KAN ÇERAĞI
Ümraniye Belediyesi
Geleneksel 16. Şiir Yarışması
Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları - 65
Ümraniye Belediyesi Geleneksel 16. Şiir Yarışması KAN ÇERAĞI
ISBN-978-625-44407-1-7
Proje Sahibi
Ümraniye Belediyesi Başkanlığı adına İsmet YILDIRIM
Ümraniye Belediye Başkanı
Proje Yönetimi Kültür İşleri Müdürlüğü
Atatürk Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. No: 63 Ümraniye / İSTANBUL Tel: 0(216) 443 56 00 / Dahili: 1184
www.umraniye.bel.tr • kultur@umraniye.bel.tr twitter.com/umraniyekultur facebook.com/kultur.sosyal
Yayına Hazırlık Emir TOZAL
Kapak Tasarım Fatih ÇALIŞKAN
Baskı FORMEL MEDYA
copyright©2020, Ümraniye Belediyesi Kitabın tüm yayın hakları, Ümraniye Belediyesi’ne aittir.
Yazılı izin alınmadan hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
1. Baskı Ağustos 2020 / İstanbul
ÜMRANİYE BELEDİYESİ
“SERBEST” KONULU GELENEKSEL 16. ŞİİR YARIŞMASI
SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ
Prof. Dr. Nurullah GENÇ Şair
Prof. Dr. Mustafa UZUN Edebiyatçı
Prof. Dr. Hasan AKSOY Edebiyatçı
Doç. Dr. Mehmet Güneş Edebiyatçı
Dr. Bahtiyar ASLAN Edebiyatçı
Cahit KOYTAK Şair Nurettin DURMAN
Şair
İÇİNDEKİLER
Kan Çerağı Yasin Mortaş (Birincilik Ödülü) 11
Ankara Mimar Sinan Albayrak (İkincilik Ödülü) 17
Kime Ağlasam Caiz Mustafa Doğan (Üçüncülük Ödülü) 23
Dervişe Aşk Öğüdü Emre Genç (Mansiyon) 27
Ortadoğu Mezmurları Ömer Keser (Mansiyon) 31
Sevdalar Da Bir Depremdir Azize Züleyha (Özbay) Bilgiç (Mansiyon) 37
Kozasını Örmüş, Fuzulî Yazmış Arif Bilgin (Mansiyon) 41
Ben Çocukken Mustafa Keçeci (Mansiyon) 45
Savaşın Çocukları Orhan Bircan (Mansiyon) 49
Filistin'in, Kan Ağlayan Gülleri!.. Rifat Araz (Mansiyon) 53
Aşkın İstanbul Hali Arif Odabaş (Mansiyon) 59
Memleketim İlknur Kuruhalil (Mansiyon) 63
Kudret Çiçeği Hüseyin Uzel (Mansiyon) 67
Bir Nihâi Makam A. İrfan Karapınar 70
Yolculuk Ahmet Selim Gül 73
Yürek Yangını Ahmet Süreyya Durna 76
Dersaâdet'ten Kâinata Ahmet Testici 78
Maveradan Bu Ân'a Yürürken Söylenen Türkü Alperen Kızıltaş 82
İncirin Söylettikleridir Anıl Can Uğuz 85
Yeryüzüne Sername Aysel Kaymaz 88
Dostluğa Söylence Ayşe Altıntaş 90
Bir Derviş Hikâyesi Ayşe Kalay 92
Yoksa Kalan Mı Ölü Ayşe Yıldız 96
Gölge Ayşegül Özdoğan 98
Sendendir Ey Yar Barış Eken 102
Anız Bedirhan Keklikci 104
Râsih'e Tahmîs Beyza Terzi Sarı 106
Cennet Açılan Yol Bilal Agdag 107
Dur /ul/acağım! Birsen Çay 109
O'nun Şiiri ya da O'nun İçin... Burhan Kale 112
Çeşm-i Siyahım Canan Köksal 115
Anadolu'm Celalettin Kurt 117
Şiir Adı Yazarı No
İÇİNDEKİLER
Şiir Adı Yazarı No
Gök Seher Al Çalarken Durmuş Kaya 120
Çağa Ayarlanmış Zulüm Elif Can 122
Yamalı Yıldız Elifsu Yılmaz 126
Japonyalı Bir Portakal Ağacına Mektuplar Emin Çelikli 129
Seyredelim Emirhan Dinç 132
Beyaz Emrah Akkan 134
Ayasofya Emre Özdoğan 136
Uçsuz Yol Enes Murat Hakyemez 138
Kabil Yalnızlıkları Eray Akpınar 140
Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa F. Özgür Günsay 141
Gurbette Bayram Sabahı Faik Kumru 143
Gulca'da Bir Güneş Doğar Fatma Söğüt 146
Yol Yurdu Fazlı Kıroğlu 150
Yetim Duygularım Fikret Görgün 152
Mülteci Kılma Gözlerinden Fuat Oskay 155
Aliye Funda Sezenler 158
Âhüzâr Nağmeler Gökhan Kefal 161
Çok Hesap Edilmiş Vâdeli Mucizeler Hacı Yakışıklı 164
Sekerat Hakan İlhan 168
Bir Ömür Secdede Halil İbrahim Paça 171
Bengisu Hatice Güven 173
Yalancı Şahit Hüdayi Azbay 175
Yıldızdandır Yolu O Dolunayın Hüdayi Can 177
Es Pragraf Ve Çocuk Nefesleri Hülya Oğuz 181
Destan Olur Hüseyin Ay 183
Hep İstanbul Hüseyin Bülent Oskay 185
Aşk Hüseyin Özkaynakcı 189
Melankoli.. İbrahim Yavuz Zarifoğlu 192
Suya Çizilen Dünya İlyas Doğan 195
Aşkistanbul İsmail Güller 197
Bir Daha Gelmem Belki Diye Bir Not Kemal Sayar 201
Birkaç Mısra Kerem Yılmaz 204
Dağ ve Hüzün Köçeri Serdar Ateş 207
Üveyik Kuşu Mahmut Polat 211
Çocukluğumdan Vurdular Mahmut Sezai Altundağ 214
Az Önce Ölen Adam Mavigül Soylu 216
Gayrı Dost Hayâl İmiş Mecit Aktürk 219
Elif Lam Mim Mehmet Ali Güneş 221
Sevmek Gurbete Uzaktır Mehmet Gökhan Damar 224
Sonrası İçin Mehmet Sağlam 227
Münacaat Yerine Mehmet Sertpolat 230
Müstesna Zamanımdan Yâre Doğru Son
Arzuhâlimdir Mehmet Yaşar Genç 233
Sen M'ola Meryem Tunç 236
Gün Mü Var Bî-Çâre Dil Aşkınla Nâlân Olmasın Metin Burak 239
Madem Ki Yaşıyorum Mucahit Karapınar 240
Ben Şehirden Usandım Muhammed Enes Öztürk 242
Hercai Kırmızı Muhammed Ş. Uyanık 244
Avluda Bekleyişler Muhammed Şara 246
Mektubu Ruhi Murat Tapar 248
Süveyla'ya Mektuplar - Nâr Kızılı Yüzün Mustafa Işık 251
Araf Kızından İnildemeler Nuray Dilmen Arslan 254
Münzevi Nurullah Poslu 256
Küstüm Çiçeği Onur Tuna Bozbey 259
Ata Senfoni Osman Balkis 261
Naat-ı Nebi Ömer Faruk İpek 263
Sırat/Son Geçiş İstasyonu Ramazan Boran 265
Gölgesinden Vazgeçmiş Bir Münzevi Recep Koç 268
Hakikât Recep Mesut Genç 271
Kemend-i Mahbub-i Sensin Saffet Çakır 273
Tarumar Salih Akkaya 275
Raks Eder Yakamoz Sularında Savaş Bayram 277
Şaire'm Sebahattin Günday 280
Ölü Çizgiler İçin Sümeyye Çivici 283
Vadiden Sonra Talha Kuru 285
İÇİNDEKİLER
Şiir Adı Yazarı No
Sürgün Tugay Cemal Süren 289
Birazdan Gün Doğacak Turgay Gümüş 293
Bana Celalin Düştü Uğurcan 296
Cümle Kapısı Ümit Berdar Doğan 299
Gazel (Ene'l-Aşk) Veli Kurum 302
Yıldızlı Gecenin Provası Yahya Çerkez 303
Medinet-Ül Mülk - Dünyanın Şehri- Yaser Bereketoğlu 305
Lâhût'un Kozmik Eli Yaşar Bayar 309
Bir Şehriban Ahvali Yıldırım Uzun 312
Hazar'a Selam Yunus Kara 316
Islak Bir Hüzün Şarkısı Yusuf Emin Altun 318
Bulanık Kâbus Yusuf Polat 321
Truva Hikayesi Yusuf Samet Güler 325
Savaş Çocuğuna Şiir Zehra Ağır 328
İÇİNDEKİLER
Şiir Adı Yazarı No
9
TAKDİM
Sevgili Şiir Dostları,
Edebi türler içinde en eski ve müstesna bir yeri olan şiir, tarihimiz boyunca duygu ve düşüncelerimizi, hayalleri- mizi, mutluluklarımızı ve hüzünlerimizi anlatabilmenin en etkili yolu olmuştur. Sözler arasında şiir nasıl naif, özgün ve derinlikli ise insanlar arasında şairler de öyledir. Şairler ade- ta dil içinde ayrı bir dil, dünya içinde ayrı bir dünya kurar.
Gerek fert gerekse toplum olarak yaşadığımız tüm büyük hadiselerin sonunda kendimizi şiirde ve şairin o ayrı dünyasında buluruz. Aziz milletimizin büyük kur- tuluş mücadelesi bizi İstiklal Marşına ve M. Akif’in zor ve vatan aşkıyla çevrili yaşantısına götürür. Bir davanın yolunda yürüyene, bir fikrin çilesini çekene Üstat Necip Fazıl yoldaş olur. Özetle şiir sözün sultanı, şairler gök kub- bemizin yıldızlarıdır.
Ümraniye Belediyesi 16. Geleneksel Şiir Yarışması bu yanıyla çok önemsediğimiz, fikir ve mana dünyamız, es- tetik ve sanat algımız gibi bir çok temel meseleye de nefes verecek bir etkinlik olmaya devam ediyor.
Hayatı, varlığı kendi dil ve dünyalarınca anlatma derdi taşıyan şair kardeşlerimizin dünyanın birçok yerinden yarışmamıza yaptığı başvurular; bu toprağın kültürünün, edebiyatının ve değerlerinin nesiller boyu aktarılacağının adeta garantisidir. Ayrıca şairlerin bugün insanlığın maruz kaldığı pek çok sıkıntıyı ele alıyor olmaları, sadece ülkemiz için değil tüm dünya için bir umut ve sevgi vesilesidir.
Bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde gerçekleştirdiğimiz 16. Geleneksel Şiir Yarışmamıza yoğun ilgi gösteren şairlerimize, katılan ve emeği geçen tüm dost- lara teşekkür ediyor, edebiyat dünyamızın önde gelen isim- leri tarafından ödüle layık görülen şiirlerden oluşan bu eseri sizlere sunuyor olmaktan mutluluk duyuyorum.
Sevgiler...
İsmet YILDIRIM Ümraniye Belediye Başkanı
1966 doğumlu. Kahramanmaraş’ta yaşıyor.
YASİN MORTAŞ (Kan Çerağı)
Birincilik Ödülü
12
KAN ÇERAĞI
“Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini yakında görecekler.” (Şuarâ)
Siz /kanaması durmayan güle aşk aşısı yapmaya mı geldiniz Muhacirim
Puslu bir çağ aynasından bakıyorum yüzümün haritasına
yüzümde derin işgal izleri ıssız yollar ve hüzün evleri Ateşler içinde bakıyorum işte
bakışlarımı delik deşik eden kurşun izlerine rengimi savuran uğultulu rüzgâra
buruk ırmaklar taşıyan gözlerime
dilimdeki ‘Ano Yemen’dir gülü çemendir’ buğusuna Ah...tutuyor yine beni bir hıçkırık /başlıyorum İdlib sağusuna
Anne, tarandıkça ağarıyor Etiyopya siyahı saçlarım.
Evet /bu benim işte muhacir kızı Elif saçlarım acıyla belik belik
Haydi gelin artık/kişnesin atlar çınara düş gösteren atlılar
-O zalimler yüzünden perişan olduk kuş yuvalı bahçemizde viran olduk-
13
Ensarım
Saçları acıyla belik belik beni mi çağırdın Elif
Üzerinde acıyla kurumuş günün kanlı çamurunu silkeleyen güzel o/ çınlaması geçmeyen çölde Havva’nın ağladığı o inci saatinde
şarapnel yanığı gözlerinle /beni mi çağırdın
Geldim güzelim
yürüyen bulutların ıslak beyazı
Afrika’nın açlık atlası /elleri Kudüs çiçeğim Haydi söyle /nereye koydun gözlerinin karasını ölmüş annenin gözlerine mi
yıkılmış babanın yüreğine mi Somali türküsünün derinliğine mi Şöyle mi demiştin:
annemi cennette görecek miyim baba Allah beni ne zaman yanına alacak anne olmadan ölecek miyim?
Korkma gözlerinin karasında kaybolan Elifim bir Peygamber şefkati koydum yüreğime, bir Ebubekir ışığı saklıyorum sana.
Bosna sokaklarına bırakıyorum izzetimi Fırat’ın gözyaşını taşıyorum gözlerimde
Ömer terazisi göğsümde/Hamza kaviliği ellerimde Türkiye tebessümüyle geliyorum sana
Biliyorum şöyle demiştin:
baba bak / hilâl gibi keskin / yıldız savuran atlılar geliyor
14
Nemrut’un gözlerine ok gibi saplanıyor onlar içime gül serinliği tüveyçleri savruluyor.
Beni mi çağırdın Elif saçları hüzünle belik belik...
Doğu tartılırken Türkistan güneşiyle bu zilzal anlatmadı mı zalimlere
yerin göğün sarsıldığını / içlerin içe çöktüğünü insanlığın hallaç pamuğu gibi savrulduğunu yalnızlığa bölük bölük dağıldığını
Ah canım / şöyle mi demiştin:
babacığım içimdeki bu ağırlığı taşıyamaz oldum yoruldum dışarı atamadığım acılardan,
baba, anne yokluğunun enkazında kaldım gördün mü dünyanın üzerime yıkılışını.
Saçları acıdan belik belik bana mı seslendin Elif:
-Buralar kalabalık ama bilinç keskinliği değil bu betonlar ama gülizâr değil
bu coşmalar ama ırmak değil.
Bir kuyu derinliği ama serazat değil Karabağ ama asma bahçesi değil-
Ama gördüm demiştin babacığım
İşte çağırıyorum aşk arkasındaki yankılarımı yanıklarımı soğutuyorum kartal telekleriyle bir Yusuf serinliği başlıyor Züleyha gözlerimde
işte/yağmurlar içiyorum su kasidesinden İsmail’in dudağında damıttığı zemzemden
15
tutuyorum Asım’ın gül teri ellerinden artık Türkçe rüyalar görüyorum baba
bak / görüyor musun / süvariler suda çıngılar sıçratıyor ufkun kızıllığını topluyorlar eteklerime
altın elmalar soyuyorlar bana
İçimdeki kızgın kumları savuruyorlar rüzgârlarıyla hıçkırığımı toplayıp koyuyorlar terkilerine
nallarında çıngı hiyerarşisi / yüzlerinde silinmez Fatih siması
Elifim korkma gel diyorlar
Arakan resimleri çiz göğsümüze / Keşmir tebessümle- ri sür dudağımıza
gel: lal’e bükülüşünü öğretelim sana gel: suya dudağını öğretelim gel: yüreğine gök sürelim
gel: rüzgârına denizi ezberletelim gel: aşkı damıtalım sabırla gel: toprağı alnına açalım
ve gel de giyin diyorlar sık örülmüş merhametimizden Anadolu yufkası gibi zamanlar açıyorlar önüme, ağlamalarımı sarıyorum Somalili kızın çeyizine, müsterih bir yağmur oluyorum Anadolu’nun gözle- rinde
Baba / elimde bir Anadolu aynası, taranıp uyuyorum Bedir’e karşı.
Rize’de doğdu. İstanbul’da büyüdü. Kocaeli’nde yaşıyor.
MİMAR SİNAN ALBAYRAK (Ankara)
İkincilik Ödülü
18
ANKARA
ben ankara’da kaybolurken siz uyuyordunuz küçük hanım,
denizin ortasında telli bir telefon çağırdı beni kulağıma yeni ve yabancı kelimeler fısıldandı o deniz çölleşirken siz ikindi çayınızı içiyordunuz japonya öylece duruyordu masanızda,
gün akşama dönüyordu.
benzimin solukluğu aptal bir neşeyle keşmekeş ellerime kağıtlar verip acele ettirdiler.
ben acele ederken ellerimde kağıtlar beklemeklere koştuğumu bilmiyordum.
bana evimi unutturdular küçük hanım sonra beni o gün vatanımdan da kovdular.
vatanım varken zir vadisinde betere*ile gezinirdim ayaş yollarında, piknik yapardım çeşme başlarında betere öylece dururdu çeşmenin kenarında.
bir gün ben ilginç plakalı araçlar sürerken, tandoğan’dan anıttepe’ye bir gerekçeyle çıkarken simsiyah bir leksus görmüştüm kupa arabası
önünde beyaz bir mendil sallanıyordu, kırmızı puanlı iri yanaklı balıkların elçisi diye geçirmiştim içimden.
beteresiz ve beterdim kapı önünde mandal küçücük bir minibüse bindim sığmadım içinde akşam konuşmaları, şiki şiki baba minibüs küçük, hırıltılarım daima kalın he ile, ahh baba...
*motorlu bir askeri araç.
19
insanın hep duyduğu ama anlamını bilmediği kelime- ler vardır küçük hanım
meğer ben zırcahil, akşamın ışıklarında körmüşüm ankara’da
siz o sırada akşam yemeğine henüz oturuyordunuz, benim hırıltılarımı duymuyordunuz ki ben kuş değilim.
ve ben o gün dayak yemeyi öğrendim, yeni kelimeler bir kelime, bir kelime daha, bir yumruk, bir tekme can yerime
mitralyöz, gülle, mahmuz, sille…
hangi kalenin kapısına gitsem kızgın yağ döktüler küçük hanım,
aforozu da orada öğrendim yalnızlığı da kritik kelimesinin kökeni neydi acaba hangi deniz kabuğundan kulağıma üflendi çölleşen denizimde çoktan,
ölmüş bir devenin kalça kemiğinden mi?
kime sorsam, kime sarılsam kim ile hangi dilde konuşsam?
ne küçük prenstim ne de pilot, pilot olsam uçardım
kuş uçuşu uzaklığım kendime.
ne çok kelime öğrendim küçük hanım çift katlı otobüslerin çok katlı garajlarında uçuşan kuşlara bakmak nedir bilemezdiniz, beklemek nedir bilemezdiniz küçük hanım bazı adamların ölmesini.
20
ben çift katlı otobüsleri beklerken ellerime oyun hamuru verdiler her şeyden istiğrak ederek
kendi çamurumu yeniden karıp yoğursam dedim ne çıkar, dünya fırınına girmeden pişmem.
sahi, pişmaniyeciler bindiler otobüse tek tek sordular pişman mısın, pişmez misin pişmez miyim dedim odunum kendim,
pişiyordum küçük hanım, harlanıyordu ateşim.
ben pişerken siz dondurma yiyordunuz küçük hanım bir kürek yavaşça fırına verirken beni
hışımla çekilirken altımdan halı, ve üzerime kapanırken demirden kapı etrafımda yunusun topladığı meşeler vardı.
siz o zamanlar japon balığıydınız küçük hanım
turuncu, iri yanaklı bir japon balığı, akvaryumu dünya sanan
benim dünyam bir fırındı, ben size atılan ekmek topuz ne demek, tokat ne demek, dayak ne demek?..
üslubumu geliştiremiyorum küçük hanım, eteğimden çekiştirip duruyorsunuz.
halbuki ben toplumu kusturan parmağım siz dondurma yiyip duruyorsunuz.
21
sıhhiyede dövüşsek küçük hanım, boks eldivenleriniz kırmızı puanlı
bu küçük prensle japon balığının ankara maçı
gözlerime vursanız küçük hanım ki benim can yerlerim can yerlerim acıdı garajlarda kuşlara bakıp ağlarken kelepçeli ellerim pişmaniye mıncıklıyordu yapış yapış otobüsün tekerlekleri gelmek bilmiyordu.
karanlıktı yol, dilimde kavgaya hazırlanış marşları karanlıktı tünel, ucu belirsiz, atım ölük
küreğin ucunda götürülüyorum, can yerlerim yum- ruklu
gözlerim kumlu, uykulu ve yumruklu.
siz küçük hanım o saat ne güzel de uyuyordunuz kırmızı puanlı eldivenleriniz masanızın üzerinde.
tüm kayıtlar silinse, sildim, savaşlar bitse pişmaniyeler yense, pişilse, menziller aşılsa yağmurdan sonra serin bir yerde
manzarası yeşil vadi, piyano sesi, kuş sesi sütlü birer çay içip dövüşsek küçük hanım kelimeler; boks eldivenleriniz, kırmızı puanlı
ben son samuray, siz turuncu, iri yanaklı japon balığı.
Özel sektör çalışanı.
MUSTAFA DOĞAN (Kime Ağlasam Caiz)
Üçüncülük Ödülü
24
KİME AĞLASAM CAİZ
Gidelim bu zamanlardan Asya Al süvariler geceyi bölmeden Bir dualık âminim kaldı yarına Sinemde yılkı atlarının toynakları Sen yüreğime yürü
Ben ölüme...
Bütün kutsal kitaplar bilir Asya Bir başka kapının ışığıdır gönül gözü İfşa edilmez her çilenin sabıkası
Hiç mahzun olmadı bu kadar merhamet Hiç bu kadar aşikâr değildi ihanet
Biraz Süleyman’dan biraz Musa’dan bahset Kendime acıyacağım.
Ve dahi savaşmadan ölüyor insanlar Ne kıtlık ne veba
Bir gece de yıkılıyor şehirler Çığlıklar afet ç/ağrısı
Bırak yırtılsın yutkunurken iç çekişler Mimlensin dudakların kifayetsiz meali Biraz Zekeriya’dan bahset biraz Yahya’dan Bekle beni umut yüklü sabahlar
Bekle beni Asya
Ölmeden yenilmeyeceğim...
Tebessümü unuttu çocuklar Cesur elleriyle kan revan bakışlarla Tutunur tek/bir taşa
Bıraktığın gibi değil bu topraklar Bıraktığın gibi değil Asya Sular çekildi yatağından
25
Biraz İsa’dan bahset biraz Meryem’den Kendimi aklayacağım...
Çıkamadık bu Azazil kuyusundan Mahşere bırakılır mı bu kadar ah?
Yürüseydik coğrafyanın üstüne Küsmeseydik kadere
Yalın kılıç yola düşerdi yüreği Zülfikarlar Biraz Ali’den bahset biraz Ömer’den İçimin yangınında
Yüzümü saklayacağım...
Şehadet parmağının cesareti yok bunca insanda Kime ağlasam caiz
Gök kubbede şartlı deprem Yerin altı kıyamda
Biraz rahmet de biraz merhamet Biraz Muhammet de biraz selamet Ayyuka çıktı bütün ihanet
Saklama beni Asya Kendimden utanacağım...
Şehirlerin düştü Asya
Bilirsin göç etmeyi bilmez serçeler Azların çoğa korkunç hışmını seyret Başıboş Bağdat’ı serseri Şam’ı Kandan besleniyor asrın firavunları Daha nereye kadar yalvaracaksın Tek başına kaldı evlâd-ı fâtihân Dayan Asya’m dayan
Sana yepyeni umutlar getirdim Son kalen İstanbul’dan...
1986 yılında Kahramanmaraş’ın Nurhak ilçesinde doğdu. Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Öğretmen ve Alanya’da çalışıyor.
EMRE GENÇ (Dervişe Aşk Öğüdü)
Mansiyon
28
DERVİŞE AŞK ÖĞÜDÜ
Bir derviş sordu zindanda; “Hallâc sence aşk nedir?”
Mansur dedi “derviş sabret, cevabın üç günedir”
O gün astılar Mansur’u, ertesi gün yaktılar Üçüncü gün küllerini semaya bıraktılar
Yanar mısın? Ya nâr mısın aşk yolunda ey derviş?
Kanar mısın? Kanın mıdır sunduğun şu mey derviş?
Nice içen harab olmuş, mestane aşk meyinden Nice âşık özün bulmuş, dara durmuş: “neyim ben?”
Dehr-i fani döner durur, bir ışık çemberinde Işığın da, çemberin de, aşk vardır cevherinde Aşk ehli ‘ben’likten ayrı, varlıktan bigânedir Der ki maşuktan geldiyse, nâr da birdir, nûr da bir
Kesreti kovar gönülden, aşk ikiyi bir eyler Piri indirir postundan, kör talibi pir eyler Dalda titreyen damlayı eriştirir ummana Onunla başlar şu hayat, onunla bulur mana
Mecnun düştü sahralara, Leyla için dediler Leyla’yı dilemez Mecnun, yalnızca aşkı diler Ham sofuya aşk yük gelir, ermişeyse ibadet
Hem zindandır, hem pranga; hem sonsuz bir hürriyet
Levh-i Mahfuz’u okusan, okusan yüz bin kitap Aşktan gayrı hece yoktur, aşktan ayrı bir hitap Söylenen ilk sözcük odur, Elif’ten de öncedir Ha karanlık bir gündüzdür, ha aydınlık gecedir
29
Mecnun Leyla’ya kavuşsa, aşkını kaybederdi Aşk olmasa Leyla-Mecnun söyle kaç pul ederdi?
Ham âşıkla aramızda bin dağ vardır bin deniz Biz bağrında köz söndüren Mecnun’un şehrindeniz Gönlümüzü çelmez bizim, hurilerin gülüşü
Bizce cennetten evladır, cennete varmak düşü Firdevs nerde, tuba nerde, hani nerde selsebil?
Aşkın uğrağı tamudur, talip bunu böyle bil Seyr ü sülûk talibiysen, kör nefsi yenmek gerek İbrahimî bir ateşte, Mansur’ca yanmak gerek Vâsıl olmak arzularsan, kanatlı bir kuş olup Irmağını geçip aşkın, bahrine konmak gerek Bin ömrünü bir ömüre dervişçe sunmak gerek
1987 Gaziantep doğumlu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Bir Ortadoğu, bir Kudüs ve şiir sevdalısı.
ÖMER KESER (Ortadoğu Mezmurları)
Mansiyon
32
ORTADOĞU MEZMURLARI
Kudüs Şairi Nuri Pakdil’in anısına...
YANSIMALAR
Attığın taşla büyüyorsun çocuk, tan geyiğinin soluğu gözlerinde
güneşin yarım miskal yükseldiği yahut yükseltildiği mezmûrlarda
Ganj nehrinin kolları arasında büyüyen isyan tifüsünde Cüretkâr kahkahalarla boğdun sen zulmü, tank kesi- len gövdenle
Durdurdun zamanı; vakit ki dirilişe beş kala, çelikten akreple
Tevhid yelkovanlarından atılan kurşunlarla aydınlat- tık karanlıkları
Çatır çatır doğuyor şimdi kırılan lades kemiklerimiz, aklımdasın
Ey hüzün, isyan kavimlerinin yalancı peygamberlerle kuşatıldığı dağ ebabillerinde
Gagasında cehennem taşıyan mukaddes ayetlerle helak oldu kentler
İrem’deki yağmur kadar bereketli şimdi gözyaşların, Bırak da kıyama kalkışsın gülnâr; ey gönlüme şekil veren Kudret
Ey esirgeyen ve bağışlayan Zekkâr
Altın gibi incelt ruhumdaki merhameti, öyle incelt ki Aydınlatılmamış hiçbir yer kalmasın nefsimin kör kafeslerinde
Guetemela şiirleri geliyor aklıma, umutların krepon kağıtlarına yazıldığı
Eksilirken bir tarafımız, ruhumuzun çiçeklendiği
33
çiğdem sabahlarında.
Ezanların koyu gölgesinde, barut kokusuna bulansın ellerimiz.
Emir ki senin baharına nâzır, emir ki senin mukad- des kitaplarında
İncil’in incirle yoğrulduğu yeminlere salıverdin uçu- şan kelebeklerimizi
Kaf yazılsa alnımıza kader diye okunur bütün teslim olmuşluklarımız
Dağılır tespih taneleri gibi hüzün kuşları, Bakırdan iki güneş açar eskitilmiş sırçalarda ve lal olur sorguya çekilen haklı nefretlerimiz.
BOZULMAMIŞ YAZITLAR
Mücerret sessizliklerle bozuldu şimdi o vurgun yangınlar,
Yanarken içimizin som telaşı, kapılara vuracağız göğsümüzü;
Vurdukça daha da artacak çok sesli ve çok ölümlü dirençlerimiz,
Adını Ortadoğu koyacağımız çocuklarımız olacak belki de...
Belki de yepyeni şarkılar söyleyeceğiz gökyüzüyle beraber.
Yıldız yağdıkça kristal gözlerimizden, bir ekmeğin buğusunda toplanacak
temize çekilmemiş kirli tarihler, belki de yanlışlara alıştırılmış kirli saatler/
susalım şimdi/ susalım ki dile gelsin yeryüzü.
Bütün infiallerin, ihtilallerin,kundaklamaların, ideolojilerin, emperyalizmin, narsizmin
ve suikastlerin kıskacında dökülecek büyük günahlar.
Yükselecek med-cezirlere bağışlanmış ay vakitlerinde
34
Bir kafiye boyu sürgün ömürlerimiz/ ve kıracağız içimizdeki putları.
Tevhid nârâlarıyla doluşacak harâb edilmiş kubbeler;
ve bir gül açacak içimizin en tenha mabedinde.
Naftalinlenmiş soluğumuzla geçeceğiz buz bahçele- rinden,
Yalınayak ve çırılçıplak bırakılmış bir bir hakikat gibi, Gözlerine bakarken yavrusunu yitirmiş bir annenin;
Darağacına tırmanan karınca tedirginliğiyle söyledi- ği ağıtın adıdır hançer
Dağladıkça yüreğini Azer ardından İbrahimvari/
Kuşluk vakti gözlerimize tüneyen, ardımıza bırakılan yetim bir ses
ağartacak saçlarımızı / azdıracak yaramızı tuz vakit- lerinde.
Zamanın hovardalığını ezberleyecek erken ölümler Ben Filistin’im anne ve ben gitmemeliyim
Parçalanmış kurşunlar,
Parçalanmış pusulalar çıkartılsa da Ortadoğu kal- bimden.
İLK MÜNAACAAT
Kuşat beni anne! Makas gibi aç ki kollarını, sığıvere- yim merhametine
Geceye verilecek adağımız kalmadı bizim / tükendi içimizdeki eylüller
Yekpare camdan süzülen bahar alışkanlığında dudak- larımız
Biraz bükülse, özgürlük çığlığı fırlayacak / saplana- cak zalimlerin
müstekreh yüzlerine / akışkan ırmağın kenarında dururken elif dinginliği
35
hevesine kurban olmuş bir havari asılmış çan ağacına / bilemedim,
Bilemedim, mana veremedim / veremli bir çocuk gibi öksürürken Kızıldeniz
içindeki firavunu kustu yeryüzüne/ inandım ve iman ettim.
Ben ki Kur’an’ın hizmetkârıyım / Müddesir’lerin esi- riyim / kıyam ettim.
Secde ederken bir şafak vakti, dizlerim küfre götür- medi beni,
Belki Yunus gibi terk ettim Ninova’yı / belki de isyan ettim
Günah dalgalarıyla boğuşarak geldim yâ Râb / huzu- runda tövbe ettim,
Bildim sensin âlemlerin Rabbi, ayaklarım beni sana getirdi.
Aşkının ateşiyle hûn oldu, yandı ciğerlerim / ve bunu dil ile ikrâr ettim.
SON DİBÂCE
Bugün günlerden Ortadoğu anne! Bir mil gibi çeki- lirken gözlerime güneş;
Kanadı avucumdaki yıldızlar, sararmış takvim yap- raklarıyla çoğaldı şelale.
Bir İlk Çağ virüsünün Orta Çağa gömüldüğü engi- zisyon mahkemelerinde
Savunuldu bedeni yakılan kadınlar, aydınlatıldı yarı kör bırakılmış deliller.
Deli değilim / Bütün doktrinlerin üzerindedir çok sesliliğim /
Üstelik şark serseriliğim / bağışlamayın beni felsefe / bağışlamayın beni
tarihin ölümsüz silahşorları ve granitle damıtılmış
36
vakur kitabeler...
Küçürek öykülerde başlayan, başkaldıran yiğit Ali’yim ben.
Yumruklarımla öğüttüm tufanda dökülen demir leblebileri.
Kelebek boynumda kaynattım Doğu’nun küllenmiş esamesini.
Ad aldım, ad verdim can suyumdan, esirgemedim öksüz şairliğimi...
Kudüs gibi evladını yitiren anne; Dicle gibi ağlayan babayım,
Yitirilen her şey doğar bir gün, aslına döner elbette;
Bilin ve biliniz ki! Bir şairden bin Kudüs doğar bayım...
Kütahya doğumlu şair yazar AÖF Ön lisans ilahiyat bölümü mezunu. Eğitim hayatına halen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Lisans tamamlamada devam etmekte. MEB’de ücretli öğretmenlik ve Diyanet’te fahri öğreticilik görevleri mevcuttur. Kütahya Kent Konseyi Şairler ve Yazarlar çalışma grubu başkan yardımcısıdır. Çocukluğundan bu yana gönül işçiliği olarak tanımladığı şiir ve edebiyatla iştigal etmektedir. Şiir dalında Ulusal ve Türkiye çapında bir çok ödülü mevcuttur. Şiirleri çeşitli edebiyat ve kültür sanat dergilerinde yayınlanmaktadır. Şairin şiirlerini üç bölümde topladığı ve ön sözünü Bahaettin KARAKOÇ üstadın kaleme aldığı ‘‘Serapta Bir Damla’’
isimli şiir kitabı bulunmaktadır.
ZÜLEYHA (ÖZBAY) BİLGİÇ (Sevdalar da Bir Depremdir Azize)
Mansiyon
38
SEVDALAR DA BİR DEPREMDİR AZİZE
Arz titredi
Ve boyun eğdi aziz hükme...
Harput’un soluğunda kaynayan bir acı, Sabır taşıyor talihin yazgısından.
İçi çekilmiş akşamüstü ansızın Uğultuyla inliyor şehir
Siyah bir matem gibi çöküyor bulutlar.
Saçların neden dağınık Azize,
Yüreğinin kıyametine mi bağladın umutlarını Gün arınmıştı zehrinden
Hayra yormuştun oysa Talihin kör rüyalarını...
Şimdi bütün sokaklar, Kaskatı kesilmiş siren sesi Benzi atmış ölümün.
Kolay mı?
Yeraltını yoğuran enkazların içinde Gün ışığını gözlemek
Sesin sığınağı mı seslerin Azize, Karıldıkça toprağa bir yaşamak düşer İnsanlığın nasibine...
39
Say ki mahşerin öteki yüzü Göçüklerin altında
Göğsünde ırmaklar emziren anne, Gözyaşıyla sular kundağını meleğinin.
Susar yeryüzü atlasının bin bir telaşı Talan olur içimizin bahçeleri.
Direnmek güllere mi mahsus Azize, Dikenler sılasıdır gönlümüzün Alınlarından öpmeli çiçekleri...
Bağı çözülmüş viran olmuş ocakların Ve düşen ateşlerin ortasına
Kendini siper etmiş bir baba.
Sarıldıkça can evinden vurulur Yıkılır direği çatılmış kaşların Sağırlaşır bekleyişler sonra...
Sevdalar da bir depremdir Azize Bağlanır dili çaresizliğin
Dağ gibi kalkan olur sevdiklerine...
Nicedir
Uyku tutmayan kirpiklere asılı zaman taş yığıntılarında,
Teslimiyete adanmış imtihan Kırık kanatları yoksul kuşların Safran sarısı hüzünleri;
Ve perişan kederleri üşüyen halkın...
40
Ağlamanın kıvrımında Fırat’ın kollarından uzanır.
Sarıp sarmalayan
Merhametle çoğalan yürekler, Duanın zırhını kuşanıp adımlarına Vicdan vadisinde birikmiş aşkla Çıkıp geldiler.
Ağıtlara çığlar düştü Azize Ağıtlara çığlıklar
Dilsiz kaldı andelib
Şehadetin nabzında hilalleşirken vatan Kara bir vebal gibi vurdu sinemizi İdlib..
Depremlerle yıkıldık belki de,
Kar sessizliğinde buz kesti bedenlerimiz Karanfiller ağladı al bayrağın teninde.
Değil mi ki birlik dermandır bize Azize, Aynı toprakların zeytin dalıyken Ve gür akarken pınarlarından, Barış çağrısı
Tek yürektir ülkemde
Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı...
1951’de Elbistan’da doğdu. İlk ve orta tahsilimi burada yaptıktan sonra Mersin İlk Öğretmen Okulunu bitirdi. 1993 yılında da Anadolu Ünv. Eğitim Ön Lisans Bölümü’nden mezun oldu. 33 yıl mesleğini sürdürdükten sonra emekli oldu. Evli 5 çocuk babası. İlkokul çağından beri okuma yazma tutkunu olarak gelişti. Elbistan’da gazete ve sitelerde aralıksız yazıları yayımlanır. Şu ana kadar 17 kitap yayımladı. Halen yayınlanmayı bekleyen kitapları vardır.
ARİF BİLGİN
(Kozasını Örmüş, Fuzulî Yazmış)
Mansiyon
42
KOZASINI ÖRMÜŞ, FUZULÎ YAZMIŞ
-Ali Akbaş’ın ‘Fuzuli’ şiirini tahmis;
birinci ve beşinci satırlar ona aittir- Bir çöl gecesinde gök parıl parıl
Duy artık ey gönül kaleme sarıl İster sev varlığı istersen darıl Ulu bir ruh ile bak harıl harıl Fuzuli mehtaptan şiir sağarmış O’nun ilhamına hız vermek için Gönlüne gönlünce gül sermek için Şiirin özünü hep dermek için Gecenin sekrini gidermek için Ay daha geç batar erken doğarmış Kimseler kapısın çalmazmış ama Yalnızlık gittikçe keskin bir kama Hüzünle dalarken tül tül akşama Mehtap sere serpe vururmuş cama Ne vefakâr ilham perisi varmış
Şairin alnından öpeyim diye Işık ışık şiir atmış hediye Bulutsuz her gece ve her saniye Mührün vurmak için kutlu vadiye Bazı da aydede yere ağarmış
43
Bu ıssız vadide Leyla peşinde Kuyumcu misali şiir işinde Aşkı ak kor gibi taşır döşünde Kiminin ruhu genç kimi on beşinde Kaç civan aşığın saçı ağarmış
O çağda gökleri dolduran esrar Ham iken pişiren, olduran esrar Maşuku her yerde bulduran esrar Hasretle saçları yolduran esrar Bir ipekten gönülcüğe sığarmış Ak başıyla ve baht-ı siyahıyla Devayı dert eden aşkın ahıyla Bilinmez sevabı ve günahıyla İlhamın en ulu padişahıyla Kozasını örmüş, Fuzulî yazmış
1978 Yozgat doğumlu. Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Edebiyat öğretmeni.
MUSTAFA KEÇECİ (Ben Çocukken)
Mansiyon
46
BEN ÇOCUKKEN
Ben çocukken
Parmak hesabı bilirdim yalnız
Sekizler yoktu benim çarpım tablomda daha Üç kere üç kadardı içimdeki acılar
Artmasından korkardım katbekat dertlerimin Sayamazdım çocukken
Sayısı artmasa da kendisi hep büyürdü Büyürdü dertlerimin
Ben çocukken
Her baharda çoğalan takvimin yaprakları Sonbaharda dökmezdi
Gül oyası değildi şu içimde sızlayan Benim avare gönlüm sevda nedir bilmezdi Patiskadan hayaller yalnız kızlar içindi Erkekler sert olurdu her kışın ayazında Ben çocukken rüzgârlar kürtünsüz dolaşırdı Her yaz evcil hayvanken her kış yılkı gezerdi Yeşili örten tipi
Ben çocukken üşümezdim hiçbir kış Erkekler üşümezdi
Ben çocukken
Ocakta meşeler yanardı çığlık çığlığa Yüreğim yanardı
Ürkerek dolaşırdım evin duvarlarında Kıştan daha uzundu uzun kış geceleri
Acıklı şarkılar söylerdi kurtlar karşı dağlardan Baykuşlar sallanırdı evin saçaklarında
Dünya tek renk olurdu her neye baksam Beyazdan arta kalan
47
Ben çocukken pencereyi açmazdık Kandil sönmesin diye
Yolumuzu aydınlatan ışıklar titrekti ben çocukken Gaz yağı kokardı rüyalarım
Yüreğim buğuluydu hayallerim isliydi Bahçemizden ötesi yağmur boran tufandı Zaten görünmezdi görünse de sisliydi Ben çocukken
Parmak hesabı yapardım yalnız
Dokuzlar yoktu benim çarpım tablomda daha Üç kere beş kadardı içimdeki acılar
Neyi bölsem kalan çıkmazdı Az çoktu yok azdı
Yokluk vardı bir şey kalmazdı
Ben çocukken insana rast gelirdim bazen Onlar varken yokluk olmazdı
Ben çocukken
Kış geceleri kadar uzundu sevincimiz Belki üç bin kere üç bin kadardı Bulutlar az ağlardı gündüzleri Bayramlar el öpmek için vardı Babam alnımdan öpmemişti daha Annemi hiç böyle görmemiştim
Ayrılık batmamıştı dertlerim artmamıştı Leylekler son yavruyu yuvadan atmamıştı.
Turnalar yorgundu oysa gün batımında Yapraklar dökülürken
Kimse inanmamıştı Ben çocukken
24 Mayıs 1978 Bingöl Genç doğumlu. Evli ve 3 çocuk babası. Eğitim Fakültesi mezunu olup; bir ilkokulda sınıf öğretmenliği yapmaktadır.
ORHAN BİRCAN (Savaşın Çocukları)
Mansiyon
50
SAVAŞIN ÇOCUKLARI
Bir el dokunur en hisli yanlarıma Bir anne feryadı düşer yüreğime Bir babanın çaresizliği
vurur alnımın ortasından Savaşların coğrafyasında.
Küçücük elleri yumak yumak Çocuklar gelir aklıma
Gözyaşları süzülür bir annenin yüreğine Kirlenen sadece ve sadece elleri
Yürekleri ak pak Misket misket gözleri
Gülücükler saçar al al topraklara Çocuk olmak,
Çocuk kalmaktır savaşların coğrafyasında.
Kan dökmeye and içmiş Kör vicdanların süngüsüyle Toprağa düşer her bir çocuk Anne yüreğiyle kefenlenir Al kanlara boyanmış bedenleri.
Ağızları süt kokan çocuklar,
Kanatlanır anne kucağından cennete.
Çocuk olmak,
Çocuk kalmaktır savaşların coğrafyasında.
Kaç merminin hesabına Yanar nice bedenler.
Toprak bile merhamet etmişken, Kimyasallarla buharlaşan bedenler, Göklerden dökülen yağmurlara karışır.
Üzerimize acıyla düşer tane tane Her tanesinde milyonlarca gözyaşı
51
Ve karışır toprağa edep ile
Beklediği tecellisidir hesap gününün.
Çocuk olmak,
Çocuk kalmaktır savaşların coğrafyasında.
Şair, Yazar. Kafkas Türklerinden. 1949 Van/Erciş Doğumlu. Erzurum Ata- türk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bl.. mezunu (1975-76) Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsnde mastır ve doktora yaparak Halk Edebiyatı Uzmanı oldu. MEB. Bakanlık Başmüfettişliğinden emekli.
Ankara’da yaşıyor.
RİFAT ARAZ
(Filistin’in, Kan Ağlayan Gülleri!..)
Mansiyon
54
FİLİSTİN’İN, KAN AĞLAYAN GÜLLERİ!..
Gönül secdegâhımdan, kaç yürek sökülüyor;I.
Ateş kusan sel midir, arzı yakan bu vahşet?..
Kana dönmüş gözlerden, ihtiras dökülüyor;
Bu mu ehl-i salibin, va’dettiği hürriyet?..
Kırıldı dal, budağım; gök ekinim yolundu;II.
Nemrûd’un odu sardı, bu “Gül” kokan diyârı!..
Nur yüzlü tomurcuklar, gün yüzünden alındı;
Zaman kışa çevirdi, beklediğim baharı!..
Bu da’vâ nasıl düştü, kör asrın ellerine?
Duydum “hicreti” söyler solgun, donuk bakışlar!.
Ruhum mu kanatlanan, Me’vâ’nın güllerine?
Oda yanmış cismimden, yükselir can yakışlar!..
Âh!.. Bu gaflet rüzgârı, nerden esti bağrıma?III.
Hangi kirli sularda dönüyor, köhne çarkım?!..
Tarih kokan taşları, basmışım kalp ağrıma;
Viran olan yurdumda, yıkılmış evim, barkım!..
Bu hicran azabıyla kaç kez öldüm, dirildim?
Şirkin gizli seyri mi, ma’bedi inciten ses?..
İhanet kıskacında, öz kökümden söküldüm;
Bölünmüş, parçalanmış “Hakk’ı” diyen her nefes!..
‘İsrâ’nın şafağında, âyet âyet açmaz mı;
Dâvûd’un gür sesiyle, zikreden gonca güller?..
Şu Süleyman Ma’bedi, hak nûrunu saçmaz mı;
55
Ötmez mi bu âlemde, “tevhîd” diyen bülbüller?!..
IV.
A kupkuru çöllerde, kıvranan kör karanlık;
Hakîkat deryâsından, kanmışım Nûr Dağında!..
Re’ddettiğin kıyâmet, belki bu gün, bir anlık;
‘Dost’ ile kavlimiz var, tâ ‘Elest’ durağında!..
İçimde kora döndü; sevgim, arzum, hevesim;V.
Âh bu fitne, tefrika… “Âh!.” ettim, geceledim!..
Dağılmış fırka fırka “tevhîd” diyen hak sesim;
Hasretin kucağında, kaç ölüm heceledim?..
Yerden, yedi göklerden, eller uzansın bana;
Tuttum ‘vahyin ipini’; yolum bir, menzilim bir!..
Kubbet’üs Sahra’dayım, kulak verdim zamana;
İlk sözüm, son kitâbım; imânım, emelim bir!..
Sen a takvâ kuşanıp, aşk ile küfre dalan;VI.
Attığın taş sindirir, ateş kusan silâhı!..
A hakîkat uğrunda, bir ömrü cehde salan Senin ufkunda gördüm, beklediğim sabahı!..
Bu göç, bu gam, bu matem yakmaz mı yürekleri?
Şu sadâkat güneşi, doğmaz mı vicdanlara?..
Avucumda kuş misâli, çırpınan dilekleri;
“Duâlarla”, uçurdum “Gül” kokan zamanlara!..
Ey!.. Şehit oğlu şehit, diri gördün ölümü;
Rûhuma rahmet saçtın, o semâvî mecradan!..
Sen gösterdin ecele, en güzel tebessümü;
Seninle nefes derdim, o sonsuz mâverâdan!..
56
Bir ma’rifet şu’lesi, ağdı dolmuş bağrıma;VII.
Duydum ehl-i irfânın derin, duru bahtını!..
Yâ Rab; güç ver, takat ver kapındaki çağrıma;
Yıksın koca bir ümmet, küfrün tac-ü tahtını!..
VIII.
Özüme cevr ü cefâ, sözüme hüzün döken;
Endülüs’te duyduğum, o dehşetin sesi mi?..
Şu kanlı elleriyle, ömrümden ömür söken;
Bosna’daki mahlûkun, kan kusan hevesi mi?!..
Filistin gül goncası, oda düşmüş yanıyor;
Kırım’da, Kafkasya’da, Türkistan’da acım var!..
Yıllar var Arakan’da, aynı yürek kanıyor;
Pakistan çöle döndü, Afgan’ım kanlı pazar!..
Yemen’de öksüz, yetim dönmüş külün rengine;
İdlib’te ‘sevgi’, ‘umut’; Kana’da, ‘cân’ yanıyor!..
Karışmış hüznün sesi, ‘Karabağ ahengine;
Hocalı’da efkârdan, damlayan kan yanıyor!..
Yâ Rab; nedir bu çile, bu kaygı, bunca belâ?!..
Bağdat işgâl altında, Bakü’de sürgünüm var!
Somali’de patladı, aynı rezil istilâ;
Gazze’ de yağmalandım, Çeçen’im yaslı diyâr!..
Kudüs’te sis mi çökmüş, hak nizamın üstüne?
İlâhî; al bu kahrı, sırtımdaki yükümden!..
Ahtım var, andım olsun, son kelâmın üstüne;
Ahde vefa eyledim, ayrılmam öz kökümden!
57
Yâ Rab; yol aç, dirlik ver, bu Âlem-i İslâm’a;IX.
İslâm’ın diyarında, İslâm’ı boğar ağyar!..
Rahman’sın rahmet eyle, Sen bu dâru’s selâma, Sen’dedir ‘vahdet’ kapım, Sen’dedir tek anahtar!..
Kâdir’sin kudret Sen’in; birlik ver, yükseliş ver;
Hoş bahtımın üstüne gam çöktü, ikrah düştü!..
Şu perişân ümmete; yeni bir diriliş ver;
Ma’bedimin üstüne, kaç kanlı sabah düştü?!..
Bir tahkîkî imân ver, boğulsun ışığında, Ebû Cehil şirkine, taş çıkartan cehâlet!..
O sonsuz ufkumu aç, bu fecrin eşiğinde;
Bu fecrin eşiğinde, doğsun nûr-u hidâyet!..
Yâ Rab; his ver, iz’ân ver, dağılsın sis ve duman;
Varlığın ‘tesbîh’ sesi, yükselsin kanat kanat!..
Şu vahiy ikliminden, aşk ver uyansın zaman;
Hilâlin gölgesinde, dönsün koca kâinat!..
Hangi havra, manastır ibret almış zamandan?X.
Gün, bu birlik günüdür; gönülde, dilde Allah!..
Bir ilâhî rahmet mi, yağıyor asumândan?
Yükselir arzdan, Arş’a “Lâ ilâhe illâllah!..”
Gel, ey Selâhaddin’im; gel, Kılıçarslan’ım gel!.
Arzda bir ‘Hamd sancağı’, Arş’ta Allah-u Ekber!..
Gel, bu tevhîd selinde, çağlasın sonsuz emel;
“Gel” diyor yer, gök ehli, “gel” diyor son Peygam- ber!..
58
Mescid-i Aksa’da mı, şu gönül inşirâhım?
Mescid-i Harâm’dayım, affet beni Allah’ım!..
1983 yılı Akçaabat / Trabzon doğumlu. Artvin Orman Fakültesi Orman Mühendisliği bölümünden 2006’da mezun oldu. Şiirleri çeşitli edebiyat dergi ve antolojilerinde yayınlandı. 10’a yakın şiiri bestelendi. Hem şiir yazarak hem de seslendirerek gönül sesini şiir sevenlere ulaştırma gayretinde.
İstanbul’da ikamet ediyor. Evli ve bir erkek evlat babası.
ARİF ODABAŞ (Aşkın İstanbul Hali)
Mansiyon
60
AŞKIN İSTANBUL HALİ
İki cihan nurunun muştusu şiâr bana Aşkı terennüm eden her zerren di/yâr bana Dinle ey gönül şehrim; sırça köşküm, sarayım Fatih’in harladığı, ocağında çırayım
Fethe davet edince, yolun kutlu iz olur Haliç zincirlense de, yamacın deniz olur Mihmanların kapında, aç kalbini ey şehir Şerefyâb olmak varsa, vuslat edilmez tehir Nur-u vechin esbâbı emsalsiz bir gül müdür?
Emanetin Asım’ın nesline ödül müdür?
Bülbül-ü şeydayım ben, ötelerden gelirim Safa-yı gülşen diye, İstanbul’u bilirim Dile gelen taşların lisânını sor bana Sinan’ı yakan sevda, sönmeyecek kor bana Kubbeler değip arşı titretir en derinden Âzâd eder ruhumu onulmaz kederinden Haliç’in gerdanında raks ederken kayıklar Martıların bin yıllık türkümüzü sayıklar Bir zaman tünelinle celbedersin düşümü Masalsı güzelliğin cennetin izdüşümü Âdeme yâr ol diye, eserisin hilkatin Gönle şifa vuslatın, cana eza firkatin Sarraf-ı aşk değilim, arza kıymet biçerim Emsalsiz ziynet diye, İstanbul’u seçerim
61
Matem-i firâkında, bil ki dünya dar bana Gül/İstanbul içinde, her dem nevbahar bana Sen ki cihan güzeli, nâr-ı sevdan ezeli
Mahbezinde pişmeden yazılmaz aşk gazeli Erguvan taçla süslü Boğaz’ın nazlı gelin Süzülür avucundan, İlâhî bir sebilin Maziden istikbale kuruldukça rabıta Karşılıklı bakışır, neşveyle iki kıta Yedi tepen semaya uzanıp zikre dalar Sûret-i Mihrimah mı, o gül benin Adalar?
Bir ressam edasıyla, aşkı renkte gizlerim Gönlümün tuvalinde, İstanbul’u izlerim Ya ben sana varayım, ya sen durma var bana Değil sensiz yaşamak nefes almak ar bana Aşk dolu imbatların rotası İstanbul’dur Her sevda türküsünün notası İstanbul’dur Sende sevdanın rengi, huzur köşe bucağın Buz tutmuş yüreğime s/iner sarı sıcağın Güneş ufuklarına her akşam umut eker Çehreni görmek için sabahı iple çeker Mavi tüle işlenmiş, yaldızlı üç hecesin Çözülmesi imkânsız, esrarlı bilmecesin Mecnun’un inadına, bin Leyla’dan cayarım Yüreğimin tahtına, İstanbul’u koyarım
62
Çamlıca’da bir lâhza, efsunlu asır bana Dök içini İstanbul, her kelâmın sır bana Mevsimler bezenirken çehrene inkıtasız Kökten sürme bir çınar büyür sessiz sedasız Mekâna ilmek ilmek, mana işli gergefsin Zahirde vücut bulan, inci dolu sedefsin Kız Kulesi’ne nazır ulular sırdaşındır Rıhtımı d/öven dalga her dem arkadaşındır Toprağına kök salan umutlar hâlâ diri Arıtır Eyüp Sultan, kalplere çöken kiri Soluklanıp Yuşa’da benliğimi aşarım Bir lokma, bir hırkayla İstanbul’u yaşarım Şehrayin-i sevdasın, sükût demi/n zâr bana Muradına ermeden göçüp gitmek zor bana Takvimlerin hükmü yok, tarihlerden taşarsın Asırlardır gururla Türk’e yâren yaşarsın Şehir içre şehirdir ruhu bitap dehlizler Hâlâ Akşemsettin’in dualarını gizler Dinsin Ayasofya’nın derunundaki ağrı Kulaklara yeniden dolsun İlâhî çağrı Kaldır düştüğü yerden, garip kalan yapıyı Tekbirler adım adım çınlatsın Topkapı’yı Geçti devr-i saâdet, bin yerimden kanarım Zamanın her deminde, İstanbul’u anarım
30.06.1998 tarihinde bir kamyonda doğdu. Kastamonu’nun Daday ilçesi Köşeler Köyü’nde 4 kardeşi ile çocukluğunu geçirmekteyken 10 yaşında babasını bir traktör kazasında kaybetti. İlkokulu Daday Prof. Dr. Fahri Ecevit YİBO’da bitirdikten sonra Kastamonu Göl Anadolu Öğretmen Lisesi’ni kazandı. Şu an Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi.
Şiir yazabilmek, kitaplar, okuduğu her şey ona kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğretti. Bu sebeple tüm şairlere, şiire ve vatana bir borcu var.
İLKNUR KURUHALİL (Memleketim)
Mansiyon
64
MEMLEKETİM
Geceleyin,
Çamiçi’nde şavkına durmuşuz mumun.
Yardım et,
boyuna kamyonlar kül taşıyor rüzgar kavun.
Kıvırcık düşler köylerde ocakta taşan süt,
alıç seslerinden bir gömeç, mahmuzlanan rızık, Ve şükürsüz gücenir
öpüp başa koyduğumuz emek.
Eşikte bir çift mest Islığa karışan çocukluk, Memleket...
Lebbeyk!
koca çeşme
dahi susağı yok eteğinde.
gün,azıcık takışsa üç,yedi,40 bin kere zikrini akıtır yüreklere
Değil bu kanılır şerbet Yunus dilinde bir zikir Memleket...
65
Beride güneş Hırpalı yenleri, kuş dili bilir elleri saçları eğrilir güzden düş umar közden, sancısından bunca ateş toprak kadar çilekeş.
Ayağa bürülü cennet Akça yazmada gök oya Memleket...
Ötede ay yeniyetme
türkü yakar ellerine,
kirpiklerine damlar köşk kızlarının har taşır atıyla tekfur bunarından kar,suya yunar ona aşkından.
Tekbirde merhamet Efe sevdadır bre Memleket...
İşte çıvgın söğüt yapağı yüreği
yarın diker, çuvaldız bineği başı okşanır,
bilinir beyazlara sağır.
Sürgüler okunu birer yayım tutuşur sema ile yıldırım.
66
Boncuklu beşikte Mehmet Okunur kulağa
Memleket...
Ve kızıl serçe
yürek ucuna asılı sazı, bulut süzer
yalınayak gezer heceyle dolar kursağı.
Baksan ahretliği her bir kulun bilenir cebinde kurşun.
Mavisi Türk bu hasret Gülünce bir şiir Memleket...
Oysa sabahleyin, bir yağmur
dilinde hırladığı ilahi
süsleyen ayak izleri kuşluk vaktini uzatsa
argun ağacına değecek kara bulut çekildi, çekilecek.
Sen, ben
bu şiiri yazan köy çocuğudur Memleket, memleket, memleket...
Milli Eğitim Bakanlığında öğretmen. Şiirle nefes alıyor, şiirle yaşıyor. Evli ve bir çocuk babası.
HÜSEYİN UZEL (Kudret Çiçeği)
Mansiyon
68
KUDRET ÇİÇEĞİ
Bir kuş kondursam Yusuf, Çandır eteklerine Her tüyü bir mesajdır, Kudret Çiçeklerine Duyanları mest eder, kahramanca naralar İlk peşrevde canlanır, o eski hatıralar Şura, Hergeleci’ye çalım sattığın yerdir Şurası, Adalı’ya çangal attığın yerdir
Göçmüş cümle yiğide olsun Hakkın rahmeti Şu düzlükte devirdin, Kurtdereli Mehmet’i Sen bir deli ırmaksın, ömre sığmaz bir hatır...
Filiz Nurullah sussa, Kel Aliço anlatır!
Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf Tüm kapılar kapansa; yeter, açtığın çığır Batı sana hafifte, sen Batı’ya çok ağır...
Yaydan çıktıysa eğer, ok hedefe batacak Namını bundan böyle, manşetler anlatacak!
Sen gideli tükendi, tüm şevki cazgırların Vuslata takvim verdik, bugün değilse yarın...
Minderde her zaferin, mazlumlara diyettir Hırsla yere vurduğun, kanlı medeniyettir!
Sen rakibi, ebedi susanlar için yendin Her hakkı gasp edilmiş, insanlar için yendin Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf
69
“Ebedi gurbetlikte, hasreti fîgan tutar Vuslata dümen kırmış, gemileri kan tutar Sitem etmem ben haşa, gemi batıran zora Balta tutan ellerde, insanlık alabora!
Sinesinde kor saklı, külün rengi sendedir Hiç durmadan kanayan, gülün rengi sendedir Gün oldu gecemize çoban ateşi yaktın Gün oldu teskereni okyanusa bıraktın.
Ne pehlivanda peşrev, ne cazgırda hâl kaldı, Gidişinle meydanda, bir kâht-ı ricâl kaldı.
Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf Hüvelbâki yolcusu, Elif’ime Lam götür İhya ettin sünneti, Nebi’ye selam götür Ne kubbe, o gök mavi; ne güneş, eski sarı Kopan Kudret Çiçeği, kanattı çayırları!
Bir daha mağlup ettin; Firavun’u, Tiran’ı Mısralara sığdırmak, mümkün mü hatıranı Azmedip toplansa da, tüm şuara ricali Yusuf’u anlatmaya, kâfi gelmez mecali Yine de otağ kurup, Toros eteklerine
Gözlerimden fer verdim, Kudret Çiçeklerine Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf
70
BİR NİHÂİ MAKAM
Nazlı güneşe dilenir sonbahar kuşları Dinler rüzgâr o kıymetsiz yalvarışları.
Salınır gökte bulutlar telaşsız, Şafağın koynuna sızar saadet
Geceden silinen yalın yansımalarıyla...
Kanat sesleri şevk verir seyredene Sonbahar kuşları birliğin uçuşları.
Korku gövdeleriyle kocaman ağaçlar titrer, Kızgın bir çölde yükselen ateş dağlar yürekleri Kaybolan seraplar kadar hazindir hisler.
Ne vakit zayıflık belirse evhamlanır hafıza, Kılıfsız dünya tüm çıplaklığıyla süzülür Üfler ruhlara cazibesini umursuzca.
Mazmunlar raks eder imgelerle, Ne vakit oldum derse kişi felakettir.
Olmanın olmadığını anlamaktır hüner, Ölüm aynasında doğumdur hiçliğimiz.
Kiminin ömrü balçığa bulanmış Kimi şaşalı iklimlerde yüzen, Aynı zafiyetle yıkanmış.
Nice canlı toprağa gark olsa da, Sayısız pişmanlıklar girdabında.
Çaresizlik ağında boğulur keder,
Umutsuz feveranlarda efsunlar titrese de, İnsan olmanın saltanatı varken şaşırır.
Hayvan olmanın aşağılığına yuvalanır insan Ve insan Nemrut olur her çağda kisvesiz.
Terk eyler zamanın dervişleri nedensiz Hâlleriyle dillenen sayfalara erişmek mi
71
Zor değil ulaşmak her ne kadar zor olsa da Ârif olmak makamına;
Bir gönül yeter.
Kurak göçebeliklere gebe yıllarda Bezgin kopuz telleriyle toylarda Seslenirdi o yiğit boylar
Bilgelerle heveslenir Destanlarla süslenirlerdi
Şimdi ne soran var ne duyulur adları Geçti zaman bir hayli de.
İnsan aynı insan felek aynı felek, Alınmazsa ders “tarih tekerrür eder”
Dağıldıkça dağılır nefisler bir olmazsa nefesler...
Aldatır hâlâ bir tatlı söz bir yumuşak ipek Hercai bir imzayla mühürlense benlikler.
Ne vakit tan doğsa kimliğimiz belirse Kimliği belirsiz karanlıklar kuşatıyor, Fakat biz karanlığı ötelere iterek Güneşe koşan inanç yüklü erleriz.
Biz biriz bir olmaktan özge biriz Biliriz şuurumuzu sürükler cetlerimiz Yiter tüm düşmanlıklar dirliğimizde, Gözlerimizde filizlenir özgür çiçekler.
Tarih ki hülyalarımızda gülümser Gün tersinden doğmasın yeter ki Yeter ki kaybolmasın idrak Bin sevgisize,
Bir sevgi yeter.
72
Oysa aynı terennümle dağlar taşlar verir ses Mihenk durur hükmolunur “âdem en şerefli varlık”
Ey makamlara sevgili Ey ikramlara sevgili
Yunus gibi seversen adın sana dost olur Kibre değer verirsen namın düşer post olur Ey mazilere sevgili!
Ey atilere sevgili!
Cümle cihan sallasa hançerini Diler Allah bütün tuzaklar bozulur.
Gümbür gümbür akar melekler yeryüzüne, Dizilir göğe sonbahar kuşları.
Dizilir griye boyalı bulutlar.
Kurulur ariflik tahtına,
Asırlar yüklenmiş kaygılar biter.
Ey nidalara sevgili!
Ey sevgililere sevgili!
Bin düşman sızsa gönül payitahtına, Mahlûkatı yaratan hürmetine yâr bilen Bir Yunus yeter...
Yeter ki çınlasın gök kubbede Davut’un sedası, Yeter ki görünmesin ufkumuzda ecdadın elvedası.
A. İRFAN KARAPINAR
73
YOLCULUK
Naçar kalıyor derbeder ruhum ölüm uykusunda Üşüyorum, kapılarak zamanın haylaz yeline.
Çileyle, kırk yıldır aradığım cami avlusunda Ufukları yakarak güneş akıyor menziline Üşüyorum, kapılarak zamanın haylaz yeline.
Külhanların yalancı ateşidir kentlerde yanan Dalgalar yıkıp savururken kumunu kalelerin.
Gayretkeşlerin nidasıdır yüreğimi kanatan, Çarmıha gerilmiş gibi üzerinde kulelerin Dalgalar yıkıp savururken kumunu kalelerin.
Aklım yorgun, yollar keşmekeş, yüzüm safran sarısı Rüyalarım tabirsiz, yadına düştüm ferasetin.
Acizim, ayağım dolaşır her titreme sonrası Riyakârlık diz boyu, ortasındayım ihanetin Rüyalarım tabirsiz, yadına düştüm ferasetin.
Beklenen şafak sökmedi, indiğim yerde nefessiz Kalın kitaplar önümde, yüzümde ahmak yarası.
Doğru yanlış arasında benzim soluk, gönlüm sessiz Berhava oldu malihulyalarım, dilimde yası
Kalın kitaplar önümde, yüzümde ahmak yarası.
Renkler iç içe, yönler müphem, çetrefilli sorular Acemi adımlarla küflü kuytularda inledim.
Yıldırım burgacında boynuma kördüğüm kuyular Çıkış aradım, ışık aradım, geceyi dinledim Acemi adımlarla küflü kuytularda inledim.
* * *
74
Amansız dertlere tutulur dünya, kanar asuman Karanlık çöker evlere ve parçalanır mevcudat.
Söndüğünde kandiller kadim harflerdir yağmalanan Teessürle ağlar kubbeler uzaklaşır hakikat
Karanlık çöker evlere ve parçalanır mevcudat.
Çoraklaşan topraklarda kurutuldu su gözleri Nerede irfan sofrası ve yıldızlı göklerimiz.
Payeler karaborsada pespaye şarkı sözleri Unutuldu bilgisi ırmağın, yağmura hasretiz Nerede irfan sofrası ve yıldızlı göklerimiz.
Şans totemleri aymayanların aynada hülyası Sırtımdaki küfede antik acıları insanın.
Puslu derbentlerin sunaklarında mankurt sırası Pervasız sözleri, naraları haz ve heyecanın Sırtımdaki küfede antik acıları insanın.
Şizofren yalnızlığı sanrılı kentlerin koynunda Yüreği yanılgılarla kavrulurken her kuşağın.
Nereye varılacak artan velvelenin sonunda Yığınlar kanıyor vehimlerine düzenbaz çağın Yüreği yanılgılarla kavrulurken her kuşağın.
Şad olmuyor yüzler, naşad oluyoruz ihtirasla Göklerden taş yağıyor göremiyor sadece bakan.
Zehir yudumlayan çocuklar dans ediyor rakkasla Arsız kahkahalar, bendeler ekranlarda konuşan Göklerden taş yağıyor göremiyor sadece bakan.
* * *