndermiştir. Nurettin Topçu’nun ilk mektubu 7 Ekim 1955, son mektubu 13 Nisan 1973; Mehmet Kaplan’ın ilk mektubu 7 Kasım 1956, son mektubu 24 Haziran 1985 tarihlidir. Bu tarihlerden anlaşılacağı üzere Orhan Okay hocaları ölünceye kadar onlarla mektuplaşmaya devam etmiştir. Nurettin Topçu’nun bütün mektupları “Orhan” hitabıyla başlarken, Mehmet Kaplan’ın ilk mektuplarında “Orhan”, Beşir Fuad’ın kitap olarak basıma hazır hâle gelmesinden veya doktorasını tamamlamasından sonra “Sevgili Orhan” ve son dönem mektuplarında da “Sevgili Kar-deşim Orhan” hitaplarının kullanıldığı görülüyor. Nurettin Topçu’nun Polatlı’ya, Mehmet Kaplan’ın da Artvin’e –eğer O. Okay kaybetmediyse– mektup yollamadığı anlaşılıyor.

Orhan Okay’ın Mehmet Kaplan’ı tanıması onun lisedeki edebiyat öğretmeni ve aynı zamanda Mehmet Kaplan’ın eşi Behice Kaplan vasıtasıyla olmuştur. Daha lise yıllarında çok iyi aruz bilmesi, Osmanlıca okuyup yazabilmesi Behice Kaplan’ın dik-katini çeker ve onu Mehmet Kaplan’la tanıştırır. 1950 yılının son aylarında başlayan bu tanışıklık, daha sonra Orhan Okay’ın bölüm değiştirmesiyle hoca öğrenci ilişkisi şeklinde Kaplan’ın ölümüne kadar devam eder. Aslında Orhan Okay, lisede hayranlık duyduğu Nurettin Topçu yüzünden önce felsefe bölümüne kaydolmuş, ancak bazı şartlar onu bölüm değiştirmeye zorlamıştır.

Üniversiteden mezun olduktan sonra Mehmet Kaplan onun akademik anlamda gelişmesini, bir an önce üniversiteye intisap etmesini isterken, Nurettin Topçu, onun üniversitede asistan5 değil, lisede öğretmen olmasını büyük bir sevinçle karşılar:

Anadolu’yu adım adım dolaşarak tanımanın lüzumunu herhalde anlıyorsun. İstanbul’da barınan iğrenç iksirin mahiyetini azar azar anlayacaksın. Burada yetişmek yoktur; buraya mücadele ve ancak yetiştirmek için gelinir. Bu yetişme çağında ondan uzakta olmanın Allah’ın sana bir lütfu olduğunu iyi bil! Yoksa diğerleri gibi sen de mahvolursun. Doğrusunu söyleyeyim: Senin bu fakültenin riyaya hizmetkâr olan dalkavukların yanına sıralanaca-ğından çok korktum; o meşum akıbete uğramaman için Allah’a yalvarmıştım. (NT, s. 71)

4 Orhan Okay sık sık bu mektupların sayısının daha fazla olduğunu muhtemelen bunları muhafaza

edemediğini söylemektedir.

5 Orhan Okay mezun olduktan sonra çok iyi Arapça ve Farsça bilmesinden dolayı İslâm Tetkikleri

En-stitüsü müdür yardımcısı Fuat Sezgin’in isteğiyle asistanlık sınavına girer ve kazanır. Ancak Yüksek Öğretmen Okulu’nda okuduğu için mecburi hizmete tabidir ve bu yüzden asistanlık görevine başlayamaz, Artvin’e edebiyat öğretmeni olarak tayin edilir.

(5)

Bu satırlarda Nurettin Topçu’nun Anadolu’yu bir pişme ve olgunlaşma yeri olarak görmesinin yanında kendisine görev vermeyen üniversite konusundaki duygularını da bulmak mümkündür.

Mehmet Kaplan ile Nurettin Topçu’nun tavsiyelerinde birbirine zıt gibi duran bir başka husus, Kaplan’ın sürekli ve çok çalışmayı tavsiye etmesine karşılık Topçu’nun ona geleceği konusunda tevekkül içinde davranmasını istemesidir:

... Çalışma tarzın hakkında şunu tavsiye ederim. Yaptığın teşebbüsleri fazla zorlama. Sükûn ile bekle. Kaderin tertibini mümince karşılamak üzere Allah’a tevekkül et. Allah’a dua et ki, hadiseler seni şaşırtmasın. Kararını Allah verdirsin. Haberi ve emri ondan al. (NT, s. 105) Buna karşılık Mehmet Kaplan ona sürekli olarak sistematik ve net tavsiyelerde bulunuyor ki bunlar genç bilim insanları için de dikkate alınması gereken tavsiyelerdir. Söz gelimi ona okumayla ilgili dikkat çekici tavsiyeleri oluyor. Orhan Okay, askerliği sırasında Mehmet Kaplan’a gönderdiği mektubunda ders hazırlıklarının dışında edebî eserler de okuduğunu söylemiş olmalı ki cevabî mektubunda hocası şunları söyler:

Kültürlü bir insan için en iyi dinlenme usulü mevzu değiştirmektir. (MK, s. 35)

Mektubun devamında ise Kaplan büyük eserleri okumanın faydaları üzerinde durur: Daima karışık, uçucu olan insan düşüncesi ancak büyük eserler içinde şekil alır. Kültürlü bir insan kendi temayüllerine uygun eserler içinde olgunlaşır. (...) Şahsiyetin teşekkülünde büyük eserleri tekrar tekrar okumanın büyük hissesi vardır. (MK, s. 36)

Kaplan bununla da yetinmez, Alain’i kaynak göstererek insanın kendi düşüncesine zıt kitapları da okumasının gerekliliğinden söz eder:

Alain bir de bizim temayüllerimize tamamıyla zıt eserleri okuma lüzumundan bahseder. Bu bizi dar kafalılıktan kurtarır. Zıddımızı tanırsak kendi benliğimizi daha iyi hissederiz. Tanrı’nın şeytana yaşama imkânını vermesi, gündüze karşı geceyi yaratması belki bundan dolayıdır. Her şey zıddı ile tanınır. Taassup, tek kitaptan, tek fikirden doğar. Müsamaha, ancak zıtları kavrayan, hatta zıtlara var olma imkânını bağışlayan bir ruhta vücut bulur. (...) Büyük Yunus şu mısraı ile en derin müsamaha felsefesini ortaya koymuyor mu: Kimseden

ayrı görme her biriyle bile gör. (MK, s. 36)

Mehmet Kaplan bir başka mektubunda ise Orhan Okay ve Erzurum’daki diğer asistanlardan istediği şeyleri sıralar. Bunlar Fransızcayı öğrenmek, Yeni Türk edebiya-tına dair iyi kötü çıkmış bütün kitap ve makalelerin tam bir bibliyografyasını yapmak, bu sahada yapılmış olan çalışmaları okumak, Batı’ya ait eserleri okumak... (MK, s. 52) Kaplan bunları bu mektubunda söylemekle kalmıyor, daha sonraki mektuplarında bunların takibini yapıyor ve bunları tekrarlıyor. Bütün bunların üzerinde ısrarla dur-masını ise ileriki bir mektubunda şöyle açıklayacaktır:

(6)

Orada hepinizin kuvvetli tezler yaparak dünya Türkoloji âleminde dikkati çeken bir bölüm vücuda getirmenizi temenni ediyorum ve bu pekala mümkündür. (MK, s. 64)

Kaplan’ın üzerinde en fazla durduğu hususlardan biri de yabancı dil öğrenmektir. Ona göre Yeni Türk edebiyatı sahasında çalışmak isteyenlerin mutlaka bir yabancı dili çok iyi bilmesi lazımdır. Kaplan, bunu söylemekle kalmıyor, yabancı dilin nasıl öğrenileceğini Orhan Okay’la birlikte Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde asistan ola-rak çalışan diğer öğrencilerine de anlatıyor.6 Burada da Alain’den okuduğu bir yolu

tavsiye ediyor:

Siz de yabancı dili öğrenmek için her gün beş-altı sayfa kopya etmeniz faydalı olur. Bu suretle dikkat, kelime ve cümlenin teferruatına bağlanıyor, insan dalga geçmiyor.7

Yine aynı mektubun bir başka yerinde bugün için hayal bile edilemeyecek bir şey istiyor öğrencilerinden:

Tezlerinizin mükemmeliyeti yabancı dil ile okuduğunuz kitapların sayısına bağlıdır. Biraz gecikmekte, eğer zamanı iyi doldurmuş iseniz hiçbir mahzur yoktur. Yabancı dilde beş on kitap okumadan doktora yapmanızı istemiyorum. (MK, s. 71)

Mehmet Kaplan bu ısrarının sebebini Türk edebiyatını daha iyi tanıyabilmek için Batı medeniyeti ve kültürünün iyi tanınması gerekliliğine bağlar. Ona göre iyi bir yabancı dil insanın hayatı boyunca kendisini besleyecek bir kaynağın anahtarını elde etmek demektir.

Yabancı dil öğrenme konusunda Nurettin Topçu’nun da düşünceleri aynıdır. Orhan Okay, bir yazısında daha liseyi bitirdiği sene ona Fransızcasını geliştirmesini tavsiye ettiğini belirtir: “... Bana Fransızcamı muhakkak ilerletmem gerektiğini söyleyerek Guyau’nun İrréglion de l’avenir [Yarının Dinsizliği] adlı kitabını okuyup tercüme etmem için verdi.”8

Orhan Okay 1963 Eylül’ünde Paris’e gider. Hatıralarında bu gidişi anlatışı ol-dukça dikkat çekicidir. Bu gidiş sanki Refik Halit’in “Eskici” hikâyesindeki Hasan’ın Arabistan’a gidişi gibi anlatılır:

6 Londra’dan yazılan bu 8 Nisan 1960 tarihli mektup, Orhan Okay’la birlikte Atatürk Üniversitesi’ne

asistan olarak alınan Mehmet Akalın, Haluk İpekten ve Şinasi Tekin’e ortak olarak yazılmıştır.

7 Kaplan bu isteğinde o kadar kararlıdır ki her gün iki sayfa kopya yaptığını söyleyen Mehmet Akalın’ın

tavrını beğenmez. “Şimdilik ilk mesele lisan meselesidir. Ama sizin temponuzla iki senede dahi öğ-renilemez. Mehmet çalıştığını söylerken her gün iki sayfa kopya ediyorum diyor. İki sayfa nedir ki... Ben burada günde 8-10 saat İngilizce çalışıyorum. Böylece belki bir senede İngilizcenin hakkından gelirim.” (MK, s. 78)

(7)

Vapurla gittiğimiz için Pire’de ve Napoli’deki birkaç saat duraklamalardan faydalanarak oraları da gezmiştik. Önce turistik bir Balkan iskelesi olan Pire’de, sonra bütün şıklığına rağmen bizim Tophane rıhtımını ve Galata mahallelerini andıran Napoli’de, gerçek bir ticaret limanı olan Marsilya’da sokakları, evleri, gürültücü esnafı, trafiğe fazla kulak asmayan yayalarıyla aynı Akdeniz havuzunun kenarında, aynı suyu içen kurbağalar gibi, kendimize benzetme tesellisi bulurken bir taraftan da giderek bu benzeyişlerin azaldığını ve farklı bir dünyaya girdiğimizi anlıyorduk. (MK, s. 88-89)

Bu “başka dünya” Orhan Okay’a çok yabancı gelir. Muhtemelen buradan hocalarına yazdığı mektuplarına bu olumsuz izlenimlerini yansıtmış olmalıdır. Ancak onun Paris konu-sundaki olumsuz izlenimlerine katılmama konusunda Nurettin Topçu ile Mehmet Kaplan’ın görüş birliği içinde olduğu görülmektedir. Bu mektuplardan anlaşıldığına göre Orhan Okay Paris’teki gençlerin ahlâksız olduğundan şikâyet ederek bunu bütün Paris’e teşmil etmiştir. Hem Topçu hem de Kaplan bu tespite itiraz ederler. Nurettin Topçu’nun tespitleri daha keskin ve Türkiye ile karşılaştırıldığında daha acıtıcı sözler söylediği görülmektedir. Kaplan ise daha yumuşak bir söylemi öne çıkmaktadır. Zaman içinde Orhan Okay’ın da bu konudaki görüşlerinin değiştiğini Nurettin Topçu’nun 2 Şubat 1965 tarihli mektubunda yer alan “Fransa hakkında gittikçe inkişaf eden görüşlerini dikkatle okudum” (NT, s. 149) cümlesinden anla-mak mümkündür. Buna karşılık Mehmet Kaplan daha sonra Paris’ten Orhan Okay’a yazdığı 22 Mart 1967 tarihli mektubunda “Ben 19 Şubat’tan beri senin sevemediğin Paris’teyim” cümlesiyle böyle bir değişikliğin olmadığını düşündürür. Kaplan öğrencisine sorumlu bir insan olarak Paris’te neler yapması gerektiğini hatırlatmaktan geri kalmaz:

... Paris, Fransa’nın vitrinidir. Her şey oraya hazırlanmış olarak gelir. Müzeler, kütüpha-neler, üniversiteler, liseler, fabrikalar, akademiler, atölyeler... Batı’yı Batı yapan bunlardır. Onları görmeye ve tanımaya çalış. Oradan Türkiye’ye uyandırıcı, diriltici fikirler getir. Öyle bir sefalet, dalalet ve miskinlik içinde yaşıyoruz ki uyanmazsak sonumuz ölümdür. ‘İstirahat’ diyorsun, hayır, bizim istirahate, tatile hakkımız yoktur. Ne yaptık ki bunu hak etmiş olalım. Orada harcadığın her frank Türk halkının kesesinden çıkmıştır. Bunun mesu-liyetini içinde duy. Kötüyü hakir gör, fakat iyi şeyi görmezlikten gelme. (MK, s. 109-110) Kaplan, o sırada Paris’te olan Orhan Okay ve diğer asistan arkadaşlarından Paris’te gözlemler yapmalarını, bu gözlemleri başlangıçta kesin bir hüküm vermeden “canlı müşahedeler” hâline getirmelerini ister. Bu açıdan bizzat görmenin yararını vurgular.

Kaplan’ın mektuplarında öğrencilerine sürekli çalışmalarını tavsiye eder ve hemen her mektubunda bunu tekrarlar. Nitekim mektuplardan anlaşıldığına göre Kaplan, öğ-rencilerinden istediği sürekli çalışmayı ileri yaşına rağmen kendisi de sürdürmektedir.9

9 Orhan Okay, hatıralarında Mehmet Kaplan’ın 1960-1961 arasındaki iki yılı onun en verimsiz dönemi

olarak değerlendirir. Gerekçe olarak da bu iki yıl içinde onun sekiz makale yazmış olmasını gösterir. İnsan verimli zamanlarında ne kadar yazmış demekten kendini alamıyor.

(8)

Aynı şeyi elbette yazıları toplam yirmi kusur kitapta toplanan Nurettin Topçu için de söylemek mümkündür.

Mehmet Kaplan’ın öğrencisini çalıştırma ve yönlendirme bakımından en güzel örneklerden biri de onun 27 Ağustos 1972 tarihli mektubudur. Kaplan bu mektubunda Orhan Okay’ın doçentlik tezi olarak Ahmet Mithat Efendi’yi seçmesi üzerine ona bu çalışması için yaptığı tavsiyelerle önemli bir yol gösterici olduğunu bir kere daha göstermiştir.

Nurettin Topçu ve Mehmet Kaplan, Orhan Okay’ın hayatında sadece birer hoca olarak kalmamışlar, yaşadıkları müddetçe memleket için şans olarak gördükleri bu öğrencilerini kendilerinden uzak oldukları mekânlarda bile yalnız bırakmamışlar, onu desteklemeye ve yönlendirmeye devam etmişlerdir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bütün mektepler fen mektebi olma yolundadır, milli mektep de bu yüzden can çekişmektedir.. Muallim, maarif dâvamızın yapıcı ve en

İyi kötü bir yazı geçmişim vardı fakat hayatımın bir döneminden sonra yazı çalışmalarımla akademik çalışmala- rımı beraberce sürdürmeye karar vermem, bazı

Yine de Beşir Fuad’a ve Tanpınar’a diğerlerinden daha çok emek sarf etti- ğim için olacak, bu ikisini daha farklı bir özenle yazdım. Edebiyat tarihlerinde

İslam iktisadı anlayışına yakın durarak İslam’ın insanlara emrettiği güzel ahlak, dürüstlük, kanaatkâr olma gibi hasletleri hatırlatarak, yerleşik iktisat

Daha sonra Okay, Merzifon için şunları dile getirir: “Benim için daha da faydalı olan tarafı okul kütüphanesinde Millî Eğitim Bakanlığı Klasikleri’nden epey zengin

Ahmet Haşim hakkında Orhan Okay hocamızın bu dikkatlerinden sonra Haşim'in şiirleri·.. nin tahlil edilmesi

Okay, “Çevrecinin daniskasıyım” diyen Başbakan Erdoğan’ın çevre konusunda yaptıklarını sorularla şöyle sıraladı: • 2/B uygulamas ı ile orman arazilerinin

Anlatırlar: Bir gün adaya, Hüseyin Rahmi Beyin evine ga­ rip bir kurul gelmiş İstanbul'dan, imam, bekçi, birkaç yaşlı başlı efendi..