• Sonuç bulunamadı

Başlık: DİNE DOĞRUYazar(lar):BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı Cilt: 6 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000374 Yayın Tarihi: 1957 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: DİNE DOĞRUYazar(lar):BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı Cilt: 6 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000374 Yayın Tarihi: 1957 PDF"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DİNE

DOGRU

Yazan: !smayıl Hakkı BALTACIOGLU Bu satırları yazarken rahmetli Ziya Gökalp'ın bir sözunü hatırlıyo-rum. Gökalp birgün bana şöyle demişti : "Eğer biz münevverler din me-selesine el koymıyacak olursak softalar el koyar". GÖkalp d~ğru söyle-mişti. Din konusunda bugüne kadar olanlar bitenler hep onun sözünün doğruluğunu göstermiştir. Gerçek şudur : Okullarda 'Ihtiyari, mecbur! din dersleri koymamıza, Ankara'da bir İlahiyat Fakültesi' açmamıza, radyolarda vaaz -~erdirmeinize, mevlid okutmamıza ragmen, din konusu üzerine henüz doğrudan doğruya el koymuş değiliz. Bugün aydınlara dü-şen, din gerçeğini ilim ışığı altında aydınlatmaktır. İşte yalnız bu işi, bi-raz da Olsa, yapabÜirsembenim için ne mutlu.

, Son yıllarda Türkiye'de herkesin gözüne çarpan bir din cöşkunluğu var. Camiler doh:tp taşmaktadır. Dinden söz açan detg'iler, glinden güne çoğalmaktadıt, tÜrıü din romanları yazılmaktadır, Kil/'anJınd()ğru, yan-lış, türkçe çevirmeleri basılmaktadıI'. Dine karşı gösterilen 'tu ilginin arada sırada g~ricilik, yıkıcılık şekillerinde belirdiğide göiÜimüştür : Sarık sarmakj'fes giyrnek, peçe takmak, Büyük Millet Meclisı'nde ezan okumak, Atatürkheykellerini çekiçlemek gibi.

Dün nasılsa bu gün d~ öyle! Türk aydınlarının kafasında din ile bi-limyine çarpışmaktadl'r. Ya, aydınlar düşünmeden dinli oluyorlar, ya da, düşünerek dinsiz oluyorlar! Bu çatışmanın sonu bunalmadır, ruh bunal-ması ! Bu çatışmanın nereden geldiğini bilmiyen, anlıyamıyan bir bön kişişöyle düşüıiebilir :

Demek oluyor ki islam dini ilimle anlaşamıyacak kadar geri bir dindir!

Gerçi hiç de böyle değildir. Yine Türkiye'de son yıllardan beri göze çarpan olaylardan biri de din eğitiminin düşkünlüğüd4r. Oğuz türklerinin Kuran çevirmelerinden tutun da bu güne kadar Allah'ın sözü olan KurJanJı ana dilimize doğru çeviren bir tek insan çıkmavııştır. Türkiye'nin yeniden kurulmakta olduğu bir devirde, yüzlerce k~'ft~iklerin milyonlar ! sarf edilerek çe~rildiği yıllarda. Ne acıklı durumdJr bu böyle! Durum bu olunca şu sodyu sorliyoruz :

_ Bu acıkh 'durumdan sorumlu olan kimdi? Devlet mi, aydınlar mı,, '.' . - i:.

halk mı, yoksa dinjn keriÔislmi, soruyorum size,

kim?-Önce devleti"ele alalım. Tanzimat'tan bu yana,_.gelip, geçen hjikli-metlerindin için ne yaptıklarını ne yapmadıklarını bir görelim. Tanzimat devri, ,işkilsiz, bir' #:alkinnıa' devridir. Ancak,' Tanzİmıı.t'ın kendine 'göre bir kaıı~ınma anlayışı, vardır'; Tanzimatçılara göre kalkınmak demek,

(2)

i

avrupalılaşmak demektir. Tanzimat'ın bu avrupalıla:şmadan anladığı da, Avrupa medeniyetinin usullerini, kanunlarını, bit dereceye kadar olsun, benimsemektir. Nasıl ki T.anzimat kadın kılığı gibi zamanının ahlak ka-ideleriyle ilişiği olan örflere, törelere hiç dokunmamıştır. Bu ilişmezlik bir d.ereceya kadar erkek kılığı için de vardır. Mesela erkeklere şapka giydirmeyi düşünmemiştir. Onun y'aptığı değişiklik kavuk, külah yerine fes; cÜbbe yerine setre, şalvar yerine pantalon giydirmekle kalmıştır. Tanzimat devrimci olduğu kadar da muhafazakar, durguncudur. Tane zim;at'ın bu durgunculuğu din işlerinde büsbütün göze çarpmaktadır. Bu deVl'in din işlerinde, din eğitiminde en ufak bir kımıldama bile yoktur.

Bu devir ıslahatçıları ilk kalkınmanın ancak dinle olabileceğini anlıya-mamışlardır. "

lInci Abdülhamit dev,rine geçelim. Tanzimat devri gibi bu devir de din anlayışında, din eğitiminde hiç bir yenilik göstermemiştir. Bu devirde yeniliğin kendisi qeğil, düşüncesi bile yasaktır. II nci Abd~lha-, mit' de tanzimat çılar gibi biraz mektep açmışAbd~lha-, biraz yolAbd~lha-, hastahane' yap-mış, sansürlü bir basını şöyle böyle yaşatmıştır. Ancak dince kalkınmak için hiç bir şey yapmamıştır. Bu devirde memleketi istipdat baskısına~n kurtarmak isteyen jön Tütkler vardır, içeride, dışarıda. Bunlar da Tan-zimat erleri gibi kurtuluşyolunu arıyorlar, bu yolu meşrutiyet rejimin-de buluyorlar. Hürriyeti el~ geçirmiye çalışıyorlar. Abdülhamit istibda-dını yıkacaklar, osmanlı unsurları arasında ittihadı sağlıyacaklar, te-rakkiyi gerçekleştirecekler. İşte II nci Abdülhamitdevrinde Türkiye'nin içinde, ,d.ışında gizli birdemiyet halinde çalışan Jön Türkler'in düşüncesi buidL

Meşrutiyet devri bu düşü:ç.cenin, yada hülyanın, gerçekleşmesiiçin çırpindığıbir devirdir. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Meşrutiyet'in ileri bir rejim olduğuna nasıl inanıyorsa; ittihat ve terakki ülküsünün ancak maa'rifle; mekteple gerçekl~şe])jleceğine de öylece inanıyordu. Maarifle kalkıhmakbucemiyetin umdelerinden biri idi. Bu cemiyetin en büyük düşünürlerinden biri olan E~rullahEfendi,bu kalkınmanın hareket nok-tasıilIn Üniversite' olduğunu Tuba i\.ğacı hayali ile açıklamak istiyordu. Gökalp, da başka türlü düşünmüyordu. Onun için cemiyetin ilk işlerinden biri ıttihat ve Terakki mektepIerini kurmak olmuştur. İttihat ve Terakki Cemıyeti'nin hasmı olan Prens Sabah,attin de başka türlü düşünmüyordu. O da Türkiye'yi Ecoledes Roches tipülde mekteplerle kalkındırmak isti-yordu. İttihat ve Terakki'nirı sosyal. iş bölümüne aykırı olan bu mektep-çilik ;durumu çok sUrmedi. q-ünüiı biNnde bu cemiyet elindeki bütün mek-tepleri maarife devretmek zo:runda k~ld~.

, ,. ."

Meşrutiyet devrinin bu, ilkkıs~ı~a maarifçilik devri diyebiliriz; Meşrutiyet devrinin ikincikısıııı kültütcülüktür. Bu ışın başında Ziya Gökalp vardır. Gökalp önce milliyet, 'din ve dil birliğidir, der. Daha son-i - ,. -- . ra da, milliyeti kültür birliği olarak anlamak ister. Gökalp ırkçı değil-dir, Ernest Renan gibi o da rulıçudur: Sonra herhangi ruhçu da değQdeğil-dir, kültü;rcüdtir; Şu var ki Gökalp, J'ürk milliyetçiliğini islam ühımetçihği ,ile aiılaştırmakister. O, Atatürk gibi, öz dilci değil, sade dilcidir. Çünkü

(3)

ohibi-46

. '.

leceğine de inanıyordu. Tanin gazetesinde hilafeti bir din kurumu olarak savunmasının sebebi de bu ümmetciliği idi.

Meşrutiyet içinde din ile ilgili biri müsbet yolda öteki menfi olmak '. üzere, iki hareket daha vardır. Birincisi Dr. Abdullah Cevdet'jn kendi i dergisi olan İçtihat'da dinle, dinli ile ilgili olan yazıları. Dr. Abdullah 1 Cevdet'in softalığa, mürteciliğe, medeniyetçiliğe değen bu yazıları hep birdin düşmanının yazıları gibianlaşılriııştır. İkinci hareket şeyhülisliL.m Hay:[~iEfendi'nin medrese ıslahatçılığıdır. Bu ıslahatçılık birer ortaçağ ve iskolastik yuvası olan medreseleri maarif mekteplerine benzetmekten , ileri gidernemiştir. ~inalaTıyla, müsb et bilimleriyle YEmileşenbu medre-seler din anlayışı, din bilgisi, din kültürü bakımından' hiç değişmemişler, eskisi gibi kalmışlardır.

Atatürk devrine geçelim. Bir kere şunu söylemek doğru olur ki Ata-türk devri kalkınma tarihımizin en başarılı bir devridir. Atatürk devri Tanzimat devri gibi medeniyetcidir, tıpkı Meşrutiyet devri' gibi de kültürcüdür. Ancak, medeniyetciliği tanzimat ve meşrutiyet dev-! rinin medeniyetciliği gibi ekli (eclectique) bir medeniyeteilik değildir, köklü (radical) bir medeniyetçiliktir. Atatürk devri yalnız erkek kılı-ğında değil bütün kılıklarda, medeniyet kaynaklı olan bütün örflerde ek-siksiz, yamasız medeniyetçidir. Bilimleşme , endüstrileşme atılımı hiç bir devirde bu devirdeki kadar hızlı olmamıştır.

Şimdi Atatürk devrinin din karşısındaki durumunu gözden geçire-lim. Atatürk devrinde dinle ilintili olarak şu işler yapılmıştır: Hilafet kaldırılmıştır. Şeyhülislam kabineden çıkarılmıştır, türbeler, tekkeler, medreseler kapatılmıştır. Bu arada okullardan din dersleri de kaldırıl-mıştır. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi de .kapatıı-mıştır. Bütün bu işler ister laiklik adı verin, ister başka bir ad takın, di-ne karşı en aşağı bir çekingenlik anlatır. Şunu da söylemek isterim ki Atatürk'ün din düşmanı olmadığını düşünüyorum. Bunun belgelerinden biri ezanın ana dilimize çevirmesidir. İkincisi Kur'an'ı türkçe olarak makamla okutmak işini ele almış olmasıdır. Böyle olmakla birlikte bu çekingenIiklerin ya da karışmaların sebeplerine idi? Benim anlayışıma göre şunlar :

i -

Bu memlekete çok zararı dokunmuş olan taassubu, dine as-lında olmıyan yalan, yanlış düşünüşler, hurafeler katarak halkın yaşayış i ve dünya görüşündeki yolsuzluklarını destekliyen telkinleri, taassubu ortadan kaldırmak.

2 - Halkı softaların elinden kurtarmak.

?-

Dini bir politika oyuncağı olmaktan kurtarmak. 4 - ,Allahlaınİ!arasına girmernek.

5- Diiıi yalnız bir vi,cdan işi durumuna getirmelc

Atatürk devri. din poıitikasının am.'j.cı işte bun!3:rdı. Atatürk haıka! iğri yollar telkineden, din jçin fena örnekler olan s?(talığın' düşmanı idi. { Softalığın ezifmesini, din yaşayışının hür olmasını istiyordu. Ancak, ne

(4)

47

yazık ki, Atatürk devri bu amaca erişememiştir. Eğer erişmiş olsaydı, politika alanında olduğu gibi kültür alanında da en ileri adımları atmış olurdu.

Şimdi ne yapmak gerekiyor? Herşeyden önce din problemini bütün açıklığıyle ortaya koymak Görülüyor işte, Türkiye'de din konusu hiç bir devirde, hiç bir bilim adamı, hiç bir devlet adamı tarafından metodla üı-celenmiş, düşünülmüş, değildir. Türkiye'de din yaşayışı yönsöz, yönetim-siz kalmıştır: Onun için Türkiye'de din konusunu ele almak, din kalkın-masını sağlamak istiyen insanların ilk olarak yapacakları iş, hiç bir bi-limli inceİemiye dayanmadan kafalara girmiş, yerleşmiş olan önceci dü. şünceleri çıkarıp atmak, bunların yerine din gerçeğini taşıyan düşünce-leri koymak olacaktır. Onun için bu insanlar işe başla'madan önce şu so-ruları sormalı, bunların doğru karşılıklarını bulmıyaçaJışmalıdırlar :

1 -.:...Din nedir, nasıl bir varlıktır?

2 - Sosyal kurumlar arasında dinin yeri nedir?

3 - Dini var etmek, ya da yok etmek elimizde midir'? 4 - Mürtecilik nedir? Softalık nedir?

5 - Tarihte reförma denilen hareket nedir?

6' - Dünya uluslarının dine karşı durumu nedir?

Din nasıl bir varlıktır? Başlıca iki din konusu vardır Bunları bi-ribirinden ayırmalı :

1. İnceleme konusu olarak din, düşünülen din. 2. İnanma konusu olarak din, yaşanan din.

İnceleme iı:ıiakıl işidir, teknikle, metotla olur. Din konusu üç türlü incelenir.

1. Sosyal bir varlık, sosyal bir kurum olarak. Bu incelerneyi yapan bilim din sosyolojisidir.

2. Psikolojik bir varlık, tek insan şuuru olarak. Bu incelerneyi ya-pan bilim din psikolojisidir.

3. Tüm bir varlık, kendi kendisi olarak. Bu incelerneyi yapan bilim din metafiziğidir.

Bütün bu bilim, metafizik şuurlarının dışında, bütün insanların dü~ şünmeden, eleyip eleştirmeden duyduğu, kendi varlığını duyar gibi duy-duğu bir din vardır. Bu, hiç bir bilimin, hiç bir metafiziğin anlayıp an-latamıyacağı bir oluştur. Çünkü akılla, mantıkla hiç ilgisi olmıyan bir iç varlıktır. Bu gerçeğe kabaca sırrl gerçek, mistik gerçek deyip geçiyoruz. Önce dini sosyoloji bakımından ele alaImi. Bir sosyolog gibi dini in-celediğimiz zaman şu üç özellik göze çarpıyor :

1. Etnoğrafyanın, tarihin tanıttığı bütün insan topluluklarında din yalnız tek insanın inancı olarak değil bir topluluk kurumu olarak da var-dır. Dinsiz topluluk hiç görülmemiştir. Politika düşüncesiyle dinsizliği

(5)

48

kendisine bi'r devrim prensibi yapmış olan bolşevik Rusya'da dahi din vardır. Dil, ahlak, hukuk, san'at gibi din de toplumkaynaklı bir kurum- i

dur.

2. Dinler kendi varlıklarını yoğ,umsıyanlara karşı tepki yaparlar. Bu tepki;' enağırları da, içinde olmak üzere, türlü şekillerde olabilir. bin-sizler bütün dünyada yoz insanlar gibi -görülmektedir.

3. Dinin soydan soya geçmesi, bir toplum kurumu olarak yaşıyabil- i

mesi veraset yoluyla değil, eğitim yoluyla olur. Her toplum kendi dini~i çocuklarlIıa edindirmeğe çalışır.

Bu tiç özellik dinin öbür sosyal kurumlar gibi toplum kaynaklı, bir kurum olduğunu açıkca göstermektedir.

Şimdi dini bir de 'psikoloji bakımından ele alalım. Biz insanlar çekleri deneyerek biliyoruz. Kaç türlü deneme varsa okadar türlü ger-çek vardır. Bu denemelerle bildiğimizgerger-çekleri gözden geçirelim.

Beş tUrlüinsan denemesi vardır:

1. Ampirikdeneme, Adenioğlu bilgisiz, bilimsiz olarak çevresinde kendi duyuları ile bir takımkaba denemeler yapar. Bu denemeleriyle ta-biattaki olabilirler ile olamazları ayırır .•,

2. Teknik deneme. Ademoğlu kendinden önce gelmiş geçmiş olan-lardan edindiği bilgilerle çevresindeki nesneler üzerinde türlü değişik- i

likler yaparak bir takım yararlı sonuçlar elde eder.

3. Bilimli deneme. Ademoğlu çevresindeki nesneleri metotlu çalışma-larla deneye deneye bu olayların kanunlarını bulur, "bilim" dediğimiz po-zitif bilgiyi elde eder.

4. Artistik deneme. Ademoğlunun yaptığı denemelerin en orijinal olanlarıııdan biridir. O bu denemelerinde yukarı ki denemelerinden hiç bi- i

rinin kavrıyamadığı, bildiremediği bir gerçeği yakalar ki buna biz ka-baca "güzellik" diyoruz. İşte bu "güzellik" dediğimiz, artistik gerçeğin i

kendisidir:

5. Metafizik deneme. Ademoğlu bu denemesiyle gerçeklerin en tümü olan mutlak gerçeği yakalar. Çevresinde karşılaştığı gerçeklerinyalnız i

eserlerini, sonuçlarını değil bu varlıkların kendilerini, tümünü mutlakı kavramı ya çabalar.

Bu beş türlü insan denemesi arasinda iki tanesivardır ki tabiatıarı apayrı olmakla birlikte ikisi de gerçektir. Biri bilimcil deneme, biri de artisti k denemedir. Bilimcil denemenin konusu dış alemin varlıklarıdır. Artistik denemenin konusu iç alemin varlıklarıdır. Bilimci! deneme ob- i jektiftir. Artistik deneme sübjektiftir. Bilimcil deneme dış gerçekleri öğ- ~ retir. Artistik deneme iç değerleri sunar. Bilimcildenemenin amacı doğ'.. ruyuaramaktır. Artistik denemenin amacı güzeli bulmaktır.

Görüyorsunuz, bu iki insan denenıesi biribirinin büsbütün zıddıdır. Ancak kim tabiaHa - fizik, biyolojik, psikolojik, sosyal tabiatta - kanun- '

(6)

lar yoktur diyebilir? Yine kim diyebilir ki insanın eserleri arasında ':güzel" adı verilen artistik gerçekler yoktur? Tabiat gerçeklerini inkar etmiye gelmez. Çünkü tabiat hemen tepkilerini gösterir. Bir kayayı, bir duvarı, bir sütunu yoğumsayıp üzerine başınızı çarpacak olursanız hırpalanırsınız. Artistik değerler için de böyledir. Sanat eserleri ruhumu-za, bu yoldan da fizyolojimize, anatomimize kadar etki,yaparla'r. Bunlar arasında insan har ak terin i değiştirenler bile vardır.

Bu karşılaştırmadan sonra, dincil yaşamanın yerini daha iyi göre-biliriz. Din de bir insan denemesidir .•Ancak bilim soyundan değil, sanat soyundan bir insan denemesidir. Artistik denemede olduğu gibi, dincil denemede de araç akıl değil, gönüldür. Dinin amacı dış gerçekleri bildir-mek değil sanat gibi iç gerçekleri şuurlandırmak. İşte dinin konusu am-pirik, teknik ve bilimcil denemelerin konusu olan pozitif gerçekler gibi gözle görülür, elle tutulur. soydan değildir. Belki artistlk gerçek gibibir iç gerçeğidir. Nasıl artistik gerçek gönülle duyuluyorsa, dincil gerçek de öylece, gönülle kavranır. Artistik gerçeği zevki olan bir kimse yoğum, sıyamaz. Din gerçeği için de böyle :. Sosyal kişiliği olan bir kimse din gerçeğini yoğumsıyamaz.

Bilimcil denemelerin ereği tabiat kanunlarını bulmaktır. Gerçi bu kanunlar teknikle araştırılıp bulunmuş bilgilerdir. Ancak bu gerçekler her zaman, her yerde elde edilmesi çok güç şeylerdir. Yine de bilimlerin insanlara. getirdiği doğrular ne kadar büyükgüçlüklerle kabul edilmiş-tir! Hatt~ dinlerin getirdikleri doğrular bir ölüm kalını işi olarak çekişiI-miştir. Bu niçin böyledir? Şunun için olacak : Bilimleringetirdiği doğ-rular varlıkların yalnız birer parçasına değgindir. Felsefeninkiler bli var-lıkların tümüne değgindir. Dinlerin getirdikleri doğrulara gelince, bun-lar varlıkbun-ların yalnız tümüne değgin değil, bu varlıkların başlangıcına. bu varlıkları yokhm yaratan en büyük varlığın varlığına değgindir.

Dincil deneme denemelerin en son, en tüm, en mutlak, en içten olanıdır. Dincil deneme bütün öbür denemeler arasında türü kendisine özgü sui generis bir denemedir. Din gerçekleri pozitif gerçeklerin ne için-de ne için-de dışındadır. Belki onların yanında ve onlarla birliktedir. Din çekleri pozitif bilimler mantığı ile dönertilecek ya da yoğumsanacak ger-çekler değildirler. Din gerger-çekleri de bilim gerger-çekleri gibi ayr~ soydan ol-makla birlikte yine de insancıl gerçeklerdir.

Dinin görevi nedir? - Dini bir toplum gerçeği olarak inceliyen bi.

lim sosyolojidir. Ancak, din sosyolojisi henüz pek gençtir. O, bu toyluk çağında iken dinin görevi ne olduğunu söyliyemez. Yalnız daha şimdiden kestirebileceği kadarını söylemek elindedir. Nitekim Emile Durkheim

1es Formes Elementaires de la Vie Religieuses adlı eserinin sonuntla

di-nin görevi öğretmek olmayıp yaşatmak olduğunu söylemektedir. ,Dinin öz görevi İrade gücünü artırmaktır. Bu görüşe göre din. ahlak, hukiık, dil gibi toplum kurumlarından ayrı görevi olan bir kurumdur. Toplum kurumlarından hiç biri bir başkasının işini göremez. Tıpkı canlı varIık-lardaki organlargibi.

(7)

50

Dinin görevi topluluğu tek İnsanın egoizmasından, organik. zorla-rından kurtarmak- . - .' onu ülkülestirmektir..i Böylece dinin görevi pratikbir• _, • ,

görevdir. Din bir yandan yalvarı, oruç, zekat gibi törenleriyle insanı e,go-izmasından soyar, bir yandan insanda korku, usanç, karamsarlık gibi oluşları' yok eder, bir yandarı da insanı tapacağı, ideale yaklaştırarak ü~tbeşer bir duruma getirir.

Bazı din adamlarımız islam dininin ahlak, hukuk, bilim, her şey 01-duğiınusöylerler. Böyle söyliyerek 4e onun değerini yükseıtmek ister-ler. Buinsanların üzerinde durmak istedikleri konu oldukca ince bir ~o-nudur. Oiıun için büyük bir dikkatle incelenmesi yerinde olur. İslam di-ninin Kitabı olan Kur'an'da ahlaka, hukuka, bilime ait ayetler vardır. :Bunlarainanmak da bir din borcudur. Kur'an bunları buyurur. Ancak Kuran bu buyruklardan ibaret değildir, İnsan yalnız bunlara inanmakla müslüman olamaz. Allah'ın varlığınai:Muhammed'in Allah'ın elçisi oldu-ğuna, Kur'an'ın da Allah yönünden gÖnd~rilmiş olduğuna, öbür dünyaya

da inanm:ış olmakgerektir. .

Şimdi Türkiye'de din yaşayışının durumunun ne olduğun.u gözönün~e bulunduralım. Gerçek nedir? Bu gerçeği en tarafsız bir insan gözüyle görmiye çalışalım.

Din yaşayışının normal şekli. - Önce Türkiye'de Allah'a, Muham-med'e, Kuran'a inanan, bunlarınvarlığını, gerçekliğini çekişmiyen, çe-kişmeyi de düşünmiyen inanırları söz konusu etmek istiyorum. Bunlar Kur'an'da Allah'ın "mürnin'; dediğiinsanlardır. Türklerin ezici ,çoğun. luğubu "inanırlardır. İnanırları anormallerden ayıran belli başlı karak-terler şunlardır :

İnanırlar din. işini dünya işiyle' karıştırmazlar. Onlar için din ya-şayışı kul ile Allah arasında kalan Jıiryaşayıştır. Onla'r başkalarının inançlarını çekişme konusu yapmazlar, bu inançlara da saldırmazlar. On-lar dinlerini, inançOn-larını bir üstünlük vesiylesi olarak kullanmazlar. Bu insanlar Ülkücü,. iyilik etmeyi seven, sırasında kendinden geçmeyibilen i

insanlardır. Bu normal insanların biri milli, öbürü dini olmak üzere iki ayrı kişilikleri yoktur. Bir tek kişilikleri vardır: Bu kişilik, millisi de, dinİsi de içinde olmak üzre, sosyal bir kişiliktir. İnanır adam mürtecideri, şüpheciden, dinsizden, softadan apayrı olan normal adamın kendisidir.'.

Din yaşayışının normal üstü şekli. - Buraya kadar din yaşayışının normal belirtilerini gördük. Şimdi bu yaşayışın bir de normal üstü belir-tilerini görelim. Dinin kendi görevi içinde kalan her belirtisi normaldir, dinin görevini aşan, başka görevlere sarkan her belirtisi denormal dı~ şıdır. Ancak normal belirtilerin coşkun şekilleri de vardır ki onlara nor-mal dışı demeyip nornor-mal üstü demek doğru olur. Dinde nornor-mal üstü ile normal dışı a'rasındaki ayrılık coşkun'luk ile taşkınlık arasındaki ayrılık-tır. Coşkunluk ruhun sıkı çalışmasıdır. Taşkınlık ruhun yıkıcı durumu-dur.

Din yaşayışının normal üstü durumunabir kaç örnek vereceğim. Bundan beş, on yıl kadar önce arkadaşım Resai

(8)

bul'da Kıztaşındaki evinden kalkıp yürüyerek Eyüp'e vardık. Caminin avlusuna girdik. Bİ'rdenbire gözümeçarpanlar güvercinler oldu. İnip inip yerdeki yemleri yiyorlar, bir az sonra da uçuşuyorlardı. Eyüp Sultan'ın türbesi önündeki parmaklığa bir genç kız dayanmış duruyordu. Boylu boslu, çokgenç, insanı şaşırtacak kadar da güzel yaratılmıştı, beyaz bir örtü ile. örtülmüş olan. başını türbenin yaldızlı parmaklığına dayamiş, elindeki KurJanJı için için okuyordu. Niçin okuyordu? Bu okumadan ne bekliyordu? Sessizdi, kımıldamıyordu, Tanrının esirgeyiciliğini kazan-mak ister gibiydi. Benim o andaki' tek düşüncem şu oldu : Bu lnzcağızın bu yalvarmasından insanlara ne zarar gelebilir?

Bu güzel görüm karşısındaki duyuşum benim için yepyeni değildi. Çünkü bundan otuz sekiz yıl önce de aşağıdaki satırları yazan yine ben-dim:

"Siz zannediyor musunuz ki ruh fanidir, bir vücut gibi ölür, bii:"nefes gibi tükenir, çekilen zahmet yoktur, edilen iyilik unutulur, bir insanın hayattından ve cehtinden yalnız bir torba kemik ve bir dikili taş kalır? Siz zannediyor musunuz ki emeklerinizin, azimlerinizin mahsulünü top-lamadan ölürseniz herşey boşa gider? Hayır, bu zannınız yanlıştır; bu hesap belkitaşve demirden bina kuran bir mimarın hesabıdır, fakat ruhu işliyen'bir mürebbinin değiL. Çünkü ruh ölmez, ruh bakidir. Mezarında. kandil yanan evliyalarabakınız! Bunlar ömürlerini saffet ve teslimiyet. le geçirmiş, hayatlarında yalnız iyilik etmiş olan ruh kahramanlarıdır. Topı:ağın altında etleri ve kemikleri çürüyen bu adamların ruhu hala can~ lı değil midir? Niçin onları severiz ve onlara saygı besIemeyi öğretiriz? Hayatları hayatlarımıza, ruhlarıruhlarımı'za birer hayır ve fazilet heye-canı, birer~uygu ve ideal hamlesi gibi karıştığından değil mi? Niçin onlardan yardım diler ve onların ruhaniyetine dayanırız? İyi ruhları ruhlarımıza destek olduğundan, hatıraları irademize kuvvet verdiğinden değil mi? Bu evliyaların kerametini bozulmayan cesetleriyle isbata

yel-tenen gafiller ! Adlarının, saygılarının bekası daha büyük bir keramet değil midir? Yazık evliyaya kandil yakanları ayıplıyan itikatsızlara! Halkın bu fiili ne bir cehalet, ne de bir israftır, sadece vicdanın vicdanın bir ikramıdır. Onun için cephelerde ölen her adı meçhul neferin ruhu, köyünün okulunda çalışan her fedakar hocanın rruhu, ömrünü iyilik ve güzelliğe vakfetmiş olan her evliyanın ruhu gibi bir ruh, onunkigibi bakidir. Her iyi, her güzel iş, kahramanın ruhunu sonsuzluğa atan bir oktur. İyiliğe, güzelliğe verilen her ömür, işte bakidir. Çünkü, gider bu ömür, milletin ölmez olan ruh~a katılır, sonsuzluk sırrına ulaşır. Si-zin hayrınız, siSi-zin fedarkarlığınız ne harbin cephesi, ne de cephenin mu~ vaffakıyetleriyle doğrudan doğruya ilgili değildir. Siz doğru, iyi ve feda-kar olmak için ne galiplerin ordusuna katılmak ve ne de mağlupların yesine uğramak zorunda değilsiniz. Her zaman iyiliği isteyiniz, ve iyiliği y~pınız, ölümle tehdit edilseniz dahi onu dilemekten ve yapmaktan vaz-geçmeyiniz! Ancak ~u suretle ölümden kurtulabilirsiniz. Manen yaşamak ve yaşatmak için önG~maddeten ölmeyi bilmelisiniz. Ve biliniz ki dünya-da en güzel ölüm, iyi:lik yolundünya-da olandır. Çünkü insanı sonsuzluğa kavuş-turan, insanı sonsuzluğa kadar yaşatan, yalnız hayırdır. Bilirmisiniz,

(9)

S2

bugün en büyük kahramanlarkimlerdir? Ana4olu'da, Şark ve Garp cep-hel~rinde ölen, ruhları milletin ruhuna karışan, adları yalnız tarihin-hafızasına yazılan, mezarında taş, kabristanında servi~bulunmayan meç-hul; insanlardır. Biz ki bu milletin iyilik yolunda, vazife uğrunda ölmeyi bilmiyen münevverleriyiz, hiç olmazsa ölenlerin felsefesini anlıyalım" (*) .

. Şimdi bütün bu olayları göz önünde tutup soralım : Bunlar normal oluşlar mıdır, değil midir? Kur'an ölülere okunacak birkitap mıdır? Evli. yala'ca kandil.yakılır mı? Bütün bunlara yalınbir mantıkla menfi karşı-lıklar vermek elimizdedir. Ancak, o kızın, o zavallının içinde yanan ateşi sön8ürebilir miyiz? İşte coşmak isteyen gönüller vardır, onların içinde neler yoktur neler! Besbelli ki bu insanlar ölüye Kur'an okurlarsa, yatıra kanıtlil yakarlarsa iç esenliğe kavuşuyorlar. B!:rakın onları, dölensinler!

Din yaşayışının anormal dışı şekli. - Anoı::malbelirtileri gözden geçi.

i-elim. Bu belirtilerin incelenmesi diri yaşayışının esenliği için gereklidir. Başta softalık, yobazlık adını verdiğimiz sapıtıklar g~lii'. Softa tipi için düşündüklerimi söylemeden önce bir nokta üzerine o~uyucularımın' dik-katini çekmek isterim. Benim dilimde 'softa" sözü "dinli, sarıklı, hoca" rıözlerinden apayrı bir anlam taşır. Ben softa diyerek saygı değer din adamlarını değil, yalnız dini kendi hesabına sömüren Yüz insanları düşü-nüyorum. Şunu dıa söyleyim ki benini softa dediğim insan tipi din adam-ları arasından da çıkabilir, din hizmetiyle hiç ilgisi olmıyan insanlar ara-sınd~n da çıkabilir. Sonra softa dinli de olabilir, dinsi~ de olabilir. İhsan durtİp dururken softa olmaz. Softıayı softa yapan sebepler şunlardır;

ı.Softalar ana dilini bilmezler. Bütün softalar ana dilini bilmiyen kims.elerdir .. Softalar arapça bilmeyi, arap kelimelerini, arap sözlerini kul-laUn!ayı, hatta bunlıarı arap gibi söyle~eyi bir üstünlük sayarlar.: Buna karş.i ana dilleri olan Türkçeyi aşağı görürler. Oysaki asıl aşağılıkdnla-tın

ih.ı

anlayışlarıdır. Çünkü bu insanlar ana diBerini bilmedikleri için ulus benliğinden yoksul kalmışlardır.

. 2. Softaları incelerken hiç dikkat etmediğimiz özelliklerden biri de bu insanların cinsel anlamıyla kızgın insanlar :olmalarıdır. Camide çocuk-lara saldıran, kızların memesi üzerine Kur'an a:yetleri yazdıktan sonra me-melerini yalıyan soysuz insanlar bunlardır.

3. Softalar boğazlarına düşkün insanlardır. Ramazan ayı, düğün, de-vir hatimi onlar için yalnız din töreni değil düpedüz boğaz işi, kazanç işi-dir. Softaların çok defa yağlı, şişman insanlar olmaları da bu kör boğaz- i

!ıklarından ileri gelmektedir .

. 4. Softa demek dini alet ederek para kazanan insan demektir. Softa

Kur'an okur, dua eder, hasta okur. Ancak bunlardan hiç birini parasız

ola-rak yapmaz. Softa dünyanın en paragöz insanıdır.

;5. 'Saldırganlık. Softaları softa yapan özelliklerden biri de saldırgan- .i

(*) Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Kalbin Gözü (Ölenlerin Felsefesi, 17 teşrini- i

(10)

lıktır. Softa her normal,dinli ad?-m gibi dini için yaşıyacak yerde, bunu önce bir üştünlük vesiylesi yapıp herkesin din dışı olan işlerin~ karışmak isteye~ bir saldırıcı, bayağı bir hürriyet düşmanıdır .. Allah'ın büyük Pey-gariıber'i Muhammed'e bile vermediği bu yetkiyi softakendinde bulur.

6. Bu peş özelliğebir altıncısını katalım. Softa dünyanın en tembel adamlarından biridir. İrade kuvveti, çalışkanlık, yaratıcılık onlarda he-men hehe-men hiç görülmez. Yalnız oturmayı;- çene çalmayı severler.

İşte bütün bu biyopsikolojik ve sosyopsikolojik şartlar bir araya ge-lince softa denilen gerici insan ~ipi doğuyor. Benim düşünceme göre sof-talığa karşı alınacak tedbirler ancak menfi olabilir. Çünkü softa geçici bir hast1a,lığa uğramış olan bir insa~ değildir. Toplum yaşayışının meydana getfrdiği menfi bir insandır. Softalık bu kişiliğin kendisi olarak yaşama boyunca oluşa gelmiştir. Softal{ğa kllrşı alınacak tedbir softalığı iyi et-mek için çalışmak değil softalardan korunmak olabilir. Türkiye'de yarım yüz yildan beri softa1ığa karşı" yapılan savaşın hiç bir faydası olmamış., tır. Bu olay da anlayfşımızın doğruluğUnu gösteren bir belgedir.

ırtica nedir? ----c- İrtica, gericilik dediğimiz ruh oİuşu dine vergi bir şey değildi'r, Gericilik sosyal çığırların hepsinde olabilir : Ahlakta, hukukta, dilde, san'atta gericilik olagelmiştir. Gericilik yaşamış, görevini yitirmiş, ar~ık yaşama gücU kalmamış, öl~, fosil deierleri, görenekleri, türenelderi (adetleri) yaşamıyazorlamakı zorla yaşatmak demektir. Mürteci, gerici ~ştebu gerilik işini yapan,y~pmak isteyen adamdır. Böyle olunca artık besbelli ki irtica övülecek, h6ş görülecek, göz yumulacak bir şeydeğiİdir. Kaynağı hangi psikolojik etkend~ olursa olsun, dinde irtica, gericiliğe kar-şı yapılacak tepki onu kanıına çiarpmak olabilir. Ancak mürtecii cezalan-dırmak irticaı ortadan kalcezalan-dırmak demek değildir. Çok defaceza düzelt-mez yıldırır. Cezanın insan kişiliğini kaldl'rip yerine yenisini koyduğu pek seyrek olarak görü1müştük

Eğer irtica bir topluIli,hastalığı, mürteci de, bir toplum hastası ise, o zaman mürteci önce bir pslkolog gözüyle incelemek sonra da bir pedagog eliyle düzeltmek gerekecektir ..;B~,incelemede karşımıza ilk çıkan şaşırtıcı ge'rçek şu olacaktır : Mürteci her şeyden önce içi dışı bir olan, olduğu gibi görünen bir insandır. HaUa o kendine göre bir ülkücü, bir idealisUtir de! Mürteciin amacı, dinin dışında d,eğil, dinin içindedir. Mürteci irtic1aı geri-lik diye değil, belki doğru, iyi, güzel sandığı için yapar. Mürteciler işlen-memiş, kıraç topraklara benze'rler. Kendi başlarına verebilecekleri yaban atlarındari başka birş~y değildir. Bu yoz toprağı işlernek gerekir. Mürtecie doğru, iyi, güzel bildiği yanlışlar yerine doğru, iyi ve güzelolan Kurjan

ayetlerini gösterince softa gibi dediğini dey!p direnmez. Hemen eski inanç-lanndan vazgeçer, yenilerini ediniverir. Softa eğitHemez, mürteci eğitlle-bilir. Softa ile mürteciin apayrı varlıklar olduğunu şu iki olayaçıkca

gösterecektir.

.

Bundan on yıl kadar önce bir pazar günü bir kaç arkadasımla bir--likte Etimesut köylerinden birinde köylülerle dertleşiyoruz. Derken

(11)

54

- Beyler, hepsi iyi ama, eski yazıyı unuttuk, dedi.

Böyle diyen bir insana ne diyebilirdim? E"~kiyazıyı okumanın güçHl. ğünden mi bahsetmeliydim? Böyle bir durumd~ bunun bir faydası olabilir miydi? Çünkü yaşlı adamın bu hükmü mantık' alanıdan değil duygu ala-nınclan geliyordu, şuursuzluk alanından çok 4'erinlerden geliyordu. :Ken. disine, yanındakilere sordum : ,,:"

SizeKurJan'danbh' kaç ayet okumak istiyorum dinler misiniz? Dinleriz elbet, dediler.

Okudum, sonI'a yine sordum Ne anladınız?

Hiç bir şeyanlamadık, dediler.

Peki, şimdi size bu ayetlerin Türkçesini okuyorum, dinler misiniz, dedim.

Dinleriz elbet, dediler.

, Okudum. Okuduğum ayetler şunlardır

"Kişi görüyor mı ki biz kendisini bir atmık damlasından yarattık. Öyleyken o bize açıktan açığa düşman kesiliyor. Kendisinin nasıl yara-tıldİğını unutuyor da bir de şunu ileri sürüyor: Bu çürümüş kemikleri kim bir daha diriltebilir diyor. Söyle ona, bu çürümüş" kemikleri kini il~ kin kim yokhm var ettiyse yine o diriltecektir. Çünkü bütün yaratımıarın bilicİsi olan O'dur. (*)

Sonra yine sordum - Anladınız mı? - Anladık dediler.

Bunun üzerine onlara şu sözleri söyledim :

- Peki, Allah ile sizin aranıza bilmediğiniz anlamadığınız a'rapça gi-receğine, ana diliniz olan Türkçe girse, siz de Allah'ın buyurduklarını an-lasanız iyi olmaz mı ?

- İyi olur elbet, dediler.

Biraz sonra köyden ayrılmıştık. Aradan beş on gün geçmişti. Beni o köye götüren arkadaşıma rastlamıştım.

Seni hangi köye götürmüştüm, biliyormusun, dedi. Bilmiyorum, dedim.

- Ticani köyüne, dedi.

ŞaşıPa kaldım. Arkadaşım şunla'rİ da söyledi

(12)

_ Şimdi köylüler ne diyorlar bak. Bize Baıtacıoğlu'yu gönderin baş-kasını göndermeyin, diyorlar.

Şaşkınlığım büsbütün arttı. Bu olay bende çok derin izler bırakII!~ş mürteci ruhunu bana daha' iyi anlatmıştır. Mürteci softa, yobaz gibi

b1r

çıkarcı değil, bir 'ülkücüdür. Bu gerçeği 'anlamıyan bir toplum mürteiŞ.ii kurtaramaz.

Şimdi bir de softayı görelim. Bundan on yıl önce bir yere imam olarak gönderilmek istiyen bir softa tanıdığım bir imam efendinin tavsi-yesiyle Bahçelievlerdeki evimize geldi. K.endisini igeri aldım, dinledim. B,u işi yapmak benim elimden gelmiyeceğ"ini söyledim. Artık yapacak bir iş kalmadığı için gidecekti. Ayağa kalktı. Softa bu, dayanamadı, bir kaç k}l-ruş almadan gitmek istemedi. Yanıma yaklaştı sağomuzunu kaldırdı. Sol gözünü kıstı. Gözlerini gÖzlerime dikti :

- Sana bir yasini şe:rif okuyuvereyim mi, dedi. Hemen karşılığını verdim:.

-.-.:.Ben kendim okurum, dedim... Savuştu gitti.

Mürteci ile softa yal~ız bir noktada birleşirler, saldırganlık noktasıl!~ da. Her ikisi de saldırıcıdır. Hiç bir hakları olmadan din inançlarına, di'l). törenlerine, ahlaka, huk~ka, dile, san'ata, örfe saldırırlar. Onun için her ikisi de toplum dışı, anoi!hal tiplerdir.

Ana kurum olarak fij,n - Dinden söz açınca sosyoloji biliminin

pır

ölçü yanlışuna ilişmeden;geçemiyeceğim. Sosyolöğlara göre bu bilimin g8-revi sosyalolguları incelettıek, bunların kanunlarını bulmaktır. Sosyal dl-gular şunlardır: Sosyol,morfoloji, din, dil, ahlak, hukuk, san'at, bilgi, ekonomi, teknik, aile, devlet, eğitim. Böylece sosyalolguların sayısı on ikiye çıkıyo'r. Ölçü yanlışı bunlara verilen değeranlayışındadır. Sosyolog-ların çoğu bunları görev~e eş değerde, eş önemde kurumlar olarak düşü-nüyorl'ar. Öyle sanıyorlar ki bütün bu kurumlar toplumun yaşaması için aynı derecede gereklidir,' değerce de hiç biri, ötekilerden üstün bulunma-maktadl'r. Son yi~lardailkel toplumlar üzerinde yaptığım araştırmalar bana şu kanaati verdi ki sosyal kurumlar arasında şu üç kurum ana ku-rumdur,: din, dil, san'at. Çünkü, din başta, bunlar olmayınca toplum da alamıyor. En ilkel toplum tipi olan Avust:t;'alya'nın iki klanlı totemci oy-maklarında ahlak, hukuk, bilgi, teknik, devlet dediğimiz kurumlardan hiç biri yoktur. Ancak, şu üb~urum vardır :din, dil, san'aL Hem de en ideal şekilleriyle va'rdır. Bu k:a,'bilelerindini olan totemcilik öyle bir dindir, ki inançları hiç tartışılma~ ~örenleri hiç değiştirilmez. Totemcileren sıkı, en kutsal bağlariyle biri'birlerine bağlıdırlar. Din inançlarında, din tören-lerinde yapılacak olan bir:çleğişiklik ölüm cezasiyle karşılanır. Bu karak-terler din bakımından ideal karakkarak-terlerdir., '

Totemlilerin dillerin:e'bakın. Gerçi bu diller hep sayılı, somut kelime-lerden oluşmuşlardır. Aric~k bu diller bütün oymak kişilerinin hep bir bi-çimde kul1andıkhırı kollektif kalıplardır. Bu dillerin ne 'kelimelerini, ne sentaksını, ne ağzını değiştirmek totemlilerin elinde değildir. Öyle ise bir toplum için bundan daha iyi birleştirici, yo*urucu olurmu?

(13)

Ya

san' atları ? İlkel toplumlarda heJ;keller, resirriler, danslar melodi-ler en derin, en özlü şuur aıtıoluşlarının birer anlatısıdıİ': Matematikçi, soyutçu aklın henüz uyanmadigı bu tophJ.luklarda bütün türler~yle sarfat henüz soysuzlaşmamış, olduğu gibi kalmıştır. Onun için ilkellerin sarfat tabiatçı olamayıp tabiat üstü,~gerçek ü,stü, sürrealist bir san'at. olm~ştur; İnsan aklının meydana getirdigi bütün tekniklerde, bilimde, endüstride, tecimde o kadar ileri gitmiş olan Birleşik Amerika ulusu bile müzik :rhe~ lodilerini, dans figürlerini negrolardoan bezeme motoflerini, mitlerini kızıl derililerdenalmak zorunda kaı'mıştır. Bu ilkel san'atlar ileri san'atlariçin deger kaynakları olmaktadır. Me-deniyeti ileti uluslaryönünden onun için taklid edilmektedir.

İşte bu üç kurumun toplUmlar için arta kurumlar oldukları görülüyor. Sosyal iş bölümünün ilerlemesiyle bu üç1}urum-dan bUtünöteki sosyal 'ku-rumlar dogacaklardır.

Ben bu anlayışımı ilk def~ olarak Uluslararası Sosyoloji CemiyetiJ.?-in

XV inci Kongresine sunduğum bir bildiride açıklamıştım. (~') Bu teze göre sosyalolguları şu beş bölüme ayırmak ve sıraya koymak' dogru olacaktır .

.1.'Kuvvet olguları (Faits de force) _ 2. Anatomi olguları (faits d'anatomie) 3. Görevolguları (Faitsde fonctioli) 4. Ülkü olguları (faits d'aspiration) 5. Genelolgular (faits g~neraux)

KuvVet olguları temeldedir. Bunlar din, dil, san'attır. Bunlar olma-yınca ötekiler hiç olmazlar.

Din kişiliği} ulus kişiliği. - Din konusunun anlasılması -en güç-olan bir noktasına geldik. Bu nokta üzerine de düşündügümü açıkca söyli-yorum. Meşrutiyetten önceki devir insan şahsiyeti deyince yalnız dini şa;h-siyeti anlıyordu. Onun için din kişiligi dışında, ondan ayrı olarak bir mil. liyet kişiligi anlıyamıyordu. Meşrfıtiyet;,gerçi bu din kişilig dışında bir milliyet. kişiliginin olabilecegini ileri sÜrôü. Ancak, din kişiligi dışında kalan bir milliyet kişiliginin eksik kalacağım hiç düşünemiyordu. Son yıl. Harına kadar Meşrutiyetin gÖzündenormal kişilik milliyet kişiliginden ibaret kalıyordu. Din kişiligi ayrı soydan: ek bir kişilik gibi sayılıyordu., Onun için Meşrutiyet din konusunu hiç;~kurcalamıyordu, Belki de softa korkusu bu kurcalamıya engel oluyordu.~Cumhuriyet devrinde laiklik adı-naneler yapıldıgını biliyoruz. Cumhuriyet devri ilk yıllarında din kişili- !

gini milliyet kişiliginden apayrı bir kişiHk gibi düşünmüş, yıllarcasoı:ı,ra ilk okullara önce ihtiyar! sonra da mec~uri din dersleri koyarak bu sert durumdan vazgeçmiştir. ŞimdI sosyoluglara, psikologlara, milliyetle ilgisi i

olan düşünce adamlarına soruyorum :

-:.. Dinkişiliği olmadan milliyet kişiligi olabilir mi?

(*) İsmail Hakkı BaltaclOğ"lu, Esquisse d'une division rationelle de la sociolog'fe.

(14)

Bu sorunun' doğru karşılığını verebilmek için okuyucularımın dik~a-tini bir nokta üzerinde daha çekeceğim. Sosyal kurumlıar arasında bir kıs-mı yalnız kendileridir. Mesela, ahlak ahlaktır, hukuk hukuktur, tekıtik tekniktir. Ancak din, dil; san 'at hiç böyle değildir. Bunlar kendileri ile birlikte başka kU'rumları da taşırlar. Hele din, 0, gerçek aleminin tanı diğ ı en zengin, kurumdur.

Cami nedir, deyince namaz kılınacak yer derler. Cami namaz kılına-cakcak bir yerdir. Ancak,. her namaz kılınacak yer cami değildir. Namaz açık havada, bir çayırınüzerinde de kılınabilir. Ancak, çayır cami degil-dir. Cami namaz kılmak için müslümanların, toplanacağı bir yerdir, cami

.~ ... ~.

bir toplaktır.

°

kadar da değil, Türk camisi Türk kültür geleneklerinin kaynaştığı yerdir. Cami Sinan'ın mimarlık anlayışıdır, hattat Mustafa

iM.-kım'ın celileridir, tıyas~li'nin çinileridir, Dede Efendi'nin musikisidİr, bir tek Allah'a tapan, Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna, Kur'an:~n

Allah'ın sözleri olduğuna inanan Müslüman Türklerin kaynaştığı, birl~ş-tiği, yaşadığı yerdir. Türkcamisine giren insan yalnız islamlaşmaz, Türk-leşir de. Türkleşerek mü:sÜ.i.manlaşırda.

Her toplum kendine yaraşan dini buluyor. Toplumlar vardır ki tanrı-iarı birdir, kitapları birdir, yine de birltlyici olan bu dini kendine gQre anlamış, kafasına göre işlemiş, öylece yaşamaktadır. İşte Birleşik Ame-rika'daki negrol~rın pr~testanlığı! Amerikan negrosu İncil'in yalnız ro-manımsı olan ya'nlarınıaihr, protestan Kilisesini Arap düğününe (~') dön-dürmüştür. Yahya Kemaj Bayatlı İspanya'da sefir iken camiyi, ezanı

Ö'i.

lemiş. Mağrip'egeçmiş.O.rada aradığı Türk camisini, Türk minaresini, Türk ezan sesini bulamamış, dönmüş geri gelmiş!

Sosyologların, pedagogların, öğretmenlerin, .anaların, babaların, hÜ-kumet adamlarının gözönünden kaçırmamaları gereken gerçek şudur ,: din dediğimiz sİrlı yaşayİş bütün öteki toplum kurumlarını var etmekl~ kalmamış, onları var ettlkten sonTa onların kaynağı, yaratıcı özü olarak da onların içinde kalmıştır. Toplumun dini ahlakından, hukukundan, dilin-den, bilgisindilin-den, san'atİrrdan, varlık felsefesinden apayrı bir varlık de': ğildir; Bütün bu görgülerin sonu şuna varıyor : din kişiliği olmadan milli kişilik olamıyor.

Dinin ana kurum bi!~ün öteki değerleri kendinde toplayan kaynaşıl( bir kurum olduğunu savJinan bu tezim gerçekıere uygun ise, şu sonuç da doğru olmak gerekecekiJi' :din, dil, sanat kalkınması olmadıkça toplum kalkınması da olamaz. 'Parihelde ettiğimiz bu sonucun' doğruluğunu göstermektedir. Reforma. hareketini bir düşünün.

,.

Ulusca kalkınma nasıloluyor? - Din, dil, san'at, bunlarsız kalkınma

da olamıyor. İşte etnogr{fya. Dinsiz, dilsiz, san'atsız toplum olmuyor: İşte tarih! Dinsiz, dilsiz, sa~atsız Rönesans, dinsiz, dilsiz, san'atsız Reforma, dinsiz, dilsiz, san'atsız Romantizm, dinsiz, dilsiz, san'atsız demokrasi ola-mıyor. Luther'den bu yana olanlar bitenler şunlardır:

(*) Çocukluğ'uıı:ıuzda İstanbul halkı Negroların yaptığı totem törenine Arap düğünü adını verirdi.

(15)

58

1 - Luther din kitabı olan incil'i herkesin anlıyabileceği bir dile, ana diline çeviriyor.

2 - Ana diline çevrilen incil edebiyat1a siniyor. Bundan ulusal ede-biyat doğuyor.

3 - Ulusal edebiyat politikaya siniyor. Bundan ulusal devlet doğu-yor.

4 Ulusal devlet ekonomiye siniyor. Bundan endüstri doğuyor. 5 Endüstri ahlaka siniyor~ Bundan şahsiyet kültürü doğuyor. 6 - Şahsiyet kültürü dev~ete siniyor. Bundan demokrasi doğuyor. Demek oluyor ki, ulusal devletin, ulusal kalkınmanın kaynağı politi-ka değil, reformadır. Ben reforma derken din kitabının ana diline doğru olarak çevrilmesini anlıyorum.

Tarihin bize gösterdiği ulusal kalkınma veti'resi, bu olduğuna göre aşağıdaki soruları sormak, bir an önce de karşılıklarını vermek zorunda-yız :

1 - Tarih boyunca din kitabımız olan Kur}an'ın Osmanlı ca da olsa doğru birçevirmesi yapılmış mıdır?

2 -. Tarih boyunca Kur}an'ın okuma yazma bilen bütün Türklerin sözlüğe bakmadan anlıyabileceği bir çevi'rmesi yapılmış mıdır?

3 - Tarih boyunca Kur}an ayetlerini konularına göre "Allah, Mu-hammed, Kur}an} dünya, ahiret, cennet, cehennem, insan, melek, iyilik, kö-tülük ..." diye türdeş bölümlere ayıran Türkçe bir eser yayınlanmış mı-dır?

4 dır?

Tarih iJoyunca Kur}an'ın Türkçe olarak felsefesi yapİlmış mı-5 - İlahiyat Faküıtesinin öbür Fa~ültele'r arasında görevi ne oldu-gu bi'lim adamları yönünden düşünülmüş, açıkl'anmış mıdır?

6-Diyanet İşleri Başkanlığının imam, hatip seçmek,vaız gönder-mek işleri dışında bir eğitim görevi olup olmadığı düşünülmüş müdür?

7 .- Din problemi politika, idare, iktidar, muhalefet çekişmeleri, i

parti kavgaları dışında "din problemi" olarak, düşünülmüş müdür? S - Din kişiliği ile ulus kişiliği ayrı kişilikler midir, yoksa bir tek kişilik midir? Bu sorumun karşılığı psikologlar, bilginler, kongreler, maa~ rif şura,ları, talim ve terbiye heyetleri yönünden verilmiş midir?

Din kitabımız olanKur}an şimdiye kad1arana dilimizden başka dillere, çok defa da yanlış olarakçevrilmiştir. Onun için bu çevirmeleri .Türkler i

anlamamışlardır. Din kitabımız olan Kur}an}ın ana dilimize çevrilmesi di-yerek şunları anlıyorum :

1 - Kur}an ana dilimiz olan Türkçeye çevrilmelidir.

(16)

3 - Ana dil kelimele'd Türkçe olmakla birlikte yapısı, estetiği, ge-leneği de Türkçe olan dildir .

.','

4 _ Ana dil.masalların, ata sözlerinin, Yunusların,

Karacaoğlan'la-rın, Orhan Veli'lerin gelenekli dilidir. '

, 5 - Ana dil alim, cahil bütün Türklerin düşünmeden, sormadan an-hyabpeceği Türk dilidir.

Diri kitabımız olan Kur'an ana dilimize doğ'ru olarak çevrilecek olur-sa ı:>ununmutlu sonuçları ştınlar olacaktır:

>.,.

ı -

Türk halkı Allah'ın ..dedik1erini doğru olarak anlıyacaktır. 2 - Türk halkıdinin gerçeklerini arapçanın, osmanlıcanın, softa dilinin aracılığı ile anlamay:,l'çabalamaktan kurtulacaktrr.

.. :,

3 - Türk halkı dinin gerçekl~riİıi yabancı dilkişiliği ile düşünme-nin kazandırdığı kişilik hastahğinda~' kurtulacaktır.

4 - Türk halkı dinin, gerçekle'rini kendi dili, kendi kafası, kendi gönlü ile, kendi öz kişiliği ,ile ka vrıyabilecektir.

,..

, 5 - Bir din hastalığı sanılan, oysaki önce bir kişilik hastalığı olan softalık ortadan kalkacaktır.

6 -,- Türk halkı ulusal kişilik denilen normal, yaratıcı benliğine ka-vuşacaktır.

, 7 - Türkiye'de bilimin" endüstrinin, eğitimin, politik rejimIerden hiç birinin sağlıyamadığı, sağhyamıyacağı bir kalkınma olacaktır.

İşte Kıtr'an'ın ana dilimize çevrilmesi işinin mutlu sonuçİarı. İşte Tarlzimat adamlarının bir türlÜ' anlıyamadıkları" sezemedikleri ulu gerçek. İşt~ meşrutiyetçilerin uzaktan uzağş, sezer gibi oldukları, ancakcesaretle yan:ına yaklaşamadıkları ulu gerçek .İşte cumhuriyetçilerin yaklaşacak-ları;yerde uzaklaştırdıklari arada ~ir de bilerek bilmiyerek yaklaşmak istedikleri ulu gerçek. İşte bütün aç~klamalardan, göze sokmalardan son-l'a~iİe yine de gösteremed!ğimiz gerçek; İşte eski, kötü bir alışkanlığın etk(~i.altında görmek istediğimiz ~kan bile görmemek için gözlerimizi kapadığımız gerçek. Aydınfar! Bu gerçeği ,ne zaman göreceksini~? Hıris-tiyap.la.:rınkiliseye karşı gösterdikleti o sonsuz saygıya bakın. Bu saygıda

~" "'.... .'

'.

millıyet duygusu en büyük' yeri almıyor mu? Kıbrıs'ı yutmak için çırpı~ nan "p~ikaryaların arasındı;ıki 'azgın napazların deprenişlerini hatırlayın. Bu ~iÜ,~eadamlarının davr~nışı en ;azt milliyetcinin ki değil mi? '

Gq:zünüzü açın! Dinsizc~milliy~tçiolmak elinizde değildir. Şu gerçeği

de

hiçimutmayın ki dinin kı:ıQtl!!lğu'gibi korkunçluğu da kuvvetinden ileri gelir;. Din, gücünü ınsan n~:nli~inin şıı;ı,rsuz tabakalarından alır. Din tek-nik

'gi1?)

inBanın yalnız aklını, sanatgibi yalnız gönlünü saranbir şuur değildi;" din insanın bütün ibenliğini' saran bir şuurdur. Kansız yaşanamı-.yac~ğı~gibi dinsiz de yaşanamaz. .A,ncak, kan yalnız damarlarda.

dolaş-maltdır! dışarıya akmamalıdır: Din d,e böyle. Din kendi yatağında kalma-lıdır, politika topmklarına taşmamalıdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

yeti itibariyle, böyle bir muallâkiyet devresinin ihdasına imkân verme­ mekte ise, bu hâdise, şart olamaz. Âkidleri bu hukukî muameleyi yap­ mağa sevkeden, işte bu şüpheli

Kaser bile bu ciheti kabul etmiş ve Kunkel'in tezini bir misalle desteklemiştir: Capitis deminutio'nun maxima, media ve minima şeklindeki taksimi klâsik hukukun durumuna

Bundan başka, eğer mukayyed gayrimenkul malikinin katlandığı yük, külfet nakil keyfiyeti neticesinde, azalmışsa, onun bu azalma nisbetinde masraflara iştiraki gerekir;

etmeden tasvip etmiştir.. Komisyon, Kızılhaçm maksadının beşerin ıstırabını dindirmek olduğu temel fikrini kendisine daimî surette rehber ittihaz etmiştir. Bu vazife

Adalet insan hayatının çeşitli görünümlerinde bulunur: Toplumsal davranışlarda adalet; karar ve hükünıde adalet; iktisadi adalet

When we compared study and control groups with multiple (≥2) EPIYA-C repeats together with cagA positivity for the presence of cagL positivity, 13 H.. — The comparison of

16µl luminol ve 5µl FMLP eklenerek nötrofil agregasyon ve kemiluminesansı değerlendirildi Çalışmanın üçüncü aşamasında aktif nötrofillerden elde

Tamada and Baba 2 first identified Beet necrotic yellow vein virus (BNYVV) as the cause of rhizomania when they isolated the virus from infected plants of sugar beet fields in