• Sonuç bulunamadı

KAN ÇERAĞI. Ümraniye Belediyesi Geleneksel 16. Şiir Yarışması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KAN ÇERAĞI. Ümraniye Belediyesi Geleneksel 16. Şiir Yarışması"

Copied!
330
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KAN ÇERAĞI

Ümraniye Belediyesi

Geleneksel 16. Şiir Yarışması

(2)

Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları - 65

Ümraniye Belediyesi Geleneksel 16. Şiir Yarışması KAN ÇERAĞI

ISBN-978-625-44407-1-7

Proje Sahibi

Ümraniye Belediyesi Başkanlığı adına İsmet YILDIRIM

Ümraniye Belediye Başkanı

Proje Yönetimi Kültür İşleri Müdürlüğü

Atatürk Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. No: 63 Ümraniye / İSTANBUL Tel: 0(216) 443 56 00 / Dahili: 1184

www.umraniye.bel.tr • kultur@umraniye.bel.tr twitter.com/umraniyekultur facebook.com/kultur.sosyal

Yayına Hazırlık Emir TOZAL

Kapak Tasarım Fatih ÇALIŞKAN

Baskı FORMEL MEDYA

copyright©2020, Ümraniye Belediyesi Kitabın tüm yayın hakları, Ümraniye Belediyesi’ne aittir.

Yazılı izin alınmadan hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

1. Baskı Ağustos 2020 / İstanbul

(3)

ÜMRANİYE BELEDİYESİ

“SERBEST” KONULU GELENEKSEL 16. ŞİİR YARIŞMASI

SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ

Prof. Dr. Nurullah GENÇ Şair

Prof. Dr. Mustafa UZUN Edebiyatçı

Prof. Dr. Hasan AKSOY Edebiyatçı

Doç. Dr. Mehmet Güneş Edebiyatçı

Dr. Bahtiyar ASLAN Edebiyatçı

Cahit KOYTAK Şair Nurettin DURMAN

Şair

(4)

İÇİNDEKİLER

Kan Çerağı Yasin Mortaş (Birincilik Ödülü) 11

Ankara Mimar Sinan Albayrak (İkincilik Ödülü) 17

Kime Ağlasam Caiz Mustafa Doğan (Üçüncülük Ödülü) 23

Dervişe Aşk Öğüdü Emre Genç (Mansiyon) 27

Ortadoğu Mezmurları Ömer Keser (Mansiyon) 31

Sevdalar Da Bir Depremdir Azize Züleyha (Özbay) Bilgiç (Mansiyon) 37

Kozasını Örmüş, Fuzulî Yazmış Arif Bilgin (Mansiyon) 41

Ben Çocukken Mustafa Keçeci (Mansiyon) 45

Savaşın Çocukları Orhan Bircan (Mansiyon) 49

Filistin'in, Kan Ağlayan Gülleri!.. Rifat Araz (Mansiyon) 53

Aşkın İstanbul Hali Arif Odabaş (Mansiyon) 59

Memleketim İlknur Kuruhalil (Mansiyon) 63

Kudret Çiçeği Hüseyin Uzel (Mansiyon) 67

Bir Nihâi Makam A. İrfan Karapınar 70

Yolculuk Ahmet Selim Gül 73

Yürek Yangını Ahmet Süreyya Durna 76

Dersaâdet'ten Kâinata Ahmet Testici 78

Maveradan Bu Ân'a Yürürken Söylenen Türkü Alperen Kızıltaş 82

İncirin Söylettikleridir Anıl Can Uğuz 85

Yeryüzüne Sername Aysel Kaymaz 88

Dostluğa Söylence Ayşe Altıntaş 90

Bir Derviş Hikâyesi Ayşe Kalay 92

Yoksa Kalan Mı Ölü Ayşe Yıldız 96

Gölge Ayşegül Özdoğan 98

Sendendir Ey Yar Barış Eken 102

Anız Bedirhan Keklikci 104

Râsih'e Tahmîs Beyza Terzi Sarı 106

Cennet Açılan Yol Bilal Agdag 107

Dur /ul/acağım! Birsen Çay 109

O'nun Şiiri ya da O'nun İçin... Burhan Kale 112

Çeşm-i Siyahım Canan Köksal 115

Anadolu'm Celalettin Kurt 117

Şiir Adı Yazarı No

(5)

İÇİNDEKİLER

Şiir Adı Yazarı No

Gök Seher Al Çalarken Durmuş Kaya 120

Çağa Ayarlanmış Zulüm Elif Can 122

Yamalı Yıldız Elifsu Yılmaz 126

Japonyalı Bir Portakal Ağacına Mektuplar Emin Çelikli 129

Seyredelim Emirhan Dinç 132

Beyaz Emrah Akkan 134

Ayasofya Emre Özdoğan 136

Uçsuz Yol Enes Murat Hakyemez 138

Kabil Yalnızlıkları Eray Akpınar 140

Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa F. Özgür Günsay 141

Gurbette Bayram Sabahı Faik Kumru 143

Gulca'da Bir Güneş Doğar Fatma Söğüt 146

Yol Yurdu Fazlı Kıroğlu 150

Yetim Duygularım Fikret Görgün 152

Mülteci Kılma Gözlerinden Fuat Oskay 155

Aliye Funda Sezenler 158

Âhüzâr Nağmeler Gökhan Kefal 161

Çok Hesap Edilmiş Vâdeli Mucizeler Hacı Yakışıklı 164

Sekerat Hakan İlhan 168

Bir Ömür Secdede Halil İbrahim Paça 171

Bengisu Hatice Güven 173

Yalancı Şahit Hüdayi Azbay 175

Yıldızdandır Yolu O Dolunayın Hüdayi Can 177

Es Pragraf Ve Çocuk Nefesleri Hülya Oğuz 181

Destan Olur Hüseyin Ay 183

Hep İstanbul Hüseyin Bülent Oskay 185

Aşk Hüseyin Özkaynakcı 189

Melankoli.. İbrahim Yavuz Zarifoğlu 192

Suya Çizilen Dünya İlyas Doğan 195

Aşkistanbul İsmail Güller 197

Bir Daha Gelmem Belki Diye Bir Not Kemal Sayar 201

Birkaç Mısra Kerem Yılmaz 204

(6)

Dağ ve Hüzün Köçeri Serdar Ateş 207

Üveyik Kuşu Mahmut Polat 211

Çocukluğumdan Vurdular Mahmut Sezai Altundağ 214

Az Önce Ölen Adam Mavigül Soylu 216

Gayrı Dost Hayâl İmiş Mecit Aktürk 219

Elif Lam Mim Mehmet Ali Güneş 221

Sevmek Gurbete Uzaktır Mehmet Gökhan Damar 224

Sonrası İçin Mehmet Sağlam 227

Münacaat Yerine Mehmet Sertpolat 230

Müstesna Zamanımdan Yâre Doğru Son

Arzuhâlimdir Mehmet Yaşar Genç 233

Sen M'ola Meryem Tunç 236

Gün Mü Var Bî-Çâre Dil Aşkınla Nâlân Olmasın Metin Burak 239

Madem Ki Yaşıyorum Mucahit Karapınar 240

Ben Şehirden Usandım Muhammed Enes Öztürk 242

Hercai Kırmızı Muhammed Ş. Uyanık 244

Avluda Bekleyişler Muhammed Şara 246

Mektubu Ruhi Murat Tapar 248

Süveyla'ya Mektuplar - Nâr Kızılı Yüzün Mustafa Işık 251

Araf Kızından İnildemeler Nuray Dilmen Arslan 254

Münzevi Nurullah Poslu 256

Küstüm Çiçeği Onur Tuna Bozbey 259

Ata Senfoni Osman Balkis 261

Naat-ı Nebi Ömer Faruk İpek 263

Sırat/Son Geçiş İstasyonu Ramazan Boran 265

Gölgesinden Vazgeçmiş Bir Münzevi Recep Koç 268

Hakikât Recep Mesut Genç 271

Kemend-i Mahbub-i Sensin Saffet Çakır 273

Tarumar Salih Akkaya 275

Raks Eder Yakamoz Sularında Savaş Bayram 277

Şaire'm Sebahattin Günday 280

Ölü Çizgiler İçin Sümeyye Çivici 283

Vadiden Sonra Talha Kuru 285

İÇİNDEKİLER

Şiir Adı Yazarı No

(7)

Sürgün Tugay Cemal Süren 289

Birazdan Gün Doğacak Turgay Gümüş 293

Bana Celalin Düştü Uğurcan 296

Cümle Kapısı Ümit Berdar Doğan 299

Gazel (Ene'l-Aşk) Veli Kurum 302

Yıldızlı Gecenin Provası Yahya Çerkez 303

Medinet-Ül Mülk - Dünyanın Şehri- Yaser Bereketoğlu 305

Lâhût'un Kozmik Eli Yaşar Bayar 309

Bir Şehriban Ahvali Yıldırım Uzun 312

Hazar'a Selam Yunus Kara 316

Islak Bir Hüzün Şarkısı Yusuf Emin Altun 318

Bulanık Kâbus Yusuf Polat 321

Truva Hikayesi Yusuf Samet Güler 325

Savaş Çocuğuna Şiir Zehra Ağır 328

İÇİNDEKİLER

Şiir Adı Yazarı No

(8)
(9)

9

TAKDİM

Sevgili Şiir Dostları,

Edebi türler içinde en eski ve müstesna bir yeri olan şiir, tarihimiz boyunca duygu ve düşüncelerimizi, hayalleri- mizi, mutluluklarımızı ve hüzünlerimizi anlatabilmenin en etkili yolu olmuştur. Sözler arasında şiir nasıl naif, özgün ve derinlikli ise insanlar arasında şairler de öyledir. Şairler ade- ta dil içinde ayrı bir dil, dünya içinde ayrı bir dünya kurar.

Gerek fert gerekse toplum olarak yaşadığımız tüm büyük hadiselerin sonunda kendimizi şiirde ve şairin o ayrı dünyasında buluruz. Aziz milletimizin büyük kur- tuluş mücadelesi bizi İstiklal Marşına ve M. Akif’in zor ve vatan aşkıyla çevrili yaşantısına götürür. Bir davanın yolunda yürüyene, bir fikrin çilesini çekene Üstat Necip Fazıl yoldaş olur. Özetle şiir sözün sultanı, şairler gök kub- bemizin yıldızlarıdır.

Ümraniye Belediyesi 16. Geleneksel Şiir Yarışması bu yanıyla çok önemsediğimiz, fikir ve mana dünyamız, es- tetik ve sanat algımız gibi bir çok temel meseleye de nefes verecek bir etkinlik olmaya devam ediyor.

Hayatı, varlığı kendi dil ve dünyalarınca anlatma derdi taşıyan şair kardeşlerimizin dünyanın birçok yerinden yarışmamıza yaptığı başvurular; bu toprağın kültürünün, edebiyatının ve değerlerinin nesiller boyu aktarılacağının adeta garantisidir. Ayrıca şairlerin bugün insanlığın maruz kaldığı pek çok sıkıntıyı ele alıyor olmaları, sadece ülkemiz için değil tüm dünya için bir umut ve sevgi vesilesidir.

Bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde gerçekleştirdiğimiz 16. Geleneksel Şiir Yarışmamıza yoğun ilgi gösteren şairlerimize, katılan ve emeği geçen tüm dost- lara teşekkür ediyor, edebiyat dünyamızın önde gelen isim- leri tarafından ödüle layık görülen şiirlerden oluşan bu eseri sizlere sunuyor olmaktan mutluluk duyuyorum.

Sevgiler...

İsmet YILDIRIM Ümraniye Belediye Başkanı

(10)
(11)

1966 doğumlu. Kahramanmaraş’ta yaşıyor.

YASİN MORTAŞ (Kan Çerağı)

Birincilik Ödülü

(12)

12

KAN ÇERAĞI

“Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini yakında  görecekler.” (Şuarâ)

Siz /kanaması durmayan güle aşk aşısı yapmaya mı geldiniz  Muhacirim

 Puslu bir çağ aynasından bakıyorum yüzümün haritasına

yüzümde derin işgal izleri ıssız yollar ve hüzün evleri  Ateşler içinde bakıyorum işte

bakışlarımı delik deşik eden kurşun izlerine rengimi savuran uğultulu rüzgâra

buruk ırmaklar taşıyan gözlerime

dilimdeki ‘Ano Yemen’dir gülü çemendir’ buğusuna Ah...tutuyor yine beni bir hıçkırık /başlıyorum İdlib sağusuna

 Anne, tarandıkça ağarıyor Etiyopya siyahı saçlarım.

Evet /bu benim işte muhacir kızı Elif saçlarım acıyla belik belik

 

Haydi gelin artık/kişnesin atlar çınara düş gösteren atlılar

-O zalimler yüzünden perişan olduk kuş yuvalı bahçemizde viran olduk-

(13)

13

Ensarım  

Saçları acıyla belik belik beni mi çağırdın Elif

 Üzerinde acıyla kurumuş günün kanlı çamurunu silkeleyen güzel o/ çınlaması geçmeyen çölde Havva’nın ağladığı o inci saatinde

şarapnel yanığı gözlerinle /beni mi çağırdın  

Geldim güzelim

yürüyen bulutların ıslak beyazı

Afrika’nın açlık atlası /elleri Kudüs çiçeğim  Haydi söyle /nereye koydun gözlerinin karasını ölmüş annenin gözlerine mi

yıkılmış babanın yüreğine mi Somali türküsünün derinliğine mi Şöyle mi demiştin:

annemi cennette görecek miyim baba Allah beni ne zaman yanına alacak anne olmadan ölecek miyim?

 

Korkma gözlerinin karasında kaybolan Elifim bir Peygamber şefkati koydum yüreğime, bir Ebubekir ışığı saklıyorum sana.

Bosna sokaklarına bırakıyorum izzetimi Fırat’ın gözyaşını taşıyorum gözlerimde

Ömer terazisi göğsümde/Hamza kaviliği ellerimde Türkiye tebessümüyle geliyorum sana

Biliyorum şöyle demiştin:

baba bak / hilâl gibi keskin / yıldız savuran atlılar geliyor

(14)

14

Nemrut’un gözlerine ok gibi saplanıyor onlar içime gül serinliği tüveyçleri savruluyor.

 Beni mi çağırdın Elif saçları hüzünle belik belik...

 

Doğu tartılırken Türkistan güneşiyle bu zilzal anlatmadı mı zalimlere

yerin göğün sarsıldığını / içlerin içe çöktüğünü insanlığın hallaç pamuğu gibi savrulduğunu yalnızlığa bölük bölük dağıldığını

 

Ah canım / şöyle mi demiştin:

babacığım içimdeki bu ağırlığı taşıyamaz oldum yoruldum dışarı atamadığım acılardan,

baba, anne yokluğunun enkazında kaldım  gördün mü dünyanın üzerime yıkılışını.

 Saçları acıdan belik belik bana mı seslendin Elif:

 

-Buralar kalabalık ama bilinç keskinliği değil bu betonlar ama gülizâr değil

bu coşmalar ama ırmak değil.

Bir kuyu derinliği ama serazat değil Karabağ ama asma bahçesi değil-  

Ama gördüm demiştin babacığım

İşte çağırıyorum aşk arkasındaki yankılarımı yanıklarımı soğutuyorum kartal telekleriyle bir Yusuf serinliği başlıyor Züleyha gözlerimde  

işte/yağmurlar içiyorum su kasidesinden İsmail’in dudağında damıttığı zemzemden

(15)

15

tutuyorum Asım’ın gül teri ellerinden artık Türkçe rüyalar görüyorum baba

bak / görüyor musun / süvariler suda çıngılar sıçratıyor ufkun kızıllığını topluyorlar eteklerime

altın elmalar soyuyorlar bana  

İçimdeki kızgın kumları savuruyorlar rüzgârlarıyla hıçkırığımı toplayıp koyuyorlar terkilerine

nallarında çıngı hiyerarşisi / yüzlerinde silinmez Fatih siması

Elifim korkma gel diyorlar

Arakan resimleri çiz göğsümüze / Keşmir tebessümle- ri sür dudağımıza

gel: lal’e bükülüşünü öğretelim sana gel: suya dudağını öğretelim gel: yüreğine gök sürelim

gel: rüzgârına denizi ezberletelim gel: aşkı damıtalım sabırla gel: toprağı alnına açalım

ve gel de giyin diyorlar sık örülmüş merhametimizden Anadolu yufkası gibi zamanlar açıyorlar önüme, ağlamalarımı sarıyorum Somalili kızın çeyizine, müsterih bir yağmur oluyorum Anadolu’nun gözle- rinde

 Baba / elimde bir Anadolu aynası, taranıp uyuyorum Bedir’e karşı.

  

(16)
(17)

Rize’de doğdu. İstanbul’da büyüdü. Kocaeli’nde yaşıyor.

MİMAR SİNAN ALBAYRAK (Ankara)

İkincilik Ödülü

(18)

18

ANKARA

ben ankara’da kaybolurken siz uyuyordunuz küçük hanım,

denizin ortasında telli bir telefon çağırdı beni kulağıma yeni ve yabancı kelimeler fısıldandı o deniz çölleşirken siz ikindi çayınızı içiyordunuz japonya öylece duruyordu masanızda,

gün akşama dönüyordu.

 benzimin solukluğu aptal bir neşeyle keşmekeş ellerime kağıtlar verip acele ettirdiler.

ben acele ederken ellerimde kağıtlar beklemeklere koştuğumu bilmiyordum.

bana evimi unutturdular küçük hanım sonra beni o gün vatanımdan da kovdular.

 

vatanım varken zir vadisinde betere*ile gezinirdim ayaş yollarında, piknik yapardım çeşme başlarında betere öylece dururdu çeşmenin kenarında.

bir gün ben ilginç plakalı araçlar sürerken, tandoğan’dan anıttepe’ye bir gerekçeyle çıkarken simsiyah bir leksus görmüştüm kupa arabası

önünde beyaz bir mendil sallanıyordu, kırmızı puanlı iri yanaklı balıkların elçisi diye geçirmiştim içimden.

 

beteresiz ve beterdim kapı önünde mandal küçücük bir minibüse bindim sığmadım içinde akşam konuşmaları, şiki  şiki baba minibüs küçük, hırıltılarım daima kalın he ile, ahh baba...

*motorlu bir askeri araç. 

(19)

19

insanın hep duyduğu ama anlamını bilmediği kelime- ler vardır küçük hanım

meğer ben zırcahil, akşamın ışıklarında körmüşüm ankara’da

siz o sırada akşam yemeğine henüz oturuyordunuz, benim hırıltılarımı duymuyordunuz ki ben kuş değilim.

ve ben o gün dayak yemeyi öğrendim, yeni kelimeler bir kelime, bir kelime daha, bir yumruk, bir tekme can yerime

mitralyöz, gülle, mahmuz, sille…

 

hangi kalenin kapısına gitsem kızgın yağ döktüler küçük hanım,

aforozu da orada öğrendim yalnızlığı da kritik kelimesinin kökeni neydi acaba hangi deniz kabuğundan kulağıma üflendi çölleşen denizimde çoktan,

ölmüş bir devenin kalça kemiğinden mi?

 

kime sorsam, kime sarılsam kim ile hangi dilde konuşsam?

ne  küçük prenstim ne de pilot, pilot olsam uçardım

kuş uçuşu uzaklığım kendime.

 ne çok kelime öğrendim küçük hanım çift katlı otobüslerin çok katlı garajlarında uçuşan kuşlara bakmak nedir bilemezdiniz, beklemek nedir bilemezdiniz küçük hanım bazı adamların ölmesini.

 

(20)

20

ben çift katlı otobüsleri beklerken ellerime oyun hamuru verdiler her şeyden istiğrak ederek

kendi çamurumu yeniden karıp yoğursam dedim ne çıkar, dünya fırınına girmeden pişmem.

 

sahi, pişmaniyeciler bindiler otobüse tek tek sordular pişman mısın, pişmez misin pişmez miyim dedim odunum kendim,

pişiyordum küçük hanım, harlanıyordu ateşim.

 

ben pişerken siz dondurma yiyordunuz küçük hanım bir kürek yavaşça fırına verirken beni

hışımla çekilirken altımdan halı, ve üzerime kapanırken demirden kapı etrafımda yunusun topladığı meşeler vardı.

 

siz o zamanlar japon balığıydınız küçük hanım

turuncu, iri yanaklı bir japon balığı, akvaryumu dünya sanan

benim dünyam bir fırındı, ben size atılan ekmek topuz ne demek, tokat ne demek, dayak ne demek?..

 üslubumu geliştiremiyorum küçük hanım, eteğimden çekiştirip duruyorsunuz.

halbuki ben toplumu kusturan parmağım siz dondurma yiyip duruyorsunuz.

 

(21)

21

sıhhiyede dövüşsek küçük hanım, boks eldivenleriniz kırmızı puanlı

bu  küçük prensle japon balığının ankara maçı

gözlerime vursanız küçük hanım ki benim can yerlerim can yerlerim acıdı garajlarda kuşlara bakıp ağlarken kelepçeli ellerim pişmaniye mıncıklıyordu yapış yapış otobüsün tekerlekleri gelmek bilmiyordu.

 karanlıktı yol, dilimde kavgaya hazırlanış marşları karanlıktı tünel, ucu belirsiz, atım ölük

küreğin ucunda götürülüyorum, can yerlerim yum- ruklu

gözlerim kumlu,  uykulu ve yumruklu.

siz küçük hanım o saat ne güzel de uyuyordunuz kırmızı puanlı eldivenleriniz masanızın üzerinde.

 

tüm kayıtlar silinse, sildim, savaşlar bitse pişmaniyeler yense, pişilse, menziller aşılsa yağmurdan sonra serin bir yerde

manzarası yeşil vadi, piyano sesi, kuş sesi sütlü birer çay içip dövüşsek küçük hanım kelimeler; boks eldivenleriniz, kırmızı puanlı

ben son samuray, siz turuncu, iri yanaklı japon balığı.

     

(22)
(23)

Özel sektör çalışanı.

MUSTAFA DOĞAN (Kime Ağlasam Caiz)

Üçüncülük Ödülü

(24)

24

KİME AĞLASAM CAİZ

Gidelim bu zamanlardan Asya Al süvariler geceyi bölmeden Bir dualık âminim kaldı yarına Sinemde yılkı atlarının toynakları Sen yüreğime yürü

Ben ölüme...

Bütün kutsal kitaplar bilir Asya Bir başka kapının ışığıdır gönül gözü İfşa edilmez her çilenin sabıkası

Hiç mahzun olmadı bu kadar merhamet Hiç bu kadar aşikâr değildi ihanet

Biraz Süleyman’dan biraz Musa’dan bahset Kendime acıyacağım.

Ve dahi savaşmadan ölüyor insanlar Ne kıtlık ne veba

Bir gece de yıkılıyor şehirler Çığlıklar afet ç/ağrısı

Bırak yırtılsın yutkunurken iç çekişler Mimlensin dudakların kifayetsiz meali Biraz Zekeriya’dan bahset biraz Yahya’dan Bekle beni umut yüklü sabahlar

Bekle beni Asya

Ölmeden yenilmeyeceğim...

Tebessümü unuttu çocuklar Cesur elleriyle kan revan bakışlarla Tutunur tek/bir taşa

Bıraktığın gibi değil bu topraklar Bıraktığın gibi değil Asya Sular çekildi yatağından

(25)

25

Biraz İsa’dan bahset biraz Meryem’den Kendimi aklayacağım...

Çıkamadık bu Azazil kuyusundan Mahşere bırakılır mı bu kadar ah?

Yürüseydik coğrafyanın üstüne Küsmeseydik kadere

Yalın kılıç yola düşerdi yüreği Zülfikarlar Biraz Ali’den bahset biraz Ömer’den  İçimin yangınında

Yüzümü saklayacağım...

Şehadet parmağının cesareti yok bunca insanda Kime ağlasam caiz

Gök kubbede şartlı deprem Yerin altı kıyamda

Biraz rahmet de biraz merhamet Biraz Muhammet de biraz selamet Ayyuka çıktı bütün ihanet

Saklama beni Asya  Kendimden utanacağım...

Şehirlerin düştü Asya

Bilirsin göç etmeyi bilmez serçeler Azların çoğa korkunç hışmını seyret Başıboş Bağdat’ı serseri Şam’ı Kandan besleniyor asrın firavunları Daha nereye kadar yalvaracaksın Tek başına kaldı evlâd-ı fâtihân Dayan Asya’m dayan 

Sana yepyeni umutlar getirdim Son kalen İstanbul’dan...

(26)
(27)

1986 yılında Kahramanmaraş’ın Nurhak ilçesinde doğdu. Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Öğretmen ve Alanya’da çalışıyor.

EMRE GENÇ (Dervişe Aşk Öğüdü)

Mansiyon

(28)

28

DERVİŞE AŞK ÖĞÜDÜ

Bir derviş sordu zindanda; “Hallâc sence aşk nedir?”

Mansur dedi “derviş sabret, cevabın üç günedir”

O gün astılar Mansur’u, ertesi gün yaktılar Üçüncü gün küllerini semaya bıraktılar  

Yanar mısın? Ya nâr mısın aşk yolunda ey derviş?

Kanar mısın? Kanın mıdır sunduğun şu mey derviş?

Nice içen harab olmuş, mestane aşk meyinden Nice âşık özün bulmuş, dara durmuş: “neyim ben?”

 

Dehr-i fani döner durur, bir ışık çemberinde Işığın da, çemberin de, aşk vardır cevherinde Aşk ehli ‘ben’likten ayrı, varlıktan bigânedir Der ki maşuktan geldiyse, nâr da birdir, nûr da bir  

Kesreti kovar gönülden, aşk ikiyi bir eyler Piri indirir postundan, kör talibi pir eyler Dalda titreyen damlayı eriştirir ummana Onunla başlar şu hayat, onunla bulur mana  

Mecnun düştü sahralara, Leyla için dediler Leyla’yı dilemez Mecnun, yalnızca aşkı diler Ham sofuya aşk yük gelir, ermişeyse ibadet

Hem zindandır, hem pranga; hem sonsuz bir hürriyet  

Levh-i Mahfuz’u okusan, okusan yüz bin kitap Aşktan gayrı hece yoktur, aşktan ayrı bir hitap Söylenen ilk sözcük odur, Elif’ten de öncedir Ha karanlık bir gündüzdür, ha aydınlık gecedir  

(29)

29

Mecnun Leyla’ya kavuşsa, aşkını kaybederdi Aşk olmasa Leyla-Mecnun söyle kaç pul ederdi?

Ham âşıkla aramızda bin dağ vardır bin deniz Biz bağrında köz söndüren Mecnun’un şehrindeniz  Gönlümüzü çelmez bizim, hurilerin gülüşü

Bizce cennetten evladır, cennete varmak düşü Firdevs nerde, tuba nerde, hani nerde selsebil?

Aşkın uğrağı tamudur, talip bunu böyle bil  Seyr ü sülûk talibiysen, kör nefsi yenmek gerek İbrahimî bir ateşte, Mansur’ca yanmak gerek Vâsıl olmak arzularsan, kanatlı bir kuş olup Irmağını geçip aşkın, bahrine konmak gerek Bin ömrünü bir ömüre dervişçe sunmak gerek

(30)
(31)

1987 Gaziantep doğumlu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Bir Ortadoğu, bir Kudüs ve şiir sevdalısı.

ÖMER KESER (Ortadoğu Mezmurları)

Mansiyon

(32)

32

ORTADOĞU MEZMURLARI

Kudüs Şairi Nuri Pakdil’in anısına...

 

YANSIMALAR

Attığın taşla büyüyorsun çocuk, tan geyiğinin soluğu gözlerinde

güneşin yarım miskal yükseldiği yahut yükseltildiği mezmûrlarda

Ganj nehrinin kolları arasında büyüyen isyan tifüsünde Cüretkâr kahkahalarla boğdun sen zulmü, tank kesi- len gövdenle

Durdurdun zamanı; vakit ki dirilişe beş kala, çelikten akreple

Tevhid yelkovanlarından atılan kurşunlarla aydınlat- tık karanlıkları

Çatır çatır doğuyor şimdi kırılan lades kemiklerimiz, aklımdasın

Ey hüzün, isyan kavimlerinin yalancı peygamberlerle kuşatıldığı dağ ebabillerinde

Gagasında cehennem taşıyan mukaddes ayetlerle helak oldu kentler

İrem’deki yağmur kadar bereketli şimdi gözyaşların, Bırak da kıyama kalkışsın gülnâr; ey gönlüme şekil veren Kudret

Ey esirgeyen ve bağışlayan Zekkâr

Altın gibi incelt ruhumdaki merhameti, öyle incelt ki  Aydınlatılmamış hiçbir yer kalmasın nefsimin kör kafeslerinde

Guetemela şiirleri geliyor aklıma, umutların krepon kağıtlarına yazıldığı

Eksilirken bir tarafımız, ruhumuzun çiçeklendiği

(33)

33

çiğdem sabahlarında.

Ezanların koyu gölgesinde, barut kokusuna bulansın ellerimiz.

Emir ki senin baharına nâzır, emir ki senin mukad- des kitaplarında

İncil’in incirle yoğrulduğu yeminlere salıverdin uçu- şan kelebeklerimizi

Kaf yazılsa alnımıza kader diye okunur bütün teslim olmuşluklarımız

Dağılır tespih taneleri gibi hüzün kuşları, Bakırdan iki güneş açar eskitilmiş sırçalarda ve lal olur sorguya çekilen haklı nefretlerimiz.

BOZULMAMIŞ YAZITLAR

Mücerret sessizliklerle bozuldu şimdi o vurgun yangınlar,

Yanarken içimizin som telaşı, kapılara vuracağız göğsümüzü;

Vurdukça daha da artacak çok sesli ve çok ölümlü dirençlerimiz,

Adını Ortadoğu koyacağımız çocuklarımız olacak belki de...

Belki de yepyeni şarkılar söyleyeceğiz gökyüzüyle beraber.

Yıldız yağdıkça kristal gözlerimizden, bir ekmeğin buğusunda toplanacak

temize çekilmemiş kirli tarihler, belki de yanlışlara alıştırılmış kirli saatler/

susalım şimdi/ susalım ki dile gelsin yeryüzü.

Bütün infiallerin, ihtilallerin,kundaklamaların, ideolojilerin, emperyalizmin, narsizmin

ve suikastlerin kıskacında dökülecek büyük günahlar.

Yükselecek med-cezirlere bağışlanmış ay vakitlerinde

(34)

34

Bir kafiye boyu sürgün ömürlerimiz/  ve kıracağız içimizdeki putları.

Tevhid nârâlarıyla doluşacak harâb edilmiş kubbeler;

ve bir gül açacak içimizin en tenha mabedinde.

Naftalinlenmiş soluğumuzla geçeceğiz buz bahçele- rinden,

Yalınayak ve çırılçıplak bırakılmış bir bir hakikat gibi, Gözlerine bakarken yavrusunu yitirmiş bir annenin;

Darağacına tırmanan karınca tedirginliğiyle söyledi- ği ağıtın adıdır hançer

Dağladıkça yüreğini Azer ardından İbrahimvari/

Kuşluk vakti gözlerimize tüneyen, ardımıza bırakılan yetim bir ses

ağartacak saçlarımızı /  azdıracak yaramızı tuz vakit- lerinde.

Zamanın hovardalığını ezberleyecek erken ölümler Ben Filistin’im anne ve ben gitmemeliyim

Parçalanmış kurşunlar,

Parçalanmış pusulalar çıkartılsa da Ortadoğu kal- bimden.

İLK MÜNAACAAT

Kuşat beni anne! Makas gibi aç ki kollarını, sığıvere- yim merhametine

Geceye verilecek adağımız kalmadı bizim / tükendi içimizdeki eylüller

Yekpare camdan süzülen bahar alışkanlığında dudak- larımız

Biraz bükülse, özgürlük çığlığı fırlayacak / saplana- cak zalimlerin 

müstekreh yüzlerine / akışkan ırmağın kenarında dururken elif dinginliği

(35)

35

hevesine kurban olmuş bir havari asılmış çan ağacına / bilemedim,

Bilemedim, mana veremedim / veremli bir çocuk gibi öksürürken Kızıldeniz

içindeki firavunu kustu yeryüzüne/ inandım ve iman ettim.

Ben ki Kur’an’ın hizmetkârıyım / Müddesir’lerin esi- riyim / kıyam ettim.

Secde ederken bir şafak vakti, dizlerim küfre götür- medi beni,

Belki Yunus gibi terk ettim Ninova’yı / belki de isyan ettim

Günah dalgalarıyla boğuşarak geldim yâ Râb / huzu- runda tövbe ettim,

Bildim sensin âlemlerin Rabbi, ayaklarım beni sana getirdi.

Aşkının ateşiyle hûn oldu, yandı ciğerlerim / ve bunu dil ile ikrâr ettim.

SON DİBÂCE

Bugün günlerden Ortadoğu anne! Bir mil gibi çeki- lirken gözlerime güneş;

Kanadı avucumdaki yıldızlar, sararmış takvim yap- raklarıyla çoğaldı şelale.

Bir İlk Çağ virüsünün Orta Çağa gömüldüğü engi- zisyon mahkemelerinde

Savunuldu bedeni yakılan kadınlar, aydınlatıldı yarı kör bırakılmış deliller.

Deli değilim / Bütün doktrinlerin üzerindedir çok sesliliğim /

Üstelik şark serseriliğim / bağışlamayın beni felsefe / bağışlamayın beni

tarihin ölümsüz silahşorları ve granitle damıtılmış

(36)

36

vakur kitabeler...

Küçürek öykülerde başlayan, başkaldıran yiğit Ali’yim ben.

Yumruklarımla öğüttüm tufanda dökülen demir leblebileri.

Kelebek boynumda kaynattım Doğu’nun küllenmiş esamesini.

Ad aldım, ad verdim can suyumdan, esirgemedim öksüz şairliğimi...

Kudüs gibi evladını yitiren anne; Dicle gibi ağlayan babayım,

Yitirilen her şey doğar bir gün, aslına döner elbette;

Bilin ve biliniz ki! Bir şairden bin Kudüs doğar bayım...

(37)

Kütahya doğumlu şair yazar AÖF Ön lisans ilahiyat bölümü mezunu. Eğitim hayatına halen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Lisans tamamlamada devam etmekte. MEB’de ücretli öğretmenlik ve Diyanet’te fahri öğreticilik görevleri mevcuttur. Kütahya Kent Konseyi Şairler ve Yazarlar çalışma grubu başkan yardımcısıdır. Çocukluğundan bu yana gönül işçiliği olarak tanımladığı şiir ve edebiyatla iştigal etmektedir. Şiir dalında Ulusal ve Türkiye çapında bir çok ödülü mevcuttur. Şiirleri çeşitli edebiyat ve kültür sanat dergilerinde yayınlanmaktadır. Şairin şiirlerini üç bölümde topladığı ve ön sözünü Bahaettin KARAKOÇ üstadın kaleme aldığı ‘‘Serapta Bir Damla’’

isimli şiir kitabı bulunmaktadır.

ZÜLEYHA (ÖZBAY) BİLGİÇ (Sevdalar da Bir Depremdir Azize)

Mansiyon

(38)

38

SEVDALAR DA BİR DEPREMDİR AZİZE

Arz titredi

Ve boyun eğdi aziz hükme...

Harput’un soluğunda kaynayan bir acı, Sabır taşıyor talihin yazgısından.

İçi çekilmiş akşamüstü ansızın Uğultuyla inliyor şehir

Siyah bir matem gibi çöküyor bulutlar.

Saçların neden dağınık Azize,

Yüreğinin kıyametine mi bağladın umutlarını Gün arınmıştı zehrinden

Hayra yormuştun oysa Talihin kör rüyalarını...

Şimdi bütün sokaklar, Kaskatı kesilmiş siren sesi Benzi atmış ölümün.

Kolay mı?

Yeraltını yoğuran enkazların içinde Gün ışığını gözlemek

Sesin sığınağı mı seslerin Azize, Karıldıkça toprağa bir yaşamak düşer İnsanlığın nasibine...

(39)

39

Say ki mahşerin öteki yüzü Göçüklerin altında

Göğsünde ırmaklar emziren anne, Gözyaşıyla sular kundağını meleğinin.

Susar yeryüzü atlasının bin bir telaşı Talan olur içimizin bahçeleri.

Direnmek güllere mi mahsus Azize, Dikenler sılasıdır gönlümüzün Alınlarından öpmeli çiçekleri...

Bağı çözülmüş viran olmuş ocakların Ve düşen ateşlerin ortasına

Kendini siper etmiş bir baba.

Sarıldıkça can evinden vurulur Yıkılır direği çatılmış kaşların Sağırlaşır bekleyişler sonra...

Sevdalar da bir depremdir Azize Bağlanır dili çaresizliğin

Dağ gibi kalkan olur sevdiklerine...

Nicedir

Uyku tutmayan kirpiklere asılı zaman taş yığıntılarında,

Teslimiyete adanmış imtihan Kırık kanatları yoksul kuşların Safran sarısı hüzünleri;

Ve perişan kederleri üşüyen halkın...

(40)

40

Ağlamanın kıvrımında Fırat’ın kollarından uzanır.

Sarıp sarmalayan

Merhametle çoğalan yürekler, Duanın zırhını kuşanıp adımlarına Vicdan vadisinde birikmiş aşkla Çıkıp geldiler.

Ağıtlara çığlar düştü Azize Ağıtlara çığlıklar

Dilsiz kaldı andelib

Şehadetin nabzında hilalleşirken vatan Kara bir vebal gibi vurdu sinemizi İdlib..

Depremlerle yıkıldık belki de,

Kar sessizliğinde buz kesti bedenlerimiz Karanfiller ağladı al bayrağın teninde.

Değil mi ki birlik dermandır bize Azize, Aynı toprakların zeytin dalıyken Ve gür akarken pınarlarından, Barış çağrısı

Tek yürektir ülkemde

Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı...

(41)

1951’de Elbistan’da doğdu. İlk ve orta tahsilimi burada yaptıktan sonra Mersin İlk Öğretmen Okulunu bitirdi. 1993 yılında da Anadolu Ünv. Eğitim Ön Lisans Bölümü’nden mezun oldu. 33 yıl mesleğini sürdürdükten sonra emekli oldu. Evli 5 çocuk babası. İlkokul çağından beri okuma yazma tutkunu olarak gelişti. Elbistan’da gazete ve sitelerde aralıksız yazıları yayımlanır. Şu ana kadar 17 kitap yayımladı. Halen yayınlanmayı bekleyen kitapları vardır.

ARİF BİLGİN

(Kozasını Örmüş, Fuzulî Yazmış)

Mansiyon

(42)

42

KOZASINI ÖRMÜŞ, FUZULÎ YAZMIŞ

-Ali Akbaş’ın ‘Fuzuli’ şiirini tahmis; 

birinci ve beşinci satırlar ona aittir- Bir çöl gecesinde gök parıl parıl

Duy artık ey gönül kaleme sarıl İster sev varlığı istersen darıl Ulu bir ruh ile bak harıl harıl Fuzuli mehtaptan şiir sağarmış  O’nun ilhamına hız vermek için Gönlüne gönlünce gül sermek için Şiirin özünü hep dermek için Gecenin sekrini gidermek için Ay daha geç batar erken doğarmış  Kimseler kapısın çalmazmış ama Yalnızlık gittikçe keskin bir kama Hüzünle dalarken tül tül akşama Mehtap sere serpe vururmuş cama Ne vefakâr ilham perisi varmış  

Şairin alnından öpeyim diye Işık ışık şiir atmış hediye Bulutsuz her gece ve her saniye Mührün vurmak için kutlu vadiye Bazı da aydede yere ağarmış  

(43)

43

Bu ıssız vadide Leyla peşinde Kuyumcu misali şiir işinde Aşkı ak kor gibi taşır döşünde Kiminin ruhu genç kimi on beşinde Kaç civan aşığın saçı ağarmış  

O çağda gökleri dolduran esrar Ham iken pişiren, olduran esrar Maşuku her yerde bulduran esrar Hasretle saçları yolduran esrar Bir ipekten gönülcüğe sığarmış  Ak başıyla ve baht-ı siyahıyla Devayı dert eden aşkın ahıyla Bilinmez sevabı ve günahıyla İlhamın en ulu padişahıyla Kozasını örmüş, Fuzulî yazmış

(44)
(45)

1978 Yozgat doğumlu. Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Edebiyat öğretmeni.

MUSTAFA KEÇECİ (Ben Çocukken)

Mansiyon

(46)

46

BEN ÇOCUKKEN

Ben çocukken

Parmak hesabı bilirdim yalnız

Sekizler yoktu benim çarpım tablomda daha Üç kere üç kadardı içimdeki acılar

Artmasından korkardım katbekat dertlerimin Sayamazdım çocukken

Sayısı artmasa da kendisi hep büyürdü Büyürdü dertlerimin

Ben çocukken

Her baharda çoğalan takvimin yaprakları Sonbaharda dökmezdi

Gül oyası değildi şu içimde sızlayan Benim avare gönlüm sevda nedir bilmezdi Patiskadan hayaller yalnız kızlar içindi Erkekler sert olurdu her kışın ayazında Ben çocukken rüzgârlar kürtünsüz dolaşırdı Her yaz evcil hayvanken her kış yılkı gezerdi Yeşili örten tipi 

Ben çocukken üşümezdim hiçbir kış Erkekler üşümezdi

Ben çocukken

Ocakta meşeler yanardı çığlık çığlığa Yüreğim yanardı

Ürkerek dolaşırdım evin duvarlarında Kıştan daha uzundu uzun  kış geceleri

Acıklı şarkılar söylerdi kurtlar karşı dağlardan Baykuşlar sallanırdı evin saçaklarında

Dünya tek renk olurdu her neye baksam Beyazdan arta kalan

 

(47)

47

Ben çocukken pencereyi açmazdık  Kandil sönmesin diye

Yolumuzu aydınlatan ışıklar titrekti ben çocukken Gaz yağı kokardı rüyalarım 

Yüreğim buğuluydu hayallerim isliydi Bahçemizden ötesi yağmur boran tufandı Zaten görünmezdi görünse de sisliydi Ben çocukken

Parmak hesabı yapardım yalnız

Dokuzlar yoktu benim çarpım tablomda daha Üç kere beş kadardı içimdeki acılar

Neyi bölsem kalan çıkmazdı Az çoktu yok azdı

Yokluk vardı bir şey kalmazdı

Ben çocukken insana rast gelirdim bazen Onlar varken yokluk olmazdı

Ben çocukken 

Kış geceleri kadar uzundu sevincimiz Belki üç bin kere üç bin kadardı Bulutlar az ağlardı gündüzleri Bayramlar el öpmek için vardı Babam alnımdan öpmemişti daha Annemi hiç böyle görmemiştim

Ayrılık batmamıştı dertlerim artmamıştı Leylekler son yavruyu yuvadan atmamıştı.

Turnalar yorgundu oysa gün batımında Yapraklar dökülürken 

Kimse inanmamıştı Ben çocukken

(48)
(49)

24 Mayıs 1978 Bingöl Genç doğumlu. Evli ve 3 çocuk babası. Eğitim Fakültesi mezunu olup; bir ilkokulda sınıf öğretmenliği yapmaktadır.

ORHAN BİRCAN (Savaşın Çocukları)

Mansiyon

(50)

50

SAVAŞIN ÇOCUKLARI

Bir el dokunur en hisli yanlarıma Bir anne feryadı düşer yüreğime Bir babanın çaresizliği 

vurur alnımın ortasından Savaşların coğrafyasında.

Küçücük elleri yumak yumak Çocuklar gelir aklıma

Gözyaşları süzülür bir annenin yüreğine Kirlenen sadece ve sadece elleri

Yürekleri ak pak Misket misket gözleri

Gülücükler saçar al al topraklara Çocuk olmak,

Çocuk kalmaktır savaşların coğrafyasında.

Kan dökmeye and içmiş Kör vicdanların süngüsüyle Toprağa düşer her bir çocuk Anne yüreğiyle kefenlenir Al kanlara boyanmış bedenleri.

Ağızları süt kokan çocuklar,

Kanatlanır anne kucağından cennete.

Çocuk olmak,

Çocuk kalmaktır savaşların coğrafyasında.

Kaç merminin hesabına Yanar nice bedenler.

Toprak bile merhamet etmişken, Kimyasallarla buharlaşan bedenler, Göklerden dökülen yağmurlara karışır.

Üzerimize acıyla düşer tane tane Her tanesinde milyonlarca gözyaşı

(51)

51

Ve karışır toprağa edep ile

Beklediği tecellisidir hesap gününün.

Çocuk olmak,

Çocuk kalmaktır savaşların coğrafyasında.

(52)
(53)

Şair, Yazar. Kafkas Türklerinden. 1949 Van/Erciş Doğumlu. Erzurum Ata- türk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bl.. mezunu (1975-76) Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsnde mastır ve doktora yaparak Halk Edebiyatı Uzmanı oldu. MEB. Bakanlık Başmüfettişliğinden emekli.

Ankara’da yaşıyor.

RİFAT ARAZ

(Filistin’in,  Kan  Ağlayan  Gülleri!..)

Mansiyon

(54)

54

FİLİSTİN’İN,  KAN   AĞLAYAN  GÜLLERİ!..

Gönül  secdegâhımdan,  kaç  yürek  sökülüyor;I.

Ateş  kusan  sel  midir,  arzı  yakan  bu  vahşet?..

Kana  dönmüş   gözlerden,  ihtiras  dökülüyor;

Bu  mu  ehl-i  salibin, va’dettiği  hürriyet?..

Kırıldı  dal,  budağım;  gök   ekinim   yolundu;II.

Nemrûd’un  odu  sardı,  bu  “Gül”  kokan  diyârı!..

Nur  yüzlü  tomurcuklar,  gün  yüzünden  alındı;

Zaman kışa çevirdi, beklediğim  baharı!..

Bu  da’vâ   nasıl düştü,  kör asrın ellerine?

Duydum “hicreti” söyler solgun, donuk  bakışlar!.

Ruhum  mu  kanatlanan,  Me’vâ’nın güllerine?

Oda  yanmış  cismimden, yükselir can yakışlar!..

Âh!.. Bu  gaflet  rüzgârı,  nerden  esti  bağrıma?III.

Hangi  kirli sularda dönüyor,  köhne  çarkım?!..

Tarih  kokan taşları,  basmışım kalp  ağrıma;  

Viran olan yurdumda,  yıkılmış evim, barkım!..

 

Bu  hicran  azabıyla kaç  kez   öldüm, dirildim?

Şirkin  gizli  seyri  mi,  ma’bedi  inciten  ses?..

İhanet   kıskacında,  öz   kökümden   söküldüm;

Bölünmüş,  parçalanmış  “Hakk’ı” diyen  her  nefes!..

 

‘İsrâ’nın   şafağında,   âyet   âyet   açmaz   mı;

Dâvûd’un   gür  sesiyle,  zikreden  gonca  güller?..

Şu  Süleyman Ma’bedi,  hak  nûrunu  saçmaz  mı;

(55)

55

Ötmez  mi bu  âlemde, “tevhîd”  diyen  bülbüller?!..

  IV.

A  kupkuru  çöllerde,  kıvranan  kör  karanlık;

Hakîkat   deryâsından, kanmışım Nûr  Dağında!..

Re’ddettiğin   kıyâmet,  belki   bu   gün,  bir  anlık;

‘Dost’  ile   kavlimiz  var, tâ  ‘Elest’ durağında!..

       

İçimde   kora   döndü;  sevgim,  arzum,  hevesim;V.

Âh  bu  fitne,  tefrika… “Âh!.” ettim,  geceledim!..

Dağılmış fırka  fırka  “tevhîd”  diyen   hak  sesim;

Hasretin  kucağında,  kaç  ölüm heceledim?..

 

Yerden,  yedi  göklerden,  eller  uzansın  bana;

Tuttum  ‘vahyin  ipini’;  yolum  bir,  menzilim bir!..

Kubbet’üs  Sahra’dayım, kulak  verdim  zamana;

İlk sözüm, son  kitâbım;  imânım, emelim  bir!..

 

Sen  a  takvâ   kuşanıp,  aşk  ile   küfre  dalan;VI.

Attığın   taş   sindirir,  ateş  kusan   silâhı!..

A  hakîkat  uğrunda,  bir  ömrü  cehde  salan Senin  ufkunda  gördüm,  beklediğim  sabahı!..

 Bu  göç, bu  gam, bu  matem yakmaz  mı  yürekleri?

Şu  sadâkat  güneşi,  doğmaz   mı vicdanlara?..

Avucumda   kuş  misâli,   çırpınan   dilekleri;

“Duâlarla”,  uçurdum  “Gül”  kokan  zamanlara!..

 Ey!..  Şehit  oğlu  şehit,  diri  gördün  ölümü;

Rûhuma  rahmet  saçtın,  o  semâvî   mecradan!..

Sen  gösterdin  ecele,  en  güzel  tebessümü;

Seninle  nefes  derdim,  o  sonsuz  mâverâdan!..

(56)

56

Bir   ma’rifet   şu’lesi,   ağdı   dolmuş   bağrıma;VII.

Duydum   ehl-i   irfânın   derin,   duru   bahtını!..

Yâ  Rab;  güç  ver,  takat  ver   kapındaki  çağrıma;

Yıksın koca  bir ümmet,  küfrün   tac-ü  tahtını!..

VIII.

Özüme  cevr ü cefâ,  sözüme  hüzün  döken;

Endülüs’te   duyduğum,  o  dehşetin   sesi   mi?..

Şu  kanlı elleriyle, ömrümden  ömür  söken;

Bosna’daki  mahlûkun, kan kusan hevesi  mi?!..

 

Filistin  gül goncası,  oda  düşmüş  yanıyor;

Kırım’da, Kafkasya’da, Türkistan’da  acım  var!..

Yıllar var  Arakan’da, aynı   yürek  kanıyor;

Pakistan  çöle  döndü,  Afgan’ım  kanlı  pazar!..

 

Yemen’de  öksüz,  yetim   dönmüş  külün  rengine;

İdlib’te  ‘sevgi’, ‘umut’;  Kana’da,  ‘cân’  yanıyor!..

Karışmış  hüznün  sesi,  ‘Karabağ   ahengine;

Hocalı’da  efkârdan,  damlayan   kan  yanıyor!..

 

Yâ  Rab;  nedir  bu  çile,  bu  kaygı,  bunca belâ?!..

Bağdat   işgâl  altında,  Bakü’de  sürgünüm var!

Somali’de  patladı,  aynı  rezil   istilâ;

Gazze’ de  yağmalandım, Çeçen’im yaslı  diyâr!..

 

Kudüs’te sis  mi  çökmüş,  hak  nizamın  üstüne?

İlâhî;  al  bu  kahrı,  sırtımdaki  yükümden!..

Ahtım  var,  andım  olsun, son  kelâmın  üstüne;

Ahde  vefa  eyledim,  ayrılmam öz  kökümden!

 

       

(57)

57

Yâ  Rab;  yol  aç, dirlik ver, bu  Âlem-i  İslâm’a;IX.

İslâm’ın  diyarında,  İslâm’ı  boğar ağyar!..

Rahman’sın  rahmet  eyle,  Sen bu dâru’s  selâma, Sen’dedir  ‘vahdet’  kapım,  Sen’dedir  tek  anahtar!..

 

Kâdir’sin  kudret  Sen’in; birlik ver, yükseliş  ver;

Hoş  bahtımın üstüne  gam çöktü, ikrah  düştü!..

Şu  perişân  ümmete;  yeni bir diriliş ver;

Ma’bedimin  üstüne,  kaç  kanlı  sabah düştü?!..

 

Bir   tahkîkî  imân  ver, boğulsun ışığında, Ebû  Cehil şirkine, taş çıkartan  cehâlet!..

O sonsuz  ufkumu aç,  bu  fecrin eşiğinde; 

Bu  fecrin eşiğinde, doğsun  nûr-u  hidâyet!..

 

Yâ Rab; his ver,  iz’ân ver, dağılsın  sis ve duman;

Varlığın ‘tesbîh’  sesi, yükselsin kanat  kanat!..

Şu  vahiy  ikliminden,  aşk  ver  uyansın  zaman;

Hilâlin gölgesinde, dönsün  koca kâinat!..

 

Hangi   havra,  manastır  ibret  almış  zamandan?X.

Gün, bu birlik günüdür; gönülde, dilde  Allah!..

Bir   ilâhî  rahmet  mi,  yağıyor   asumândan?

Yükselir  arzdan,  Arş’a  “Lâ  ilâhe  illâllah!..”

 

Gel, ey  Selâhaddin’im;  gel, Kılıçarslan’ım gel!.

Arzda   bir  ‘Hamd  sancağı’,  Arş’ta   Allah-u Ekber!..

Gel,  bu  tevhîd  selinde,  çağlasın sonsuz emel;

“Gel” diyor yer, gök ehli, “gel” diyor son Peygam- ber!..

(58)

58

Mescid-i  Aksa’da  mı, şu  gönül inşirâhım?

Mescid-i  Harâm’dayım,  affet  beni Allah’ım!..

 

(59)

1983 yılı Akçaabat / Trabzon doğumlu. Artvin Orman Fakültesi Orman Mühendisliği bölümünden 2006’da mezun oldu. Şiirleri çeşitli edebiyat dergi ve antolojilerinde yayınlandı. 10’a yakın şiiri bestelendi. Hem şiir yazarak hem de seslendirerek gönül sesini şiir sevenlere ulaştırma gayretinde.

İstanbul’da ikamet ediyor. Evli ve bir erkek evlat babası.

ARİF ODABAŞ (Aşkın İstanbul Hali)

Mansiyon

(60)

60

AŞKIN İSTANBUL HALİ

İki cihan nurunun muştusu şiâr bana Aşkı terennüm eden her zerren di/yâr bana Dinle ey gönül şehrim; sırça köşküm, sarayım Fatih’in harladığı, ocağında çırayım

Fethe davet edince, yolun kutlu iz olur Haliç zincirlense de, yamacın deniz olur Mihmanların kapında, aç kalbini ey şehir Şerefyâb olmak varsa, vuslat edilmez tehir Nur-u vechin esbâbı emsalsiz bir gül müdür?

Emanetin Asım’ın nesline ödül müdür?

Bülbül-ü şeydayım ben, ötelerden gelirim Safa-yı gülşen diye, İstanbul’u bilirim  Dile gelen taşların lisânını sor bana Sinan’ı yakan sevda, sönmeyecek kor bana Kubbeler değip arşı titretir en derinden Âzâd eder ruhumu onulmaz kederinden Haliç’in gerdanında raks ederken kayıklar Martıların bin yıllık türkümüzü sayıklar Bir zaman tünelinle celbedersin düşümü Masalsı güzelliğin cennetin izdüşümü Âdeme yâr ol diye, eserisin hilkatin Gönle şifa vuslatın, cana eza firkatin Sarraf-ı aşk değilim, arza kıymet biçerim Emsalsiz ziynet diye, İstanbul’u seçerim  

(61)

61

Matem-i firâkında, bil ki dünya dar bana Gül/İstanbul içinde, her dem nevbahar bana Sen ki cihan güzeli, nâr-ı sevdan ezeli

Mahbezinde pişmeden yazılmaz aşk gazeli Erguvan taçla süslü Boğaz’ın nazlı gelin Süzülür avucundan, İlâhî bir sebilin Maziden istikbale kuruldukça rabıta Karşılıklı bakışır, neşveyle iki kıta Yedi tepen semaya uzanıp zikre dalar Sûret-i Mihrimah mı, o gül benin Adalar?

Bir ressam edasıyla, aşkı renkte gizlerim Gönlümün tuvalinde, İstanbul’u izlerim  Ya ben sana varayım, ya sen durma var bana Değil sensiz yaşamak nefes almak ar bana Aşk dolu imbatların rotası İstanbul’dur Her sevda türküsünün notası İstanbul’dur Sende sevdanın rengi, huzur köşe bucağın Buz tutmuş yüreğime s/iner sarı sıcağın Güneş ufuklarına her akşam umut eker Çehreni görmek için sabahı iple çeker Mavi tüle işlenmiş, yaldızlı üç hecesin Çözülmesi imkânsız, esrarlı bilmecesin Mecnun’un inadına, bin Leyla’dan cayarım Yüreğimin tahtına, İstanbul’u koyarım  

(62)

62

Çamlıca’da bir lâhza, efsunlu asır bana Dök içini İstanbul, her kelâmın sır bana Mevsimler bezenirken çehrene inkıtasız Kökten sürme bir çınar büyür sessiz sedasız Mekâna ilmek ilmek, mana işli gergefsin Zahirde vücut bulan, inci dolu sedefsin Kız Kulesi’ne nazır ulular sırdaşındır Rıhtımı d/öven dalga her dem arkadaşındır Toprağına kök salan umutlar hâlâ diri Arıtır Eyüp Sultan, kalplere çöken kiri Soluklanıp Yuşa’da benliğimi aşarım Bir lokma, bir hırkayla İstanbul’u yaşarım  Şehrayin-i sevdasın, sükût demi/n zâr bana Muradına ermeden göçüp gitmek zor bana Takvimlerin hükmü yok, tarihlerden taşarsın Asırlardır gururla Türk’e yâren yaşarsın Şehir içre şehirdir ruhu bitap dehlizler Hâlâ Akşemsettin’in dualarını gizler Dinsin Ayasofya’nın derunundaki ağrı Kulaklara yeniden dolsun İlâhî çağrı Kaldır düştüğü yerden, garip kalan yapıyı Tekbirler adım adım çınlatsın Topkapı’yı Geçti devr-i saâdet, bin yerimden kanarım Zamanın her deminde, İstanbul’u anarım

(63)

30.06.1998 tarihinde bir kamyonda doğdu. Kastamonu’nun Daday ilçesi Köşeler Köyü’nde 4 kardeşi ile çocukluğunu geçirmekteyken 10 yaşında babasını bir traktör kazasında kaybetti. İlkokulu Daday Prof. Dr. Fahri Ecevit YİBO’da bitirdikten sonra Kastamonu Göl Anadolu Öğretmen Lisesi’ni kazandı. Şu an Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi.

Şiir yazabilmek, kitaplar, okuduğu her şey ona kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğretti. Bu sebeple tüm şairlere, şiire ve vatana bir borcu var.

İLKNUR KURUHALİL (Memleketim)

Mansiyon

(64)

64

MEMLEKETİM

Geceleyin,

Çamiçi’nde şavkına durmuşuz mumun.

Yardım et,

boyuna kamyonlar kül taşıyor  rüzgar kavun.

 Kıvırcık düşler köylerde ocakta taşan süt,

alıç seslerinden bir gömeç, mahmuzlanan rızık, Ve şükürsüz gücenir

öpüp başa koyduğumuz emek.

 Eşikte bir çift mest Islığa karışan çocukluk, Memleket...

 

Lebbeyk!

koca çeşme 

dahi susağı yok eteğinde.

gün,azıcık takışsa üç,yedi,40 bin kere zikrini akıtır yüreklere  

Değil bu kanılır şerbet Yunus dilinde bir zikir Memleket...

 

(65)

65

Beride güneş Hırpalı yenleri, kuş dili bilir elleri saçları eğrilir güzden  düş umar közden, sancısından bunca ateş  toprak kadar çilekeş.

 Ayağa bürülü cennet  Akça yazmada gök oya  Memleket...

 

Ötede ay  yeniyetme

türkü yakar ellerine,

kirpiklerine damlar köşk kızlarının har taşır atıyla tekfur bunarından  kar,suya yunar ona aşkından.

 Tekbirde merhamet  Efe sevdadır bre Memleket...

 

İşte çıvgın söğüt  yapağı yüreği

yarın diker, çuvaldız bineği başı okşanır,

bilinir beyazlara sağır.

Sürgüler okunu birer yayım tutuşur sema ile yıldırım.

 

(66)

66

Boncuklu beşikte Mehmet  Okunur kulağa

Memleket...

 

Ve kızıl serçe 

yürek ucuna asılı sazı, bulut süzer 

yalınayak gezer  heceyle dolar kursağı.

Baksan ahretliği her bir kulun  bilenir cebinde kurşun.

 

Mavisi Türk bu hasret  Gülünce bir şiir  Memleket...

 

Oysa sabahleyin, bir yağmur 

dilinde hırladığı ilahi

süsleyen ayak izleri kuşluk vaktini uzatsa 

argun ağacına değecek kara bulut çekildi, çekilecek.

 

Sen, ben

bu şiiri yazan köy çocuğudur Memleket, memleket, memleket...

(67)

Milli Eğitim Bakanlığında öğretmen. Şiirle nefes alıyor, şiirle yaşıyor. Evli ve bir çocuk babası.

HÜSEYİN UZEL (Kudret Çiçeği)

Mansiyon

(68)

68

KUDRET ÇİÇEĞİ

Bir kuş kondursam Yusuf, Çandır eteklerine Her tüyü bir mesajdır, Kudret Çiçeklerine Duyanları mest eder, kahramanca naralar İlk peşrevde canlanır, o eski hatıralar Şura, Hergeleci’ye çalım sattığın yerdir Şurası,  Adalı’ya çangal attığın yerdir

Göçmüş cümle yiğide olsun Hakkın rahmeti Şu düzlükte devirdin, Kurtdereli Mehmet’i Sen bir deli ırmaksın, ömre sığmaz bir hatır...

Filiz Nurullah sussa, Kel Aliço anlatır!

Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf Tüm kapılar kapansa;  yeter, açtığın çığır Batı sana hafifte, sen Batı’ya çok ağır...

Yaydan çıktıysa eğer, ok hedefe batacak Namını  bundan böyle, manşetler anlatacak!

Sen gideli tükendi,  tüm şevki cazgırların Vuslata takvim verdik, bugün değilse yarın...

Minderde her zaferin, mazlumlara  diyettir Hırsla  yere vurduğun, kanlı medeniyettir!

Sen rakibi,  ebedi susanlar için yendin Her hakkı gasp edilmiş, insanlar için yendin Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf

(69)

69

“Ebedi gurbetlikte, hasreti fîgan tutar Vuslata dümen kırmış, gemileri kan tutar Sitem etmem ben haşa, gemi batıran zora Balta tutan ellerde, insanlık alabora!

Sinesinde kor saklı, külün rengi sendedir Hiç durmadan kanayan, gülün rengi sendedir Gün oldu gecemize çoban ateşi yaktın Gün oldu teskereni okyanusa bıraktın.

Ne pehlivanda peşrev, ne cazgırda hâl kaldı, Gidişinle meydanda, bir kâht-ı ricâl kaldı.

Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf Hüvelbâki yolcusu, Elif’ime Lam götür İhya ettin sünneti, Nebi’ye selam götür Ne kubbe, o gök mavi; ne güneş, eski sarı Kopan Kudret Çiçeği, kanattı çayırları!

Bir daha mağlup ettin; Firavun’u, Tiran’ı Mısralara sığdırmak, mümkün mü hatıranı Azmedip toplansa da, tüm şuara ricali Yusuf’u anlatmaya, kâfi gelmez mecali Yine de otağ kurup, Toros eteklerine

Gözlerimden fer verdim, Kudret Çiçeklerine Yurdu gönül olana, başka makam yok Yusuf Allah diyen yiğide, cihanda gam yok Yusuf

(70)

70

BİR NİHÂİ MAKAM

Nazlı güneşe dilenir sonbahar kuşları Dinler rüzgâr o kıymetsiz yalvarışları.

 Salınır gökte bulutlar telaşsız, Şafağın koynuna sızar saadet

Geceden silinen yalın yansımalarıyla...

Kanat sesleri şevk verir seyredene Sonbahar kuşları birliğin uçuşları.

 

Korku gövdeleriyle kocaman ağaçlar titrer, Kızgın bir çölde yükselen ateş dağlar yürekleri Kaybolan seraplar kadar hazindir hisler.

Ne vakit zayıflık belirse evhamlanır hafıza, Kılıfsız dünya tüm çıplaklığıyla süzülür Üfler ruhlara cazibesini umursuzca.

Mazmunlar raks eder imgelerle, Ne vakit oldum derse kişi felakettir.

Olmanın olmadığını anlamaktır hüner, Ölüm aynasında doğumdur hiçliğimiz.

 

Kiminin ömrü balçığa bulanmış Kimi şaşalı iklimlerde yüzen, Aynı zafiyetle yıkanmış.

Nice canlı toprağa gark olsa da, Sayısız pişmanlıklar girdabında.

Çaresizlik ağında boğulur keder,

Umutsuz feveranlarda efsunlar titrese de, İnsan olmanın saltanatı varken şaşırır.

Hayvan olmanın aşağılığına yuvalanır insan Ve insan Nemrut olur her çağda kisvesiz.

Terk eyler zamanın dervişleri nedensiz Hâlleriyle dillenen sayfalara erişmek mi

(71)

71

Zor değil ulaşmak her ne kadar zor olsa da Ârif olmak makamına;

Bir gönül yeter.

 

Kurak göçebeliklere gebe yıllarda Bezgin kopuz telleriyle toylarda Seslenirdi o yiğit boylar

Bilgelerle heveslenir Destanlarla süslenirlerdi

Şimdi ne soran var ne duyulur adları Geçti zaman bir hayli de.

İnsan aynı insan felek aynı felek, Alınmazsa ders “tarih tekerrür eder”

Dağıldıkça dağılır nefisler bir olmazsa nefesler...

Aldatır hâlâ bir tatlı söz bir yumuşak ipek Hercai bir imzayla mühürlense benlikler.

 

Ne vakit tan doğsa kimliğimiz belirse Kimliği belirsiz karanlıklar kuşatıyor,  Fakat biz karanlığı ötelere iterek Güneşe koşan inanç yüklü erleriz.

Biz biriz bir olmaktan özge biriz Biliriz şuurumuzu sürükler cetlerimiz Yiter tüm düşmanlıklar dirliğimizde, Gözlerimizde filizlenir özgür çiçekler.

 

Tarih ki hülyalarımızda gülümser Gün tersinden doğmasın yeter ki Yeter ki kaybolmasın idrak Bin sevgisize,

Bir sevgi yeter.

 

(72)

72

Oysa aynı terennümle dağlar taşlar verir ses Mihenk durur hükmolunur “âdem en şerefli varlık”

 Ey makamlara sevgili Ey ikramlara sevgili

Yunus gibi seversen adın sana dost olur Kibre değer verirsen namın düşer post olur Ey mazilere sevgili!

Ey atilere sevgili!

Cümle cihan sallasa hançerini Diler Allah bütün tuzaklar bozulur.

Gümbür gümbür akar melekler yeryüzüne, Dizilir göğe sonbahar kuşları.

Dizilir griye boyalı bulutlar.

Kurulur ariflik tahtına,

Asırlar yüklenmiş kaygılar biter.

Ey nidalara sevgili!

Ey sevgililere sevgili!

Bin düşman sızsa gönül payitahtına, Mahlûkatı yaratan hürmetine yâr bilen Bir Yunus yeter...

 

Yeter ki çınlasın gök kubbede Davut’un sedası, Yeter ki görünmesin ufkumuzda ecdadın elvedası.

A. İRFAN KARAPINAR

(73)

73

YOLCULUK

 

Naçar kalıyor derbeder ruhum ölüm uykusunda Üşüyorum, kapılarak zamanın haylaz yeline.

Çileyle, kırk yıldır aradığım cami avlusunda Ufukları yakarak güneş akıyor menziline Üşüyorum, kapılarak zamanın haylaz yeline.

 Külhanların yalancı ateşidir kentlerde yanan Dalgalar yıkıp savururken kumunu kalelerin.

Gayretkeşlerin nidasıdır yüreğimi kanatan, Çarmıha gerilmiş gibi üzerinde kulelerin Dalgalar yıkıp savururken kumunu kalelerin.

 

Aklım yorgun, yollar keşmekeş, yüzüm safran sarısı Rüyalarım tabirsiz, yadına düştüm ferasetin.

Acizim, ayağım dolaşır her titreme sonrası Riyakârlık diz boyu, ortasındayım ihanetin Rüyalarım tabirsiz, yadına düştüm ferasetin.

 Beklenen şafak sökmedi, indiğim yerde nefessiz Kalın kitaplar önümde, yüzümde ahmak yarası.

Doğru yanlış arasında benzim soluk, gönlüm sessiz Berhava oldu malihulyalarım, dilimde yası

Kalın kitaplar önümde, yüzümde ahmak yarası.

 

Renkler iç içe, yönler müphem, çetrefilli sorular Acemi adımlarla küflü kuytularda inledim.

Yıldırım burgacında boynuma kördüğüm kuyular Çıkış aradım, ışık aradım, geceyi dinledim Acemi adımlarla küflü kuytularda inledim.

 

*          *          *      

(74)

74

Amansız dertlere tutulur dünya, kanar asuman Karanlık çöker evlere ve parçalanır mevcudat.

Söndüğünde kandiller kadim harflerdir yağmalanan Teessürle ağlar kubbeler uzaklaşır hakikat

Karanlık çöker evlere ve parçalanır mevcudat.

 

Çoraklaşan topraklarda kurutuldu su gözleri Nerede irfan sofrası ve yıldızlı göklerimiz.

Payeler karaborsada pespaye şarkı sözleri Unutuldu bilgisi ırmağın, yağmura hasretiz Nerede irfan sofrası ve yıldızlı göklerimiz.

 

Şans totemleri aymayanların aynada hülyası Sırtımdaki küfede antik acıları insanın.

Puslu derbentlerin sunaklarında mankurt sırası Pervasız sözleri, naraları haz ve heyecanın Sırtımdaki küfede antik acıları insanın.

 Şizofren yalnızlığı sanrılı kentlerin koynunda Yüreği yanılgılarla kavrulurken her kuşağın.

Nereye varılacak artan velvelenin sonunda Yığınlar kanıyor vehimlerine düzenbaz çağın Yüreği yanılgılarla kavrulurken her kuşağın.

 

Şad olmuyor yüzler, naşad oluyoruz ihtirasla Göklerden taş yağıyor göremiyor sadece bakan.

Zehir yudumlayan çocuklar dans ediyor rakkasla Arsız kahkahalar, bendeler ekranlarda konuşan Göklerden taş yağıyor göremiyor sadece bakan.

 *          *          *           

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada mehterhanenin tabl ve alem kısmının teşkilatı, nasıl kurulduğu, kendinden önceki devletlerin kurumlarından nasıl etkilenmiş olduğu, kurum olarak

Ağlamanın yedi tavafından Soğumuş beşikler kaldı geriye Yenilmiş tırnaklar titreyen bacaklar Hiçbir okşayışa sığmayan yüzler kaldı Unutur insan iyileşir dünya

Bir gün, senin hikâyeciyi buldum, diye bana geldiğinde -aradan o kadar zaman geçmişti ki- boş bulunup hangi benim hikâyeci, dedim.. Ben unutup gitmiştim ama onun aklına

Bu kapsamda 1994-2004 yılları arasında Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesinde 2 sayı çıkartılan ve daha çok kültür ağırlıklı konuların işlendiği

Çocukların şiire olan ilgilerini desteklemek; Çocuklarda milli egemenlik duygusunun ve milli meclisin açılışının önemini belirtmek ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk

Bu nedenle, mantıklı olarak ( εὔλογος ), cüssece iri olan bitkiler ve hayvanların, kendisinin dışında kalanların aksine uzun ömürlü hayata tabi olanlarında

men ve yapımcı Haşmet Topaloğlu moderatörlüğünde yönetmen-senarist Pelin Esmer ile “Belgeselden Kur- macaya-Kurmacadan Belgesele”, sinema yazarı Esin

Ahbabdan yakından yana sanki yetim hem öksüzüm Dost kapısı kapandıkta şaha gitsem yoktur yüzüm Böyle geçer sabah akşam gecelerim hem gündüzüm Söyler dilim