• Sonuç bulunamadı

ANNALES OKULU ÖĞRETĠSĠ VE TÜRK TARĠHÇĠLĠĞĠNDE ANNALES EKOLUNUN ETKĠSĠ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ANNALES OKULU ÖĞRETĠSĠ VE TÜRK TARĠHÇĠLĠĞĠNDE ANNALES EKOLUNUN ETKĠSĠ"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

ANNALES OKULU ÖĞRETĠSĠ VE TÜRK

TARĠHÇĠLĠĞĠNDE ANNALES EKOLUNUN ETKĠSĠ

Ferhat KUL

ÖZET

19. yy. sonlarına doğru devlet ve siyaset merkezli tarihyazımı eleĢtirilmeye baĢlandı.

Batı Avrupa ve ABD‟deki tarihyazımında siyasi olaylar ve devlet adamları üzerinde yoğunlaĢan anlayıĢı sorgulayan toplumun ekonominin ve kültürün rolüne daha fazla önem veren yaklaĢımlar ortaya çıkarmaya baĢladı. Ancak bu yaklaĢımların etkisini görmek için 20.

yy. ilk yarısını beklemek gerekti. Bu yaklaĢımlar içerinde tarihyazımını en çok etkileyen oluĢum 1920‟lerde Fransa‟da ortaya çıkan Annales Okulu‟dur. Ġncelememizde bu okulun öğretileri ve Türk Tarihçiliğine etkileri üzerinde durulacaktır.

GĠRĠġ

Annales Okulu temsilcileri, dünyanın ekonomik bunalım geçirdiği bir zamanda sosyal bilimlerin de bir kriz içinde olduğunu düĢünüyorlardı. Bu krizden bir çıkıĢ yolu olarak sosyal bilimlerin birbirinden yardım alan çalıĢmalar yapması gerektiği üzerinde durdular. Sosyoloji, coğrafya, antropoloji, psikoloji, ekonomi gibi sosyal bilim dallarının yaklaĢımlarını ve bilgi birikimlerini tarihe taĢıyarak, siyasi tarihle sınırlı kalmayan, tarihi toplumsal, ekonomik ve kültürel yönleriyle bir bütün olarak ortaya koymayı hedefleyen bir yaklaĢım geliĢtirdiler. Bu tarihçilerin eserlerinde siyasetin rolü göz ardı edilmese de tarihin esas belirleyicileri artık devletler, krallar ve diğer önemli Ģahsiyetler değil toplumsal dinamikler oldu. Dolayısıyla tarihsel değiĢimin açıklanmasında siyasi olayların ve devlet adamlarının eylemlerinin rolü azaldı, farklı toplumsal grupların tutumları ve eylemleri toplumsal zihniyetlerin değiĢimi, coğrafi faktörlerin rolü, ekonomik ve ticari geliĢim, üretim tekniklerindeki değiĢim gibi

Yüksek Lisans Öğr., Bülent Ecevit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih ABD.

(2)

2 faktöreler ön plana çıktı. Ayrıca tarihin çalıĢma alanı oldukça geniĢlemiĢ, daha önceden tarihçilerin pek ilgi duymadıkları konular tarihyazımının parçası olmaya baĢlamıĢtı.1

1. ANNALES OKULU‟NDAN ÖNCE TARĠHÇĠLĠK VE TARĠH YAZIMI

20. yüzyıl, 19. yüzyıldaki tarih tahayyülünün ve dolayısıyla tarihyazımının köklü biçimde dönüĢtüğü bir dönemdir. Bu yüzyılda geliĢen tarihyazımında, siyasal olana verilen ağırlık yerini toplumsal, kültürel ve ekonomik olana bırakmıĢ, dolayısıyla tarihin kapsamı kesin olarak geniĢlemiĢtir. Kuskusuz Annales Okulu, 19. Yüzyıldaki tarih paradigmasının getirdiği kabullerin sorgulanmasını sağlaması, alternatif bir tarih anlayıĢı önermesi, 19.

yüzyıldaki tarihçiliği “geleneksel” konuma düĢürmesi ve 20. yüzyıldaki çok çeĢitli tarih anlayıĢlarının tohumlarını atması gibi nedenlerle, bu süreçte önemli bir kırılma noktasını ifade eder. Bu noktada Annales Okulu öğretisi, kendisinden önceki tarihçilik yaklaĢımı anlaĢılmadan kavranamaz.

19. yüzyıldaki toplumsal ve siyasal geliĢmelerin bir sonucu olarak, yeni tarih mesleğinin belirli kamusal ihtiyaçlara ve siyasal amaçlara hizmet ediyor oluĢu tarihçiler açısından belirli bir toplumsal düzenin sorgulanmaksızın kabul edilesi gibi bir siyasal iĢlevi de beraberinde getirmekteydi. Bu ise kuskusuz, önyargılardan ve değer yargılarından uzak olmayı gerektiren meslek için en bastan çeliĢki yaratıyordu. ProfesyonelleĢmenin ve bilimsel uygulamaların geliĢimiyle birlikte, hemen her yerde tarihyazımı giderek artan biçimde ideolojileĢtirilmekteydi ve buna bağlı olarak tarihçiler arĢivlere, kendi milliyetçiliklerini ve sınıfsal yargılarını destekleyecek kanıtlar bulma amacıyla gidiyorlardı. Kısacası, tarih daha bastan, sadece tarihçilerin ne olduğunu söyledikleri değil, devlet kuruluĢlarının, egemen sınıfların ve ideoloji üretim merkezlerinin dolasıma sokmak istedikleri bir disiplin olmaya açıktı. Öte yandan, çeĢitli sosyal bilim disiplinleri gibi tarih de, kurumsallaĢmıĢ yapılar yaratma amacıyla disipline katılacak olan yeni araĢtırmacıların özgünlük ve nesnellikleri üzerinde ısrar etti. Bu da ister istemez makro araĢtırmalara karsı önyargıyı artıran bir etkendi.

Çünkü özgünlük, her araĢtırmacının yeni bir Ģey söylemesini gerektiriyordu ve bunu yapmanın da en kolay yolu, konuyu giderek küçülen konulara bölmekti. Bununla birlikte, giderek daha özellikli alanlarda uzmanlaĢma çabası, gözlemlenen dil ve kültür üzerine uzun süre çalıĢmayı gerektiriyordu. Bu durum ise, tarihçilerin zaten haĢır neĢir oldukları kendi uluslarını inceleme sürecinin derinleĢmesini sağladı.

2. ĠLK ELEġTĠRĠLER

19. yüzyılın sonunda neredeyse tüm Avrupa‟da ve ABD‟de eĢzamanlı olarak bazı profesyonel tarihçiler, siyasal olana odaklanan tarih yaklaĢımından gitgide daha çok rahatsız olmaya ve bu türe çeĢitli eleĢtiriler yöneltmeye baĢlamıĢlardır. Tarih, insanın yeryüzünde ilk boy gösterdiği andan itibaren geride bıraktığı tüm isleri incelemeli ve antropolojiden psikolojiye, iktisattan sosyolojiye uzanan bir yelpazede tüm sosyal bilim dallarından faydalanmalıydı. 19. yüzyıldaki egemen tarih anlayıĢına, yüzyılın sonunda çeĢitli sebeplerle itirazlar yükselse de, yeni eleĢtirel tepkinin hâkim paradigmayla tamamen aynı fikirde olduğu noktalar da vardı. Bu uzlaĢma noktalarından ilki tarihin profesyonel bir disiplin olması gerekliliği, ikincisi ise tarihin bir bilim olarak düĢünülmesi üzerineydi. Tarihin kendisini siyasetle sınırlamaması gerektiğini savunan tarihçiler de kendilerini profesyonel tarihçiler olarak görüyor; akademik kurumlarda, tarih bölümlerinde ya da enstitülerinde çalıĢıyorlardı.

Dolayısıyla, bu durum da bağlı bulundukları kurumların, onlardan 19. yüzyılda

1 Peter Burke, Tarih ve Toplumsal Kuram , Çev. Mete Tunçay, Tarih Vakfı, Yurt Yay, Ġstanbul, 1994, s.15.

(3)

3 kurumsallaĢtığı sekliyle bilimsel gerekleri yerine getirmelerini bekledikleri anlamına geliyordu. Bu tarihçiler, kendi araĢtırmalarını farklı bir biçimde tasarlasalar da, tarihin katı metodolojik prensiplere uygun olarak isleyen bilimsel bir disiplin olduğu görüsünü paylaĢıyorlardı. Bu dönemde, sözü edilen varsayımların sorgulanması bir yana, tarihin yordamını daha da profesyonel ve bilimsel yapmaya yönelik bir baskı vardır.

Avrupa ve Amerika‟daki, egemen tarih anlayıĢına yöneltilen ilk itirazların en önemli nedenlerinden biri profesyonel tarihçiliğin kendisini siyasal olanla sınırlandırmasıdır. Hâkim tarih anlayıĢının toplumsal, kültürel ve ekonomik olandan kendisini yalıtarak siyasal olana yoğunlaĢmasının temel sebeplerinden birisinin, tarihin profesyonel bir disiplin olarak kurumsallaĢırken, diğer sosyal bilim dallarından özerkliğini elde etme çabasından kaynaklanmıĢtır. Dolayısıyla, siyasal olandan toplumsal olana doğru çubuğu tersine bükme giriĢiminin de tarihle diğer sosyal bilim dalları arasındaki iĢbirliğini güçlendirmeye yönelik olduğu söylenebilir. Nitekim siyasete odaklanan tarihe yönelik itirazların sahipleri, tarih ve diğer disiplinler arasında iĢbirliğini savunuyor; tarihin toplumsal bilgiye iliĢkin diğer alanlardan kavramlar ve modeller alması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Egemen yaklaĢıma karĢı çıkanlar, sosyal bilimlerin diğer disiplinlerinin ve tarihin sosyal bilimin özel bir biçimi olması gerektiğine inananların saflarından geliyordu. Bu görüĢün sahiplerine göre tarih, betimleme ve anlatıdan uzaklaĢıp analiz ve açıklamaya, benzersiz ve tekil olana yoğunlaĢmak yerine düzenlilikleri saptamaya ve genellemeler yapmaya yönelmeliydi. 19. yüzyıldaki tarih anlayıĢına rengini veren en önemli unsurlardan siyasete odaklanmanın bir sebebi de dönemin toplumsal ve siyasal koĢullarıydı. Egemen tarih anlayıĢına yönelen eleĢtiri oklarının da toplumda ve kültürde kendisini gösteren köklü değiĢikliklerden kaynaklandığı söylenebilir.

Bu dönem, tarihin ilgi alanlarının geniĢletilmesi, toplumun, ekonominin ve kültürün rolüne daha geniĢ yer ayrılması gerektiğine iliĢkin yaygın bir kanının ortaya çıkması ve sosyal bilimlerin diğer disiplinleriyle tarih arasındaki iĢbirliğinin vurgulaması açısından önemlidir.

19. yüzyıldaki tarih anlayıĢına yöneltilen eleĢtiriler ve getirilen alternatiflerin, 20. yüzyılda geliĢen toplumsal tarihçiliğin öncülü olduğunu söylemek mümkündür.

3. ANNALES OKULU TARĠHÇĠLĠK YAKLAġIMI

Annales‟in geliĢtirdiği tarih anlayıĢıyla birlikte, tarihin içeriği, öznesinin kim olduğu gibi sorulara verilen cevaplar büyük ölçüde değiĢmiĢ ve dolayısıyla 19. yüzyıldaki tarih tahayyülü köklü bir biçimde dönüĢüme uğramıĢtır.

Tarihte biricik olayların oluĢturduğu geleneksel anlatının yerini, sorun odaklı analitik tarih araĢtırmalarına bırakması gerekliliğinin altının çizilmesi; asıl olarak siyasete odaklanan bir tarih anlayıĢının yerine, insan faaliyetlerinin tamamına eğilen tarih araĢtırmalarına yönelinmesinin savunulması ve sözü edilen bu iki amacın gerçekleĢtirilebilmesi için sosyal bilimlerin diğer disiplinleriyle iĢbirliği yapılmasının vurgulanması Ģeklinde özetlenebilecek bu temel argümanlar, Annales‟i bir okul olarak okumaya ve anlamaya yönelten etmenlerdir.

Yaygın olarak “Annales” adıyla bilinen bir tarih dergisinin etrafında kümelenen bir grup tarihçi tarafından kurulan “Annales Okulu,” daha sonraları Fernand Braudel, Georges Duby, Jacques Le Goff ve Emmanuel Le Roy Ladurie gibi ünlü tarihçiler tarafından benimsenerek geniĢ alanlara yayılsa da, 1929 yılında iki tarihçi tarafından, bir XVI. yüzyıl uzmanı olan Lucien Febvre ile bir ortaçağ uzmanı olan Marc Bloch tarafından kuruldu.

Kuruculardan kısaca bahsetmek gerekirse: Lucien Febvre‟e daha yaĢamının baĢında ateĢli bir

(4)

4 sosyalist olduğunu görmekteyiz.2 Marc Bloch‟a gelince, O Ġsrailoğullarına mensup olup Nazi Almanyası‟nın görüĢlerinin tam karĢısında yer almaktaydı. 1944 yılında Almanlar tarafından savaĢ sırasında öldürülmüĢtür.3 Bu kısa bilgilerin neticesinde aslında dergiyi kuran iki kiĢinin tam manasıyla farklı kiĢiliklerde ve farklı kafa yapısında insanlar olduğu görülmektedir.

Ancak ikisini bir araya getiren iki sebep vardı. Bunlardan birincisi; ikisinin de Halk Cephesi‟nde yer alması, ikincisi ise; tarihyazımında artık bir değiĢime ihtiyaç olduğunu kabullenmiĢ olmaları ve ikisinin de Strasbourg Üniversitesi'nde çalıĢıyor olmalarıdır. Artık bu kısa nottan sonra Annales‟in kuruluĢu konusuna geçebiliriz.

Dünya tarihçilik anlayıĢına yeni bir boyut kazandıran Annales Okulu, mevcut egemen tarihçilik anlayıĢına muhalefetin en güçlüsü idi. ġu noktayı öncelikle belirtmek gerekir ki, Febvre, Bloch ve Braudel gibi tarihçiler, Fustel de Coulanges‟in “Tarih geçmiĢte olmuĢ olan her türlü olayın birikmiĢ hali değildir. Tarih, insan toplumlarının bilimidir,” doğrultusundaki açıklamasını baĢlangıçta ilke olarak kabul etmiĢlerdir.

Annales yaklaĢımının eleĢtirisi tarihçiliğin tarihi sadece arĢiv belgeleri üzerinden ve birbirini takip eden olaylar zinciri olarak okumasıydı. Yazılı belgenin kalamadığı veya yetersiz olduğu dönemin ve konuların tarihinin yazılamayacağı fikrini kabul etmiyorlardı.

Arkeoloji, antropoloji, etnoloji, ve dilbilimi gibi alanların yardımıyla bu dönemlerin de tarihleri ortaya çıkabilirdi. Dolayısıyla tarihyazımının, konularıyla birlikte kaynaklarının da geniĢlemesi söz konusuydu.

YaĢanan değiĢim aslında bir anlamda dünyada yaĢanan toplumsal ve siyasi değiĢimlerin bir izdüĢümü idi. DemokratikleĢmenin hızlanması ve giderek bir kitle toplumunun doğması nüfusun çok daha geniĢ kesimlerine ilgi duyan ve tarihi açıklarken onları da hesaba katan yeni bir tarihyazımı anlayıĢını zorunlu kılıyordu. Özellikle ikinci dünya savaĢından sonra toplumsal tarih yaklaĢımları iyice yaygınlaĢtı, siyaset ve devlet odaklı tarih anlayıĢı tarihyazımındaki öncelikli ayrıcalıklı konumunu giderek kaybetti.

Toplumsal ve kültürel alanlara karĢı artarak büyüyen ilgi, araĢtırma konularının giderek çeĢitlenmesini ve yeni tarih alanlarının doğmasını sağladı. 19. yy tarihçilik anlayıĢı içerisinde “düĢünülmesi bile imkânsız konular” (mesela korku, delilik, çocukluk, cinsellik, yiyecek ve içecekler, kokular, günlük alıĢkanlıklar, sapkınlıklar, hastalıklar, evcil hayvanlar kitap gibi kültürel öğeler) baĢlı baĢına tarih araĢtırması konusu haline geldi. Evans4 bu durumu Ģöyle açıklar : “Bugünkü insanlık için anlam ve önem taĢıyan hemen hemen her Ģeyin Ģimdi artık yazılmıĢ bir tarihi vardır. Ve bu demektir ki yalnız güçlü ve eğitimli olan küçük bir elite değil, her türlü insana iliĢkin, önem taĢıyan her Ģey incelenmiĢtir.”

Toplumsal tarih yaklaĢımları, özellikle de Annales Okulu baĢlangıçta tarihi bütüncül bir biçimde açılama amacındaydı. Yani tarihsel geliĢiminin sosyal, ekonomik, psikolojik, siyasi, kültürel, coğrafi gibi bütün boyutlarının birlikte ele alınmasıyla tarihsel gerçekliğin bütüncül bir biçimde ortaya konulması hedefleniyordu.5

Annales Ekolü‟nü geliĢimi açısından üç döneme ayırmak isabetli olacaktır. Birincisi Annales‟in ortaya çıkıĢından Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın sonuna kadar olan süreyi

2 Dosse 2008: 49; Harsgor: http://dis.fatih.edu.tr/store/docs/525785ieLN7Jp5.PDF

3 Dosse 2008: 49-50.

4 Richard Evans, Tarihin Savunusu, Anakara, Ġmge Yay. 1999 s.171.

5 John Tosh, Tarihin PeĢinde Modern Tarih ÇalıĢmasında Hedefler Yöntemler ve Yeni Doğrultular, Çev Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay, Ġstanbul, 2008, s. 106-107

(5)

5 kapsamaktadır. Bu dönemde özellikle Annales‟in kurucuları Febvre ve Bloch üzerine yoğunlaĢılmıĢtır. Ġkinci dönem ise Annales‟in zirve dönemini yaĢadığı Fernand Braudel dönemidir. Onun bu dönemde öncelikle Febvre ile yaptığı çalıĢmalar ve sonrasında da Annales Ekolü‟nün baĢına geçmesiyle meydana gelen geliĢmeler aktarılmaya çalıĢılmıĢtır.

Üçüncü dönem ise 1968 yılı civarında baĢlayan ve günümüze kadar süren dönemi kapsar. Bu dönemde Braudel‟in ölmesiyle meydana gelen olaylar ve önemli isimler üzerinde yoğunlaĢılmaktadır.

4. MARC BLOCH ve LUCĠEN FEBVRE

Febvre ve Bloch yönetiminde kurulan derginin ilk sayısı 15 Ocak 1929‟da yayımlanmıĢtır. Ancak, Annales‟in entelektüel temelleri, bu iki tarihçinin dergiyi kurmalarından çok önce atılmıĢtır. Daha en bastan diğer tarih dergilerinden biri olmaması tasarlanan derginin ilk sayısında, tarihçilerden sadece daha kapsayıcı bir yaklaĢım geliĢtirmeleri değil, diğer disiplinlerden neler öğrenebileceklerinin de farkına varmaları istenmiĢtir. Bloch ve Febvre, sosyal bilimcilerin öncelikle çağdaĢ sorunlarla ilgilendiklerini belirtmekle birlikte, tarihçilerin kaynaklarına hangi sorularla yaklaĢacaklarını ancak toplumsal bilginin diğer alanlarıyla uğraĢan meslektaĢlarının yardımlarıyla kavrayabileceklerini savunurlar. Annales‟in iki kurucusu, ilerleyen yıllarda disiplinler arası bir yöntem düĢüncesini derginin yanında yayınladıkları kitaplarla da sistemli bir biçimde uygulamaya koymuĢlardır.

Derginin yayım kurulunda tarihçilerin yanında coğrafyacı Albert Demongeon, sosyolog Mavrice Halbwachs, iktisatçı Charles Rist ve siyaset bilimci Andre Siegfried gibi isimler de yer almaktadır.6 Bu Ģekilde dergide pek çok disiplinden araĢtırmacının görev almasındaki amaç; tarihin diğer disiplinlerden neden yararlanması gerektiğinin ve bu durumun tarihe neler kazandıracağının gösterilmek istenmesidir. Annales Dergisi etrafında toplanan ve değiĢik ilim dallarından insanların yer aldığı grubun fikirlerini Peter Burke Ģu Ģekilde ifade eder: “Ġlk olarak geleneksel anlatının yerini sorun odaklı bir analitik alır. Ġkinci olarak, siyasete odaklanan bir tarihin yerine insan faaliyetlerinin tamamına eğilen bir tarih geçer. Üçüncü olarak, bu iki amacı yerine getirmek amacıyla, öbür disiplinlerle -coğrafya, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, dilbilim, antropoloji vb.- iĢbirliği yapmaya önem verilir.

Kısacası amaç geleneksel tarih anlayıĢının yerine insan merkezli bir tarih anlayıĢı getirmektir. Burada ortaya çıkan ilk sorun, toplumla ilgili tarihçilerin diğer sosyal bilimlerden ne kadar çok Ģey alabilecekleriyle ilgilidir. Toplumun tarihi, baĢka Ģeylerin yanı sıra, bir arada yaĢayan ve beĢeri terimlerle tanımlanabilen insan birimlerinin tarihidir.7

Bloch‟a göre tarihçinin görevi, ayrı ayrı unsurlar olarak algılanan bu gezegenleri bütünlüğün yörüngesinde tekrar bir araya getirmektir. Bu yaklaĢımın, Bloch ve Febvre‟den baĢlamak üzere Annales geleneğinin, araĢtırılan tarihsel dönemin maddi yaĢantısının, toplumsal düĢünüsünün, insanların sosyal ve doğal ortam ile olan iliĢkilerinin, kısacası dönemin bütününün ancak disiplinler arası bir çalıĢmayla ortaya konulabileceği yollu ilkesini oluĢturduğunu söylemek mümkündür. Fernand Braudel‟in de belirttiği gibi, Bloch ve Febvre‟in yönelimiyle tarih kendisini çevreleyen insani bilimleri özümsemiĢ; bu dalları yardımcı bilimlere indirgemek pahasına da olsa kolonileĢtirme eğiliminde olmuĢtur.

6 Erdem Sönmez, Annales Okulu ve Türkiye‟de Tarih Yazımı, Daktylos Yayınevi, Ġstanbul 2008.

7 Eric Hobsbawm, Tarih Üzerine, Çev. Osman Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1999

(6)

6 Bunun yanında, sözü edilen disiplinleri bir araya getirme çabası ise Bloch‟a göre ancak, analizden sonra mümkündür.

“Daha iyi ifade edersek; yeniden birleĢtirme onun varlık nedeni olarak analizin uzantısından baĢka bir Ģey değildir. Gözlenmekten çok seyredilen ilkel imajda, hiçbir Ģey belirgin olmadığı halde, bağlar nasıl fark edilmiĢ olabilir? Bunların ince bağ dokuları ancak olayların spesifik soy zincirlerine göre tasniflerinden sonra ortaya çıkabilirler… Bütün bu büyük olay gruplarının içinde, yeni ve daha az ayrıntılı bir analiz çabası zorunludur. Bir siyasal sistemi meydana getiren kurumları, bir dini meydana getiren çeĢitli inançları, uygulamaları; heyecanları birbirinden ayırmak gerekmektedir. Bu parçaların her birinde ve bizzat bunların biraadalıklarında, onları aynı cinsten gerçeklere bazen yaklaĢtıran, bazen de uzaklaĢtıran çizgileri belirlemek gerekmektedir.”8

Febvre ise 19. yüzyıldaki tarihçiliğe ve bu tarihçilik yaklaĢımına yönelik eleĢtiriden bir tarih tanımına varmayı reddeder. Çünkü Febvre‟e göre, bütün tanımlamalar gibi tarih disiplinini niteleyecek bir tanımlama giriĢimi de ancak, tarihin özgürlüğünü kısıtlayacak yeni bir hapishane yaratmaktan öteye gidemeyecektir.

“Tarihi tanımlamak? Ama hangisini? Hangi zaman ve uygarlık çerçevesinde? Tarih, görülmeyen noktalar, ortaya konması gereken problemlerden doğan yepyeni, kaygılı bir teknik arayıĢı içinde sürekli değiĢmiyor mu? Tanımlamak, tanımlamak: Fakat en kesin, en özenle düĢünülmüĢ, en titizlikle kaleme alınmıĢ olan tanımlar, her an kendilerinin dıĢında, tarihin geliĢimine yönelik bir engel oluĢturmuyorlar mı? ... Tanımlamak, tanımlamak: Fakat bu alaya alınmayacak bir Ģey mi? „ArkadaĢım, dikkat! Tarihin dıĢına çıkmak üzeresin…Tanımlamalarımı bir daha okuyun, o kadar net ki!... Eğer tarihçiyseniz, buralara ayak basmamalısınız: bu alan sosyologlarındır. Ne de buraya: buradan psikologlara gidilir.

Sağ taraf? Orayı hiç düĢünmeyin, zira coğrafyacının bölgesi. Ve solda da etnolog var.‟…

Kabus. Budalalık. Bozgun.”9

Görüldüğü gibi Febvre‟e göre, eğer tarih disiplinini illa bir Ģekilde nitelemek gerekiyorsa, bu tanımlama Bloch‟un yaptığı gibi, disiplinin sınırlarını en geniĢ Ģekilde tutmaya yönelik olmalıdır. Dolayısıyla da, Febvre‟e göre, “Tarih, geçmiĢin bilimidir.” Ancak, tekrar Bloch‟da olduğu gibi geçmiĢ yaĢandığı zamanlarda da bilimin nesnesi olabilir ve böylece dünün anlaĢılması bugünden hareketle ve bugüne dönerek mümkündür. Bunun yanında, geçmiĢin bugüne göre düzenlenmesi, tarihin toplumsal iĢlevini oluĢturur.

Dolayısıyla da dünün anlaĢılması, bir yönüyle, bugünle yapılan kıyaslamadan sonra sağlıklı bir Ģekilde gerçeklesebilir. Gene Bloch‟da olduğu gibi, Febvre için de tarihin konusu doğası gereği insandır ve bu konu salt insana odaklanılarak değil, insanların içinde yasadıkları toplumlara, örgütlenmiĢ gruplara yoğunlaĢılarak çalıĢılmalıdır.

Febvre‟e göre, tarihçilik hiçbir yazılı doküman yoksa bile kelimelerle, peyzaj ve kiremitlerle, tarlaların ve ayrık otlarının biçimleriyle, jeologların incelediği taslarla veya kimyagerlerin incelediği kılıçlarla yapılabilirdi. Bu yaklaĢıma göre tarihçi, insana ait olandan, insanın varlığına hizmet edenden, zevklerinden, kısaca insanı anlatan her Ģeyden faydalanabilir. Dolayısıyla da incelenmesi ve yararlanılması gereken, toplumu oluĢturan tüm kalemlerdir. Bu çaba ise tarihçiyi, bir kez daha, tarih ile diğer sosyal bilim dalları arasında

8 Marc Bloch, Tarihin Savunusu ya da Tarihçilik Meslegi, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1985, s. 102-103

9 Lucien Febvre, “Kapitalizm ve Reformasyon”, Uygarlık, Kapitalizm ve Kapitalistler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, imge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1995

(7)

7 kurulması gerekliliği vurgulanan iĢbirliğine yöneltir. Febvre‟in tarihsel araĢtırmalara bütünsel bir kavrayıĢla yaklaĢmayan ve disiplinler arası iĢbirliği içermeyen bütün tarihçilik anlayıĢlarına karsı olumsuz tutum takındığı söylenebilir. Febvre‟e göre aktif bir tarihçinin ilkesi, disiplinler arası, “sınırlara ve bölümlemelere tahammülü olmayan bir tarih” olmalıdır.

Febvre‟in sık sık tekrarladığı gibi, tarihçiler yeri geldiğinde coğrafyacı, hukukçu, sosyolog ve psikolog olmalıdırlar.

Febvre ve Bloch‟un her gün bir araya geldikleri Strasbourg Dönemi 1920‟den 1933‟e kadar yalnızca on üç yıl sürmüĢ olsa da, Annales hareketi açısından bu dönemin hayati bir önemi vardır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu iki insanın çevresinde son derece canlı bir disiplinler arası grubun olması, bu dönemin önemini daha da arttırıyordu.10

Ayrıca kentin Almanya‟dan yeni ayrılmıĢ olması sebebiyle ortam düĢünsel yeniliğe elveriĢliydi. Febvre ve Bloch bu ortamda Annales'i çıkarmaya baĢladılar.

Strasbourg Grubu 1930‟lu yıllarda dağıldı. Febvre, Collage de France‟daki bir kürsüde çalıĢmak üzere 1933 yılında Strasbourg‟dan ayrılırken,11 Bloch da 1936 yılında Sorbonne Üniversitesi‟nin Ekonomik Tarih Kürsüsü‟nde Hauser‟in yerini almak üzere ayrıldı. ĠĢte bu dönemden sonra Paris‟e gidenler Annales hareketinin baĢarıya ulaĢmasını sağlamıĢlardır.

Annales gitgide bir tarihsel okul odağı haline gelmiĢtir. Özellikle de Febvre‟ün 1930‟lu ve 1940‟lı yıllarda eski tarihçiliği eleĢtiren yazılarının artması Annales‟in geliĢimini hızlandırdı.12 Febvre ve Bloch‟un yetiĢtirmiĢ olduğu öğrenciler bu ekolün daha geniĢ kitlelere yayılmasını sağladıysa da bu yayılma faaliyeti Ġkinci Dünya SavaĢı‟yla birlikte kesintiye uğradı. Özellikle de 53 yaĢında olmasına rağmen Bloch‟un 1939 yılında orduya katılması ve 1944 yılında Almanlar tarafından öldürülmesi kesintinin asıl sebebi olarak gösterilebilir.13 Onun ölümünden sonra dergi önce ikisinin adıyla daha sonra sadece Febvre‟nin adıyla çıkarılmaya devam etti.

5. FERNAND BRAUDEL

Ekolün bir diğer ismi ve Febvre‟nin öğrencisi olan Fernand Braudel ise (1902-1985), 1920 yılında Sorbonne Üniversitesi tarih bölümüne girmiĢtir. Sorbonne Üniversitesi‟nde bulunduğu dönemde geleneksel tarih anlayıĢı çerçevesinde hareket etmiĢ ve Sorbonne‟daki öğreniminin ardından 1923 yılında Cezayir‟e öğretmen olarak gitmiĢtir. Cezayir‟de bulunduğu dönemde II. Felipe ve Akdeniz Dünyası‟na iliĢkin tezini de yazıyordu. Bu tarihten sonra artık tarih anlayıĢında büyük bir değiĢim olmuĢ ve pek çok eser ortaya koymuĢtur.

Braudel‟in tarih anlayıĢındaki kavramlar arasında ilk sırada sayılması gereken zamanda görecelik anlayıĢıdır. Belirtilmeye çalıĢıldığı gibi Braudel, 19. Yüzyıl tarihçiliğinden farklı olarak, olayları ve olayların içinde geçtiği dönemi, salt eylemin gerçekleĢtiği zamana odaklanarak incelemeyi reddetmiĢ; tarihsel zamanın çeĢitlilik içerdiği tespitinde bulunmuĢtur.

Çünkü Braudel‟e göre, toplumsal gerçekliğin merkezinde, an ile yavaĢ akan zaman arasındaki canlı ve sonsuza kadar tekrarlanan zıtlık oldukça önemlidir ve toplumsal zamanın çoğulluğu karsısında oluĢacak bir bilinç insan bilimlerinin ortak metodolojisi açısından da vazgeçilmez niteliktedir. 19. yüzyıldaki tarihçiliğin tek bir çizgisel tarihsel zaman algısının aksine, üç farklı tarih türüne tekabül eden üç farklı zaman algısı anlayıĢının ortaya konması Braudel‟in

10 Peter Burke, a.g.e. s 45.

11 François Dosse, UfalanmıĢ Tarih, Çev. IĢık Ergüden, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, Ġstanbul 2008.

12 François Dosse 2008 65.

13 François Dosse, 60 vd.; Tosh 1997: 89.

(8)

8 deyisiyle, 19. yüzyıl tarihçiliğinin geleneksel biçimlerinden tam anlamıyla bir kopuĢu ifade eder.

Tarihsel araĢtırmalara yönelik hem uzun süreli ve hem de konjonktürel yaklaĢım; bu yaklaĢımların siyasal tarihin aleyhine, ekonomik ve toplumsal tarihin lehine etki etmesi nedeniyle, Braudel‟e göre sadece bütünsel bir tarih anlayıĢı sayesinde gerçekleĢebilir. “Öte yandan ekonomik ve toplumsal konjonktür gibi iki büyük unsur bize, ilerlemeleri ölçmenin güç, hatta belki de kesin ölçüler olmadığından, belirlemenin olanaksız olduğu diğer aktörleri unutturmamalıdır. Bilimler, teknikler, siyasal kurumlar, zihinsel araçlar, uygarlıklar kendi hayat ve geliĢme ritimlerine sahiptirler ve yeni konjonktürel tarih, ancak orkestranın tamamlanmasıyla hazır hale gelebilecektir.”14 Bunun yanında, uzun süreli ve konjonktürel tarih yaklaĢımı, sosyal bilimlerin çeĢitli disiplinleri arasındaki iĢbirliğini dayattığı kadar, toplumsal bilgiye iliĢkin diğer disiplinlerden de söz konusu yaklaĢımı kabul etmesini talep etmektedir. Diğer bilim dallarıyla yöntem ve bilgi alıĢveriĢini ve dolayısıyla da oldukça kapsamlı bir tarih araĢtırmasını içeren bu yaklaĢımdan da tıpkı Febvre‟de olduğu gibi, sınırları oldukça geniĢ bir tarih tanımlamasına varılır. Braudel‟e göre tarih dünün, bugünün ve yarının doktrinlerinin ve bakıĢlarının bir koleksiyonu olan mümkün tüm tarihlerin toplamıdır ve bu toplamda yapılabilecek tek hata, çeĢitli tarihlerden herhangi birini diğerlerini dıĢta bırakacak Ģekilde tercih etmektir.

Braudel‟in, Annales hareketinin kuruluĢ döneminde okulun kurucuları Bloch ve Febvre‟in yeni tarihçiliğe yönelik geliĢtirdikleri ilkeleri; daha sistemli bir biçimde, geleneksel anlayıĢta siyasi, iktisadi, kültürel gibi altbölümlere ayrılan tarihi bütünsel bir toplum tarihine dönüĢtürme uğraĢıyla, formüle ettiğini ve dolayısıyla geleneksel tarihçiliğin es geçtiğini temele yerleĢtirdiğini söylemek mümkündür.

Annales‟e iliĢkin tüm bu yazılanların ardından genel bir toparlamaya gidilebilinir. 19.

yüzyılın baslarında tarihin profesyonel bir disiplin olarak ortaya çıktığı dönemdeki kapsamı ve yöntemleriyle, Annales Okulu‟na mensup tarihçilerin ilgi alanları ve kullandıkları araçlara iliĢkin yapılacak bir karĢılaĢtırmada, aradaki mesafenin büyük olduğu görülür. Annales Okulu‟nun üç kuĢağını birden kapsayan en dikkat çeken baĢarılardan biri ve belki de en önemlisi, tarihin geniĢ alanlar yelpazesinde hak iddia etmesini sağlamak olmuĢtur. Annales hareketine mensup tarihçiler, 19. yüzyıldaki tarihçilerin aksine, tarihçinin incelemesini yürüttüğü sahayı geniĢleterek, insan davranıĢlarının dıĢarıda bırakılan alanlarını ve ihmal edilen toplumsal grupları tarihçiliğin merceğinin kapsamına sokmuĢtur. Bu duruma bağlı olarak, Annales‟deki tarihyazımı genel olarak bölgesel ya da uluslarüstüdür. Tarih araĢtırmalarının odaklandığı alanların geniĢletilmesi ise yeni kaynakların keĢfedilmesine ve söz konusu kaynakların kullanımında izlenilecek yeni metotların geliĢtirilmesine vesile olmuĢtur. Bu ise Ģüphesiz, coğrafyadan iktisada, psikolojiden antropolojiye, sosyolojiden dilbilime uzanan bir yelpazede insanı ve toplumu konu edinen diğer sosyal bilim disiplinleriyle iĢbirliğinin pekiĢmesini sağlamıĢtır.

Annales Okulu‟nun, 19. yüzyıldaki tarihyazımına karsı, bir dizi isyan hareketinden biri olarak Febvre ve Bloch tarafından kurulduğu 20. yüzyılın baslarından günümüze kadar gelinen süreçte, 20. yüzyılın tarihsel düĢüncesindeki belki de en önemli dönüĢümleri temsil ettiği söylenebilir. Annales hareketinin genel karakteristiğine bakıldığında, genel eğilim olarak ortaya çıkan özellikleri sayesinde hem Polonya‟dan Brezilya‟ya, Ġngiltere‟den

14 Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm XV.-XVIII. Yüzyıllar, Cilt 1, Gündelik Hayatın Yapıları, (2. Baskı), Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ġmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2004, s.

(9)

9 Ġtalya‟ya, Türkiye‟den Hindistan‟a uzanan bir yelpazede tarihsel araĢtırmalara çoğu bilimsel hareketten daha etkili bir model sağladığını ve hem de tarihin merceğini toplumun hemen her alanına doğru çevirmesiyle 20. yüzyılda ortaya çıkan pek çok tarihçilik anlayıĢına uygun zemini hazırladığını söylemek mümkündür.

6. TÜRKĠYE‟DE ÇAĞDAġ TARĠHÇĠLĠĞĠN BAġLANGICI

Tarihçiliğin Türkiye‟deki serüveninin baĢlangıcı ve geliĢimi de dünyanın diğer taraflarında izlenen yollardan, arada bazı açı ve mesafe farkları barındırmakla beraber, tümden bağımsız değildir. Dolayısıyla, Türkiye‟de çağdaĢ anlamda tarihçiliğin, doğusu ve ilk evreleriyle, modern tarihyazımının ortaya çıkıĢ dönemleri arasında büyük ölçüde paralellikler olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye‟deki tarihçiliği, modern anlamda ortaya çıktığı 20.

yüzyılın baĢlarında belirleyen temel faktörler, Osmanlı geleneksel tarih yazıcılığından devralınan miras, 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve giderek güçlenen Türk milliyetçiliği ve 19. yüzyıl Osmanlı aydınını derinden etkileyen pozitivist düĢüncedir.

Zafer Toprak, Türkiye‟de çağdaĢ tarihçiliğin geliĢimini incelediği makalesine, Türkiye‟deki tarihçiliğin Osmanlı düĢün geleneğinden etkilendiğini kaydederek baslar.15 Osmanlı tarih yazıcılığının yarattığı geleneğin, Türkiye‟deki tarihçiliği önemli ölçüde etkilediği ve bu geleneğin, Cumhuriyet dönemi tarihyazımına hem zihniyet hem de üslup ve tarz olarak önemli izler bıraktığını söylemek mümkündür.16

Bir imparatorluk tarih geleneği olan Osmanlı tarih yazıcılığında, tarihi yazan kiĢiler, yönetici seçkinlere mensupturlar ve bu durum neticesinde, genel anlamıyla Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun tarihsel varlığı, devlet ve iktidar anlayıĢı, sarayda resmi bir konumu olan Osmanlı tarihçisinin ya da vakanüvisinin dünya görüsünün temelini oluĢturmaktadır.17 Bu nedenle, Halil Ġnalcık‟ın da altını çizdiği gibi, Osmanlı tarih yazıcılığının çeĢitli evreleriyle, Osmanlı tarihinin geliĢimi arasındaki iliĢki, imparatorluk tarihçiliği ile siyasi iktidar arasındaki korelâsyona doğrudan bağlantılıdır.18 Ortaylı da, Osmanlı tarih yazıcısı için imparatorluğun mevcudiyetinin, süregelen düzeninin, reayanın üzerindeki meĢru yönetim kurallarının gözetiminin ve rüĢvet ve zulme sapılmaması gibi klasik devlet prensiplerinin önemli olduğunu kaydeder. Osmanlı tarih yazıcılığında kullanılan terminolojinin tipik özellikleri, saltanatın ve meĢruiyetin tartıĢmaya açık olmayıĢı ve devlete karsı baĢlatılan isyan hareketlerinin toptan karalanmasıdır. Ortaylı‟ya göre, Osmanlı tarih yazıcısı kendisini ricalin ve devlet sorumluluğunun doğrudan içinde görmese bile, son tahlilde devletin bir parçası ve sadık bir hizmetkârı konumundadır.19 Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun klasik döneminde tarih yazıcılığı, daha çok yöneticilerin hayatlarının, özellikle de askeri ve siyasi baĢarılarının bir anlatısı seklindedir. Ersanlı‟ya göre, Osmanlı tarih yazıcılığındaki egemen akımın imparatorluğun baĢarıları etrafında dönmesinin ve padiĢahın yetkisinden sorgu sual olmamasının bir diğer sebebi; Osmanlı tarih yazıcısının zaman ve mekân anlayıĢının, imparatorluğu baĢka ortamlarla ya da çeĢitli zaman kesitleriyle karĢılaĢtırma yapmak suretiyle gözlemlerde bulunabilecek Ģekilde geniĢ tutulamaması nedeniyledir.20 Ġmparatorluk döneminde tarih yazıcılığının temel amacı, tarihsel varlığın kaydedilmesi yoluyla, gelecekteki

15 Zafer Toprak, “Türkiye‟de Çagdas Tarihçilik (1908–1970)”, Türkiye‟de Sosyal Bilim AraĢtırmalarının GeliĢimi, Sevil Atauz (der.), Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ankara, 1986, s. 431.

16 Büsra Ersanlı, Ġktidar ve Tarih: Türkiye‟de “Resmi Tarih” Tezinin OluĢumu (1929–1937), (3. Baskı), ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2003, s. 47.

17 BüĢra Ersanlı, a.g.e s.47

18 Halil Ġnalcık, Osmanlı Tarihinin YükseliĢi (The Rise of Ottoman Historiography) s. 152.

19 Ortaylı, “Osmanlı Tarihyazıcılığının Evrimi Üstüne DüĢünceler”, s. 422.

20 Ersanlı, a.g.e., s. 49.

(10)

10 iddia ve taleplerin temellerini oluĢturmaktır. Bu döneme kadarki Osmanlı tarihçiliğinin tek bir konuyu esas almaktan ziyade, temelde gelecekte hatırlanmak amacıyla olayların destansı bir aktarımı yoluyla siyasal meĢruluk için bir temel oluĢturduğunu söylemek mümkündür.

Özetle, Osmanlı tarih yazıcılığının, kendisinden sonraki döneme bıraktığı en önemli miras, tarihin siyasal meĢruiyet için yazılmıĢ olmasıdır. Siyasal meĢruiyeti sağlamanın en doğrudan yolu ise, tarihi yazanla yapanın aynı dar çevrenin insanları olmalarıdır.21

7. 19. YY. OSMANLI DEVLETĠNDE TARĠH YAZICILIĞI

19. yüzyıl, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun, basta ekonomik ve siyasi alandaki değiĢiklikler olmak üzere, birçok alanda köklü dönüĢümler yaĢadığı bir dönemdir. Askeri alanda baĢlayan modernleĢme22 süreci, gerek içsel gerekse de dıĢsal faktörlerin etkisiyle, çok geçmeden diğer alanlara da yayılmıĢ ve Osmanlı reformasyonu bu dönemde doruk noktasına ulaĢmıĢtır. Ġmparatorluğun en uzun yüzyılı olarak nitelenen 19. asır, aynı zamanda var olan değiĢme Ģekillerinin de değiĢtiği bir dönem olmuĢtur.23 Bu hızlı dönüĢüm, Ġmparatorluk‟taki toplumsal yasamın pek çok alanında karĢılığını bulur. Farklı Ģekilde yönetilmeye, farklı Ģekilde örgütlenmeye ve farklı Ģekilde eğitilmeye baĢlayan Osmanlı toplumu, artık yavaĢ yavaĢ farklı biçimlerde düĢünmeye de baslar. Tarihçilik de Ģüphesiz, düĢünüĢ sekilerindeki bu farklılaĢmadan bağımsız değildir. Nitekim sözü edilen dönemde Osmanlı tarih yazıcılığında bilimsel ve tarihsel bir dönüĢüm baslar. Artık, söz konusu olan, “Osmanlı‟nın dünyasını baĢkalarının da bulunduğu bir dünyanın içinde anlamaya çalıĢmak, vakayiname ve rivayetlerin yanında, vesikalara da el atmak, yabancı dildeki tarihleri okumaktır.”24

19. yüzyılın baslarından milliyetçi ideolojinin etkisini giderek hissettirmeye baĢladığı yüzyılın son çeyreğine dek geçen dönemde, Osmanlı tarih yazıcılığı ile Avrupa‟daki tarih çalıĢmaları arasındaki temel ayrımın, reformasyonu ve kuruluĢ arasındaki farklılık noktalarında olduğunu belirtmek mümkündür. Bu dönemde, Osmanlı‟daki tarih araĢtırmalarının arkasında yatan esas nedeni imparatorluğun hemen her alanında yaĢanan duraklamayı ve tıkanmayı engellemeye yönelik çabalar oluĢtururken Avrupa‟da yapılan tarih araĢtırmalarındaki temel etmen, yeni ideolojik perspektifi pekiĢtirmek amacıyla geçmiĢi icat etme ve anlatma doğrultusundadır. Dolayısıyla da, reformasyon-kurulus ikiliği tarihçiliğe, sözü edilen dönemde Osmanlı‟da, geleneksel tarih yazıcılığında yapılmaya çalıĢılan reformlar, Avrupa‟da ise yeni bir tarih disiplininin ortaya çıkması seklinde yansımıĢtır. Çoğu yenilik hareketinin baĢlangıcında olduğu gibi, Osmanlı tarih yazıcılığındaki yenilik hareketinin ilk dönemlerinde de, çeviri faaliyeti önemli bir yerdedir. 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı aydınları ve tarihçileri, 19. yüzyıla kadar pek az ilgilendikleri ve bildikleri Avrupa‟da yayımlanmıĢ olan tarih kitaplarının çevirilerini yaparak veya yaptırarak tarih

21 Ersanlı, a.g.e., s. 52-67.

22 “Kısaca özetlemek gerekirse, modernleĢme, kapitalizmin geliĢmesiyle ilgili, bu geliĢmenin ürünü olan bir süreçtir. Kapitalizm öncesi geleneksel yapıların çözülmesi, merkezi bir pazarın oluĢması, teknolojinin sıçramalı geliĢimi, meta üretiminin yaygınlaĢması ve ücretli emeğin baĢat kategori haline gelmesi, kapitalizmin geliĢmesine eĢlik eden süreçlerdir. Sürecin modernleĢme bağlamındaki göstergeleri arasında kentleĢme, okullaĢma, kitle iletiĢim araçlarının yaygınlaĢması, modern siyasal partilerin ortaya çıkması ve devlet mekanizmasının teknik anlamda rasyonelleĢtirilmesi, vb. yer alır.” Metin Çulhaoglu, “ModernleĢme, BatılılaĢma ve Türk Solu”, Modern Türkiye‟de Siyasi DüĢünce, Cilt 3: ModernleĢme ve Batıcılık, Uygur KocabaĢoğlu (ed.), (3. Baskı), Ġstanbul, 2004, s. 170.

23 Ġlber Ortaylı, Ġmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, ĠletiĢim Yayınları, (15. Baskı), Ġstanbul, 2003, s. 14.

24 Ortaylı, a.g.e. s. 424.

(11)

11 alanında ortaya çıkan yeni yöntemleri ve akımları izlemeye baĢlamıĢlardır.25 Bu çaba, Avrupalı tarihçilerin Osmanlı tarihi üzerine çalıĢmalarını okumayla da eĢ zamanlıdır.

Pozitivist düĢüncenin, Avrupa‟da 19. yüzyılda yarattığı büyük etkinin benzerini, Osmanlı aydınları 19. yüzyılın sonlarında yasamıĢlardır. Bu dönemde, pozitivist yaklaĢımın izleri basta siyaset olmak üzere felsefeden edebiyata, tarihten sosyolojiye uzanan bir yelpazede, hemen hemen tüm alanlarda izlenebilir. BeĢir Fuat, Ahmet Rıza, Salih Zeki, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet ġuayb ve Ziya Gökalp pozitivizmi çeĢitli yönleriyle ele alarak Osmanlı düĢünce hayatına sokan isimler arasında ilk elden sayılabileceklerdir.

Geleneksel toplumdan sanayi toplumuna geçiĢ sürecinde bir toplumsal belirsizlik ve kargaĢa dönemi yasayan Avrupa toplumlarıyla, 19. yüzyılın sonlarındaki Osmanlı toplumunun yaĢadığı durum arasında kurulan paralellik ve pozitivist düĢüncenin Avrupa toplumları için önerdiği pozitif bilimlerin ısıgında, karmasa ve düzensizlik yerine “düzen” saglandıktan sonra

“ilerleme”nin sürdürülebileceği görüsü, tahmin edilebileceği gibi, Osmanlı aydınlarının pozitivizme yaklaĢmasını ve bu yaklaĢımı benimsemesini kolaylaĢtırmıĢtır.26

8. TÜRK MODERN TARĠH YAZICILIĞI VE ANNALES ETKĠSĠ

Avrupa‟da 19. yüzyılın baslarında tarihin profesyonel bir disiplin olarak ortaya çıkması ve kurumsallaĢması sürecinin, Türkiye‟de uygun Ģartların oluĢmasıyla birlikte, 1908 Devrimi‟ni takip eden dönemde gerçekleĢtiğini söylemek mümkündür. Ersanlı‟ya göre, ulusal tarihyazımının zeminini hazırlayan en belirgin katkı MeĢrutiyet döneminde olmuĢtur ve Türk ulusçu tarihçiliğinin geliĢmesinde II. MeĢrutiyet bir dönüm noktası niteliğindedir.27

Toprak‟ın ifadesiyle 1908 Devrimi‟nden sonraki ulusal tarihçilik, geleneksel Osmanlı vakanüvisliğinden kopuĢu simgeler. Toprak‟a göre, Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocağı gibi dergiler, bu kopuĢun düĢünsel ortamını yaratmıĢ; Tarih-i Osmanî Encümeni ise sistematik yayınlarıyla yeni bir tarihçilik anlayıĢına yol açmıĢtır.28 Mustafa Oral da, Osmanlıların modern anlamda tarih anlayıĢı ile tanıĢmaları ve bu ölçütlere göre tarih araĢtırmaları yapmaya baĢlamalarının 1908 ile baĢladığını kaydeder. Oral‟a göre, Türkiye‟de modern tarihyazımı ve tarih anlayıĢı da söz konusu dönemde ortaya çıkmıĢtır.29 Bu dönemdeki görece özgür düĢünsel ve siyasal ortam, fikir ve edebiyat hayatına büyük bir canlılık getirmiĢtir. Bunun yanında özellikle Balkan Harbi‟ni sona erdiren 1913 yenilgisinin ardından, Türk milliyetçiliği Ġnalcık‟ın deyiĢiyle “milli hareket haline gelmiĢ ve memleket fikriyatında hâkim cereyan halini almıĢtır”.30 Köprülü de 1913 yılında yayımlanan bir makalesinde, “MeĢruiyetin ilanından sonra eski idarenin Ģiddetle menettiği tarihçilik merakı memlekette adeta müfrit bir surette hüküm-ferma olmaya baĢladı” diye yazarak, söz konusu değiĢimi tasvir eder.31 Bu geliĢmeler ise, bilimsel tarihçiliğin yeniden yayılması ve 1878 öncesinden daha ileri bir düzeye ulaĢmasının temelini oluĢturmuĢtur. Bu dönemde, Darülfünun‟daki Tarih ġubesi

25 Mükremin Halil Yinanç, “Tanzimattan MeĢrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik”, Tanzimat I, Maarif Matbaası, Ġstanbul, 1940, s.574

26 BarıĢ Alp Özden, “Ahmet Rıza”, Modern Türkiye‟de Siyasi DüĢünce, Cilt 1: Cumhuriyet‟e Devreden DüĢünce Mirası: Tanzimat ve MeĢrutiyet‟in Birikimi, Mehmet Ö. Alkan (ed.), (6. Baskı), ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2004, s. 120-121.

27 Ersanlı, a.g.e., s. 79-91.

28 Zafer Toprak, “Türkiye‟de ÇağdaĢ Tarihçilik (1908-1970), s. 431.

29 Doç. Dr. Mustafa Oral, Türkiye‟de Romantik Tarihçilik (1910–1940), Asil Yayın Dagıtım, Ankara, 2006, s.

iii.

30 Halil Ġnalcık, “Türk Ġlmi ve Fuad Köprülü”, Türk Kültürü, no. 65, Mart 1968, s. 290.

31 Ayhan Akman, “Milliyetçilik Kuramında Etnik/Sivil Milliyetçilik KarĢıtlığı”, Modern Türkiye‟de Siyasi DüĢünce, Cilt 3, s.7

(12)

12 dıĢında, vilayetlerde de Ģubesi açılması düĢünülen Abdurrahman ġeref baĢkanlığında 1909 yılında kurulan Tarih-i Osmanî Encümeni‟nin diğer üyeleri, Ġsmail Zühtü Bey, Ġskender Hoca Efendi, Ahmet Midhat Efendi, Mehmet Efdalettin Bey, Necip Asım Bey, Diran Kelekyan Efendi, Mehmet Arif Bey, Karolidi Efendi, Ali Seydi Bey, Ahmet Refik Bey ve Ahmet Tevhit Bey‟dir.32 Ġsmi Yusuf Akçura‟nın adıyla özdeĢ sayılan Türk Yurdu dergisi, Türkiye‟de modern tarihçiliğin ortaya çıkıĢ aĢamasında önemli bir yerde durur. 1911 yılında Mehmed Emin, Ahmed Ağaoğlu ve Yusuf Akçura tarafından kurulan derginin diğer yazarları, Fuad Köprülü, Mehmed Tahir, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canib‟tir.

Annales Okulu ya da hareketinin Türkiye‟deki tarihyazımına etkisi bağlamında bir milat ve temel özellikleri bakımından birbirinden büyük ölçüde bağımsız olan bir dönem söz konusudur. Bu, doğrudan Annales hareketine mensup tarihçilerin çalıĢmalarından çeĢitli ölçülerde etkilenilerek, 1930‟lu yıllarda Fuad Köprülü‟yle (1890–1966) baĢlayan ve esas olarak, Ömer Lütfi Barkan (1903–1979), Mustafa Akdağ (1913–1972) ve Halil Ġnalcık‟ın (d.1918) çalıĢmalarında izlerini gösteren bir etkileĢim sürecidir.

ÇeĢitli yerlerde, ele alınan dört tarihçinin hepsi için de Annales etkisinin Türkiye‟deki baĢlatıcısı sıfatı uygun görülmüĢtür. Örneğin Kayalı, Annales Okulu‟ndan Türkiye‟de ilk etkilenen isimler olarak Barkan ve Akdağ‟ı iĢaret eder.

“Türk sosyal bilim literatürüne Annales etkisi bir yönü itibariyle Wallerstein aracılığıyla girmiĢtir. Diğer yönü itibariyle de çok daha önceleri, 1950‟li yılların basında, Ömer Lütfi Barkan‟ın Annales hareketinin baĢka mensuplarından bahsetmeyip 1949 yılında kitabın yayımlanmasından hemen sonra Akdeniz Dünyası üzerine bir metin yazması suretiyle gerçekleĢmiĢtir. Mustafa Akdağ da yazdığı metinlerde Braudel‟in kitabına göndermelerde bulunmuĢtur.”33

Halil Ġnalcık ise Annales‟in Türkiye‟deki etkisinin baĢlangıcı üzerine farklı kaynaklarda farklı isimler zikreder.

“1950‟de Londra‟dan Paris‟e geldim ve Braudel‟in kitabını aldım; kongrede de en hararetli konuĢmalar ve tartıĢmalar bu kitap üzerineydi. Türkiye‟ye dönünce, 1950‟de, Belleten‟deki yazımda Braudel‟den çok istifade ettim. Barkan, Ġktisat Fakültesi mecmuasında bir tanıtma yazısı yazdı. Braudel‟in Annales tarihçiliği bu suretle Türkiye‟de baĢlamıĢ oldu.”34

Bu anlatıma göre, Annales Okulu‟nun Türkiye‟deki etkisinin baĢlangıcı 1950‟de Barkan‟ın makalesiyle ve Braudel üzerinden olmustur. Ġnalcık da hemen hemen aynı tarihlerdeki çalıĢmasıyla söz konusu etkiyi daha baĢlangıç evresinde pekiĢtirmiĢtir.

“Akdağ‟ın Belleten mecmuasında Osmanlı devletinin ekonomik tarihi üzerine uzunca iki makalesi çıkmıĢtı. Osmanlı arĢiv vesikalarını kullanıyor; fakat birtakım fantastik teorileri var. Makaleyi beğenmedim ve bir tenkit yazısı yazdım, uzun bir makaleydi: „Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun KuruluĢ ve ĠnkiĢafı Üzerinde Türkiye‟nin Ġktisadi Vaziyeti üzerine bir tetkik münasebetiyle‟ (Belleten, XV, 1951, 629–690). Sosyal ve ekonomik tarihimiz üzerinde

32 Doç. Dr. Mustafa Oral, Türkiye‟de Romantik Tarihçilik (1910–1940), Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s.

92

33 KurtuluĢ Kayalı, “Annales Hareketinin Türkiye Serüveni O Kadar Açıklayıcı Ki…”, Annales Okulu, s. 8.

34 “Tarihçilerin Kutbu”: Halil Ġnalcık Kitabı, söyleĢi: Emine Çaykara, Türkiye _s Bankası Kültür Yayınları, (3.

Baskı), Ġstanbul, 2005, s. 215.

(13)

13 yazdığım ilk önemli makalelerimden biri sayarım. Makalemde özellikle Ġngiliz „Calendar‟

kaynaklarını, arĢiv vesikalarını, Braudel‟i kullandım.”35

Türkiye‟deki Annales etkisinin Köprülü‟yle baĢladığını kaydedenlerden biri, Zafer Toprak‟tır. Toprak‟a göre, Köprülü ile birlikte Osmanlı tarihçiliği bilimsel temeller üzerine oturtulmuĢ, tarihin yöntem ve kavramsallaĢtırılmasında Febvre ve Annales Okulu, Türkiye‟deki tarihyazımında etkin bir konum kazanmıĢtır.36 Halil Berktay da Türkiye‟deki Annales etkisinin ilk izlerinin Köprülü‟nün çalıĢmalarında ortaya konulduğunu ifade eder.

Gerçekten de Annales Okulu‟nun Türkiye‟deki tarihyazımına etkisi, 1950‟lerde Braudel kanalıyla, Barkan, Akdağ ya da Ġnalcık üzerinden değil; henüz Braudel‟in önemli çalıĢmalarının yayımlanmadığı ve dolayısıyla Bloch ve Febvre‟in çalıĢmalarının tesiriyle, 1930‟lu yıllardan itibaren Fuad Köprülü ile baĢlamıĢtır. Bu durum, Ģüphesiz, Avrupa‟daki sosyal tarihçilik anlayıĢının, Türkiye‟deki modern tarihyazımının çok erken dönemlerinden itibaren yansımalarının görülmeye baĢladığı tespitiyle de uyum halindedir.

Berktay‟a göre, karĢılaĢtırmalı yöntemin yalnız Türk-Ġslam kültür dairesinin kendi içindeki karĢılaĢtırmalar ölçeğinde kullanılması doğrultusunda Köprülü, herhangi bir Osmanlı kurumunu üzerinde yükseldiği diğer Ortaçağ toplumlarıyla ortak maddi koĢullara bağlamaktan ziyade, mutlaka Türklerin önceki tarihi içindeki benzerlerinden kesintisiz bir evrim içinde türetmeye çalıĢır ve bu dar soy kütükleri arayıĢı onu zaman zaman Osmanlı‟nın kendine özgülüğü temasının sınırlarında dolaĢmaya götürür.37 Fakat karĢılaĢtırmalı metodun bu haliyle kullanımının bile, söz konusu dönemdeki Osmanlı tarihi araĢtırmaları açısından büyük bir sıçrama olduğunu söylemek mümkündür. Zira dönemin Osmanlı tarihi üzerine olan çalıĢmaları, Osmanlı Ġmparatorluğu tarihini, Selçuklu ve daha önceki siyasi kurumlara değinmeden, Osmanlı tarihinin dar çerçevesinden çıkmaksızın ele alıyorlardı. Yerine getirilmesi gereken sorumluluğun Ġslam kavimlerinin tarihi ilerlemesi üzerine yoğunlaĢılması olarak ortaya konulması ise, Köprülü‟nün tarihe bakısının özü hakkında fikir verir.

Hatırlanacağı gibi Bloch‟a göre tarih, her Ģeyden önce değiĢmenin bilimidir. Paralel bir biçimde Köprülü de, tarihçinin amacını “herhangi bir cemiyetin muayyen bir zaman ve mekân içindeki gidisinin sebeplerini izah etmek, onu içtimai hayatının türlü türlü tezahürleriyle realiteye en yakın Ģekilde canlandırabilmek” olarak tanımlar.38 Bunu gerçekleĢtirebilmenin yolu Köprülü‟ye göre:

“ĠĢte, hareket noktası olarak bu esas kabul edildikten ve mes‟ele bu tarzda ortaya konduktan sonra, bunun hal ve izahı için tutulacak yol kendiliğinden teayyün eder: Bu, tarih metodolojisinin bugünkü tekniğine göre, eldeki membaların harici ve dâhili tenkitini yapmak;

vak‟anüvislerin muayyen maksatlarla uydurdukları lejantlara, silsile-namelere müspet bir mahiyet atfetmeyerek onları kullanmaktan vazgeçmek; siyasi ve askeri tarihe ait vak‟aların meskûk olanlarına, devamlı bir eser bırakmayan küçük askeri vak‟alara ehemmiyet vermeyerek yalnız esasi mes‟elelere dikkat çekmek; sadece kroniklere bağlı kalmayarak daha ziyade –hiç olmazsa onlar kadar- içtimai tarih problemlerini halle yarayacak sair cins vesikalara ehemmiyet vermek; XIII-XIV. asırlardaki Anadolu Türk cemiyetinin harici cephesindeki mütemadi tahavvülleri göstermekten ziyade, bu cemiyeti terkip eden muhtelif anasırın tabakalarını, mütekabil vaziyetlerini, kuvvet ve zaaf amillerini, aralarındaki zıddiyet veya tesanüd sebeplerini, yani dâhili hayatındaki değiĢiklikleri araĢtırmak; daha kısa bir tabir ile bu cemiyetin siyasi ve askeri hadiselerinden ziyade morfolojisini ve dini, hukuki, iktisadi,

35 “Tarihçilerin Kutbu”, s. 129.

36 Toprak, “Türkiye‟de ÇağdaĢ Tarihçilik (1908-1970)”, s. 433.

37 Berktay, Cumhuriyet Ġdeolojisi ve Fuad Köprülü, s. 92.

38 Köprülü, Osmanlı Ġmparatorluğunun Kurulusu, s. 59.

(14)

14 bedii müesseselerinin tekâmülünü tespite çalıĢarak tarihi bir terkip vücuda getirmek. Ancak elde mevcut her cins malzemeden istifade edilerek yapılacak böyle bir sentez, bize Osmanlı devletinin kurulusu probleminin tarihi realiteye en yakın izahını verebilir.”39

AnlaĢıldığı üzere, Köprülü, hem belge ve kaynak eleĢtirisine gönderme yapıyor hem söylence ve kanıt arasındaki farkın altını çizerek araĢtırmanın hangi kaynaklara dayanması gerektiğini belirtiyor hem söz konusu kaynakların ve dolayısıyla araĢtırma araçlarının çeĢitliliğinin zengin tutulmasının önemine dikkat çekiyor ve hem de 19. yüzyıldaki egemen tarih anlayıĢının olayların merkezine devleti yerleĢtirmesi ve siyasetin belirleyici unsuru olarak dıĢ siyaseti görmesiyle arasına mesafe koyuyordu.

Köprülü‟ye göre “hikâyeci tarih” ile “terkibi tarih” arasındaki fark, ikinci ile uğraĢanların “bir cemiyetin tarihi tekâmülünü anlamaya” yönelmelerindedir. Bu nedenle de, Köprülü tarihçiden belirli bir durumun eksiksiz bir tasvirinden ziyade, tüm olgular içinden

“binlerce ehemmiyetsiz, feri, mükerrer hadiseler”i ayıklayabilmesini ve yapılar ve olaylar arasındaki nedensel iliĢkileri belirlemeye yönelik kuramsal bir yaklaĢım geliĢtirmesini talep eder. Köprülü‟nün tarih tahayyülüne iliĢkin kaydedilmesi gereken bir diğer önemli mesele, sosyal tarihçilik anlayıĢıdır. Köprülü‟nün insan etkinliğinin hemen hemen tüm alanlarını kapsayan sosyal tarihçiliğe yönelik vurgusu, onu, tarihin merkezine siyasal olanın yerleĢtirildiği Avrupa‟nın 19. yüzyıldaki egemen tarih tahayyülünden tartıĢmasız bir biçimde ayırır.

Köprülü‟nün tarih anlayıĢını 19. yüzyıl Avrupa‟sındaki egemen tarihçilik anlayıĢından ayıran ve Annales‟in geliĢtirdiği tarih tahayyülüyle paralel hale getiren bir diğer önemli nokta, araĢtırma araçlarının çeĢitliliği meselesidir. Hatırlanacağı gibi, 19. yüzyıldaki egemen tarih anlayıĢının vardığı uç bir yoruma göre, tarih çalıĢmalarında kullanılması gereken neredeyse yegâne geçerli kaynak, arĢiv belgeleriydi. Annales Okulu ise tarihçiliğin ortada hiçbir yazılı doküman yoksa bile, insana dair olan her Ģeyden faydalanılarak yapılabileceğini savunuyordu.

Köprülü de, çalıĢmasını yaptığı tarihte her ne kadar Osmanlı‟nın kurulusuna dair elde fazla

“kaynak” olmasa da, yararlanılabilecek diğer araĢtırma araçlarından söz ediyordu ve sadece

“kabul gören” belgelere saplanıp kalan tarihçileri eleĢtiriyordu.

Köprülü‟nün çalıĢmalarının kurgulanıĢı, esas olarak Annales ile benzer biçimde sorun odaklı analizlere dayanır ve dolayısıyla, tanımlayıcı değil açıklayıcı bir nitelik taĢır. Bunun yanında, Köprülü‟nün incelemelerinin merkezinde siyasal olan bulunmaz. Aksine Köprülü, odak noktasını askeri ve siyasal olaylara ayırmıĢ bulunan tarihçilik tahayyülünü sert bir dille eleĢtirmiĢ ve Annales Okulu‟na mensup tarihçilerle paralel bir biçimde disiplinler arası bir yaklaĢımı savunarak, tarihsel açıklamalarını bu tutum doğrultusunda inĢa etmiĢtir.

Bir diğer Türk Tarihçisi olan Ömer Lütfi Barkan‟ın taraflı tarafsız hemen tüm gözlemciler, Annales Okulu‟ndan bir ölçüde etkilendiğini belirtmiĢlerdir. Barkan‟ın tarihçiliğini belki de en çok eleĢtiren Berktay bile, çeĢitli yerlerde Barkan‟ın Braudel‟den esinlendiğini kaydeder.

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi‟nde doğrudan Halil Berktay tarafından kaleme alınan “Tarih ÇalıĢmaları” maddesinde, Berktay “Osmanlı arĢivlerinin bilim dünyasına açılmasına büyük emeği geçmiĢ olan Ord. Prof. Barkan, Osmanlı ekonomisinin

39 Köprülü, a.g.e., s. 58.

(15)

15 yapısını ve dünya ekonomisindeki yerini „Annales‟ ekolünün bilim yöntemleriyle inceleyen çalıĢmaları ile Batıdaki bilim çevrelerinden de saygı görmüĢ bir iktisat tarihçisidir.” der.

Liberal-milliyetçi Köprülü‟den yaklaĢık 15 yıl sonra doğan Barkan, Berktay‟a göre,

“kelimenin tam anlamıyla Atatürk devletçiliğinin ürünü” ve Tek Parti ve Milli ġef dönemlerinin tipik bir devletçi-milliyetçisi olarak, bu dönüĢümün bas mimarı görünümüne bürünür. Nitekim Barkan, Berktay‟ın ifadesiyle, kariyerindeki bütün önemli dönüm noktalarını da o devletin tayin edici müdahalelerine borçludur.

“Ve Barkan çok ilginç bir yoldan dâhil olmuĢtur bu mesleğe: O‟nu belirli bir ekonomi, sosyoloji ya da felsefe bilgisi edilmiĢliğinden çok, bir memur, bir fonksiyoner, bir devlet kadrosu olması belirler. Bunun altını çiziyorum: Barkan önce kendisi bir kamu görevlisi olmuĢ, sonra sipahileri „memur‟ ve „kamu görevlisi‟ olarak resmetmiĢtir. Çünkü hayatının Köprülü‟ye göre daha geç bir döneminde, Barkan‟a, düpedüz tarihçi olmasını emreden devletin kendisidir.”40 Bu nedensellik iliĢkisi kapsamında da, Barkan hemen her fırsatta

“emri yerine getirmek” için çabalamıstır42 Barkan‟ın tarihçiliğinde ele aldığı temel unsurlar

“Osmanlı Ġmparatorluğu‟nu teĢkil eden köylü milletleri” ve “bu milletleri vücuda getiren çiftçi yığınları” gibi sosyal tarihçiliğin incelenmesi gerektiğini vurguladığı kitlelerdir. Ayrıca çalıĢmada, mesele ele alınırken, gene Köprülü‟de olduğu gibi sınırlı bir biçimde de olsa, karĢılaĢtırmalı bir yöntem izlenir. Barkan 1936‟dan itibaren, hem Türkçe hem de yabancı dillerde yayımlanan pek çok kitap üzerine yazdığı yazılarında, felsefeden sosyolojiye, iktisat tarihinden psikolojiye uzanan bir yelpazede sosyal bilimlerin hemen tüm alanlarındaki çeĢitli araĢtırmaları incelemiĢtir. Nitekim kendisine göre, Braudel‟in eserinden Türkiye‟deki tarihçilerin çıkarması gereken en temel ders “Osmanlı tarihini dıĢ âleminden tecrit edilmiĢ kapalı bir muhitte, yalnız kendi zati inkiĢaflarının mantığı içinde, müstakil bir varlık gibi mütalaa ve izah etmenin mümkün olamayacağı kanaati”dir.41

Barkan‟ın özellikle, arĢiv belgelerinin dokümantasyonu üzerine yaptığı çalıĢmaların, Türkiye tarihçiliğine yaptığı en önemli katkılardan biri olduğu pek çok yerde kaydedilir.

Barkan‟ın arĢiv çalıĢmalarının arkasında yatan temel amaç, Osmanlı tarihçiliğinin “konu ve yöntemlerini tamamıyla değiĢtirilmesi”, “halk yığınlarının türlü tesirler altında geliĢmekte olan hayatını aydınlatabilecek olan sosyal ve ekonomik kanunların…bulup çıkartılması”, sosyal ve ekonomik konuların “modern tarih anlayıĢının icap ve örneklerine göre iĢleyebilmek”tir ve bu temel amaç doğrultusundaki araç da “Osmanlı tarihçiliğinin Ģimdiye kadar iltifat etmedigi bir kısım arsiv malzemesi kaynaklarına sahip çıkılması”dır. Bu anlayıĢın, izlerine Barkan‟ın bu yöndeki hemen hemen tüm çalıĢmalarında rastlanır.

Bir diğer tarihçimiz olan Mustafa Akdağ‟ın çalıĢmalarında, Annales‟le özdeĢlesen hemen tüm belli baslı özelliklere rastlamak mümkündür. Kayalı‟nın da belirttiği gibi, Akdağ‟ın amacı Osmanlı öncesinden Cumhuriyet dönemine kadar bir sosyo-ekonomik tarih yazma giriĢimidir. Kayalı‟ya göre, Akdağ‟ın doktora çalıĢmasına dayanan ilk makalesinde tarihe nasıl yaklaĢtığının, tarih çalıĢmalarının nasıl anlaĢılması gerektiğinin izlerine rastlamak mümkündür. Denilebilir ki, Akdağ henüz akademik çalıĢmalarının baĢlangıç döneminden itibaren iktisadın, tarihin anlaĢılması bakımından en temel belirleyen olduğunu düĢünmektedir.42 Akdağ‟ın beĢ cilt olarak planladığı ancak iki cildi yayımlanan, Türkiye‟nin

40 Berktay, “Dört Tarihçinin Sosyal Portresi”, s. 38- 41.

41 Ömer Lütfi Barkan, “Fernand Braudel” Ġktisat Fakültesi Mecmuası, 12/1-2, Ekim 1950-Ocak 1951, s. 174- 175.

42 KurtuluĢ Kayalı, “Mustafa Akdağ‟ın Tarihçiliği Üzerine Bazı DüĢünceler”, Türk DüĢünce Dünyasının Bunalımı: Görüntüdeki Dinamizmin Gölgelediği Tıkanıklık, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2000.

(16)

16 Ġktisadi ve Ġçtimai Tarihi adlı kitabının 1243–1453 dönemini ele alan ilk cildi 1959 yılında yayımlanmıĢtır. Bu çalıĢmasının bütününde Akdağ, tarih boyunca Türkiye‟nin sürdürdüğü ekonomi ve toplum hayatını, kendi deyisiyle cemiyetin geçmiĢten bugüne olan bağlantısı çerçevesinde ortaya çıkarmayı amaçlamıĢtır. “ġimdiye kadar pek o kadar üzerinde çalıĢılmamıĢ olan bu konu”nun kaynaklarını esas olarak, “askeri ve siyasi tarih konusundakinden farklı olarak”, arĢiv vesikaları, vakıfnameler ve eski mahkeme defterleri oluĢturmaktadır.43 Akdağ‟ın çalıĢmasının basına düĢtüğü notlardaki, 19. yüzyılda tarihyazımının temel ilgi alanını oluĢturan siyasi ve askeri tarihle arasına mesafe koyan, kaynak çeĢitliliğini vurgulayan ifadeler, tarihi nasıl kavradığına iliĢkin fikir vericidir.

Akdağ‟ın tarih anlayıĢının, sosyal tarihçilik yaklaĢımıyla bir diğer ortaklığı incelenen konunun, salt kendi coğrafyasının ya da tarihinin içinde kavranılmaya çalıĢılmasının yerine, karĢılaĢtırmalı bir perspektifle ele alınmaya gayret edilmesidir. Sosyal tarihçilik anlayıĢıyla uyumlu bir biçimde, Akdağ‟ın çalıĢmasında siyasal olanın, çok büyük ölçüde, ikinci planda olduğunu söylemek mümkündür. Daha doğrusu, siyasal olan Akdağ için, ancak sosyal ve ekonomik sonuçları itibariyle kayda değerdir. Ayrıca, Akdağ‟ın çalıĢmasında, medrese öğrencilerinin içine düĢtükleri “ruhsal bunalım”daki tek sebep olarak, iĢaret edilen durum gösterilmez. Akdağ, medrese öğrencilerinin psikolojilerini anlayabilmek için kaldıkları ortamın mimarisini dahi dikkate almıĢ ve ömrünü kendi deyisiyle, “Türk toplumunun tarihinde kendine özgü bir devlet düzeni yaratmıĢ olduğunu”44 açıklamaya adayan Akdağ, tarih anlayıĢının büyük ölçüde içsel faktörlerin etkisinde Ģekillenmesinden ötürü, kelimenin olumlu anlamıyla, kendine özgü bir sosyal tarihçilik anlayıĢıyla çalıĢmalarını gerçekleĢtirmiĢtir.

Halil Ġnalcık‟ın ise bu incelemede ele alınan tarihçiler arasında, çalıĢmalarında ve dolayısıyla tarih anlayıĢında Annales etkisine iliĢkin herhangi bir Ģüphe bulunmayan yegâne tarihçi olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Türkiye‟de Annales Okulu‟nun etkisinin baĢlangıcıyla ilgili kısımda da açıklanmaya çalıĢıldığı gibi, Ġnalcık‟ın, çoğu yerde baĢlangıcın Barkan‟la ve Braudel etkisiyle olduğunu kaydetmesi de bu gözlemle uyum halindedir.45

Tarihsel olayların gerçek sebeplerinin iktisadi ve sosyal arka planda aranmasının yanında, Ġnalcık‟ın çalıĢmasında bir diğer dikkat çekici yön, incelemenin sorun odaklı bir analizle yapılmasıdır. Bunun yanında, Ġnalcık‟ın incelemesi esas olarak Osmanlı Devleti vesikalarına dayanmakla birlikte, çalıĢmada o devirde yaĢamıĢ aydınların, rahiplerin hatıratlarından, gazetelerden ve seyyahların notlarından oldukça yoğun bir biçimde istifade edilir. Ayrıca, köylülerle ağaların rekabetinde her iki kesimin de Ģikâyetleri, talepleri bir arada ele alınmaya çalıĢılır.46 Buradan hareketle de, incelenen sorun tekrar sosyal ve ekonomik olan çerçevesinde analiz edilir.

Ġnalcık, zamanla muazzam bir boyut kazanacak olan üretimin ilk yıllarından itibaren çalıĢmalarını çok büyük ölçüde, sorun odaklı bir perspektifle, disiplinler arası bir yaklaĢımla, insan faaliyetlerinin tüm alanlarını kapsayacak Ģekilde, betimleyiciden ziyade açıklayıcı bir yöntemle ve Ģüphesiz karĢılaĢtırmalı bir metodolojiyle gerçekleĢmiĢtir. ÇalıĢmalarını Ģekillendiren tarihçilik anlayıĢı, Annales ile tanıĢıncaya kadar, büyük ölçüde Annales‟den etkilenen hocası Köprülü ve Barkan‟ın etkisindedir. Braudel‟in çığır açıcı çalıĢmasıyla

43 Prof. Dr. Mustafa Akdağ, Türkiye‟nin Ġktisadi ve Ġçtimai Tarihi, Cilt 1: 1243-1453, BarıĢ Yayınevi, Ankara, 1999, s. 5.

44 Akdağ, a.g.e, s. 6.

45 Halil Ġnalcık, “Akdeniz ve Türkler”, Doğu Batı, 34, Kasım-Aralık-Ocak 2005–2006, s. 133–134.

46 Ġnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, s. 37.

(17)

17 tanıĢmasından sonra ise artık iyiden iyiye incelemelerini sosyal tarihçiliğin katı kuralları ile kaleme almıĢtır ve kendi deyisiyle “Braudel-Barkan okulunun” bir mensubu haline gelmiĢtir.

9. SONUÇ

19. yüzyıl, bilginin disiplinlere ayrıldığı ve profesyonelleĢtiği bir dönem olmuĢtur ve toplumsal bilgiye iliĢkin diğer dallar gibi tarih de, 19. Yüzyılın baslarında profesyonel bir disiplin haline gelirken kendisinden önceki araĢtırmaların oluĢturduğu gelenekten, dönemin bilim anlayıĢı pozitivizmden ve toplumsal siyasal koĢullardan derinden etkilenmiĢtir. Bu dönemde tarih disiplini, disiplin kavramının ruhu gereği, kendi çalıĢma alanını, yöntemini ve araĢtırma araçlarını belirlerken, hangi konuların kendi yetki alanının dıĢında olduğunu da sebepleriyle tanımlama gayretindedir. Bu kurma ve kurumsallaĢma sürecinde, tarih disiplininin geçmiĢteki tarih araĢtırmalarına ve çağdaĢı olan toplumsal bilginin diğer dallarına olan bakısı derinden bir kırılmaya uğramıĢtır.

GeçmiĢteki tarihçilikle ve dönemin diğer sosyal bilim disiplinleriyle aradaki açı farkının altının çizilmesi, profesyonel tarihçiliğin merkezine alacağı araĢtırma alanlarının belirleniminde etkili olmuĢ; bu dönemdeki tarihçilik esas olarak siyasal olana odaklanmıĢtır.

19. yüzyılın baslarında baĢlayan süreç, yüzyıl dönümüne gelindiğinde, tarihçiliğe iliĢkin temel varsayımların, yöntemlerin ve çalıĢma alanlarının evrensel düzeyde kabul edilmesiyle sonuçlanmıĢtır. Yeni filizlenen tarih tahayyülünün eleĢtirileri de birbiriyle iç içe olan bir dizi sebebe dayanır. Sözü edilen muhalefet, 1929 yılında Annales dergisinin Lucien Febvre ve Marc Bloch öncülüğünde yayın hayatına baĢlamasıyla yeni bir boyut kazanmıĢtır. Bloch ve Febvre‟in attıgı temeller, zaman içerisinde Braudel‟in katkılarıyla kuvvetlenmiĢ ve Annales‟in geliĢtirdiği tarih anlayıĢıyla birlikte, tarihin içeriği ve öznesinin kim olduğu gibi sorulara verilen yanıtlar büyük ölçüde değiĢmiĢtir. Dolayısıyla, Annales ile birlikte, 19. yüzyıldaki tarih tahayyülü köklü bir biçimde dönüĢüme uğramıĢtır. Annales‟in çevresinde yer alan tarihçilerin, tarihçiliğe tüm kavramsal ve metodolojik katkıları arasında ve Ģüphesiz bu katkılar sayesinde, yarattıkları en büyük ve önemli dönüĢümü, tarihçiliği hapseden duvarları yıkıĢlarına iliĢkindir.

Türkiye‟de modern anlamda tarihyazımının doğuĢu süreci de, büyük ölçüde Avrupa‟dakiyle benzer faktörlerin etkisi altında gerçekleĢmiĢtir. Avrupa‟daki süreçle paralel bir Ģekilde, Türkiye‟de de tarihçilik, kendisinden önceki tarih araĢtırmalarının oluĢturduğu gelenekten devraldığı miras, Osmanlı aydınını derinden etkileyen pozitivist düĢünce ve Türk Milliyetçiliğinin etkilerinin birleĢiminden doğmuĢtur. Türkiyedeki 1980‟e kadarki tarihyazımında, çalıĢmalarında Annales etkisinin derinden görüldüğü tarihçiler ise Köprülü, Barkan, Akdağ ve Ġnalcık‟tır.

Referanslar

Benzer Belgeler

 Tarihin asıl konusu insandır ve tarih insana ilişkin toplumsal yapı ve. örgütlü gruplar üzerine düşünerek

 The new Annales history of the 1960’s turned away from the factual/quantitative economic and descriptive social history, and reaffirmed the Durkheimian idea of the “history

99). Tarihin amacı budur. Bu, bir başka açıdan dile getirilirse, şu demeye de.. gelir: tarih, özgürlük için gerçekleştirilen ilk devinimle başlar ve özgürlüğü

Ders kapsamında uygalığının doğuşu ile Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel çerçevede ele alınacaktır..

Öğrencilerin hayata bakış açılarını geliştirecek, geçmişe farklı pencerelerden bakabilmelerini sağlayacak, günümüzü daha iyi anlamalarını sağlayacak ve

“Nicel bir metotla çalışan”, “belirlenimci varsayımları olan”, “siyaset ve olaylar karşısında kayıtsız bir tutum sergileyen”, “yeknesak bir tarih

İlk Çağ’da Bilimi Geliştiren Milletler: Eski Yunan, Sümer, Mısır, Çin, Hint, Türk İLK ÇAĞ’DA BAŞLICA MEDENİYETLERİ.. İRAN:1.Pers

 Tarih olay hakkında bize bilgi veren, onu doğru anlayabilmemiz için tanıklık yapan her türlü malzemeye kaynak (belge, vesika) denir. Olayı doğru anlamaya yarayacak