• Sonuç bulunamadı

Kürtaj Haramdır! Kürtaj Cinayettir! Çocuğun suçu ne? Anası olacak. öldürsün! Tecavüze Uğrayan Kadın Doğursun. Gerekirse Devlet Bakar!

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kürtaj Haramdır! Kürtaj Cinayettir! Çocuğun suçu ne? Anası olacak. öldürsün! Tecavüze Uğrayan Kadın Doğursun. Gerekirse Devlet Bakar!"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yeni bir dünya gerek insanlığa…

Olmaz deme, bensiz olmaz de…

Katılmazsan bekliyor barbarlık...

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Özel Sayısı Haziran 2012

Kürtaj

Cinayettir! Tecavüze Uğrayan Kadın Doğursun.

Gerekirse Devlet Bakar!

Çocuğun suçu ne? Anası ola- cak kadın ken-

dini öldürsün!

Kürtaj

Haramdır!

(2)

Merhaba sevgili dostlar,

Haziran sayımızla yeniden beraberiz.

Gündem yine epeyi hararetli. Başbakanın kürtaj ve Uludere açıklamasından sonra geri- len ortam, peşi sıra yapılan açıklamalarla daha da alevlendi. Erkek egemen, kadını ikinci sınıf gören zihniyet bu tartışmalarla kendini apaçık ortaya serdi yeniden.

Kürtaj tartışmalarının hararetli perdesi- nin hararet perdesinin arkasında ise pek gündemleşemeyen gelişmeler yaşandı. Ör- neğin Hava İşkolunda çalışan işçilerin grev yapma hakları ellerinden alındı. Yüzlerce işçi

grev yaptıkları için işlerinden atıldı.

Anayasa Mahkemesi, Akkuyu’da nük- leer santral kurulmasına ilişkin anlaşmanın yürürlüğünün durdurulması talebini reddet- ti.

TBMM Çevre Komisyonunun hazırladı- ğı, tabiat varlıklarının, sit alanlarının serma- yeye peşkeş çekilmesinin önünü açacak olan kanun tasarısı kabul edildi.

Her biri birbirinden önemli, insan hakla- rını, sağlığını, yaşamını olumsuz yönde etki- leyecek olan bu girişimler toplumun gözü- nün içine baka baka gerçekleştirildi.

Bu ay için sayfalarımızı elverdiği ölçüde söyleyebileceklerimiz bu kadar. Bir sonraki sayımızda yeniden görüşmek umuduyla…

Hoşça kalın...

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:

Aziz Özer Yönetim yeri ve adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad.

Ülbeği İş Mer. No:9 Kat: 4 Esenyurt/İstanbul.

Tel/Fax: (0212) 620 67 57

e-mail:mail@ydicagri.org web:www.ydicagri.org YDİ Çağrı gençlik özel sayısı Haziran 2012 fiyatı: 1

TL Yayın türü: Yerel süreli

Oku, Okut, Dağıtımını yap

Kürtaj Meselesi

Haziranda Ölmek Zor

Esenyurt’lular Üç Fidanı Andı

Katledilişinin 39. Yılında…

Yarın Devrim Olmayacak…

Aile İçi Cinsel Şiddete Karşı...

(3)

İ

lk önce 3 çocuk doğurun dedi. Tabi anında birçok alandan tepki yağdı.

Ama başbakan bu tepki açıklamala- rını, yürüyüşleri, yuhalamaları önerisine des- tek olarak algılamış olacak ki ardından hızını alamayıp her kadının doğurmasını istediği çocuk sayısını 5’e çıkardı.

Hedef bu olunca da uygulamalar da bu hedefi hayata geçirmek üzerine şekillenme- ye başladı. Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan- lık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dö- nüştürüldü. Kutsal annelik, kadının ev içi ödevleri, bu ödevleri yerine getirmediğinde, örneğin yemek yapmadığında şiddet görme-

yi hak ettiği yönünde ifadelerin geçtiği me- tinlerin ders kitaplarına girmesi yeniden gündeme geldi. Sorumlu bakanlık desteğiy- le, boşanmaların önüne geçebilmek ve kut- sal Türk aile yapısını koruyabilmek adına, yuvalar yıkılmasın diyerek kimi illerde evlilik kursları açıldı. Bu kurslarda kadınlara erkek- lerine itaat etmenin, onları rahat ettirmeleri- nin görevleri olduğu öğretilmeye çalışıldı.

Tabi bütün bu uygulamalarda anneliğin kut- sallığı göklere çıkarıldı. Yeni eğitim sistemi ile genç kadınların, daha okul çağında evlen- dirilmelerinin önü açıldı.

Başbakan, nüfus planlaması konusun- daki son incisini, Birleşmiş Milletler Konferansı’nda "Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürür- sünüz ha doğduktan sonra öldürür- sünüz hiç bir farkı yok. Buna karşı çok daha duyarlı olmaya mecbu- ruz." diyerek açıkladı. Ardından sezaryen ile doğumlara da karşı olduğunu söyledi. Sezaryen do- ğumlara neden karşı olduğunu da AKP Kadın Kolları Kongresi’nde şöyle açıkladı. “Ben sezaryenle do- ğuma karşı olan bir Başbakanım ve bunların planlı yapıldığından, özel- likle planlı yapıldığını biliyorum.

Bunun, bu ülke nüfusunun artma- ması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bunun bir taraftan da kendilerine mali kaynak teşkil et- mesi için atılan adımlar olduğunu biliyorum ve bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde donduruluyor.”

Bu satırları okuyunca “Vay be!”

(4)

diyor insan. “Şu dış mihrakların yaptıklarına bir bakın hele… Ekonomimize, ülke yönetimi- mize yetmedi bir de nüfusumuza karışıyor, yönetmeye kalkıyorlar.” Yani kadın sağlığı, doğum sırasındaki ölümler, normal doğu- mun kadın için risk taşıdığı durumlar falan hikaye. Başbakana göre sezaryenle doğu- mun yaygınlığının tek nedeni kim oldukları belirsiz bir takım kötü niyetli cenahın gençli- ği ile övündüğümüz nüfusumuz üzerine oy- nadıkları bir oyundur.

Kadınların yüz yıl önce mücadelesini yürüttükleri, kendi bedenleri üzerinde yal- nızca kendilerinin söz sahibi olma mücadele- si, kürtaj hakkı mücadelesi yeniden mücade- le yürütülmesi gereken bir konu haline gele- bilir. Görünen o ki başbakan bu açıklamasıy- la nabız yoklamak istedi. Uygulamaya geçir- mek istedikleri kürtaj yasağı gibi sefil bir yasanın sinyallerini veriyor. Asıl niyetini ken- disi adına TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün şu sözlerle ifade etti: “Kürtaj, bir insanlık suçu- dur. Kürtaj ile doğacak çocuğun yaşam hakkı elinden alınmaktadır. Belirli bir aydan sonra hayatın başladığını kabul etmek, büyük bir yanılgıdır. Artık, bu yanılgının toplum genelin- de giderilmesi gerekmektedir. Toplumumu- zun da yavaş yavaş bu yanılgıdan kurtulduğu- nu görüyoruz. Yeni Ceza Hukuku mantığı da bu şekilde gelişmekte olup, anne karnında hayatını devam ettiren çocuğun maddi mane- vi varlığına karşı yapılan saldırılar cezalandırıl- malıdır. Kürtaj olayı, çok çeşitli açılardan yo- rumlanabilmektedir. Tüm bunların dışında çocuğu taşıyan annenin de hayatı tehlikeye girmektedir. Bu nedenle de kürtaja ceza veril- melidir. …Hangi aylıkken yapılırsa yapılsın fark etmez, kürtaj insanlık suçudur. Ben, şu ankinin aksine, hayatın daha önceden başladı- ğına inanıyorum. Bu işin çok farklı boyutları var zaten. İnsan hakları boyutu var, Ceza Hu-

müdahale yasaklanmalıdır.” Özcesi: Kürtaj yasaklanmalıdır diyor TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı; kadının da insan olduğunu, hakları olduğunu ve en te- mel hakkının kendi bedeni üzerinde bir tek kendisinin söz sahibi olduğunu unutarak.

Gelgelelim başbakanın kürtaj meselesi- ni Roboski katliamına bağlayışına. Başbakan bu bağlantıyı, medyanın Roboski katliamını gündemleştirdikleri için paylayarak şu şekil- de kurdu: “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz,

‘Uludere’ diyorsunuz. ‘Her kürtaj bir Ulude- re’dir’ diyorum. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmekten ne farkı var?” Başbakanın kafası çok karışmış gerçekten. Anne karnındaki fetüsü aldırma- nın cinayet olduğunu söyleyerek bunu Ulu- dere katliamı ile benzeştirmek akıldışı olsa da bir itiraftır da aynı zamanda. Bu şekilde Roboski katliamının bile bile işlenmiş bir cinayet olduğunu kabul etmiş oluyor Başba- kan.

Son olarak, kürtaj nedir ve ne zamana kadar uygulanabilir bir bakalım. Kürtaj genel olarak rahim içerisinden bir doku almak an- lamına gelir. Kürtajın yasal sınırı 10 haftadır.

Yani hamileliğin başlangıcından 10. haftaya dek kürtaj yaptırmak yasaldır. Bu süreçte anne karnındaki fetüs henüz bir doku halin- dedir. Yani henüz anne rahminde canlı bir bebek değil, çok hücreli bir doku mevcuttur.

Dolayısıyla kürtaj ile bir yaşam sonlandırılmı- yor, vücuttan bir doku alınıyor. 10. haftayı geçtikten sonra ise, herhangi bir sağlık soru- nu yok ise zaten kürtaj yapmak ve yaptır- mak yasak.

Bu açıklamalar bir gafletin ürünü de- ğil, biz kadınları birer çocuk doğurma aracı olarak gören bir zihniyetin ürünüdür. Bu zihniyete karşı mücadele etmek hak, susup oturmak cinayettir. Çünkü biliyoruz ki bu zihniyet ve bu zihniyetten kaynaklı böyle bir

(5)

M

ayıs ayını geride bırakırken devrimci önderlerin cellâtlar karşısında onurlu duruşu sınıf mücadelesi tarihine ak bir sayfa açmış- tır. Haziran ayı içerisinde kaybettiğimiz Na- zım Hikmet 3 Haziran 1963, Ahmet Arif 2 Haziran 1991, Orhan Kemal 2 Haziran 1970 ve Kazım Koyuncu 25 Haziran 2005'de top- rağa düştüler. Yaşamları boyunca kültür sanat edebiyat alanı içerisinde önemli eser- ler vererek, toplumcu proleter kültürün oluşmasında zenginlikler bırakarak aramız- dan ayrıldılar. Sanatçı duyarlılığı ile Nazım Hikmet'in ölümü duyan Hasan Hüseyin’in

"Gece leylak/ ve tomurcuk kokuyor/uy anam anam/ haziranda ölmek zor" dizeleri dökülüyor hissiyatından. Daha sonra yine haziranda ölen Orhan Kemal' e de adıyor şiirini. Ahmet Arif ve sevgili Kazım Koyuncu bu şiirin anlamına girmeye çokça yakışıyorlar bence.

20 Kasım 1901'de Selanik'de doğan Nazım Hikmet, çağdaş dünya ve Türk şiirinin öncüsüdür. Yaşadığı zaman dilimine şiirleriy- le tanıklık ederek sesini gürleştirmiş, sustu- rulamayan, sürekli kendini yenileyen ve ön- cü olmayı hak eden koca bir çınar olmuştur.

Kurtuluş savaşı dolayısıyla Anadolu’ya ge- çer, emperyalist istilaya karşı durmaya çalı- şır. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesin-

de siyasi bilimler okur. 1923 yılında yurda döner. Aydınlık dergisinde çalışmaya başlar.

Dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dola- yı on beş yıl hapsi istenir. Bunun üzerine tekrar Sovyetler Birliğine gider. 1928'de af kanunundan yararlanır, Türkiye'ye tekrar döner. 1938'den sonra 12 sene tutuklu kalır.

Askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle tekrar 1950 yılında Sovyetler Birliğine gider.

25 Temmuz 1951 yılında Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarılır. 3 Haziran 1963 tarihine gelindiğinde kalp krizi sonucu yaşamını yitirir. Ardından Pablo Neruda

"Niçin öldün Nazım?/Ne yaparız şimdi biz / şarkılardan yoksun" diye haykıracaktır. 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Nazım’ın Türkiye vatandaşlığı iade edilir.

Ahmet Arif 1927'de Diyarbakır'da do- ğar. Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümü öğrencisiyken iki defa tutuk- lanır. Hapis günleri işkence içinde, açlık için- de geçer. Ozan bu eziyetlere rağmen dağla- rına bahar gelmiş memleketimin der. Orhan Veli ve arkadaşları gibi şiir yazmanın moda olduğu bir dönemde "Oysa ben doğuluy- dum. Az gelişmiş ve sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret tö- releriyle yetişmiş bir çocuğuydum. Sömür- geci Fransız toplumunun bohemi, serserili- ği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan

(6)

şiirleri, elbette beni ırgalamazdı." diyecek- tir. Ozanın dilinde ve asi yüreklerde "vurun ulan vurun ben kolay ölmem” diye inleye- cektir. Halkını şiir tadında seven, coşkulu, tutkulu sesiyle Ahmet Arif 2 Haziran 1991'de aramızdan ayrılır.

Kazım Koyuncu Artvin’in ilçesine bağlı Sugören köyünde 7 Kasım 1971’de doğar.

Nüfusa geç kayıt olduğundan dolayı doğum tarihi 10 Mayıs 1972’dir. Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başlar. İstan- bul Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi’nde okur. Siyasi nedenlerle fakülteden ayrılmak zorunda kalır. 1992 yılında profesyonel mü- zik hayatına başlar. 25 Haziran 2005’de 33 yaşında tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirir. Kazım Koyuncu sesi, müziği, kişiliği, toplumsal duyarlılığı ile görsel ve yazılı med- yada yer almayarak çok popüler ve çok sevi-

len bir müzisyen olmayı başarmış bir sanatçı- dır. Laz dilinin ön plana çıkmasında büyük katkıları olmuştur. Kendisiyle özdeşleşen sözü “şarkılarla geçtim aranızdan” dır ve devam eder “Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik değil, sevgi denen şey herhalde. Bü- tün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir.

Bütün şarkılar, dünyada ki tüm insanlarındır, tüm topraklar da memleketimizdir.” der usta.

Özgürlük, eşitlik, demokrasi için yürek- leri kanat çırpmış sanatçılarımıza en iyi yapa- bileceğimiz; onların duygu ve düşüncelerini, eserlerini yaşatmak için, devrimci duyarlığı ve sınıf mücadelesini yükseltmekten geçer.

Onları en iyi bu anlayışta anar ve sahip çıka- biliriz.

28 Mayıs 2012

:::PANEL:::

Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?

10 Haziran 2012 Pazar günü saat 15.00’da Güney Kültür Merkezin- de gerçekleştireceğimiz gençlik paneline işçiler, emekçiler, öğren- ciler davetlidir.

Haydi dostlar parasız, bilimsel ve anadilde eğitim talebimizi bir kez daha hep birlikte haykıralım.

Tarih: 10 Haziran 2012

Yer: Güney Kültür Merkezi

Saat: 15.00

Panel : Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?

(7)

İ

stanbul Esenyurt’ta oturan işçi ve emekçiler Deniz Gezmiş, Yusuf As- lan ve Hüseyin İnan’ı andı.

Esenyurt’ta oturan işçi ve emekçiler Belediye Kültür Merkezi yanında bulunan fidanlıkta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hü- seyin İnan’ın andı. Önceden dikilen üç fidan- dan biri söküldüğü için yerine yenisi dikildi.

Anmaya Esenyurtlu işçi ve emekçilerin yanında EÖC, SODAP, YENİ DÜNYA İÇİN ÇAĞRI ve YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ destek verdi. Anmaya yaklaşık 80 kişi katıldı.

Anma başlamadan önce yeni dikilecek fidan için toprak kazıldığı sırada “Yaşasın Devrimci Dayanışma”, “Devrim İçin Düşen- ler Ölümsüzdür”, “Devrim Şehitleri Ölüm- süzdür”, “Devrim İçin Düşenler Kavgamız- da Yaşıyor”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza”,

“Faşizmi Döktüğü Kanda Boğacağız” slo- ganları atıldı.

Fidan dikimi yapıldığı sırada “Üç Fi- dan Kavgamız- da Her Za- man” sloganı atıldı. Alkışlar eşliğinde sökü- len fidanın yerine yenisi dikildi. Anma devrim müca- delesinde dü- şenler için ya- pılan bir daki-

kalık saygı duruşu ile başladı. Saygı duruşu sonrası basın açıklaması okundu. Basın açık- lamasında “Denizler idam sehpalarında, Mahirler Kızıldere’de İbrahim Kaypakkaya zindanda teslim olmadı. Anıları mücadele- mizde yaşayacaktır…” denildi.

Basın metni okunduktan sonra üç genç kadın arkadaş Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in son yazdıkları mektuplar okundu. Mektuplar okunduktan sonra üç fidan için yazılmış bir şiir okundu.

Anma adı Mahir, Deniz, Umut, İbrahim, Zümrüt vd. olan çocukların fidanların sulan- ması ile son buldu.

Yeni Dünya Gençliği/Esenyurt 06 Mayıs 2012

(8)

F

aşistlerce katledilişinin 39. yılı olan 18 Mayıs'ta Komünist önder İbrahim Kaypakkaya'yı sağanak yağmur altında Esenyurt Depo Durağında ve Taksim'de andık.

18 Mayıs Esenyurt

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Esenyurt Depo Durağında yoğun yağmura rağmen Partizan, Yeni Dünya İçin Çağrı, Köz ve Yeni Dünya Gençliği tarafından anıldı.

Anma saat 19.20'de Depo durağından başlayarak sağanak yağmura rağmen dört yol ağzına kadar yüründü. Yürüyüş boyunca

"Katil Devlet Hesap Verecek, Bedel Ödedik Bedel Ödeteceğiz, Marx-Engels-Lenin-Stalin Önderimiz İbrahim, İbrahim Kaypakkaya, Devrim İçin Düşenler Kavgamızda Yaşıyor, İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür, Geliyor Gelecek Bolşevizm Yenecek" sloganları atıl- dı.

Yeni Dünya Gençliği olarak "Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür"

yazılı, Yeni Dünya İçin Çağrı imzalı pankartın ardında flamalarımızla yer aldık.

Anma öncesinde yaşanan tartışmalar- da YDİ Çağrı'nın devrimci sorumluluğunu destekliyoruz. Yaşanan tartışma YDİ Çağ- rı'nın sitesinden okuyabilirsiniz.

19 Mayıs Taksim

Mayıs ayı özelde Diyarbakır zindanla- rında düşmana ''ser verip sır vermeye- rek'' devrim tarihinde önemli bir yeri olan Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya ve Haki Karer, Sinan Cemgil, Dörtler ve Hasan Ocak şahsında Taksimde binlerce işçi ve emekçiyle anıldı.

19 Mayıs Cumartesi Taksim Tünel de bir anma gerçekleşti. Biz Yeni Dünya Gençli- ği olarak katılım gösterdik. Bizim dışımızda da YDİ Çağrı, Partizan, Alınteri, HDK, YDK, Munzur Kültür Derneği, Devrimci Hareket, Munzur Çevre Derneği, Munzur Kültür Der- neği... gibi çok sayıda devrimci ve demokrat kitle örgütleri yer aldı. Devrimci dayanışma- nın güzel bir örneği sergilendi bu anmada.

(9)

Anma saat 19.00 da taksim tünelde kitlenin toplanmasıyla başladı. En önde İbra- him Kaypakkaya yoldaşın üzerinde “O’nu anıyor, sahipleniyoruz” yazan büyük bir resmi, anmayı düzenleyen ve destekleyen kurumların flamaları yer al- dı. Üzerinde “O’nu anıyor, sahipleniyo- ruz” yazan, yüzlerce İbrahim yoldaşın dövizi taşındı. Toplanan kitle sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında sık sık '' Yaşasın Devrimci Dayanışma, Önderimiz İbrahim Kaypakkaya, Faşist Devlet Hesap Verecek, Yaşasın Halkların Kardeşli- ği...'' şeklinde sloganlar atıldı.

Yürüyüş sırasında ajitasyon yapılması çevredeki insanlar açısından oldukça olumlu oldu. Ajite ve sloganlar Türkçe ve Kürtçe atıldı. Kitle anma sırasında çevredeki provo- kasyonlara da tepki gösterdi. Bir gencin ülkücü bir hareket yapması kitle içinde yü- rüyen gençler tarafından tepkili karşılanın- ca küçük bir arbede yaşanmasına sebep oldu. Bir diğeri ise dükkandan sarkıtılan Atatürk posterine yine kitle içinden atılan taşlar gerginlik yarattı. Fakat gerek devrim- ciler gerekse de kortej sorumlularının sık sık uyarıları provokasyonların önüne geçerek daha ciddi sorunlar yaşanmasını önledi.

Daha sonra yürüyüş Taksim meydanında

son buldu. Burada basın açıklan- ması okundu.

Basın metninde '' Devlet geç- mişte olduğu gibi bugünde baskıya, şiddete, savaşa ve im- haya dayanan politika ve uygu- lamalarına devam ediyor. Dev- let Türk ve Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden halkımıza;

demokrasi güçlerine, ilericile- re, yurtseverlere, devrimcilere yönelik katliamcı girişimini izleme çabasındadır. Bu neden- le İbrahim Kaypakkaya da dahil olmak üzere devrimcileri anma- yı ve sahiplenmeyi ''suç ve suç- luyu övme'' olarak tanımlayıp saldırganlaşı- yor. Devletin hiçbir saldırısı ve tehdidi bizle- rin, katliamlara maruz bırakılan halkımızı, devrimcileri ve gençlik önderlerimizi sahip- lenip anmamızı engelleyemez. Kızıldere'de katledilişlerinin 40. yılında Mahir Çayan ile birlikte katledilen On'ları; idam edilerek katledilişinin 40. yılında Deniz'leri; katledili- şinin 39. yılında, İbrahim'i; Sinan Cemgil ve arkadaşlarını; Dörtleri; Haki Karer ve Hasan Ocak'ı saygıyla anıyoruz'' şeklinde belirtildi.

Metin daha sonra Kürtçe de okundu. Hasan Ocak'ın annesinin konuşmasının ardından atılan sloganlarla anma bitirildi.

Yeni Dünya Gençliği 19 Mayıs 2012

(10)

Devrim mücadelesine gençliğin vermiş olduğu enerji ile girildiği zaman mücadeleye ilk başta büyük bir azim ve özveri ile başlanı- yor. “Büyük bir azim aynı zamanda özveriy- le” devrim için çalışılıyor. Fakat bu “azim ve özveri” zamanla köreliyor, körelmekle kal- mıyor ve mücadele belli bir zaman sonra bırakılıyor. Mücadele bireyin kurtuluşunu hedef almaz yalnızca; toplumun kurtuluşu ön plandadır. Toplumun kurtuluşu sağlandı- ğı zaman doğalında bireyin de kurtuluşu gerçekleşecektir. Peki, gençler arasında yay- gın olan düşünce kurtuluşa kadar savaşmak mıdır?

Sorunun cevabına kabaca baktığımızda maalesef gençliğin ezici bir çoğunluğunun burjuvazinin esaretinden kurtulma gibi bir derdi yoktur. Olmadığı gibi esaretinin de net olarak bilincinde değildir. Kurtuluşa giden yolda örgütlü mücadelenin önemi büyüktür fakat gençliğin büyük bir bölümü örgütsüz,

almaktadır.

Alternatif olan demokratik ve devrimci örgütler arasında örgütlü olan kesim ise çok az düzeydedir. Mücadele eden ve sistemi değiştirmek için çaba sarf eden gençlere ise yoğun olarak saldırılar düzenleniyor. Sebep- siz yere ya da sudan sebeplerle gençler tu- tuklanıyor. Aylardır gündemde olan “puşi”

davası, parasız eğitim istedikleri gerekçesiy- le uzun süre tutuklu bırakılan öğrenciler, konsere gidip Kürtçe şarkı söyledikleri için tutuklanan sanatçılar vb. bunlardan sadece bir kaçıdır.

Öncelikle yapılan bu saldırıların amacı düzeni korumaktır. Sistem açıktan şu mesajı veriyor mücadele etme arzusu olan gençle- re “ayağınızı denk alın eğer siz de mücadele etmeye kalkarsanız sonunuz bu olur…”

Tüm baskılar bir gözdağı verme amacı ve mücadele eden tüm muhalif kesimleri susturma amacı taşımaktadır. Örgütlü olun-

Devrim ve sosyalizm mücadelesinde önemli olan bu düzenin yıkılması bilin- cinde olunması, onu yıkmak için ise örgütlü bir mücadele yürütülmesi gerektiği ve her şeyden önce ise devrimi biz göremeyebiliriz ama devrim kervanı yoluna devam edecektir. Doğanın kanunu gereği eninde sonunda gerçekleşecek olan devrim için bizim de elimizden gelenin fazlasını devrim ve sosyalizm mücadelesi-

ne sunmamız gerekmektedir. Bıkmadan, usanmadan, yarın devrim olacakmış

gibi fakat yarın devrimin olmayacağını da bilinçte tutarak.

(11)

ların dışında ise ne olursa olsun Marks’ın dediği gibi “zincirlerimizden başka kaybede- ceğimiz bir şey yok” kaybedeceğimiz bir şey yok ama; kazanacağımız bir dünya var. Bu- nun bilinçte tutulması gerekmektedir.

Peki, bu şekilde söylem kurarsak yeterli olacak mıdır? Ya da gençlik gerçekten de kazanılacak dünya için mi mücadele ediyor?

Genel olarak gençler arasında yaygın olan bir düşünce biçimi var. Belki bu somutlaşmış değildir fakat tüm pratiklere baktığımızda yargımız güçleniyor. Gençler devrimin yarın olacağını zannederek “büyük bir azim ve özveriyle çalışıyorlar” fakat belli bir süre sonra bu “azim ve özveri” yerini mücadeleyi bırakmaya ve yorgun demokrat durumuna bırakmaktadır.

Sosyalizmin alternatif olarak görülme- diği günümüzde mücadele etmek daha da önem kazanıyor. Çünkü mücadeleyi yüksel- tecek ve devamlılığını sürdürecek olanlar sayısal olarak çok az… Sayısal azlıktan gelen bu durum tek tek kişileri kaybetme lüksümü- zü ortadan kaldırıyor. Bu durum sadece gü- nümüz açısından değil her zaman bilinçte tutulmalıdır.

Gençlerin bu “azim ve özverisi” nasıl oluyor da kısa zamanda yok oluyor. Kurtulu- şa kadar savaş şiarını atan gençler tüm

“azim ve özverisi” ile mücadele ederken

“yarın” devrim olacakmış gibi tüm enerjileri- ni harcıyorlar. Radikal çıkışlar yapıyor fakat bu enerjileri daha tükenmeden “yarın” dev- rim olmadığını görünce bu iş olmaz deyip mücadeleyi bir nevi daha başlamadan son- landırıyorlar.

Gençlerin bu azim ve özverilerin dışın-

da farklı bir algılama daha mevcuttur.

“Dışardan baktım yeşil türbe içeri girdim estağfurullah tövbe tövbe” işte bu sözde olduğu gibi dışardan durumu olduğundan büyük zannediyorlar fakat içine girdiklerin- de bakıyorlar ki durum böyle değil ve müca- deledeki “azim ve özverilerini” kısa zaman- da yitiriyorlar.

Gençler arasında olan diğer bir yanlış algılama ise “solun” parça parça olması me- selesidir. Yeni Dünya Gençliğinin bir aktivisti olarak sokakta, işte, dergi satışında, bildiri dağıtımında kısacası mücadele ettiğimiz her yerde öğrencilerle, işçilerle yaptığım tüm sohbetlerde hepsinin ortak sorusu şu “sol neden parça parça, neden birleşmiyorlar”

var olan somut durumun dışında bu soru çok masumanedir ve içtendir. Fakat “solun”

bu şekilde parça parça olması gayet doğal- dır.

Gençler biraz olsun okuma ve araştır- ma yönünde çaba sarf etseler durumu açık- ça görebileceklerdir. Bu söylem belki tepe- den bakma gibi görülebilir ama Kuzey Kür- distan ve Türkiye’de okuma oranları ortada- dır. Maalesef gençler arasında yaygın olan araştırma ve okuma değil biraz daha kulak- tan dolma bilgilerle hareket edilmesidir.

Örnek “solun” parçalanmış olmasını eleşti- ren gençlerin yapması gereken Marksizm- Leninizm'in kıstaslarına göre araştırma yap- maktır. Bu şekilde bir araştırma sorulara açıklık getirecektir. Tüm mücadele hayatı boyunca kişinin yapması gereken, kişilerin ya da grupların ne dediğinden ziyade Mark- sizm-Leninizm bu konuda ne diyor diye araş- tırmaktır.

(12)

Düzenin asalaklığından, çarpıklığından şikayet eden ve gerçek kurtuluşun devrim ve sosyalizmde olduğunu söyleyen gruplar- da hakim olan düşünce akımları nelerdir.

Genel itibari ile bu akımlar Marksizm- Leninizm’e düşman olan akımlardır. Nedir bunlar: oportünizm, reformizm, revizyonizm ya da troşkizm vb. Bu akımların düşünceleri- ni savunan gruplar öncelikle bulundukları gençlik örgütlerinin demokratik kitle örgüt- leri olduğunu iddia ederler ama somut du- rum şunu göstermektedir. X grup ya da par- tinin Y gençlik örgütleridirler. Bağlı bulun- dukları siyasi ideolojik hattı olduğu gibi sa- vunmaktadırlar.

Bu gençlik örgütleri düzenin yıkılması için gerçekten mücadele ederler mi? Atılan sloganlardan ve mücadele pratikleri genel olarak günümüzde anti-AKP’ci bir siyaset tarzları vardır. Bu siyaset tarzı da maalesef sadece AKP’nin gidişine yöneliktir. Burada gençlere şu soruyu açıktan sorabiliriz “AKP gidince düzen düzelecek mi?” hayır, düzelen herhangi bir şey olmayacaktır. A parti gidip yerine B partisi gelecek ve düzen işlemeye devam edecektir. Önemli olan karşımıza düzeni almak ve düzenin yıkılması için canla- başla mücadele etmektir.

Asıl kurtuluşun geleceği güne kadar mücadele edilmelidir diyoruz: Peki, o güne kadar mücadeleye kim ne kadar katkı suna- cak, bunun bir ölçüsü var mı? Devrim ve sos- yalizm mücadelesine sunulacak katkının elbette bir ölçüsü yoktur. Fakat şu bir ger- çektir ki devrimi sağlayacak olan kitlelerin

kadar çok çalışırsak o günün gelişi o kadar kısalacaktır. Ayaklanmaya öncülük edecek olan Bolşevik saflara bugünden girmek bi- zim zorunluklarımızdan biri olmalıdır.

Devrim ve sosyalizm mücadelesinde önemli olan bu düzenin yıkılması bilincinde olunması, onu yıkmak için ise örgütlü bir mücadele yürütülmesi gerektiği ve her şey- den önce ise devrimi biz göremeyebiliriz ama devrim kervanı yoluna devam edecek- tir. Doğanın kanunu gereği eninde sonunda gerçekleşecek olan devrim için bizim de elimizden gelenin fazlasını devrim ve sosya- lizm mücadelesine sunmamız gerekmekte- dir. Bıkmadan, usanmadan, yarın devrim olacakmış gibi fakat yarın devrimin olmaya- cağını da bilinçte tutarak.

27 Mayıs 2012

(13)

Y

eni Dünya Gençliği'nin Kasım 2011 sayısında "Ensest Tehlikeli Bir Gizdir!" başlıklı bir yazı ya- yınlandı. Yazı esası itibarıyla aile içinde ço- cuk istismarını, bir başka deyişle çocukların cinsel olarak kullanılmasını teşhir eden bir yazı. Bu önemli konuya parmak basması açısından da olumlu ve son derece gerekli bir yazı. Ancak, yazıda temel bir sorun var:

Başlığından da belli olduğu gibi, cinsel şidde- tin bir biçimi olan aile içi cinsel istismar teş- hir edilmek istenirken, bu "ensest" kavra- mıyla açıklanıyor. Ve işte problemli olan so- run da bu.

Aile içi cinsel şiddet/istismar ile "ensest ilişki" bir ve aynı şey değildir ve bu kavramla açıklanmamalıdır. Bugün çeşitli kesimlerce bu kavramların iç içe-yan yana kullanıldığını biliyoruz. Ancak, bu tam da bu konudaki özensizliğin, tartışmaların yeterince derin- leştirilmemesinin, bilinç yoksunluğunun bir ifadesidir. Biz komünistler, bizim dışımızda yürüyen tartışmalarda hangi kavramların nasıl kullanıldığını dikkatle incelemek ve

bunlara eleştirel gözle yaklaşmak zorunda- yız. Bir kavramın yaygın olarak kullanılması, onun doğru olduğu anlamına gelmiyor ne yazık ki... Bizim anlatmak istediğimiz içeriği doğru bir şekilde ifade etmiyorsa, o zaman ne kadar yaygın kullanılırsa kullanılsın, biz o kavramları kullanmaktan sakınmalı, bunun yerine anlatmak istediğimiz içeriği taşıyan kavramları -gerektiğinde açıklayarak- yaygın- laştırmaya çalışmalıyız. Bu anlamda "kavram tartışması" yeri geldiğinde son derece önemli olabilmektedir.

Aile içi ve yakın çevresinde (çoğunlukla kız) çocuklara yönelik cinsel şiddet, tecavüz ve istismar olaylarının açığa çıkması, medya üzerinden gündeme taşınması ülkelerimizde henüz çok yeni bir durumdur. Böyle olunca da kavram karmaşasının yaşanması bir an- lamda kaçınılmaz olmaktadır. Ancak konu- nun gündeme yeni taşınması, (kız) çocukla- rın cinsel istismarının yeni bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Bilakis, bu erkek ege- menliğinin ortaya çıkmasından bu yana ola- gelen, dünyanın her yerinde, hemen her

(14)

yerde kendisini gösteren bir kötülüktür.

Cinsel şiddetten ve istismardan söz ediyor- sak, bu noktada doğası gereği gönüllülük değil, bir tarafın mevcut iktidarını, gücünü kullanarak diğer tarafı istemediği bir cinsel ilişkiye ya da cinsel davranışa zorlaması, ken- di cinsel isteklerini tatmin için diğer tarafı kullanmasıdır. Aile içi cinsel şiddet denildi- ğinde bu çoğunlukla aile içindeki erkeklerin

(dedenin, babanın, üvey babanın, erkek ağa- bey ve kardeşlerin, amca, kuzen ve yeğenle- rin akrabaları olan kız çocukları cinsel olarak kullanmaları ve uyguladıkları cinsel şiddet oluyor. Tersi durumlar, yani kadınların yakın akraba erkeklerini cinsel olarak istismar et- me durumları da bilinmiyor değil, ancak bu tür olaylar istisnai durumlar olarak gündeme geliyor.

ifade etmektedir: Ensest kavramı en genel biçimiyle "kan bağı" olanlar arasındaki ilişki- yi, bir başka deyişle akrabalar arasındaki cinsel ilişkiyi, ya da biraz daha daraltalım:

"yakın akrabalar arasındaki cinsel ilişkiyi"

yasaklandırmayı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Ensest tabusu, dışarıdan

"cinsel ilişkileri düzenlemek" için konulmuş bir tabudur ve bu haliyle birbiriyle cinsel

ilişkide bulunan taraflar arasındaki gönüllü- lük ya da zor kullanımıyla ilgilenmez. İster gönüllü olsun, ister zor kullanılarak olsun ensest tabusu, esasen kimin kimle cinsel ilişkide bulunamayacağını belirleyen kural- dır. Ve dolayısıyla bu tabu hem toplumların gelişme tarihinde ve hem de bugün çeşitli kültürlerde farklı farklı içerikler taşıyabil- mektedir.

(15)

ların gelişme tarihlerinde iktidar ilişkilerinin ortaya çıkış ve biçimlenişini incelediği

"Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Köke- ni" adlı eserinde bu gelişmeye ilişkin tezleri- ni de ortaya koymuştur. Çok kaba bir özetle- me yapacak olursak, insanlığın gelişme tari- hinde kuralsız cinsel ilişkilerin egemen oldu- ğu bir dönem yaşanmıştır: "bir aşiret içinde kısıtsız cinsel ilişkinin hüküm sürdüğü, böyle- ce her kadının her erkeğe, her erkeğin de her kadına ait olduğu" bir dönem yaşanmış- tır. (bkz. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Inter Yayınları, sf. 41) Devamında insanlık toplumu gelişirken çeşitli cinsel iliş- kileri düzenleme noktasında konulan tabu- larda da farklılaşmalar gündeme gelmiştir.

Bunları çeşitli türleriyle grup evlilikleri, poli- gami (çok karılılık) ve monogami (tek eşlilik) olarak kategorize edebiliriz. Grup evlilikleri- nin çeşitli biçimleri olduğunu söyledik, bu örneğin sadece anne-babalar ile çocuklar arasındaki cinsel ilişkinin tabulaştırılması, ya da kardeşler arasındaki cinsel ilişkinin tabu- laştırılması vb. gibi olmuştur. Bu tabuların neden ve nasıl konulduğu konusunda tabii ki gerçek bir bilgi söz konusu değildir. Bugün yaygın biçimde tekrarlanan varsayım, insan- lığın kendi gözlemleriyle "akraba evlilikleri- nin" bu evliliklerden doğacak olan "sağlıklı çocuklar" açısından kötü sonuç verdiği, bu nedenle "cinsel tabular" koyulduğu yönün- dedir.

Buna karşın Engels, Ailenin, Özel Mülki- yetin ve Devletin Kökeni adlı eserinde aile ve akrabalık ilişkilerin tarihsel gelişimini ve bu- na bağlı olarak konulan kuralları, toplumsal mülkiyet ilişkilerinin gelişmesine bağlamak-

tadır.

Tarihte özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla erkeğin bu mülkiyeti ve iktidarı ele geçirme- si aynı döneme rasgelir. Erkek egemenliği- nin ortaya çıkışından bu yana kadının cinsel- liğinin kontrol edilmesi amaç haline gelmiş, bu süreçte kadınlar cinsel olarak köleleştiril- miştir. Yazının bulunduğu ve ilk mülkiyet hukuku kurallarının yazıya döküldüğü dö- nemden bu yana bunu bütün kesinliğiyle biliyoruz. "Babalık hukuku"nun yerleşmesin- den bu yana "çocuğun babası kim?" sorusu önem taşıyor ve böyle olunca da kadının cinselliğinin kontrol edilmesi her daim önemli erkek uğraşlarından biri haline geli- yor.

Yine konuya dönecek olursak, ensest tabusu işte bu mülkiyet ve miras hukukuna bağlı olarak konulan yasaklardan öte bir şey değildir. Ve işin esasına bakacak olursak, gerçekte yakın akrabalar arasındaki cinsel ilişkinin gerçekten olup olmadığından çok, bunun legal olup olmadığıyla ilgilenilmekte- dir. Şöyle ki, günümüzde ensest kavramı, hukuksal olarak kişilerin resmen evlenmele- rinin önünde bir engel olup olmadığı bağla- mında önem taşımaktadır. Yukarda da söyle- diğimiz gibi neyin "ensest" ilişki kabul edildi- ği ve resmi evlenme yasağının konulduğu çeşitli ülkelerde farklıdır. İleri burjuva ülkele- rinin birçoğunda bu birinci ve ikinci derece- den akrabaların evliliğinin yasaklanması ola- rak belirlenmiştir. Birçoğunda da kuzenlerin (kardeş çocuklarının) birbirleriyle evlenmesi toplumsal gelenek olarak kabul edilemez, dolayısıyla "ensest" ilişki olarak kabul edil- mektedir. Bu sonuncusu örneğin bizim ülke-

(16)

lerimizde oldukça yaygın bir görünümdür ve dolayısıyla hiç de "ensest" ilişki olarak kabul edilmemektedir. Halbuki, bu "legal" evlen- dirme olaylarının birçoğu, en başından itiba- ren kurumsallaşmış cinsel şiddet olmaktadır.

Kadınlara eşini bile seçme hakkının tanınma- dığı, ya da en fazlasından önüne getirilen 3-5 adaydan birinin seçiminin dayatıldığı zoraki evliliklerde olan budur.

Dolayısıyla, temelinde mülkiyet ve mi- ras ilişkilerinin düzenlenmesi ve buna bağlı olarak özelde kadının cinselliğinin kontrol edilmesi olan "ensest ilişkiler" kavramı, aile içinde (kız) çocuklarına yönelik cinsel şiddet ve istismara karşı mücadelede işe yarama- maktadır ve biz komünistlerin kullanacağı kavram değildir.

Çünkü, "ensest ilişki yasağı" gönüllü mü, yoksa zor ve iktidarını kullanarak mı sorusunu değil, yasal mı yasal değil mi? soru- sunu temel almaktadır.

Biz komünistlerin ise, genelde

"ensest"e karşı olma, buna karşı mücadele yürütme gibi bir görevimiz yoktur. Biz ko- münistler esasen bireylerin cinsel ilişkilerin- de tam özgür olduğu, kimsenin mülkiyet,

dukları bir toplumu hedefliyo- ruz. Bu topluma giden yolda bizi bu alanda ilgilendiren tek şey, mevcut mülkiyet ilişkilerinden ve (erkek egemen) toplumsal alışkanlıklardan gelen güçle za- yıf ve mağdur durumda olanların cinsel olarak sömürülmesinin engellenmesidir. Bugünkü mev- cut egemenlik ilişkileri dolayısıyla cinsel sö- mürü ve şiddete maruz kalanlar çoğunlukla kız çocuklar ve kadınlardır. Bu nedenle biz genelde kadınlara ve kızlara yönelik şiddet ve cinsel şiddete karşı mücadele ediyoruz.

İkincisi ama cinsel şiddet bağlamında müca- dele etmenin -gizli kalmaya çok daha yatkın olması nedeniyle- çok daha zor, ama bir o kadar da önemli olduğu bir konu vardır. Bu- nu da (kız) çocuklara yönelik aile içi cinsel sömürü ve şiddet olarak belirliyoruz.

Bugün biz komünistlerin bu konudaki temel görevi aile içi ve -ekliyoruz- ailenin yakın çevresinde (kız) çocuklara karşı cinsel şiddet ve tecavüzün varlığının ortaya çıkarıl- ması ve bu kötülüğe karşı mücadeledir. Ve bilinmelidir ki, bu noktada biz bundan tam 20 yıl önce tavrımızı ortaya koymuş bulunu- yoruz.

Görevimiz, öncelikle çok yaygın olarak var olan bu cinsel şiddetin üstündeki perde- yi sıyırıp atmaktır. Bu konudaki suskunluk, aile içi ve yakın çevresinde (komşular, aile dostları vb.) çocuklara yönelik cinsel istisma- rın boyutlarının küçük olduğu anlamına gel- miyor. Tam tersine, bu tür olaylarda, yani

(17)

de, baba, amca, dayı, yeğen, ağabey, erkek kardeş, yakın komşu, öğretmen, hoca, vb.

evde, "dört duvar arasında" (kız) çocukları cinsel dürtülerini tatmin için kullanmada bir çelişme görmüyor. Çünkü onlar, yaptıkları- nın gizli kalacağından nerdeyse yüzde yüz emin bir durumda. Çünkü bir (kız) çocuğun cinselliğinin nasıl sömürüldüğünü kavrayıp, bunu dile getirebilmesi kadar zor bir şey az bulunur. Düşünsenize, örneğin dedesinin kucağında oturan bir küçük (kız) çocuğun farklı ve garip okşayışlarla başlayan ve bir şeylerin "doğru" gitmediği hissini giderek güçlü biçimde hissettiği durumları... Belki ne olduğunu, hangi kaygan zeminlerde dolan- dığının tam farkında dahi değil. Belki bunu ifadelendirebilecek durumda dahi değil.

Belki suçluluk duygusu duyuyor, çünkü bu

"kötü" dokunuşlardan hoşlanmasa da, de- desini seviyor ve onun kucağında oturmak- tan hoşlanıyor ve dolayısıyla çelişkili hisler içinde kıvranıp duruyor... Ve artık farkında olduğunda başına gelenleri açıklayacak ce- sareti bulamıyor. Kim inanır ona ki? İnanırlar mı gerçekten? İnanırlarsa ne olur? Bu, bütün aile için bir felaket olmaz mı? Açıkladığı nok- tada bu felaketin suçlusu o olmayacak mı?

Bütün bu ve daha nice düşüncelerle boğu- şan, acılar ve çelişkiler düğümünde kıvranan sayısı bilinmez küçük (kız) çocuklar... Şurası açık ki, bugünün gerçekliğinde bütün cesa- retini toplayıp maruz kaldığı cinsel sömürü- yü yakın çevresine açan (kız) çocuklara ina- nan insan bulmak zordur. Hal böyle olduğu için de, "aile içi cinsel taciz-şiddet" üzerinde konuşulmayan, yok sayılan bir olgu, tabu olarak sürüp gitmektedir.

Fakat bu öyle bir olgudur ki, saldırının, şiddetin kurbanları bunun yükünü bütün hayatları boyunca taşırlar. Biz komünistler, aile içinde de yaygın olduğunu bildiğimiz, çocuklara yönelik cinsel şiddeti mutlaka aşıl- ması gereken bir toplumsal yara olarak gö- rüyoruz. Bu yaranın erkek egemen sistem tümüyle aşılmadan bütünüyle ortadan kalk- mayacağını da biliyoruz. Buna rağmen, bu- gün biz mücadelemizle yapabileceğimizin en fazlasını yapmaya çalışıyoruz.

Burda bize düşen görev birincisi, söz konusu toplumsal kötülüğün varlığı ve buna karşı mücadele edilmesi gerekliliği bilincinin yaratılması ve yaygınlaştırılmasında üzerimi- ze düşeni yapmaya çalışmaktır.

Ve ikincisi, söz konusu cinsel sömürü ve şiddete uğrayan (kız) çocuklara sahip çıkılması, onların derhal bu şiddet ortamın- dan kurtarılması ve ihtiyaçları olan psikolojik ve sosyal desteğin (profesyonelce) verilmesi için mücadele etmektir.

Bu mücadeleyi sürdürürken biz kendi yakın çevremizde duyduğumuz, gördüğü- müz cinsel sömürü ve şiddet olaylarında duyarlı davranan, cinsel şiddete maruz ka- lanlara suskunluklarını aşmaları yönünde destek veren, onları yalnız bırakmayan bir pratik sergilemeye çalışıyoruz. Biliyoruz ki, ancak bu yolla en yakın çevremizden başla- yarak bu toplumsal tabunun kırılması ve cinsel sömürü ve taciz uygulayanların teşhir ve tecrit edilmesi suretiyle engellenmesi zorlu ve uzun soluklu mücadelemizi sürdü- rebiliriz.

Mayıs 2012

(18)

orhan kemal'in güzel anısına

işten çıktım

sokaktayım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sokakta tomson

sokağa çıkmak yasak

sokaktayım gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüreğim uy anam anam

haziranda ölmek zor!

havada tüy havada kuş

havada kuş soluğu kokusu hava leylâk

ve tomurcuk kokuyor ne anlar acılardan/güzel haziran ne anlar güzel bahar!

kopuk bir kol sokakta çırpınıp durur

çalışmışım onbeş saat tükenmişim onbeş saat

acıkmışım yorulmuşum uykusamışım anama sövmüş patron

ter döktüğüm gazetede

susarak söylemişim sıcak bir ev özlemişim sıcak bir yemek ve sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler çıkmışım bir kavgadan

vurmuşum sokaklara

sokakta tank paleti sokakta düdük sesi

sarı sarı yapraklarla birlikte sanki dallarda insan iskeletleri

asacaklar aydemir'i asacaklar gürcan'ı belki başkalarını

pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim dökülüyor etlerim

sarı yapraklar gibi

asmak neyi kurtarır

sarı sarı yaprakları kuru dallara?

yolunmuş yaprakları kırılmış dallarıyla

ne anlatır bir ağaç hani rüzgâr

hani kuş

hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil asılmamak da değil kimin kimi astığı

kimin kimi neden niçin astığı

budur işte asıl sorun!

(19)

sevdim şiir morunu moru sevdim tomurcukta moru sevdim memede ve öptüğüm dudakta ama sevmedim, hayır iğrendim insanoğlunun

yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım neden böyle ağrılı

neden niçin bu sokaklar böyle boş niçin neden bu evler böyle dolu?

sokaklarla solur evler sokaklarla atar nabzı kentlerin sokaksız kent

kentsiz ülke

kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

işten çıktım

elim yüzüm üstümbaşım gazete karanlıkta akan bir su

gibi vurdum kendimi caddelere hava leylâk

ve tomurcuk kokusu havada köryoluna

havada suçsuz günahsız gitme korkusu ah desem

eriyecek demirleri bu korkuluğun oh desem

tutuşacak soluğum asmak neyi kurtarır öldürmek neyi yaşatmaktır önemlisi güzel yaşatmak

abeceden geçirmek kıracın çekirgesini ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakma- mak

ah yavrum ah güzelim

canım benim / sevdiceğim bitanem kısa sürdü bu yolculuk n'eylersin ki sonu yok!

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor uy anam anam

haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben nerdeyim ben nerdeyim?

kimsiniz siz kimsiniz siz kimsiniz?

ne söyler bu radyolar gazeteler ne yazar kim ölmüş uzaklarda

göçen kim dünyamızdan?

asmak neyi kurtarır öldürmek neyi?

yolunmuş yaprakları

ve kırılmış dallarıyla bir ağaç söyler hangi güzelliği?

kökü burda yüreğimde

yaprakları uzaklarda bir çınar ıslık çala çala göçtü bir çınar göçtü memet diye diye şafak vakti bir çınar silkeledi kuşlarını güneşlerini:

«oğlum sana sesleniyorum işitiyor mu- sun, memet,

me- met!»

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor üstümbaşım elim yüzüm gazete vurmuşum sokaklara

vurmuşum karanlığa

(20)

uy anam anam haziranda ölmek zor!

bu acılar bu ağrılar bu yürek

neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokak- lar

bu ağaçlar niçin böyle yapraksız bu geceler niçin böyle insansız bu insanlar niçin böyle yarınsız bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku kim bu umut ne adına

kim için?

«uyarına gelirse

tepemde bir de çınar»

demişti on yıl önce demek ki on yıl sonra demek ki sabah sabah demek ki «manda gönü»

demek ki «şile bezi»

demek ki «yeşil biber»

bir de memet'in yüzü bir de güzel istanbul bir de «saman sarısı»

bir de özlem kırmızısı demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı geride kalanlara

nerdeyim ben nerdeyim?

kimsiniz siz kimsiniz?

yıllar var ki ter içinde

3 haziran '63'ü bir kırmızı gül dalı

şimdi uzakta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine yatıyor oralarda

bir eski gömütlükte yatıyor usta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine okşar yanan alnını bir kırmızı gül dalı nâzım ustanın

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor bir basın işçisiyim

elim yüzüm üstümbaşım gazete geçsem de gölgesinden tankların tom- sonların

şuramda bir çalıkuşu ötüyor uy anam anam

haziranda ölmek zor!

(21)

M

adde 51, yüzdelerin öden- mesi başlığı altında otel, lokanta vb. yerlerde çalışan- lara yüzde olarak verilen paraların işçiler arasında dağıtımını düzenliyor. Buna göre,

“Otel, lokanta, eğlence yerleri ve benzeri yerler ile içki verilen ve hemen orada yeni- lip içilmesi için çeşitli yiyecek satan yerler- den "yüzde" usulünün uygulandığı müesse- selerde işveren tarafından servis karşılığı veya başka isimlerle müşterilerin hesap pusulalarına "yüzde" eklenerek veya ayrı şekillerde alınan paralarla kendi isteği ile müşteri tarafından işverene bırakılan yahut da onun kontrolü altında bir araya toplanan paraları işveren işyerinde çalışan tüm işçile- re eksiksiz olarak ödemek zorundadır.”

İşveren söz konusu paraları aldığını ve işçilere eksiksiz şekilde dağıttığını belgele- mek zorundadır.

Bunun dışında, “Yüzdelerden toplanan pa- raların o işyerinde çalışan işçiler arasında yapılan işlerin niteliğine göre, hangi esaslar ve oranlar çerçevesinde dağıtılacağı Çalış- ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırla- nacak bir yönetmelikle gösterilir.”

Madde 52, yüzdelerin belgelenmesi konusunu ele alır. Buna göre, “Yüzde usulü- nün uygulandığı işyerlerinde işveren, her hesap pusulasının genel toplamını gösteren bir belgeyi işçilerin kendi aralarından seçe- cekleri bir temsilciye vermekle yükümlü-

dür. Bu belgelerin şekli ve uygulama usulle- ri iş sözleşmelerinde veya toplu iş sözleş- melerinde gösterilir.”

Madde 53, yıllık izin sürelerini ortaya koyar. Yasa bu konuda çok açık. Kaç yıl çalı- şan işçiler, kaç gün izin kullanabilirler ortaya konulmuştur. Buna göre, “İşyerinde işe baş- ladığı günden itibaren, deneme süresi de içinde olmak üzere, en az bir yıl çalışmış olan işçilere yıllık ücretli izin verilir.

Yıllık ücretli izin hakkından vazgeçile- mez.

Niteliklerinden ötürü bir yıldan az sü- ren mevsimlik veya kampanya işlerinde çalışanlara bu Kanunun yıllık ücretli izinlere ilişkin hükümleri uygulanmaz.

İşçilere verilecek yıllık ücretli izin süre- si, hizmet süresi;

a) Bir yıldan beş yıla kadar (beş yıl dahil) olanlara ondört günden,

b) Beş yıldan fazla onbeş yıldan az olanlara yirmi günden,

c) Onbeş yıl (dahil) ve daha fazla olan- lara yirmialtı günden,

Ancak onsekiz ve daha küçük yaştaki işçilerle elli ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi yirmi gün- den az olamaz.

Yıllık izin süreleri iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabilir.”

Madde 54, yıllık ücretli izne hak kazan- ma ve izni kullanma döneminin nasıl belirle-

(22)

neceğine ilişkin hükümler içerir. Maddeye göre, “Yıllık ücretli izine hak kazanmak için gerekli sürenin hesabında işçilerin, aynı işverenin bir veya çeşitli işyerlerinde çalış- tıkları süreler birleştirilerek göz önüne alı- nır. Şu kadar ki, bir işverenin bu Kanun kap- samına giren işyerinde çalışmakta olan işçi- lerin aynı işverenin işyerlerinde bu Kanun kapsamına girmeksizin geçirmiş bulunduk- ları süreler de hesaba katılır.

Bir yıllık süre içinde 55 inci maddede sayılan haller dışındaki sebeplerle işçinin devamının kesilmesi halinde bu boşlukları karşılayacak kadar hizmet süresi eklenir ve bu suretle işçinin izin hakkını elde etmesi için gereken bir yıllık hizmet süresinin bitiş tarihi gelecek hizmet yılına aktarılır.

İşçinin gelecek izin hakları için geçme- si gereken bir yıllık hizmet süresi, bir önce- ki izin hakkının doğduğu günden başlaya- rak gelecek hizmet yılına doğru ve yukarı- daki fıkra ve 55 inci madde hükümleri gere- ğince hesaplanır.

İşçi yukarıdaki fıkralar ve 55 inci mad- de hükümlerine göre hesaplanacak her hizmet yılına karşılık, yıllık iznini gelecek hizmet yılı içinde kullanır.

Aynı bakanlığa bağlı işyerleri ile aynı bakanlığa bağlı tüzel kişilerin işyerlerinde geçen süreler ve kamu iktisadi teşebbüsleri yahut özel kanuna veya özel kanunla veril- miş yetkiye dayanılarak kurulan banka ve kuruluşlar veya bunlara bağlı işyerlerinde geçen süreler, işçinin yıllık ücretli izin hak- kının hesaplanmasında göz önünde bulun- durulur.”

Madde 55 hükümleri, yıllık izin bakımın- dan çalışılmış gibi sayılan halleri ortaya ko- yar. Maddeye göre, “Aşağıdaki süreler yıllık ücretli izin hakkının hesabında çalışılmış gibi sayılır:

a) İşçinin uğradığı kaza veya tutulduğu

fazlası sayılmaz.).(25. madde hükümleri için bk. Yeni Dünya Gençliği Ocak 2012)

b) Kadın işçilerin 74 üncü madde gere- ğince doğumdan önce ve sonra çalıştırılma- dıkları günler.

c) İşçinin muvazzaf askerlik hizmeti dışında manevra veya herhangi bir kanun- dan dolayı ödevlendirilmesi sırasında işine gidemediği günler (Bu sürenin yılda 90 günden fazlası sayılmaz.).

d) Çalışmakta olduğu işyerinde zorla- yıcı sebepler yüzünden işin aralıksız bir haf- tadan çok tatil edilmesi sonucu olarak işçi- nin çalışmadan geçirdiği zamanın onbeş günü (işçinin yeniden işe başlaması şartıy- la).

e) 66 ncı maddede sözü geçen zaman- lar.

f) Hafta tatili, ulusal bayram, genel tatil günleri.

g) 3153 sayılı Kanuna dayanılarak çıka- rılan tüzüğe göre röntgen muayenehanele- rinde çalışanlara pazardan başka verilmesi gereken yarım günlük izinler.

h) İşçilerin arabuluculuk toplantılarına katılmaları, hakem kurullarında bulunmala- rı, bu kurullarda işçi temsilciliği görevlerini yapmaları, çalışma hayatı ile ilgili mevzuata göre kurulan meclis, kurul, komisyon ve toplantılara yahut işçilik konuları ile ilgili uluslararası kuruluşların konferans, kongre veya kurullarına işçi veya sendika temsilcisi olarak katılması sebebiyle işlerine devam edemedikleri günler.

ı) İşçilerin evlenmelerinde üç güne kadar, ana veya babalarının, eşlerinin, kar- deş veya çocuklarının ölümünde üç güne kadar verilecek izinler.

j) İşveren tarafından verilen diğer izin- ler ile 65 inci maddedeki kısa çalışma süre- leri.

k) Bu Kanunun uygulanması sonucu

(23)

Daha da Bizi Avrupa Birliği’ne Almasınlar Bakalım.

Avrupa Konseyi’nin Türkiye’de yaptığı ankete göre, Türkiye 'de gençlerin en çok internette ilgilendiği ve ilginç bul- duğu 5 web sitesi türü sırasıyla; haber-

ler, filmler, müzik, sanat, edebiyat ve sağlık. Türkiye 'deki internet kulla- nıcılarının “hiç ilginç bulmadığı” ve “hiç ilgilenmediği” web siteleri ise sanal oyun, porno, romantizm, çöpçatan site-

leri.

Hızını Alamayınca “Saçma”ladı.

Başbakanın kürtaj açıklamaları büyük bir coşku yarattı. Kimileri başbakanları- nı desteklediğinden, kimileri de öfkeden

coştu. Kendini sevinç coşkusuna fazlaca kaptıran Melih Gökçek ise şu sözleri sarf etti: Anası olacak kişinin hatasın- dan dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Ana-

sı kendisini öldürsün. Diyorlar ki beden benim istediğimi yaparım. Ee can kimin Allah'ın değil mi? Allah'ın verdiği canı

sen nasıl alabilirsin?"

Oh! Ne Ala Memleket!

Eski RTÜK Başkanı, Deniz Feneri dolan- dırıcılığından “aklanan” Zahit Akman, Kanal 7’nin yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Ne diyelim vatana millete ha-

yırlı olsun.

Siz O’nun Kim Olduğunu Biliyor musunuz?

MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal’ın oğlu Eskişehir’de otomobiliyle bir anne oğula çarptı. İfadesi alınmak üzere

karakola götürülen Faruk Bal’ın oğlu, gece yarısı, Nöbetçi Cumhuriyet Savcı-

sının talimatıyla serbest bırakıldı. Ağır yaralanan anne oğulun durumu ise ciddi-

yetini koruyor.

Oh! Ne Ala Memleket! (2)

Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra yapılan birinci anma etkinliğine katılıp polis kurşunuyla vurulan Kemalettin Rıd-

van Yalın’ın davasında mahkeme, duruş- malara hiç gelmeyen sanık polise iyi hal

indirimi uyguladı.

(24)

Referanslar

Benzer Belgeler

yıllık ücretli izin verilir. Yıllık ücretli izin hakkını hak etmemiş işçilere, işçinin talebi halinde yıllık izin hakkına mahsuben 10 güne kadar ücretli

Bir yıllık bekleme süresini doldurmamış olan bir işçinin yıllık ücretli izne hak kazanması mümkün değilse de işçi ve işverenin anlaşmasıyla, daha sonra doğacak

Bonnie Steinbock bu makalede, James Rachels'ın aksine hastanın tedaviyi reddetmesi durumunda ve hastanın tedavi etmeme sebebinin onun hayatını sonlandırmak

Bir yıllık bekleme süresini doldurmamış olan bir işçinin yıllık ücretli izne hak kazanması mümkün değilse de işçi ve işverenin anlaşmasıyla, daha sonra doğacak

Açıklamalar ışığında, Cumartesi ve Pazar Günleri çalışmanın olmadığı işyerlerinde, Çalışan ile işveren arasında yapılmış yazılı iş akdi ile, hafta tatili

İş bu incelememizde üzerinde durmak istediğimiz asıl konu 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 54’üncü Maddesi’nde yer alan "yıllık ücretli izne hak kazanmak için

Bir yıl sonra yine kürtaj karşıtı dört kişi kürtajı engellediği gerekçesiyle üç ay hapis cezası almıştır (Dorozynski, 1995). Buna karşın, Fransa

Nahid Shahalimi, Afganistanlı yazar ve Afganistan Kadınları ve Çocukları için Umut Vakfı’nın kurucusu/başkanı. Heidi Sieck, Güçlendirmeden Sorumlu