TENİ SABAH
Kaybettiğimiz büyük sanatçı
Dün, Öğle haberlerinde, radyolar, İbrahim Çallı’nın vefatını, üzüntüyle dünya ya duyurdular. Üstad, Cer rahpaşa Hastahancsindc, 78 inci yaışnın içinde, ha - yata gözlerini yummuştu.
Onun şahsını tanımış o • lup da, üzüntüsü kat kat artmayacak bir kinişe dü - şünülemez. Çünkü, sa ğ lı ğında, Çallı, iki kişiydi: Ressam olanla, Çallı olan.
Ressam Çallı İbrahim, 1882 yılında, İzm ir’e bağlı Çal’ da doğmuştu. Rüşdiye tahsilini orada yaparak kü çük yaşta İstanbul’a geldi. Kemerindeki doksan altın- çığını, tuttuğu han odası - nın altındaki kahvede ça - lışan bir Rum çırağın him metiyle, bir gece içinde, Galata meyhanelerinin bi rinde çaldırdıktan sonra, arzuhalcilik, Adliyedc malı keme kâtipliği gibi işler görerek, son derece fakir bir şekile hayatını kazan - mağa uğraştı.
Kaldığı yerde tanıdığı yaşlı bir Rus ressamından, ilk resim bilgilerini aldı. Oğlu ile tanıştıktan sonra, zamanın meşhur ressamı Şeker Ahmet Paşa, bu ko ca delikanlıyı «Sanayi-i Nefisc-i Şahane» ye yazdır
dı.
Gözlerinden zekâ fışkı - ran İbrahim, 1906 da gir - diği mektebi, sınıf atlıya - rak, 1910 da bitirdi ve he men Paris’e gönderildi. Resme karşı istidadı m ü t hişti ama, yabancı dile kar şı istidadı o kadar müthiş değildi. Aksine, öğretici gü cü baskın çıktı ve dört yıl kaldığı Paris’de, mükem - mel bir ressam olarak ha
zırlanırken, ister doğru is ter yalan, kaldığı pansiyo nun sahibine, gittiği kah venin garsonuna biraz Türkçe bile öğretti.
Birinci Dünya Harbi pat laymca, öbür talebeler gi bi, Çallı İbrahim de, mem lekete döndü. Güzel Sanat lar Akademisi’ne hoca tâ yin edildi. A z çok empres yonist bir görüşle çalışan arkadaşlarına nispetle, çok daha cesaretli bir üslûp sahibiydi. Pek serbest fır - ça sürüşleri, alışılmamış renk münasebetleriyle ça
bucak kendine bir şöhret yaptı. Eserlerini, o zaman «Galatasaray Sergisi» deni len ve yılda bir kere Gala tasaray Lisesi’nde açılan sergilerde teşhir ediyordu.
Her seferinde övülen bu resimler, onun, kendi tar - zıııda sarsılmaz bir şöhret kazanmasına yol açtı. Por treleri, «Çıplak» ları, çi - çek ve manzara rcsimleriy 1c bu şöhreti hakediyordıı.
1947 yılına kadar Akade- nıi’de hocalık eden üstad, pek çok talebe yetiştirdi. O yıl, yaş haddi gibi bir gc rekçeyle emekliye ayrılışı, kendisini de, onu sevenleri de hayli üzmüştü. Bunun - la beraber, Çallı, çalışmak tan bir an geri kalmadı. Nitekim, bu sene Ameri - kan Haberler Merkezimde ki «Güzel Sanatlar Birliği» sergisine koyduğu Boğaz içi manzarası, onun ihtiyar lamayan, tazeliğini daima muhafaza eden görüşünü ispat edij’ordu.
Sanatına karşı saygısı, zekâsı, sevimliliği, nezake tiyle, tanıdığı herkesi ken disine hayran eden üstadı
gerçek ınânasiyle, artık ye rine konulması imkânsız bir değerin yokluğa karış - ması demektir.
telerinde, hatıralarında ve heyhat, sadece eserlerinde yaşayacak. Bu sütunlarda, eserlerine verdiğimiz ör - neğin yanında, bir nüktesi ni de nakledelim:
Bir gün, Çallı, zamanın Maarif Vekili merhum Ne cati Beyin yanına girmek için kartını yollamış. Neca ti Bey:
— Canım Çallı, demiş, ben seni komisyonlara
â-
za yaptım, unvanlar v e r dim; hani, kartının üstün de hiç biri yok?
Çallı, mutat sevimliliği ile tasdik etmiş:
r — Verdin, tabiî sen ver din. Onun için., istediğin zaman geri de alırsın. Ben. bana kalarak olanları kul lanıyorum!
GÜVEMİ.i
Çallı İbrahim’in en güzel eserlerinden biri olan Ata türk portresi (üstte). Ma nolyalar isimli ııatür - mort’u (altta) ve vine iis- tadca çizdiği çınlakların
dan biri (yanda).
Taha Toros Arşivi