• Sonuç bulunamadı

Kadınlar durursa... hayat durur

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kadınlar durursa... hayat durur"

Copied!
26
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MART 2019 | SAYI 4

Kadınlar durursa

hayat durur . . . .

.

(2)

mart 2019 2

Merhaba,

Feminist gece yürüyüşüne bu sene rejim izin vermedi. Her türden ifade, gösteri ve protesto hakkının radikal biçimde kısıtlandığı bir kon- jonktürde 8 Mart devletin patriarkal yapısına, kadın cinayetlerine, toplumdaki artan muhafa- zakarlaşmaya ve de kadın hakları penceresin- den rejimin otoriter karakterine karşı kitlesel bir tepki, bir meydan okuma teşkil ediyordu. Kadın hareketindeki bu canlılık, Türkiye’deki rejimin İs- lami, milliyetçi ve militarist karakterinin getirdiği koşullarla yakından ilintili olmakla birlikte dün- ya çapındaki kitlesel bir feminist şahlanış dalga- sıyla da örtüşüyor, onun bir parçasını oluşturu- yor. Yeniyol’un bu sayısında 8 Mart vesilesiyle kadın grevi ve bir feminist enternasyonal fikrini ele alan iki yazıyı tercüme ederek yayınlıyoruz.

Erdoğan-AKP-MHP bloğunun artık zıvana- dan çıkmış “Beka” odaklı kampanyası ve propa- gandayı siyasal rakiplerin kriminalizasyonuna indirgeyen bir dille yerel seçimlere hızla yakla- şılıyor. Muhalefet güçleri Saray bloğunu gerilet- mek üzere bir arada durmaya çalışırken ortaya hat safhada dağınık ve pragmatik bir yerel ölçek- li ittifaklar keşmekeşi çıkmış durumda. Seçimle- re ilişkin açıklamamızda hem siyasal manzaraya dair değerlendirmemizi hem de mevcut koşullar- da sosyalistlerin ne yaptığını ve esasen ne yap- madığını ele alıyoruz.

Dünyada aşırı sağcı, gerici, faşizan akımlar ve hareketler bir dizi ülkede iktidara gelmiş veya kayda değer biçimde güç kazanarak ülke siyase- tini etkiler hale geliyor. İki yazıyla bu “kahveren- gi dalga”nın özgüllüklerini ele alınırken popü- lizm ve faşizm kavramlarının dünya halklarının karşı karşıya bulunduğu bu tehdidi tanımlamak için ne kadar işlevsel olduğu tartışılıyor.

Öte yandan baskıya karşı ve hakları için halklar isyan etmeye devam ediyor. Sudan ve Cezayir‘deki ayaklanmalarla ilgili bir yazımız, IV. Enternasyonal’in yıllık Uluslararası Komi- te toplantısından çıkan Venezuela açıklaması ve ABD’deki Demokratik Sosyalistlerin kazandığı kitleselliği, taşıdığı problemleriyle birlikte ele alan, somut gözlemlere dayanan “içeriden” bir yazıyla uluslararası duruma dair geniş bir pano- rama çiziliyor.

İyi okumalar,

Sosyalist Demokrasi için Yeniyol Biz Aşağıdan Sosyalizmi savunuyoruz

“Emekçilerin kurtuluşu kendi eserleri olacaktır”

şiarına bağlı kalarak sosyalizmin tepeden inme yöntemlerle değil, ancak aşağıdakilerin kitlesel eylemi ve özörgütlenmesiyle kurulabileceğine inanıyoruz.

Sosyalizmin bürokratik taklitlerinin tam zıddı olan özyönetimci, özgürlükçü, çoğulcu bir sosyalist demokrasiden yanayız.

Ekososyalistiz

Her geçen gün derinleşen ekolojik kriz kapitalizmin kâr mantığından beslenmektedir. Bu krizden ancak antikapitalist ve devrimci bir kopuş perspektifiyle çıkılabileceğini savunuyoruz. Sosyalizmin ise eşitlikçi ve ekolojik bir üretim ve tüketim yapısına dayanarak, hem emeğin hem doğanın

özgürleşmesiyle kurulabileceğine inanıyoruz.

Feministiz

Sosyalizm mücadelesi aynı zamanda kadınların cin- siyetçi işbölümü ve patriyarkal hiyerarşiden kaynak- lanan ezilmesine karşı bir mücadeledir. Kapitalizm altında kadınların kurtuluşu mümkün olmadığı gibi, kadınların emekleri ve bedenleri üzerindeki sömürü kalkmadan sosyalist bir toplum kurulamaz. Feminis- tiz çünkü kadınların özgürleşmesinin kendi bağımsız mücadeleleriyle gerçekleşeceğini biliyoruz.

LGBT‘lerin özgürlüğünü savunuyoruz

Bizler toplumsal hayatın her alanında yok sayılma ve yok edilme kıskacında kalan LGBT’lerin ve diğer tüm cinsel azınlıkların toplumsal kurtuluşunun ancak heteroseksist kapitalizmden kopuşla gerçekleşeceğini inanıyoruz. Homofobiye, transfobiye ve bifobiye karşı;

gettolaşma ve asimilasyon karşıtı; eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu ve kapsayıcı ‘queer’ sosyalizmi savunuyoruz.

Enternasyonalistiz

Milliyetçiliğe, ırkçılığa ve sosyalizmin ulusalcı tahrifatlarına karşı işçi hareketinin uluslarararası birliğini ve ezilen halkların kurtuluş mücadele- lerini destekliyoruz. Yeniyol’un da bir parçasını oluşturduğu Dördüncü Enternasyonal kapitalizm gibi enternasyonal bir sisteme verilecek cevabın da enter- nasyonal olması gerektiğini savunan bir perspektifi desteklemiştir. Sosyalizm ya tüm dünya üzerinde kurulacak ya da kurulamayacaktır.

Antikapitalist güçlerin birleşik partisi için çalışıyoruz.

Uluslararası devrimci Marksist geleneğin ve Dördüncü Enternasyonal ‘in bir parçası olarak Yeniyol, sosyalist hareketin dünya çapında yeniden yapılanması, birleşik devrimci kitle partileri kurulması çabasının bir bileşeni olarak Türkiye’de de birleşik, çoğulcu, antikapitalist bir kitle partisinin inşasına katkıda bulunmaya çalışıyor.

Biliyoruz ki dünyada sömürünün ve baskının or- tadan kaldırılması hiç bir partinin ve enternasyonalin doğrusal büyümesiyle gerçekleşmeyecektir.

(3)

mart 2019 3

1. Provokasyon, sansür ve muhalefetin şeytanileştirilmesi cenderesinde seçim kampan- yaları olağan seyrini izliyor.

Feminist gece yürüyüşünde ifadesini bulan kadın hareke- tinin son yıllarda kazandığı kitleselliğin ve toplumsal meş- ruiyetin önünü almak üzere seferber edilen polis şiddetinin akabinde başvurulan “ezanın yuhalanması” yalanı, en pes- payesinden bir “ezan-bayrak düşmanlığı” söylemi üzerin- den seçim çalışmalarının son çeyreğine girilmesini sağladı.

Böylece Saray ve müttefikleri milliyetçi-muhafazakâr taba- nın dini-ideolojik hassasiyetle- rinin her bir noktasına temas ederek, mevcut kutuplaşmayı derinleştirmekten en ufak bir kaygı duymaksızın bu döne- meci de asgari zararla atlatma derdinde.

2. Millet İttifakı adı altında yamalı bohça birlikteliğini sürdüren muhalefet partileri ise duruma göre ya aşiret iliş- kilerini, ya TÜSİAD sevgisini, ya Suriyeli düşmanlığını ya da

“yeşil-temiz çevre” hedefini öne çıkararak yerel seçimlerde galibiyet elde ederek Saray’ı geriletme arayışını sürdürüyor.

Bununla birlikte 24 Haziran se- çimlerinde Millet İttifakına da- hil edilmeyen HDP bugün gay- rı-resmi biçimde de olsa belirli bir uzlaşma zemini üzerinden ittifakla birlikte hareket ediyor.

Radikal Demokrat bir Türkiye partisi olarak Kürt illerinde belediyeleri kayyımlardan geri almanın ötesinde Batı’da da 15-20 belediyeyi kazanmayı önüne koyduğunu ifade eden HDP yönetimi birkaç hafta içinde Batı’da üç büyükşehir başta olmak üzere birçok yerel yönetime, Millet İttifakı’nın

kimi zaman son derece gerici adayları lehine başkan adayı göstermeme kararı aldı.

3. HDP içinde ve dışında bulunan ve fakat bilhassa 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana HDP’yi desteklemiş bulunan sosyalist odaklar ve geniş bir sol, seküler, yurtsever kamuoyu böylece Erdoğan re- jimini geriletmek adına Millet İttifakı’nın adaylarına mahkûm kalmış bulunuyor. Destekle- dikleri partinin eski eşbaşkan- larının yanı sıra bir dizi millet- vekilinin de tutuklanmasının önünü açmış olan bir partinin adaylarına oylarını vermek du- rumunda kalacaklar. Böylece milliyetçi kimliği ile gurur du- yan bir adaya oylarını vermek durumunda kalacaklar. Böy- lece “terörist”lerle zinhar bir ittifak içinde olmadıklarını her gün tekrarlamaktan vazgeç-

Ne Yapmadık:

Yerel Seçimler ve Sosyalistler

“Öteki seçilmesin” mantığının her daim galip gelmesinin önüne geçip tahakküm zin- cirini kırmayı hedefleyenler için yüksek siyasetin girdabına kapılmadan aşağıdan bir birleşik sosyalist inşadan başka seçenek yoktur. 31 Mart seçimleri AKP-MHP bloğu- nun geriletilmesinden çok bu ihtiyacın bilince çıkarılmasını sağladığı ölçüde önemli olacaktır.

gündem

(4)

mart 2019 4

meyen bir kümenin adaylarına oylarını vermek durumunda kalacaklar. Her gün bir yenisi eklendiğinden bu pespaye ve çoğu kez ırkçılığın kıyılarında dolanan açıklamaların örnekle- ri çoğaltılabilir.

4. Bu kaotik manzara içinde oy verecekleri semt ve kentler- deki CHP adayının en azından

“günahsız” oluşu sol-sosyalist kamuoyu için bir teselli unsu- ru halini almış durumda. Eğer söz konusu aday bir sosyalist kimliğe sahip ise, Alper Taş ör- neğinde olduğu gibi, bu daha bir şevkle kampanya yürütme- nin vesilesi olabiliyor. İçinde bulunulan siyasal sıkışmışlık içinde, yarına güç biriktirme- yi sağlayacak bir stratejik oy verme imkanının yokluğunda Tek Adam rejimini yıkmak değil elbette, ancak Saray İtti- fakını geriletme, zayıflatma, en azından bir takoz koyabilme

arzusu gayrı-meşru değildir.

Bir çeşit goşizme kayarak AKP- MHP bloğunun kimi yereller- de kaybetmesini küçümseme- mek gerekir. Fakat sonrasına dair bir yanılsama yaratmaktan da uzak durulmalıdır. CHP’li belediyelerin önünde işçi direnişleri süregiderken Fatsa veya Porto Alegre hülyalarına ne kapılmaya ne de başkalarını sürüklemeye gerek var.

5. Bunu yalnızca CHP veya kayyım atanmazdan önceki halleriyle HDP/DBP’li beledi- yelerle sınırlı bir mesele olarak görmemek gerekir. Yerel yöne- timlerin ipleri sarayın elindey- ken buraları kişisel devrimci iradeyle demokrasinin hayat bulabileceği yerler olarak dü- şünmek ham hayaldir. Kamu yararına çalışan bir yapıdan daha çok şirket gibi çalışması yasalaştırılmış, sarayın imar affı vb. kararlarına uymak

zorunluluğu olan bir kurum söz konusu. Başında da CEO gibi çalışması, hizmetten çok reklam-pazarlama yapması, sermayedarlarla pazarlık yap- ması gereken bir başkan var- dır. Neoliberal çerçevede be- lediyelerin bir takım “halkçı”

icraatlar (indirim kartları gibi) gerçekleştirmek için bile, buna destek verecek yeterli sayıda meclis üyesinin yanı sıra ekstra finansman yaratması, bunun için de sermayeden “yardım”

alması ve elbette karşılığını da vermesi gerekir. Kısacası Mec- liste olmayan özgürlük beledi- yelerde de yoktur.

6. Bu koşullarda bağımsız sosyalist adaylıkların veya işçi adayların ortaya çıkışı bir sosyalizm propagandasının yapılması ve halkçı bir yerel yönetim anlayışına dönük ajitasyon açısında selamlan- malıdır. Bu adaylıklar Millet İttifakının teşkil ettiği burjuva

gündem

İşleri için direnen Aydın Büyükşehir Belediyesi işçileri

(5)

mart 2019 5

siyasal zemininin çekim kuv- veti karşısında sınırlı da olsa bir direnç oluşturmak açısın- dan anlamlı olabilir. Bununla birlikte yukarıda belirttiğimiz gibi mevcut belediye yapıları çerçevesinde yapılabilecekler bir hayli sınırlıdır. Ancak esas sorun bu adaylıkların parça- lı yapısının bütünlüklü bir perspektif şekillendirmenin önünde engel oluşturmasıdır.

Gücünüz ve imkanınızın ol- duğu yerde aday çıkarıp diğer yerellerde Millet İttifakına tamah etmek belki yerel ölçekli konsolidasyon ve örgütlenme açısından faydalı olabilir -ki bunun önemini yadsımıyo- ruz- ancak bir sosyalist strateji çerçevesine sığdırılması güç bir tutumdur. Şüphesiz, bu durum sadece hali hazırda sınırlı güç- lere sahip sosyalist hareket için

değil ama örneğin Dersim’de Devrimci Güç Birliği oluş- tururken Ankara’da Mansur Yavaş’a oy çağrısı yapan HDP için de geçerlidir.

7. Mesele HDP’nin tüm il ve ilçelerde aday çıkarması ve sosyalistlerin ellerini kirletme- den oy verebilmesi meselesi değil elbette. Mesele bugüne dek emekçilerin ve ezilenlerin mücadeleleri içinde kendini inşa etmiş birleşik bir sosyalist seçeneğin yokluğudur. Eğer uzun erimli bir faaliyeti gerek- tiren bir sosyalist inşanın ko- şulları zorlanmadıysa egemen- lerin savaşının kıyısında bize gösterilen kısa vadeli çözüm- lere mecbur kalırız. Ve kısa vadeli çözüm, çözüm değildir.

Burjuva kurumsal siyasetinin cenderesinde hızla erir. Bunun

ters kutbunda bulunan kurum- sal siyasetin reddi ise seçimler gelip çatında akla gelecek bir tutum değil, inşa edilmesi gereken bir güç ilişkisinin ürünü olmalıdır. “Öteki seçil- mesin” mantığının her daim galip gelmesinin önüne geçip tahakküm zincirini kırmayı hedefleyenler için yüksek si- yasetin girdabına kapılmadan aşağıdan bir birleşik sosyalist inşadan başka seçenek yoktur.

31 Mart seçimleri AKP-MHP bloğunun geriletilmesinden çok bu ihtiyacın bilince çıkarıl- masını sağladığı ölçüde önemli olacaktır.

Sosyalist Demokrasi için Yeniyol

gündem

(6)

mart 2019 6

Memlekette bir istikrarın olmadığı, halkın kendini huzur ve güven içinde hissetmedi- ğinin en güzel kanıtı iktidar partisi tarafından siyaseten bir kıymeti harbiyesi olmaması ge- reken bir yerel seçimi bir genel seçimmişçesine takdimidir.

Beka sorunu bilindiği üzere esas olarak dışardan gelen tehditlerle edilebilecek bir şey değildir. Herkesin herkese düşman olduğu bir dünyada herkesin tehlikede olduğu söy- lenebilir ki bu da fazla bir şey ifade etmiyor.

Beka sorunu bir tür poker- deki rest gibi takdim edildiğin- de yönetimin toplumsal meş- ruiyetinin sallantıda olduğu itiraf edilmektedir. Huzur ve güven bakanlığının söylemi- ne bakıldığında zaten böyle bir meşruiyetin söz konusu olmadığı gibi toplumun yarısı hedef tahtasına konulurken geride kalanlara da aba altında sopa gösterilmektedir. Mansur Yavaş’a oy vereceklerin PKK’lı olmasının neredeyse kesinleşti- ği bir memlekette yaşadığımızı

unutmayalım.

Beka propagandası için tam bir “vatan, millet, sakarya”

edebiyatına yaslanılırken bazı yerlerde AKP ve MHP rakip olarak çıkabiliyor. Demek ora- larda beka garantisi var!

Çanakkale’nin 104. yılı vesilesiyle “ikinci Çanakka- le savunması”na davet bir zamanların İkinci Kurtuluş Savaşı (veya İkinci Kuvvayı Milliyeciliğimiz) gibisine anak- ronik bir davet. Müttefiklerin saldırısı karşısında Çanakkale savunması kutlanırken Birinci Dünya Savaşı’na ne demeye girildiğinin de üstü nasıl örtü- lüyorsa, bu “Beka” sorununa da durup dururken, üstelik AKP’nin 17 yıllık devrimlerle dolu iktidar döneminden ne demeye gelindiği de gargaraya getirilmekte.

Fetihten fetrete

Kadın cinayetleri, işsizlik, Kürt meselesi diye sayıp saya- bileceğimiz bir dizi “sosyal ve demokratik” meseleyi bir yana koysak bile AKP’nin kendi seçmeni nezdinde kaybettiği itibarını açıklamak mümkün olmayacak. Öyle ya artık

güvenilmez addedilen anket- lerde AKP eğer açık ara önde olsaydı ortada bir Beka sorunu olmayacaktı. Dolayısıyla Beka sorununu sınır ötesinde, Haç- lılarda, papazlarda falan ara- yacaklarına kendi tabanlarına baksınlar.

AKP’nin irtifa kaybında yalnızca uyguladığı politikalar değil bir parti olarak geçirdiği aşamaların da büyük etkisi var. Fetih günlerinde araların- da eşitlerin içinde daha eşit olan biri olsa da başka eşitlerin de bulunduğu AKP, giderek Reis ve adamları şirketine dönüşmüştü. Bunun artık en açık ifadesi bir yerel seçimin bizzat Cumhurbaşkanı olan parti başkanı tarafından yürü- tülmesidir. Beka sorunun bu kadar hayati bir hale geldiği bir dönemde her şeye kadir ve muktedir bir başkanın yirmi dört saat milleti gaza getirme- ye çalışması aslında beka so- runu olmadığının da itirafıdır.

Fetih devrinden fetret devrine geçişin nedenlerini anlamaktan aciz bir AKP ile karşı karşıya- yız.Tanzim satışları ile oy top- lamak ve Beka sorunu ile

31 Mart Seçimleri:

Erken Dersler

Bağımsız bir sosyalist alternatifin aktarıcısı, kürsüsü olması gereken mücadeleler hiç yok değil, ancak sosyalist siyaset artık mücadelelerin de gerisinde. Ne de olsa mücadeleler çoğulcu, sosyalist hareket ise lime lime

gündem

Masis Kürkçügil

(7)

mart 2019 7

korku salmak arasında dola- nan iktidar söylemi Cumhur İttifakı’nın tabanında da kar- şılık bulmadığı için sözcüler daha da saldırganlaşıyor. Du- yan da memleket işgal altında sanacak.

Beka sorunu esas olarak emperyalizme (sermaye ihracı) mecbur olunan örneğin borç- lar bahsinde işlemiyor. Ama emperyalistlerden para dilenen iktidar kendini “milli ve yerli”

hem de en büyük anti-emper- yalist olarak takdim edebil- mekte. IŞİD katliam yaptığında Müslümanları bağlamaz de- nebiliyor ama Yeni Zelanda’da camide katliam yapılınca Hıristiyanlar, Haçlılar gırla gi- diyor (borç verenler haçsızlar!).

Ama Ankara Garı’ndaki barış göstericilerinin katliamının hafızalardan silinmesi için de elden gelen yapılıyor.

Tuluatın bir raconu vardı;

lakin TV kanallarındaki tartış- malar, seçim meydanlarında söylenenler zırva mertebesine eriştiği için seçmen bunlardan fazla etkilenmeyecektir. Ne de olsa Gezi olaylarında yaşanmış tarihin tükürdüğü bir Kabataş fantazisi var.

Yalanın gerçeğe dönüştü- rülmesi hamlesi

Yalan ve iftiranın marifet olmaktan çıkıp yalanın ger- çeğe dönüştürülme evresine geçilirken kurumsal siyasette bütün kutuplaşmaya rağmen

“siyasal iddia” yani strateji ve program meselesi gündemden kalkmış bulunuyor. Seçim öncesinde AKP saflarında da Mansur Yavaş’ın aday olması isteği buna bir örnek. Ülkücü iradeyi temsil ettiğini belir- ten MHP kökenli Yavaş, İYİ Parti’nin ağır desteği ile CHP adayı. AKP istemiş, ne gam. El mecbur “anti-AKP” cephesi de destekleyecek; mesela HDP.

Seçimin en kritik kentinde manzara bu!

Bu durumda bir “dünya gö- rüşü” farklılığından söz etmek ayıp olur. CHP’nin söylemin- deki gidişata ilişkin eleştirisi- nin özünde uygulamaya yöne- lik olduğu, esasında neoliberal politikalara alternatif bir politi- ka önermediği açıktır. Burada rejimin karakteri ile ekonomik ve sosyal politikalar arasındaki bağ üzerinde durmayalım ama dünyanın gidişatına bakıldı-

ğında alabildiğine demokratik ancak iktisadi ve sosyal politi- kalar itibarıyla da alabildiğine neoliberal bir örnek de henüz bulunmuyor. AKP’nin devral- dığı ve sıkı sıkıya uyguladığı ekonomi politikasının Kemal Derviş’in döneminde hazırlan- dığı da atlanmamalı.

Stratejik hedefe her ikisi de sosyal demokrat “bile” olma- yan iki büyük kentin adayı ile ulaşmaya çalışan CHP’nin yıllardır sürdürdüğü kendi sağından nasiplenme anlayı- şı, aslında kendi programına uygun bir inşa faaliyetinin olmadığının da tescilidir.

Kazansalar da toplumun sola kaymasından, yani emekten, barıştan, demokrasiden yana olmasından değil, sağa kayma- sından denmese de, yerinde saymasından ötürü kazanacak!

CHP vakti zamanında Ecevit’in şahsında gömlek değiştirirken (Peronizmi hatır- latan gömlek simgesiyle) kendi içindeki sağ kanattan arınmıştı ve bunu ilkin zayıflama paha- sına yapmıştı. Bu kez güçlen- mek için ne bulursa yan yana getirmeye çalışıyor.

gündem

(8)

mart 2019 8

Ve birleşik ve de ayrışık muhalefet

Muhalefet ise “Millet İtti- fakı” etrafında bir milli muta- bakata kilitlenmiş durumda.

Mansur Yavaş kazanırsa de- mokrasi kazanacakmış!

AKP karşıtlığı ortak pay- dasında beş benzemezin yan yana gelmesinin aritmetik bir sonucu olsa da 31 Mart sonrası yakıcı sorunlara bir çözüm için zerre kadar katkısı olamaz.

Zorlanan ihtimal dört yıllık seçimsiz bir dönem yerine bir erken seçimse, böyle bir seçim- de 7 Haziran tablosundan çok daha uzağa gidilemeyeceği ve onun da akıbeti ortada iken se- çim sersemliğine abone olma- nın bu anafordan kurtuluş için bir reçete olamayacağı daha iyi anlaşılır.

31 Mart yerel seçimlerine günler kala meraklısı kendini avutmak için kısmi bir başa- rının mümkün olabileceğine iman edebilir. Artık AKP dışın- da neye muhalefet olduğu bile tartışmalı bir amorf yığının

kazanacağı puanlara yapılan yatırım seçim sonrası için daha büyük hayal kırıklıklarına yol açabilir. Herkesin herkesle oynadığı “stratejik seçmen”in ilke, değer bir yana din iman dinlemeden yapacağı hesapla- ra bağlanan bir taktikler yuma- ğının ortasındayız. CHP’nin oyun kurucu olarak temayüz ettiği bu taktiklerin tek bir ortak paydası var, o da AKP’yi bir milim bile olsa geriletmek.

Sonrası? Cumhur İttifakını sandıkta geriletmek elbette mümkün ve bu küçümsenme- meli, lakin iktidarı hedefleyen bir yürüyüş bu kadar birbirine zıt unsurlardan bir alternatif yaratamaz. CHP 7 Haziran’da MHP’ye açık çek vermişti, şim- di oradan arta kalan İyi Parti yetmezmişcesine kimi yerelde korucu kalıntılarına kadar uza- nan ilginç bir ittifaklar manzu- mesi kurmuş durumda.

Milli Mutabakattan Milli Mutabakata

Bir yanda Millet İttifakı

öte yanda iktidarın sigortası Cumhur İttifakı, ortada önce- ki iddialarını bir yana koyup CHP’nin solu gibi aynı taktiği uygulayan bir HDP. 31 Mart yerel seçimleri sonuçlarından çok muhteviyatsızlığı ile öne çıkacak. Siyasetten vazgeçmiş, iddiadan ziyade işi tekniğe vurarak kendini gölgeleyen unsurlar pek de bir heyecan yaratmadan gün dolduruyor- lar.

Konda’nın son araştırmasın- da gençlerde muhafazakarlığın neredeyse yarı yarıya azaldı- ğı belirtiliyor. Modernlik bir miktar artmış. Bunun siyasete tercümesi ne ola? Faşizmin de milliyetçiliğin de gayet modern bir akım olduğunu unutma- mak gerekir. Soğan-patates insan haklarından da demok- rasiden de “beka” sorunundan da daha belirleyici olacaktır;

yani muhafazakarlık ve mo- dernlikten de. AKP seçmeni, merkez sağ seçmenin geleneği- ne uygun olarak işler tavsadı- ğında sandıktan uzaklaşabilir.

gündem

(9)

mart 2019 gündem 9

Muhalefetin en büyük gücü kendinden gelmiyor. AKP gerileyecekse son altı ayda ekonomik ve sosyal verilerdeki gerilemelerin vatandaşın gün- delik hayatındaki yansımaları- nın sonucu olarak gerileyecek.

Seçime katılma oranının düş- mesi hiç şaşırtıcı olmayacak- tır. Ancak seçim sonuçlarının iktidar düzeyinde bir karşılığı- nın olacağını beklemek tam bir ham hayaldir. Elbette geçtiği- miz beş yıla, örneğin Gezi’den bu yana “beklenmedik” siyasal gelişmelere bakıldığında gele- cek başkanlık seçimine kadar ortam süt liman olacak değil- dir. Lakin yerel seçim sonuçla- rından merkezi iktidar için bir seçenek üretmek, ittifakların yerel için bile ne kadar sallan- tılı olduğuna bakılırsa, imkan- sızdır.

Olmazsa olmaz

Toplumun haleti ruhiye- sindeki dalgalanmaların siya- sete yansıması tepkiyle sınırlı kaldığında anlamlı sonuçlar doğurması mümkün değil.

Tepkinin nereye yönelebileceği mevcut seçeneklere de bağlı.

Kurumsal partiler arasındaki gel gitlerden daha önemli olan toplumsal ve siyasal değerler açısından ise, sandıkla sınırlı olmayan, hatta en sonra sandı- ğa yansıyan zorlu deneyimle- rin ürünü olabilecek değişim- ler henüz gözükmüyor.

Bu tür bir değişimin en azından kolaylaştırıcısı ol- ması gereken sosyalist sol ise ülke ölçeğindeki siyasette yok hükmündedir. Bağımsız bir sosyalist alternatifin aktarıcısı, kürsüsü olması gereken mü- cadeleler hiç yok değil, ancak sosyalist siyaset artık mücade-

lelerin de gerisinde. Ne de olsa mücadeleler çoğulcu, sosyalist hareket ise lime lime. 8 Mart’ta kadınların artık gelenekselle- şen ama iki 8 Mart arasında da gündelik mücadelelerle bezenen direnişinin önemli bir özelliği de çoğulculuğu. Kısmi denilen her tür mücadelede bu çoğulculukla ancak ayakta kalınabilirken, siyasal düzeyde kendini parlatma adına yalnız- laşmanın sonuna gelinip yok hükmünde karar kılındı.

Karşı siyaset

Biraz tarih bilenler sosyalist hareketin emekleme çağında Demirel’in gidişine (mesela 12 Mart) oynamakla başlayan ve hele hele 12 Eylül’den sonra bağımsız bir sosyalist seçenek inşasını sürekli bir ertelemeyle, önce alanın temizlenmesi, nor- malleşme için düzen güçlerin- den medet umma alışkanlığına son zamanlarda her zaman- kinden fazla tevkif olduğunu rahatlıkla tespit edebilirler.

Yerel seçimlerden bir iktidar değişikliği beklentisi veya bir sıçrama tahtası işlevi bekle- yenler en az yüz yıllık en basit ilkeyi, tarihi yapanların kimler olabileceğini ve onlar olma- dan da tarihin tökezleyeceğini unutmaktadırlar. Kitlelerin kendi mücadeleleriyle, irade- leriyle siyaset sahnesinde arzı endam etmedikleri sürece, on- ların bu yolculuğunu kolaylaş- tırmaktan uzak olan güzergah- lardaki arayışlar her seferinde hüsranla sonuçlanmaktadır.

Kırk yıldır SHP’ye, CHP’ye ve hatta kimilerinin AKP’ye gösterdiği hoşgörü en yakın sosyalist akımlar tarafından birbirlerine gösterilmemekte.

31 Mart yerel seçimlerinden

en azından ondan bundan medet ummanın yerine kendi işini yapmaktan başka bir yol olmadığı dersi çıkarılabilirse ne ala.

Hemen hemen belli başlı kesimler şu veya bu şekilde seçimlerle oynayarak ama her ne hikmetse bağımsız ve birleşik bir sosyalist hareketin inşası konusunda “fena halde ilkeli” kalmanın da yollarını bularak sosyalist solun gıkının çıkmadığı bir duruma gelinmiş bulunuyor.

Bir musibet bin nasihatten iyidir meselini bin müsibet bir nasihatten iyidir diye anlayan- lar için söylenecek bir söz yok.

Ama düzen güçlerinin eleştiri- sine girmeden önce bir aynaya bakmak gerekecektir. Sosyalist hareket bihakkın görevlerini yerine getirdi de AKP bütün bunlara rağmen otoriter bir rejimin frenini patlatmadı. He- men herkesin herkesle ittifak yapabildiği bir ortamda ittifaka en çok ihtiyacı olan sosyalist solun birbirine en yakın ke- simlerinde bile bir yakınlaşma olmaması artık garip de gelmi- yor.

Ne yapmalı?

Seçimde ortada sosyalist inşa için herhangi bir alternatif olmaması oy vermeye engel değil. Ama daha önemlisi bu seçimden sonra artık ona buna bakarak, kurulu düzendeki saf- laşmaya, kamplaşmaya bağla- narak siyaset yapmaya bir son vermek için acilen hiç değilse yakıcı talepler etrafında bir sosyalist odağın oluşturulması- na girişilmelidir. Kendi sağına gösterilen muhabbet çeşitli sos- yalist eğilimler arasında neden mümkün olmasın?

(10)

mart 2019 10

Emre Tansu Keten

Son dönemin kullanışlı kavramlarının başında popü- lizm geliyor. 2008 ekonomik krizinin ardından, birçok ülkede –sebepleri, dinamikleri ve talepleri farklı olsa da- baş- layan isyanlar ve bu isyanlarla birlikte, popülist üslubu bir yerde paylaşan, SYRIZA ve Po- demos gibi hareketlerin büyük bir yükseliş kazanması, son- rasında sönümlenmesi; bütün bunların ardından ise birçok ülkede sağcı adayların ya ikti- dara gelmesi ya da iktidarlarını sağlamlaştırması bu kavramı yaygınlaştıran etmenler oldu.

Bu sağcı liderlerin, yalana ve toplumu kışkırtmaya yönelik propagandaları ise post-truth gibi bir kavramı ortaya çıkarttı.

Bu kavramın arkasında yatan akla göre, sosyal medya çağı, söz ile hakikat arasındaki iliş- kiyi sonlandırmış (ki bu uzun ve eski bir post-modernizm tartışması içerisinde yer alır as- lında), gerçeklerden çok inanç- ların öne çıkması, yalanı siya- set arenasında çok daha güçlü kılmıştır. Bununla popülizm

arasında sıkı bir ilişki vardır.

Faşizm bir doğal afet değil- dirBüyük anlatıların sona erdiğini, Sovyetlerin çökü- şünden bugüne artık farklı bir dünyada yaşadığımızı iddia eden (neo)-liberal zihniyet için, popülizm şemsiyesi ile Trump, Bolsonaro, Orban gibi isimleri, tarihsel köklerinden kopart- mak; onları şimdinin reel-po- litiği içerisine hapsetmek, aynı zamanda çeşitli coğrafyalarda

ortaya çıkan sol güçleri iti- barsızlaştırmak ve bu süreçte sosyal medya gibi yeni medya teknolojilerini failleştirmek işe yarar ideolojik bir hamledir.

Oysa ki, hem bu liderlerin, hem de onların üzerinde yük- seldikleri tarihin mitleştirilme- si, sınırları kendileri tarafından belirlenmiş bir elit sınıfa olan hınç, halkın liderin şahsında cisimleşmesi söylemi, azın- lıklara, kadınlara, eşcinsellere yönelik nefret, siyasetin kültür söylemine dayanması ve milli

analiz

Popülizm, Post-Faşizm ve sınıf mücadelesi

Bütün sermayesini kimlikler arasındaki ayrımlara yatıran, “Haçlılar”dan, dış mihraklardan, zillet ve terör ittifakından ibaret bir söyleme sıkışıp kalan AKP için bu durum şu an için bir avantajken, kültürel çatışmayı sınıf mücadelesiyle bozguna uğratacak bir gücün ortaya çıkması ile birlikte bu yıkıcı bir nitelik kazanabilir

Bolsonaro ve Trump

(11)

mart 2019 11

bir kültürün inşa edilmesi ve iktidara karşı olan herkesin hain ilan edilmesi gibi zemin- lerin tarihte kökü vardır, bu da faşizmdir.

Faşizm, Troçki’nin kav- ramsallaştırmasıyla, sınıf mücadelesinin kritik olduğu bir dönemde, küçük burjuva kitlelere dayanarak, siyaset sahnesini zor yoluyla şekillen- dirme amacıyla ortaya çıkmış bir rejimdir. Ancak burjuva tarihçilerinin iddia ettiği gibi, bir doğal afet anlatısı hâline getirilen “faşizm kabusu”

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle yeryüzünden silin- memiş; politik içeriği, siyaset yapma tarzı ve içerisinde taşıdığı tehlikeler var olmaya devam etmiştir/etmektedir.

Çünkü, kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlara yine ka- pitalizmin ürettiği bir çözüm yolu olarak faşizm, kapitalizm ortadan kalkmadığı sürece (bir potansiyel olarak bile) var olmaya devam edecektir. Tür- kiye başta olmak üzere, solun güçlendiği birçok ülkede, 60’lar ve 70’ler boyunca faşist hare- ketlerin nasıl etkili olduğu ve kimler tarafından kullanıldığı ortadadır. Enzo Traverso’nun söylediği gibi:

“[Nazizmin] ideolojisi ve şiddeti 19. yüzyıldan beri Avrupa’da işlemekte olan birçok eğilimin yoğunlaşmış ifadesiydi: sömürgecilik, ırkçı- lık ve modern anti-semitizm.

Nazizm Batı’nın tarihinin bir evladıydı. 19. yüzyılın liberal Avrupa’sı Nazizmin kuluçkası olmuştu”.

Bu anlamda Traverso’nun

post-faşizm kavramı da, Marksistlerin sağ popülizm ile faşizm arasındaki sürekli- liği ve farklılaşmayı açıklama gayretleri de bugünü anlama noktasında oldukça önemli- dir. Evet, bugünün Brezilya’sı ile Türkiye’si, Rusya’sı ile Macaristan’ı arasında çok fark vardır. Örneğin, göçmen karşıtlığı birçok ülkede revaç- tayken, Erdoğan, aksine göç- menleri sahiplenen bir söylem üretmektedir (bunda ümmet kavramının siyasetinde önemli bir yer kaplaması da etkilidir).

Ya da Slovak neo-Nazi Mari- an Kotleba nefret siyasetinin temeline Roman karşıtlığını koymaktadır. Bu, post-faşist

siyaset tarzının, doğası gereği yerlileştirilmesinin bir sonucu- dur. Sağ otoriterizm, düşman olarak kodladıklarıyla benzer taktik ve stratejilere sahip olsa da, etkili olabilmek için ken- dini yerli ve milli olarak var etmek zorundadır. Bu faşizm için de geçerlidir. 1930’ların Müslüman faşisti İnayetul- lah Han El Meşriki faşizmi

“Kur’an’ın ışıklı yolu”na en uygun siyaset olarak görürken, aynı dönem Arjantin faşizmi koyu Hıristiyan bir söylem geliştirmiştir.

Şiddetin Siyaseti, Siyasetin Estetiği

Günümüzün neo-liberal

analiz

Slovak Faşist Marian Kotleba

(12)

mart 2019 analiz 12

otoriter yönetimleri, seçimle- re yaklaşım açısından klasik faşizmden ayrılmaktadır.

Günümüzün otoriter lider- leri, demokrasiye karşı bir taarruz içerisinde olsalar da, meşruiyetlerini temel olarak seçimlerden alırlar. Kendi dar siyasi çıkarları için demokratik teamüllerin, olabildiğince, dışı- na çıkmak için eyleme geçerler, ancak demokratik teamüllerin dışına çıkmalarını sağlayan şey bizzat seçimlerdir ve demok- rasinin bir ögesi olan seçimler, demokrasi karşıtı eylemleri (yargının bağımlılaşması, ba- sının susturulması, her alanda tek adamlık) mümkün kılan olgudur. Ancak bu hep böyle devam edecek değildir. Şu an için sahnede pek görünmeyen işçi sınıfı, aynı zamanda sömü- rünün ağırlaştırılması, krizin faturasının emekçilerin sırtına yüklenmesi anlamına da gelen neo-liberal otoriter rejimlere karşı sahneye çıktığında, post- faşizmin doğasının da değişe- ceği öngörülebilir.

Sağ popülist olarak ta- nımlanan liderlerin yöntemi, kuşkusuz, kendi açılarından verimlidir. Toplumsal ha- reketlerin politik gücünün

ellerinden alınması anlamına da gelen kimlik siyaseti, bu liderlerin elinde kullanışlı bir araca dönüşmekte, eşcinselleri göçmenlere, kadınları eşcin- sellere, işçi sınıfını kültürel elit olarak kodlanan gruplara karşı bileyebilir, öfke ve önyargıyı oya çevirebilir. Kurgulanan en büyük kimlik ise, sürekli yabancılar tarafından tehdit altında olduğundan, gündelik siyaset bir beka sorunu olarak var olur.

Küreselleşmenin ve bunun sonucu olan kültürel homo- jenleşme baskısının yarattığı kimlik paniği, post-faşistlerin elinde bir retorik olarak büyü- tülürken, IŞİD’in saldırıları ile Yeni Zelanda’da gerçekleşen katliam bunlardan tamamen bağımsız bir şekilde ele alı- namaz. Walter Benjamin’in,

“faşizm estetiği siyasal hayata sokmuştur” tespiti ve bunun en kristalleşmiş halini savaşta bulması bugün için de önem- lidir. Faşizm için şiddet, siyasi amaçlar için kullanılan bir araç değil, bizzat kendisi amaç haline gelmiştir. Bugün karşı- laştığımız, yeni medya tekno- lojileriyle sarmalanmış şiddet eylemleri, Anders Breivik’ten

Yeni Zelanda’ya kadar neo- Nazi saldırıları, bunların manifestolarla temellendiril- mesi, üzerine mesajlar yazıl- mış silahlarla simgeleşmesi, siyasetin estetikleştirilmesinin ve bunun şiddetle bütünleşti- rilmesinin yeniden karşımıza çıkmasıdır. Medyatikleştirilmiş (mediatization) siyaset ve kül- tür çağında, şiddetin estetize edilmesi çok daha yakıcı bir sorun olma potansiyeli taşı- maktadır.

Post-faşist siyaset, kimlik üzerinden kurduğu saflaşma- ları sabitleme amacındadır.

Bugün Türkiye’de gördüğü- müz, muhafazakâr/seküler ayrımı, tarafların sabitlendiği ve siyasetin donup kaldığı bir manzaradır. Bütün sermaye- sini kimlikler arasındaki ay- rımlara yatıran, “Haçlılar”dan, dış mihraklardan, zillet ve terör ittifakından ibaret bir söyleme sıkışıp kalan AKP için bu durum şu an için bir avantajken, kültürel çatışmayı sınıf mücadelesiyle bozguna uğratacak bir gücün ortaya çıkması ile birlikte bu yıkıcı bir nitelik kazanabilir. Bu nedenle, popülizm kavramının egemen okumasının dışına çıkmak, bugünkü otoriter sağcı rejimler ile faşizm arasındaki sürek- lilikleri vurgulamak ve buna göre bir mücadele programı oluşturmak devrimci Marksist- ler için acil bir görevdir.

Yeni Zelanda’daki cami saldırısını

gerçekleştiren Brenton Tarrant ve yazdığı neo- Nazi manifesto.

(13)

mart 2019 analiz 13

Michael Löwy

Son yıllarda bir çeşit büyük bir “kahverengi dalga” göz- lemleniyor, gerici, otoriter ve/

veya faşist bir aşırı sağın dün- ya çapında gösterişli bir yükse- lişi: Şimdiden ülkelerin yarısını yönetiyor. Bunların en bilinen- leri: Trump (ABD), Modi (Hin- distan), Urban (Macaristan), Erdoğan (Türkiye), Işid (İslam Devleti), Salvini (Italya), Duter- te (Filipinler) ve şimdi Bolso- naro (Brezilya). Fakat başka bir dizi ülkede de, bu denli açık bir tanıma sahip olmasalar da, bu eğilime yakın hükümetler mevcut: Rusya (Putin), İsrail (Netanyahu), Japonya (Shin- zo Abe), Avusturya, Polonya, Birmanya, Kolombiya vs. Esa- sında bu iki grup arasındaki ayrım son derece göreli.

“Popülizm” Değil “Post- Faşizm”

Her ülkede bu aşırı sağ ken- di karakteristiklerine sahip:

Birçok durumda (Avrupa, ABD, Hindistan, Birmanya)

“düşman”, yani günah keçisi, Müslümanlar veya göçmenler;

birkaç Müslüman ülkede ise dini azınlıklar (Hıristiyanlar, Yahudiler, Ezidiler). Kimi durumlarda yabancı düşma- nı milliyetçilik ve ırkçılık, başkalarında dini köktencilik hâkim veya sola, feminizme, eşcinsellere karşı nefret. Tüm bu çeşitliliğe rağmen bunların çoğunda, hatta belki de tü- münde ortak çizgiler mevcut:

otoriterlik, bütünleşik (enteg- ral) milliyetçilik - Deutschand über alles” ve yerel versiyon- ları : “America First”, “O Brasil acima de tudo” vs.- dini veya etnik (ırkçı) hoşgörüsüzlük, toplumsal sorunlara ve suça karşı tek yanıt olarak polis veya silahlı kuvvetlerin şiddeti.

Faşist veya yarı faşist nitele- mesi kimilerine uygulanabilir ama hepsine değil. Enzo Tra- verso hem sürekliliğe hem de farklılığa işaret eden ve faydalı olabilecek “post-faşizm” kav- ramını kullanıyor.

Buna karşılık bazı siyaset bilimciler, medya ve solun

bir kısmı tarafından kullanı- lan “popülizm” kavramı, söz konusu olguyu açıklamaktan tamamen aciz ve yalnızca kafa karışıklığını yaymaya yarıyor.

1930’lardan 1960’lara uzanan bir dönemde Latin Amerika’da bu kavram belirli ölçülerde net bir meseleye tekabül ediyor idiyse de -Vargascılık, Pero- nizm vs.- 1990’lı yıllardan beri Avrupa’daki kullanımı giderek daha da muğlak ve kesinlikten uzak bir hal alıyor.

Popülizm “elitlere karşı halkın tarafını tutan bir siyasal tutum” olarak tanımlanıyor, ki bu neredeyse her türlü siyasal parti ve hareket için geçerlidir!

Bu sözde-kavram, aşırı-sağa uygulandığında, isteyerek ya da istemeyerek onları meşru- laştırmaya, daha kabul edilir kılmaya hatta sempatik gös- termeye varıyor. Kim elitlere karşı halkı desteklemez ki?

Bu sırada da problem yarata- bilecek kavramlardan özenle kaçınılıyor: Irkçılık, zenofobi, faşizm, aşırı sağ. Aynı zaman- da “popülizm” terimi neolibe-

Kahverengi Dalga:

Dünya Çapında bir Olgu

Dünya çapındaki “kahverengi dalga”nın son bölümünü teşkil eden Brezilya’daki

Bolsonaro olgusu şiddet tapıncı ve sola ve işçi hareketine olan derin nefretiyle klasik

faşizme daha yakın

(14)

mart 2019 analiz 14

ral ideologlar tarafından aşırı sağ ile radikal sol arasında bir karmaşıklık yaratmak üzere bilinçli olarak yanıltıcı biçimde kullanılıyor. Liberal politikala- ra, “Avrupa”ya karşı çıktıkları için bunlar “sağ popülizm” ve

“sol popülizm” olarak teşhir ediliyor.

Varsayımlar

Peki bugün hükümet olan veya henüz iktidarda olma-

makla birlikte geniş bir seçmen tabanına sahip olup ülkenin siyasal ya- şamını etkileyen partiler şeklinde (Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre, İsveç, Danimarka, vs.) aşırı sağın bu gösterişli yük- selişini nasıl açıklamak gerekir? Her ülkeye veya bölgeye özgü çelişkilerin ifadesi olan bu denli farklı olgular için genel bir açıkla- ma yapmak zor. Ancak dünya çapında bir eğilim söz konusu olduğundan en azından bazı varsayımları incelemek gere- kir.

Reddedilmesi gereken bir “açıklama”, radikal sağ- ların yükselişinin, özellikle de ABD’de ve Avrupa’da göç dalgalarına atfedilmesidir.

Göçmenler, zenofob ve ırkçı güçler için faydalı bir gerekçe oluşturabilir ancak kesinlikle

“başarıları”nın nedeni değil- dir. Öte yandan aşırı sağ göç meselesinin söz konusu ol- madığı birçok ülkede gelişme kaydediyor, Brezilya, Hindis- tan, Filipinler gibi…

En açık ve muhtemelen en keskin açıklama kapitalist küreselleşmenin, ki bu aynı zamanda sert bir kültürel homojenleştirme süreci teşkil

eder, dünya çapında kimlik paniği biçimlerini üretmesi ve yeniden üretmesidir -bu kavram Daniel Bensaid’e aittir.

Bu panik türleri hoşgörüsüz milliyetçi ve/veya dini tezahür- lere yol açıyor ve etnik veya inanca ilişkin çatışmaların önünü açıyor. Uluslar ekono- mik güçlerini yitirdikçe “Her şeyin üzerindeki” Ulus’a o denli methiye düzülüyor.

Bir diğer açıklama ise 2008’den itibaren ekonomik depresyon, işsizlik ve toplum- sal marjinalleşme yaratacak olan kapitalizmin mali kri- zi. Bu etken de hiç şüphesiz Trump’ın veya Bolsonaro’nun zaferini mümkün kılma nok- tasında önemli olmuştur ancak Avrupa için çok daha az geçerlidir: Avusturya veya İsviçre gibi krizin en az etkile- diği zengin ülkelerde aşırı sağ son derece güçlüyken İspanya veya Portekiz gibi krizden en çok etkilenen ülkelerde hege- monik olan sol ve merkez sol, aşırı sağ ise marjinal düzeyde kalıyor.

Bu süreçler neoliberalizmin seksenli yıllardan beri hâkim olduğu, toplumsal bağları ve dayanışma ilişkilerini yıktı- ğı, toplumsal adaletsizlikleri, haksızlıkları ve zenginliğin

yoğunlaşmasını derinleştirdiği kapitalist toplumlarda yaşanı- yor. Sözde “reel sosyalizmin”

yıkılışının ardından komünist solun zayıflamasını ve daha radikal sol güçlerin bu siyasal alanı çoğunlukla dolduramadı- ğını da unutmamak gerekir.

Bu açıklamalar, en azından bazı örneklerde, gereklidir ancak yetersizdir. Belirli bir tarihsel momentte meydana

gelen ve dünya çapında meydana gelen bu feno- men için henüz kapsamlı bir analize sahip değiliz.

1930’lu yıllara bir dönüş mü söz konusu? Tarih tekerrür etmez: kimi benzerlikler veya ana- lojiler bulabiliriz ancak bu güncel fenomenler geçmişin modellerinden hayli farklı. En önemlisi de savaş öncesininkilerle karşılaştırılabilir totaliter dev- letlere sahip değiliz. Faşizmin klasik Marksist analizi onu, işçi hareketinin devrimci tehdidine karşı küçük burjuvazinin des- teğini alan büyük sermayenin tepkisi olarak tanımlıyordu.

Bu değerlendirmenin yirmili ve otuzlu yıllarda İtalya’da, Almanya’da ve İspanya’da faşizmin yükselişini gerçekten açıklayıp açıklayamadığını sorgulayabiliriz. Ancak her halükârda, herhangi bir “dev- rimci tehdidin” bulunmadığı günümüz dünyasında açık- layıcı bir niteliğe sahip değil.

Büyük mali sermayenin aşırı sağın “milliyetçiliği” konusun- da pek heyecan duymadığı ise aşikâr, her ne kadar gerekli olduğu takdirde bununla bera- ber yaşayabilecekse de.

Bolsonaro Fenomeni hakkında Bu dünya çapındaki “kahve-

(15)

mart 2019 analiz 15

rengi dalga”nın son bölümü- nü teşkil eden Brezilya’daki Bolsonaro olgusu hakkında da birkaç kelime. Şiddet tapıncı ve sola ve işçi hareketine olan derin nefretiyle bana klasik faşizme daha yakın geliyor.

Ancak Avrupa’daki çeşitli partilerin aksine -Avusturya FPÖ’sundan Fransa’nın Ulusal Cephe’sine- geçmişin faşist hareketlerine dayanan kökleri yok. Brezilya’da otuzlu yıl- larda bu akımı Führer Plinio Salgado’nun Entegralist Partisi temsil ediyordu.

Avrupa’daki aşırı sağın aksi- ne ırkçılığı da temel bayrağı haline getirmiyor. Şüphesiz ırkçı tipte bazı açıklamalar- da bulunmuş olabilir ama bu kampanyasının merkezi ekseni değildi. Bu açından Hitler ile ittifak öncesinin, yirmili yılla- rın İtalyan faşizmine benziyor.

Bolsonaro’ya Avrupa aşırı sağıyla karşılaştırdığımızda çeşitli anlamlı farklılıklar göz- lemlemek mümkün:

Brezilya’da geleneksel sağın el- lili yıllardan beri eski argüma- nı olan “yolsuzlukla mücade- le” temasının önemi. Bolsonaro yozlaşmış siyasetçilere karşı halkın meşru öfkesini mani- püle etmeyi başardı. Bu tema Avrupa aşırı sağının söylemin- de yok değil ancak merkezi bir konuma sahip olmaktan uzak.

Sola veya merkez sola (PT) dönük nefret Bolsonaro’nun seferber edici büyük temaların- dan biri oldu. Bunu Avrupa’da daha az buluyoruz, eski halk demokrasilerinin faşizan güç- leri hariç. Ama bu durumlarda da geçmişin reel bir deneyimi- ne gönderme yapan bir mani- pülasyon (şeytanileştirme) söz konusu. Brezilya’da ise böyle

bir durum yok: Bolsonaro’nun şiddetli antikomünist söyle- minin Brezilya’nın geçmişinin veya bugününün gerçekliğiyle hiçbir ilişkisi yok. Üstelik So- ğuk Savaş on yıllar önce bitti- ğinden, SSCB yok olduğundan ve elbette PT’nin komünizmle (bu terimin olabilecek her türlü anlamıyla) herhangi bir alakası olmadığından bu söylem daha da şaşırtıcı.

Avrupa aşırı sağı korumacı- lık ve ekonomik milliyetçilik adına ve “uluslararası finansa”

karşı neoliberal küreselleşmeyi mahkûm ederken Bolsonaro ultraliberal bir ekonomik prog- ram sundu: daha fazla piyasa, yabancı yatırımlara açıklık, özelleştirme ve Kuzey Amerika siyasetiyle tam bir uyum. Hiç şüphesiz bu, egemen sınıfların, geleneksel sağcı aday Geraldo Alckmin’in popülerlikten ne denli yoksun olduğu anlaşıl- dıktan sonra Bolsonaro’nun adaylığına verdiği kitlesel desteği açıklamaktadır.

Trump, Bolsonaro ve Avrupa aşırı sağında ortak olan ise üç gerici sosyo-kültürel ajitasyon teması:

Otoriterlik, “düzeni yeniden tesis” edebilecek bir Güçlü Adam, bir Şef söylemi Baskıcı ideoloji, polis şidde- tinin kültü, idam cezasının tesisine ve “suçlulara karşı kendini savunması için” halka silah dağıtılması çağrısı

Cinsel azınlıklara özellikle de LGBTI komünotesine kar- şı hoşgörüsüzlük. Bu Katolik (Fransa) veya Neo-Pentecostal (Brezilya) gerici dini kesimler- ce, belirli bir başarıyla kullanı- lan bir tema.

Bu üç tema, “yolsuzluğa karşı mücadele”yle birlik-

te Bolsonaro’nun zaferi için belirleyici olmuştur. Bilhassa da sosyal medyada kitlesel düzeyde fake-news’un yayıl- masıyla (ama bu kadar kaba yalanlara bunca insanın neden inandığı da açıklanması gere- ken bir mesele). Fakat bütün bu iç savaş söyleminin sertliği ve şiddeti, kadın düşmanlığı, programdan yoksun oluşu ve askeri diktatörlük ve işkenceye düzdüğü utanmaz methiyelere rağmen birkaç haftada aday- lığının muazzam başarısının ikna edici bir açıklamasına sahip değiliz.

Tutarlı Antifaşizm

Peki nasıl mücadele edilme- li? Maalesef bu yeni küresel kahverengi dalgayla mücadele etmek için sihirli bir formül yok. Bernie Sanders’in Küresel Antifaşist Cephe çağrısı çok iyi bir öneri. Aynı zamanda, bu durumun kendini gösterdiği her ülkede demokratik özgür- lüklerin savunusu için geniş koalisyonlar kurmak gerekir.

Ancak kapitalist sistemin, özellikle de kriz dönemlerin- de faşizm, darbe ve otoriter rejim gibi olguları ürettiği- ni ve yeniden ürettiğini göz önünde bulundurmak lazım.

Bu eğilimlerin kökeni sistem- de yatmaktadır ve alternatif de radikal yani sistem karşıtı olmalıdır. 1938’de Frankfurt Okulu’nun başlıca düşünürle- rinden Max Horkheimer “ka- pitalizmden bahsetmek iste- miyorsanız, faşizm hakkında söyleyecek hiçbir sözünüz yok demektir” diye yazıyordu. Bir diğer ifadeyle tutarlı bir antifa- şist, antikapitalisttir.

Çeviri: U. Aydın

(16)

mart 2019 16

6 Mart 2019, Laia Facet 2016’da Polonyalı feminist- ler üreme haklarını savunmak ve kürtajın suç olmaktan çıka- rılması için feminist bir greve başladılar. Birkaç ay sonra Arjantinliler ilk uluslararası kadın grevinde kadın cinayet- lerini protesto ederek ülkeyi durma noktasına getirdiler.

Grev yayılıyor! 2018’de İspan- ya’daki feminist grev günün sürpriziydi ve grev bu sene Avrupa’ya yayıldı.

Feminist yükseliş, sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri açığa çıkaran ve arttıran, on yıllık kemer sıkma politikalarının ardından geldi. Tabii ki bu eşit- sizliklerin etkisini kadınların daha ağır hissettiği açık. Geçti- ğimiz yıllarda özelleştirmelere ve kamu sektöründe kısıntılara gidilmesine karşı özellikle sağ- lık, eğitim ve sosyal hizmetle- rin yanı sıra iş gücünü ağırlıklı olarak kadınların oluşturduğu temizlik ve bakım sektörlerin- de verilen mücadeleler femi- nist hareketçe üstlenildi.

Bununla beraber kriz, ke- sintiler ve devlet tarafından sağlanan hizmetlerin özelleş- tirilmesiyle oluşan boşlukları doldurmak üzere Avrupa’nın doğum ve bakım yükünün ço- ğunu çeken, göçmen kadınları bilhassa daha sert vurdu. Her ülkede farklı düzeylerde ol- makla beraber göçmen kadın- ların feminist tartışma içindeki

varlığı su götürmez gerçeklere dayanıyor. Bir ülkeden diğeri- ne, İspanya’dan Belçika’ya ka- dar, temel talep haklara sahibi olma hakkı. Gerici ve otoriter sağın tehditkâr yükselişiyle be- raber feminizm ırkçılık karşıtı bir pozisyondan haykırmak zorunda. Bu da Avrupa’daki göçmenlerin ve ırkçılığa maruz kalan kadınların örgütlerinde yer almayı ve örgütlerini inşa etmeyi gerektiriyor.

Bu otoriter yükseliş kadınla- rın, trans bireylerin ve LGBTİ+

topluluğunun tamamının hak- larına ve özgürlüklerine karşı bir saldırı başlattı. Bu saldırılar bahsi geçen kesimlerde tepkiyi, politikleşmeyi ve eylemliliği beraberinde getirdi. Bu mü- cadeleler içinde öne çıkanlar Polonya ve İrlanda’daki kürtaj ve üreme hakları mücadeleleri oldu.

Avrupa da dâhil olmak üze- re, dünya çapında cinsiyetçi şiddete karşı verilen mücadele bir radikalleşmeye yol açtı. Bu çatışma yeni bir neslin femi- nizme dâhil olmasına zemin hazırladı. Talep edilen başlıca değişimler şiddetin kolektif ve yapısal doğasına dair. Onlarca yıl şiddetin özel, kişisel, ailevi bir mesele olarak kabul edil- diği amentüden sonra içinde yaşadığımız feminist dönem şiddetin sistematik, yapısal ve politik hüviyetini açığa çıkardı. Bu kavga İtalya’dan

Danimarka’ya, Almanya’dan Fransa’ya aşağı yukarı bütün Avrupa’da tekrarlandı. Av- rupa’daki feminist hareketler eylemler planlıyor ve somut talepleri savunuyor.

Önümüzdeki 8 Mart’ta grev çağrısına verilen cevap Avru- pa’daki feminist hareketlerin durumuna dair bir fikir vere- cek. Hareketin gelişimi kıtanın her ülkesinde farklı düzeylerde olsa da bu sene feminist grevin daha fazla ülkede düzenlene- ceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Feministler, ilk kez feminist mücadeleye katılan ve feminist mücadeleyi canlandıran yeni kadın kitlelerinin bulundu- ğu Portekiz, Belçika, İsviçre, Almanya gibi ülkelerde 8 Mart 2019 için bir grev çağrısında bulundular. Bu çağrının farklı Avrupa ülkelerine yayılması İspanya’daki feminist grevin başarısına dair beklentilerimi- zin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor.

Bu sene Avrupa Parlamen- tosu için seçimler yapılacak ve bu yüzden aşırı sağın yük- selişiyle gelmesi beklenen otoriter saldırılar karşısında durabilmek için özerk femi- nist hareketin genişletilmesi hayatî öneme sahip. Belki de önümüzdeki 8 Mart’ta Avru- pa feministlerin ilerleyişiyle sarsılacak.

Çev: Can Demirci

Feminist Grev Avrupa’ya yayılıyor

feminizm

Feminist yükseliş, sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri açığa çıkaran ve

arttıran, on yıllık kemer sıkma politikalarının ardından geldi. Tabii

ki bu eşitsizliklerin etkisini kadınların daha ağır hissettiği açık

(17)

mart 2019 17

Uluslararası Kadın Grevi, uluslararası bir feminist dal- ganın parçasıdır ve dünyanın dört bir yanındaki kadınlar ge- rici siyasi güçlere karşı savaş- makta, en fazla baskıya maruz kalanlar ve sömürülenler için ayağa kalkmaktadırlar.

Peş peşe üç yıldır yapıldığı üzere, yeni uluslararası femi- nist dalga bu 8 Mart’ta da bir küresel seferberlik günü çağrı- sında bulundu: 8 Mart 2018 İs- panya’daki beş milyon ve aynı yıl İtalya ve Arjantin’deki yüz- binlerce grevcinin yaptığı gibi tüm ücretli çalışanlar için yasal grevler; çalışmaya ilişkin hak ve korumalarından yoksun olan kadınlar için fiili grevler, bakım işlerinde çalışanların ve ücretsiz emekçilerin grevleri;

öğrenci grevleri, boykot, yürü- yüş ve sokak ablukaları.

Peş peşe üç yıldır, kadınlar ve queer kişiler, kadın cina- yetleri ve her türlü toplumsal

cinsiyet şiddetine karşı, kendi bedeni üzerinde karar hakkı- na sahip olmak, güvenli ve ücretsiz kürtaj hakkına erişim, eşit işe eşit ücret hakkı , özgür- leşmiş bir cinsellik için hare- kete geçtiği gibi aynı zamanda duvarlara ve sınırlara, kitlesel tutuklamalara, ırkçılığa, İsla- mofobiye ve antisemitizme, yerli halkların mülksüzleştiril- mesine, ekosistemlerin tahri- batına ve iklim değişikliğine karşı dünya çapında başkaldır- maktadır.

Peş peşe üç yıldır, feminist hareket, bizlere dağılmakta olan bir dünyada daha iyi bir gelecek için umut ve perspektif veriyor. Yeni uluslararası femi- nist hareket, yalnızca coğrafi olarak değil, siyasi olarak da, Güney’de şekillenmiştir ve çatışmalı her bölge tarafından beslenmiştir. Bu hareketin, anti-sömürgeci, ırkçılık karşıtı ve anti-kapitalist olmasının

nedeni budur.

Genel bir kriz zamanında yaşıyoruz. Bu kriz kesinlikle yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda politik ve ekolojik- tir. Bu krizde söz konusu olan geleceğimiz ve hayatımızdır.

Gerici siyasi güçler büyümekte ve kendilerini bu krize çözüm olarak sunmaktadır. ABD’den Arjantin’e, Brezilya’dan

Hindistan’a, İtalya’ya ve Polonya’ya, aşırı sağ hükümet- ler ve siyasi partiler duvar ve sınır çitleri dikiyor, LGBTQ + hak ve özgürlüklerine saldırı- yor, kadınların bedensel özerk- liklerini inkâr ediyor, tecavüz kültürünü destekliyor ve bunu

“geleneksel değerlere” dönüş ve baskın etnik grubun çıkar- larını koruma adına yapıyor.

Bu güçlerin neoliberal krize verdikleri cevap, krizin te- mel nedenlerine inmek değil, içimizdeki en çok baskı altında ve sömürülmüş olanı hedefle-

feminizm

8 Mart’ın Ötesinde:

Feminist Bir Enternasyonale Doğru

(18)

mart 2019 18

mektir.

Yeni feminist dalga, aşırı sa- ğın yükselişindeki ilk savunma hattıdır. Bugün kadınlar birçok ülkede gerici hükümetlere di- renişe öncülük etmekteler.

Eylül 2018’de, “Ele Não”

hareketi, şu anda aşırı sağın insanlık için planlarının bir sembolü ve Latin Ameri- ka’daki gerici hareketlerin bir katalizörü haline gelmiş Jair Bolsonaro’nun adaylığına karşı çıkmak için milyonlarca kadını bir araya getirdi. Protestolar Brezilya’da ve tüm dünyada üç yüzden fazla şehirde gerçek- leşti. Bugün Bolsonaro, yok- sullara, kadınlara ve LGBTQ + ve siyahi topluluklara karşı bir savaş yürütüyor. Zalim bir sosyal güvenlik reformu geçir- di ve silah kontrol yasalarını esnetti. 2018 yılında dünya- nın en yüksek kadın cinayeti rakamlarına sahip bir ülkede cinayet sayısı fırlamıştır, ki katledilen kadınların %70’i siyahidir. 2019’da 126 kadın ci- nayeti meydana geldi. Brezilya feminist hareketi bu saldırılara karşı gelmekte, 8 Mart’ta ve Marielle Franco’ya karşı siyasi suikastın yıldönümü olan 14 Mart’ta tam da Bolsonaro’nun oğulları ile cinayetten sorumlu milislerden biri arasındaki güç- lü bağ hakkında bilgiler ortaya çıkıyorken, harekete geçmeye hazırlanmaktalar.

Benzer şekilde, İtalya’daki Non Una Meno hareketi de bugün sağcı Kuzey Birliği’nin ve Beş Yıldız hükümetinin ka- dın düşmanı ve göçmen karşıtı politikalarına karşılık veren tek örgütlü harekettir. Arjantin’de kadınlar, Macri hükümetinin sağcı neoliberal politikalarına karşı direnişe öncülük etmiş-

lerdir. Şili’de, feminist hareket, yerlilerin mücadelelerinin kriminalize edilmesine ve aynı zamanda çok pahalı olan eği- tim sisteminin sistematik cinsi- yetçiliğine karşı savaş veriyor.

Feminist hareket aynı zamanda uluslararası da- yanışmanın ve uluslararası girişimlerin anlamını yeniden keşfediyor. Geçtiğimiz aylarda Arjantin feminist hareketi, yeni feminist dalganın yeniden icat ettiği uluslararası dayanışma pratiğine atıfta bulunmak için

“Feminist Enternasyonal” adı- nı kullandı. İtalya gibi birçok ülkede feminist hareket, görüş- lerini, analizlerini ve pratik de- neyimlerini paylaşmak ve daha iyi bir koordinasyon sağlamak için uluslararası toplantıların gerekliliğini tartışıyor.

Tarihsel boyuttaki küresel bir kriz karşısında, kadınlar ve LGBTQ + bireyler mücadeleyi yükseltmekte ve küresel bir tepki ortaya koymaktadır. Bar- barlığa doğru tam hızla gitme- ye devam eden, yaşadığımız gezegende insanlığı savuracak olan kapitalizm trenini dur- durabilecek acil durum freni olabilmek için önümüzdeki 8 Mart’tan sonra, hareketimizi bir adım öteye götürmeye ve uluslararası toplantıların ve hareketlerin meclisleri için çağrı yapma zamanı gelmiş bulunuyor.

İmzacılar

Nuria Alabao (Gazeteci ve Yazar, İspanya)

Cinzia Arruzza (%99’un Feminizmi: Bir Manifesto Eşya- zarı)

Monica Benicio (İnsan hakları aktivisti ve Marielle Franco’nun partneri, Brezilya)

Tithi Bhattacharya (%99’un Feminizmi: Bir Manifesto Eşya- zarı)

Julia Cámara (8 Mart Eyalet Koordinatörü, İspanya)

Jupiara Castro (,Núcleo de ConsciênciaNegra, Brezilya)

Lucia Cavallero (Ni Una Menos, Ajantin)

Veronica Cruz Sanchez (İn- san hakları aktivisti, Mexico)

Angela Y. Davis ( Critical Resistance kurucusu , ABD)

Marta Dillon (Ni Una Me- nos, Arjantin)

Zillah Eisenstein (Uluslara- rası Kadın Grevi, ABD)

Luna Follegati (Filozof ve Aktivist, Şili)

Nancy Fraser (%99’un Femi- nizmi: Bir Manifesto Eşyazarı)

Verónica Gago (Ni Una Me- nos, Arjantin)

Sonia Guajajara (Articulaçãodos Povos Indígenas, Brezilya)

Kavita Krishnan (Tüm Hin- distan ilerici kadın derneği)

Andrea MedinaRosas (Avu- kat ve aktivist , Meksika)

Morgane Merteuil (feminist aktivist, Fransa)

Tatiana Montella (Non Una diMeno, Italya)

Justa Montero (Madrid Fe- minist Meclisi, İspanya)

Antonia Pellegrino (Yazar ve aktivist , Brezilya)

Enrica Rigo (Non Una diMe- no, Italya)

Paola Rudan (Non Una di- Meno, Italya)

Amelinha Teles (SãoPaulo Kadınlar Birliği, Brezilya)

Çeviri: M. D.

Kaynak: https://www.verso- books.com/blogs/4259-beyond- march-8th-toward-a-feminist-

feminizm

(19)

mart 2019 19

Onur Danacı

(DSA New Orleans,

Enternasyonalizm Komitesi) Democratic Socialists of America (DSA) Mart 2019 itibariyle 60.000’i aşan aidat veren aktif üye sayısıyla (va- tandaşlık gibi türlü sebeplerle aidat veremeyen veya çeperde kalan bir 3 kat insanı daha katarsanız) Amerika Birleşik Devletleri’nde son yüzyılın en büyük sol teşkilatı olma paye- sine ulaşmış durumda.

Grubun ismini Türkçeye

“Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri” olarak mı, “Ame- rikan Sosyalist Demokratları”

olarak mı ya da “Amerikan sosyal demokrat partisi” olarak mı tercüme etme konusunda yaşadığım tereddüt yalnızca çeviriye dair teknik bir proble- mi yansıtmıyor. Aynı zaman- da Amerikan sol siyaset ve toplumsal hareketlerinin son 80 yılda yaşadığı yenilgi ve tahkikatları, ahalinin ehven-i şer tercihi ve kapitalizmin hegemon ülkesinde siyasetin seri neoliberalleşmesine binaen devletin kamu hizmetlerinden tamamen çekilmiş olmasını,

eski dünyada işçi hareketi ve reel sosyalizmin baskısıyla elde edilmiş hakların ve be- raberinde getirdiği kamusal şikayet/hak arama kültürünün ABD’nin kıyısından geçmemiş oluşunu, tüm kent-banliyö- kırsal mimarisinin sınıf içi ırksal hiyerarşiyi keskinleştiren ve sınıfı borçla terbiye eden ya- nını da yansıtıyor. Sağ-liberter kültürle yoğrulmuş, her vergi iadesi döneminde eşitsiz-iş bilmez bürokrasiden bile isteye tiksindirilmiş eski kuşakların geneli için sosyalizm herhangi bir ödevin hür-teşebbüs yeri- ne devlet tarafından yapılmış olması demek; bu ister Doğu Avrupa’daki ekmek kuyrukla- rına nazire yapmak üzere kötü anlamda ister Pentagon’un

‘başarılarını’ veya Franklin Della Roosevelt’in (FDR) Keynes’çi politikalarını (New Deal) övmek üzere iyi anlamda kullanılmış olsun. Vaziyet bu olunca sosyalist bir programla sade suya tirit sosyal demokra- sinin ayrımı parti programında da kitle kültüründe de İskandi- nav modeli övgüsü kabilinden Abdurrahman Çelebi’ye kalı- yor. Tüm bu engellere rağmen

DSA, bir 90’lar ÖDP’sini anım- satırcasına, eskinin her renkten sol yapılarını ve yeni siyasal- laşan bağımsız gençliği bir ku- tup gibi kendine çekiyor. Peki Eugene Debs ve Joe Hill gibi devrimcilerin ruhunu sağcı bilinen taşrada dahi hortlatan, IWW’nun işçi-radikalizmini dirilten, Trump’ın McCarthy’ci

‘kızıl-ıslıklarına’ veya merkezci cenahın ehven-i şerci suçlama- larına (Ralph Nader vakasının aksine) pabuç bırakmayan bu ödünsüzlüğe nasıl gelindi?

Bu başarının ne kadarı içsel (yani DSA’nın siyasi program, örgütlenme ve iradesinin ürü- nü), ne kadarı dışsal (ulusal ve uluslararası güç durumunun, kapitalizmin 2019 itibariyle çelişkilerinin ürünü) ve bu ba- şarılar ne kadar sürdürülebilir?

Bunları anlamak için DSA’nın kuruluşundan bugününe ve çelişkilerine bakmak elzem.

Rahmet Neden DSA’ya Yağdı

DSA Mayıs ‘82’de Ameri- kan Sosyalist Partisi’nin ‘73 sağ-sapmasına cevaben parti- den kopan 5000 Demokratik Sosyalist Örgütlenme Komi-

Kongreye Giden DSA’da İki Yılın

Bakiyesi 2016-2017’den beri yaşanan üye patlaması iradi ve planlı değildi, bugün geri plana atılmış örgütün eski tüfekleri dahi bu durumu hiçbir şekilde öngöre- memişti ve kurak toprağı basan sel misali teşkilatın yapısı istiap haddini doldurmaya başladı

enternasyonal

(20)

mart 2019 20

tesi üyesi ve 1000 kadar Yeni Sol görüşlü aydından oluşan Yeni Amerika Hareketi’nin bir araya gelmesiyle kurulmuş, partiden ziyade sivil toplum örgütü hüviyetinde bir yapı ve kuruluşundan 2017’ye kadar Sosyalist Enternasyonal üyesi.

Türkiye’de bir eşlenik arana- caksa Halkevleri tarzı dernek- çiliği bir hayli çağrıştırıyor:

kendi adıyla seçimlere katılma- yıp dışarıdan destek vermesi, yerelde yapılan dayanışma kampanyaları (misal kendi yerelimde insanların fren lam- balarının ücretsiz yenilenmesi, borçlu ve hastalara verilen ücretsiz hukuki/tıbbi destek) ve protestolar (misal yıkılacak parklar, emekçi mahallesine yapılacak otellere karşı düzen- lenen eylemlerin yanı sıra türlü ulusal ve uluslararası gündem- ler) mevcut, ama genel olarak

“şirketlerin gücünü kıracak ve çalışanları güçlendirecek bir reform hattı için mücadele”

öne konmuş. Bugüne kadarki seçimlerde Jesse Jackson, John Kerry ve Obama gibi Demok- rat Parti adaylarına örgüt kararıyla eleştirel destek ve- rildiği gibi (hatta örgüt strate- jisti Barbara Ehenreich vb.’nin Obama İçin İlericiler ittifakı kurması gibi), Yeşil Parti’li Ralph Nader’in kampanyasına DSA üyelerinin gayri-resmi iştiraki da söz konusu olmuş.

Ama asıl destek ve efor 2005’te Sanders’ın Vermont senatör- lüğüne bağımsız adaylığına canhıraş katılımda ve 2016’da Sanders kampanyası öncü- lüğünde ortaya çıkmış. 2016 Sanders programını New Deal keynesciliği olarak adlandırıp

“asla ekonominin demokratik- sosyalist idaresine varmaya-

cağı” belirlenerek eleştirel bir şekilde desteklenmiş de olsa, Bernie’nin 50 yıllık hak savu- nucusu sicili #WeNeedBernie kampanyasıyla taltif edilmiş.

Trump’ın da seçilmesine yol açan sanayisizleşme ertesi işçi havzalarının işsizlik ve madde bağımlılığıyla çöküntüye uğra- ması, Obama yönetiminin dış politika ve ‘mortgage’zedelere yaklaşımının hayal kırıklığına uğratması, ‘gig ekonomisi’nin parçası olarak aynı anda en az 2-3 güvencesiz işte çalışan gençliğin öğrenim kredi borç- larını ödemeyi dahi rüyaların- da görmesi, tıbbi borç ve mu- tenalaşma yüzünden iflas eden milyonlar, Clinton vb. hattın parti-içi demokrasiye karşı hileye dahi tevessül etmesi ve yükselen aşırı-sağ merkezcili- ğin hegemonyasında sola doğ- ru da bir fay kırınımına sebep

enternasyonal

Referanslar

Benzer Belgeler

Ve bu yeni siyasi bölüntülerin doğu Akdeniz çanağının kontrol altında tutan İsrail, Rusya, Lübnan, Mısır ve yeni Suriye devleti işbirliği yapması başlıca şart

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

Hiçbir şekil ve surette ve her ne nam altında olursa olsun, her türlü gerçek ve/veya tüzel kişinin, gerek doğrudan gerek dolayısı ile ve bu sebeplerle uğrayabileceği

MARCUS AURELIUS / UNUTMA, MUTLU BİR HAYAT ÇOK AZ ŞEYE BAĞLIDIR Yayıma Hazırlayan: Özlem Esmergül.. Her

Eczacı olacak öğrencilere Tıbbi ve Zehirli bitki ilişkisini anlatmak, ülkemizde bitkilerden zehirlenme olayları ve dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında

Avrupa Komisyonu, yaptığı başvuru ile mahkemenin, Avusturya’da yürürlükteki mevzuatın kişisel verilerin korunmasına ilişkin denetim makamı olarak kurulan Veri Koruma

1899 yılında Manisa Belediye Tabipliği’ne tayin edilen Mehmet Hüsnü Bey’in küçük yaşta kızamık nedeniyle vefat eden ilk kızı Mahire 1899’da, adı ilk olarak Hüsn-i Cemal

Not: Yuvarlama nedeniyle rakamlar 100’e toplanmayabilir; nüfusa göre ağırlıklı ortalama kullanılarak hesaplanan toplam rakam Kaynak: Strategy& Ödemeler Anketi