EKTUPLARDAN Osman Senemoğlu
Yahya K e m a l’d en A b d ü lh a k Ş in a s i’ye
Muazzez efendim,
3 Haziran 1924, Paris
Görüştüğümüzün ertesi günü yola çıkmıştım. Bir aya yakın oluyor ki Paris’deyim. Ben mi çok değiştim? Paris mi çok değişmiş? Pek iyi farkedemiyorum; lâkin galiba ikimiz de çok başkalaşmışız... Paris’de eski tadı hiç bulamadım.
İkâmetimin ilk haftasından itibaren İstanbul’u özlemeye başladım. Bütün Paris’de eski tadını muhafaza eden yalnız “Noctanbuller” kabaresi kalmış; dün akşam oradaydım; bu hükmü verdim. “Théâtre France” eskisi gibi, lâkin bizim zamanımızın büyük aktör ve aktrisleri eksilmekle bir şeyini kaybetmiş gibi. Bulvardaki komedi ve vodviller bana tahammülfersa (dayanılmaz) göründüler. Paris’de şimdi çok nüfus, çok otomobil, eskiden pek çok ecnebi (yabancı) var. Eğlence pek çok, lâkin eski tadında değil, garib bir şeye dikkat ettim; gece hayatı sönmüş, saat ondan, on birden sonra en meşhur barlar bile sönmeye başlıyor. Kartiye Lâten (Quartier Latin) bilhassa pek sönük; eski keyif ve şevk (sevinç) kalabalıklarının yerlerini şimdi spor kalabalıkları tutmuş. Fazla tafsilata hâcet
(gerek) görmüyorum, dönüşte uzun boylu görüşeceğiz.
Yeni çıkan kitaplardan André Gide’in, Incidence’lar diye bir kitabını gördüm. İçinde Türklüğü en zehirli husûmetle (düşmanlık) hırpalamak isteyen bir seyahat defteri münderiç (yer alıyor). Şimdiye kadar aleyhimize yazılmış yazıların en yılanca yazılmışı şüphesiz bu notlardır; okurken Sinirlerim bozuldu.
Bizim İstanbul gazetelerini gördüm; siyasi hırıltılarımız uzaktan çok elîm (acıklı) bir tesîr hâsıl ediyor (etki yaratıyor). Vatana bir daha acıdım.
Daha on beş gün kadar buradayım; mektubuma cevapnâme lütfederseniz alabilirim; sonra Viyana ve Peşte yolları ile İstanbul’a döneceğim. Ellerinizi muhabbet ve tahassürle (özlemle) sıkarım muazzez Şinasi Bey. ^
Yahya Kemal
Yahya Kem al Beyatlı
ggigfeu.* 3 mm,i t e '
Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958), “Bir milletin dilini ifade edecek olan sanatkârın, o milletin bütün tarihinde dilin geçirmiş olduğu safhaları, sadece bilmesi değil, benimsemesi lâzımdır" görüşünden yola çıkmış ve Ziya Paşa, Recaizade Ekrem,
Muallim Naci gibi şairlere yakınlık duymuş, Tevfik Fikret’ten
etkilenmiştir.
1903 yılında siyasal bilim öğrenimi için gittiği Paris’te Hugo, Beaudelaire,
Verlaine gibi ünlü Fransız şairlerinin de yapıtlarını tanıma olanağı bulmuştur.
Y.K. Beyatlı, benimsediği şiir anlayışı çerçevesinde, divan
edebiyatını canlı tutmaya çabalamış ve aruz ölçüsünü kullanmıştır (bir şiiri dışında). 1920’li yıllarda yazın çevrelerindeki etkisi doruk noktasına çıkan şair aşk, güzellik, İstanbul, ölüm, ruhun
ölümsüzlüğü izleklerinin çok kullanıldığı şiirlerinde tanrısal yazgıya boyun eğilmesi gerektiğini vurgulamaya çalışır. “Mitli edebiyat" akımında yer alan Y.K. Beyatlı, Kurtuluş Savaşı‘ndan sonra milletvekilliği ve çeşitli ülkelerde büyükelçilik de yapmıştır.
“Ses" şiirinden birkaç dize, şairin geleneksel şiirdeki ustalığını göstermeye yeter sanırız: ...“Bir taze bahar âlemi seyretti felekte / Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek’te / Akşam lekesiz, sa f ' eyi bir yüz gibi akşam / Ta karşı kıyılarda tutuşmuş iki üç cam. /
Sakin koyu, şen cepheli kasrıyla Küçüksu / Ardında vatan semtinin ormanları kuytu /...”
A bdülhak Şinasi H isar
Çeşitli dergilerde yayımlanan eleştiri yazılarıyla tanınan Abdülhak Şinasi Hisar’ın (1883-1963) romancılığını Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü’nde (İstanbul, İnkılâp
Yayınevi, 5. basım, 1989) şöyle anlatıyor: "... eski düzyazı
tekniklerinden yararlanarak ‘mensur şiir’ öğelerini taşıyan bir üslup kurma özleminde göründü.
Bu anlatım özelliğini Osmanlı aristokrasisinin son bireylerini kişileştirmeye çalıştığı romanlarında da korumaya özen gösterir. Uzun tümce kurmayı, betimleme yapmayı sever. Yalı, konak, köşk gibi yapıların bulunduğu çevrelerle roman arasında ilişki kurarken
‘geçmiş zaman’ kavramına bağlı
duyarlıkları işler. Kişilerini (Fahim Bey, A li Nizami Bey, Namık Bey) ahlakları, özellikleri, özelliklerine bağlı davranışları, yakın çevre ilişkileri içinde tipleştirmeye çalışır. Betimlemelerinde Yahya Kemal şiirinde bolca rastlanan ‘rüya, hülya, zaman, aşina, nice’ gibi sözcükler sık geçer. Çağdaşlarının düzyazı dilinde
gördüğümüz Türkçe karşılıkları kolay bulunan eski sözcüklerden kopmamıştır.”
^