• Sonuç bulunamadı

DİKSİYON VE BEDEN DİLİ Öğr. Gör. Müyesse GOĞÜŞ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "DİKSİYON VE BEDEN DİLİ Öğr. Gör. Müyesse GOĞÜŞ"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DİKSİYON VE BEDEN DİLİ

Medya Ve İletişim Önlisans Programı

Öğr. Gör. Müyesse GOĞÜŞ

(2)

İçİndekİler

1.1. DILIN ÖZELLIKLERI ... 6

1.2. YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DILLERI ... 7

1.2.1. Tek Heceli Diller (Ayrımlı diller) ... 7

1.2.2. Çekimli Diller (Bükümlü Diller) ... 8

1.2.3. Eklemeli Diller (Bitişimli Diller, Bitişken, Bağlantılı Diller) ... 8

1.3. SESIN NITELIKLERI ... 9

1.3.1. Sesin Şiddeti ...10

1.3.2. Sesin Yüksekliği (Perde, Ton) ...10

1.3.3. Sesin Tınısı ...10

1.3.4. Rezonans ...10

1.4. IYI BIR KONUŞMA SESININ ÖZELLIKLERI ...11

1.4.1. İşitilebilirlik ...11

1.4.2. Akıcılık ...11

1.4.3. Açıklık ...11

1.4.4. Esneklik ...11

1.4.5. Kulağa Hoş Geliş ...11

1.5. SES VE SOLUNUM ...12

1.5.1. Nasıl Nefes Alıyoruz? ...12

1.6. SOLUNUM ÇEŞITLERI ...12

1.6.1. Göğüs Solunumu ...13

1.6.2. Diyafram Solunumu ...13

1.7. KAYNAK ...14

İLETİŞİM VE DİL

Öğr. Gör. Müyesse GOĞÜŞ

(3)

Dil insanoğlunun sesini kullanabilme becerisini fark ettikten sonra, ondan yararlanma ge- reksinimini duymasıyla oluşmaya başlamıştır. Zamanla bu gereksinimin sınırları genişlemiş, talepleri artmış, dolayısıyla dili kullanmanın boyutları da gelişmeye başlamıştır. İnsanın yüz- yıllardır ulaşmaya çalıştığı güzellik kavramı yani estetik duygusu, dilde de kendini göstermiş ve yazı dilinin sanatı olan “edebiyat” doğmuştur. (Gürzap;2003:15)

Dil insanların dış dünyayı yorumlama ve anlamlandırmaları için temel bir iletişim aracıdır.

Doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu ortam ile etkileşim halinde bulunan insanın çevresini algılaması ve iletişim kurması dil aracılığıyla gerçekleşir. Dinleme, konuşma, oku- ma, yazma birer dilsel beceridir ve insanoğlu, sahip olduğu bu beceriler doğrultusunda ya- şam evrenini ve toplumsal ilişkilerini sürdürebilir. Böylece insanın dil aracılığıyla kurduğu iletişim, dış dünyayı yorumlayarak bireysel varlıklarının farkına varmasını, bir biyolojik varlık yığını olmaktan kurtulup belli bir kültürün ve toplumun üyesi olmasını (sosyalleşmelerine) ve yaşadığı toplumdaki ilişkilerini düzenlemesini sağlayarak vazgeçilmesi imkânsız bir ya- şamsal zorunluluktur denilebilir (Yalçın, Şengül;2007:749; Sever,1998:51).

İletişim, insanların kendilerini ve yaşamış oldukları dış dünyayı anlama ve yorumlama istek- lerine dayanmaktadır. Konuşan bir varlık olan insanın, konuşma yetisi de düşünebilmesine bağlıdır. Düşünebilme yetisi, insanı amaçlı olarak konuşmaya ve ifade etmeye iter. Duygula- rını, düşüncelerini, çevrelerini anlamlı bir şekilde ifade etme zorunluluğunda olan insan bu durumda iletişim kurma eyleminde bulunur. İnsanın düşüncelerinin ifade etme yollarından en önemlisi dil aracılığıyla gerçekleştirdiği sözlü anlatım biçimidir (Yalçın, Şengül;2007:750).

İnsan; anlama, yorumlama ve paylaşma ihtiyacını kavramlaştırma ve sembolleştirme yete- neği aracılığıyla yapar. Çünkü insan, düşünen ve konuşan bir varlık olma özelliği ile sembol- leştirme ve bu sembolleri de anlamlı dil birlikleri halinde aktarma yeteneğine sahiptir. İnsan bu muhakeme yeteneği sayesinde dış dünyayı algılayarak iletişim kurabilir. İnsanoğlunun muhakeme yeteneğinin aracı dilidir. Çünkü insanlar, kavram, simge ve sembollerle algılar ve daha sonra da algıladıkları şeyleri dil kuralları sayesinde anlamlı iletiler haline getirip karşı tarafa aktarırlar. Dil birçok farklı işaret sistemlerinden oluşan bir dizgedir ve iletişim sürecinin belirleyicisidir. Dilin hatalı kullanımı iletişimi olumsuz etkileyip onun aksamasına neden olurken, onun doğru ve anlamlı bir şekilde kullanımı da iletişimi güçlendirmekte ve etkin kılmaktadır. Bu yüzden etkili bir iletişimin gerçekleştirilebilmesinde dilin doğru ve etkin kullanımı çok önemlidir. Yani bilinçli bir iletişim, ancak ve ancak dilin kurallarının ve işlevlerinin özümsenmesi, bu kural ve işlevlerin de doğru ve amacına uygun bir şekilde kul- lanılması ile mümkündür (Yalçın, Şengül;2007:751).

(4)

Yalçın ve Şengül (2007) dilin iletişim süreci içerisindeki rolünü şu şekilde sıralamışlardır (Yalçın, Şengül;2007:751-760);

Bir İletişim Aracı Olarak Dil:

İletişim, üretilen anlamların paylaşımıdır. Bu süreçte dil anlamın karşı tarafa ulaştırılmasın- da bir araç görevi yapar. Anlamın somutlaşmış hali olan göstergeler aracılığıyla dil, duygu ve düşüncelerin aktarılması işlevini gerçekleştirir. Düşüncenin taşıyıcısı olan dil insanın en değerli özelliğidir. İnsanlar dil aracılığıyla, dünyayı algılayışlarını ve kazanmış oldukları tec- rübeleri paylaşarak sosyal bir varlık haline gelirler.

Sembolize Etme Özelliği İle Dış Dünyanın Algılanmasına Yön Veren Bir Kavram Olarak Dil:

Dil sayesinde içerisinde yaşanılan gerçek dünyanın somut ve soyut özellikleri insanların ta- nımlama alanına girer ve bu alan, insanlara gerçek dünyanın yanında bir de sembolik bir dünya sunar. Bu yönüyle dil insanın evreni algıladığı büyülü bir dünyadır. Dil, dış dünya- da bulunan göndergeleri (gerçek varlıkları) adlandırma yoluyla varlık âlemine kazandırır ve sembolleştirme yoluyla da içselleştirir. Bu da varlıkların dil olmadan varolamayacaklarını göstermektedir. “Dil, dünyayı söze dönüştürme olayıdır ve insanlar bir ‘dil ara dünya’sında yaşamaktadırlar” (Weisgerber:1949)

Düşüncelerin Denetim Altına Alınarak Mantıklı İletilerin Oluşturulmasını ve Anlamlandı- rılmasını Sağlayan Bir Öge Olarak Dil:

İletişimin en önemli aşaması mantıklı ve anlamlı iletiler oluşturabilmektir. Düşünceleri man- tıklı ve anlaşılabilir iletilere dönüştüren ise dildir. Bir ileti oluşturacak olan kaynağın, dili iyi kullanarak, anlatmak, iletmek istediği düşünceyi doğru sembollerle kurması ve iletmesi, dili iyi öğrenmesine bağlıdır.

Dış Dünyanın Ayrıştırılmasına ve Birleştirilmesine Yardımcı Olan Bir Kavram Olarak Dil:

İnsanoğlunun yaşamını çevreleyen dış dünya, bir bütün halinde mevcut olan doğal veya rastlantısal göstergelerle doludur. Bireyin bu bütünlüğü ayrıştırmadan yansıtması imkânsızdır. Dil, bireyin dış dünyaya ait nesne, olay ve kavramları ayrıştırma ve birleştir- mesinde en önemli araçtır. İnsanlar, dünyaya ilk geldiklerinde nesneleri ve bu nesnelerin niteliklerini hemen algılayamazlar. Tek tecrübe ettikleri şey, sesler, renkler, tatlar, kokular ve duyular yoluyla kendilerine ulaşan diğer fenomenlerin muhteşem bir karmaşığıdır. Bu yüzden insanların tecrübelerini bir düzene koymayı, duyu ve izlenimlerini tatmin edici bir model içerisinde gruplara ayırmayı öğrenmeleri gerekir. En uygun gruplara ayırma şekille- rinden birisi dış dünyayı “şeylere” ve “niteliklere” bölmektir. İnsan, iletişim süreci içerisin- de, iletileri oluştururken ya da mevcut olanları anlamlandırmaya çalışırken onları ayrıştırır.

Onun ayrıştırdığı her parça, sözdiziminde cümlenin bir parçasını oluşturur. Bu parçaları art arda getirebilmek için düşüncelerin çözümlenmesi ve bu çözümleme yapılırken de dilin kurallarına uyulması gerekmektedir.

(5)

Kendini Oluşturan Bileşenler Sayesinde İletişime Yön Veren Bir Unsur Olarak Dil:

İletişimin etkin ve anlamlı bir hale gelmesi, dilin kurallarının tam ve bir bütünlük içinde işli- yor olmasına bağlıdır. Kişiler, oluşturmuş oldukları yapay göstergeleri anlamlı iletiler haline getirirken dili oluşturan kurallara uymak zorundadırlar. Dil ve onun kuralları olmadan hiçbir bilgi, duygu ve düşüncenin tam ve anlamlı olarak anlatılamaz. Ancak anlamın oluşmasında dil dizgesinin yanında gönderici kişinin niyeti de önemlidir. Yani anlam, sadece sözün ken- disinde değil, aynı zamanda sözden kastedilende yani sözün sahibinin amacında da aran- malıdır. Amaç doğru olarak anlaşılmadığı takdirde, söz de doğru olarak anlaşılmamış sayılır.

Oluşturduğu İletişim Ortamı Sayesinde İnsanları Sosyalleştirerek Onları Toplumlara Dö- nüştüren Bir Unsur Olarak Dil:

İnsanlar dil aracılığıyla hem kendi iç dünyalarını hem de dünyayı anlamlandırırlar. Böylece hem kendilerinin hem de dünyanın farkına varırlar. Weisgerber’e göre “dil” ‘dünyayı söze dönüştürme’ olayıdır”. Bu yönüyle dil, varlıklarla insan zihnindeki kavramlar arasında bir köprü görevi görerek varlıkların algılanmasına ve adlandırılmasına yardımcı olur. İnsanın dış dünyayı algılayış sebebi onun muhakeme yeteneğine dayanmaktadır. Bu da ancak düşün- celere hükmeden dille olmaktadır. Çünkü dil olmadan insanın etrafında sadece doğal veya rastlantısal göstergeler söz konusu olabilir ve insan, ancak dil yoluyla bu doğal ve rastlantı- sal göstergeleri yapay göstergelere dönüştürerek sembolleştirir ve dış dünyayı içselleştirir.

Böylelikle yaşadığı âlemi sembolik bir âleme, yani kavramlara ve düşüncelere dönüştürür.

Bir insan “düşüncelerini dilde, dil ile, dilin imkânıyla oluşturur ve yine bu düşüncelerini o dilde, o dil ile, o dilin imkânlarıyla başkalarına aktarır” (Akt. Cündioğlu, 1997: 130). İletişimin temeli iletişim kuracak insanların varlığına dayanır. Gönderici ve alıcı olmazsa iletiler oluş- turulamaz ve anlamlandırılamaz. Bu nedenle dilin iletişim kuracak insanları belirlemesi ve onları bir arada tutması hem iletişimi doğurur hem de ona bir süreklilik kazandırır. Bundan dolayıdır ki, dil, milleti millet yapan unsurların başında gelir.

Tabu Olan Kelimelere Örtülü Bir Şekilde İfade Etme İmkânı Kazandırarak İletişime Kolay- lık Sağlayan Bir Unsur Olarak Dil:

Her devirde dilin, olumsuz ve kötü anlamlar taşıyan ya da taşıdığı sanılan ifadeleri varol- muştur. Bu ifadelerin kullanılmasından kaçınıldığı için de örtmece tekniği denilen farklı ifade tarzları geliştirilmiştir. Örtmece, tabu olarak toplumda yerleşmiş olan belli şeylerin anlatımını üstlenmiştir. Dil, bu özelliği sayesinde içte saklı olan düşünceleri ortaya çıkara- rak, insanları ileti dünyasına taşır ve onlara anlatım kolaylığı kazandırır. İnsanların ifade et- mekten kaçındıkları ya da yüzeysel yollarla ifade etmeye çalıştıkları tabu özelliği taşıyan ve kültürden kültüre değişen birçok kullanım vardır. Örneğin, ‘cin’ kelimesinin olduğu gibi telaffuz edildiğinde gerçekten cinlerin geleceğine inanılması, bunun yerine ‘üç harfliler’ ya da ‘iyi saatlerde olsunlar’ gibi ifade tarzlarının kullanılması dilin örtmece tekniğine bir örnek olarak gösterilebilir.

(6)

Sonuç olarak dilin iletişim süreci içerisindeki rolü ve işlevleri üzerine söylenenler özetle- necek olursa, şu çıkarımlarda bulunulabilir:

• Dil, üretilen iletilerin karşı tarafa aktarılmasını sağlayarak karşılıklı bir etkileşim süreci olan iletişimin gerçekleştirilmesinde bir vasıta olur.

• Dil, sembolize etme özelliği ile insanlara dış dünyayı sembolleştirme ve sembollerden de iletiler oluşturma yeteneği kazandırır. Bu yönüyle dil, varlıklarla onların zihinlerdeki kar- şılığı arasında bir köprü kurarak onların varlık âlemine, iletiler dünyasına çıkışını sağlar.

Yani gerçek dünyanın göstergelere dönüştürülmesine vesile olur.

• Dil, düşüncelerin oluşumunu ve denetimini, kuralları doğrultusunda sağlayarak mantıklı iletilerin oluşturulmasına yardımcı olur. Bu da iletişime bilinçli bir yol çizerek düşüncele- rin en iyi şekilde aktarımını sağlar.

• Dil, ayrıştırma özelliği doğrultusunda dış dünyadaki rastlantısal ve doğal göstergeleri çözümleyerek sembolik bir âleme taşır ve bu yolla da onları yapay göstergelere (söz- cüklere) dönüştürür. Yani bütüncül dünyanın parçalara ayrılarak amaca uygun iletilere dönüştürülmesini sağlar. Ayrıca dil, ayrıştırıcı özelliğinin yanında birleştirici (eklemleme) özelliğe de sahiptir. Dil, bu hususiyeti ile de ayrıştırmış olduğu göstergeleri birleştirir.

Daha sonra da onları dizgisellik özelliği sayesinde sıralar ve anlamlı iletilere dönüştürerek aktarıma hazır hâle getirir.

• Dil, kendisini oluşturan (fonetik, morfolojik, sentaks, söz varlığı vb. gibi) bileşenler saye- sinde iletilerin doğru bir şekilde oluşturulmasını ve aktarılmasını sağlar. Örneğin “alaca- ğın olsun” ifadesinin anlamının sadece onun tonuyla belirlenmesi, dilin bileşenlerinden biri olan ses özelliklerinin yani fonetik özelliklerin (ses tonu, tını, rengi, ahengi, ritmi vs.) iletilerin bölümlenmesinde ve biçimlendirilmesinde büyük rol oynadığının ve ifadelere anlam veya anlamlar kazandırdığının bir ispatıdır.

• Dil, insanlara varlıklarını hatırlatır, onları sosyalleştirir ve onlara ortak yaşam alanları suna- rak iletişimi etkin kılacak topluluklar oluşturur. Bu da iletişimi oluşturacak ve geliştirecek insan kitlelerinin oluşumuna ve dolayısıyla da iletişimin sürekliliğine olanak sağlar.

• Dil, yasak ifadeleri (tabuları), örtmece yöntemi ile yeniden ifade etme imkânı sağlayarak iletişime kolay bir anlatım ve anlamlandırma boyutu kazandırır.

1.1. 

DILIN ÖZELLIKLERI

Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır;

Yazı Dili:

Konuşma dilinin yazıya geçirilmiş şekli olarak tanımlanabilir. Yazılı dilin bir geleneği, kendi- ne özgü kuralları, biçimleri vardır. Sözcükleri az çok farklı söylesek de yazıya geçirerek, yazı geleneğine uyarız. Yazı dili yazışmalarda, kitaplarda, eserlerde kullanılan dildir ve kültürü devam ettiren medeniyet dilidir. Ona edebi dil veya ortak dil de denir. Üniversitelerde Türk Dili derslerinin okutulma gerekçelerinden biri de konuşma dilini mümkün olduğu kadar yazı diline yaklaştırarak ortak dille yazmayı ve konuşmayı geliştirmektir.

(7)

Konuşma Dili: günlük hayatta kullanılan canlı bir dildir. Konuşma dili ses tonu ve vurgulara bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Konuşma dilinde bölgesel farklılıklar ağızlar ortaya çıka- bilir. Dil coğrafi, tarihi, sosyal ve başka sebeplerle de farklılıklar gösterip ana dilden ayrıla- bilir.

Lehçe:

Bir dilin, tarihî gelişim sürecinde, bilinen dönemlerden önce o dilden ayrılmış ve farklı bi- çimde gelişmiş kolları. Örneğin Türkçe bir dil ancak Türkçe’nin bir çok lehçesi yada çeşidi vardır; Türkiye Türkçesi, Azeri Türkçesi, Uygur Türkçesi gibi. Yani Lehçe uluslararası bir fark- lılıktır.

Şive:

Metinlerle takip edilebilen dönemde ayrılan ve lehçeye göre daha az sesbilgisi ve şekilbilgi- si farklılıkları gösteren koludur.

Ağız:

Bir şive, bir yazı dili alanı içinde mevcut olan farklı konuşma biçimleridir. (Elazığ, Aydın, Trabzon ağzı gibi) (Buran, Alkaya; 2011: 25).

1.2. 

YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DILLERI

Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir:

1.2.1. Tek Heceli Diller (Ayrımlı diller)

Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir. Kelimelerin çekimli şekilleri yoktur, yani daima kök durumundadır. Cümle çekimsiz kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Cümlenin anlamı genellikle kelimelerin sıralanışından anlaşılır. Konuşmada ise birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Çin ve Tibet dil- leri bu gruba girer.

Tek Heceli Dillerin Özellikleri

• Sözcükler tek heceden oluşur.

• Yapım ve çekim eki yoktur.

• Sözcükler, cümlede kullanıldıkları yere ve başka sözcüklerle ilişkisine göre anlam kazanır;bir sözcük cümledeki yerine göre pekçok anlam kazanabilir.

• Çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır.

• Aynı sözcük yerine göre isim, sıfat, edat veya eylem gibi farklı görevlerde kullanılabilir.

• Çince ile Vietnam dili, bazı Himalaya ve Afrika dilleri ile Avrupa’da Bask dili bu gruba gi- rer.

(8)

1.2.2. Çekimli Diller (Bükümlü Diller)

Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hale gelir. Ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gös- teren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalırlar. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girerler.

Çekimli Dillerin Özellikleri

• Çekimli dillerde de kök ve ek kavramları vardır.

• Ön-ek, iç-ek, son-ek kavramları vardır; ekler sözcülerin önüne, ortasına veya sonuna ge- lebilir,

• Bu dillerde kökler ünsüzlerden oluşur ve çekim sırasında görülen değişikliklerle yeni söz- cükler ortaya çıkar.

• Yeni sözcükler türetilirken veya çekim yapılırken sözcük kökünde değişiklikler olur ve bazen kök tanınmayacak hale gelir.

• Hint - Avrupa dilleri (Almanca, Fransızca, Farsça, Hintçe) ile Arapça çekimli diller grubuna girer.

1.2.3. Eklemeli Diller (Bitişimli Diller, Bitişken, Bağlantılı Diller)

Bu dillerde isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimelerin teşkilinde kök değişmez. Kökün önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi gerçekleştirilir. Ural-Altay dilleri bu gruba girer. Türkçemiz sondan eklemeli bir dildir: göz-le-m-ci gel-ecek-ler-miş Eklemeli (Bitişken) Dillerin Özellikleri

• Köklere yapım ekleri ve çekim ekleri eklenir.

• Köke getirilen yapım ekleri ile yeni sözcükler türetilir.

• Yeni sözcükler türetilirken kök değişmez.

• Köklerin önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek sözcük yapımı veya çekimi gerçek- leştirilir.

• Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince bu gruba girer.

• Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir ve sondan eklemeli bir dildir: kitap-lık, sev-gi, insan-lar...

İnsan kulağının duyabildiği titreşimlerin genel adı sestir. Diksiyon açısından ele alındığında ise duyulabilen her titreşim ses olarak tanımlanmaz. Örneğin; gürültü de bir ses olarak ta- nımlanmasına rağmen konuşma eylemi olarak kabul edilmez. Diksiyon konuşmak amacıyla oluşturarak çıkardığımız düzenli titreşimleri ses olarak kabul eder.

Ses Bilgisi (Fonetik) ise; herhangi bir dilin konuşma seslerinin oluşması, aktarılması ve algı- lanmasıdır.

(9)

Ses Bilimi (Fonoloji); konuşma sesleriyle ilgili, çeşitli dillerdeki temel ilkelerin ve farklılaşma- ların algılanmasıdır.

Ses bilimi konuşurken çıkarılan sesleri, bu seslerin geçirdikleri evrimi inceleyen ve bu sesle- rin o dilde doğru çıkışını öğreten bir bilim dalıdır.

Ses, akciğerden gelen havanın gırtlakta bulunan ses tellerine çarparak, ses tellerini titret- mesi, sesin tonlanması ve geniz, burun, ağız boşluğu, damak, dişler ve diş etlerinde biçim- lenerek konuşmayı sağlayan seslerin oluşumuyla ortaya çıkar.

Ses, bireysel ve kitlesel iletişimin en önemli araçlarındandır. Duruşumuz, hareketlerimiz, giy- silerimiz gibi birçok etken kişiliğimiz hakkında çevremizdekilere bir fikir vermesine rağmen;

duygu, düşünce ve dileklerimizi en kısa, etkili ve en doğru biçimde sesimizle ifade ederiz.

Sözcük dağarcığımız ve seçtiğimiz sözcükler de kişiliğimiz hakkında önemli ip uçları verir.

Bu nedenle sesimiz ne kadar doğru kullanılır, ne kadar duyarlı ve etkili bir hale getirilirse, niyetlerimiz de o kadar doğru bir biçimde aktarılacaktır.

Ses kişiliğin güçlü bir ifadesidir. Birçok şeyi maskelediği gibi birçok şeyi de açığa vurur, ele verir. Konuşmamızdan yola çıkarak bir yerlere yerleştiriliriz, eğitimli miyiz, eğitimsiz mi; ken- dimize güveniyor muyuz, tereddüt içinde miyiz; güçlü müyüz, güçsüz müyüz; kentli miyiz yoksa kırda mı büyümüşüz; akıllı mıyız, değil miyiz gibi, hakkımızda ani hükümler verilir. Ses tıpkı parmak izi gibi tüm yaşamımıza damga vurur ve başkaları tarafından sesimizle tanınır hale geliriz. Ses, geçmişimizin bir yan ürünü ve dışavurumudur.

Herkesin sesinin karakteristiğini belirleyen bir ses rengi mevcuttur. Ağız ve burun biçimi, boynun uzunluğu ve genişliği, geniz boşluğunun genişliği sesin rengini oluşturur. Ses rengi ses tellerinin yapısı ve titreşim sayısı ile ilgilidir.

Hayatın her alnında bilinçli olmak başarıyı da berberinde getirir. Sesinin özelliklerini tanıyan insan konuşmalarını başarılı ve doğru bir biçimde yapabilir. Sesleriyle ünlü kişiler ancak ses renklerine ve ses aralıklarına uygun çalışmaların içine girerek başarı yakalamışlardır. Bunun için ise sesin niteliklerini bilmek ve kullanmak önemlidir.

1.3. 

SESIN NITELIKLERI

Her insanın sesi bir diğerinden farklıdır. Diksiyon eğitiminde başarılı olabilmek için kendi ses kapasitemizin ve sesimizin niteliklerinin farkında olmamız gerekir.

Sesin niteliklerini üç başlık altında toplayabiliriz.

(10)

1.3.1. Sesin Şiddeti

Sesin kulağa yaptığı etkinin büyüklüğü olarak da tanımlanabilir. Sesin şiddeti yaptığımız so- lunumun gücüyle ilgilidir. Akciğerlerimizde ne kadar çok hava biriktirilebiliyor ve bu havayı kaslarımızı da kullanarak ne kadar fazla basınçla dışarıya verebiliyorsak, sesimiz de o kadar şiddetli çıkacaktır. Normal şartlar altında sesimizin şiddetinin rahatlıkla işitilebilir seviyede olması yeterlidir. Ancak bulunulan ortama göre ( açık hava, konferans salonu, küçük bir oda ) ses perdesinde ve soluk baskısında yapılacak değişikliklerle sesin şiddeti ayarlanabilir.

1.3.2. Sesin Yüksekliği (Perde, Ton)

Ses perdesi ses tellerinin uzunluğu ile yakından ilgilidir. Kadınların ses telleri erkeklerinkin- den kısa olduğundan daha çok titreşir ve sesleri tiz çıkar. Ses yüksekliği, kalın sesleri ince seslerden ayırt etmemizi sağlayan bir özelliktir.

Sesleri yükseklik bakımından üç bölgede inceleyebiliriz.

Tiz Ses: Ses yüksekliği fazla olan seslere tiz ses denir. İnce tonda perdelenen seslerdir. Gün- lük yaşamda zaman zaman konuşmalarımızı tiz perdeye doğru kaydırsak da sürekli bu ton- da konuşulması, istenmeyen bir durumdur. Tiz sesler uzaktan rahat duyulur ancak süreklili- ği rahatsız eder.

Orta Ses: Konuşma sesi için ideal olan perdedir. Bu perde esnek ve güçlüdür, sesin bükümlü kullanılması için uygundur. Konuşurken akışa göre sesimizi tiz, orta ya da pes kullanabiliriz.

Pes Ses: Ses yüksekliği az olan seslere pes ses denir.

1.3.3. Sesin Tınısı

Sesin rengidir. Sesin kalitesini ve güzelliğini genellikle baş ve göğüs bölgesinde bulunan tınılayıcı boşluklar belirler. Bu boşluklar boğaz, burun boşlukları, ağız ve göğüs boşluğudur.

Sesin güzel ve ahenkli olması bu boşlukların açık olmasına bağlıdır. Tını sese zenginlik katar.

Tınılı ses ahenkle dalgalanan sestir.

1.3.4. Rezonans

İnsan sesinin esnek ve dilediğimiz biçimde kullanılabilen ses kaynağı, ses telleri olarak ad- landırılan titreşim aygıtlarıdır. Bunlar konuşma sırasında arzu edilen perdeyi ve tınıyı üret- mek üzere isteğe bağlı olarak, kalınlık ve uzunluk açısından değiştirebileceğimiz, yönlen- direbileceğimiz aygıtlardır. Sesin en iyi rezonatörleri yutak, ağız, burun gibi boşluklardır.

Ancak göğüs kafesinin kemikli yapısı, omurlar, elmacık kemikleri, çene kemiği, akustik açı- dan güçlü sinüs boşlukları ve kafatası da titreşimlerin çoğalmasına katkıda bulunurlar.

(11)

1.4. 

IYI BIR KONUŞMA SESININ ÖZELLIKLERI

Solunum ve ses organlarında doğuştan getirilen ya da çeşitli nedenlerle sonradan ortaya çıkan bazı hastalıklar eksiklikler yoksa aslında her ses, iyi bir konuşma sesi özelliği taşır veya doğru yönlendirmelerle bu özelliğe kavuşabilir. Hatta yöresel ağız özellikleri taşıyan kişiler bile dikkatli bir çalışma sonucu seslerini geliştirmede başarılı olabilirler.

1.4.1. İşitilebilirlik

Konuştuklarınız işitilemiyorsa karşınızdakilerle iletişim kuramazsınız. Konuşma ilişkisinde kişinin karşısındakine sesini duyurabilmesi temel şarttır. Konuşmacı sesinin şiddet ve yük- sekliğini bulunulan ortama göre ayarlamak zorundadır. İyi bir ses, dinleyicilerin rahatlıkla işitebildiği sestir. Ancak bağırmak, konuşmaya güç katmaz. Sesin denetimli, kararlı, güçlü olması yeterlidir. Kolaylıkla işitilemeyen bir ses, dinleyicilerin ilgisini dağıtacak, düşüncele- rin vurgulanması ve konuşmanın ilginç hale getirilmesini zorlaştıracaktır. Bu anlamda, sesin şiddetinin zaman zaman değiştirilmesi önemlidir.

1.4.2. Akıcılık

Akıcılık konuşmanın hızını ifade eder. Dinleyenlerin algılamakta zorluk çekmeyecekleri bir hızda, yumuşak tonda (bağırmadan, fısıldamadan) vurgu hataları yapmadan, sözcükleri yu- varlamadan konuşmak akıcılığı sağlar. Akıcılık, aynı zamanda sözcüklerin birbirleriyle uyum- lu olarak söyleniş durumudur. Duygu ve düşüncelerimizi konuşma yoluyla karşımızdakilere aktarırken sözcüklerin birbirleriyle uyumuna dikkat etmek gerekir. Konuşmanın akıcılığında konuşma hızının iyi düzenlenememesi yanlış soluk alıp verme, vurgulamaları yerinde yap- mama akıcılığı engelleyen etmelerdendir.

1.4.3. Açıklık

Sözcüklerin belirgin bir biçimde doğru olarak algılanmasına özen gösterilmesini ifade eder..

Sesleri yutarak veya yuvarlayarak çıkarmak yanlış anlaşılmalara sebep olur. Güven aşılayıcı, konuya hakim, kararlı bir sesle konuşmak akıcılığı sağlar.

1.4.4. Esneklik

Sesimizi kullanırken tekdüzelikten kaçınmalıyız. Monoton bir ses sıkıcıdır ve ilgiyi dağıtır.

Yapacağımız tonlama, hız değişiklikleri ve vurgularla sesimize esneklik kazandırabiliriz. Tek- düzelik konuşmacıyı etkili olmaktan alıkoyan en büyük engeldir. Esnek ses, tekdüzelikten uzaktır. Konuşmaların tekdüzelikten kurtulması için, duygu ve düşüncelerin değişimine göre sesin de değişmesi önemlidir. Dinleyici, yükselip alçalarak dalgalanan bir sesle yapılan konuşmayı daha rahat dinler.

1.4.5. Kulağa Hoş Geliş

Genizden gelen hırıltılı veya burundan gelen hım hım bir ses kimsenin hoşuna gitmez. Doğ- ru nefes alıp verebiliyorsak, pürüzsüz bir ses çıkarıp, bu sesi yerinde vurgularla güzel bir

(12)

ses zorlanmadan çıkan sestir. Bir ses rahatlıkla işitilebiliyorsa, kolaylıkla izlenebilen bir hızla konuşulabiliyorsa, ses tonu o derece anlam kazanarak, hoşa giden bir ses haline gelebilir Sesle kişilik arasında bir ilişki olduğu iddia edilir. Bazen bir kişiyi görmeden sadece sesini duyarak kişiliği ile ilgili tahminlerde bulunabiliriz. Kadın mı-erkek mi; üzgün mü-sevinçli mi; çocuk mu-yetişkin mi; kendine güvenen bir kişi mi- yoksa ürkek, çekingen biri mi gibi tahminlerle kişi hakkında bazı yargılara varabiliriz. Bazen meslek tahminlerinde, eğitim du- rumu hakkında, yaşadığı bölge hakkında yine sesin kullanımına göre tahminlerde buluna- biliriz. Eğer karşımızdaki kişilerde olumlu izlenim bırakmak istiyorsak sesimizi nasıl kullana- bileceğimizi öğrenmek önemlidir.

1.5. 

SES VE SOLUNUM

Ses organları karın boşluğundan, burun ve dudaklara doğru mükemmel bir uyum ve sırala- ma ile çalışarak sesin çıkmasını sağlarlar. Bu organlar sırasıyla: diyafram-akciğerler-gırtlak- ses kirişleri-burun-geniz-damak-diş etleri-dişler ve dudaklardır. Bu organlar aynı zamanda solunum organlarıdır.

Güçlü ve etkili bir sese sahip olabilmek için solunum mekanizmasının doğru ve kontrollü kullanılmasını bilmek gerekir. Doğru soluk alarak çıkarılacak güçlü ve etkili bir ses ile birlikte sözcüklere ve cümlelere hakim olarak etkili bir konuşma yapılabilir.

1.5.1. Nasıl Nefes Alıyoruz?

Bel kasları ve diyaframın enerjik hareketleri ile ciğerlerimize dolan hava, alveol denilen hava keseciklerini şişirir. Bu sırada kan oksijenle etkileşir ve oksijen kana geçer. Kan bu oksijenle beslenir ve vücut faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan karbonmonoksit gazı, karbondiokside dönüşerek yine nefes yoluyla dışarı atılır ve kan temizlenmiş olur.

Ses ise ciğerlerimizden diyafram etkisiyle boşalmaya başlayan havanın ses tellerine çarpıp onları titretmesi ile gerçekleşir. Sesin gücü ve kalitesi ciğerlerimizden yükselip ses tellerini titreten havanın şiddetine ve kapasitesine bağlıdır.

Soluk alırken ciğerlerimiz genişler, soluk verirken de büzülür. Konuşma soluk verirken ger- çekleşen bir harekettir. Sesimizin güçlü ve etkili olabilmesi için soluğumuzun güçlü ve kont- rollü olması gerekir. Konuşmanın güzel olmasını sağlayan unsurlardan en önemlisi doğru soluk almayı ve konuşurken soluk çıkışını kontrol edip nefesi idareli kullanmayı bilmektir.

Bunun için de doğru solunumu öğrenmek gerekir.

1.6. 

SOLUNUM ÇEŞITLERI

Akciğerlerimiz diyaframın esnekliği sayesinde aşağı doğru genişleyebilir. Diyafram, göğüs

(13)

boşluğunu karın boşluğundan ayıran kasa verilen isimdir. Bu organ göğüs kafesine bağlıdır ve solumda görev alır. Soluk aldığımızda kasılır ve düzleşir, göğüs boşluğunun hacmi artar, iç basınç düşer ve akciğerlere hava dolar. Nefes verdiğimizde gevşer ve kubbeleşir. Bebekler dünyaya gelişlerinde ciğerlerine ilk kez hava doldurarak çığlık atarlar bu, diyafram kasının yüksek kapasitede kullanabileceğinin bir göstergesidir. Bebeklerin nefes alırken karınlarının yükseldiğini, nefes verirken de içeri doğru hareketlendiğini görürüz. Yıllar geçtikçe diyaf- ram kasını yanlış kullanmak ya da hiç kullanmamak bu özelliğin kaybolmasına neden olur.

1.6.1. Göğüs Solunumu

Ciğerlerin üst kısmı ile yapılan solunumdur. Nefes alırken omuzlar hareket eder, ciğerlerin üst kısmı genişler, vücuda gerekli olan oksijen yeterince alınamaz. Diyafram aşağı doğru inmediği için ciğerler genişlemez.

Ciğerlere yeterli oksijen alınamadığı için konuşma olumsuz etkilenir. Güçlü, etkili ve güzel bir konuşma yapılamaz.

1.6.2. Diyafram Solunumu

Akciğerlerin tam kapasite doldurulmasıyla yapılan bu solunumda, diyafram hareketli olduğu ve körük gibi açılıp kapandığı için güçlüdür. Diyafram doğru kullanılabildiğinde, karın boşlu- ğu mümkün olan en alt bölgeden genişletilerek akciğerlerin normal şartlarda kullanılmayan alt bölgeleri de devreye sokulur ve akciğerlerin yukarıya doğru değil, aşağıya doğru genişle- mesi sağlanır. Bu sırada omurga kaslarıyla boyun kasları da diyaframa yardımcı olurlar.

Diyafram nefesinde, diyafram kubbelenip düzleşerek, havayı düzeni bir şekilde boşaltır. Bu ritmik hareketi kontrol etmek için, ayakta bir elin avucunu göğsün üst kısmına, diğerini de alt tarafına dayamalıdır. Böylece, diyafram bölgesindeki avucun, hava basıncı ile dışarı doğ- ru itildiği hissedilmelidir.

Bir çiçeği koklarken, hayret ve korku anında, yatarken alınan nefes, doğal diyafram nefesidir.

Diyafram nefesi alınırken omuzlar yukarı kaldırılmamalı ve göğüste gözle görülür bir hare- ket olmamalıdır.

https://www.youtube.com/watch?v=jnYyvLAatGs

(14)

1.7. 

KAYNAK

• Suner, L. (2004). “Ses ve Oyuncu”. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. Sayı: 18.

• Okur, S. (2008). Diksiyon. Lamia Yayınları, İstanbul.

• Akbayır, S. (2005). Dil Ve Diksiyon. Akçağ Yayınları, Ankara.

• Buran, A., Alkaya, E. (2011). Çağdaş Türk Yazı Dilleri-l. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.

• Gürzap, C.(2003). Konuşan İnsan. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

• Sever, S. (1998). “Dil Ve İletişim”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi.c:31, S:1

• Yalçın, K.S., Şengül, M.(2007). Dilin İletişim Süreci İçerisindeki Rolü Ve İşlevleri. Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları Volume 2/2 Spring

(15)
(16)

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu olumsuz yönleriyle doğal kurutma birçok gıda için uygun ve yeterli bir yöntem değildir (Soysal 2004)... Doğal ve

“installing software on this machine is really very painfull ” gibi bir cümlenin duygu skoru, “installing software on this machine is really very painfull indeed” ifadesine

aparine mücadelesinde yoğun olarak kullanılan ALS inhibitörü herbisitlere karşı etkisizlik durumunun söz konusu olduğuna dair son zamanlarda gelen çiftçi

“Bu camiyi Gül Baban›n Türbesi olarak niteleyen bilgilere karfl›t olarak Os- manl› tarihi yazar› sayg›de¤er Joseph von Hammer kararl› olarak ve tekrar tekrar Dervifl

BDD yaklaşımı faydalı olmasına rağmen, birçok test mühendisinin yorumlarına göre [9, 10], BDD’nin üç-kelime yapısı bazı durumlarda sınırlayıcı olabilmekte

Bu nedenle de yapay kornea, eğer hasta sürekli doğal korneayı reddediyorsa ya da böylesi bir nakil için uygun değilse, kısacası son çare olarak, yeğleniyor..

İlköğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 Temel Eser listesinde yer alan Türk yazarlara ait eserlerde kullanılan deyimler ve atasözlerinin kullanım sıklığı

Kısacası, öğrenme ve dil edinimini yoğun veri akışına bağlayan istatistiksel öğrenme kuramı, çocukların örtük veya doğrudan uyaranlardan elde