• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin yükseköğretim tarihi 11. yy.da Bağdat’ta Selçuklular tarafından kurulan Nizamiye Medresesine kadar uzanmaktadır. Medreseler Osmanlı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye’nin yükseköğretim tarihi 11. yy.da Bağdat’ta Selçuklular tarafından kurulan Nizamiye Medresesine kadar uzanmaktadır. Medreseler Osmanlı "

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yükseköğretim

(2)

Cumhuriyet Döneminde

Yükseköğretimde Gelişmeler

Türkiye’nin yükseköğretim tarihi 11. yy.da Bağdat’ta Selçuklular tarafından kurulan Nizamiye Medresesine kadar uzanmaktadır. Medreseler Osmanlı

İmparatorluğu’nda eğitim alanında önemli

kurumlardan biri olmuş ve imparatorluğun yıkılışına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Birçok bakımdan ortaçağ üniversitesi özelliği taşıyan medreselerde dini içerikli dersler yanında felsefe, matematik, astronomi ve tıp ile ilgili dersler de okutulmaktaydı. Bu

kurumlarda eğitim bilginin üretilmesi ve

yayılmasından çok, var olan bilginin öğrenilmesi ve

yorumlanması ile sınırlıydı.

(3)

Osmanlı İmparatorluğu çağdaş anlamda yükseköğretim

kurumlarını askeri alanlardaki bazı yenilgilerden sonra askeri okullar açarak başlatmıştır. Bu okullardan ilki 1773’te açılan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’dur. 1795’te açılan

Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dur. Bu iki kurum geleneksel medrese eğitiminden ilk sapmayı temsil

etmektedir ve bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temelini oluşturmuşlardır. Bu iki okulu 1827’de Tıbbiye’nin ve 1833’de Harbiye’nin kurulması izlemiştir. 20. yy.ın

başlarında bir çok bakanlığa bağlı değişik devlet

yükseköğretim kurumları kurulmuştur: Bunlardan bazıları Mektebi Mülkiye (1859), Hukuk Mektebi (1878), Ticaret Mekteb-i Alisi (1882) ve Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane, (1882). 1909’da Mühendis Mekteb-i Alisi, Kondüktör

Mekteb-i Alisi (1911).

(4)

Batılı anlamda, daha çok da Avrupa etkisinde

Darülfünun olarak adlandırılan bir üniversite kurma kararı 1836 yılında verilmiştir. Hazırlık süreci on yedi yıl sürmüştür. Toplumsal direnç nedeniyle, özellikle de medrese hocalarından gelen, 1900 yılında Dar’ul- Fünuni Osmani adıyla tam olarak açılmadan önce iki kez açılıp kapanmıştır. 1912 yılında öğretim

kadrosuna Alman profesörler katılmış ve 1915’te

modern akademik araştırma döneminin başlangıcını

oluşturacak araştırma enstitüleri kurulmuştur.

(5)

1919 yılında Darülfünun’a bilimsel özerklik verilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte medreseler ve diğer dini okullar kapatılırken, Darülfünun 1924 yılında tüzel kişiliğe kavuşturularak korunmuştur. Bu kurumun yeni cumhuriyetin devrimlerine

destek vermesi ve yeni anlayışın gerektirdiği

insan gücünü yetiştirmesi beklenmiştir.

(6)

Darülfünunun devrimler konusundaki

vurdumduymazlığı, Darülfünunun tümüyle yeniden ele alınması gereksinimini ortaya çıkarınca, 1932

yılında İsviçre’den getirtilen A. Malche’nin Darülfünun hakkındaki raporu ve Atatürk’ün yönlendirmesi

üzerine 1933 yılında Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. İstanbul

Üniversitesi bilimsel özerkliğe sahipti ancak yönetsel açıdan Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Bu

durum, üniversite reformu başarıya ulaşıncaya kadar yetkilerin geçici olarak merkezde toplanmasını

sağlamakla açıklanabilir. 1946’da üniversite

özerkliğinin geri verilmesi bunun göstergesidir

(7)

1933’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirmiştir. Tartışmasız kabul edilen bu kanun teklifine göre yeni üniversitenin kurulması görevi Eğitim Bakanlığı’na verilmiş. Reformdan ilk etkilenen

kesim Darülfünun’da çalışanlar olmuştur. Bu kurumun

kadrosundaki 155 kişinin 59’u yeni kadroya alınmış, 96’sı kadro dışı bırakılmıştır.Reform kapsamında gerçekleşen en büyük

gelişme yurtdışından, özellikle Almanya’dan bir grup profesör ve uzmanın Türkiye’ye getirilmesi olmuştur. Hemen hemen tamamı İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmaya başlayan Alman

akademisyenlerin hiçbiri Türkçe bilmediğinden dersler Almanca yapılmış, bir çevirmen aracılığıyla eşzamanlı Türkçeye

çevrilmiştir.

(8)

Reform kapsamında gerçekleştirilen

değişikliklerden biri de üniversitede görev yapan yönetici ve öğretim üyelerinin

unvanlarında olmuştur. “Fakülte”, “dekan” ve

“rektör” gibi günümüzde kullanılan kavramlar bu çerçevede ilk kez kullanılmaya

başlanmıştır. Emin yerine rektör, fakülte reisi yerine dekan, müderrislere profesör,

muallimlere doçent, muallim muavinlerine

asistan denilmesi bu dönemde başlamıştır

(9)

1946 yılında üniversiteler kanunu adını taşıyan ilk yasa oluşturuldu. Üniversiteler; “bilim ve yönetim özerkliğine, tüzelkişiliğe sahiptirler”.

1946 yasasıyla üniversiteye özerklik verilmesinin yanında, tek üniversiteli

sistemden çok üniversiteli sisteme geçilmiştir.

1946 tarihli 4936 sayılı yasa, İstanbul

Üniversitesi’yle birlikte aynı yasayla kurulan

Ankara Üniversitesi’ni ve 1944’te kurulan

İstanbul Teknik Üniversitesi’ni kapsamıştır.

(10)

1950 Sonrasında

Yükseköğretimde Gelişmeler

II. Dünya Savaşı sonrasında üniversitelere bakış açısı da değişmişti. Üniversiteler artık sadece araştırma yapan kurum olmayacaktı. Yeni bilgiyi üreten ve toplumun değişmesine katkıda bulunacak kurumlar olacaktı. Üniversitenin işlevinin değişmesi,

üniversitede sunulan eğitimin niteliğini de

değiştirecekti. Üniversiteler gerek toplumsal, gerek politik ve gerekse ekonomik yaşamı çok yönlü olarak değiştirebilecek birikimi üretme ve bireyleri yetiştirme bakımından toplumda önemli görevleri

üstlenmişlerdir.

(11)

1950'den sonra üniversiteye artan talep ile bu konudaki sorunların ortaya çıkması ile yeni

üniversitelerin açılması ve gece öğretimi yapılması gibi uygulamalara geçilmesinin hükümetlerce ele alınıp planlandığı

görülecekti. Gece üniversitesi düşüncesi

üniversitelerin olanaklarının yeterli olmaması, hazır olmamaları gibi nedenlerle istenen

başarıya ulaşmaktan uzak kalacaktı.

(12)

1950’lerde ekonomik liberalizm ve modernleşmenin sonuçlarıyla birlikte yönetim kademelerindeki değişik konumları dolduran bireylerin yetiştirilmelerinde

önemli rolleri olan büyük firmaların yöneticileri de

sosyal bilimler eğitimi almışlardı. Sosyal bilimler uzun süre gözde kurumlar olmuşlardır. Fiziksel güce

dayanan işler; mühendislik ve teknikerlik gibi alanlar pek fazla tercih edilmemekteydi. Yönetsel alanlar ise daha fazla tercih edilmekteydi. Kırsal kesimlerden gelip de bürokrasiye ya da Siyasal Bilgiler ve Hukuk fakültelerine giremeyenler, ziraat fakülteleri aracılığı ile bürokrasi ve üst sınıflara yükselme yolunu

kullanıyorlardı.

(13)

Erzurum’da Atatürk Üniversitesi kuruldu. Bu arada ODTÜ adı altında Ankara’da yabancı dilde (İngilizce) eğitim veren bir üniversite de kuruldu. Bu kurumların açılmasında ABD ve İngiltere’nin rolü büyüktür. Bu ülkeler sadece maddi yardım yapmakla kalmamışlar aynı zamanda yeni bir tür üniversite anlayışının da Türk toplumuna girmesini sağlamışlardır.

“Landgrand” adı verilen bu yeni anlayışta üniversite toplumdan bağımsız değil, toplumla iç içe

yaşayacaktı ve toplumun sorunlarına cevap verecekti.

Demokrat Parti ayrıca ABD’den gelen liberalizm

rüzgarlarından da etkileniyordu.

(14)

1960 -1973 Arası Gelişmeler

1960, üniversite için zor geçen 14 yılın (1946-1960) bittiği yıldır. Özerklik kavramını anlamada üniversite ve iktidarlar zorlanmış, anlamamışlar ya da anlamak istememişlerdir. 1946’da özerklik getiren CHP iktidarı, bir yıl sonra, özerklikle çatışmış,gün olmuş “özerkliği kaldırırız” gibi tehditlerde bulunmuş. 1950’le başlayan DP iktidarı, adında demokrat sözcüğü olmasına

karşın, ne üniversitede ne ülkede demokrat

davranmıştır. Özerkliği kısıcı önlemler almış, çetin

çatışmalar girmiş ve özerk olmayan rakip üniversiteler

kurmuştur. Üniversite, en özerk ve huzurlu dönemi

1960 devrimiyle 1980’e dek yaşamıştır

(15)

1961 Anayasası üniversitelere idari ve bilimsel yönden tam bir özerklik getirmiştir.

Üniversitelerin kendi organları ile yönetileceği, öğretim üye ve yardımcılarının üniversite

dışındaki makamlarca görevlerinden

uzaklaştırılamayacakları hükümlerini içeren 120. Madde ile önemli bir değişiklik

yapılmıştır.. Türk hukukunda yalnız

üniversitelere getirilmiş olan özerklik statüsü Anayasa ile neden güvenceye

kavuşturulmuştur.

(16)

1971 değişikliği ve 1982 Anayasası, üniversite özerkliğini giderek daraltmış ve hatta yok

etmişlerdir 12 Mart 1971’de Anayasa’da ve diğer yasalarda değişiklik yapılmış, aynı

zamanda yeni yasalar çıkarılmıştır. Üniversite bu anlayıştan büyük pay almış, Anayasa’daki üniversite maddesi komutanların görüşleri doğrultusunda değiştirilmiş ve özerklik

korunmuştur

(17)

20 Eylül 1971’de kabul edilen 1488 Sayılı Yasayla Anayasa’nın 120. Maddesi değiştirildi. 20 Haziran

1973’te kabul edilen 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ve bunun hemen ardından kabul edilen personel

kanunu benzer kaygılarla hazırlanmıştı. Fakat 1975’te Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti. Böylece 1971

düzenlemeleri yükseköğretim sorunlarına bir çözüm getirme konusunda yetersiz kaldı. Anadolu’da

yükseköğretim kuruluşlarının oluşturulması ise

gerçekleştirilemiyordu.

(18)

1750 Sayılı Üniversiteler Kanunu taslağının getirdikleri yenilikleri şöyle sıralamak olasıdır:

-Yükseköğretimin bütünlüğü ve ortaöğretimle ilgisi,

-Yükseköğretimin toplum ihtiyaçlarına yönelmesi,

-Yükseköğretimde fırsat ve imkan eşitliği,

-Kaynakların etkin biçimde kullanılması,

-Yükseköğretimin planlanması ve örgütlenmesi

-Öğretim ve öğrenim özgürlüklerinin güvenlik altına

alınması (Ünv. Kan. Tas., 1971).

(19)

2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu

27 Mayıs 1960 hareketi, Türkiye’de sosyal devlet düşüncesine kapı açtığı halde, 12 Eylül 1980 askeri darbesi, o dönemde tüm dünyada güç kazanan neo-liberal dalganın bizi esir almasına zemin hazırlamıştır. 1970’li yıllar, neo- liberal ya da yeni muhafazakar akımın egemenliğini pekiştirmeye başladığı

yıllardır.

(20)

2547 Sayılı Yasayla birlikte yükseköğretimi planlama görevi yeniden YÖK’e verilmiştir (m.12/b). 2547 sayılı yasa, yükseköğretimin amacı (m.4), ilkeleri(m.5) ve yükseköğretim kurumlarının görevlerini (m.12) ayrıntılı olarak belirlemiştir. “Yardımcı doçentlik” aşaması

oluşturularak yardımcı doçentler de öğretim

üyelerinden sayılmıştır (m.23).

(21)

Doçentlik ve profesör tezleri ile profesör olmak için gereken ikinci yabancı dil koşulu kaldırılmıştır (m.24-26).Öğretim üyelerinin haftalık ders yükü asgari 6 saatten 10 saate

çıkarılmıştır. Asistanlık kaldırılarak yerine “araştırma görevliliği”

getirilmiştir (m.33). Bununla birlikte, araştırma görevlilerinin görevleri de tıpkı öğretim üyelerinin görevleri gibi belirsiz ve

yuvarlak ifadelerden oluştuğu için, sistemde sürekli çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuş, öğretim üye ve elemanları

yöneticelere bağımlı hale getirilmiştir. Özellikle rektörlere verilen yetkilerin çok fazla olması, rektörlüğün atama/seçim ikilemi

arasında oluşan bir makam olması, yükseköğretim kurumlarının

her açıdan yıpranmasına yol açmıştır.

(22)

Yükseköğretimin harca bağlı olduğu belirtilmiş (m.43), “ücretler” 1975’te Anayasa Mahkemesi

tarafından iptal edildiği halde yeni yasada “harç ve ücretler”, üniversitelerin gelir kaynağı sayılmıştır

(m.55/c). “Öğrenci katkısını ödemeyenlerin kayıtları yapılmaz ve yenilenmez” denilmiştir (m.46).Eski

yasada fakülteler tarafından yürütülen lisans üstü

eğitim-öğretim ve araştırma görevinin yeni yasayla

enstitülere bırakılmıştır (m.3/f). Fakültelerin kürsüleri

kaldırılmış, bölüm sayısı azaltılmış, anabilim dalları

oluşturulmuştur.

(23)

2547 Sayılı Yasa, yükseköğretimi planlama, denetleme ve yönlendirme görevlerini YÖK’e

vermiştir. YÖK ayrıca, yasada öngörülen görevleri yerine getirmekte yetersizliği görülen ya da yasada belirtilen yükseköğretimin amaç ve ilkelerine aykırı harekette bulunan öğretim elemanlarının

üniversiteyle ilişiğini kesebilecektir. “Yasada

öngörülen görevleri yerine getirmekte yetersizlik” son derece esnek bir ölçüttür. Öğretim elemanlarının

üniversiteden atılma korkusu duymadan serbestçe araştırma yapabilmeleri, üniversitelerin bilimsel

özerkliğe sahip olmasıyla olasıdır. YÖK’ün getirdiği

sistem bilimsel özerkliği kağıt üzerinde bırakmıştır

(24)

Lisansüstü Eğitim

Yirminci yüzyılın başlarına kadar lisans düzeyinde eğitim almış kişi sayısı az olduğu için, lisans derecesi

önemli bir derce olarak kabul edilmekteydi. Ama özellikle, 1950 sonrasında yükseköğretime karşı artan taleple

birlikte, lisansüstü eğitim daha da önem kazanmaya

başladı. Özellikle iş olanaklarının türlenmesi, tekonolojik ögeler ve yükseköğretimin bir sınıftan başka bir sınıfa geçişte önemli bir etken olarak görülmesi bu alana olan talebi arttırmıştır. Bu durum lisans öğretiminin daha da uzamasına, lisansüstü öğretimin daha ciddi olarak ele alınmasına yol açmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında usta- çırak anlayışı ile sürdürülen lisansüstü eğitim 1970’li

yıllardan sonra üniversitelerde farklı yapıya kavuşmuştur.

(25)

Referanslar

Benzer Belgeler

sadece normal örgün öğretimde görev alan öğretim üyelerine en çok 30 saate, öğretim görevlileri ve okutmanlara 32 saate, hem normal örgün öğretim hem de ikinci

Arama ruhsatı veya işletme ruhsatı almaksızın petrol işlemi yapanlara 250 bin lira, araştırma izni ve arama ruhsatı almadan araştırma yapanlara 100 bin lira, verilen bir

ZEYNEP ÖZVERLER İSTANBUL UNİVERSİTESİ/Hukuk Fakültesi MERT BUDAK KOÇ ÜNİVERSİTESİ (İSTANBUL)/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Ekonomi (İngilizce)..

ÖĞRETİM ÜYESİ DENİZ DORA ŞEHİRDEN

Güneş enerjisinden üretilecek elektriğe ödenecek bedel l kilovatsaat başına en az 99 fenig olacaktır, l Ocak 2002 tarihi itibariyle, ödenen asgari ödeme bu tarih

...Dernekler,… Ancak, millî güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa,

2- Olağanüstü Toplantı: Genel Kurul, merkez yönetim ve denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinin 1/5 inin yazılı başvurusu üzerine, 30

1 ABDULLAH       ARIKAL Kabul Beden İşçisi Uygulamalı Temizlik İşl. Müdürlüğü 2 ABDULLAH       KILIÇ Kabul Beden İşçisi Uygulamalı Park Bh. Müdürlüğü