• Sonuç bulunamadı

Ressamlar Derneğinin sergisini gezerken:Fırçaların söylediği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ressamlar Derneğinin sergisini gezerken:Fırçaların söylediği"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

17 Twmnaz 1053

»inimiiMmiiiiimuHiiiHiiiiiiiiiuimiiiinmuü

Ressamlar Derneğinin Sergisini Gezerken

... — ... ırıvrHiıııııııiHTiıııiHiıınınmTTiTTiııiHHnııifmr— —— 1—

,,w-Fırçaların söylediği

Y azan: İsmail Habib Sevük

Beyoğlu caddesindeki Amerikan îaberler Bürosunun birinci kat ¡alonunda 20 hazirandan 14 tem­ muza kadar süren serginin matbu programındaki kayıdlardan anlaşı­ lıyor kİ «Ressamlar Demeği» 1950 de kurulmuş. Üyelerinin sayısı 3ü i aşmasına göre enikonu bir teşek­ kül. Üyelerin 10 tanesi kadm. Ser­ gide 44 ressamın 92 tablosu var. Programda isimleri yazılı 82 azanın içinde tanıdığımız eski ressamlar­ dan hiç birinin ismine rastlamadı­ ğımıza göre bunların hepsi genç­ lerden mürekkeb olmak lâzım. Öy­ leyse tabloların çoğu kübik ılmak gerek. Fakat programın sonundaki üç dört satırlık açıklama bu zım­ ninizi derhal düzeltiyor. Meğer Ressamlar Demeği «grup» değil «gruplar üstü» bir teşekkülmüş. Her üslûba yer verip her nesle saygı göstermektedir. Bu »zahla ferahlıyarak elimde program sağ­ dan başlamak üzere sergiyi geziyo­ rum.

* * *

İnsanı önünde İlk mıhlıyan eser Turgu Tokad’ın «Yenicami içi» tablosu. Mihrab cephesile minberi gösteren bu eser için ressam ya günün geç vakitlerinde, ya loş ha­ valarda çalışmış olacak ki Yenica- miin ezelî ve ebedî bir bahar l e - şaşetila gülen çini şehrayinli ay­ dınlığına bedel burada akşam scn- rasile gece öncesinin rengi hâkim ve ressam belki elvan pencereleri daha iyi canlandırmak için oöyle bir taktiğe başvurmuş olacak. Mih­ rabın sağ ve solundaki büyük alt pencerelerden dökülen elvanlı ışık lann zemine serili kırmızı seccade­ lerdeki yakutluğile kaynaşması o kadar cümbüşlü; cepheye amud duran sanatlı minber sayesinde cami derinliğini adeta hacimleşti- rircesine gösterebilmek öyle usta­ lıklı; ve esas cephede uzunlaması­ na boy atarak gerilen elvan pence­ relerle cepheyi kubbe kasnağına kadar kaldırmak yüzünden o de­ rinliğe yüksekliği de ekleyişi öyle ahenkli düşmüş ki...

* * *

Nazmi Dayanın «Meriç» isimli tablosu: Üç sene Edimede bulun­ duğum için bilirim, ayol orası Me­ riç değil Tuncadır. Çayırlarında Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı gürbüz ağaçlı «Sarayiçl» adasını yere yatırılmış iki gözlü 8 rakamı çizerek kucaklıyan Tunca. İki gö­ zü görünen köprünün karşısındaki dört vecihli kule eski saraydan kalma bir hâtıra abidesi vakırile dikilip duruyor işte. «Kâğıdhane koyu» tablosunun resminde de tsa- bet yok. Malûm, frenkler Halice «Altmboynuz» der. Sahiden güneş huzmelerinin pmltılarile zeberced satıhlı bir boynuz maktaı halinde uzanan Halicin Eyüb karşısına rast lıyan kısmı boynuzun kıvrıldığı ucdur. Orası Kâğıdhane koyu de­ ğil kendi gövdesinin ucu. Ressam oraya «Eyüb ve karşısı» filân de­ meliydi. Böyle demek için de yer­ yüzünün en ruhani bir sitesi olan Eyübü ön plânda mermer türoeler arasından göstermek lâzım gelir. Eyüb ölümü nabzı atıyor gibi diri tutan yer. Fırça ondaki bu büyüyü yakalamalıydı. Nazmi Dayanın ti­ tiz fırçasından bunu beklemek hakkımızdır.

* * *

Bu ressamın tablolarında isimler yanlış ama biç olmazsa tablolarını isimsiz bırakmamış. İnsanlardaki gibi tablolarda da isim esere şah­ siyet verir. Adsızlık anonimlikte kaybolmaktır. İşte Sabiha Bozea- lının iki suluboya peyzajından "'.iri çok dik çatılı evleri ve ortadaki büyük kilisesile bir Alman köyü­ nü andıran o ekzotik tabloya sa­ dece peyzaj denip geçilebilir m’ ? Muhiddin Erdileğin de üç tane yağ­ lıboya peyzajlarının adları yok- Biri Anadolu kıyısındaki kan ıpe- lerden Boğazı seyredenleri gösteri­ yor. Lodoslu havaya rastlamış ola­ cak ki canfes Boğazın sathı hırçın hırçın dalgalı. Suya abanmış bir köprü gösteren diğer tabloda köprü ortasından yükselen iki tâka ba­ kılırsa onun Meriç üstündeki ta­ rihî köprü olması lâzım gelir. Fa­ kat suyun darlığına bakılınca da o su Meriç olamaz. Neresi öyleyse?

* * *

S im örbayın «Erdek kampı» n - | da isim var ama kamp yok. Biliriz, isimle isimlenen arasında uygun­ luk olsa iğneye diken, dikene batan demek gerekirdi. Fakat tablolarda isimler müsemmalanm söylemeli­ dirler. Bir direğe gerilmiş çardak şemsiye altında, biri kadın biri er­ kek, iki gene karşıdaki manzaraya bakıyorlar. Oturdukları yer herhal­ de mağaralı hamamile meşhur Z e y tin adası olacak. Seyredilen durgun koyda ayna şeffaflığı var. Karşı kı­ yının dalgalı dağcıklan eteğinde kırmızı damlı, beyaz gövdeli, sey­ rek evler hülyalı hülyalı durmak­ tadır. İki gencin seyrettiği manzara ruhlara huzur veriyor. Ressam bu huzurun ruhu serinletip dimağı dinlendiren tılsımım tatmış ve fır­

çanın söylediğinden belli tattırıyor da.

* * *

Serginin en ve boy bakımından en büyük tablosu Mehmed Yüce- türkün «arpa tarlası» dır. Arpa biçmek için tarlada çalışan beş köylü kadının ön plânda biraz me­ safeyle ve aynı hizada yere çömel- miş ikisinden birinin sırtını, diğe­ rinin yüzünü görüyoruz. Biraz da­ ha geride ve daha mesafelice ayak­ ta duran iki kadm da öyle. Biri cepheden, diğeri arkadan görün­ mekte. O ikisi arasındaki beşinci kadın ise ne çömelmiş, ne ayakta, elindeki evrakile yere kadar öyle iğilmiş ki sırtındaki uzun iki saç örgüsü çifte iki kara yılan hayaleti gibi. Evet bu tarlada beş kadm var, hepsi ayrı vaziyette. Fakat ne çı­ kar? Hepsi tek bir kalıbdan çıkmış gibi.

Hepsi tombul, yuvarlak, kemik­ siz, hepsi aynı kıyafette. Başlan aynı şekilde örtülü, saçlan aynı şekilde örgülü. Yüzlerini gördüğü­ müz biri ayakta, diğeri çömelmiş iki kadm çehre bakımından nasıl aynı ise yüzlerini görmediklerimiz de, mademki hepsi aynı kalıbdan çıkmıştır, biliyoruz ki aynı çehre­ leri taşıyorlar. Ressam galiba bıf- nun farkına kendi de varmış ola­ cak ki fırçasile ayıramadıklarını onların ağzından söylettiği mani­ lerin manalarile ayırmak istemiş. Galiba ilk defa bir tabloda kelime­ lerin fırçaya yardımını görüyoruz. Yahud fırça ilk defa yazı yazmak­ ta kullanıldı. Yaldızlı satırlarla on beş kadar kıta tablonun dört çev­ resine, yazılmış değil de, yazı şek­ linde tersim edilmiş:

Bir ufacık kuş idim Dağlara konmuş idim Beni iirkütmiyeydin Ben senin olmuş idim.

★ Arpalar biçiliyor Güzeller seçiliyor Ne durursun a güzel Şerbetin içiliyor * * *

Saime Belirin, önünde en çok durulması lâzım gelen iki kompo­ zisyonu kapalıçarşı cinsinden bir yeri tasvir ediyor. Birinde «iyab kurşunî renkli üstüvanî kubbenin hafif bir inhina ile uzanışı derinlik hissini iyi vermekle beraber karan­ lığın fazlalığı da kasveti arttırmak­ tadır. Kadınlı erkekli bir sürü in­ san o kadar sıkışık ki kıpırdamala­ rına imkân yok. Aynı yerin :aşka bir manzarasını gösteren öteki kompozisyon daha aydınlık. Fakat insanların bütün çehrelerinde, brt- tâ ön plânda nişanlılar gibi du-.an gene çiftte bile bu derin melal ne­ ye? Evet hüzün sanatı içlilendiren bir gıdadır. Fakat sanatta hiç bir unsurun dozunu kaçırmaması ge­ rek.

* * *

İşte serginin nev’i şahsına mah­ sus diğer bir tablosu: Refia Çirayın

«Mevleviler» i. Kafama çarpan ilk fikir: Gene olması lâzım gelen bu hanım, çeyrek asırdan fazla bir za- mandanberi tekkeler kapalı oldu­ ğu için, bunu Türkiyemizde go.e- mezdi. Anlaşılan diğer İslâm ülke­ lerinde görmüş olacak. Sema’hane- nin sağ köşesinde ancak üç dört tanesi görünen mevlevî dervişleri; beyaz entarilerinin bel kayışmdan aşağısı, dönmenin verdiği nızdan, çardaklama bir kabarışla açılmış; o hâki, uzun ve üstüvanî külahtan yapılma sikkeli başlan sağ omuz­ larına doğru eğik; iki tane uzatıl­ mış kolların sağ el ayası yukarıya açılıp sol el aşağıya çevrik, hepsi mâvera âlemine dalarak gövde ol­ maktan çıkmışlar gibi. Neye tardı

bu tablo beni bu kadar? * * *

Sergiden aynlıp eve gelir gelme* ilk İşim şakrak Çallımızın «Mevle­ viler» tablosunu önüme koymak oldu. Haşan Âli Yücel dostumuzun bakanbğı zamanında çıkarılıp, ya­ zık ki 6 ncı sayıdan sonra çıkamaz olan, o hârika baskılı ve geni* e b - adlı «Güzel Sanatlar» mecmuasının 2 nci sayısında, rahmetli Salâh Cimcozun koleksiyonundan alınıp «tıbkı bası» sı yapılan tablo. Hayız sergide gördüğümün bununla biz zerre alâkası yok. Çallı, âyinin başlangıç tarafını ele alarak solda semaa başlıyanlarla sağda henüz yürüyüş halindeki mevlevilerl gös­ terip bu iki takımın ortasına nâld ve yeşil kisveli iki şeyhi koymak suretile tabloya hem hareket, be m renk bakımından ustaca bir zen­ ginlik sağlamış. Yalnız tabloda mevleviler çok yakından görüldük­ leri için bize gövde olmaktan çık­ mış vehmini vermiyorlar. Çallı eserine ağırlık merkezi olarak sa­ dece dervişlerle şeyhleri alıyor.

Halbuki Refia Çiray yalnız der­ vişleri değil bütün bir sema’hane- yi ele almış. Semaa başlıyan der­ vişler hem uzağa atıldıkları, nem dönüşlerinin en hızlı ânında olduk lan için bize gövde olmaktan çık­ mışlar vehmini verdiği gibi, tiz kadm sezişile, ön plânda kafesli mahfel içine koyduğu üç kadından ikisine kamaştıncı elbiseler giydi­ rip birer prenses edasile yüksekçe şilteler üzerinde bacak bacak üs­ tüne attırarak oturtması; Nedime vazifesi gördüğü anlaşılan üçüncü kadını geride edebli bir tavırla ayakta bırakması; mahfelin babk ağı gibi ince kafesinden sema’ha- ne duvarının dibinde oturan b lk l ve yeşil iki şeyhin silüet halinde, fakat ayan beyan görünüşü... Evet, bütün bunlar, Refia Çirayın tab­ losuna gerçekten temaşaya değer renkli bir âlem genişliği vermek­ tedir.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Eserin başlarında savaş zamanındaki Almanya’nın karanlık yüzü geriye dönüş (Rückwendung) tekniği ile okura yansıtılmaktadır. Bu durum kasvetli

belirten Daire, 89 kişiye “Devlet Sanatçısı” unvanı verilmesine ilişkin işlemi de oybirliğiyle iptal etti, iptalin gerekçesinde işlemin dayanağı olan yönetmeliğin

Aynı zamanda mimar olan Melling’in “Tophane Meydanı” nda Bir Türk Kahvesi” adlı çalışması, Desmaison ve Le Rouge tarafından yapılan bir gravüre de

Araştırmacılar, önceden burun spreyi ile oksitosin uygulanan katılımcıların, plasebo yani tıbbi olarak hiç- bir etkisi olmayan sprey uygulanan deneklere kıyasla,

Gece gökyüzüne baktığı- mızda çok büyük uzaklıklardaki gök cisimlerini çıplak gözle gözleyebiliyo- ruz.. Yüzlerce kilometre uzaklıkta ha- reket eden yapay

Onaltıncı asrın tanınmış tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âlî'nin bu eseri, kendi devrine gelinceye kadar ki müslüman devletlerin, ortaya çıkışını ve yıkılışını

Din eğitiminin temellendirilmesine yönelik çalışmalar genelde iki amaca yönelik- tir: Bu alanın meşruluğunu ya da nasıl olması gerektiğini açıklamak.

Temizlikçi problemi, gece bekçisinin zamanında gelip gelmediği, tuvalet­ lerde kâğıt bulunup bulunmadığı...” Filiz Ali aslında Belediye Konser Saionu'nun sanat