Kültürümüzde Etkin Olan Tasavvufî Yorumlar
İçerisinde Türk düşünürü Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bulunduğu Horasan
erenleri, göçle gelmiş Türkmen grupları, eğitim ve imar faaliyetleriyle aynı kültür potasında yoğurmuş, Anadolu’nun kültürel
bütünlüğünün oluşmasında ve merkezi otoritenin oluşumunda hayati bir rol
oynamamışlardır.
Göç yoluyla Anadolu’ya gelen bir kısım
derviş dağ başlarına, kimsenin olmadığı yol kavşaklarına yerleşmiş, burada zaviyeler
açmış, boş topraklar üzerine kurdukları bu kurumlar zamanla kültür, imar ve din
merkezleri haline gelmiştir.
Böylece dini cemaatler her tarafa yayılmış;
ahlak, edep, davranış, inanış kuralları standartlaşmış, bilgi ve bilim devrin olanakları içerisinde bu merkezlerde üretilmiş ve yayılmıştır. Bu dervişlerin köylere yerleşerek toprak işletmeleri ve eğitim ile meşgul olmaları yöneticiler
tarafından da desteklenmiş, dervişlere birtakım ayrıcalıklar verilmiştir.
Sonuç olarak Anadolu’nun en ücra köşelerinde dahi zaviyeler açılmış ve
verilen eğitim sayesinde ortak bir kültürel doku oluşmaya başlamıştır. Anadolu’da
etkili olan tasavvufi oluşumlardan başlıcaları hakkında bilgi almak için bundan sonraki konulara bakınız.
Yesevîlik Düşüncesi
Kuruluşundan günümüze kadar Orta Asya’da çok geniş bir bölgeyi etkisi altına
alan ve varlığını Anadolu’da da devam ettiren Yesevî tarikatı Hoca Ahmet Yesevi’nin
fikirleri etrafında oluşmuştur.
Ahmet Yesevî’nin doğum tarihi Hicri. V. (Miladi.
XI.) yüzyılın ortalarına rastlar.
Kazakistan’ın güney eyaletinin bugünkü merkezi olan Çimkent şehrinin doğusunda
bulunan Sayram’da dünyaya geldi.
Ahmet Yesevî, birkaç yıl Türkistan’da öğrenim gördükten sonra Buhara’ya gitti.
Bu dönemde Selçukluların yönetimi altına girmiş olan Buhara, Maveraünnehir’in en
büyük İslâm merkezi sayılıyordu ve İslâm ülkelerinden gelmiş olan binlerce öğrenciye
ev sahipliği yapıyordu. IV. (X.) asırdan itibaren Horasan mütefekkirlerinin
düşüncesinin ürünü olan ve orada teşkilâtlanan tasavvuf, kısa sürede Orta Asya
Müslümanları arasında benimsenmişti.
Hicri. V. (Miladi. XI.) yüzyılın ortalarında Hoca Yusuf Hemedanî, Orta Asya’da
tasavvufun önde gelen ismi idi. Hoca Ahmed,
Türkistan’da Arslan Baba’nın yanında bir süre tahsil gördükten sonra Buhara’da Hoca
Yusuf Hemedanî’nin yanında öğrenciliğe başladı.
esevî tarikatının en önemli özelliği, tasavvuf kültürü ile Türkçenin bir araya getirilmesidir.
Ahmet Yesevî, İslâmî ilimler hakkındaki engin bilgisine ve İran edebiyatına olan
aşinalığına rağmen, düşüncelerini Türk kavimlerine anlatırken, Türk halk
edebiyatından faydalanmış; tasavvuf hükümlerini açıklarken basit ve anlaşılır bir dil
kullanmış, görüşlerini Türk halk edebiyatına uyan üslup ve nazım şekliyle ifade
etmiştir. Onun en büyük eseri olan şiirlerine
“Hikmet” adı verilmiştir.
Tarikatında
bölgede yaşayan Türk kavimlerinin örf ve adetlerini göz önünde bulundurmuştur.
Ahmed Yesevî’nin sade ve yalın şiir türü, Türklerin oturdukları bölgelerde çok
sayıda taklitçi buldu. fiiirlerinin etkisini,
yaşadıkları ülkelerde büyük bir itibar sahibi olan ve şiirleri geniş halk kitlelerinin
dillerinde dolaşan Hakim Ata, Abay, Mahtum Kulî
ve Yunus Emre gibi büyük şairlerin şiirlerinde kolayca görebiliriz.
Hoca Ahmed
Yesevî’nin “Divân-ı Hikmet” adı altında
toplanmış olan şiirleri, dervişlerin faziletleri ile ilgili medhiyeler, Hz.Peygamber ve
büyük İslam sufîleriyle ilgili kıt’alar, dünyanın
durumundan şikâyet, kıyametin yaklaşması, cennet ve cehennem hikâyeleri gibi konuları
ele alır.
Ehl-i sünnet tasavvuf tarikatlarından
sayılan Yeseviye tarikatı, bütün sünnetleri, sünnet yerine konan uygulamaları kabul etmiş, müritlerinin şeriat hükümlerini
eksiksiz
yerine getirmelerini imanın şartlarından saymıştır. Görüşlerinin birçoğunun
Nakşibendî
tarikatında yaşamış olmasına rağmen, Yesevî tarikatının kendine özgü inanç ve görüşleri de vardır.
Yeseviyye tarikatının temel hükümlerini;
marifetu’llah, doğru sözlü olmanın
iyiliği, fena fi’llah ve tam tevekkül teşkil etmektedir.Yesevî tarikatının
uygulamasında
önemli bir unsur, “halvet”tir. Halvetin süresi kırk gündür. Bu süre zarfında müridin yapması
gereken bütün görevler anlatılmıştır.
Kadirilik
Kadirilik, Abdülkâdir-i Geylânî'ye (ö. 561/1165-66) nisbet edilen İslâm dünyasının ilk ve en yaygın tarikatın adıdır.
Soyunun baba tarafından Hz. Hasan, anne tarafından Hz.
Hüseyin'e ulaştığı kaydedilen Abdülkâdir-i Geylânî'nin tarikatını çocukları yaymıştır.
Kâdiriyye'yi Anadolu'ya XV. yüzyılda Eşrefoğlu Rûmî getirmiştir. Bu tarikat geniş bir alana yayılmayıp İznik
Bursa çevresiyle sınırlı kalmıştır. Kadiriyye XVII. yüzyılda, tarikatın Rûmiyye kolunun pîri İsmail Rûmî'nin faaliyetleri sonucu başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve
Balkanlar'da yaygınlık kazanmıştır.
Kâdiriyye tarikatında kendini arıtma ve Allah’a varma, Allah'ın yedi isminin
zikredilmesiyle gerçekleştirilir. Bu tarikata katılan bir kişi kabiliyetine göre bütün
mertebeleri aşıp nefs-i kâmile makamına
ulaşabilir veya belli bir mertebeyi aşamayıp arada kalabilir.
Nakşibendilik
Nakşibendilik, Bahâuddin Nakşibend Muhammed b. Muhammed el-Buhârî'ye (ö. 718/1318) nispet edilen tarikatın adıdır. Nakşbend, Buhara'ya 9
km. uzaklıkta bulunan Kasr-ı Arifân'da doğdu.
Nakşbend, kısa bir süre içerisinde onların
saygısını kazanmıştır. O, halka her fırsatta sohbet eder, va'z ve nasihatte bulunur ve "bizim
tarikimiz sohbet üzerinedir" diyerek müritlerini buna teşvik ederdi.
Nakşibend'in vefatından sonra, geniş bir alâna, özellikle İmam Rabbânî'nin
gayretleriyle Hindistan ve çevresinde
yayıldı. Bu tarikat, Fatih Sultan Mehmed zamanında, Molla İlâhî Simâvî (ö.
896/1490) aracılığıyla İstanbul'a girdi.
XVIII. yüzyılda Mevlana Ziyaeddin Bağdadî ile Osmanlılarda genişledi ve istikrar
kazandı. Osmanlı padişahları Nakşibendiliği himaye ettiler.
Kaynaklarda bu tarikatın üç koldan Hz.
Peygamber'e kadar ulaştığı ifade edilir.
Nakşibendiyye tarikatının esaslarını şu şekilde özetlemek mümkündür: Dini kurallara tam
uygunluk, tarikat ile özü temizlemek, hakikat ile ilâhî yakınlık elde etmek ve marifet ile Allah'a
ulaşmak. Bu tarikatta Kur'ân ve sünnete bağlı kalmaya büyük önem verilmiş, haramlardan ve kötü alışkanlıklardan korunmak için tövbe,
istiğfar, zikir, tefekkür, nafile namazlar, Kur'ân
okuma ve ilimle meşgul olmak tavsiye edilmiştir.
Bu şekilde nefsi yenerek kalbi kontrol altında tutmaya murakabe adı verilir. Bu tarikatta zikir sessiz yapılır. Topluca yapılan zikre "hatm-i
hâcegân" denir.
Mevlevîlik Düşüncesi
Mevlana Celaleddin Rumi'nin (d. 1184
Belh, Horasan-ö. 1273 Konya) düşünceleri çevresinde kurulan tarikattır. Babasının
düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde
örgütlendirdiği için Mevlana'nın oğlu Sultan Veled (ö. 1312) Mevlevilik'in asıl kurucusu sayılır.
Mevlânâ Celâleddin Rûmi, dostlarının katıldığı özel toplantılar düzenler, tasavvufi
ve dini sohbetler yapar, şiir söyler, zikrederek sema ederdi. Zamanla bir tören niteliği
kazanan bu toplantılar belli kurallara, belli görüş ve düşünce ilkelerine bağlandı.
Toplantılarda ney, kudüm ve benzeri çalgıların çalındığı zikirler, törenler daha derli
toplu ve ölçülü yapılmaya başlandı. Kısa bir süre içinde geniş bir alana yayılan, halk ve
özellikle çağın aydınları arasında büyük bir ilgi uyandıran bu toplantılara katılanların
sayısı arttı. İran, Arabistan ve Anadolu'nun birçok yerinden gelerek toplantılara katılanlar,
katılmak isteyenler, Mevlânâ'ya karşı derin bir sevgi ve saygı duyanlar oldu.
Mevlânâ'nın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled, aynı yoldan giderek, babasının
düzenlediği toplantılara ve bunlarda yapılan sema, zikir ve benzeri törenlere, bir tarikat niteliği kazandırdı. Törenlere katılmak,
toplantılarda bulunmak, sema meclisine ve
zikre girmek için birtakım değişmez ve Mevleviler arasında yaygın olan kurallar koydu.
Zamanla bunlara resmi bir nitelik kazandırdı.
Mevlânâ'nın oturduğu yeri (sonradan tekke adını aldı) genişletti.
Mevleviliğin sevgiye dayanan insan anlayışı, insana varlık türleri içinde ayrı bir
değer ve önem vermesinden dolayıdır. İnsan, evrenin özü (zübdei âlem), varlık
bütününün söyleyen dili, gören gözüdür. Mevlevi tarikatına göre, bütün evren ve insan,
toprak, ateş, hava ve su gibi dört ana ilkeden kuruludur. Göklerle insanın özü, yapısını
kuran ilkeler birdir, eştir. Ancak, felekleri yöneten yasalar ayrıdır. Çünkü onlar, bir
bakıma manevi aşamalardır.
Sultan Veled'den sonra bütün Mevleviliği temsil eden Konya'daki merkez tekke
şeyhliğinin babadan oğula ya da ailenin büyüğüne geçmesi gelenekleşti. Bu
geleneğe
bağlı olarak şeyhlik makamına oturan
kişiye Çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği Çelebilik makamı olarak
anılmaya başladı.
Mevleviliğin temel ilkeleri, genellikle on iki konuda toplanır:
1. İnsanlığa hizmet etmek;
2. Başkalarına her zaman iyi ve güzel davranışın örneği olmak;
3. Mesnevi okumak ve mutasavvıf olmak;
4. Aklı iyi kullanmak, hikmet sahibi olmak;
5. Dindar olmak;
6. İçini her zaman temiz tutmak;
7. Mevlânâ'yı pir tanımak;
8. Mevlânâ'nın yolundan ayrılmamak;
9. Allah’tan, Hz. Muhammed'den sonra Mevlânâ'ya bağlanmak, ona gönülden inanmak;
10. Bilimle uğraşmak, bilgi sahibi olmak.
11. Alçakgönüllü, sabırlı, güler yüzlü, hoşgörülü ve nazik olmak;
12. Maddi ve manevi bakımdan temiz olmak.
Osmanlılar döneminde Türkiye'de en yaygın tarikatlardan birisi olan Mevleviliğin
faaliyetine, diğer tarikatlarla birlikte, 13 Eylül 1925 tarihli bir kanunla son verildi.
Faaliyetini bir süre Şam'da sürdürmeyi denediyse de başarılı olamadı. Ancak 1926
yılında Konya'daki merkez tekke ve Mevlânâ türbesi müze olarak yeniden açıldı.
Günümüzde de her yılın Aralık ayında Konya'da turistik amaçlı Mevlevi ayinleri icra
edilmektedir. Mevlevilik, Sünni tarikatlar arasında en yaygınlarından biri olmuştur.
Mevlânâ ve oğullarının sağlığında dostluğunu kazanan bazı yakınlarının gömüldüğü
Konya Mevlevihanesi, Kubbei Hadre [Yeşilkubbe] diye anılan türbe, tarikatın merkezi
ve kutsal makamı olarak benimsenmiştir