• Sonuç bulunamadı

Kestane. ve daha fazlası! Türkler Neden Hayvanları Sever? Babalar Günü. Dikeniyle, kestanesiyle!

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kestane. ve daha fazlası! Türkler Neden Hayvanları Sever? Babalar Günü. Dikeniyle, kestanesiyle!"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kestane.

KANDİLLİ KIZ LİSESİ KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİ

Sayı: 04 2021 Haziran Sayısı

Dikeniyle, kestanesiyle!

ve daha fazlası!

Haziran

Babalar Günü

20

Her Şeyi ile Barınaklar Dünya Bisiklet Günü Haziran

3

Türkler Neden Hayvanları Sever?

Yaz Sizin İçin Nedir?

Yaz Mevsimi İçin Bakım Önerileri Film Önerileri

“Eğer Hayvanlar Olmasaydı…”

(2)

KANDİLLİ KIZ LİSESİ KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİ

Kestane.

Yazılardan yazarları sorumludur. Dergideki yazı, fotoğraf ve diğer görsellerin izin

Kestane Dergisi

Haziran 2021

(3)

GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Y A Y I N Y Ö N E T M E N İ - E D İ T Ö R

YAYIN DANIŞMA GRUBU Oyanur Par

Reyhan Gümüş

Mekin Bozyel & Emel Aktaş

Kestane Dergisi

Kandilli, Liseli Sk. 1/A, 34684 Üsküdar/Istanbul

kestane.dergi@gmail.com GRAFİK TASARIM

Ç İ Z E R L E R

Oyanur Par & Nihal Dibekci

Esma Nehir Çakır

İ L E T İ Ş İ M B İ L G İ L E R İ

Instagram / kestane.dergisi İ M T İ Y A Z S A H İ B İ

Canan Çiftçi

01. KISIM: HAZİRAN AYINDAKİ ÖZEL GÜNLER 3 Haziran Dünya Bisiklet Günü

5 Haziran Dünya Çevre Günü

14 Haziran Dünya Gönüllü Kan Bağışçıları Günü 20 Haziran Babalar Günü

21 Haziran Dünya Yoga Günü 02. KISIM: YAZ GELDİ!

Yaz Sizin İçin Nedir?

04. KISIM: SANAT VE ÖNERİ KÖŞELERİ Tablo İncelemesi

Yaz Mevsimi İçin Bakım Önerileri

Yaz Mevsiminde Seyahat Edilmesi Gereken Yerler Yaz İçin Serinletici 2 İçecek Tarifi

03. KISIM: TÜRKİYE'DE HAYVANLAR Türkler Neden Hayvanları Sever?

Türk Tarihinde Hayvanların Yeri

“Eğer Hayvanlar Olmasaydı…”

Her Şeyi ile Barınaklar Onlar Bizim Dostlarımız Kitap İncelemesi, Film Önerileri

Hepinize yeniden merhaba, yaz tatilinin de gelmesiyle bu dönemki son sayımız olan Haziran sayısıyla karşınızdayız. Bu ay yine her aya özel yaptığımız ayı tanıma yazılarımızdan Haziran ayı da nasibini alıyor.

Haziran ayındaki özel günleri hatırlıyor, yazın yalnız bizim için değil küçük dostlarımız için de önemine değiniyoruz.

Yaz hepimiz için bir o kadar eğlenceli bir o kadar da özen isteyen bir mevsim. Yaz aylarını sağlıklı geçirmek, bu hususta küçük dostlarımızın da yanında olmak çok önemli.

Bu ay hayvan dostlarımıza dergimizin koltuğunu verdik desek yeridir. Hayvan sevgisini oldukça eski tarihlerden

başlayarak ele alıyor, onların yokluğunu düşünerek kıymetlerini bir kez daha anlıyoruz. Barınak kavramı

üzerinde durmayı ihmal etmiyor, onlar için yapabileceklerimizle ilgili küçük ip uçlarını sizlerle paylaşıyoruz. Sanat ve öneri köşemiz ise yine çok renkli;

izlediğinizde ve okuduğunuzda kafanızı rahat bırakmayacak kitap, film ve tablo önerileriyle karşınızdayız. Her ne kadar derginin bu dönemki son sayısı

da olsa takipte kalın küçük sürprizler sizleri bekliyor.

İç ndek ler

Künye

G r ş Yazısı

(4)

3 Haziran Perşembe Dünya Bisiklet Günü

Bisiklet bence insanlığın en iyi icatlarından birisidir. Hem karbon ayak izi sadece üretimiyle sınırlı kalıyor hem de insanların daha sağlıklı bir yaşam sürmesinde etkili. Malum, günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle birlikte insanlar her geçen gün daha az hareket etmekte. Bunun sonucunda da bazı hastalıklar baş gösteriyor. Ayrıca bisiklet ulaşımda da kolaylık sağlıyor. Mesela arkadaşlarınızla bir buluşmaya gideceksiniz, buluşacağınız yer çok da uzak değil ama o kadar yolu yürüyemeyeceğinizi düşündüğünüzde arabayla gitmek yerine bisikletle gitmek daha mantıklı olacaktır. Ayrıca fazla yorulmayacak ve içinde yaşadığınız doğayı kirletmemiş olacaksınız. Tabii ekonomik olarak da bisikletin çok daha hesaplı olduğunu unutmamak gerek. Kısacası bisikletin doğamız ve kendi sağlığımız için faydası çok fazla.

Bu denli faydalı olan bisikletin kullanımını yaygınlaştırmak için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilk kez 2018’de Dünya Bisiklet Günü’nün 3 Haziran'da kutlanılmasını karar verdi.

3 Haziran’da insanlar bisikletlerini alarak hep birlikte bisiklet sürüyor ve bisiklet ile ilgili organizasyonlara katılıyorlar.

5 Haziran Cumartesi Dünya Çevre Günü

Dünya, her geçen gün insanların benciliği yüzünden zehirleniyor. Bunlara birçok örnek verebilirim: Arabalardan çıkan egzoz dumanları, denizlere attığımız plastikler, doğada uzun sürede çözülmeyip toprağa karışan atıklar… Peki bizler neden bu zehirlenmeye dur demiyoruz? Dünyanın bu kötü gidişatının bize bir yararı mı var? Bana kalırsa bu da insanlığın benciliğiyle alakalı. İnsanlar bu dünyada sadece kendilerinin var olduğunu düşünüyor. Kendilerinden sonra gelecek olan nesiller onların umurunda bile değil. Dünyanın kaynakları sadece onlar için varmış gibi bonkörce tüketiyor ya da mahvediyorlar.

Nihal Dibekci'den

(5)

Dünyayı bir gül bahçesi gibi düşünürsek biz insanlar da o güzelim gülleri yok eden böcekleriz. Böcekler gibi gülleri tüketip, karnımızı doyurup sonra onları yok ediyoruz. Oysaki böcekler tekrardan acıkacak ama bu sefer yiyebileceği bir gül olmayacak. Böcekler bahçedeki güllerden geriye hiçbir şey bırakmadığı için tozlaşma olmayacak ve tekrardan beslenemeyecektir. İşte biz de o böcekler gibi dünyayı tüketiyoruz. Oysa ki bu dünyada yine bizler yaşıyoruz. Kısacası kendi ölüm fermanımızı kendimiz veriyoruz.

Dünyadaki bu çevre sorunlarına dikkat çekmek amacıyla 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı düzenlendi. O tarihten sonra da her yıl 5 Haziran tarihinde Dünya Çevre Günü kutlanmaya başlandı. Her sene bir slogan üzerinden çevredeki sorunlara dikkat çekiliyor.

Örneğin 2018 yılındaki Dünya Çevre Günü’nün sloganı “Plastik Kirliliğiyle Mücadele Et (Beat Plastic Pollution)” olarak belirlenmişti. Plastik atıkların yaban hayatı ve doğaya olan zararlarının yanı sıra insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin de üzerine durulup günlük hayatımızdaki plastik kullanımı konusunda dikkat etmemiz gerektiği konuşulmuştu.

14 Haziran Pazartesi Dünya Gönüllü Kan Bağışçıları Günü

Kan, canlılar için temel oluşturan canlı bir sıvıdır. Bu nedenden dolayıdır ki yaşamımızda büyük bir rolü vardır. Mesela bir kaza geçirip kan kaybettiğimizde kan grubumuzun aynı olduğu kişilerden kan alırız. Kan vermek tamamen gönüllülük esaslı olan bir iştir. Bildiğimiz üzere günümüzde kan vermek için kampanyalar olmakta çünkü bizlerin vereceği kanlar bir başka insanın yaşaması için önemli bir faktördür.

14 Haziran, kan grubu sistemini bulan ve Nobel Ödülü sahibi olan bilim insanı Karl Landsteiner’ın bugünde doğmuş olmasından dolayı her yıl tüm dünyada Dünya Gönüllü Kan Bağışçıları Günü olarak kutlanmaktadır. Bugünün kutlamasındaki amaçları dört madde ile sıralayabiliriz:

1- Kan bağışı yaparak hayat kurtaran kan bağışçılarına teşekkür etmek.

2- Gönüllü ve karşılıksız kan bağışına teşvik etmek.

3- Kanın raf ömrünün kısa olmasından dolayı düzenli aralıklarla kan vermeye teşvik etmek.

4- Kan bağışlamak için gerekli olan kritik faktörlere dikkat çekmek.

(6)

20 Haziran Pazar Babalar Günü

Bugün bizleri her daim koruyup kollayan babalarımıza ithafen vardır. Bugünün ortaya çıkış hikayesi bir önceki sayımızda bahsetmiş olduğum anneler gününe dayanmaktadır. Sonora Smart Dodd, anneler günü gibi babalar gününün de olması gerektiğini düşünmekteydi. Amerikan iç savaşı gazisi olan babası annelerinin yokluğunda 6 tane çocuğa hem baba hem de anne olmuş, çocuklarına tek başına bakmıştır. Sonora Smart Dodd da babasının doğum günü olan 5 haziranın babalar günü olarak kutlanmasını istemekteydi. Ancak bu çalışmalar 5 Haziran tarihine yetişmemiş, kutlamanın haziran ayının üçüncü pazar gününe ertelenmişti.

21 Haziran Pazartesi Dünya Yoga Günü

Dünya Yoga Günü; Hindistan başkanın talebi üzerine, 27 Aralık 2014 tarihinde Türkiye'nin de içinde yer aldığı 177 ülkenin desteğiyle 21 Haziran'ın Uluslararası Yoga Günü olarak kutlanılmasına karar verilmiştir.

Dünya Yoga Günü ilk kez 2015 yılında kutlanmıştır. Bu tarihte Hindistan başkanı Sn.

Narendra Modi Dünya Yoga Günü kutlamak için 35.000 kişiyle birlikte yeni Delhi’de yoga yapmıştır. Bugün de etkinlikler düzenlenmektedir.

Babanın fazletler,

çocukların servetdr.

Babalar günü tam olarak ilk kez 19 Haziran 1910 yılında Washington'un Spokane şehrinde kutlanmıştır. 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge bablar günü kutlamalarını desteklemiş ama resmi olarak ilan etmemiştir. 1966 yılında ise her yıl haziran ayının üçüncü pazarının da babalar gününün kutlanacağını belirten bir bildiri yayımlanmıştır. 1972 yılında da o dönemin başkanın imzasıyla ABD’de Babalar Günü resmî tatil ilan edilmiştir. Buradan da çocuklarını sevip kollayan bütün babaların Babalar Günü kutlarım!

(7)

Yazın kavurucu sıcağında soğuk bir şeyler içmek, denize girmek de çok güzeldir. O kavurucu sıcağı kısa bir an da olsa arkanızda bırakırsınız. Doğada nasibini alır bu mutluluktan yenilikten.

Çiçekler, ağaçlar daha bir başka daha bir güzel kokar. Kendini yeniler adeta.

Bütün bu özellikleriyle yaz her ne kadar kavurucu sıcağa sahip olsa da bizler için keyifli zamanların başlangıcı olabilir. Pandemi sürecinde gezemesek bile, yazın bütün nimetlerinden yararlanamasak da, yazın tadını olabildiğince çıkarmaya özen gösterin!

Yaz mutluluğun, özgürlüğün daha çok hissedildiği; keyifli vakitlerin geçirildiği dönemdir benim için.

Pikniklere, gezmelere, tatile, denize gidilir. Öğrenciler için yaz tatili baş gösterir. Sokakta arkadaşlarla voleybol, seksek, ip atlama gibi oyunlar da sıklıkla oynanır. Birçok kişi için tatil zamanıdır. Denize gidilir, evde dinlenilir hatta kendimize daha çok vakit ayırabiliriz çünkü vaktimiz vardır. Yeni hobiler edinebiliriz, daha çok kitap okuyabiliriz hatta daha çok uyuyabiliriz.

Bir Hatırlayalım!

Ayşe Ceyda Oral

Hepimizin heyecanla beklediği yaz günleri geldi.

Okullar da tatil olunca ailecek vakit geçirebileceğimiz çok güzel günler bizi bekliyor demektir. Ama her mevsimde de olduğu gibi yaz mevsiminin de hoşumuza gitmeyen yanları olabilir. Cildimiz bu mevsime uyum sağlayabilir mi? Mevsim değişikliklerine karşı uyum sağlayabilmek için bazı tavsiyelere ihtiyacımız var. Hadi hep birlikte bu tavsiyeler nelermiş bakalım.

Cildinizi Nemlendirin: Cildimiz kuru bir kışı geride bıraktı. Şimdi de biraz neme ihtiyacı var. E vitaminli ve çok yağlı olmayan su bazlı kremler ise cildiniz için en iyisi.

Bol Bol Su İçin: Yazın her an suya ihtiyacımız olur.

Çünkü yazın çok su kaybederiz. Bu, cildimizin kurumasına neden olur. O sebeple yaz aylarında günlük aldığımız su miktarını arttırmakta yarar var.

Yaz sizin için ne demek?

Bu başlıkta birçoğumuzun özlemle beklediği yaz mevsiminin anlamından, onu en verimli nasıl geçirebileceğimizden bahsettik. Siz de mevsim geçişlerinde zorlananlardansanız korkmayın. Bu başlıkta yaza özel bakımınızdan tutun gezebileceğiniz yerlere, içebileceğiniz içeceklere kadar her şey yazıldı, çizildi ve siz değerli okurlarımızın ellerine teslim edildi.

(8)

Güneş kremlerinizi unutmayın: Yazın güneşin zararlı ışınlarından sizi koruyan güneş kremleri, cilt bakımı için en önemlisi.

Cildinizi Tazeleyin: “Peeling” yaparak cildinizin alt katmanlarından başlayan bir tazeliği yüzünüze kazandırmış olursunuz. Aynı zamanda “peeling”

cildinizdeki yara, leke ve izlerden kurtulmak için harika bir yol.

Göz Çevrelerine Dikkat: Göz çevrelerimiz yüzümüzün en hassas bölgelerinden biri. Güneşin en yakıcı olduğu saatlerde (öğlen 12 ile 15 arasında) ise gözlük takmayı asla ihmal etmeyin.

Günde İki Kere Duş Alın: Özellikle denize girdiğiniz günlerde duş almayı unutmayın. Denizin tuzu cildinizde kaldığında cildinizi kurutmaya başlar.

Ayrıca klorlu su da aynı şekilde cildinize zarar verir.

Buna karşın ılık suyla güzel bir duş ise olmazsa olmaz.

Sağlıklı Beslenin: Yazın getirdiklerini de unutmamak gerek. Yaz meyveleri cilt sağlığımızı oldukça önemli derecede olumlu etkiliyor. Özellikle sulu meyveler cildimizin vazgeçilmezi.

Ayak Sağlığı: Mantar hastalığının olmaması için ayakların nemli kalmaması gerekir. Yaz aylarında sandalet tipi ayakkabıların kullanılması, ter emen çorapların giyilmesi, ayakların yıkandıktan sonra iyice kurulanması da mantar bulaşma riskini azaltır.

Dudak Bakımı: Yazın dudak bakımına da önem vermeliyiz. Kuruduktan sonra görünen ölü derilerden arınmayı ve dudağınız için iyi bir krem almayı unutmayın.

Tavsiyelerimiz bu kadar, umarım faydalı olabilmişizdir. Kendinizi sevin ve kendinize değer verin. Hepinize iyi tatiller diliyorum. Bakımlı bir yaz dileğiyle...

İlayda Güzel

Yazın sıcaklığında ve bu malum zamanda oluşan gezme hasreti tüm ülkeyi sardı. Bu süreçte Kestane tabii ki sizi yalnız bırakmadı! Sizin için bu yaz gezebileceğiniz birkaç tatlı ve göz alıcı yeri göstermek istiyoruz.

Sardala Koyu:

Kocaeli’nin Kandra ilçesinde yer alan Sardala Koyu ve Cennet Havuzu, çevre şehirlerden gelen doğa tutkunlarını içine çekiyor.

Tertemiz, mis gibi denizi ve el değmemiş doğasıyla büyüleyici Sardala Koyu, başta İstanbul’dan gelen ziyaretçileri olmak üzere doğa tutkunlarının uğrak noktaları arasında bulunuyor.

(9)

Madam Martha Koyu:

Burgazada’nın en güzel koylarından olan bu mükemmel Madam Martha Koyu, yeşille mavinin birbirine karıştığı; hem doğanın hem de denizin fazlaca güzel olduğu bir koydur ve gün batımı izlemek için çok idealdir. Buranın çok değişik bir hikayesi de bulunuyor, okuyun derim.

Dönüşüm Manastırı:

Dönüşüm Manastırı, Kınalıada’nın manastır tepesinin üstündedir. Bu manastır aynı isimdeki Bizans Manastırı’nın yerine kurulmuştur. Bu manastırın bazı mimari kısımları katholikon (keşiş manastırı)’nın içine yerleştirilmiştir.

Diğerleri ise araziye yığılmış durumda.

1722’de İstanbul’da iş yapan bir grup Sakızadalı Yunanlı tüccar tamamen onarımını üstlenmiştir. Bu tüccarlar yeni bir kilise inşaa ettirmiş ve yanına Aziz Paraskevi’ye adanmış bir şapel eklemişlerdir. Bu tarihi ve güzel yere gidin derim.

Gözlerden uzak, sakin ve keyifli bir tatil için gözde turizm merkezi Kandra’yı tercih edenler;

mavi ve yeşilin buluştuğu koylarda güzel vakit geçirmenin tadını çıkarıyor.

Kendisi gibi Ermeni olan Berc Kazar ile evlendikten sonra çift Burgazada’ya yerleşir. Madam Martha, daha sonra kendi adının verileceği Halikya Koyu’nu giderek benimser ve orayla özdeşleşir.

Yaz-kış demeden bu koyda yüzen Madam Martha, bu koyun temizlik ve bakımıyla da ilgilenir.

Madam Martha özgür ruhlu ve güzel yürekli bir kadındır. Renkli taşlardan takı yapıp çocuklara hediye eder, dostlarını da koyun çevresindeki bir incir ağacının altında misafir eder. Doğum sancısını dahi koyda yüzerken yaşayan Martha; her akşam kocaman küpeleri, ayak bileklerinde halhalları, renkli elbiseleri ile iskeleye inip eşini karşılar. Bu renk cümbüşü kanının tüm samimiyeti ve canlılığına rağmen, dedikodular başlar ve bu laflar kulağına gelir. Hakkında söylenenlere dayanamayan Madam, 1980’lerin başında “artık rahat edersiniz” notunu bırakarak intihar eder. Ada halkı da Halikya olarak bilinen koya o günden sonra Madam Martha Koyu demeye başlar.

Dönüşüm Manastırı, Kınalıada

Sardala Koyu, Kocaeli

(10)

Yaz aylarında yoğun sıcak altında serinleme ve su ihtiyacımız oldukça artıyor. Biz de ferahlatıcı,aynı zamanda da lezzetli içeceklere sığınıyoruz. Bu sayımızda da yaz aylarında keyifle tüketeceğiniz içeceklere yer verdik. Tarifleri mutlaka deneyin derim. Şimdiden dolabınızda yer alacağına eminim!

Garipçe Köyü:

Garipçe, Rumeli Kavağı ile Rumeli Fener’i arasında bulunan küçük ve sevimli bir köydür. Köyün genel geçim kaynağı ise balıkçılık. Bu şirin ve minik köyde bir bakkal, bir kahve ve üç restoran bulunuyor. Köyün iskelesinden Büyükliman ve diğer yüzme koylarına turlar da düzenleniyor. Köy halkının çoğunluğunu 1900’lerin başında Trabzon ve çevresinden gelen kişiler oluşturuyor. Motosiklet sesinden bile rahatsız olup ses çıkaran konuklarını uyaran bir halk varken; dinlenmek, doğayla baş başa kalmak isterseniz ve sessizlik için gidecek bir yer istiyorsanız burası sizin için biçilmiş kaftan.

Tavsiyelerimiz bu şekilde, umarız ki beğenmişsinizdir.

Şeftalili Soda:

Çok hafif ve ayrıca yapımı da oldukça kolay olan bu içeceği kesinlikle deneyin!

Tarifi:

1 adet şeftaliyi püre haline getirin, diğer şeftaliyi de küp küp doğrayın. Pürenin içine yarım misket limonu sıkın.

Bardaklara püreyi ve küp küp doğranmış şeftaliyi koyun.

Üzerlerine sodayı ekleyip buz ve taze biberiyeler ile servis edin.

Afiyet olsun!

Esma Nehir Çakır

Malzemeler • 2 adet şeftali

• Yarım misket limonu • 2 dal taze biberiye • 2 şişe maden suyu

(11)

Smoothie:

Hepimiz smoothie içmeyi seviyoruzdur. Sevmeyenlere de sevdirecek bu tarifi de kesinlikle denemelisiniz. Çok pratik ve ferahlatıcı olduğundan kavurucu sıcağın altında kurtarıcınız olacak.

Malzemeler

• 5 adet çilek

• 1 adet avokado

• 10 adet yaban mersini

• 1 tutam taze nane

• Yarım çay kaşığı vanilya ekstresi

• 1 yemek kaşığı chia tohumu

• 150 ml su

• Hindistan cevizi sütü

• 5 adet kırık buz

Tarifi

Öncelikle avokadoyu soyun. Ardından tüm meyveleri yıkayıp parçalayıcıya yerleştirin ve çekin. İçine naneyi, chia tohumunu, vanilya ekstresini ve suyu ekleyip tekrar çekin.

Çektiğiniz karışımı bardağa koyun ve dilediğiniz kadar süt ilave edin. Karıştırdıktan sonra buzu da ekleyip servis edin.

Afiyet olsun!

Gülşah Belen

Atalarımızın, hayvanlara karşı olan tutumunu bilmek, günümüzde unutulmuş incelikleri öğrenmek çok önemli. Yazın gelişiyle birlikte bizim gibi her hayvanın da özel bir bakıma ihtiyacı var. Belki birçoğumuz, evimizin önünden su kabını eksik etmiyoruz ama yapabileceğimiz yardım bununla sınırlı değil. Bu başlıkta hayvan dostlarımızın bizim için öneminden ve onlar için yapabileceğimiz yardımlardan bahsettik. Keyifli okumalar dileriz.

Br mlletn büyüklüğü ve ahlak gelşm, hayvanlara olan davranış bçm le değerlendrlr.

(Mahatma Gandhi)

(12)

Türkler Orta Asya’dan beri hayvanlarla dost olmuş ve onlara karşı şefkatle yaklaşmışlardır. Bunu sebebi ise Türklerin bir zamanlar göçebe hayatı benimsemiş olmalarına dayanıyor. Genellikle hayvanlarının üzerinde seyir halinde bulunan Türkler, onlarla güçlü bağlar kurarlardı. Özellikle at, Türk kültüründe çok önemli bir yere sahipti. Hatta o dönemlerde at, Türkler için kutlu bir hayvandı. Rüzgârdan yaratıldığına, rüzgârın hızının ve gücünün ata geçtiğine inanıldığından ötürü atların çok hızlı ve bir o kadar güçlü olduğu düşünülürdü. Bir at öldüğünde ona verdikleri değer sebebiyle at, at mezarlarına götürülür ve gömülürdü. Bu nedenle Orta Asya’da çok sayıda at mezarı bulunmaktadır. Sadece at değil kurt, kartal ve geyik gibi hayvanlara da hürmet gösterilirdi.

Bunun en büyük sebeplerinden biri ise bu hayvanların Türklerin en önemli yardımcıları olmasından kaynaklanıyor. Öyle ki Orta Asya Türkleri, avlanma eylemini de bilinçli bir tavırla gerçekleştirmişlerdir.

Türkler İslamiyet’le tanışınca hayvana verilen değer daha da anlam kazanmaya başlamış. İslam inancında her canlıya değer verilmesinden dolayı Osmanlı döneminde insanlar tarafından hayvanların lehine bir sürü çalışma yapılmış. İslam, hiçbir canlıya zarar verilmemesini emrettiğinden dolayı hayvanlara iyi davranmak sadece hayvanlara değil yaratıcıya da saygı duymak demekti.

İslamiyet’i benimseyen Türkler bu dönemde hiçbir hayvana zulmetmeden onlara yardım ederek hem dinlerinin yasakladığı bir şeyi yapmamış ve sevap kazanmış, hem de hayvanlara saygı duymuş oluyorlardı.

İnsanların benimsedikleri hayat felsefeleri, dini inançları, inanç sistemleri veya değerleri;

canlılara karşı şefkat beslemelerine ve empati kurmalarına yönlendirir. İnsanlar, bulundukları toplumlarda canlılar için çeşitli yasalar koyup onlara karşı kötülük yapılmasını engellemeye çalışmışlardır. Tabii, bu canlıların başında da hayvanlar gelmektedir. Hayvanlara karşı yapılan çalışmalar ve hayvanlar ile geçirilen zaman, insanlar ve hayvanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasına sebep olmaktadır. Peki; Geçmişte ve şu anda, bulunduğumuz topraklarda yaşamış ve yaşamakta olan Türk toplumları niçin hayvanları sevmektedir? Gelin beraber bunun cevabını bulalım.

Cumhuriyet döneminde ‘Türkiye Hayvanları Koruma Derneği’ kurulmuştur. Yıllar sonra toplumun genelinde hayvan sevgisi eskisi kadar fazla olmasa da hâlâ Türk toplumu ve hayvanlar arasındaki bağ kopmamıştır. İstanbul’da hemen hemen her yerde yüzlerce sokak kedisi bulunmaktadır. Bu kedilerin çoğu halk tarafından doyurulmakta ve şefkat görmektedir. İnsanlar arasından hayvanlara zulmedenler olsa dahi özümüzde, geleneklerimizde ve inançlarımızda hayvanlara karşı hep iyi duygular barındırmaya devam etmekteyiz.

Hanife Asude Işkın

(13)

Osmanlı döneminde hayvan haklarını korumak ve onları beslemek için vakıflar açılmış, özel kuş evleri yapılmış, hayvan hakları ile ilgili düzenlemelerde bulunulmuştur. 19. Yüzyılda Bursa’da kurulan Leylek hastanesi (Gurabahane- i Laklakan) dünyanın ilk leylek hastanesidir.

Ata duydukları hürmet o kadar büyüktü ki onlar vefat edince görkemli mezarlar yaparlardı. İnsanlar önceden mağaraların duvarlarına hayvan resimleri çizer, eşyalarına hayvan motifleri yaparlardı.

Türkler eski çağlardan beri hayvanlarla iç içedir. Hayvanların yeri her zaman özel tutulmuştur.

Türklerin hayvanlarla iç içe olduğunu eski devletlerin bayraklarına bakarak da anlayabiliriz. Çoğu Türk devletinin bayrağında kurt, kartal vb. hayvanları görmek mümkün.

Türklerin önceden sıklıkla kullandığı hayvanlardan biri de atlardır. Türkler tarihte atları ilk evcilleştirmiş topluluk olarak bilinirler. Eski Türk toplumlarında atlara çok büyük saygı ve hürmet vardı. Atlar onlara sadık bir arkadaş, savaş aracı, yük taşıyıcı vb.

Birçok alanda yardımcı olmuştu.

Bazı hayvanların adı çok büyük destanlarda geçer hatta insanlar kendilerine hayvan adları ile takma isimler bile verebilirlerdi. Ne kadar yanlış bir hareket de olsa eski Türk toplumlarında insanlar ölünce atlarıyla ve değerli eşyalarıyla gömülürlerdi. Bunun sebebi ise ölümden sonraki hayata inanmaları.

Ayrıca Osmanlı döneminde pek çok kuş evi yapılmaktaydı. Genellikle camilerin bahçelerinde bulunan bu küçük evlerde kuşlar beslenirdi, günümüzde de bunları görebilirsiniz.

İnsan ruhunun br parçası hayvan sevgsn tadana kadar uyanmaz.

(AnatoIe France)

(14)

İlk olarak kediler. Birçoğumuz kediler olmasa, dünyada çok bir şeyin değişmeyeceğini düşünebilir fakat böyle düşünerek büyük bir yanılgıya düşmüş olursunuz. Çünkü kediler küresel ekosistemin vazgeçilmez bir parçasıdır. Onlar olmasaydı dünyayı kemirgenler istila ederdi. Fareler ve sıçanlar tahıl stoklarını bitirir, hastalıklar yayar ve belli başlı kuş türlerinin neslini tüketirdi. Gördüğünüz gibi her gün gördüğümüz bu hayvanlar aslında ekosistemde büyük bir yere sahip. Kedi, verebileceğimiz sayısız örnekten yalnızca birisi, bir de bütün hayvanların yok olduğunu düşünün. Dünyamız için büyük bir felaket olurdu.

Bunun dışında bazılarımızın korktuğu küçük hayvanlar yani böcekler var. Aslında onlar ne kadar küçük olsalar da diğer bütün hayvanlar gibi onların da ekosistemde azımsanamayacak önemli yerleri var.

Aslında böceklerin asli görevi bitkilerin tozlaşmasını sağlayarak dünyadaki yaşamın devamlılığını korumak dolayısıyla böcekler olmasaydı; bitki örtüsünün önemli bir bölümünü, kuş türlerinin çoğunu, sürüngenleri ve amfibiyanları çok kısa bir süre içinde kaybederdik.

Günümüzde de hayvanlar için bir sürü vakıf bulunmakta. Her ne kadar haberlerde hayvanlara zulmeden insanları görsekte onlara yardım eden, koruyan ve kollayan bir sürü insan da mevcut.

Hayvanlar için özel projeler düzenlenmekte ve hayata geçirilmektedir. Hayvanları koruyan vakıflara bağışlar yapabilir, onlara yardımcı olabilirsiniz.

Aslında bütün hayvanlar ortadan kaybolmadığı sürece bizim için onların ne kadar önemli olduğunu anlayamayız. Çünkü hayvanları görmeye o kadar alışkınız ki değerlerini sadece kaybedince anlayabilecek duruma geldik ve bu çok üzücü. Şimdi herkes de bir farkındalık sağlayabilmek için dünyamızı hayvanlar olmadan hayal edeceğiz ve neler olabileceğine bakacağız.

Zümra Yurt

Bağış yapabileceğiniz vakıflardan biri THKV (Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı). Belirli bir miktar olmadan gönlünüzce bağış yapabilir, küçük arkadaşlarımızın hayatına dokunabilirsiniz.

(15)

Şimdi ise bütün hayvanlar ortadan kaybolduğunda ne olacağına bakalım: Ekosistem tamamen çökerdi, habitat ve insanların sağlıkları bozulurdu. Çünkü biz insanlar hayvansal gıdalar tüketiyoruz. Hayvanların yok olması, besin kaynaklarımızın önemli bir kısmının da yok olması demek. Belki bazılarınız et yemeden yaşanabileceğini düşünmüştür, sonuçta vejetaryen insanlar da var. Yemek konusunda onlar için çok şey değişmeyecek fakat vejetaryen beslenme çok sağlıklı bir beslenme türü değil, bunu da unutmamak gerek.

Gördüğünüz gibi hayvanlar, aslında düşündüğümüzden çok daha önemli. Onları korumamız gerek ama bunu sadece çıkarlarımız için değil onları sevdiğimiz için yapmalıyız. Unutmayalım ki hayvanların da biz insanlar gibi duyguları var dolayısıyla onların da sevgiye ihtiyacı var.

Dünyada insanlar olarak tek başımıza yaşamıyoruz. Dünyanın her yerinde bizimle beraber yaşayan ve aslına bakacak olursak çoğu zaman varlıklarını anımsamadığımız hayvan dostlarımız var. Haziran ayıyla beraber ülkemiz genelinde hava yavaş yavaş ısınmaya başlamışken bu can yoldaşlarımızı da daha çok düşünmenin tam sırası. Bizim nasıl yaşamımızı devam ettirmek için su ve besinlere ihtiyacımız varsa onların da var. Kapınızın önüne, bahçenize koyacağınız bir kap yemek onlar için ziyafete dönüşüyor. Bunu akılda tutmakta fayda var.

Bugünkü yazımda evcil hayvan denilince akla ilk gelen başlıklardan birisi olan barınaklardan bahsetmek istiyorum. Türkiye genelinde büyüklü küçüklü onlarca barınak var.

Bu barınakların temel amaçları sokaktaki hayvanlara yuva ve besin sağlamak. Bu da oldukça güzel bir düşünce biçimi. Fakat her güzel şeyin bir arka yüzü var. Acısıyla-tatlısıyla barınakları inceleyelim.

Öncelikle şunu bilmeliyiz ki barınak dediğimiz oluşumlar çoğunlukla bağış ve yardımlarla ayakta kalırlar. İçerisinde bulunan özellikle kedi ve köpeklerin beslenmesi, barınması gönüllülük esasına dayanır. Gönüllü hayvan severlerin yaptıkları yardımlar, barınaklar için büyük önem arz eder. Sizin de yakınınızda bir barınak varsa onlara para veya en azından mama bağışı yapmayı düşünmenizi öneririm. Hatta özellikle rica ederim 😊

Bu kadar güzel fikirlerle ortaya çıkmalarına rağmen hayvan barınaklarının kötü özellikleri de olabiliyor. Bu kötü özellikler tabii her barınak için geçerli değil. Fakat böyle gerçekleri görmezden gelmemek ve üzerine çözüm üretmek gerekiyor.

Tuana Sude Kaya

(16)

Bu sorunları özellikle iki başlık altında inceleyebiliriz: Hijyen ve yer sorunu. Aslında bu iki başlık da birbiriyle bağlantılı. Sokaklarda çok fazla can var. Dolayısıyla barınaklar çoğu zaman dolup taşıyor. Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde kendiniz de bunu görebilirsiniz. Bu tarz dolup taşmaların çözümü barınaklardan hayvan sahiplenmek. Bu noktada hayvan severlere büyük iş düşüyor. Evinize, yanınıza tüylü bir dost almak gibi bir planınız varsa satın almaktan önce mutlaka barınaklardan sahiplenmeyi düşünün. Barınaklardan evcil hayvan sahiplenmek çoğu açıdan daha avantajlıdır. Yine de öncelikle ona gerekli koşulları sağlayabileceğinizden emin olmakta fayda var.

Sonuçta onlar da canlı varlıklar ve bakamayıp öylece sokağa atmak çoğu zaman canlarına mal oluyor. Emin olduktan sonra satın almak yerine sahiplenmek harika bir tercih olacaktır.

Bir diğer sıkıntı da bu kalabalık sonucu oluşan hijyen yetersizliği. Ne yazık ki birçok barınak bu konuda yetersiz. Gönüllü çalışanlar çoğu zaman çok iyi bir temizlik sağlayamıyor. Aslında sahiplenerek onların iş yükünü biraz daha azaltabilir. Bununla birlikte yaz tatili gibi uzun vakitli zamanlarımızda biz de bu barınaklarda gönüllü olabiliriz. İş deneyimi kazanmak için de güzel bir fırsat.

Barınaklardan bu kadar bahsetmişken öneri yapmamak olmaz. İstanbul sınırları içerisinde yardımda bulunabileceğiniz barınaklardan birkaçını listemizde bulabilirsiniz.

Avcılar Belediyesi Hayvan Sağlık Merkezi Adres: E-5 yolu üzeri, Avcılar

Bahçelievler Tedavi, Kısırlaştırma ve Müşahede Merkezi

Adres: Çoban Çeşme Mah. Sanayi Cad. Dış Ticaret Merkezi karşısı, Bahçelievler Telefon: 0212 652 2615

Bağcılar Belediyesi Kısırlaştırma ve Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Mahmutbey Mah. İSTOÇ 11. kapı çıkısının yanı (TEM yolu üzeri) Telefon: 0212 659 20 48

Adalar Belediyesi Büyükada Hayvan Barınağı Adres: Atahırları Mevkii, Büyük Tur Yolu, Büyükada

Beykoz Belediyesi Hayvan Barınağı

Adres: Mahmut Şevket Paşa Köyü yolu üzeri, 10 km, Beykoz

Kadıköy Belediyesi Geçici Hayvan Bakım Merkezi

Adres: Şenol Güneş Bulvarı Yan yol Girişi No:1, Ataşehir

Telefon: 0216 415 67 61

(17)

Şile Belediyesi Hayvan Barınağı Adres: Şile Yolu Ağva Girişi 50mt, Şile Telefon: 0216 711 22 74

Tuzla Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Katı Atık Merkezi yanı, Aydınlıkköy, Tuzla

Telefon: 0216 393 00 10

Ümraniye Belediyesi Rehabilitasyon Merkezi Adres: Hekimbaşı Mevkii, Küçüksu Yolu, Ümraniye

Telefon:0216 630 20 01

Gaziosmanpaşa Belediyesi Küçükköy Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Karayolları Mah. 568. Sok. No.15 Gaziosmanpaşa (Küçükköy Endüstri Meslek Lisesi’nden 2 km. aşağıda)

Telefon:0212 479 47 65

Üsküdar Belediyesi Sokak Hayvanları Barındırma ve Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Hekimbaşı Mevkii, Küçüksu Yolu, Kati Atık Tesisleri yanı, Ümraniye

Büyükçekmece Sahipsiz Hayvanlar Bakım, Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Çakmaklı Köyü altı, Büyükçekmece Esenler Belediyesi Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Çiftehavuzlar Mah. Sarıgöl Cad. No.12 Esenler

Telefon: 0212 482 41 16

Esenyurt Belediyesi Yakuplu Rehabilitasyon Merkezi

Adres: Haramidere Carreffour Arkası, İstanbul Residence Yanı

Sudenaz Tansı

Kandilli Kız Lisesi öğrencileri olarak hayvanların hem gönlümüzde hem de kameralarımızda büyük bir yer kapladığının farkındayız. Sokaklarda gördüğümüz kediler, sınıflarımızın camına konan martılar ve etrafımızda dolanan kelebekler! Eklediğimiz bu bölüm sizi onlarla buluşturacak. Bizimle fotoğraflarını paylaşan tüm öğrencilerimize teşekkür ederiz. Daha bilinçli bir dünya için "Onlar Bizim Dostlarımız!"

Durun! Kapınızın önüne bir kap, hatta suların birikebileceği bir kap koymayı unutmayın <3

GYY Oyanur Par

(18)

Dila Sıla Gürsoy 10-D Bilge Yıldız 9-C

Dila Sıla Gürsoy 10-D

Elif Dila Tekinkuş 9-E

Emine Dam 11-A

Ela Aydın 9-E Cansu Yalnız 11-E

Ekin Aydın 9-E

Elif Pınar Çöp 12-E

Emine Dam 11-A

(19)

Zeynep Öztemel 11-D

Işıl Aksu 9-B

Kevser Şahin 11-E

Menekşe Keten 11-D

Merve Kavak 12-D

Rabia Nur Evci 12-D

Rabia Nur Evci 12-D

Şevval Güney 9-D

Hatice Nur Bayer 10-C

Ekin Aydın 9-E

Hatice Nur Bayer 10-C

(20)

Cansu Yalnız 11-E

Dila Sıla Gürsoy 10-D

Ekin Aydın 9-E

Ela Aydın 9-A Elif Pınar Çöp 12-C

Emine Dam 11-A

Emine Dam 11-A

Tuğçe Nur Aslan 10-E Işıl Aksu 9-B

Sena Nur Coşkun 9-E

(21)

Ela Aydın 9-A

Elif Pınar Çöp 12-C Emine Dam 11-A

Hatice Nur Bayer 10-C

Kevser Şahin 12-E Merve Kavak 12-D

Tuğçe Nur Aslan 10-E

Zeynep Öztemel 11-D Rabia Nur Evci 12-D

Rabia Nur Evci 12-D Şevval Güney 9-D

(22)

Ütopya yazmak hiç de kolay bir iş değildir belki ama asıl zor olanı Ütopya olarak adlandırılmaya devam edilen bir eser yazabilmektir. Bana sorarsanız günümüzde herkesin hayranlıkla baktığı More'un ütopyasında bir distopyaya ait olması gerektiğini düşündüğüm birçok fikir sıralayabilirim.

Aynı şekilde Cesur Yeni Dünya'da geçen ve bir ütopyaya ait olması gerektiğine inandığım fikirler de sayabilirim. İdeal devlet anlayışı birçoğumuz için göreceli olmasaydı "sağcı ve solcu insan" diye bir ayrım duymamış olurduk. Daha da göreceli olmasaydı halk arasında (oldukça kaba ama anlamak istediğimi güzel betimleyen bir söz olduğu için kullandım) "solcular bölünerek çoğalır" şeklinde bir ifadeye de rast gelmezdik.

Utopia Kitap İncelemesi

Ütopya; aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum. Anlamına gelir.

Aldous Huxley'in, Nicolas Berdiaff'den alıp çok etkili bir distopya olan Cesur Yeni Dünya'nın başına eklediği şu sözler kanımca çok manidar:

"Ütopyaların gerçekleşmesi, eskiden olduğundan çok daha olası artık ve bizi derinden kaygılandıran bir sorunla karşı karşıyayız şu sıralarda: Ütopyaların gerçekleşmelerini nasıl engelleyeceğiz?.. Yeni bir çağ başlamaktadır ve kültürlü sınıftan gelen aydınlar, ütopyaların gerçekleşmesini engelleyerek, ütopik olmayan kusursuz da sayılmayacak, ama daha çok özgürlük bağışlayan biri topluma geri dönmenin çarelerini düşüneceklerdir belki de."

Bu ay sanat ve öneri köşemiz sizlere yine çok keyifli saatler yaşatmak için emrinize amade. Kitap inceleme bölümümüzde Thomas More’un Utopia’sı, ütopya ve distopya kavramları üzerinde duruyor, Film köşemizde İran ve Amerikan sinemasından iki farklı filmle sizleri göz yaşlarına boğuyoruz. Tablo köşemizde ise ilginç tablomuzla sizi bir hayli düşündürüyoruz. Keyifli okumlar ve iyi seyirler dileriz.

THOMAS MORE

UTOPIA THOMAS UTOPIA MORE

(23)

Anlatmak istediğim bir ütopya okurken ütopyayı yıllar önce yazılmış ve günümüzün toplumunu anlatan dahiyane bir yazı olarak değerlendirmek yerine onu bir düşünce olarak ele alın. Pratikte her şey farklıdır. daha önceki sayılarda incelediğimiz Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor?" romanını hatırlayın. Pablo Cumhuriyet için savaşan bir guerilladır ama bir Amerikan olan İngles ve onun bildiği Cumhuriyet birbirinden çok farklıdır. Çünkü İngles, Cumhuriyetin pratikteki halini görmüştür. Öte yandan Platon için demokrasi, Sokrates'in ölüm sebebidir. More'un Ütopya'sını Platon'un Devlet'inden üstün kılanın demokrasi, sosyalizm gibi ideolojiler olduğu algısına kapılmayalım. Ütopya bir düşüncedir, daha önemlisi hayalidir. Bunu bir ideoloji olarak benimsemek, bizi büyük bir çıkmaza sürükler. Bir ütopya ideolojiler çerçevesinde yazılamaz, ütopya yazmak için özgür düşünmek gerekir. Peki ne yapmalıyız, bu kitabı ne için okumalıyız? Erasmus, Ulrich von Hutten'e yazdığı More'u anlatan ünlü mektubunda, arkadaşının Ütopya'yı yayımlamaktaki amacının; "Özellikle İngiltere'yi göz önünde tutarak devletlerin kötü yanlarını göstermek" olduğunu söyler. Nitekim Thomas Nashe

"Akıllı Sir Thomas More, krallıkların şiddet ve cinayet yoluyla ele geçirilip kan döke döke elde tutulduğunu;

sözde devletin yararına işleyen düzenin, aslında zenginlerin yoksullara karşı açık bir suikastından başka bir şey olmadığını anlayınca, kusursuz bir devlet tasarladı ve bu devlete 'Utopia' adını verdi." diyerek yorumlamıştı kitabı.

《 Utopia'nın kurulduğu sıralarda, Kral Utopus oraya gelmezden önce, ada halkının din yüzünden birbirini yediklerini öğrenmişti. Memleketin bu durumda olması Kral Utopus'un orayı fethetmesini kolaylaştırmıştı.

Çünkü çatışan mezhepler birleşecek yerde, düşmanla ayrı ayrı savaşıyordu. Utopus zaferi kazanır kazanmaz, ilk işi din özgürlüğünü yasalaştırmak oldu:

Buna göre, her insan istediği dini tutabilir, başkalarını kendi dinine çekmek için elinden geleni yapabilir, yeter ki, bunu tatlılıkla, alçak gönülle, efendice yapsın ve inandıramadığı insanlara karşı zor kullanmasın, onları suçlamasın, ikilik yaratan tatsız sözlerden kaçınsın. Hoşgörülü olmayanlar ve bağnazlar sürgün ve kölelik cezalarına çarptırılıyordu. Kral bu yasayı yaparken, yalnız halkın rahatını kaçıran sürekli kavgaları, kinleri ortadan kaldırmayı düşünmekle kalmıyor, böylelikle dinin gelişmesine de yardım edeceğine inanıyordu.

Platonun bir ütopya olarak yazdığı "Devlet"i günümüzde bir distopya olarak nitelendiriyoruz.

Anladığım kadarıyla bir düşüncenin ütopik ya da distopik olduğunu belirleyen yıllar sonra o düşünceye olan yakınlık. Yani evet, içten içe yaşadığımız yerin bir ütopya olduğuna inanıyoruz. Ve bugün yaptıklarımızın geleceği daha ütopik bir yer haline getireceğinden eminiz.

Özellikle More’un yakın dostlarından biri olan Erasmus’un söyledikleri üzerinde durmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Aşağıda, kitaptan yaptığım alıntının Erasmus’un sözlerini son derece iyi açıklar nitelikte olduğuna inanıyorum.

(24)

More, kitapta bir hikaye anlatıp "Eğer bunları yaparsanız devletiniz yıkılmaya mahkumdur" diyor. Ardından da yapılması gerekeni bizlere anlatıyor.

More'un anlatış şeklinde bir örneklendirme görüyoruz, her ne kadar açık açık İngiltere demese de verdiği bir adresin olduğunu da biliyoruz. Bu dil genellikle kutsal kitapların kullandığı dildir. More 3 yıllığına keşiş olmak amacıyla manastıra çekilmişti. Daha sonrasında bu isteğinden vaz geçse de More koyu bir Katolik'tir. Dolayısıyla anlatım tarzı da kutsal kitapların anlatım tarzına benzer özellikler gösteriyor.

Erasmus’un sözlerini ve More’un alatmak istediklerini daha iyi anlamak için biraz tarihi bilgisine ihtiyacımız var.

Kralların hizmetine girilmeli mi, girilmemeli mi tartışması More'un kitabında epeyce büyük bir yere sahip. More, burada bizlere neden kralın yanında çalışmak istememe konusunda bu kadar inatçı olduğunu anlatıyor. Zamanında HenryVII onu yanına almayı denemiş ancak More bunu yapmak istemediği için, HenryVII ölene kadar, kısa bir süreliğine başka bir ülkeye gitmişti.

Ancak HenryVII'nin oğlu HenryVIII'nin tahta çıkışı ile birlikte More istemeye istemeye de olsa karalın yanında çalışmak zorunda kalmıştı. Kitabında büyük bir ustalıkla kaleme aldığı bu tartışma yazısında More'un kaygılarında haksız olmadığını tarih kitapları da yazdı. More, HenryVlll'nin kararı ile öldürüldü. More'un kralların yanında çalışmalı mı çalışamamalı mı tartışmasının bir benzerini de Kutadgu Bilig'de bulmak mümkün.

İnanç konusunda hiç kesin kararlar almadı. Düşündü ki, belki de Tanrı insanların değişik inançları olmasını istemişti. Kral, bir başkasını zorlayarak, ya da korkutarak kendi inancına çekmeyi çok yersiz, saçma ve zorbaca bir davranış sayıyordu. Eğer dinlerin bir teki doğru, ötekileri boş inançlara dayanıyorsa, gerçek er geç meydana çıkacaktı, elverir ki, insanlar akıllıca davransınlar ve birbirini kırmasınlar. Ama eğer bu konu üstündeki çatışma ve tartışmalar sürüp giderse, en kötü insanlar en inatçı kişiler olduğu ve kötü inançlarında direttikleri için en iyi ve en yüce din ayaklar altına alınıp, boş inançlara kurban gider; güzelim ekinlerin çalılar arasında yok olması gibi.》

(25)

İnsan Hakları Konulu Film Önerileri

Utopia'dan aldığımız alıntı ile birlikte More'a bir ütopya yazdıranın, gördüğü distopya olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Buraya sığdırabildiklerim, kocaman bir dağın yalnızca küçük bir tepeciği.

Kitabı almaya karar verirseniz İş Bankası yayınını tercih etmenizi tavsiye ederim. More'un hayatıyla ilgili kısa bir belgesel izlemek isterseniz Karekodu okutarak videoya ulaşabilirsiniz. More'un hayatını anlatan A Man For All Seasons adlı filmin de bu yazıyı ve kitabı anlamak adına çok yardımcı olacağına inanıyorum.

Peki More neden 8. Henry'den farklı düşünüyordu. Bunun sebebi Henry'nin kilisenin gücünü reddetmesiydi. İngiltere'nin Katolik Kilisesi'ne karşı gelmesi demek, Avrupa'dan bağımsız hareket etmesi demekti Utopia'dan yaptığım alıntıda "Utopus'un orayı fethetmesini kolaylaştırmıştı. Çünkü çatışan mezhepler birleşecek yerde, düşmanla ayrı ayrı savaşıyordu." cümlesi, aslında More'u en çok kaygılandıran meseleydi HenryVII'nin Katolik Kilisesi'ne karşı yaptıklarının karşısında, Henry'nin yanında olmazdı. More bugün burada olsa İngiltere onu pek de şaşırtmazdı sanırım.

Reyhan Gümüş

The Blackboard

Yanınıza mendilleri almadan izlemeye başlamayın derim! Oldukça duygusal bir filmle karşınızdayım. İranlı yönetmen Samira Mahmelbaf’a ait film belgesel tarzında karşımıza çıkıyor.

Öncelikle konusundan bahsedelim. Film 1998’de İran- Irak savaşı sırasında bir grup Kürt mülteci üzerinde geçiyor. İran topraklarında kendilerine öğrenci arayan öğretmenler üzerinde yoğunluk verilmiş.

(26)

1985 yılı ABD yapımı drama filmidir.

Senaryosunu Menno Meyjes’un yazdığı filmi, Steven Spielberg yönetmiştir. Alice Walker’in

“Renklerden Moru” eserinden uyarlanmıştır.

Film oldukça etkileyici ve duygusal. Baş karakter olarak siyahi bir kız olan Celie bulunuyor. Ailesinin ve çevresinin her türlü zulmüne dayanmaya çalışan güçlü bir karakter.

Celie babası sandığı adam tarafından hamile bırakılıyor. Ardından efendisi olarak gördüğü bir adama evlenmek için satılıyor.

Kocasından türlü türlü işkenceler ve şiddet gören ve çaresizce her şeye boyun eğen Celie’nin tek dostu kız kardeşi Nettie.

Celie gördüğü şiddeti, işkenceyi, yaşadıklarını tek tesellisi Nettie’ye mektup yazarak anlatıyor. Kocası bunun farkında olduğundan mektupların ulaşmasını engelliyor.

Ne Celie ne de Nettie birbirinden haberdar olamıyor.

Celie onca zorluktan sonra oldukça güçlü bir karakter olan Sofia ile tanışıyor. Sofia kimseye boyun eğmeyen ve herkesi alt edebilen bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Celie’nin Sofia ile tanışması onun için bir dönüm noktası olacak. Ondan öğrendikleriyle film çok başka bir boyuta dönüşüyor.

İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Çok etkileneceğinizden eminim. İyi seyirler!

Savaş çocukları adına, öğretmenlerin her zorluğa rağmen yolunda devam etmesi eminim sizi de oldukça etkileyecek.

Eğer belgesel tarzı ve dramatik filmler izlemeyi seviyorsanız bu filmi kaçırmayın derim! Mutlaka izlemeniz gerekenler listesinde yerini almalı.

The Color Purple

Gülşah Belen

Öğretmenler sırtlarında kara tahta ile seyahat ediyorlar. Kara tahtaları onlar için her şey. Bir öğretme aracıyken aynı zamanda bir koruma aracı görevini de alıyor. Savaşın bıraktığı enkaz ve beraberinde ki zorluklara rağmen yoğun bir öğretme tutkusu var. Bu tutku oldukça gurur verici.

(27)

Tablo mu ayna mı olduğu her ne kadar tartışmalı bir konu olsa da Nedimeler tablosunda en çok dikkatimizi çeken şey; ressamın kendisine kraliyet ailesinin yanında yer vermesinin yanı sıra, kendini hepsinden büyük resmetmesi, kral ve kraliçeye oranla o kadar ön planda ki kral ve kraliçeyi resme ilk bakışta fark edemeyebilirsiniz belki de. Bu akımın daha sonra da devam ettiğini görüyoruz Goya'nın la familia de CarlosIV eserinde Goya, kraliyet üyelerini Velazquez kadar geri plana atmak yerine onlarla adeta alay etmeyi tercih etmiş. Goya'nın kraliyet ailesi ile derdi vardı, peki Velazquez neden böyle bir şey yaptı? 30 yıl gibi uzun süren bir savaştan bahsediyoruz. Belki bazı insanların hatırladıkları ilk anıları ve gözlerini hayata kaparlarken gördükleri son şey o, "savaş". Resimde Velazquez'in son derece büyük olduğundan bahsettik ama resme baktığımızda dikkatimizi en çok çeken kişinin aslında önde duran küçük sarışın kız yani Prenses Margarita olduğunu görüyoruz. Anne ve babasının bu kadar geri planda, kendinin ise bu kadar ön planda konumlandırılmasının sebebi, artık umudun kral ve kraliçe değil küçük prenses olduğunu vurgulamak olduğu düşünülüyor.

Velazquez ise genç sayabileceğimiz bir sanatkar. Prenses Margarita ile kıyasladığımızda her ne kadar karanlıkta, arka planda kalsa da o da ülkenin geleceği için son derece önemli insanlardan biri.

Nedimeler özellikle İspanyol sanatında büyük bir etkiye sahip. Öyle ki Picasso eseri anlayabilmek adına tam 58 farklı varyasyonunu çizmiş.

Bu ayki tablomuz, Velazquez'in Las Meninas yani Nedimeler tablosu.

Bu tabloyu tanıyan olduğu kadar tanımayana da rastladım ve dergi için iyi bir seçim olacağına karar verdim.

Tablo 1656 yılında, İspanya'nın uzun bir savaşın ardından çöküşe geçtiği yıllarda resmedilmiş.

Velazquez'in bu tablosunu ilginç yapan şey bu resmin, sanat dünyasının ilk üç boyutlu resmi sayılması. Bir diğer ilginç detay ise ayna mı tablo mu olduğu çokça tartışılan, içinde kral ve kraliçeyi gördüğümüz çerçeve.

Ancak bu sanat dünyasında pek de yeni bir şey sayılmaz. Velazquez bunu yaparken Jan van Eyck tablosundan esinlenmiş.

Tablo İncelemesi: LAS MENINAS

Reyhan Gümüş

(28)

tatemae

Kökeni Japonca'dır. Topluma karşı gösterilen, gerçek olmayan ifadeler anlamına gelir. Sosyal zorunluluk olarak da tanımlanabilir.

Cümle içinde "Honne ve Tatemae" olarak

kullanımı, doğal duyguların bastırılarak toplum içinde aldatıcı bir tutum sergilenmesine denir.

Hey! Buraya senin için bir müzik koyduk, umarız vaktin keyifli geçer! Müzikler kadar güzel

Referanslar

Benzer Belgeler

100 gram bal alınmış. Bu balın içerisinde; polen veya nektar miktarı &gt;= 45 gram ise nektar veya poelen potansiyeli Dominant alınmış. 100 gram bal alınmış. Bu

Yağmurcungillerden (Charad- riidae) dağ yağmurcunu (Charadrius morinellus) gi- bi bazı türler de toprakta yaşayan memelilerin açtığı oyukları yuva olarak kullanıyor.

Yağmur ormanları, çöller, sıcak su kaynakları, buzullar, çeşitli bitkilerin kozalakları ve tohumları gibi hemen hemen her ortamda bulunabilen bu canlıların dünyanın her

Fırça gibi anten (Culicidae: Dip.) İki çift taraklı anten (Saturniidae) İki çift taraklı anten (Saturniidae)... İp gibi anten (Carabidae) İp

Türkçe arama motorlarının duyarlık, normalize sıralama, kapsama, yenilik ve ölü bağlantı.. oranlarının birbirinden farklı olup olmadığı Arama motorları hangi tür

MTA Genel Müdürlüğü tarafından çalışmaları tamamlanarak Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nce ihaleye çıkarılan 5 altın sahasının özel sektör eliyle

PETKİM’in satışıyla da ilgili açıklamalarda bulunan Unakıtan, ihalenin seçimlerle ilgili olmadığını ifade ederken, seçim olacak diye özelle ştirmeyi yapmadıkları

Pseudomonas aeruginosa ve Staphylococcus aureus bu gruptaki hastalarda en sık rastlanan solunum yolu pato- jenleridir.. Bu çalışma, pediyatrik yaş grubundaki KF hasta- larının