• Sonuç bulunamadı

ANAYASA MAHKEMESİ KARAR. İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN :Emirgazi Asliye Ceza Mahkemesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ANAYASA MAHKEMESİ KARAR. İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN :Emirgazi Asliye Ceza Mahkemesi"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANAYASA MAHKEMESİ KARAR Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2003/64 Karar Sayısı : 2006/90 Karar Günü : 27.9.2006

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN :Emirgazi Asliye Ceza Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 1.3.1926 günlü, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3038 sayılı Yasa ile değiştirilen 276. maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I - OLAY

Yedieminlik yükümlülüğüne uymama suçundan açılan davada, 765 sayılı Yasa’nın 276.

maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

II - İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“Uygulanması gereken madde, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Cürümler”i düzenleyen İkinci Kitabının, “Devlet İdaresi Aleyhinde İşlenen Cürümler” başlıklı Üçüncü Babının, “Mühür Fekki ve Hükümetin Muhafazasında Bulunan Eşyayı Çalmak” başlıklı Onuncu Faslı içinde yer almaktadır.

276 ncı maddenin metni şöyledir;

“Bir kimse muhafaza edilmek üzere kendisine resmen teslim olunan merhun veya mahcuz veya her hangi bir sebeple vaz’ıyed edilmiş olan malları kendisinin veya başkasının menfaati için saklar, sahibine veya başkalarına verir veya tebdil veya lazım gelenlere teslimden imtina ederse üç aydan iki seneye kadar hapis ve otuz liradan üç yüz liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.

Eğer suçlu merhun veya mahcuz veya her hangi bir sebeple vaz’ıyed edilmiş olan eşyanın sahibi ise verilecek ceza bir seneye kadar hapis ve on liradan yüz elli liraya kadar ağır para cezasıdır.

Eğer cürüm muhafızın ihmalinden veya tedbirsizliğinden ileri gelmiş ise muhafız hakkında beş liradan yüz liraya kadar ağır para cezası hükmolunur.

Eğer eşyanın kıymeti az ise veya cürmün faili eşyayı veya bedelini takibata başlamazdan evvel geri verirse ceza altıda birden üçte bire kadar indirilir.”

Görüldüğü gibi maddenin birinci fıkrası suçun maddi unsurlarını ve cezasını tayin etmiş, ikinci fıkra ise failin “eşyanın sahibi” olması halini bir ceza indirimi sebebi olarak görmüştür.

Madde anlatımı ve kanunda bulunduğu yer itibariyle, devletin meşru güçlerine karşı gelinmesinin önlenmesi ve devlet otoritesinin sağlanmasını amaçlamaktadır.

Fakat kanun koyucu ikinci fıkra hükmü ile yedieminin, malının elinden çıkması yönündeki haksız ve materyalist içgüdüsünü korumaktadır.

Böylelikle aynı suçu işleyen kişiler arasında sırf yedieminin, yedieminlik konusu malın sahibi olup olmaması kriteri esas alınarak eşitsizlik yaratılmaktadır. Bunun da 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10 uncu maddesine aykırı olabileceği düşünülmüştür.

(2)

Anayasa’nın 10 uncu maddesi şu şekildedir:

“Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Anayasa Mahkemesi’nin 26.05.1998 gün ve 1997/32 E., 1998/25 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi, çağdaş demokratik toplumlar, içgüdüleri ile hareket eden bireyler yerine eğitilmiş, yasalara saygılı özgür bireylerden oluşur. Eğitim ve ceza tehdidiyle bastırılması gereken kimi içgüdülerin indirim nedeni sayılması çağdaş demokratik toplum gereğiyle bağdaşmaz.

Öte yandan bu hüküm mal sahibi yedieminin, bu yükümlülüğü ihlal etmesi halinde, malın sahibi olmayan emsallerine göre ödüllendirmesi sonucunu doğurmaktadır. Mal sahibi olmayan yedieminlere nazaran mal üzerindeki hakimiyetini daha kolay sürdüren, maldan yararlanmaya devam eden, süreç içinde malın semerelerinden istifade eden mal sahibi yedieminin, istendiğinde malı teslimden kaçınması ve bu nedenle cezasının 3 ay hapis olarak değil de, 7 gün hapis olarak belirlenmesi adalet duygusunu rencide etmektedir.

Belirtmek gerekir ki, 4421 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra TCK’nun 19 uncu maddesi çerçevesinde söz konusu birinci ve ikinci fıkralar arasında para cezalarına ilişkin olarak fark kalmamıştır.

Mal sahibi olmayan yedieminin mahcuz veya merhun malı herhangi bir kayıp duygusu taşımadan teslim edebileceği düşüncesi, bu ayrıcalığın dayandığı haklı bir neden olarak ileri sürülebilir. Ancak, özellikle uygulamada borçlu yakınlarının (genellikle eş ve çocuklarının) yediemin tayin edildiği ve bunların da borçlunun etkisiyle mahcuzları satış yerine getiremeyerek ceza aldığı; fakat kötüye kullandığı otoritesiyle hem malını kurtaran ve hem de ceza almayan borçluların varlığı da adalet duygusunu ve eşitlik anlayışını zedeleyen diğer bir husustur.

Bu itibarla, TCK’nun 276 ncı maddesinin ikinci fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesi nezdinde itiraz yoluna gidilmesine ilişkin aşağıdaki karar verilmiştir.

KARAR

Türk Ceza Kanunu’nun 276 ncı maddesinin ikinci fıkrasının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10 uncu maddesinde düzenlenen “eşitlik ilkesi”ne aykırı olabileceği konusunda mahkememizde ciddi bir vicdani kanı oluşmakla, Anayasa’nın 152/I maddesi gereğince Türk Ceza Kanunu’nun 276 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki: “Eğer suçlu merhun veya mahcuz veya herhangi bir sebeple vaz’ıyed edilmiş olan eşyanın sahibi ise verilecek ceza bir seneye kadar hapis ve on liradan yüz elli liraya kadar ağır para cezasıdır” hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına,”

III - YASA METİNLERİ

A - İtiraz Konusu Yasa Kuralı

765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3038 sayılı Yasa ile değiştirilen 276. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

“Eğer suçlu merhun veya mahcuz veya herhangi bir sebeple vaz’ıyed edilmiş olan eşyanın sahibi ise verilecek ceza bir seneye kadar hapis ve on liradan yüzelli liraya kadar ağır para cezasıdır.”

(3)

B - Dayanılan Anayasa Kuralı

Başvuru kararında Anayasa’nın 10. maddesine dayanılmıştır.

IV - İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, Samia AKBULUT, Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI, Ali HÜNER, Fulya KANTARCIOĞLU, Ertuğrul ERSOY, Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN ve Mehmet ERTEN’in katılmalarıyla 2.7.2003 günü yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.

V - ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralı ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Suçun işlendiği tarihten sonra 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmiştir. 765 sayılı Yasa’nın 276. maddesinde düzenlenen suç, 5237 sayılı Yasa’nın 289. maddesinde düzenlenmiştir.

765 sayılı Yasa’nın 2. maddesinin ikinci fıkrası ile, 5237 sayılı Yasa’nın 7. maddesinin ikinci fıkrasında, suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan yasa ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan yasa hükmünün uygulanacağı öngörülmüştür.

5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uyguluma Şekli Hakkında Kanun’un 9.maddesinin üçüncü fıkrası hükmü uyarınca yapılan karşılaştırma sonunda hükmedilecek cezalar yönünden 765 sayılı Yasa’nın 276.maddesinin sanık lehine olduğu saptanmıştır.

Başvuru kararında, 765 sayılı Yasa’nın 3038 sayılı Yasa ile değiştirilen 276.maddesinin ikinci fıkrası hükmüyle yedieminin, malının elinden çıkmaması yönündeki sahiplik içgüdüsü korunarak aynı suçu işleyen kişiler arasında eşitsizlik yaratıldığı, bunun Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Yasa’nın 276. maddesinde, güveni kötüye kullanma suçunun özel bir şekli olan yedieminlik yükümlülüğüne uymama eylemi suç olarak kabul edilmiş, itiraz konusu ikinci fıkrasında da, yedieminlik yükümlülüğüne uymayan kişinin eşyanın sahibi olması halinde daha az ceza ile cezalandırılması öngörülmüştür.

Anayasa’nın 10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

denilmektedir. Bu ilke, aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını, ayrıcılıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme eşitliğe aykırılık oluşturur. Anayasa’nın amaçladığı eşitlik, mutlak ve eylemli eşitlik değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz.

276. maddeye göre yediemin olarak görevlendirilen, eşyanın sahibi ile üçüncü şahıslar aynı hukuksal konumda değildirler. Üçüncü Şahısların haczedilen, rehnedilen veya herhangi bir suretle el konulan eşya ile eşyanın sahibi olma gibi maddi ve manevi bağları bulunmamaktadır.

Bu nedenle hukuksal durumları aynı olmayan eşyanın sahibi yediemin ile diğer yedieminlerin aynı suçu işlemelerine rağmen haklarında farklı ceza uygulanmasında eşitlik ilkesine aykırılık yoktur.

(4)

Açıklanan nedenlerle, kural Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.

Fulya KANTARCIOĞLU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

VI - SONUÇ

1.3.1926 günlü, 765 sayılı “Türk Ceza Kanunu”nun 3038 sayılı Yasa ile değiştirilen 276.

maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 27.9.2006 gününde karar verildi.

Başkan Tülay TUĞCU

Başkanvekili Haşim KILIÇ

Üye Sacit ADALI

Üye Fulya KANTARCIOĞLU

Üye

Ahmet AKYALÇIN

Üye Mehmet ERTEN

Üye

Mustafa YILDIRIM Üye

Cafer ŞAT Üye

Ali GÜZEL Üye

Şevket APALAK Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

KARŞIOY GEREKÇESİ

765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 276. maddesinin ilk fıkrasında “Bir kimse muhafaza edilmek üzere kendisine resmen teslim olunan merhun veya mahcuz veya herhangi bir sebeple vaz’ıyed edilmiş olan malları kendisinin veya başkasının menfaati için saklar, sahibine veya başkalarına verir veya tebdil veya lâzım gelenlere teslimden imtina ederse üç aydan iki seneye kadar hapis ve otuz liradan üç yüz liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır”denilmiş, itiraz konusu ikinci fıkrada ise “eşyanın sahibi olma” hali indirim nedeni kabul edilerek, eğer suçlu merhun veya mahcuz veya herhangi bir sebeple vaz’ıyed edilmiş olan eşyanın sahibi ise verilecek cezanın bir seneye kadar hapis ve on liradan yüz elli liraya kadar ağır para cezası olduğu belirtilmiştir. Bu madde ile tanımlanan suçun, güveni kötüye kullanma suçunun özel bir şekli olduğu görülmektedir. Yediemin olarak görevini kötüye kullanan kişinin eylemi, kamu otoritesini korumak amacıyla suç kabul edilirken suç konusu eşya ile fail arasındaki “sahip”lik ilişkisi, önemli görülerek cezanın indirim nedeni kabul edilmektedir.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer verilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan bu hakları koruyup, güçlendiren, tüm faaliyetlerinde hukukun üstünlüğünü etkili ve egemen kılan, eylem ve işlemleri yargısal denetime bağlı tutulabilen devlettir. Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesinin de hukuk devletindeki yeri tartışılamaz. Bu bağlamda, herkes yasalar önünde eşittir; hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

İtiraz konusu kuralla failin, eşyanın “sahip”i olmasının indirim nedeni kabul edilmesi, onu diğer yedieminlere göre imtiyazlı duruma getirirken alacaklının da hukukun koruması altındaki haklarına ulaşmasını yeterli güvenceden yoksun bırakmaktadır.

(5)

Hukuk devletinde alacaklının haklarının gerektiğinde ceza tehdidiyle korunması öngörülmüşse bu süreçte, eşyanın sahibi olan yediemine, yasal yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde sadece “sahip”lik sıfatı nedeniyle aynı durumdaki diğer yedieminlere göre daha az ceza verilerek ayrıcalık tanınması kabul edilemez.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığı yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye

Fulya KANTARCIOĞLU

KARŞIOY YAZISI

Muhafaza edilmek üzere kendisine resmen teslim olunan rehin veya haczedilmiş veya herhangi bir sebeple el konmuş olan malları kendisinin veya başkasının menfaati için saklamak, sahibine veya başkalarına vermek veya tebdil veya lazım gelenlere teslimden imtina etmek suretiyle 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nun 276. maddesinde kayıtlı suçu işleyen kişinin, bahse konu eşyanın sahibi olması halinde ceza indiriminden yararlanmasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılığı savıyla Emirgazi Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan itirazı reddeden çoğunluk kararına aşağıdaki nedenlerle katılmamaktayım:

A) Anayasa’nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayılanların hangi tür ve ölçüde yaptırımlara bağlanması gerektiği, hangi durum ve davranışların ağırlaştırıcı veya hafifletici neden olarak kabul edileceği hususları, kuşkusuz, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. Ne var ki itiraz konusu kural incelendiğinde, yedieminlik görevini kötüye kullanma suretiyle oluşan bu suçun failine verilecek cezanın, failin bizzat malın sahibi olması durumunda indirime tabi tutulmasında hukukun genel ilkelerine ve Anayasa hükümlerine uyarlık bulunmadığı görülmektedir. Şöyle ki:

İkibin yıl öncesinden günümüze intikal eden bir Roma Hukuku özdeyişine göre Hukuk, vatandaşlardan şunu bekler: dürüst yaşamak (honeste vivere), başkasına zarar vermemek (alterum non laedere), herkese hakkı olanı teslim etmek (suum quique tribuere). İnceleme konusu olan cezai indirimi kuralına göre avantaj tanınan mal sahibi ise, öncelikle, malı olduğu ve bu malı satsa idi borcu tamamen veya kısmen ödeyebilme olanağı bulunduğu halde bunu yapmayarak hacze yol açmış olan kişidir. Hacizli mal , satış tarihine kadar kendi kullanımına bırakıldığı yani hukuk düzeni tarafından kendisine bir kolaylık gösterildiği halde, buna kötü niyetli bir davranışla karşılık vermektedir. Her ne kadar “Mal canın yongasıdır” şeklinde ifade edilen bir anlayışta toplumsal geçerlilik var ise de, “Borç namustur” şeklinde ifadesini bulan karşıt bir toplumsal düsturun varlığı da unutulmamalıdır. Ahlaki açıdan bakıldığında haklı bir gerekçesi bulunmayan ceza indiriminin, yasakoyucu tarafından farklı şekilde takdir edildiğini ve en temel haklardan biri olan mülkiyet hakkının insan tabiatından kaynaklanan karşı konulmaz bir uzantısı gibi değerlendirerek, mal sahibinin malından vazgeçmesinin sübjektif güçlüğünün ceza indirim nedeni olarak kabul edildiğini varsayacak olursak, bu kez de şöyle bir hukuki tablo ile karşılaşmaktayız: Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı güvence altına alınmış, ayrıca bu hakkın kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Malını istediği gibi kullanma (usus),

(6)

semerelerinden yararlanma (fructus) ve istediği amaçla ve yolla malı tüketerek elden çıkarma (abusus) haklarını da içeren mülkiyet, kamu yararı söz konusu olduğunda sınırlanabilmekte ve mal sahibinin göreceği hukuki himaye farklı olabilmektedir. Öyle ise, mülkiyet hakkının unsurlarından olmayan, ancak yasakoyucu tarafından mülkiyet hakkının bir sonucu gibi, mal sahibi lehine ceza hukuku alanında indirim nedeni kabul edilen bir hususun mülkiyete ilişkin genel hukuk ilkeleri ve Anayasa’da yer alan mülkiyet anlayışına uygun olması, diğer bir deyişle kamu yararına aykırı olmaması zorunluluğu bulunmaktadır. Halbuki itiraz konusu kural, kamu hukukunun devreye girdiği ve yasal işlemlerin başladığı bir süreçte, haciz işlemlerinin etkin bir şekilde sonuçlandırılarak alacaklının alacağının tahsili ve böylece Devletin kendisine düşen görevi layıkıyla ifa etmesi amacıyla ceza yasasına konmuş olan bir kuralı, yani yedieminlik görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin ceza yaptırımını etkisiz kılmak suretiyle, suç işleyen mal sahibine, kamu yararına aykırı şekilde himaye sağlamaktadır. Bu nedenle, itiraz konusu kural, Yasakoyucunun takdir alanının dışındadır ve Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile bağdaştığı söylenemez.

B) İtiraz konusu kuralı Anayasa’nın eşitlik ilkesi açısından ele aldığımızda da, şunları söyleyebiliriz:

Anayasa Mahkemesi’nin pek çok kararında yer alan ve istikrar kazanmış olan eşitlik tanımına göre, Anayasa’da kastedilen eşitlik eylemli eşitlik değil, hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz.

Kendisine resmen yediemin görevi verilen iki kişi arasında yedieminlik yönünden hukuksal fark olamayacağı açıktır. Öte yandan, bu iki kişi arasında, yedieminlik dışında benzer veya farklı birçok özellik olabilir. Kişiler zengin veya fakir, aynı zamanda borçlu veya alacaklı, sabıkalı veya sabıkasız, devlet memuru veya işsiz, aile hukukundan doğan yükümlülükleri bulunan veya bulunmayan…v.b. farklı durumlarda olabilir; bu durumlarına bağlı olarak farklı hukuki statülerde mütalaa edilebilir. Bu örnekleri alabildiğine genişletmek mümkündür. Kısacası, her ikisi de yediemin olarak görevlendirilmiş iki kişiden her biri, yekdiğerinden farklı bir çok hukuki statü içinde aynı anda bulunabilir. Bunlar arasında eşitlik karşılaştırması, yedieminlikle ilgili olmayan diğer hukuki özellik ve durumlarına dayandırılamaz. Kamu hukuku kapsamında bir görev olan yedieminlik statüsü, özel hukuktan kaynaklanan mülkiyet/zilyedlik statüsüne göre birincil ve belirleyici statü durumundadır. Haczedilen malın üzerinde malikin tasarruf hakkı esasen hukuka uygun olarak sınırlandırılmış, başka bir deyişle kamusal yarar özel yarara öncelik almıştır.

Alacaklının, kamu gücünün yardımıyla alacağını tahsil etmesi sürecinde, malın sahibinin malla olan ilişkisi esasen haciz işlemiyle kısıtlanmakta ve mülkiyete ilişkin hukuki durum değişmektedir. Yediemin olarak görevlendirme, haczi takip eden bir işlemdir. Yediemin, malın sahibi olsun veya olmasın, artık mal sahibinin tasarruf hakkı kısıtlanmış bir malı muhafaza için devralmaktadır. Bu noktadan itibaren malın sahibi olan yediemin ile başkasının malını muhafaza ile görevlendirilen yediemin arasında hukuki statü bakımından fark yoktur. Dolayısıyla, her ikisi de hukuken eşit konumdadırlar. Bu nedenle, aynı konumdaki kişilere farklı ceza öngören itiraz konusu yasa kuralının Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine aykırılık gerekçesiyle iptal edilmesi gerekmekte idi.

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Referanslar

Benzer Belgeler

Başvuru kararında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile evli kadın ve evli erkeğin çalışması eşit koşullara kavuşturulduğu halde, kadın işçinin evlendiği

İtiraz yoluna başvuran Mahkemeler kararlarında, uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun itiraz konusu kurallar gereğince kapalı olduğunu, idarenin

Kanunun özel usulsüzlük cezası öngördüğü ihlal fiilleri arasında kanuni süresinin sonundan başlayarak elektronik ortamda 15 gün içinde (yasal beyanname verme

9.ASLİYE CEZA 1/2 MAHKEMESİ (HAKİM MURAT MACİT) 17/03/2020 - 27/03/2020 TARİHLERİ ARASINDAKİ DURUŞMALAR 2 HAFTA SÜRE İLE ERTELENMİŞTİR DİĞER MAHKEME İÇİN HENÜZ

denilerek “suçun yasallığı”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek “cezanın

(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden,

KONU : İstinaf istemimizle birlikte başvurumuzun kabulüne karar verilerek; hükmün bozulması, dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere ilk derece mahkemesine

        Madde 311 - Bir cürüm ikaına aharı alenen gururunu okşamak suretiyle tahrik eden kimse eğer tahrik ettiği cürmün cezası muvakkat ağır hapis fevkınde bir ceza