• Sonuç bulunamadı

bu büyük ölçüde tehlikenin ortadan kalkmış olduğu ve şehzadeler arasındaki çekişmenin Osmanlı Devleti’ni içten içe bitireceği inancından kaynaklanıyordu.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "bu büyük ölçüde tehlikenin ortadan kalkmış olduğu ve şehzadeler arasındaki çekişmenin Osmanlı Devleti’ni içten içe bitireceği inancından kaynaklanıyordu."

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aslında yeni bir haçlı seferi için bundan daha elverişli bir ortam bulunamazdı;

bu büyük ölçüde tehlikenin ortadan kalkmış olduğu ve şehzadeler arasındaki çekişmenin Osmanlı Devleti’ni içten içe bitireceği inancından kaynaklanıyordu.

Tersi olsaydı bile Hıristiyan âlemindeki din savaşları, örneğin ileride görülecek Husit-Katolik savaşı, öte yandan büyük şizma olayı ve İtalyan şehir cumhuriyetleri arasındaki savaşlar da böyle bir girişimi zaten olanaksız kılacaktı. Eğer doğu Hıristiyanları, yani Slavlar, Arnavutlar, Rum ve Rumenler rasyonel bir biçimde hareket edebilseler, Türkleri kolayca alt edebileceklerdi.

Bizans bu kaos ortamını nispeten fırsata çevirmiş ve Selanik ve İstanbul havalisini, ayrıca bazı adaları geri alabilmişti. Bu durum onları eski güçlü imparatorluk pozisyonuna getirecek kadar önemli başarılar sayılmazdı. Doğu Avrupa’da söz sahibi olan ne Venedik ne de Macaristan uzak görüşlü bir siyaset üretebilmişti.

15. yüzyıl başları İtalya’daki şehir devletlerinin birbirleriyle mücadelesi şeklinde geçmişti. Venedik-Milano ve Floransa arasındaki uzun uzadıya savaş ancak 1454’te son bulmuş, yani İstanbul artık çoktan Türklerin eline geçmişti. Kısacası bu devletlerin Türklerin Avrupa’dan söküp atılabileceği bu zamanda ne kendilerine ne de komşularına çıkar sağlayacak işler yapabilmişlerdi.

Macaristan’daki durum da bunlarınkinden farklı değildi. Osmanlı tehlikesi bir Moğol istilası kadar direkt ve yine o kadar şiddetli değildi; eğer Arpad veya Anjou hanedanından krallar ülke yönetiminde olsalar idi işler başka bir boyuta taşınabilirdi. Ancak Sigismund ve onun ardılları bütün kuvveti ellerinde tutamıyorlar ve mutlak otoriteye sahip olamıyorlardı. Özellikle Lüksemburg hanedanı döneminde büyük mülk sahipleri, iktidar ve servetlerini artırma konusunda sınır tanımamış ve iktidar değişimleri sırasındaki zayıf durumdan yararlanarak iktidarı kendi lehlerinde kullanmaya başlamışlardı. Eyaletler güç kazanan küçük soylular ise büyük soylu sınıfla başarılı bir rekabete girişmiş, hatta kralı desteklemişlerse de Sigismund sonuçta büyük nüfuz kazanan

1

(2)

baronlarla anlaşmaya mecbur kalmıştır. Kendisini buna zengin maddî kaynaklardan yoksun oluşu itmiş, büyük asilzadeler arasında en güçlüsü olan Garai-Cillei grubuyla birleşmiş, hatta ikinci karısını da Cillei ailesinden seçmişti. Bu durum kraliyet geleneklerine aykırı bir durumdu; krallar kendileriyle aynı mertebedeki köklü ailelerin çocuklarıyla evlenebilirdi.

Sigismund bu anlamda Macar tarihinde bir ilk sayılırdı ve kendi tebaasının akrabası onun damadı oluyordu. Macarların düşüncesine göre bu davranış, kralın taraf tutan bir siyaset güdebileceği anlamına geliyordu. 1400 yılında Alman elektör (seçici) prensleri, Alman imparatoru Venzel’i istifaya mecbur edince ve onun erkek çocuğu da bulunmadığı için Sigismund, aile geleneğine dayanarak Alman krallığı için mücadeleye girişti.1411’de Alman kralı olmayı başarır.

Uzun bir mücadeleden, daha doğrusu bir darbeden sonra kendisini Alman kralı seçtirmiş olmasına karşın, krallığın iç ve dış siyasetinde hissedilir etkisi çok olmamıştı. Ancak onun bu sıfatı Macaristan için çok şey ifade ediyordu. Onun alman kralı ilan edilmesiyle, Büyük Lajos’un da devam ettirdiği Arpadların dış politikası tamamen değişmiş ve yüzyıllarca sürecek olan Alman oryantasyonu böylece başlamış oluyordu. Alman, daha doğrusu herkesin bildiği Avusturya- Macaristan monarşik ilişkisinin ilk kurucusu bu nedenle Sigismund olmuştur.

Bunu ülkesinin uluslararası arenada daha etkin olması için bilinçli yapmış olabilirdi ya da hanedan çıkarlarını korumak gereğini hissetmişti. Ancak sonuç yine de aynıydı. Macar, çek, Alman nüfuzunu elinde toplamak yolundaki çabaları Türklere karşı savunma işini her zaman göz önünde tuttuğuna bir işaret olsa gerektir. Yine Habsburg hanedanından Albert’i kendisine damat seçerek krallığın kuvvetinden yararlanmayı düşünmüştür. Sigismund, Habsburglara böylece “Türk problemi” davasını adeta bir miras olarak bırakacaktı ve Habsburglar yüzyıllarca onun izinden ayrılmayacaklardı.

2

(3)

Timur 1405’te yani Anadolu’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra ölünce Osmanlı devleti yeniden kurulmak için tarihî bir fırsat yakalamıştır. Bayezid’in büyük oğlu Süleyman Çelebi, zayıf iradeli ve sefahat düşkünü bir insan olması nedeniyle, devlet adamları ve kumandanlar tarafından pek tutulmuyordu.

Rumeli’nde bulunan Süleyman, Balkanlarda çok ciddi bir tehlike bulunmamasına karşın bazı toprakları Venedik ve Bizans’a terk etmişti. Bu sırada Amasya beyliğini yöneten Mehmed Çelebi ise karşılaştığı güçlükleri yenerek iyi bir kumandan ve siyaset erbabı olduğunu kanıtlamış, kısa süre zarfında Bursa’ya kadar uzanan arazide Anadolu’ya sahip olmuştu. Bundan sonra kardeşler arasında savaş patlak vermiştir. Mehmed Çelebi, durumun ciddiyetini fark edince kardeşi Musa’yı Rumeli’ne geçirmişti. Musa, Eflak beyinin ve başka Balkanlı halkların desteğiyle Süleyman’ı alt etmiş ve kısa zamanda babasının Balkanlarda elde ettiği toprakların önemli kısmını geri kazanmış ve Bizans’ı tekrar vergiye bağlamıştı. Musa, Süleyman’ın aksine gayet haşin mizaçlı ve şiddete yakın birisiydi; bu yüzden devletin ileri gelenlerince yeğlenmmeişti. Balkanlardaki akıncı beyleri ve kumandanlar Mehmed’i bu yüzden Rumeli’ne davet etmişlerdir. Mehmed, Bizans ve Stefan Lazareviç ve diğer bütün karşıt güçlerin yardımıyla Musa’yı harp meydanında yenmiştir (1413). Bizans bu olayın ardından Mehmed Çelebi’ye yakınlaşmış, bunun sonucu olarak da Osmanlılar İstanbul kuşatmasını daha gevşek tutmuşlardır.

Mehmed, iktidarı ele geçirdikten sonra özellikle Anadolu’da yeniden birlik için çalışmıştır.

Niğbolu’dan sonra iki millet arasında ciddi bir çatışma ortamı olmamıştır.

Bunun başlıca sebebi, az önce söylediğimiz üzere Bayezid’in doğu ile meşgul olması ve akabinde onun Timur ile olan mücadelesi idi. Osmanlı dâhilindeki iç savaş da buna eklenmişti. Sigismund ise bu sıralarda Macaristan’da soylulara karşı iktidarını güçlendirme yolunda adım atmış, Bohemya ve Almanya’da Çek ve Alman tahtına oturmak için savaş vermişti.

3

Referanslar

Benzer Belgeler

Alman sanatkârlarından heykeltraş NORBERT KRİCKE ile ressam HANS HELFER'in Şehir Galörisinde açmış ol- dukları sergi, bize, uzun seneler nasyonal-sosyalizm tarafın- dan

• 28 Şubat 1962 yılında, liderliğini Alexander Kluge’nin yaptığı 26 sinemacı Oberhausen’de, Alman kısa film günleri sırasında bir araya gelmiş ve Oberhausen

İttihat ve Terakkinin kitapları, 1925 yılında Atatürk'ün buyru­ ğu ile Yıldız Sarayı Kitaplığı'nın Üniversite Kütüphanesi'ne taşın­ ması, bunların içindeki

İsmin genel anlamı, "varlıkları birbirinden ayırmak, tanımak veya zihne getirmek için kullanılan sözcük" olduğuna göre bu işlem için ad, künye ve lakab olmak

Said Halim Paşa ve Türk- Alman Cemiyeti Başkanı İsmail Cenani Bey’le görüş- meler yaptı. Wilhelm’in İstanbul’daki son gecesinde Padişah, Dolmabahçe Sara- yında bir

Almanların Çin’de yaptıkları bu faaliyetler üzerine toplanan Bakanlar Kurulu, Almanya’ya savaş ilan et- menin bir mecburiyet haline geldiğini söyledi ve Hükümet

63 1850 yılında, Osmanlı Devleti nezdinde Cemahir-i Selâse-i Anseatik Maslahatgüzarı Doktor Mordtmann, bir Kançılar ve bir Sefaret Tercümanı ile görev yapmaya

Osmanlı Devleti'nde Alman misyon kuruluşlarına ait yetimhane sayısının 1860'lı yılların başlarında Kudüs, Beyrut, İzmir ve ileriki yıllarda İstanbul Bebek'te