• Sonuç bulunamadı

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ LETTER DİACRİTİCAL MARK RELATIONSHIP IN THE ARABIC LANGUAGE AS A

PHONETHIC PHENOMENON

İSMAİL TEMİZ DR. ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ*

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ ismailtemiz@gmail.com

Öz:

Bu makalede fonetik bir olgu olarak Arapçada harf hareke ilişkisine dair İbn Cinnî’nin görüşleri onun Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb isimli eseri bağlamında incelenmekte ve müellifin izahları ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Çalışmada ele alınan konular Sırru sınâ‘ati’l- i‘râb’ın yanı sıra müellifin diğer eserlerine de müracaat edilmek suretiyle incelenmeye gayret edilmiştir. Bunun yanında konuyla alakalı ilk dönem eserler ile günümüzde yapılan çalışmalardan da faydalanılmıştır. Yürütülen bu çalışmada İbn Cinnî’nin, harf hareke ilişkisini ortaya koyarak Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb’ı telife başladığı ve mezkur eserinin bir çok yerinde harf hareke ilişkisi üzerinden pek çok konuyu izah ettiği görülmüştür. Bu bağlamda çalışmada öncelikle müellife göre harekenin harfteki yeri ele alınmıştır. Müellif harekenin harften sonra olduğu görüşünü benimseyerek bunu delilleriyle açıklama yoluna gitmiştir.

Çalışmanın son kısmında ise harf ve harekenin birbirilerine meyli konusu üzerinde durulmuştur. Çalışma sonunda Arap dilinde harf ile harekenin farklı şekillerde birbiriyle mütemadiyen bir etkileşim hâlinde olduğu gözlemlenmiştir. Med / lin harflerinin harekelerin işb‘â edilmesi ile ortaya çıktığını temel varsayımı olarak kabul eden İbn Cinnî’nin harf hareke ilişkisini teorik bir zemine oturtmaya çalıştığı tespit edilmiştir.

Anahtar kelimeler: İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb, Arap Dili, Fonetik, Harf, Hareke

Abstract:

In this article the relationship between letter and diacritical mark in Arabic as a phonetic phenomenon are examined. In this context Ibn Jinni’s views are presented within the framework of his work named Sirru sinaat al-i‘rab. The author’s explanations are tried to be exhibited. The subjects examined in the study were addressed by referring to Sirru sinaat al-i‘rab as well as other works of the author. In addition, the first period studies on the subject and the studies conducted today were also benefited. In the study carried out, it was seen that Ibn Jinni started to compile Sirru sinaat al- i‘rab by placing the relationship between letter and diacritical mark on the ground. In many parts of the aforementioned work, it was seen that he explained many subjects through the letter-diacritical mark relationship. In this context, first of all, the place of the diacritical mark in the letter according to the author is discussed.

The author adopted the view that the the diacritical mark is after the letter and tried to explain it with evidences. In the last part of the study, the subject of the inclination of letters and the diacritical mark to each other is emphasized. At the end of the study, it was observed that the letter and the diacritical marks in the Arabic language are in constant interaction with each other in different ways. It has been determined that Ibn Jinnî, who accepts as his basic assumption that the letters of med / lin are formed by the isb'a of the diacritical marks, tried to put the letter-the diacritical mark relationship on a theoretical basis.

Keywords: Ibn Jinni, Sirru Sinaat al-İ‘rab, Arabic Language, Phonetic, Letter, Diacritical Mark.

MAKALE TÜRÜ

ARTICLE TYPE GELİŞ TARİHİ

RECEIVED KABUL TARİHİ

ACCEPTED YAYIN TARİHİ

PUBLISHED ORCID NUMARASI ORCID NUMBER Araştırma Makalesi/Research Article 09.01.2021 24.04.2021 30.06.2021 0000-0002-7949-8635

İNTİHAL/PLAGIARISM DOI NUMARASI/DOI NUMBER

Bu makale intihal tarama programıyla taranmıştır.

This article has been scanned via a plagiarism sofware. -

ATIF/CITE AS

Temiz, İsmail. “Fonetik Bir Olgu Olarak Arap Dilinde Harf Hareke İlişkisi / Letter Diacritical Mark Relationship in the Arabic Language As a Phonethic Phenomenon”. ilahiyat 5 (Aralık/December 2020): 143-158.

* Bu makale “İbn Cinnî’nin Sırru Sınâ‘ati’l-İ‘râb Adlı Eserinde Mu‘cem Harflerine Dair Görüşleri” adlı doktora tezinden üretilmiştir.

(2)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

f

14 4 İL AH İY AT 5/20 20

GİRİŞ

Ses bilimi Arap filolojisinde “savtiyye, ilmu’l-asvât, ilmu’s-savtiyyât” 1; batı dillerinde “fonetik” ve

“fonoloji” karşılığı olarak müstakil bir bilim dalı hüviyetinde modern zamanlarda ortaya çıkmıştır. Dil biliminin de bir dalı olan ses bilimi (fonetik) dildeki seslerin oluşumunu, çıkış yerlerini, niteliklerini ve seslerle ilgili diğer konuları inceleyen2 bir disiplin olarak ifade edilir.

Dilciler ilk zamanlardan itibaren sesler üzerinde durmuş ve Arapçanın ses özelliklerini konu edinen eserler kaleme almışlardır. Bu bağlamda h. II. asırda yazılan Halil b. Ahmed el-Ferâhidî’in (ö. 175/791) el-Ayn’ı isimli kitabı mahreç esasına dayalı bir sözlük olmasının yanında Arap dilinin ses özelliklerini konu edinen ilk eser olarak da kabul edilmektedir.3 İlerleyen dönemlerde ise gerek dil bilginleri gerekse kıraat âlimleri eserlerinde seslere dair bilgilere yer vermişlerdir.4

Arap dilindeki sesleri bir bilim dalı olarak ele alıp ilk inceleyen ve bu konuda Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb adlı eseri telif eden Ebu’l-Feth Osman b. Cinnî (ö. 392/1002) fonetiğin kurucusu ve öncüsü kabul edilmiştir. Çalışmamızda mezkûr eseri bağlamında İbn Cinnî’nin harf hareke ilişkisine dair görüşlerini ortaya koymaya çalıştık. İbn Cinnî’nin bu konudaki görüşlerinin tespit edilip değerlendirilmesinin, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb başta olmak üzere eserlerinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı kanaatindeyiz. Yürütülen bu çalışmada müellifin mezkûr eseri bağlamında harf ile harekenin hangi özellikleri bakımında birbirileriyle ilişki içerisinde olduğu ve buna İbn Cinnî’nin ne gibi izahlar getirdiği ele alınmıştır. Bu amaçla müellifin açıklamaları yer yer farklı kaynaklardan elde edilen bulgularla desteklenerek değerlendirilmiştir. Bunun yanında İbn Cinnî’nin diğer eserlerine de müracaat edilmiştir.

1. HAREKENİN HARFTEKİ YERİ

Görebildiğimiz kadarıyla İbn Cinnî’den önceki dil alimleri harf hareke ilişkisinde harekenin harfteki yerine dair konuyu doğrudan ele alıp görüş belirtmemişlerdir.5 es-Suyûtî (ö. 911/1505) haricinde İbn Cinnî’den sonra yaşamış dilciler ise bu konuda müstakil bir başlık altında açıklama yapmak yerine özellikle de idgâm ile hususlarda onun görüşleri doğrultusunda değerlendirmelerde bulunmakla yetinmişlerdir.6 es-Suyûtî ise ‘ ِﺔَﻛَرَﺣﻟا ﱡلَﺣَﻣ’ başlığı altında İbn Cinnî’nin bu husustaki görüşünü iktibas etmiştir.7

Arap dilinde harflerle birlikte kullanılan birtakım işaretler olarak ifade edilen harekenin harfteki yerine dair üç ihtimalin bulunduğunu dile getiren İbn Cinnî’ye göre, hareke ya harften önce ya harf ile birlikte ya da harften sonradır.8

Harfin harekenin mahalli olması nedeniyle İbn Cinnî harekenin harften önce olmasının imkânsız olduğu kanaatindedir. Diğer bir ifadeyle hareke harfin bir arazı mesabesindedir. Bu nedenle

1 Mısırlı dil âlimi Abduh er-Râcihî (1937-2010) Savtiyyât’ı dilin oluştuğu ilk unsur olan salt müfret sesi ve sesin kendi haricindekilerle olan ilişkisini inceleyen bir bilim olarak tarif eder. Abduh er-Râcihî, et-Tatbîku’s-sarfî (Beyrut: Dâru’n- Nahdati’l-Arabiyye, 2014). 7.

2 Ahmet Yüksel - İsmail Durmuş, “Savtiyye”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2009). 36: 204.

3 Ahmet Yüksel, “İlk Dönem Arap Dilcilerinde Fonetik Çalışmalar: el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî Örneği”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 24-25 (2007), 133-149. 133-134.

4 İlgili eserler için bkz: Yüksel - Durmuş, “Savtiyye”. 36: 205.

5 İbn Cinnî’ni bu konuda üç farklı tutumun / kimsenin olduğunu belirterek Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) ismini zikreder. Ebu’l- Feth Osmân el-Mevsılî el-Bağdâdî (ö. 392/1002) İbn Cinnî, el-Hasâis, thk. Muhammed Ali en-Neccâr (Kahire: Dâru’l-Kutubi’l- Mısrıyye, 1952). 2: 323.

6 Bkz. Ebu’l-Bekâ el-Esedî el-Halebî (ö. 643/1245) İbn Yaîş, Şerhu’l-mufassal li’z-Zemahşerî, thk. Emîl Bedî‘ Ya‘kûb (Beyrut:

Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2001). 5: 197, 416, 513; İmâduddîn İsmâîl b. Alî b. Mahmûd el-Eyyûbî Ebu’l-Fidâ, el-Kunnâş fî fenneyi’n- nahvi ve’s-sarf, thk. Riyad b. Hasan el-Havvâm (Beyrut: el-Mektebetu’l-Asriyye, 2000). 2: 306.

7 Ebu’l-Fadl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî, Hem‘u’l-hevâmi‘ fî şerhi cem‘i’l-cevâmi‘, thk. Abdulhamîd Hindavî (Mısır: Mektebetu’l-Tevfîkiyye, ts.). 1: 76-77.

8 İbn Cinnî’nin bu konudaki görüşlerini Sırru Sınâ‘ati’l-İ‘râb bağlamında ele aldık. Bunun yanında o, meşhur eseri el-Hasâis’te

فوﺮﺤﻟا ﻦﻣ تﺎﻛﺮﺤﻟا ّﻞﺤﻣ بﺎﺑ

başlığı altında konuyu izah etmiştir. İbn Cinnî, el-Hasâis. 2: 323-329.

(3)

ismail temiz

f

14 5 İL AH İY AT 5/20 20

hareke harfe muhtaçtır. Dolayısıyla harekenin harften önce olması mümkün değildir. Şayet hareke harften önce (bir yerde) olsaydı kelimede idgâm yapmak mümkün olmazdı. Örneğin ‘ َﻊﱠطَﻗ’

fiilinde ilk ‘

ط

’ (tâ) ikinci tâ’da idgâm edilmiştir.8F9F9 İkinci tâ’nın harekesi kendisinden önce olsaydı birinci ile ikinci tâ harfi arasında engel oluşturur ve birinci tâ’nın ikincisine idgâmı olmazdı. Oysa kelimede idgâmın gerçekleşmesi harekenin kendisiyle müteharrik olan harften önce olmadığını göstermektedir. Bu bakımdan harekenin harften önce bir yerde olması mümkün değildir.9F10 F10 İbn Cinnî’ye göre aynı mahrece sahip iki harften ilki müteharrik olduğunda harekenin iki harf arasında fâsıla (engel) olması mertebe bakımından harekenin harften sonra olduğunu gösterir.11 Nitekim 12

ٌدَﺪِﻗ ـ ٌرُﺮُﺳ ـ ٌﻞَﻠَﻃ ـ ٌﺾَﻀَﻣ ـ ٌﺺَﺼَﻗ

’ sözcüklerinde aynı harften birincisi harekeli olduğu için hareke iki harf arasında fâsıla olmuştur. Bu ise harekenin konumunun harekesi olduğu harften sonra olduğunun göstergesidir. Ancak aynı harften birincisinin harekesi o harften sonra olmasaydı, kendisi ve kendisinden sonra gelen harfin arası ayrılmayarak iki harfi idgâm yapmak zorunlu hâle gelirdi. Çünkü iki harf arasında bir fâsıla bulunmamış olurdu. Bu bakımdan aynı iki harfin yan yana gelip birincisinin ikincisine idgâm edilmemesi iki harf arasında bir fâsılanın mevcut olduğunun delilidir. Müellife göre bu fâsıla ise ilk harfin harekesidir.12F13 F13

İlk harfin harekesi fasıla olduğu halde neden ikincinin harekesinin fâsıla olmadığı sorusu akla gelmektedir. Müellife göre mezkûr kelimelerde ikinci harfin harekesinin fâsıla olması durumunda ‘ ﱠدَﻣ’ ve ‘ ﱠدَﺷ’ fiillerinde14 de ikinci harfin harekesinin fâsıla olması gerekir. Zira aynı harften ikincisi müteharriktir. İkinci harfin harekesine rağmen idgâmın varlığı, harekenin birinci ile ikinci harfi ayırmadığını (ve ikinci harfin harekesinin fasıla olmadığını) göstermektedir. Ayrıca mertebe itibari ile ikinci harfin harekesi onun öncesinde olsaydı ancak o zaman birinci harf ile ikincisi arasında fâsıla olurdu. Bunun yanında ‘

ُتْدَﺪَﺷ

’ ve ‘

ُﺖْﻠَﻠَﺣ

’ fiillerinde aynı harften ikincisinin sâkin olduğu gözükmektedir. Nitekim ikinci harfin sâkin olması harekesinin fâsıla olmadığı anlamına gelmektedir.14F15 F15

İbn Cinnî, harekenin mertebesi konusunda mahreci yakın olan iki harfin birbirine idğam edilmesi yönünden örnek olarak ‘

ٌﺪِﺗَو

’ “direk, kazık” kelimesini ele alır. ‘

ٌﺪِﺗَو

’ lafzında idgâm yapılmak istendiğinde ‘

ت

’ harfi sâkin yapılıp dâl’de idgâm edilirse sözcük ‘

ﱞدَو

’ hâline gelir. Müellife göre tâ harfi sâkin olmadan önce onun harekesi kendisi ile dâl arasında fâsıla oluşturur. Nitekim bu fâsıla ‘

ٌﺪِﺗَو

’ kelimesinde tâ’nın görünür olmasını da sağlayan unsurdur. Ancak hareke tâ’dan giderildiğinde onun tâ ve dâl arasında fâsıla olması ortadan kalkar. Şu halde birincisi sâkin olan yakın mahrece sahip iki harf yan yana geldiğinde ilkini ikincisinde idgâm etmek için birinci harf

9 Fiilin idgâm edilmemiş halini şöyle belirtebiliriz: ‘

َﻊَﻄْﻄَﻗ

10 Ebu’l-Feth Osmân el-Mevsılî el-Bağdâdî (ö. 392/1002) İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb, thk. Hasan Hindâvî (Dımeşk: Dâru’l- Kalem, 1993). 1: 28.

11 Harekenin harften sonra olduğu konunda İbn Cinnî, Sîbeveyhi (ö. 180/796) ile aynı görüştedir. O, Sîbeveyhi’nin de bu konuda böyle düşündüğünü dile getirerek hem onun görüşüne katılmakta hem de kendi kanaatini güçlendirmektedir. İbn Cinnî, el-Hasâis. 2: 324; es-Suyûtî, Hem‘u’l-hevâmi‘. 1: 76.

12

ٌﺺَﺼَﻗ

’ hikâyeler, kıssalar; ‘

ٌﺾَﻀَﻣ

’ ekşi süt, elem, acı; ‘

ٌﻞَﻠَﻃ

’ harabe, kalıntı; ‘

ٌرُﺮُﺳ

’ kelimesi ‘

ٌﺮﻳِﺮَﺳ

’ “yatak, tabut, taht” kelimesinin cemîsidir. ‘

ٌدَﺪِﻗ

’ kelimesi de parça, cüz vb. anlamlarına gelen ‘

ٌةﱠﺪِﻗ

’ isminin çoğuludur.

13 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 29.

14 Fiillerin idgâmsız hallerini şöyle gösterebiliriz:

َدَﺪَﺷ

’ ve ‘

َدَﺪَﻣ’

15 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 29-30.

(4)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

f

14 6 İL AH İY AT 5/20 20

ikinci harfe dönüştürülür. Bu nedenle tâ harfi dâl’e kalbedilir ve ortaya çıkan birinci dâl ikincisinde idgâm edilir. İbn Cinni’ye göre ‘

ٌﺪِﺗَو

’ sözcüğünde müteharrik tâ’nın sâkin yapılıp idgâm edilmesi onun harekesinin dâl ve tâ arasında bulunduğunu gösteren bir delildir.15F16 F16 Bu durumda hareke, dâl ve tâ arasında olduğuna göre tâ’dan sonradır.16F17 F17

Harekenin harften sonra olduğunu gösteren diğer bir delil de harekenin işbâ edilerek med harfine dönüşmesidir. Örneğin ‘

َبَﺮَﺿ

’, ‘

َبِﺮُﺿ

’ ve ‘

ٌباَﺮِﺿ

’ sözcüklerinin ilk harflerinin harekesi işbâ edildiğinde bu kelimeler ‘

َبَرﺎَﺿ

’, ‘

َبِرﻮُﺿ

’ ve ‘

ٌباﺮﻴِﺿ

’ hâlini alırlar. Görüldüğü üzere dâd’ın harekelerinin işbâ‘ından sonra elif, vâv ve yâ harfleri oluşur. Buna göre fetha, kesra ve damme de dâd’dan sonra gelir. Harekelerin uzatılması sonucu ortaya çıkan bu harfler, ilgili harekelerin kendisiyle müteharrik olduğu harflerden sonra olduğuna göre med harflerinin cüzlerini teşkil eden harekeler de kendileriyle müteharrik olan harften sonradır.17F18F18

Bu bağlamda İbn Cinnî, nahiv âlimlerinin19 ‘hareke harfe hulûl eder’ şeklindeki görüşlerini hakikati olmayan mecaz olarak nitelendirir. Çünkü ona göre harf de hareke de arazdır.20 Arazlar arazlara hulul etmez. Müellif, nahiv âlimlerinin görüşünü “harfin harekeden daha güçlü olması, harfin harekesiz olarak kendi başına var olup ve harekin yalnızca harf varken bulunması, gerçek olmasa bile mecazen harekenin harfe hulûl, harfin de harekeyi tazammun etmiş gibi olduğu anlamına gelir” şeklinde değerlendirir.21

Diğer taraftan Ebû Ali el-Fârisî’ye (ö. 377/987) göre sâkin nûn harekelendiğinde genizden gelen sesin ağza gelerek oradan çıkması ve elif’in harekelenince hemzeye dönüşmesi harekenin harf ile birlikte olduğuna delâlet eder. İbn Cinnî, hocasının bu görüşünün güçlü bir istidlâl olduğunu belirtir. Ancak el- Farisî’nin bu görüşünün doğru olmadığını ifade ederek onu kabul etmez.22

16 Müellif, ‘ ٌﺪِﺗَو’ kelimesini mahreçleri yakın harflerin idğam edilmesine örnek vermiştir. Yakın mahreçli iki harfin birbirine idğam edilmesinde harekenin varlığının bir engel olduğunu ortaya koymak ve harekenin harften giderildikten sonra harflerin idğam yapılacağını göstermek suretiyle harekenin harfteki yerine dikkat çekmek istemiştir. Onun kanatinin Arapların mezkûr kelimede idğam yaparak sözcüğü

‘ ﱞدَو’

biçimde kullandıklarını ortaya koymak olmadığını ifade edebiliriz.

Nitekim içerisinde tâ harfinin de bulunduğu

( ن ،م ،ل ،ك ،ق ،ض ،ش ،س ،ر ،ذ ،د ،ح ،ج ،ث ،ت ،ب )

harfleri

kendilerinden sonra gelecek mütecânis veya mütekârib harfe göre sakin yapılarak idgamla okunur. Kur’an kıraatinde

“tâ”nın kendisine ve

ظ ،ط ،ض ،ص ،ش ،س ،ز ،ذ ،د ،ج ،ث

harflerine idgamı câiz görülmüştür. Bkz: Mehmet Ali Sarı,

“İdgam”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000). 471-472; İsmail Durmuş, “Tâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010). 281-282.

17 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 30.

18 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 31.

19 Kanaatimizce nahiv âlimlerinin kastı mertebe olarak harekenin harfle birlikte olmasıdır.

20 İbn Cinnî’nin harf-hareke münasebetine dair önce ‘

فﺮﺤﻟا ﱠنأ ﻚﻟذو ،فﺮﺤﻟا ﻞﺒﻗ ﺔﺒﺗﺮﻤﻟا ﻲﻓ ﺔﻛﺮﺤﻟا نﻮﻜﺗ نأ لﺎﺤﻤﻓ ﻞﺤﻤﻟﺎﻛ

،ﺔﻛﺮﺤﻠﻟ ﻲﻫو ضﺮﻌﻟﺎﻛ

،ﻪﻴﻓ ﻲﻬﻓ ﻚﻟﺬﻟ ﺔﺟﺎﺘﺤﻣ

،ﻪﻴﻟإ ﻼﻓ زﻮﺠﻳ ﺎﻫدﻮﺟو ﻞﺒﻗ

ﻩدﻮﺟو .

’ şeklindeki açıklamalarından

hareketle harekenin harfteki bir araz gibi olduğu anlaşırken devamında ise müellif hem hareke hem de harfin birer araz olduğunu söylüyor. Araz kavramının sözlük anlamı olarak ‘sonradan ve tesadüfen ortaya çıkan, ansızın baş gösteren, varlığı devamlı ve zorunlu olmayan durum’ manalarına gelmesi ve İslam filozoflarının arazı “Cevherin zıddı olup bizzat var olmayan, ancak herhangi bir konuya (mevzu) dayanan ve onunla birlikte var olabilen, onun yok olmasıyla ortadan kalkan şey.” şeklinde tanımlamalarından hareketle hareke, varlığı zorunlu olmayan ve sonradan ortaya çıkan ancak harfin varlığında kendisini gösteren dolayısıyla varlığı harfe bağlı olan bir araz şeklinde ifade edilebilir. (Yusuf Şevki Yavuz, “Araz”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991). 337-338.) Müellifin harfin de araz olduğuna dair beyanı ise harfin boğazda nasıl oluştuğundan hareketle anlaşılabilir. Zira boğazda sesin kesintiye uğraması sonucu harf oluşmaktadır.

Dolayısıyla harfi de sesin bir arazı olduğu şeklinde anlamak mümkündür. Boğazda ses ve harfin oluşumu için bkz: İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 6; Yüksel - Durmuş, “Savtiyye”. 204.

21 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 32.

22 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 32-33. Ayrıca bkz: İbn Cinnî, el-Hasâis. 2: 324-325.

(5)

ismail temiz

f

14 7 İL AH İY AT 5/20 20 2. HARFLERİN SÂKİN VE HAREKELİ OLMASI

Harflerin sâkin ve harekeli (müteharrik) olmak üzere iki şekilde bulunduğunu belirten İbn Cinnî harfin sakin olma hâlinin o harfin üç harekeyi de alabilmesine imkân tanıdığını söyler. Bu doğrultuda ‘

ٌﺮْﻜَﺑ

’ lafzındaki kâf ile ‘

وٌﺮْﻤَﻋ

’ ismindeki mîm harfleri (

ـ وٌﺮِﻤَﻋ ـ وٌﺮَﻤَﻋ / ٌﺮُﻜَﺑ ـ ٌﺮِﻜَﺑ ـ ٌﺮَﻜَﺑ

وٌﺮُﻤَﻋ

) üç harekeyi de alabilirler. İbn Cinnî bu ilişkiyi herhangi bir harfin üç harekeyi de alabilmesi

o harfin daha önce sâkin olduğunu gösterir şeklinde de yorumlar.

Ayrıca müellif, harfin müteharrik olmasının iki harekeden daha fazla hareke almayacağı anlamına geleceğini ifade eder ve bunun nedenini harfteki harekenin varlığının harfin kendisiyle müteharrik olduğu o harekeyi almayı gerektirmeyeceği biçiminde açıklar. Örneğin ‘

ُﺮَﻤُﻋ

’ isminde

mîm’in kesra (

ُﺮِﻤُﻋ

) ve damme (

ُﺮُﻤُﻋ

) ile harekelenmesi mümkün iken ilk durumda harekesi fetha olduğu için onun (tekrar) fetha ile harekelenmesi mümkün değildir. Zira harf daha önce sakin dışında bir hareke almış ise, bu hareke dışında kalan iki harekeyi alabilir ki o da yukarıda verilen örnek için damme ve kesradır.22F23F23

Bu bağlamda müteharrik olma durumunu harf hareke ilişkisinin diğer bir göstergesi olarak da ifade edebiliriz. İbn Cinnî harekelerin üç tane (fetha, kesra ve damme) olması nedeniyle müteharrik olmanın da meftûh, meksûr ve madmûm üç şekilde olduğunu dile getirir. Meftûhun harekesi işbâ edildiğinde harekeden elif meydana gelir. Örneğin, ‘

َبَﺮَﺿ

’ fiilinde dâd’ın fethası işbâ edilirse elif oluşarak kelime ‘

َبَرﺎَﺿ

’ halini alır. Meksûrun harekesi işbâ edilirse kesradan yâ ortaya çıkar. Buna göre ‘

ٌباَﺮِﺿ

’ kelimesinde dâd’ın kesrası işbâ yapıldığında kesradan yâ neşet ederek sözcük ‘

ٌبا َﺮﻴِﺿ

’ olur. Madmûn harfin harekesi işbâ edildiğinde ise dammeden vâv ortaya çıkar.

Şöyle ki ‘

َبِﺮُﺿ

’ szöcüğünde dâd’ın dammesinin işbâ yapılması hâlinde vâv zuhur ederek kelime

َبِرﻮُﺿ

’ye dönüşür.23F24F24 Harekenin işbâsı nedeniyle harfin meydana gelmesi harf- hareke ilişkisinin

diğer bir boyutudur.

3. HARFİN HAREKEDEN ORTAYA ÇIKMASI

Müellife göre med ve lîn harfleri harekelerden ortaya çıkar.25 Harekeler ise harflerin cüzleri olup onların ilk halleridir. Fetha, kesra ve damme harekelerinin uzantıları olarak da kabul edilen26 elif, yâ ve vâv sırasıyla işbâ edilmiş fetha, kesra ve dammedir. Bunun yanında İbn Cinnî, Arapların vezin ikame etmek için harfe ihtiyaç duymaları nedeniyle fetha, kesra ve dammeyi uzatarak elif, yâ ve vâv harflerini oluşturmuş olabilecekleri kanaatindedir. Nitekim Arap şiirinde bu tür

23 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 27.

24 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 27-28.

25 Bu konuda ayrıca bkz: İbn Cinnî, el-Hasâis. 3: 123-125.

26 Ahmet Yüksel - Soner Gündüzöz, “Arap Filolojisindeki İştikâk-ı Ekber-Sünâiyye Kuramları ve Müsellesât Olgusuna Courtenay’ın Fonem Kuramı Çerçevesinde Yeni Bir Yaklaşım Denemesi”, EKEV Akademi Dergisi-Sosyal Bilimler 9/22 (2005), 211-224. 219.

(6)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

f

14 8 İL AH İY AT 5/20 20

kullanımlara çok rastlanılır. Örneğin aşağıdaki beyitte27 şâir ‘

ﺎَﻨْـﻴَـﺑ

’ zarfında nûn’un fethasını işbâ ederek elif’i meydana getirmiştir. Zira aslı ‘

َﻦْﻴَـﺑ

’dir.27F28F28 [Vâfir]

َﻖﱢﻠَﻌُﻣ ٍﺔَﻀْﻓَو َدﺎَﻧِزَو

ﻲﻋاَر ﺎَﻧﺎﺗَأ ُﻪُﺒُـﻗْﺮَـﻧ ُﻦْﺤَﻧ ﺎَﻨْـﻴَـﺒﻓ

Biz yolunu gözleyip dururken sırtında azık torbası ve ateş yakmak için kullandığı sopasıyla çıkageldi.

Ayrıca müellif, şiirde vezin ikamesi için kesranın işbâsına Ferezdak’ın (ö. 114/732) şu beytini29 örnek verir: [Basît]

َﻲْﻔَـﻧ ِﻢﻴِﻫاَرﱠﺪﻟا ُدﺎَﻘْـﻨَـﺗ

ﻒﻳِرﺎَﻴﱠﺼﻟا ٍةَﺮِﺟﺎَﻫ ﱢﻞُﻛ ﻲِﻓ ﻰَﺼَﺤﻟا ﺎَﻫاَﺪَﻳ ﻲِﻔْﻨَـﺗ

Devem öğle sıcağında bile, sarrafların para sayarken dirhemleri peş peşe attığı gibi ayaklarının altındaki taşları saçarak gider.

Beyitte ‘

ﻒﻳِرﺎَﻴﱠﺼﻟا

’ kelimesiyle ‘

ُفِرﺎﻴﱠﺼﻟا

’ kastedilmiş olup râ harfinin kesrasında işbâ yapılınca yâ harfi meydana gelmiştir.29F30F30

İbn Cinnî dammenin işbâsı için İbn Hirme’nin şu beytini31 örnek olarak zikreder. [Basît]

َمْﻮَـﻳ ِقاﺮِﻔﻟا ﺎَﻨِﺑﺎَﺒْﺣأ ﻰﻟإ

ُرﻮُﺻ ﺎَﻨِﺘﱡﻔﻠَﺗ ﻲﻓ ﺎﱠﻧأ ُﻢَﻠْﻌَـﻳ ُﷲَا

اﻮُﻜَﻠَﺳ ﻲِﻨْﺛَأ

ُرﻮُﻈْﻧَﺄَﻓ ﻲِﻨﱠﻧإو ﺎَﻤُﺛْﻮَﺣ يِﺮْﺸُﻳ ىَﻮَﻬﻟا يِﺮَﺼَﺑ

Ayrılık gününde sevdiklerimizin ardından hiçbir şey yapamadan nasıl kalakaldığımı da, Onlar giderken arkalarından onları seyrettiğimi de Allah biliyor.

Beyitte ‘

ُرﻮُﻈْﻧَأ

’ kelimesinin aslı ‘

ُﺮُﻈْﻧَأ

’ olup şâir zâ harfinin dammesini işbâ yapmak sûretiyle vâv’ı meydana getirmiştir.31F32 F32

4. HARF İLE HAREKENİN İŞLEVSEL BENZERLİĞİ

İbn Cinnî’ye göre hareke ve med / lîn harfleri birbirlerinin cüzleri olmalarının yanında işlev yönüyle de benzeşirler. Buna göre harf harekenin, hareke de harfin fonksiyonunu üslenir. Müellif, harfin harekenin görevini üslenmesine ‘

ْﻢَﻟ

’ edatını örnek verir. Şöyle ki ‘

ْﻢَﻟ

’in muzâri fiilin sonunu cezm etmesi nedeniyle ‘

َﺶْﺨَﻳ ْﻢَﻟ

’, ‘

ِمْﺮَـﻳ ْﻢَﻟ

’ ve ‘

ُﺰْﻐَـﻳ ْﻢَﻟ

’ cümlelerinde med harfleri hazfedilirken ‘

ْﻢَﻟ

27 Beyit, isim belirtilmeksizin Kays Aylân kabilesinden bir kişiye nisbet edilmiştir. Bkz: Ebû Bişr Amr b. Osmân b. Kanber el- Hârisî (ö. 180/796) Sîbeveyhi, el-Kitâb, thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn (Kahire: Mektebetu’l-Hâncî, 1988). 1: 171; Ebû Saîd el-Hasen b. Abdillâh b. Merzübân es-Sîrâfî, Şerhu Ebyâti’s-Sîbeveyhi, thk. Muhammed Ali Hâşim (Kahire: Dâru’l-Fikr, 1974).

1: 267; Ebu’l-Fadl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî, Şerhu şevâhidi’l-Muğnî (Beyrut: Lecnetü’t-Turâsi’l-Arabî, 1966). 2: 798.

28 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 23-24.

29 Ayrıca beytin nisbesi için bkz: Ebû Saîd el-Hasen b. Abdillâh b. Merzübân es-Sîrâfî, Şerhu Kitâbi Sîbeveyhi, thk. Ahmet Hasan Mehdilî - Ali Seyyid Ali (Beyrut: Kütübi’l-İlmiyye, 2008). 1: 203; Hasen b. Ahmed b. Abdilgaffâr Ebû Ali el-Fârisî, el-Mesâilu’l- halebiyyât, thk. Hasan Hindavî (Dımeşk: Dâru’l-Kalem, 1987). 115.

30 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 25.

31 Ebû Ali el-Fârisî, el-Mesâilu’l-halebiyyât. 113; es-Suyûtî, Şerhu şevâhidi’l-Muğnî. 2: 285.

32 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 26.

(7)

ismail temiz

f

14 9 İL AH İY AT 5/20 20

ْﺪُﻌْﻘَـﻳ

’ cümlesinde ise ‘

ْﻢَﻟ

’ nedeniyle hareke hazfe uğrar. Zira sâlim bir fiil olan ‘

َﺪَﻌَـﻗ

’nin muzârisi

ُﺪُﻌْﻘَـﻳ

’ olup ‘

ْﻢَﻟ

’ nedeniyle hareke hazfedilir. Bunun yanında ‘ َﻲِﺷَﺧ’ fiili mu‘tel olduğu için muzârisi

ﻰَﺸْﺨَﻳ

’ biçiminde gelir. Dolayısıyla fiilinin son harfi müteharrik olmaz. ‘

ﻰَﺸْﺨَﻳ

’nın başına ‘

ْﻢَﻟ

geldiğinde fiilin sonundaki illet harfi düşerek ibare ‘

َﺶْﺨَﻳ ْﻢَﻟ

’ halini alarak ‘

ْﻢَﻟ

’ nedeniyle hareke değil harf hazfedilir. Dolayısıyla harf, harekenin hazfedilme işlevini üslenerek hareke mecrasında hareket eder.33

Harekenin harfin işlevini üslendiğinin örneği ise kadın ismi olan ‘

ٌﺪْﻨِﻫ

34 sözcüğüdür. Bu kelimenin mârife olarak munsarif olmasına cevaz verildiğini aktaran İbn Cinnî orta harfinin hareke aldığında (

ُﺪَﻨِﻫ

) mârife olarak gayr-i munsarif olduğuna hükmedildiğini belirtir. Ona göre hareke munsarif bir kelimeyi gayr-i munsarif yapmıştır. Bu yönüyle hareke, ‘

ُﺐَﻨْـﻳَز

’daki yâ ve ‘

ُقﺎَﻨَﻋ

35

ismindeki elif’in fonksiyonunu icra eder. Zira ‘

ُﺐَﻨْـﻳَز

’ isminde yâ ile ‘

ُقﺎَﻨَﻋ

’daki elif, bu kelimelerin gayr-i munsarif olma nedenidir. Nitekim ‘

ُﺪَﻨِﻫ

’ lafzının ayne’l-fiilinin harekesi sözcüğün gayr-i munsarif olmasında ‘

ُﺐَﻨْـﻳَز

’ kelimesindeki yâ ve ‘

ُقﺎَﻨَﻋ

’ elif’e benzer. Müellife göre med harfleri ile harekelerin benzer meselelerde âmil olmaları, bu harflerin kendilerinin ilk kısımları olan harekelerden neşet ettiklerini ve birbirlerinin cüzleri olduklarını da gösterir.35F36F36

5. HARF HAREKE İLİŞKİSİNDE İSTİSKÂL

İbn Cinnî’ye göre harflerden kaynaklanmamasına rağmen kesradan dammeye geçmek Araplara (telaffuz olarak) ağır geldiği için kelimenin binâsı nedeniyle (binâ-ı lâzım) de olsa onlar bunu çirkin bulurlar. Müellif kesradan dammeye yönelmeyi ağır olandan çıkıp daha ağır olana geçmek anlamında bir istiskal olarak tanımlar. Harf hareke ilişkisi açısından eliften önce kesra ya da damme getirilmesi mümkün değilken sâkin vâv’dan önce kesra ve sâkin yâ’dan önce dammenin gelmesi telaffuz meşakkatine yol açar. Örneğin ‘

ٌلْﻮَـﻗ

’ ve ‘

ٌلْﻮ َﻃ

’ kelimeleri ‘

ٌﻞْﻌِﻓ

’ veznine aktarıldığında ‘

ٌلْﻮِﻗ

’ ve ‘

ٌلْﻮِﻃ

’ şeklinde telaffuz edilmeleri dile ağır gelir. Bu durumda her iki sözcükte yer alan vâv, kendisinden önceki kesra nedeniyle yây’a dönüştürülerek37 (

ٌﻞﻴِﻗ

ve

ٌﻞﻴِﻃ

) lafızlarının telaffuzu kolaylaşır.

Kökünü ‘

ٌﺖْﻗَو ـ ٌﺪْﻋَو ـ ٌنْزَو

’ mastarlarının teşkil ettiği ‘

ٌتﺎﻗْﻮِﻣ ـ ٌدﺎﻋْﻮِﻣ ـ ٌنازْﻮِﻣ

’ isimleri de böyledir. Sâkin vâv’dan önce kesranın gelmesi telaffuzu ağırlaştırdığı için Araplar bu şekilde okumayı kerih görüp

33 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 26.

34 Sözcük hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ebu’l-Abbâs Muhammed b. Yezîd b. Abdilekber b. Umeyr el-Müberred, el-Muktedab, thk. Muhammed Abdulhâlik Udayme (Beyrut: Âlemu’l-Kutub, 1994). 3: 350-351; Ahmet Şen, Ebü’l-Abbâs el-Müberred’in el- Muktedab Adlı Eserinde Nahiv İlmine Ait Görüşleri (Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2016). 109.

35 Keçinin dişi yavrusuna verilen isim. Bkz: Ebû Abdirrahmân b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-ayn, thk.

Mehdî Mahzûmî ve İbrâhim es-Sâmerrâî (Bağdat: Dâru’l-Hilâl, 1985). 2: 249; Ebu’l-Fazl Cemâluddîn Muhammed b. Mukerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Ruveyfiî İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab (Beyrut: Dâru’s-Sadr, 1414). 1: 568.

36 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 26.

37 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 18-19.

(8)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

f

15 0 İL AH İY AT 5/20 20

vâv’ı yâ’ya kalbederek kelimeleri ‘

ٌتﺎَﻘﻴِﻣ ـ ٌدﺎَﻌﻴِﻣ ـ ٌناَﺰﻴِﻣ

’ şeklinde kullanırlar. Benzer bir uygulama da aslı ‘

ٌﺮِﺴْﻴُﻣ

’ ve ‘

ٌﻦِﻘْﻴُﻣ

’ olan ‘

ٌﺮِﺳﻮُﻣ

’ ve ‘

ٌﻦِﻗﻮُﻣ

’ isimleri için geçerlidir. Dammeden sonra yâ’nın gelmesinin telaffuz güçlüğü oluşturması nedeniyle Araplar bunu kabîh görerek yâ’yı vâv’a kalbeder.37F38F38 Şu halde telaffuzu kolaylaştırmak adına kesranın varlığının vâv’ın yâ’ya kalbedilmesine; sâkin yâ’dan önce gelen dammenin de yânın vâv’a kalbedilmesine zemin hazırladığını ve bu durumda harekenin belirleyici bir fonksiyonunun olduğunu ifade edebiliriz.

Harf hareke ilişkisine göre telaffuz istiskâli olarak da tanımlayabileceğimiz bu fonetik olgunun diğer bir çeşidi de eliften önce kesra ve dammenin gelmesidir. Eliften önce kesranın gelmesi halinde elif yây’a kalbedilir. Örneğin ‘

ُﺲﻴِﻃاَﺮَـﻗ

’ “kâğıtlar” kelimesindeki yâ ‘

ٌسﺎَﻃْﺮِﻗ

’ sözcüğündeki elifin bedelidir. Eliften önce dammenin gelmesi durumunda ise elif vâv’a dönüştürülür. Buna göre

ٌبِﺮْﻳَﻮُﺿ

’ ismindeki vâv ‘

ٌبِرﺎَﺿ

’daki elifin bedelidir.38 F39F39 Elif’in yâ ve vâv’a tebdil edilmesi telaffuz meşakkatine çözüm bulma olarak yorumlanabilir.

İbn Cinnî’ye göre kesranın mevcudiyeti yâ’nın bir kısmının ortaya çıktığını gösterir ve geriye kalanının da geleceğini haber verir. Fakat kesra ile başlayıp vâv’a yönelinmesi durumunda kesra ile vâv arasında uyumsuzluk oluşur. Damme ile başlayıp yây’a yönelmek de böyledir. Nitekim her iki uygulama da beklenilenin dışında olan şeyi yapmak anlamına gelir. Zira dammenin varlığı, vâv’ın geleceği beklentisini oluştururken vâv’dan vazgeçilip yâ’ya yönelme vâv beklentisini âtıl kılar. Kesra ve dammeden sonra elifin gelmesinin imkânsız olmasına rağmen dammeden sonra yân’ın gelmesi istiskâl oluşturmakla birlikte mümkündür.40

Diğer taraftan 41

ٌضَﻮِﻋ ـ ٌلَﻮِﻃ ـ ٌﺔَﺒَﻴُﻋ ـ ٌﺮ ُـﻴُﻏ

’ kelimelerinde dammeden sonra yâ ile kesradan sonra vâv harfleri gelmiştir. İbn Cinnî’göre bu isimlerdeki yâ ve vâv harfleri müteharrik oldukları için kuvvetli hâle gelerek güçlü olmaları yönüyle kendilerinden sonraki sahih harflere yaklaşmışlardır. Böylece kendilerinden önceki harekelere karşı koymaları câiz olmuş ve kalbedilmemişlerdir.41F42F42 Yukarıdaki örneklerde hareke harfin kalbedilmesine yol açan bir etkenken bu isimlerde harekenin varlığı buna mâni olmuştur.42F43F43

İbn Cinnî, ‘

ٌناَﺰﻴِﻣ ٌناَزْﻮِﻣ

’ örneğinde vâv’ın sâkinken öncesinde kesra bulunması nedeniyle yâ’ya ve ‘

ﻰَﺑﻮُﻃ ﻰَﺒْﻴُﻃ

’ sözcüğünde de yâ’nın sâkin olup öncesinde damme olduğu için vâv’a

38 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 19.

39 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 19. ‘

ٌسﺎَﻃْﺮِﻗ

’ kelimesini ‘

ُﻞﻴِﻋاَﻮَـﻓ

’ ve ‘

ٌبِرﺎَﺿ

’ kelimesi de ‘

ٌﻞِﻌْﻴَﻌُـﻓ

’, veznine aktarıldığı için vezinden ötürü elif kalbedilmiştir.

40 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 19.

41

ٌﺮُـﻴُﻏ

’ kelimesi ‘

ٌرﻮُﻴَﻏ

’ “kıskanç, kıskanan” kelimesinin cemîsidir. ‘

ٌﺔَﺒَﻴُﻋ

’ ise çok ayıplayan anlamına gelmektedir.

42 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 19-20.

43 İbn Cinnî harfin harekeyle güçlendiği gibi idgâmla da kuvvetli hale gelerek kalbedilmekten uzaklaştığını belirterek

‘ ُذﱠﻮَﻠْﺟِا ًاذاﱠﻮِﻠْﺟِا ’ ـ

“hızlıca yürüdü” ve

ًﺎﻃاﱠوِﺮْﺧِا ـ َطﱠوَﺮْﺧِا

“tuzak kurarak avladı” fillerini örnek verir. ‘

ٌذاﱠﻮِﻠْﺟِا

’ ve ‘

ٌطاﱠوِﺮْﺧِا

kelimelerindeki ilk vâv ikincisinde idgâm edildiği için güçlenerek sahih harflere benzemiştir. Dolayısıyla öncesindeki kesranın varlığına rağmen kalbedilmeye maruz kalmamıştır. Benzer şekilde ‘

ﱞﻲُﻟ ٌنوُﺮُـﻗ

“eğri boynuzlar” terkibindeki ‘

ﱞﻲُﻟ

sözcüğü de böyledir. ‘

ﱞﻲُﻟ

’ lafzında birinci yâ sâkin olup öncesinde damme olmasına rağmen idgâm nedeniyle yâ güçlü hâle gelerek kalbedilmekten kurtulmuştur. Dolayısıyla idgâm kalbe mâni olmuştur. İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 20.

(9)

ismail temiz

f

15 1 İL AH İY AT 5/20 20

dönüştürüldüğünü belirterek 44

ٌﺦْﻴَﺷ ـ ٌﺪْﻴَـﻗ ـ ٌﺖْﻴَـﺑ ـ ٌبْﻮَـﺛ ـ ٌضْﻮَﺣ ـ ٌطْﻮَﺳ

’ isimlerinde sâkin vâv ve yâ’dan önce fetha olmasına rağmen yâ ve vâv harflerinin niçin elif’e tebdil edilmediği sorusuna cevap arar. O göre yâ ve vâv arasında bir yakınlık söz konusu olup bu yakınlık elif ile bu harfler arasında yoktur. Nitekim harfler üzerinde vakıf yapıldığında bu kurbiyyet kendini gösterir. Örneğin ‘

ٌﺪْﻳَز اﺬﻫ

ve ‘

ٍﺪْﻳَﺰِﺑ ُتْرَﺮَﻣ

’ cümlelerindeki ‘

ٌﺪْﻳَز

’ ile ‘

ٍﺪْﻳَﺰِﺑ

’ lafızlarında vakıf yapıldığında (

ْﺪْﻳَﺰِﺑ / ْﺪْﻳَز

) damme ve kesra hazfe uğrar. Ancak ‘

اًﺪ ْﻳَز ُﺖْﺑَﺮَﺿ

’ ibaresinde ‘

اًﺪْﻳَز

’ isminde vakıf durumunda fetha hazfedilmez.

Ayrıca aşağıdaki beyitte44F45F45 olduğu gibi yâ ve vâv ridf harfi45F46 F46 olarak kullanılırken elif, aynı yerde yâ ve vâv ile ridf harfi olarak kullanılmaz. [Basît]

ُءاَدْﺮَﺟ ُﺔَﻗوُﺮْﻌَﻣ ْﺤﱠﻠﻟا ِﻦْﻴَـﻴ

ُبﻮُﺣْﺮُﺳ ﻲِﻨُﻠِﻤْﺤَﺗ َءاَﻮْﻌّﺸﻟا َةَرﺎَﻐﻟا ُﺪَﻬْﺷأ ْﺪَﻗ

ﺎَﻬَـﻧﺎَﺧَو ٌمَذَو ﺎَﻬْـﻨِﻣ

ُﺐﻳِﺮْﻜَﺗَو ٌﺔَﻠَﻘْـﺜُﻣ َﻲِﻫَو ﺎﻫاَﺮُﻋ ْﺖﱠﺘُـﺑ ِﻮْﻟﱠﺪﻟﺎﻛ

Ben kısa tüylü, ince yüzlü, güçlü, atik bir at üzerinde o kadar çok şiddetli savaşa katıldım ki.

O at, tıpkı ipi kopan dolu bir kovanın kuyuya düştüğü gibi hızlıca avına saldıran bir kartala benziyordu.

İbn Cinnî’ye göre vâv ile yâ arasındaki ilişki bu harfleri eliften uzaklaştırarak birbirlerine yaklaştırır. Buna göre vâv ile yâ bir nevi yakın mahreçli harfler (‘

ظ ـ ذ ـ ط ـ د

’) mesabesindedir.

Nitekim vâv kendinden önceki kesra, yâ da makablindeki damme nedeniyle kalbedilir. Elif ise ikisinden (vâv ve yâ) uzaklaştığı için elife bağlı olarak fetha da kesra ve dammeden uzaklaşır. Bu nedenle ‘

ٌﺦْﻴَﺷ ـ ٌﺪْﻴَـﻗ ـ ٌﺖْﻴَـﺑ ـ ٌبْﻮَـﺛ ـ ٌضْﻮَﺣ ـ ٌطْﻮَﺳ

’ kelimelerinde fetha vâv ve yây’ı elife kalp etmeye güç yetiremez. Fethanın hafif bir hareke olması ve vâv ile yâ arasındaki yakınlık nedeniyle fethadan sonra vâv ve yâ’nın sâkin kalması mümkün olur.46F47F47

İbn Cinnî, harf hareke ilişkisinde harekenin harfi güçlendirip onun kalbedilmesine mâni olmasına rağmen 48

َبﺎَﻫ ـ َرﺎَﺳ ـ َعﺎَﺑ ـ َفﺎَﺧ ـ َلﺎَﻃ ـ َمﺎَﻗ

’ fiillerinde fethanın mı, hareke ile güçlenen vâv ve yâ’yı elif’e kalbettiği sorusu üzerinde durarak fethanın bunu yapabilme imkanına göre niçin onun ‘

ٌطْﻮَﺳ ـ ٌضْﻮَﺣ ـ ٌﺦْﻴَﺷ ـ ٌﺖْﻴَـﺑ

’ kelimelerinde müteharrik olmadığı için zayıf olan sâkin vâv ve yâ’yı kalb etmediği sorusuna cevap arar. Müellife göre mezkûr fiillerde müteharrik olduğu hâlde vâv ve yâ’nın elif’e dönüştürülmesi fethanın bu harfleri kalbetmeye güç yetirebilmesiyle ilgili değildir. Çünkü fetha müteharrik harfi kalbedecek güce sahip bir hareke değildir. Hareke olması yönüyle fethanın böyle bir gücü olsaydı ‘

ٌضَﻮِﻋ

’ ve ‘

ٌلَﻮِﺣ

’ “ayrılma, uzaklaşma; başka bir hâle dönüşme” kelimelerinde kesranın müteharrik vâv’ı yây’a; ‘

ٌﺔَﺒَﻴُﻋ

’ ve ‘

ٌةَﺮَـﻴُﺳ

’ “çok yürüme, gezme”

44

ٌطْﻮَﺳ

’ kamçı, kırbaç; ‘

ٌضْﻮَﺣ

’ havuz, havza; ‘

ٌبْﻮَـﺛ

’ elbise; ‘

ٌﺪْﻴَـﻗ

’ bağ (ip), kayıt.

45 Müellif iki beyti de İmruül’Kays b. Hucr’a nisbet eder. Ayrıca bkz: Ebu’l-Hâris Hunduc b. Hucr b. el-Hâris Âkilu’l-Murâr İmruü’l-Kays, Dîvânu İmriu’l-Kays, thk. Abdurrahman el-Mustafî (Beyrut: Dâru’l-Ma‘arife, 2004). 81.

46 Revî harfinden önce gelen med veya lîn harflerine ridf harfi denir. Bkz: İskender Pala vd., “Kafiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:

TDV Yayınları, 2001). 24: 150.

47 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 21.

48

َبﺎَﻫ

’ korktu, sakındı.

(10)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

f

15 2 İL AH İY AT 5/20 20

kelimelerinde de dammenin müteharrik yâ’yı vâv’a kalb etmesi gerekirdi. Damme ve kesraya rağmen bu kelimelerde vâv ve yâ harflerinin kalbedilmemesi daha uygundur. Zira iki harf de hem güçlü hem de ağırdır.49

َبﺎَﻫ ـ َرﺎَﺳ ـ َعﺎَﺑ ـ َفﺎَﺧ ـ َلﺎَﻃ ـ َمﺎَﻗ

’ fiillerinin aslının ‘

َﺐِﻴَﻫ ـ َﺮَـﻴَﺳ ـ َﻊَﻴَـﺑ ـ َفِﻮَﺧ ـ َلُﻮَﻃ ـ َمَﻮَـﻗ

’ olduğunu belirten İbn Cinnî’ye göre bu sözcüklerde fetha, vâv ve vâv’ın harekesi; fetha, yâ ve yâ’nın harekesi şeklinde olmak üzere aynı cins üç şey yan yana bulunur. Mütekârib üç şeyin yan yana gelmesi hoş karşılanmadığı için Araplar harekenin kendisini güvende hissedeceği harfe iltica ederek vâv ve yâ’yı elife kalbederek elif’ten önceki harfin fethalı olmasını câiz görürler. Müellife göre fiillerde vâv ve yâ’nın elif’e dönüştürülmesinin illeti budur.49F50F50

İbn Cinnî çıkarımda bulunarak ‘

َمَﻮَـﻗ

’de vâv’ın harekeli olarak ağırlığı ve kendisinden önceki fethanın varlığı nedeniyle elif’e tebdil edildiği gibi ‘

ٌلَﻮِﻃ ـ ٌلَﻮِﺣ ـ ٌضَﻮِﻋ

’ isimlerinde de müteharrik vâv’ın kalbedilmesi durumunda yâ’ya dönüştürülebileceğini belirtir.51 Ancak bunun vâv’dan önceki harekenin güvende olduğu (sağlam kaldığı / değişime uğramadığı) bir harfe kalbedilmediği anlamına geldiğini zikreder. Zira yâ’nın harekelenmesi mümkün iken ‘

َمﺎَﻗ

’deki elifin harekelenmesi mümkün değildir. Çünkü harekenin güvende olduğu (korunduğu) bir harfe kalbedilmiştir.

Yukarıda fetha, vâv ve vâv’ın harekesi; fetha, yâ ve yâ’nın harekesi şeklinde üç yakın durumun bir arada bulunması nedeniyle müteharrik yâ ve vâv’ın kalbedildiğini dile getiren müellif, ‘

ٌﺔَﺒَﻴُﻋ

’ ve

ٌضَﻮِﻋ

’ kelimelerinde müteharrik yâ ile vâv harflerinden önce fetha bulunmadığı için bu

harflerden önceki harekelerin değişmeyeceği harf olan elif’e tebdil edilmesini gerektirecek bir sebep olmadığını belirterek müteharrik vâv ve yâ’nın bu nedenle kalbedilmediğini zikreder. Ona göre bu yönüyle ‘

ٌﺔَﺒَﻴُﻋ

’ kelimesindeki yâ ‘

ٌضَﻮِﻋ

’daki vâv’a benzer.51F52 F52 Nitekim bu hususiyet de vâv ile yâ harflerinin yakınlığına dair bir delil olarak kabul edilebilir niteliktedir.

Diğer taraftan Araplar kimi zaman ‘

ﱞيِرﺎَﺣ ٌةَﺮْـﻴَﺣ

’ ve ‘

ﱞﻲِﺋﺎﻃ ٌﺊﱢﻴَﻃ

’ örneklerinde olduğu gibi kendinden önceki fetha nedeniyle sâkin vâv ve yâ’yı elif’e kalbetmiştir. Ayrıca Halîl b. Ahmed dışındakiler ‘

ٌﺔَﻳآ

’ kelimesinin aslının ‘

ٌﺔﱠﻳَأ

’ olduğuna ifade ederek ‘

ٌﺔﱠﻳَأ

’deki birinci yâ’nın kendinden önceki fetha nedeniyle elife kalbedildiğini ifade etmişlerdir.53 Bunun yanında İbn Cinnî ‘

ٌﺔﱠﻳِواَد ٌضْرَأ

“çöl, sahra” terkibindeki ‘

ٌﺔﱠﻳِواَد

’ kelimesinin ‘

ﱡوﱠﺪﻟا

’ “geniş arazi” ismine mensup kılınarak aslının

ٌﺔﱠﻳﱢوَد

’ şeklinde olduğunu belirtmiştir. Bu görüşe göre sâkin olan ilk vâv kendisinden önceki fetha

nedeniyle elif’e kalbedilmiştir. İbn Cinnî, bu tür örneklerin az olması nedeniyle bunlara kıyas yapılamayacağı görüşündedir.53F54F54

49 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 21-22

50 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 22.

51 Buna göre kelimeler ‘

ٌﻞﻴِﻃ ـ ٌﻞﻴِﺣ ـ ٌﺾﻴِﻋ

’ şeklinde olur.

52 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 22.

53 Bkz: Sîbeveyhi, el-Kitâb. 4: 398.

54 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 23.

(11)

ismail temiz

f

15 3 İL AH İY AT 5/20 20 6. HARFLERE BAĞLI OLARAK HAREKELERİN BİRBİRİNE MEYLETMESİ

İbn Cinnî, fetha ve onu takip eden elifte ortaya çıkan telaffuz değişikliği anlamında dil ve kıraat terimi55 olarak kabul edilen imâle56 konusunda harflerin birbirine benzemesi (yaklaşması) gibi harekelerin de birbirine meylettiği görüşündedir. Ona göre harekeler arasında da yakınlık vardır.

Fetha, kesra ve dammeye; kesra dammeye57; damme kesraya meyleder. Ancak kesra ve damme fethaya meyletmez / karışmaz.58

6.1. FETHANIN KESRAYA MEYLETMESİ

Müellife göre imâle elifi59 fethayla birlikte kesraya meylettiği için imâle elifinden önce gelen fetha kesraya yönelir. Bu durumda fetha salt (mutlak) bir fetha olmaz. Bu bakımdan ‘

ٌﺪِﺑﺎَﻋ

’ ve ‘

ٌفِرﺎَﻋ

sözcüklerindeki ayn’ın fethası salt bit fetha olmaz. Seslerin karışması (benzeşmesi) nedeniyle fethadan sonra gelen elif yây’a meyleder. Bu halde fethanın salt bir fetha olmadığı gibi fethadan sonra gelen elif de salt bir elif değildir zira elif fethaya tâbi olur. Başka bir ifadeyle fetha nasıl kesraya karışır ise fethayı takip eden elif de yâ’ya karışır.59F60 F60

İbn Cinnî, Arapların fethadan sonra elif gelmediği hâlde bile fethayı kesraya meylettirerek ‘

ْﻦِﻣ وٍﺮْﻤَﻋ

ibaresindeki ayn’ın fethası ile ‘

ٍحﺎَﻳِر َﻂَﺒَﺧ ُﺖْﻳَأَر

’ “Rüzgâr çarpması gördüm” cümlesindeki tâ’nın (

ط

) fethasını kesraya meylettirerek okuduklarını dile getirir. Ayrıca bazılarının 61[

َﻻ ْﻢُﻬﱠـﻧِﺈَﻓ

َﻚَﻧﻮُﺑﱢﺬَﻜُﻳ

] “Onlar seni yalanlamıyor.” ayetinin son kısmındaki nûn, 62[

َنﻮُﻌِﺟاَر ِﻪْﻴَﻟِإ ﺎﱠﻧِإَو

] “Biz O’na

döneceğiz.” ayetindeki lâm ve 63[

َﺮَﻤَﻘْﻟا ىَأَر

] “Ay’ı gördü.” ayetindeki râ’nın fethalarını kesra ile karışık (kesraya meylettirerek) okuduklarını kaydeder.63 F64F64

6.2. FETHA VE KESRANIN DAMMEYE MEYLETMESİ

Dammeye meyleden fetha tefhîm elifi65’nden önce gelmektedir. Örneğin66

اَﺰَﻏ ـ ﺎَﻋَد ـ ُةﺎَﻛﱠﺰﻟا ـ ُة َﻼﱠﺼﻟا َمﺎَﻗ ـ

َغﺎَﺻ ـ

’ kelimelerinde tefhîm elifi’nden önce gelen fethalar dammeye meyleder ve onunla

karışmaktadır. Müellife göre tefhîm elifi’nden önce gelen fethalar salt fetha olmayıp damme ile

55 Mehmet Ali Sarı, “İmâle”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000). 22: 117.

56 İmâle kavramı ve bu konuda nahiv âlimlerinin görüşleri için bkz: Doğan Fırıncı, “İmâle Kurallarını İnşasında Müberred’in Kullandığı Bazı Kavramlar”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 40 (2016), 147-166. 149-151.

57 İbn Cinnî, el-Hasâis’te

‘تﺎﻛﺮﺤﻟا ﺔﻴﻤﻛ ﻲﻓ بﺎﺑ’

başlığında harekelerin damme, kesra ve fetha olarak zahiren üç tane olduğunu ancak bu harekelerden elde edilenlerle birlikte hakikatte altı tane olduklarını ifade eder. Harekelerin etkileşiminden ortaya çıkan bu üç hareke fetha-kesra; fetha-damme ve kesra-damme arası okunan harekelerdir. İbn Cinnî, el-Hasâis. 3: 122.

58 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 51-52.

59 İbn Cinnî imâle elifini, elif ile yâ arasında telaffuz edilen elif olarak belirtir: İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 50.

60 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 52.

61 En’âm, 6/33.

62 Bakara, 2/156.

63 En’âm, 6/77.

64 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 52.

65 Tefhîm elifi elif ile vâv arasında olup buna göre telaffuz edilir. İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 50.

66 Bu kelimelerde fethanın dammeye meyletmesinin nedenini sâkin elifin aslının vâv olması olarak belirtebiliriz. İmâle’yi elifin yâ’ya yaklaştırılarak okunması şeklinde tanımlayan el-Müberred aslı vâv olan ‘

اَﺪَﻋ ـ اَﺰَﻏ ـ ﺎَﻋَد

’ gibi illetli fiillerde imâlenin (elifin yâya meyletmesi) kabîh olduğu görüşündedir. Bkz: Fırıncı, “İmâle Kurallarını İnşasında Müberred’in Kullandığı Bazı Kavramlar”. 151-153.

(12)

FONETİK BİR OLGU OLARAK ARAP DİLİNDE HARF HAREKE İLİŞKİSİ

f

15 4 İL AH İY AT 5/20 20

karışmış fethadır. Benzer şekilde fethaya tâbi olan elif de damme ile karışmış olan fethadan sonra geldiği için salt elif değildir. İbn Cinni’ye göre bunun nedeni elifin fethaya tâbi olmasıdır.67 Müellife göre 68

َﻖﻴِﺳ ـ َﺾﻴِﻏ ـ َﻊﻴِﺑ ـ َﻞﻴِﻗ

’ sözcüklerinde kesra dammeye meyleder ve onunla karışır.

Nitekim kelimelerde yâ’dan önce gelen kesranın damme ile ihtilâtı nedeniyle yâ harfine de vâv’ın kokusu sirayet eder.68 F69F69 Buna göre yâ’nın da salt bir yâ olmadığını ifade edebiliriz.

6.3. DAMMENİN KESRAYA MEYLETMESİ

İbn Cinnî, ‘

ٍرﻮ ُﻋ ْﺬَﻤِﺑ ُتْرَﺮَﻣ

’ ve ‘

ٍرﻮ ُﺑ ُﻦْﺑِا اَﺬَﻫ

’ cümlelerinde69F70F70 ayn ve bâ harflerinin dammesi râ’nın kesrasına meylederek onun kokusuna büründüğünü belirtmektedir. Bundan ötürü her iki harfin dammesi salt bir damme ve de dammenin meylettiği kesra da salt bir kesra değildir. Ayrıca harekeden sonra vâv da yâ’nın kokusu karışmış bir vâvdır. Çünkü bu harfler (med ve lîn harfleri) kendilerinden önce gelen harekeye tâbidir. Nitekim harekeler salt hareke olmadığı için harekeleri takip eden harfler de salt harf değildir. Diğer bir ifadeyle harekenin meyli nedeniyle harf hem kendi hem de diğer harfin kokusunu taşımaktadır.

Diğer taraftan Ahfeş el-Evsat (ö. 215/830 [?]) ‘

ٍرﻮِﻋْﺬَﻤِﺑ ُتْرَﺮَﻣ

ve

ٍرﻮِﺑ ُﻦْﺑِا اَﺬَﻫ

’ cümlelerinde vâv’dan önce gelen dammenin kesraya meyletmesine rağmen vâv’ın salt bir vâv olduğu görüşündedir. İbn Cinnî’ye göre Ahfeş’in görüşü telaffuz yönüyle meşakkat oluştururken kıyas bakımından da zayıftır. Çünkü bu tür uygulamalar ancak dudak talimi (dudaktan işitme) ile ortaya çıkmaktadır (öğrenilmektedir). Dolayısıyla ancak o zaman vâv’ın salt bir vâv olmadığı anlaşılmaktadır.70 F71F71 Fethanın kesra ve dammeye, kesranın dammeye ve dammenin kesraya meyletmesine karşın niçin kesra ve dammenin fethaya meyletmediği (karışmadığı) sorusu akla gelir. İbn Cinnî’ye göre harekelerin ilki olmasının yanında fetha, boğaza giren ilk harekedir. Boğazda fethadan sonra kesra, son olarak da damme ortaya çıkar. Fethayla başlanılıp ağız ile dudaklara doğru ilerleme gereksinimi ortaya çıktığında, fetha ağız ve dudağa doğru ilerlerken yâ ve vâv’ın mahrecinden geçer. Yâ ve vâv’ın mahrecinden geçen fethanın bunlara temas etmesi nedeniyle fetha, kesra ve dammenin kokusuna bürünür. Ancak kesra ve damme fethanın kokusuyla kokulandırılmak istenildiğinde boğazın alt tarafına (başlangıcına) dönmek zorunda kalınır. Bu durum ise sesin doğal akışına aykırı hareket etmek anlamına gelir ki sesin akışı bozulur. Böylece sesin ağza doğru ilerleyip dudaklara nüfuz etmesi ortadan kalkar. Nitekim kesra ve damme fethanın kokusuna büründüğünde bozulma ve geriye dönme durumu hâsıl olur ki bu da gereksiz bir meşakkate katlanmak anlamına gelir.72

Diğer taraftan boğazda dammenin kesradan sonra ortaya çıkmasına rağmen Araplar ‘

ٌرﻮُﻋْﺬَﻣ

“paniklemiş, korkmuş” ve ‘

ٌرﻮُﻘْـﻨَﻣ

’ “kazılmış, oyulmuş” örneklerinde dammeyi kesraya meylettirmişlerdir. Dolayısıyla bu uygulama dammeden kesraya dönmenin câiz olduğunu

67 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 52.

68 Buna göre ‘

َﻖﻴِﺳ ـ َﺾﻴِﻏ ـ َﻊﻴِﺑ ـ َﻞﻴِﻗ

’ kelimelerinnin ilk harfinin harekesi kesra ile damme arasında telaffuz edilir. Zira bu sözcükler meçhul sîgada bulunmaları nedeniyle ilk harflerinin harekesi aslî itibarla dammedir. Ayen’l fiillerinin illetli harflerden oluşmasından ötürü birtakım değişimlere maruz kalmışlardır ki ilk harfin harekesinin kesra olması bunlardan biridir. Bu nedenle İbn Cinnî kesranın dammeye meyledeceği kanaatini taşır.

69 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 52.

70

ٍرﻮِﻋْﺬَﻤِﺑ ُتْرَﺮَﻣ

’ ve ‘

ٍرﻮِﺑ ُﻦْﺑِا اﺬﻫ

’ cümlelerindeki vâv’dan önce gelen dammenin kesraya benzediğini göstermek için burada dammeyi kesra olarak yazdık. Her ne kadar hareke ile göstermeye çalışsak da dammenin kesraya benzemesi / karışması telaffuzda ortaya çıkan bir durumdur.

71 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 54.

72 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 53-54.

(13)

ismail temiz

f

15 5 İL AH İY AT 5/20 20

gösterir niteliktedir. İbn Cinnî Arapların bu uygulamasına kıyasla damme ve kesradan fethaya dönmenin câiz olması gerekmez miydi sorusunu sorarak şöyle cevap vermektedir: Damme ile kesra arasında yakınlık ve tenasüp vardır. Fakat damme ile kesra arasındaki bu ilişki onlarla fetha arasında yoktur. Damme ile kesra arasındaki yakınlık nedeniyle Araplar dammeden kesraya meyletmenin külfetine katlanmakla birlikte bunu kerih görmüşlerdir. Bu bakımdan her nekadar

ٌرﻮُﻋْﺬَﻣ

’ ve ‘

ٌرﻮُﻘْـﻨَﻣ

’ örneklerinde damme kesraya meyletmiş olsa da dammenin kesraya meyletmesi

oldukça azdır. Fakat ‘

َﻞﻴِﻗ

’, ‘

َﻊﻴِﺑ

’ ve ‘

َﺾﻴِﻏ

’ kelimelerindeki gibi kesranın dammeye meyletmesi daha çoktur.72F73F73

İbn Cinnî’ye göre Ahfeş el-Evsat ‘

ٌرﻮِﻋْﺬَﻣ ٌرﻮُﻋْﺬَﻣ

’ kelimesindeki vâv’ı i‘lâl etmemek niyetiyle onu salt bir vâv olarak kabul etmiş olabilir. Çünkü Ahfeş’in, i‘lâl ve işmâmda vâv’dan önceki hareke (damme) ile ‘

َﻞﻴُﻗ َﻞﻴِﻗ

’ ve ‘

َﻊﻴُﺑ َﻊﻴِﺑ

’ kelimelerindeki kesranın temekkün etmediği (sabit kalmadığı) ancak ‘

ُﻢَﻟﺎِﻋ ٌﻢ ِﻟﺎَﻋ

’ ve ‘

َمﺎُﻗ َمﺎَﻗ

’ kelimelerindeki fethanın temekkün ettiği görüşünde olduğu zikredilir. Ahfeş’e göre ‘

ٌرﻮُﻋْﺬَﻣ

’daki işmâm, gizli ve hissedilmez olduğu için vâvın i‘lâline güç yetiremezken ‘

ﻢﻟﺎِﻋ

’ ve ‘

مﺎُﻗ

’ sözcüklerinde elif ile ‘

َﻞﻴِﻗ

’ ve ‘

َﺾﻴِﻏ

’ kelimelerinde kesranın i‘lâline güç yetirir. Bu bakımdan Ahfeş ‘

ٌرﻮُﻋْﺬَﻣ

’ ve ‘

ٍرﻮُﺑ ُﻦْﺑِا

kelimelerindeki vâv’ın i‘lâle uğramayıp salt bir vâv olduğunu ifade eder. Ahfeş’in bu görüşünü kuvvetli görüş olarak nitelendiren İbn Cinnî bunun - dammenin kesraya meyletmesinin- aralarındaki yakınlık nedeniyle olduğu, fethanın dammeden uzak olması nedeniyle dammeye yakın olan kesrada câiz olan şeyin fethada câiz olmadığı şeklinde de ifade edilebileceğini belirtir.73F74F74 Dolayısıyla damme ile fetha arasında yakınlık olmadığı için, kesranın dammenin kardeşi olması nedeniye kesra dammeye hamledilmiş ve çoğu yerde dammenin hükümlerine tâbi olmuştur. Nitekim Arapların şu uygulamaları bunu gösterir niteliktedir:

Araplar her ikisinde de gunne özelliği bulunması ve mahreçlerinin ağız boşluğu olması nedeniyle nûn’u mîm’de idgâm etmişlerdir. Sonra da dudak harfleri olmaları nedeniyle vâv’ı mîm’e hamlederek (benzeterek) nûn’u vâv’da idgâm etmişlerdir. Çünkü dudak harfi olması yönüyle vâv mîm’e benzemektedir. Aynı şekilde Araplar yâ’yı vâv’â hamlederek sâkin nûndan sonra yâ geldiğinde nûn’u yâ’da idgâm etmişlerdir. Nitekim, dudak harfi olmamalarına rağmen yâ ve vâv med harfi olmaları yönüyle birbirine benzer. Böylece onlar nûnun yâ’da idgâm edilmesini câiz görmüşlerdir. Buna göre ‘

؟ َﻚَﻌﱠﻣ ْﻦَﻣ

’ ifadesinde nûn mîm’e, ‘

َكَﺪَﻋﱠو ْﻦَﻣ

’ ibaresinde ise nûn vâv’a ve

75[

ُلﻮُﻘﱠـﻳ ْﻦَﻣ ِسﺎﱠﻨﻟا َﻦِﻣَو

]“İnsanlardan bazıları şöyle der” ayetinde de nûn yâ’ya idgâm edilmiştir. Bu

kıyasta sıralama bakımından sâkin nûn’un önce mîm’e sonra vâv’a son olarak yâ’ya idgâm edildiğini ifade edebiliriz.

Böylece Araplar, önce mahreçlerinin dudaktan olması bakımından vâv ile mîm arasında benzerlik kurup vâv’ı mîm’in yerine koyarak sâkin nûn ile mîm arasındaki idgâm ilişkisini sâkin nûn ile vâv arasında da kurmuşlardır. Akabinde de vâv ile yâ arasında med harfleri olmaları açısından

73 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 54.

74 İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb. 1: 54-55.

75 Bakara, 2/8.

Referanslar

Benzer Belgeler

In the present study, postmenopausal patients with a diagnosis of breast cancer who were using anastrozole were compared with treatment-naïve postmenopausal women with breast

maddede yer alığı üzere, eşler şayet mal ortaklığı rejimini kabul etmiş ve bu rejim alacaklıların talebi veya kanun gereği olağanüstü mal rejimi olan mal ayrılığı

Farklı akarsuların ötrofikasyona karşı hassasiyet düzeylerinin aynı olup olmadığını anlamak için bir akarsu ekosisteminde ötrofikasyon oluşumunun nelere

Katılımcılarda dini bilgi düzeyi: Tablo 9 incelendiğinde; araştırmaya katılan katılımcılara ilişkin popüler spor ve dindarlık tutumlarının dini bilgi

Gereç ve Yöntem: 2012 -2019 arası 19 insular tümör olgusu transsilvian ve transkortikal yolla opere edildi .Cerrahi sonrası nörolojik durum, rezeksiyon miktarı, yaşam süresi

In order to develop Taiwanese abundant species and match up the research of biological diversity, the aim of this project was to develop the products of Taiwanese medical plants on

[r]

Finansal tablo denetiminde amaç bilgi kullanıcılarının finansal tablolara duyduğu güveni artırmaktır. Söz konusu amaca, finansal tabloların geçerli finansal