• Sonuç bulunamadı

TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA ECZACILIK

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA ECZACILIK"

Copied!
116
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA

ECZACILIK

(4)

Kitap Adı: TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA ECZACILIK

© 2021, Türk Eczacıları Birliği

Yayın Koordinatörü: Ecz. Mine Erdoğan

Yayına Hazırlayanlar: Ecehan Balta, Zeynep Gürler Yıldızlı, İrem Dönmez

Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık 2021, Kadın Eczacılar Çalışma Grubu tarafından yayına hazırlanmıştır. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Önerilen kaynak gösterme: Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık (2021), E. Balta, Z. Gürler Yıldızlı ve İ. Dönmez (ed), Ankara: Türk Eczacıları Birliği Yayınları.

Yayın koordinatörü ve yazarlar, alan araştırmasına katkıda bulunan Meltem Türker, Akkız Gizem Işıldak ve Özge Durak Albayrak’a teşekkür eder.

Kapak Tasarım: Selin Okşar Grafik Tasarım: Kadir Arslantürk

Baskı: Fersa Matbaacılık Paz. San. Tic. Ltd. Şti.

Ostim 1207. Cadde No: 5/C-D Yenimahalle / ANKARA Tel: 0312 386 17 00 (Pbx) • Fax : 0312 386 17 04

e-mail: info@fersaofset.com • www.fersaoset.com • Sertifika No: 16216

© 2021, Tüm yayın hakları Türk Eczacıları Birliği’ne aittir.

Kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz.

Kısmen dahi olsa alınamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz.

ISBN: 978-975-8037-67-4 Baskı Tarihi: Mart, 2021 Baskı Adedi: 1000

TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ

Mustafa Kemal Mahallesi 2147 Sokak No:3 06510 Çankaya / ANKARA T: +90 312 409 81 00 F: +90 312 409 81 09

e-mail: teb@teb.org.tr • www.teb.org.tr

(5)

İÇİNDEKİLER

T ÜRK E CZ CIL ARI BİRLİĞİ TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA ECZACILIK

Önsöz ... 5

Ecz. Erdoğan Çolak Sunuş ... 7

Ecz. Mine Erdoğan BİRİNCİ BÖLÜM ...9

Nasıl Bir Resimde Konuşuyoruz? Türkiye’de Kadının Durumu ...11

Zeynep Gürler Yıldızlı İKİNCİ BÖLÜM ...35

Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık Araştırması ....37

Ecehan Balta 2.1. Giriş: Eczacılık Alanında Kadınların Durumu ...37

2.2. Araştırmanın Hedefi ...39

2.3. Araştırmanın Yöntemi ...40

2.4. Araştırmanın Bulguları ... 41

2.5. Sonuçlar ve Tartışma ...67

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...71

Kadın Eczacılar Çalışma Grubu Faaliyetleri ...73

İrem Dönmez Kadın Eczacılar Çalışma Grubu Üyeleri ... 81

Yazarlar Hakkında ...83

(6)
(7)

Türk Eczacıları Birliği, 65 yıllık bir meslek ve sivil toplum örgütü olarak, önemli bir deneyim ve hafızaya sahiptir. Bu deneyimin oluşmasında tüm meslektaşlarımızın biriktirdiklerinin şüphesiz son derece kayda değer bir yeri vardır. Meslek örgütü yaşayan bir organizma, dinamik bir yapıdır. Değiştirir, değiştirirken kendisi de değişir. Ancak bazı şeyler var ki, çok sert kayalar şeklinde, binlerce yıl içinde inşa edilmişlerdir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği de onların başında gelir.

Tarih boyunca erkek egemenliğinin inşası, kadınların kamusal alandan el çektirilmesi ile de mümkün hale getirilmiştir. Maalesef Türk Eczacıları Birliği’nde de kadınların yönetimlere katılımları sınırlı kalmıştır. Birliğimizin tarihi boyunca yönetimlere katılan kadın eczacıların sayısı belirli dalgalanmalar göstermektedir.

Oysa kadınlar eczacılık mesleğinde dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de ciddi bir yoğunluk oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tüm sağlık meslekleri için de durum böyledir. Yönetim kademelerinde kadınların temsili, mesleğimizin yüzde 57’sini oluşturan bir cinsiyetin özgün sorunları ile birlikte çözümlerinin de gündeme taşınması anlamına gelecektir.

Bu dönemde 41. Dönem Merkez Heyeti üyemiz Ecz. Mine Erdoğan başkanlığında kurulan Kadın Eczacılar Çalışma Grubu’nun bu dönüşümü sağlamaktaki kararlı tutumunu büyük bir saygıyla izliyoruz. Kadınların zaten kendilerine ait olan söze ve karara sahip çıkmaları noktasında inancımız tamdır.

Ecz. Erdoğan ÇOLAK

Türk Eczacıları Birliği Başkanı

ÖNSÖZ

(8)
(9)

Kadın hareketinin ortaya çıkışından yüz yıl sonra, ülkemizde kadınların durumu, neyse ki artık Nazım Hikmet’in Kadınlarımız şiirinde söylediği gibi değilse de, aldığımız bir arpa boyu yolla da yetinemeyiz.

TEB’in kuruluşundan bu yana Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu ve Yüksek Haysiyet Divanlarında görev yapan kadın meslektaşlarımızın sayısı 65 yılda 35 kişi olmuştur. Bu rakam dahi, tek başına Kadın Eczacılar Çalışma Grubu’na neden ihtiyaç duyduğumuzu göstermektedir. Tam da bu noktadan hareketle, çalışma grubumuz misyonunu “kadın eczacıları yönetim kademelerine katılımı talep etmek konusunda cesaretlendirerek temsiliyeti güçlendirmek” olarak belirlemiştir.

Çalışma Grubumuzda, bu misyonu gerçekleştirmek için yola devam etmekteyiz. Ancak bir harita ile yolculuk yapmak için, öncelikle mesleğimizde ve meslek örgütünde kadınların durumunu tespit etmeye karar verdik. Bu doğrultuda, bundan tam yirmi yıl önce yapılan Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık Araştırmasını tekrar etmekle işe başladık. Bu ilk araştırmanın Birliğimiz tarihindeki üç kadın Genel Sekreterden biri olan Ecz. Betül Bilgetekin döneminde ve onun koordinatörlüğünde yapılmış olması da tesadüf değildir.

2001 yılında yapılmış olan bu araştırmayı tam 20 yıl sonra tekrarlayarak hem bir karşılaştırma yapmayı olanaklı hale getirmek, hem de kadınların içinde bulunduğu eşitsiz temsil (hatta temsilsizlik) durumundan çıkması için sürdürdüğümüz çabaları bilimin optiğinden görünür kılmak istedik.

Amacımız salt kadının temsiliyetini artırmaya çalışmak değil, kadının olmadığı bir yapıyı eksik buluyoruz. Bu eksikliği gidererek daha eşit temsilin olduğu, daha güçlü bir Türk Eczacıları Birliği yapısı oluşması için çalışıyoruz. Kadınların sahip oldukları haklarını, layık oldukları şekilde kullanmalarının önündeki engellerin neler olduğunu saptayıp, bu engelleri ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atmaya çalışıyoruz.

Çalışma grubumuz da bu amaçla bir araya gelen 32 Eczacı Odamızdan 35 meslektaşımızla birlikte özetini bu kitabımızın sayfalarında da bulabileceğiniz bir çok çalışma gerçekleştirdik. Çalışmaya da devam edeceğiz. Bir taraftan pandemi şartları altında halk sağlığına hizmet eden mesleğimizin sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da bu çalışma grubundaki yoğun çalışmalara katkı veren tüm meslektaşlarıma, grubumuzun sekretaryasını yürüten Ecehan Balta ve İrem Dönmez’e ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum.

Ancak kadınların erkeklerle tamamen eşit olduğu bir dünyada demokrasiden, hukuktan, evrensel insani değerlerden söz etmemiz mümkün hale gelecektir. Bizler, öyle bir dünya için çalışmaya devam edeceğiz.

Ecz. Mine Erdoğan

Kadın Eczacılar Çalışma Grubu Başkanı

SUNUŞ

(10)
(11)

BİRİNCİ

BÖLÜM

(12)
(13)

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin toplum içindeki statüsünü, bunlara uygun rollerini, görev ve sorumluluklarını, konumunu, toplumun bireyi nasıl görüp algıladığını ve beklentilerini kapsamaktadır (Sancar vd., 2006: 4). Toplumsal cinsiyet, farklı kültürlerde, farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda kadın ve erkeğe toplumsal olarak yüklenen rolleri ve sorumlulukları ifade etmektedir.

Ecevit ve Karkıner (2012:26) toplumsal cinsiyeti, kadın ve erkek arasında üretmiş olduğu cinsiyete dayalı iş bölümü ile güç ilişkilerinin anlaşılmasına ve eşitsizliklerin sorgulanmasına aracılık eden önemli bir analitik araç olarak görmektedir. Bu iş bölümü ve güç ilişkilerinden yola çıkarak; toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, kadın ve erkeğin özellikle çalışma yaşamı, toplumsal yaşam, evlilik ve aile yaşamındaki rollerinde belirgin farklılıklar göstermektedir. Çalışma yaşamına ilişkin olarak;

kadınlara statüsü ve ücreti düşük işlerde çalışma, çalışmak için eşlerinden izin alma gibi roller uygun görülürken; toplumsal yaşamda kadınların akşamları tek başına sokağa çıkmamaları, yalnız yaşamamaları gibi kalıp yargılar vardır.

Aile yaşantısı içerisinde kadınlardan ev içinde çocuk bakımı, temizlik gibi işlerle ilgilenmesi, eşlerinden şiddet görmeleri halinde bu durumu saklamaları gibi davranışlar beklenmektedir. Evlilik yaşamında ise; kadına evlenmeden önce cinsel ilişkide bulunmaması, erkek çocuk doğurarak statüsünü yükseltmesi gibi roller verilmiştir. Erkeklere ise bunların tam tersi roller atfedildiği görülmektedir (Vefikuluçay vd, 2007). Cinsiyete dayalı iş bölümü, kadınları özel alana hapseden bu nedenle de emek sömürüsü ve istihdam açısından önemli sonuçlar doğuran bir görev bölüşümünün erkek ve kadın olmanın çok katmanlı anlamlarını ifade ettiği geniş çapta kabul görmektedir (Dedeoğlu, 2010: 149–150).

Nasıl Bir Resimde Konuşuyoruz?

Türkiye’de Kadının Durumu

n Zeynep Gürler Yıldızlı

(14)

Kavram olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların ve erkeklerin toplumun her alanına eşit katılımı olarak tanımlanabilir. Kadınların ve erkeklerin eşit hak, imkân ve olanaklara sahip oldukları durumdur (Çabuk-Kaya. 2013). Toplumsal cinsiyet eşitliği, fırsatların kullanımından, kaynakların nasıl bölüşülüp dağıtıldığına kadar tam bir eşitliği ya da bireyin cinsiyeti nedeniyle herhangi bir ayrımcılığa uğramaması durumunu açıklamaktadır (Zeyneloğlu, 2008).

Ayrıca literatürde, yasalar önünde kadın ve erkeğe eşit davranılması, hakların kullanımı ve sınırlılıklar yönünde eşit muameleye tabi tutulması, aile ve toplum içinde toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerden kaçınılması odaklı açıklamalar da dikkat çekmektedir. Literatürde bahsi geçen genel açıklamalar ve yapılan küresel çalışmalar sonucunda, yirminci yüzyılın son çeyreği ile birlikte Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının kamusal alanda devlet tarafından uygulanması gereği ortaya çıkmıştır. Demokrasinin temel ilkeleri arasında sayılmaya başlanan toplumsal cinsiyet eşitliği, 2015 yılı ile birlikte Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konan Binyıl Kalkınma Hedeflerinin yerini alan Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin de en temel göstergelerinden biri haline gelmiştir. Bu husus toplumu güçlendirmenin temelinde kadın ve erkek eşitliğinin sağlanmasının önemli bir unsur olduğu gerçeğini bünyesinde barındırmaktadır (KSGM, 2008). Türkiye’de konuyla bizzat ilgili devlet kurumu olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) tarafından tanımlandığı üzere, toplumsal cinsiyet eşitliği temel olarak, bireylerin cinsiyet temelli ayrımcılığa uğramadan toplumsal yaşamın her alanında eşit olarak yer alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil edilmesi ve katılımı olarak ifade edilmektedir (Üner, 2008). Bu yaklaşım, başta kadınların olmak üzere bireylerin toplumsal alandaki mevcut engellerinin aşılması, görünürlüklerinin artması ve buna yönelik önlemlerin alınması bağlamında önemlidir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınlar daha az sağlıklı, daha düşük eğitimli, daha az işgücüne katılan, daha az gelir getiren işlerde çalışan pozisyondadır. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların ikinci sınıf insan muamelesi görmeleri, düşük olan toplumsal statüleri, kaçınılmaz olarak onların verilen sağlık ve eğitim gibi hizmetleri kullanmalarını, hizmetlerden zamanında yararlanmalarını da olumsuz etkilemektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı kadının güçlenmesi ve konumunun gelişmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının politika, strateji ve uygulamalara yansıtılması büyük önem taşımaktadır.

(15)

Cinsiyetler arası eşitliğin sağlanması ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması doğrultusunda dünyada ve Türkiye’de yapılan girişimlere rağmen, henüz istenilen eşitlik düzeyine ulaşılamamıştır (Demirgöz-Bal, 2014).

Birleşmiş Milletler, toplumsal cinsiyet eşitliğini bir insan hakkı olarak ele almaktadır. BM’nin “Dünyayı Dönüştüren 17 Hedef” olarak sloganlaştırdığı Sürdürülebilir Kalkınma İçin Küresel Hedefleri içerisinde yer alan beşinci hedefi

“toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve tüm kadınların ve kız çocuklarının güçlenmesi”dir. Bu başlık altındaki alt hedefler incelendiğinde, eğitimden kültürel uygulamalara, ekonomik hayattan siyasal katılıma kadar toplumsal yaşamın her alanında kadınların ve kız çocuklarının erkeklerle eşit hak, imkân ve olanaklara sahip olmasını sağlamaya çalıştığını görmekteyiz. (http://www.

kureselhedefler.org/hedefler/toplumsal-cinsiyet-esitligi/) BM, tüm organları ile birlikte bu hedeflere ulaşmak amacıyla politikalar belirlemekte ve programlar, projeler yürütmektedir. Türkiye de BM üyesi bir ülke olarak bu çalışmaların bir parçası haline gelmektedir.

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Ekonomik Forumu gibi uluslararası kurumlar tarafından kadın erkek eşitliğini ölçmek, toplumsal cinsiyetteki eşitsizlik boyutlarını ortaya koymak, ülkeler ve bölgeler arasında toplumsal cinsiyet eşitsizlik düzeylerini belirlemek ve aralarında karşılaştırma yapmak için birtakım endeksler oluşturulmaktadır. Bu endeksler, ülkeler üzerinde doğrudan bir yaptırıma sahip olmasa da insani kalkınma düzeyini veya cinsiyet eşitliğini göstermeleri açısından sıklıkla başvurulan ve sivil toplum kuruluşlarının hükümetler üzerinde baskı oluşturmak için kullandıkları önemli ölçümlerdir.

Bu kapsamda Dünya Ekonomik Forumu 2006 yılından bu yana yıllık düzeyde Küresel Cinsiyet Ayrımı Endeksi oluşturmuş ve raporlar yayınlamaktadır.

Dünya Ekonomik Forumu’nun “Küresel Cinsiyet Ayrımı Endeksi”nde Türkiye 2020 verilerine göre 153 ülke arasında 130. sırada yer almaktadır. Araştırmada dört temel kategori ekseninde ölçüm ve değerlendirmeler yapılmaktadır: sağlık ve hayatta kalma, siyasi güçlenme, eğitime katılım ile ekonomik katılım ve fırsat.

Endekse göre, ilk 10 ülke şöyle sıralanmıştır: İzlanda, Norveç, Finlandiya, İsveç, Nikaragua, Yeni Zelanda, İrlanda, İspanya, Ruanda ve Almanya. (https://www.

bbc.com/turkce/haberler-dunya-50822713)

(16)

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası işbirliğinde Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından 2014 yılından bu yana Türkiye’nin kadın erkek eşitliğini il düzeyinde ölçmek ve illerin durumunu kadın eşitliği açısından değerlendirmek, ulusal ve uluslararası düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik politikaları tanımlamak amacıyla “81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi” yayınlanmaktadır. Bu karneye göre; Muğla en eşitlikçi il olmuştur. Muş ise listenin en sonunda yer almıştır. Yayından alınan aşağıdaki görselde 81 ilde 2019 yılı Türkiye’nin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksindeki sıralamalarına göre ilk ve son 10 il yer almaktadır.

Türkiye Nüfusu

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre, ülke nüfusu 2000 yılında toplam 67 milyon 803 bin 927’dir. Kadın nüfusu 33 milyon 457 bin 192 iken erkek nüfusu 34 milyon 346 bin 735’tir.

TÜİK 2020 verilerine göre, Türkiye’de toplam nüfus 83 milyon 614 bin 362’dir.

Toplam nüfusun %49,9’unu kadınlar, %50,1’ini ise erkekler oluşturmaktadır. Kadın nüfus 41 milyon 698 bin 377 kişi iken erkek nüfus 41 milyon 915 bin 985 kişidir.

TÜİK 2020 0-14 Yaş 15-64 Yaş 65+ Toplam

Kadın 9.283.827 27.974.887 4.439.663 41.698.377

Erkek 9.784.410 28.617.683 3.513.892 41.915.985

Toplam 19.068.237 56.592.570 7.953.555 83.614.362

(17)

Kadınlar ve Eğitim

Eğitim, üretken ve kaliteli yaşamın ön koşuludur. Bunun yanı sıra hem toplumsal hem de bireysel değişimin aracı olarak, toplumsal gruplar ve cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri en aza indirebilecek önemli bir anahtardır. (KSGM, 2019) Bireylerin toplumda etkin bir rol alması ve toplumla uyum içinde yaşayabilmeleri;

haklarını bilip kullanabilmeleri ile yakından ilgilidir. Bu haklardan biri olan eğitim, bireylerin diğer haklarını bilmesi ve kullanması açısından son derece önemlidir.

Eğitim hakkını toplumun diğer üyeleriyle eşit ve etkili kullanan bireyler, toplumun gelişiminde de etkin rol oynayabilirler (Özaydınlık, 2014). Bu nedenle kadınların toplumsal hayatta etkin rol üstlenmelerinde her düzeyde eğitim imkânlarından eşit bir şekilde yararlanmaları çok önemlidir.

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi  (CEDAW)’nin eğitim hakkını düzenleyen 10. maddesi taraf devletlere, eğitimde erkeklerle eşit haklara sahip olmalarını sağlamak için kadınlara karşı ayrımcılığı önleyen bütün önlemleri alma yükümlülüğü vermektedir. 1995 yılında yapılan 4. Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Planı ile de kadının ilerlemesi ve güçlenmesi için öncelikle harekete geçilecek on iki kritik alandan biri “Kadın ve Eğitim” olarak belirlenmiştir. Bunların yanı sıra, Türkiye’nin, Binyıl Kalkınma Hedefleri, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliğine üyelik başvurusu çerçevesindeki uluslararası taahhütleri de kadınların ve kız çocuklarının eğitimde erkeklerle eşit haklara sahip olmalarını sağlayacak tüm düzenlemeleri yapması gerektiğini ortaya koymaktadır. Türkiye, bahsi geçen uluslararası sözleşme ve belgeler ile eğitim alanında politikalar geliştirmeyi, yasal düzenlemeler yapmayı, bu yasaları uygulamaya geçirmeyi ve kadın okuryazarlığını yüzde yüz olarak gerçekleştirmeyi taahhüt etmiştir (KSGM, 2019).

Bu çerçevede, Milli Eğitim Temel Kanununda eğitim kurumlarının dil, ırk, cinsiyet ve din ayrımı gözetilmeksizin herkese açık olduğu, eğitimde kadın erkek herkese fırsat ve imkan eşitliği sağlanması ifade edilmektedir. Buna paralel olarak İlköğretim ve Eğitim Kanununa göre ilköğretim, öğrenim çağında bulunan kız ve erkek çocuklar için mecburi ve devlet okullarında parasızdır. Ayrıca 2012 yılında zorunlu eğitim süresi 4 yıl ilkokul, 4 yıl ortaokul ve 4 yıl lise eğitimini kapsayacak şekilde 12 yıl olarak düzenlenmiştir.

(18)

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü 2020 verilerine göre, son yıllarda Türkiye’de genç kadınlar daha ileri yaştaki kadınlardan daha eğitimliler. 45-49 yaş grubundaki kadınların %16’sı hiç eğitim almamış ya da ilkokulu bitirmemiştir.

2000 yılı verileri ile benzer şekilde, eğitim seviyesinin yükselmesi ile kadınların ilk evlilik yaşı doğru orantılıdır. Eğitim seviyesi daha yüksek kadınlar arasında akraba evliliği ve çok eşlilik çok daha az görülmektedir.

Toplam doğurganlık hızı eğitimi olmayan veya ilkokul bitirmemiş kadınlarda en yüksek iken (4,2), lise veya üzeri eğitimi olan kadınlarda en düşüktür (1,8).

Doğum aralıkları, eğitimi olmayan veya ilkokulu bitirmemiş kadınlarda, lise ve üzeri eğitim alan kadınlara göre daha kısadır. Ayrıca ilkokulu bitirmiş kadınların

%20’si adölesan dönemde çocuk sahibi olmaya başlarken bu oran lise ve üzeri eğitim alan kadınlar arasında %1 düzeyindedir. Ortalama ideal çocuk sayısı eğitim düzeyi yükseldikçe azalmaktadır. Tıpkı 2001 yılında hazırlanan raporda olduğu gibi, eğitim düzeyinin artması ile doğurganlığın planlanması arasında güçlü ve olumlu bir ilişki söz konusudur.

Yine 2001 yılında yayınlanan rapor tespitlerine benzer şekilde eğitim seviyesi artan annenin çocuklarının fiziksel ve ruhsal gelişiminin de olumlu etkilendiği görülmektedir. Evde üç veya daha fazla çocuk kitabı olan çocukların yüzdesi annenin eğitim seviyesiyle artmaktadır. Erken Çocukluk Gelişimi İndeksi puanı annenin eğitim düzeyinin artmasıyla (anneleri okula gitmemiş veya ilkokulu tamamlamamış çocuklarda %62, anneleri lise veya üzeri eğitim düzeyine sahip çocuklarda ise %85 olacak şekilde) artmaktadır.

Kadınlara yönelik fiziksel şiddetin doğru bulunması eğitim düzeyi ile ters yönlü ilişkidedir. Eğitimi olmayan veya ilkokulu bitirmemiş kadınların (%28) fiziksel şiddete maruz kalınmasına ilişkin belirtilen durumlardan en az birini doğru bulması lise ve üzeri (%3) eğitime sahip kadınlardan dokuz kat daha fazladır.

Türkiye’nin Pekin Taahhütleri arasında yer alan yüzde yüz kadın okuryazarlığı taahhüdü halen gerçekleştirilememiş durumdadır. Ancak 20 yıl öncesine oranla iyi bir ilerleme gösterdiği açıktır. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de toplam okuma-yazma bilmeyenler 25 yaş ve üzeri nüfusun %4,5’ini oluşturmakta olup kadınlarda bu oranın yüksek olduğu görülmektedir.

(19)

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hazırlanan “İstatistiklerle Kadın 2019”

çalışmasına göre 25 ve yukarı yaş grubunda bitirilen eğitim düzeyinin toplam nüfus içindeki oranına ilişkin bilgiler aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Buna göre, 20 yıl öncesine göre her iki cinsiyette eğitim seviyesi artmış olmasına rağmen, kadınların eğitim seviyesi olarak halen erkeklerin gerisinde olduğu açıkça görülmektedir.

Bitirilen eğitim düzeyi Toplam

(%) Erkek

(%) Kadın (%)

Okuma yazma bilmeyen 4,5 1,3 7,6

Okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen 5,4 2,7 8,0

İlkokul mezunu 26,5 22 30,6

İlköğretim mezunu 14,4 16,7 12,2

Ortaokul veya dengi okul mezunu 8,8 10,3 7,3

Lise veya dengi okul mezunu 20,5 24,6 16,5

Yüksekokul veya fakülte mezunu 17,5 19,6 15,5

Yüksek lisans mezunu 2,0 2,3 1,7

Doktora mezunu 0,4 0,5 0,3

Kaynak: TÜİK İstatistiklerle Kadın, 2019

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2019-2020 öğretim yılı verilerine göre; kadın öğretmen oranı her eğitim kademesinde erkeklere oranla yüksektir. Okulöncesi eğitimde görev yapan öğretmenlerin %94’ü, ilkokul düzeyinde görev yapan öğretmenlerin

%63,6’sı, ortaokul düzeyinde öğretmenlerin %58,3’ü ve ortaöğretimde görev yapan öğretmenlerin %50,8’i kadındır.

Kimi koşullarda ailelerin kız çocuklarının okutulması ve eğitime devamı konularında ortaya çıkan direncin kırılmasında kadın öğretmenlerin olumlu etkisi bulunmaktadır. Öğretmenler ve okul müdürleri, öğrenciler için birer rol modeli olmaktadır. Bu açıdan kadın öğretmenlerin sayısındaki artış gibi kadın okul müdür ve müdür yardımcılarının da sayısının artması oldukça önem taşımaktadır (KSGM, 2019).

(20)

MEB Ocak 2018 verilerine göre MEB bünyesinde merkez teşkilatında görev yapan personelin %38,75’i kadındır. Ayrıca 81 İl Millî Eğitim Müdürünün 2’si (%2,47) ve 815 İlçe Millî Eğitim Müdürünün 8’i (%0,98) kadındır. Okullarda görev yapan okul müdürlerinin % 8,51’i, müdür başyardımcılarının %8,85’i, müdür yardımcılarının ise % 23,88’i  kadındır. Kadın öğretmen sayısının bu kadar yüksek oranda olmasına karşın yönetici kadrolarında erkeklerin egemenliği dikkat çekicidir.

1999-2000 öğretim yılındaki verilerle kıyaslandığında 2020 yılına geldiğimizde kadın öğrenci sayısının üniversitelerde önemli ölçüde arttığı gözlenmiştir.

1999-2000 öğretim yılındaki kadın öğrenci oranı %40,41 iken YÖK verilerine göre Türkiye’deki üniversite öğrenci sayısı, 2019-2020 eğitim öğretim yılında üniversite öğrencilerinin %48,25’ini kadın öğrenciler oluşturmaktadır. Lisans, yüksek lisans ve doktora seviyelerinde de ayrı ayrı incelendiğinde, erkeklerin oranının kadınlardan yüksek olduğu görülmektedir. Bunların aksine önlisans seviyesinde kadın öğrenci oranı % 52 ile erkek öğrencilerden daha yüksektir.

(https://istatistik.yok.gov.tr/)

Akademik personelde de durum 20 öncesine göre iyiye gitmiştir. 1999-2000 döneminde kadın akademik personel oranı %35,42 iken 2019-2020 öğretim yılında durumuna bakıldığında Profesör, Doçent, Yardımcı Doçent, Öğretim Görevlisi, Araştırma Görevlisi, Uzman, Çevirici ve Okutman kadroları içinde kadın oranı %45,13’e yükselmiştir. Bu oranın Avrupa Komisyonu’nun She Figures 2018 raporuna göre Avrupa Birliği ülkelerindeki kadın öğretim elemanı oranından (%40,6) daha fazla olduğu görülmektedir. Kadın akademisyenlerin oransal olarak yüksek olduğu fakülteler diş hekimliği, eczacılık, güzel sanatlar, hemşirelik ve sağlık bilimleri ile mimarlık fakülteleridir. (Aldırmaz, 2020).

Ancak tüm bu gelişmelere rağmen yönetim kadrolarında erkek egemenliği devam etmektedir. Erkek rektörlerin oranı %92 olurken kadın rektör oranı yalnızca %8’de kalmaktadır. YÖK verilerine göre Avrupa’da bu oran 2019 yılı itibari ile %14,30’dur (Aldırmaz, 2020).

(21)

Kadınlar ve Çalışma Yaşamı

Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamı, sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir unsurudur. Ekonomik büyümede sürekliliğin sağlanması, sosyal kalkınma ve sosyal adaletin tam olarak gerçekleşmesi; insan merkezli sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştiricileri ve yararlanıcıları olarak kadınlarla erkeklerin toplumsal yaşamın tüm alanlarına tam ve eşit olarak katılımları ile mümkündür.

Kadınların toplumsal statülerinin yükseltilmesi ve kalkınmaya katılımlarının artırılabilmesi için eğitim, sağlık, istihdam, sosyal güvenlik alanları ile ilgili göstergelerinin iyileştirilmesi, yasal açıdan ve pratikte kadın-erkek eşitliğinin sağlanması büyük önem taşımaktadır (KSGM, 2019).

Güçlü ataerkil ilişkilerin kadın işi ve erkek işi arasında yaptığı kategorik ayrım tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ev ve bakım işleri sorumluluğunun kadın işi olarak görülmesine zemin hazırlamaktadır. Ücretli iş esas olarak erkek işi olarak nitelendiğinden kadınların işgücü piyasasındaki konumu erkeklerden farklı bir biçim almaktadır. Kadınların çoğunlukla ailenin gelirine katkıda bulunmak, ailenin erkek bireyi işsiz kaldığında ailenin geçimini üstlenmek için veya kriz dönemlerinde ayakta kalma stratejisi olarak ücretli iş aradıkları tespit edilmiştir.

Ayrıca istihdama katılıyor olmaları kadınları ev içindeki sorumluluklarından da kurtarmamaktadır. Hal böyle olunca, ücretli iş kadınlar açısından ikinci mesai anlamına gelmektedir (Yaman Öztürk ve Dedeoğlu, 2010:11). Aslında yasalar da kadınların istihdama katılımlarını ikincil olarak görmektedir. Örneğin, İş Kanunu’nda kıdem tazminatı ile ilgili madde yalnızca kadınlar için evlilik sonrası kadınların işten ayrılmalarını teşvik edici boyuttadır. Eğer kadınlar evlilik tarihinden itibaren bir yıl içerisinde kendi istekleri ile işten ayrılırlarsa kıdem tazminatı alma hakkına sahiptirler. Sosyal Güvenlik Yasası’nda da benzer şekilde dul ve yetim aylığı almaya hak kazanma ve kullanmada da erkek ve kadın arasında farklılaşma vardır. Erkekler 18 yaşına gelene kadar veya yüksek eğitimde olma halinde 25 yaşına gelene kadar yetim aylığı alabiliyorken, kadınlar evlenene veya sigortalı bir işte çalışana kadar yetim aylığı alabilmektedir. Bu yasal düzenlemeler de tıpkı toplumsal kabul gibi kadınların asli görevinin ev içinde olduğu ideolojisi üzerinde şekillenmiştir (Dedeoğlu, 2009).

(22)

Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü ve bu işbölümü üzerinde şekillenen toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde kadınlar ev işleri ile çocuk, yaşlı ve engelli bakımından sorumludur. Ev ve bakım işlerine harcanan emek karşılıksız bir emek olup aynı zamanda toplum tarafından takdir edilmeyen bir çalışma biçimidir. Ev içindeki sorumlulukları, kadınların işgücü piyasasına çıkmasını ve iş aramasını büyük ölçüde engellemektedir. Özellikle düşük eğitimli ve vasıflı kadınların ev dışında gelir getirici işler yapması, erkeğin aile geçindiren aile reisi konumuna ve aile içindeki egemenliğine yönelik bir tehdit olarak algılanmakta ve kadınlara bu nedenle çalışma için izin verilmemektedir. Ayrıca kadınlara sunulan işlerin sınırlı, koşullarının ağır ve ücretlerinin azlığı kadınlar açısından da çalışmayı cazip kılmamaktadır (Toksöz, 2007).

Melda Yaman Öztürk ve Saniye Dedeoğlu’nun çalışmalarında günümüz kapitalist toplumunda kadınların emek piyasalarındaki konumu ve istihdam alanlarının daha çok esnek ve güvencesiz çalışma ile özetlendiğini görmekteyiz. Kadınlar genellikle güvencesiz işlerde sosyal güvenliğin olmadığı olumsuz koşullarda ucuza istihdam edilmektedir. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 2000’li yıllar boyunca kadın emeğinin esnek ve enformel üretim süreçlerinde giderek daha fazla yoğunlaştığı gözlemlenmiştir (2010:11). Küreselleşmeyle beraber tüm dünyada kadınların işgücüne katılım oranları ve istihdam oranları artış gösterirken Türkiye’de durum bundan farklıdır. Bunun nedeni kadın işgücüne olan talebin düşük olmasının yanı sıra kadın işgücü arzını kısıtlayan sosyo- kültürel engellerdir (Toksöz, 2007).

2019 yılı OECD verilerine göre, %34,4 oranıyla Türkiye kadınların işgücüne katılımının en düşük olduğu ülkedir. Kadınların işgücüne katılma oranında Türkiye’nin ardından gelen ülkeler ise; %41,3 ile İtalya, %44,7 ile Yunanistan ve %44,7 ile de Meksika. Bununla birlikte OECD ortalamasının %54,6 olarak gerçekleştiği listede İzlanda, %77,3 ile listede ilk sırada yer almaktadır. (https://

stats.oecd.org/viewhtml.aspx?datasetcode=LFS_SEXAGE_I_R&lang=en)

Türkiye’de nüfusun yarısını oluşturan kadınlar, işgücüne aynı oranda katılmamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Kasım 2020 verilerine göre, 15 yaş üzeri nüfus içerisinde kadınların işgücüne katılım oranı %30,6 iken erkeklerin işgücüne katılım oranı %68,4 olarak gerçekleşmiştir. İstihdam oranlarında da kadınlar ve erkekler arasındaki fark dikkat çekici seviyededir. Kadınların istihdam oranı %26, erkeklerin istihdam oranı ise %60,2’dir.

(23)

TÜİK Kasım 2020 Toplam Erkek Kadın

Nüfus (15+) 63.039 31.212 31.827

İşgücü 31.071 21.343 9.729

İstihdam 27.066 18.796 8.270

İşgücüne katılma oranı %49,3 %68,4 %30,6

İstihdam oranı %42,9 %60,2 %26

İşsizlik oranı %12,9 %11,9 %15

Tarım dış işsizlik oranı %14,8 %13,4 %18,2

Kadınların eğitim seviyesi arttıkça işgücüne katılım oranının da yükseldiği görülmüştür. Okuryazar olmayan kadınların işgücüne katılım oranı %11, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılım oranı %23,4, lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %29,1, mesleki veya teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %37,3 iken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %65,9 olarak tespit edilmiştir. Tıpkı genel verilere yansıdığı gibi, her eğitim düzeyinde kadınlar ve erkekler arasında işgücüne katılım ve istihdam oranlarında ciddi farklar oluştuğunu gözlemlemekteyiz. Aşağıdaki tabloda da durumu görmek mümkündür. 2019 yılının verileri ile kıyaslandığında, her eğitim seviyesinde işgücüne katılım oranı düşmüştür. Bunda Covid-19 pandemisiyle birlikte yaşanan ekonomik sorunların büyük ölçüde etkisi olduğu düşünülmektedir. 2001 yılında TEB tarafından yayınlanan raporda kadınların çoğunlukla tarım sektöründe ve aile işçisi olarak istihdam edildiği tespit edilmiştir. Bunun aksine günümüzde çalışma yaşamındaki kadınların en çok hizmetler sektöründe istihdam edildikleri görülmektedir. Bu durum, kentleşme oranlarının artmasıyla beraber göç eden kadınların tarım dışı sektörlerde istihdam olanaklarının azalması, kentlerde kısmi zamanlı işlerin artmaması, düşük maliyetli çocuk bakım hizmetlerinin gelişmemiş olması ve kültürel etkenlerle açıklanmaktadır. Bunun yanı sıra kırsal alanda makineleşme, tarımsal fiyatların düşüşü ile tarımsal ücretlerin azalması, kendi hesabına çalışanların azalması da işgücüne katılımı düşüren faktörlerdir (OKA, 2013).

(24)

Eğitim düzeyine göre İşgücüne katılma (%)

TÜİK Kasım 2020

Toplam Kadın Erkek

Okuryazar olmayanlar 13,6 11,0 26,3

Lise altı eğitim düzeyi 43,7 23,4 63,5

Lise 48,5 29,1 65,6

Meslek veya teknik lise 62,1 37,3 77,8

Yükseköğretim 75,5 65,9 83,9

Eğitim düzeyine göre İstihdam oranı (%)

TÜİK Kasım 2020

Toplam Kadın Erkek

Okuryazar olmayanlar 12,5 10,4 22,6

Lise altı eğitim düzeyi 38,5 20,8 55,8

Lise 41,1 23,7 56,5

Meslek veya teknik lise 53,4 69,3 28,4

Yükseköğretim 65,2 74,6 54,5

DİSK-AR’ın “Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği” raporunda ifade edildiği üzere, 2019 yılı verilerine göre, erkekler kadınlara göre %31,4 daha fazla gelir elde etmektedir. Kendi hesabına çalışan erkekler kadınlara göre

%77,3, yevmiye ile çalışan erkekler ise kadınlara göre %85,8 daha fazla gelir elde etmektedir. Öte yandan ücretli ve işveren olarak istihdamda olan kadın ve erkeklerin ortalama yıllık iş geliri farkı yevmiyeli ve kendi hesabına çalışanlara göre azdır. Ücretli olarak çalışan erkekler, ücretli olarak çalışan kadınlara göre

%20,7 daha fazla ücret alırken, işveren olarak çalışan erkekler, işveren olarak çalışan kadınlara göre %20,2 daha fazla kazanmaktadır.

TÜİK’in Sürdürülebilir Kalkınma Göstergeleri 2010-2018 Araştırması’na göre Türkiye’de 2018 yılında %83,7 olan erkek yönetici oranı karşısında %16,3 olan kadın yönetici bulunmaktadır. (https://tuikweb.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.

do?id=33847)

(25)

Kadınların çoğu işgücü piyasasının dışında kalırken, birçok kadın aslında kayıtdışı ekonomide çalışmaktadır. Türkiye’nin pek çok sözleşmesini imzaladığı iş yaşamına ilişkin en önemli BM kuruluşu olan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bakış açısından, sadece istihdam olanaklarına erişim değil aynı zamanda iş kalitesi ve çalışma koşulları da herkes için insana yakışır iş küresel hedefi için çok önemlidir.

Örneğin, ILO ve Avrupa Araştırma Kurumu (Eurofound) tarafından Mayıs 2019’da yayınlanan “Çalışma Koşullarına Küresel Bakış” adlı ortak rapor, çalışma saatleri, cinsiyete dayalı ücret açıkları ve beceri geliştirme olanakları bakımından Türkiye de dâhil olmak üzere dünya genelindeki iş kalitesine ilişkin çarpıcı bir karşılaştırmalı analiz sunmaktadır. Rapora göre, AB’de çalışan işçilerin üçte biri yoğun çalışma (çok kısa bitirme tarihleri ve yüksek hızda çalışma) yaşarken; Türkiye’de ise çalışanların yarısı yoğun çalışma ile karşı karşıyadır. Çalışma süreleri, ülkeler arasında büyük farklılık göstermektedir. AB ülkelerinde çalışan işçilerin altıda biri haftada 48 saatten fazla çalışırken, Türkiye’de çalışanların neredeyse yarısı bunu yapmaktadır. Kore Cumhuriyeti’nde çalışanların %70’inden fazlası kendi kişisel veya ailevi durumlarıyla ilgilenmek için bir veya iki saat izin alabilirken rapora göre bu rakam Türkiye’de %20-40’tır. Ülke farkı olmaksızın, en düşük eğitim düzeyine sahip kişilerin büyüme ve becerilerini geliştirme olanaklarına erişimi daha azdır.

Çalışırken yeni şeyler öğrendiklerini ifade eden kişilerin oranı AB’de %72- %84 arasında değişirken, bu oran Türkiye’de %57 ile daha düşüktür. Dahası, Türkiye’deki kayıtdışı sektördeki yüksek kadın istihdamı oranları göz önüne alındığında, ILO’nun insana yakışır iş tanımında yer alan dört temel yapısına, yani çalışma yaşamında standartlar ve temel haklar, sosyal diyalog, herkes için sosyal güvenlik ve üretken istihdama uymaktan uzak olduğu sonucuna varılabilir. (https://www.ilo.org/

ankara/projects/gender-equality/lang--tr/index.htm)

Kadınlar düşük ücretlerle, vasıfsız işlerde, kötü koşullarda çalışmaya mahkûm edilmektedir. İşverenler de kadınların bu durumundan büyük kazanç elde etmektedir. Ucuz işgücünü oluşturan kadınlar, emek sürecinde ezilmeye açık, kolay işten çıkarılan ve yedek işçi deposu olarak düşünülmektedir. Her ne kadar iş piyasasının artan imkânları ve yasal düzenlemelerin katkılarıyla kadınlar artık daha fazla iş piyasasına katılmış olsalar da eğitimleri, yetenekleri, çalışma yaşamında yaptıkları işler, aldıkları ücretler dikkate alındığında bu alanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkili bir şekilde devam ettiği fark edilmektedir (Yıldız, 2013).

(26)

Kadınlar ve Karar Alma Mekanizmalarına Katılım

Siyaset, kadına yönelik ayrımcılığın en yoğun yaşandığı alanlardan bir tanesidir.

Türkiye’deki durum bu ayrımcılığı gösterir nitelikte olup, kadınların siyasette temsil düzeyi yıllardır dünya ortalamasının oldukça altındadır. Türkiye’de hukuki açıdan kadınla erkeğin eşit söz hakkına ve temsil yetkisine sahip olmasına rağmen kadının siyasal alana katılımında birçok engelle karşılaştığı görülmektedir (Karal ve Aydemir, 2011).

Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) ve Parlamentolar Arası Birlik (IPU) tarafından yayınlanan “Siyasette Kadın 2020” haritası verilerine göre, 1 Ocak 2020 itibariyle; dünya genelinde parlamentolardaki kadın milletvekili oranı

%24,9’dur. Kadın bakan oranı tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşarak

%21,3 olarak gerçekleşmiştir. 20 ülkenin hükümet ve devlet başkanları kadındır.

Devlet başkanı kadın olan ülkelerin oranı %6,6 ve hükümet başkanı kadın olan ülkelerin oranı %6,2’dir. (https://turkey.un.org/tr/37491-un-women-ipu- siyasette-kadin-2020-haritasina-gore-kadinlarin-siyasi-temsili-hala-yetersiz) Türkiye’de 1935’te kadınların katıldığı ilk seçimlerde mecliste yer alan kadın milletvekili oranı %4,5’tir. Bu oran 1999 yılı seçimlerine dek azalan bir ivme göstermiş ve ilk kez bu yıl %4 oranını yakalayabilmiştir. 2007 seçimlerinde ise oran artmış ve %9’a yükselmiştir. 2018 yılı TBMM seçim sonuçlarına göre parlamentodaki 600 milletvekilinin yalnızca 104’ü yani %17,3’ü kadındır. Bakanlar Kurulu’nda yer alan 16 bakandan yalnızca Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı ile Ticaret Bakanı kadındır. Parlamentodaki kadın milletvekili oranlarının seçim yılları bakımından durumu aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

(27)

Seçim yılı Milletvekili sayısı Kadın milletvekili sayısı Kadın milletvekili oranı (%)

1935 395 18 4.6

1939 400 15 3.8

1943 435 16 3.7

1946 455 9 2.0

1950 487 3 0.6

1954 535 4 0.7

1957 610 7 1.1

1961 450 3 0.7

1965 450 8 1.8

1969 450 5 1.1

1973 450 6 1.3

1983 400 (1 boş) 12 3.0

1987 450 6 1.3

1991 450 8 1.8

1995 550 13 2.4

1999 550 22 4.0

2002 550 24 4.4

2007 550 50 9.1

2011 550 79 14.4

2015 (Haziran) 550 98 17.8

2015 (Kasım) 550 81 14,73

2018 600 104 17,3

(28)

Parlamentolar Arası Birlik (IPU) güncel verilerine göre; Ruanda ulusal parlamentoda en yüksek kadın vekil oranına sahip ülkedir. Türkiye %17,3’lük kadın milletvekili oranıyla, 190 ülkenin yer aldığı dünya sıralamasında 130.

sırada yer almaktadır. Bazı ülkelerin ulusal meclislerde kadın oranları aşağıdaki tabloda görülebilir. TEB’in bir önceki raporunda yer alan 2000 yılı verileriyle kıyaslandığında, Türkiye’nin kadın vekil oranı (%4,2) artmış olmasına rağmen dünya sıralamasındaki yeri (101) gerilemiştir.

Sıra Ülke Toplam Vekil

Sayısı Kadın Vekil

Sayısı Kadın Vekil Oranı (%)

1 Ruanda 80 49 61,3

2 Küba 586 313 53,4

3 Birleşik Arap Emirlikleri 40 20 50

4 Nikaragua 91 44 48,4

5 Yeni Zelanda 120 58 48,3

6 Meksika 500 241 48,2

7 İsveç 349 164 47

8 Grenada 15 7 46,7

9 Andorra 28 13 46,4

10 Bolivya 130 60 46,2

100 Şili 155 35 22,6

110 Endonezya 575 121 21

120 Guatemala 160 31 19,4

125 Azerbaycan 121 22 18,2

130 Türkiye 600 104 17,3

Kaynak: https://data.ipu.org/women-ranking?month=1&year=2021 (1 Ocak 2021 itibariyle)

Yerel yönetimler siyasetin ilk basamağıdır. Kadınların yerel siyaset içinde görünür olması için yerel yönetimlere daha aktif katılmaları gerekmektedir. Bu nedenle kadınların toplumsal cinsiyet kaynaklı gereksinimlerinin kent yönetimi düzeyine yansıtılabilmesi için “toplumsal cinsiyet” kavramının yerel demokraside benimsenmesi önemlidir. (KA-DER, 2020)

(29)

2019 yılı Yerel Seçimleriyle seçilen mahalli idare görevlilerine ilişkin bilgiler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

Türü Erkek Oran

% Kadın Oran

% Toplam

Büyükşehir Belediye Başkanı 27 %90 3 %10 30

Büyükşehir İlçe Belediye Başkanı 494 %95 25 %5 519

Belediye Meclis Üyesi 18.461 %89 2.284 %11 20.745

İl Belediye Başkanı 50 %98 1 %2 51

İlçe ve Belde Belediye Başkanı 776 %98 12 %2 788

İl Genel Meclis Üyesi 1.223 %96 48 %4 1.271

Köy Muhtarı 18.081 %99 115 %1 18.196

Mahalle Muhtarı 31.049 %98 970 %2 32.019

Köy İhtiyar Heyeti Üyesi 79.689 %99 1.007 %1 80.696

Mahalle İhtiyar Heyeti Üyesi 134.362 %98 3.418 %2 137.780

Toplam 284.212 %97 7.883 %3 292.095

Kaynak: KA-DER, 2020

Ayrıca kadınların bürokrasi içerisinde üst düzey karar verici konumlardaki oranının da düşük olduğu görülmektedir. Toplam kamu çalışanlarının %38,41’i kadın ve %61,89’u erkek iken bürokraside üst düzey yöneticilerin yalnızca %9,05’i kadındır (KSGM, 2019 raporu).

TEB’in 2001 yılında yayınladığı toplumsal cinsiyet raporunda da belirtildiği üzere, kadınlar ve katılım arasında öncelikli olarak bu toplumsal roller birer engel olarak durmaktadır. Kadınların katılımındaki eşitsizliği gidermenin yolu, onların toplumsal yaşama katılımını örgütleme ve yönlendirme becerilerini geliştirecek fırsatlardan eşit yararlanmalarını sağlamaktır. Oysa karar süreçlerinin işlediği mekanizmalar da kadınların katılımına uygun olarak şekillendirilmemiştir. Katılım rekabet üzerine şekillenmektedir. Aile sorumlulukları ve çocuklar, kadınların sorunu olarak görülmekte ve çoğu zaman kadınların bu rekabeti olgunlaştıracak koşulları yoktur. Ayrıca kadınlar, yeterli bilgi, deneyim ve beceriye sahip olmadıklarını, ayrımcılıktan kaynaklanan engelleri kolay kolay yenemeyeceklerini düşünmektedir. Bu bilgi, deneyim ve beceri kadınlar için erkeklerden daha yüksek oranda örgütsel ilişki içinde kazanılmaktadır.

(30)

Kadınlara Yönelik Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet

Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da orantısız bir şekilde kadınları etkileyen” cinsiyet temelli şiddet olarak tanımlanmaktadır. Genellikle gizli tutulan ancak bütün dünyada yaygın olduğu bilinen bu konudaki rakamlar ürkütücüdür. Dünya Sağlık Örgütü, tarafından yürütülen bir çalışmada şiddete uğrayan kadınların %20-70’i bu çalışma için kendileriyle görüşülene kadar hiç kimseye bundan bahsetmediği saptanmıştır (WHO, 2004).

Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet Türkiye’de yaygın ve büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’ne 2014 yılında yaptırılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”na göre Türkiye genelinde araştırmaya katılan kadınların %38’i hayatının herhangi bir döneminde eşleri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmiştir.

Fiziksel şiddet her on kadından neredeyse birinde gebelik döneminde de devam etmektedir. Araştırma, ülke genelinde fiziksel şiddet oranlarının son yirmi yıl içerisinde neredeyse hiç değişmediğini ortaya koymaktadır. Fiziksel şiddet ile eğitim düzeyi arasında ters orantılı bir ilişki bulunmuştur. Türkiye genelinde evlenmiş kadınların %12’si hayatlarının herhangi bir döneminde erkeğin fiziksel şiddet uygulayabileceği, terk edeceği ve başka kadınlarla birlikte olabileceği yönündeki korkularından dolayı istemediği halde cinsel ilişkiye girmeye zorlanmıştır. Aynı rapora göre kadınlar eşleri veya birlikte oldukları erkekler dışındaki aile üyelerinden de (baba, abi) daha çok duygusal şiddet görmektedir.

Kadınların neredeyse üçte biri yaşamının herhangi bir döneminde eğitimlerinin engellendiğini, onda biri ise çalışma yaşamında yer almalarına izin verilmediğini ifade etmiştir (325-334).

Sahada kadına yönelik şiddetle mücadele için çalışana en önemli sivil toplum kuruluşlarından biri olan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre, 2020 yılında 300 kadın öldürülmüş ve 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulunmuştur. Aşağıdaki görseller, cinayete kurban giden kadınların hangi bahanelerle, kim tarafından öldürüldüğünü ve yaşlarını göstermektedir, görseller platformun web sayfasından alınmıştır. Her yaş grubundan kadının

(31)

ailesinden veya birlikte olduğu erkek tarafından şiddetin en uç noktası olan cinayete kurban gitmesi, ülkenin en önemli sorunlarından birinin erkek egemen sistem olduğunun bir göstergesidir.

(32)

Türkiye, 1986 yılından bu yana “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)”ne taraftır. Taraf devletler bildiride yer alan hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın haklara ve özgürlüklere sahip olduklarını ilan etmiş olmaktadırlar. Bu sözleşme uyarınca, taraf devletler, kadınların tam olarak gelişmelerini ve ilerlemelerini sağlamak üzere, erkeklerle eşitlik temeline dayanan insan haklarını ve temel özgürlükleri güvence altına almak ve kullanımını sağlamak amacıyla mevzuat çıkarmak da dâhil olmak üzere her alanda (siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda) gerekli her türlü tedbiri almak durumundadır.(https://www.unicef.org/turkey/pdf/_gi18.pdf) Türk Eczacıları Birliği’nin Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık raporunun ilk kez hazırlanıp yayınladığı 2001 yılından bu yana kadına yönelik şiddetle mücadele etmek üzere uluslararası ve ulusal çok önemli hukuki metinler yayınlanmıştır.

Şiddetle mücadelede önemli uluslararası metinlerden olan Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanmıştır. Sözleşme ile Türkiye, uluslararası düzeyde kadına yönelik şiddetle mücadele etmeyi ve bu amaçla ilgili tedbirleri almayı taahhüt etmiştir. Sözleşmenin önemli özelliklerinden biri, şiddet ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çekmesi ve bu eşitlik sağlanamadıkça şiddetin önlenemeyeceğini de güçlü bir şekilde belirtmesidir. İstanbul Sözleşmesi’ne göre kadınlara yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır.

(https://kadininstatusu.aile.gov.tr/istanbul-sozlesmesi)

Ulusal düzeyde bakıldığında, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla yürürlüğe giren ilk kanun, 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun olmuş, böylece aile içi şiddet sorunu çeşitli tedbirler ve hükümler çerçevesinde önlenmeye çalışılmıştır. Ancak uygulamada yaşanan bazı sorunlar ve son dönemde artan şiddet olayları, toplumu ve ilgili makamları harekete geçirerek yeni bir kanun arayışı içine girilmiştir. İlgili kamu kurum ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları ile 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına

(33)

Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 8 Mart 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda oy birliği ile kabul edilmiş ve 20 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 6284 sayılı yeni Kanun, detaylı ve geniş kapsamlı tedbirleri düzenlemekte ve bu tedbirleri alma yetkisini hâkimin yanı sıra ilgili kolluk ve mülki amirlere de yüklemiş, böylece tedbirlerin kısa sürede alınarak daha etkin bir koruma sağlanması amaçlanmıştır. (Ankara Barosu, 2013, Gelincik Projesi)

Birleşmiş Milletler Kadın Örgütü (UN Women) tarafından yayınlanan “Dünya Kadınlarının İlerlemesi 2019-2020” raporuna göre, BM üyesi ülkelerde her yıl 12 milyon kız çocuğu 18 yaşından önce evlenmektedir. Son bir senede 15-49 yaş grubunda, yakın ilişkide olduğu bir erkek tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı %18’dir. Şiddete uğrayan kadınların ancak %40’ı başlarına gelenler için yardım istemekte veya resmi makamlara başvurmaktadır.

BM üyesi 31 ülkede 15-19 yaş arası kız çocuklarının %34’ü sünnet edilmekte ve bunlardan %30’unun müdahalesi sağlık personeli tarafından yapılmaktadır.

Yine aynı rapor, özellikle ev içi şiddete yönelik vurgular yapmaktadır. Ailelerde kadına yönelik şiddetin artık mahrem bir mesele olarak görülmekten çıkmış ve yaygın olarak bir insan hakları ihlali, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sistemli bir tezahürü ve bir halk sağlığı meselesi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ev içi şiddetin en önemli nedeni olarak görülmektedir.

Kadınlardan beklenen uysallık ve hizmetkârlık davranışlarına karşılık, erkeklerin egemenliğini onaylayan sosyal normlar ve kadınların aile içindeki ekonomik güvencesizliği, şiddeti yaratmakta ve sürdürmektedir. Ev içinde kadınlara yönelik şiddetin çok farklı biçimleri vardır: erken yaşta ve zorla evlendirme, kadın sünneti, evlilik içi tecavüz, doğurmaya zorlama ve yaşlıların istismarı. Kadınlar bu şiddet türlerinden birine uğramakla kalmayıp bazen birkaçıyla aynı zamanda karşılaşmaktadır. Ev içi şiddete uğramak, kadınların fiziksel, cinsel ve zihinsel sağlıklarını olumsuz etkilemektedir. (https://www.unwomen.org/-/media/

headquarters/attachments/sections/library/publications/2019/progress-of- the-worlds-women-2019-2020-en.pdf?la=en&vs=3512)

(34)

Kaynaklar

1. Aldırmaz, Y. (2020). Türkiye’de Akademide Cinsiyet Eşit(siz)liği Raporu, https://www.researchgate.

net/publication/342511353_Turkiye’de_Akademide_Cinsiyet_Esitsizligi_Raporu_2020_Gender_

Inequality_Report_at_the_Academy_in_Turkey_2020

2. Aydın, E. (2010). Üniversite Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Algısı: Hacettepe Üniversitesi Mühendislik ve Edebiyat Fakültesi Örneği (Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi/Sosyoloji Anabilim Dalı, Ankara.

3. Çabuk-Kaya, N. (2013). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Eğitim,  http://kizlarinegitimi.

meb. gov. tr/files/img/toplum_cinsiyet_ve_egitim. Pdf

4. Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği. (2020). DİSK-AR.

5. Dedeoğlu, S. (2009).   Eşitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı, Çalışma ve Toplum, 2009/2, 41-54.

6. Demirgöz-Bal, M. (2014). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Genel Bakış, KASHED, 1(1): 15-28.

7. Dünya Kadınlarının İlerlemesi (Progress of The World’s Women) 2019-2020. UN Women, ABD, https://www.unwomen.org/-/media/headquarters/attachments/sections/library/

publications/2019/progress-of-the-worlds-women-2019-2020-en.pdf?la=en&vs=3512 8. Ecevit, Y. & Karkıner, N. (Ed.) (2012). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi

Yayınları.

9. Gender in Mental Health Research. (2004).  Dünya Sağlık Örgütü, https://apps.

w h o . i n t / i r i s / b i t s t r e a m / h a n d l e / 1 0 6 6 5 / 4 3 0 8 4 / 9 2 4 1 5 9 2 5 3 2 . p d f ; j s e s s i o n i d = C25A50C710079684C2AFE5E3F9F942DB?sequence=1

10. İstatistiklerle Kadın 2019. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK).

11. Karal, D. & Aydemir, E. (2011). Türk Siyasetinde Kadın, Çok Oluyoruz, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ankara, USAK Raporu No: 11-05.

12. Özaydınlık, K. (2015). Toplumsal Cinsiyet Temelinde Türkiye’de Kadın ve Eğitim, Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, Sayı: 33, 93-112.

13. Sancar S., Acuner, S., Üstün İ. ve Bora, A. (2006). Cinsiyet Eşitsizliği Bir Kadın Sorunu Değil Toplumun Sorunudur, UNDP-Kalkınma ve Demokratikleşme Projelerinde Cinsiyet Eşitliği Hedefinin Gözetilmesi Eğitimi, 2005-2006, UNDP, İstanbul.

14. Toksöz, G. (2007). Türkiye’de Kadın İstihdam Durumu Raporu, Uluslararası Çalışma Örgütü, Ankara.

15. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2008-2013. (2008). T.C. Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara: Fersa Baskı.

16. Türkiye ve TR83 Bölgesi’nde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kalkınma Raporu (2013, Eylül). Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, Samsun.

17. Türkiye’de Kadın. (2019). Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Ankara.

18. Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması. (2015). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Araştırma Enstitüsü, Ankara.

19. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması. (2018). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara

(35)

20. Üner,  S. (2008). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, T.C.

Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara.

21. Vefikuluçay, D. ve diğerleri (2007). Kafkas Üniversitesi Son Sınıf Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Bakış Açıları, Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi: 26-38.

22. Yaman-Öztürk, M. & Dedeoğlu, S. (2010). Kapitalizm ve Ataerki İlişkisi Çerçevesinde Kadın Emeği, Saniye Dedeoğlu ve Melda Yaman Öztürk Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye Örneği, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 9-24.

23. Yıldız, Ö. (2013). İşverenlerin Bakış Açısından Türkiye’de Kadın İstihdamı: Bir Alan Araştırması, Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:2 Sayı:3, 95-109.

24. Zeyneloğlu, S. (2008). Ankara’da Hemşirelik Eğitimi Gören Üniversite Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumları, Doktora Tezi, Ankara

25. 2019 Seçimlerine Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Perspektifinden Bakmak. (2020). Kadın Adayları Destekleme Derneği.

26. 6284 Sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Ve Mevzuatı.

(2013). Gelincik Projesi, Ankara Barosu, Ankara.

27. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50822713

28. http://www.kureselhedefler.org/hedefler/toplumsal-cinsiyet-esitligi/

29. https://stats.oecd.org/viewhtml.aspx?datasetcode=LFS_SEXAGE_I_R&lang=en 30. https://www.unicef.org/turkey/pdf/_gi18.pdf

31. https://kadininstatusu.aile.gov.tr/istanbul-sozlesmesi

(36)
(37)

İKİNCİ

BÖLÜM

(38)
(39)

2.1. Giriş: Eczacılık Alanında Kadınların Durumu

Küresel olarak kadınlar tüm sağlık hizmetleri iş gücünün %70’ini oluştururken liderlik pozisyonlarının %25’inden bile daha azına sahiptirler. Kadınların sağlık sistemlerine katkıları muazzam derecededir, ancak çalıştıkları işlerin çoğu düşük ücretli, maaşsız ve tanınmamıştır. Bu durum sağlık sistemlerinde hepimizin sağlığını olumsuz şekilde etkileyecek bir adaletsizlik yaratmaktadır (Kusynová 2018: 2).

Bu adaletsizliğin ortadan kalkması için, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) ortak yürüttüğü Sağlık için Çalışma adlı beş yıllık eylem planı, kadınların ekonomiye katılımların ve güçlendirilmelerinin en üst düzeye çıkarılmasını amaçlayan şu iki ana stratejiyi belirlemiştir:

1. Toplumsal cinsiyete ilişkin bakış açısını dönüştürücü küresel politika rehberliğinin geliştirilmesi,

2. Eğitim ve sağlık işgücü piyasasında cinsiyetçilik ve eşitsizliklerin üstesinden gelmek için uygulama kapasitesinin geliştirilmesinin desteklenmesi (FIP, 2019).

“Cinsiyet ve çeşitlilik dengeleri” başlıklı FIP Farmasötik İşgücü Geliştirme Hedefi (FİGH) 10’da da “FIP tüm ülkeleri, farmasötik işgücü, sürekli eğitim ve öğretim ve kariyer ilerleme fırsatlarında cinsiyet ve çeşitlilik eşitsizliklerini ele almak için açık stratejilere sahip olmaya çağırır” diyerek bu eşitsizliğe farklı bir biçimde dikkat çekmektedir.

**

Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık Araştırması

n Ecehan Balta

(40)

Türk Eczacıları Birliği, 1956 yılında 6643 sayılı kanunla, “Türkiye sınırları içinde meslek ve sanatlarını yürütmeye yetkili olup da, özel kanunlarında üye olamayacakları belirtilenler hariç, sanatlarıyla uğraşan ve meslekleriyle ilgili hizmetlerde çalışan eczacıların katılmasıyla; eczacıların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, eczacılığın genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak; eczacıların birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere, meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadıyla” (Madde 1) kurulmuştur. Birlik, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşudur. Yine aynı maddeye göre; “mesleğini serbest olarak icra eden veya özel kuruluşlarda eczacılıkla ilgili hizmetlerde çalışacak eczacılar işe başlamadan önce bulundukları ilin eczacı odasına kaydolmaya ve üyelik ödevlerini yerine getirmeye mecburdurlar. Eczacı odalarına kayıtlı eczacılar diğer kanunlarla kurulmuş meslek odalarına kaydolmaya zorunlu değildir.”

Bu kapsam ve sınırlılık içinde Eczacı Bilgi Sistemi kayıtlarına göre Türkiye’de 39.386 eczacı bulunmakta olup, bunların 22.607’si kadındır. Kadın üye sayısının toplam üye sayısına oranı %57’dir.

Kadın Üyelerin Branş Dağılımı

Akademisyen Eczacı - Kamu 217

Akademisyen Eczacı - Özel 27

Çalışmıyor 4368

Depo Mesul Müdürü 424

Eczane Mesul Müdürü 103

Hastane Eczacısı (Kamu) 657

Hastane Eczacısı (Özel) 385

Hastane Yardımcı Eczacısı (Kamu) 12 Hastane Yardımcı Eczacısı (Özel) 62 İkinci Eczacı (Ciro Kriterinden Bağımsız) 65 İkinci Eczacı (Ciro Kriterine Bağlı) 464

Kamu Eczacısı (Hastane Dışı) 642

Özel Sektör Eczacısı 70

Serbest Eczane Sahibi 14145

Yardımcı Eczacı 966

TOPLAM KADIN ECZACI SAYISI 22607

(41)

Tabloda da görüldüğü gibi, genel dağılıma paralel bir şekilde, kadın eczacılar da ağırlıklı olarak serbest eczane açmayı tercih etmişlerdir. Diğer yandan, çalışmayan kadın eczacı sayısının yüksekliği de bu alanda ayrıntılı bir analiz ve karşılaştırma gerektirmektedir.

Türkiye’deki kadın eczacıların toplumsal cinsiyet eşitsizliği göstergelerinden bir tanesi olan yönetim kademelerinde temsiliyet açısından küresel resimle belirli bir uyum içinde gözükmektedir. Kadınların sağlık sistemi içinde yükü, hem sağlık çalışanı hem de ücretsiz bakım emeği bağlamında son derece fazla olmakla birlikte, liderlik pozisyonlarındaki varlıkları büyük ölçüde sınırlı kalmaktadır. Nitekim, 2021 yılı itibariyle 54 eczacı odasından 7’sinin başkanı kadındır. Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti ve Denetleme Kurulunda ise kadın üye bulunmamaktadır.

Odaların Yönetim-Denetleme ve Haysiyet Divanında görevli eczacılar

Genel Toplam: 772

Kadın eczacı sayısı: 300

Genel toplam içerisinde kadın eczacı oranı: %38,86

Büyük Kongre delegeleri:

Genel Toplam: 356

Kadın delege sayısı: 98

Genel toplam içerisinde kadın eczacı oranı: %27,52

2.2. Araştırmanın Hedefi

Araştırma ile, 2001 yılında yapılan Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eczacılık Araştırmasını minör değişiklik ve güncellemelerle tekrarlayarak, bu iki araştırma arasındaki bulguların karşılaştırılmak, böylelikle eczacılık mesleğinde kadınların durumunu ve geldiği noktayı tespit etmek mümkün hale gelmektedir.

(42)

2.3. Araştırmanın Yöntemi

Araştırma örneklemi, 10 Aralık 2020 tarihinde Eczacı Bilgi Sisteminden çekilen serbest eczane sahibi kadın eczacı rakamı baz alınarak (14.145) yüzde 99 güven aralığında olacak şekilde, 770 kişi olarak hesaplanmıştır. Örneklem dağılımı yine Eczacı Bilgi Sisteminde yazılan kodlarla tamamen tesadüfi olarak seçilmiştir.

Araştırmada çoğu kapalı uçlu sorulardan oluşan anket formu kullanılmıştır (bakınız Ek-1). Form Surveymonkey aracı ile tesadüfi olarak belirlenen örneklem içindeki kadın serbest eczacılara e-mail yoluyla ulaştırılmıştır. Cevaplamayanlar önce SMS yolu ile, ardından Kadın Eczacılar Çalışma Grubu üyeleri tarafından telefonla aranarak cevaplanma oranının artırılması sağlanmıştır. Ancak, anket formu bu kişilere de telefonla uygulanmamış, Surveymonkey aracı üzerinden formu doldurmaları istenmiştir.

Araştırma, betimleyici tipte olup, frekans dağılımı, ortalama değerler gibi çeşitli istatistikler aracılığıyla incelenen örneklemin genel özellikleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Veri analizlerinde SPSS 17.0 programı kullanılmıştır. Gerekli olduğu durumlarda ki kare uygunluk ve önemlilik testleri yapılmıştır.

Araştırmanın yanıtlanma oranı yüzde ...’dir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Atasözlerinde kadın ve onun aile, iş yaşamında üstlendiği roller bütüncül bir cinsiyet algısı üzerine kurulmadığından, bunu kadın ve erkek cinslerine göre ayrı

Ataerkil anlayış temelinde oluşan sosyal ilişkiler ağının ürettiği farklı egemen erkeklikler ile toplumsal cinsiyet temelli kadına yönelik ev içi şiddet

O halde, cinsiyet, psiko- lojik şiddet için bir risk faktörü değil- se, “Neden kadın istihdamının yüksek olduğu eğitim, sağlık gibi işyerlerinde psikolojik şiddet daha

Kadınlara  Karşı  Ayrımcılığın  Önlenmesi  Sözleşmesi'nin  Giriş  bölümünde,  diğer  belgeler  olmasına   karşın  kadınların  hala  erkeklerle

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde toplumsal cinsiyet rolünden kaynaklanan olumsuzlu k lar kadınlarda daha fazladır ve statüleri genellikle daha düşük olan

Her birimizin aldığı eğitimin uzunluğu, okuduğumuz okulların türü, seviyesi gibi bilgiler kayıt altındadır ve eğitim istatistiklerinde her birimiz temsil

İnsan onuruna saygı, ayrımcılık yasağı, özel yaşama saygı, sosyal refah hizmetlerinden yararlanma hakkı, kanun karşısında eşit korunma hakkı, eşitlik, toplumsal cinsiyet

Sözleşme kadınlara yönelik şiddete ilişkin daha önceki uluslararası sözleşmelere ve insan hakları sözleşmelerine referans vererek, toplumsal cinsiyete dayalı