• Sonuç bulunamadı

DENETLEYİCİ ve DÜZENLEYİCİ SİSTEM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "DENETLEYİCİ ve DÜZENLEYİCİ SİSTEM"

Copied!
80
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DENETLEYİCİ ve DÜZENLEYİCİ SİSTEM

-Canlıların iç çevresi ile dış çevresi arasında iletişim kurulmasını ve canlının bütünlüğünün korunmasını sağlayan sisteme denetleyici ve düzenleyici sistemler denir.

- Denetleyici ve düzenleyici sistemler; sinir sistemi, duyu organları ve endokrin sistemden oluşur.

-Tüm sistemlerin amacı canlıda karalı bir iç dengi yani homeostazisi sağlamak ve korumaktır.

- Sinir sistemi ve duyu organları ile değişen çevre şartlarına kısa sürede tepki gösterilirken hormonlarla (endokrin sistem ile) oluşan tepkiler daha uzun sürede gerçekleşir.

Sinir Sisteminin Yapı, Görev ve İşleyişi

-İnsanlarda sinir sistemi iç ve dış ortamdan gelen uyartıları alır.

- Canlının çevresinde ışık, sıcaklık ve kimyasal maddeler gibi uyarıcı etkileri alan duyu organlarındaki özelleşmiş hücrelere reseptör (alıcı hücreler) denir.

-Uyarılar reseptör hücrede uyartının başlamasına neden olur.

-Bu uyartılar sinir hücrelerine iletilerek merkezî sinir sistemi organlarına (beyin ve omurilik) taşınır ve burada yorumlanır.

- Merkezi sinir sisteminde değerlendirilen uyartılara tepki oluşturan kas ve salgı bezi gibi organlara efektör denir.

Sinir doku nöron adı verilen sinir hücrelerinden ve glia denilen yardımcı hücrelerden oluşur.

-Glialar (nöroglia): Nöronlardan daha fazla sayıda olan yardımcı hücrelerdir. Nöronların arasını doldurur. İnsanın yaşamı boyunca çoğalabilir.

(2)

Sinir Sistemindeki Glia hücrelerinin görevleri

· Nöronlara destek olmak.

· Sinir dokunun beslenmesi, solunumu ve onarımını sağlamak.

· Nöronların koruyucu kılıflarını oluşturmak. (Schwann hücreleri, nöronların aksonlarını saran ve miyelin kılıfı üreten bir çeşit glia hücreleridir.)

· Ortamdaki iyon konsantrasyonunu kontrol ederek nöronların metabolizmasını ve faaliyetlerini düzenlemek.

· Ara madde oluşumunu sağlamak.

· Mikroglia adı verilen hücreler ise merkezî sinir sistemini patojenlere ve hastalıklara karşı korurlar.

UYARI! Merkezî sinir sisteminde bulunan nöronlarda miyelin kılıf oligodendrosit, çevresel sinirlerde ise schwan hücreleri tarafından oluşturulur.

Sinir Hücrelerinin (Nöronların) Yapısı - Sinir hücresine nöron denir.

- Nöronlar içten ve dıştan gelen uyarıları alma, değerlendirme ve oluşan cevapları kas ve bezlere iletme işlevini gerçekleştirir.

-Sinir hücresinin hücre zarına nörolemma, sitoplazmasına nöroplazma denir.

Bir nöron, hücre gövdesi, dendrit ve akson olmak üzere üç kısımdan oluşur.

(3)

a. Hücre gövdesi: Mitokondri, ribozom, endoplazmik retikulum gibi organellerin ve çekirdeğin bulunduğu kısımdır. İyi gelişmiş ve belirgin bir çekirdekçik içerir. Granüllü endoplazmik retikulumun bulunduğu,

mikroskopta daha koyu renkli görülen bölgeler Nissl cisimcikleri olarak adlandırılır. Hücre gövdesinde ayrıca hücre iskeletinin elemanı olan nörofibriller bulunur.

Sinir hücrelerinde sentrozom bulunmaz ve sinir hücreleri bölünme yeteneklerini yitirmiştir.

b. Dentrit: Gövdeden çıkan çok sayıda ve kısa uzantılardır. Duyu hücrelerinden veya diğer nöronlardan gelen uyarıları alır ve hücre gövdesine iletir.

Dentritlerin çok sayıda olması, hücrelerin pek çok nörondan sinyal alma kapasitesini arttırır.

c. Akson: Gövdeden gelen uyartıyı taşıyan ince, uzun tek olan uzantıdır.

Aksonların sonlandığı ve dallanarak genişlediği bölge akson ucu olarak adlandırılır. Akson uçlarından bir nörondan diğerine ya da tepki organına uyartıların kimyasal yolla iletimini sağlayan ve nörotransmitter olarak tanımlanan maddeler salgılanır. Bu maddeler ile uyartılar diğer bir sinir hücresine veya tepki organına (efektöre) iletilir.

-Aksonların uzunluğu yaklaşık 1cm’den 1 m'ye kadar değişebilir. Örneğin omuriliği ayağa bağlayan aksonlar bir metreden daha uzundur.

-Schwan (şıvan) hücresi: Bazı nöronların aksonlarını saran ve miyelin kılıfı üreten bir çeşit glia hücreleridir.

-Miyelin kılıf: Schwan (Şıvan) hücreleri (oligodendrositler) in oluşturduğu akson etrafını saran kılıftır. Etrafında miyelin kılıf bulunan

aksonlara miyelinli aksonlar denir.

-Miyelin kılıf aksonun elektriksel izolasyonunu sağlayarak uyartı iletimini hızlandırır. Bu yapı bakır elektrik tellerinin etrafını saran izolasyon

tabakasına benzetilebilir. Örneğin miyelinli sinir hücrelerinde uyartı iletimi miyelinsiz hücrelere göre yaklaşık 10 kat kadar daha hızlıdır.

(4)

-Ranvier boğum: Miyelin kılıf, Schwan hücreleri arasında kesintiye uğrayarak boğumlar meydana getirir. Bu boğumlara Ranvier boğumları denir.

Sinirsel uyarılar, sadece miyelin kılıfın olmadığı ranvier boğumlarda oluşmakta ve bir aralıktan diğerine atlayarak iletilmektedir.

Görevlerine Göre Nöron Çeşitleri

1. Duyu nöronları (getirici nöronlar): iç ve dış çevreden aldığı uyarıları merkezî sinir sistemine iletir. Bu nöronların dendritleri alıcı hücrelerle, aksonları ise diğer nöronlarla bağlantılıdır.

2. Ara nöronlar (bağlayıcı nöronlar): Duyu nöronları ile motor nöronlar arasındaki bağlantıyı sağlar. Duyu nöronlarından gelen bilgileri

değerlendirir ve oluşturduğu cevabı (tepkiyi) motor nöronlara iletir. Merkezî sinir sisteminde bulunur.

Ara nöronlar sadece merkezi sinir sisteminde (beyin ve omurlikte) bulunur.

3. Motor nöronlar (götürücü nöronlar): Merkezî sinir sisteminden aldığı uyartıyı kas ya da endokrin bez gibi efektör organlara taşır. Bu sebepten bunlara götürücü sinirler adı da verilir. Dendritleri diğer nöronlarla, aksonları ise tepki organlarıyla (örn: kas) bağlantılıdır.

Herhangi Bir Nöronun Görevini Yapamaz Hale Gelmesi Sonucunda Ortaya Çıkabilecek Olası Durumlar

-Sadece duyu nöronu zarar görmüş bir kişide; uyarı duyu organından merkezî sinir sistemine iletilemeyeceğinden kişinin eli yansa bile sıcaklık hissedilmez, ancak elini oynatmak isterse ara nöronlardan motor

nöronlara uyarı verilip motor nöronlardan kasa uyarı iletileceğinden elini oynatabilir.

-Lokal anestezi bu duruma örnek verilebilir: Elinde kesik oluşan bir kişi, kesiğin lokal anestezi uygulanarak dikilmesi sırasında acıyı hissetmez, fakat elini oynatabilir.

(5)

-Sadece ara nöronu zarar gören bir kişide; uyarı duyu organından alınıp duyu nöronları ile merkezî sinir sistemine getirilse bile buradaki ara nöronlar çalışmayacağından uyarı değerlendirilemez, sıcaklık hissi

algılanmaz ve tepki oluşmaz.

-Felç durumu buna örnek verilebilir.

-Sadece motor nöronu zarar gören bir kişide; uyarı duyu organından alınır, duyu nöronu ile ara nörona getirilir ve değerlendirilir. Yani “sıcak, acı” hissi algılanır, fakat değerlendirme sonucu tepki organına iletilemez;

bundan dolayı eli yanan bir kişi acıyı hissetse dahi elini çekemez.

-Estetik amaçlı botoks uygulamaları buna örnek verilebilir. Botoks uygulanan bölgede motor sinirler çalışmaz. Örneğin yüzde yapılan botoks uygulamasında bu bölgedeki motor sinirler çalışmadığından yüzdeki kaslara uyarı iletilemez ve yüz mimiklerinde azalma görülür.

İMPULS OLUŞUMU ve İLETİMİ

-Uyaran: Organizmanın iç ve dış çevresinde bulunan ve organizmayı etkileyebilecek ağrı, ısı, ışık, nem, basınç vb etmenlere denir.

-İmpuls (uyartı): Uyaranın sinir hücresinde oluşturduğu elektriksel ve kimyasal (elektrokimyasal) değişikliklere denir.

İmpuls iletimi elektriksel ve kimyasal olaylarla gerçekleştirilir.

İmpuls iletimi sırasındaki kimyasal olaylar;

- Aktif taşıma,

-Oksijenli solunum olayı,

- Isı artışı, Glikozun azalması, O2’nin azalması, CO2’nin artışı vb.

-Fosforilasyon ve defosforilasyon olayları,

İmpuls iletimi sırasındaki elektriksel olaylar;

-İletim sırasında Na-K pompası etkisi ile nöron zarında iyon geçişleri ile gerçekleşen elektriksel yük değişimleridir.

Aksiyon potansiyeli: İmpulsun nöronda meydana getirdiği elektriksel değişimlere denir.

-Eşik değer (eşik şiddeti): Sinir hücresinde impuls oluşmasını sağlayan en düşük uyarı şiddetine denir. Eşik değer bireylere göre farklılık

göstereceği gibi aynı bireyde zamana bağlı olarak da değişebilir.

(6)

-Ya hep ya hiç prensibi: Bir sinir telinin eşik değer ve eşik değerin üzerindeki tüm uyarılara maksimum tepki vermesi, eşik değerden daha düşük uyarılara tepki vermemesine denir.

“Ya hep ya hiç prensibi”, sadece bir sinir hücresi (bir sinir teli) veya bir kas teli için geçerlidir.

Çok sayıda sinir telinden oluşmuş bir sinir kordonu (demeti) ve çok sayıda kas telinden oluşmuş bir kas demeti ya hep ya hiç prensibine uymaz. Çünkü her sinir telinin uyarılması için gerekli eşik şiddeti (eşik değeri) aynı değildir.

-Kolay uyarılabilen sinir tellerini veya kas tellerini önce düşük şiddetteki uyarı uyarır. Uyarı şiddeti arttıkça uyarılan sinir teli veya kas teli sayısı artacağından daha kuvvetli cevap verilir.

(7)

İMPULS OLUŞUMU ve İLETİMİ MEKANİZMASI

İmpulsun akış yönü, bir sinir hücresinde dendritten aksona

doğrudur. İmpuls, nöron boyunca elektriksel ve kimyasal değişikliklerle iletilir.

İmpulsun sinir hücresinde iletilmesi için enerji gereklidir. Bu enerji solunum reaksiyonları ile sağlanır.Bu sırada glikoz ve oksijen harcanır, karbondioksit açığa çıkar. ATP tüketimi artar ve sıcaklık artışı gözlenir.

Bunlar impulsun sinir hücresinden geçerken oluşturduğu kimyasal değişikliklerdir.

İmpulsun elektriksel iletimi, aksonon iç ve dış kısmı arasında gerçekleşen iyon değişimleri ile sağlanır. Bu durum iyonların hücre içi hücre dışı sıvıda eşit olmayan bir şekilde dağılımına neden olur. Sinir hücresininbu konumuna kutuplaşma denir.

Miyelinli sinirlerin sadece ranvier boğumlarında kutuplaşma gerçekleşir. Ranvier boğumlarında miyelin bulunmadığından impuls iletimi bir boğumdan sonraki boğuma sıçrayarak ilerler.

İmpulsun akson boyunca iletim hızını, aksonun miyelinli olmasının yanı sıra akson çapı da etkiler. Akson çapı ne kadar büyükse iyon akımı o kadar fazla olacağından impuls hızı da artar.

(8)

İMPULSUN BİR SİNİR HÜCRESİNDEN DİĞERİNE GEÇİŞİ -Bir sinir hücresinin diğer bir sinir hücresi veya hedef organ ile bağlantı noktalarına sinaps adı verilir.

- Sinaps 3 yerde bulunur:

-İki nöron arasında

-Duyu nöronu ile reseptör organ arasında -Motor nöronu ile efektör organ arasında

ÖRNEK: Aşağıdaki yapı çiftleri arasında sinaps görülür:

-Reseptör-duyu nöronu denteriti arasında

-Duyu nöronu aksonu-Ara nöronun dentriti arasında -Ara nöronun aksonu-motor nöronun dentriti arasında -Motor nöronun aksonu-Efektör arasında

Duyu nöronu aksonu-Motor nöronun dentriti arasında

-Sinapslarda sinaptik aralık adı verilen dar bir boşluk vardır. Bu boşluk, uyarıyı gönderen nöronun sinaptik ucunu alıcı hücreden ayırır. İmpuls uyarıyı gönderen nöronun akson ucuna ulaştığında, nörotransmitter moleküllerden oluşmuş kimyasal bir sinyale dönüşür.

-Nörotransmitter: Kısaca bir nörondan diğerine impuls iletici kimyasal maddelerdir diyebiliriz.

-Daha geniş ifade edecek olursak nörotransmitter maddeler: - Elektriksel uyartıyı (impulsu) kimyasal sinyale dönüştüren, uyarıyı gönderen nörondan alıcı hücrede aksiyon potansiyeli (impuls)

oluşturarak impulsu bir nörondan diğer bir hücreye aktarabilen kimyasal haberci moleküllerdir. Akson ucundaki sinaptik keseciklerin içerisinde bulunurlar.

- Dopamin, histamin, serotonin, asetilkolin, adrenalin, nöradrenalin gibi maddeler, nörotransmitter olarak görev yapar.

(9)

Bir Uyarının İmpulsun Nörondan Alıcı Hücreye Geçişi Sırasında Gerçekleşen Olayların Sırası

1. Bir aksiyon potansiyeli sinaptik uç zarını depolarize edince; hücre içine Ca2+ girişini tetikler.

2. Bu da sinaptik keselerin uyarıyı gönderen nöronun plazma zarıyla kaynaşmasına yol açar.

3. Kesecikler açılarak ekzositoz ile (ATP harcanarak) nörotransmitter maddeler sinaptik aralığa salınır.

4. Nörotransmitterler sinaptik aralığına difüzyonla yayılır ve alıcı hücrenin plazma zarındaki iyon kanal proteinlerinin üzerinde yer alan uygun

reseptörlere bağlanır.

5. Reseptörlere bağlanan nörotransmitter maddeler dendrit ucundaki hücre zarlarının kanallarının açılmasını sağlar. Böylece hücre içine Na+ girişi başlar ve hücre depolarize duruma geçer. Böylece gelen impuls aynı şiddet ve özellikte diğer nörona aktarılmış olur.

6. İletim gerçekleştikten sonra sinaptik boşluktaki nörotransmitter maddeler enzimler tarafından parçalanır veya sinir hücresi tarafından tekrar hücre içine alınır (geri alım). Böylece dendrit ucundaki

Na+ kanalları kapanır. İmpuls iletimi durur.

(10)

-Bazen de nörotransmitterler aksiyon potansiyeli (impuls) doğmasına engel olur. Böylece akson ucuna gelen tüm impulslar buradan diğer sinir hücresine geçmemiş olur. Buna seçici direnç denir.

-Seçici direnç sayesinde sinapslarda uyarıların tüm vücuda dağılması engellenmiş olur. İmpulsun belirli bir yolda ilerlemesi ve sadece hedef organa ulaşması sağlanır.

-İmpuls komşu hücrenin dendritine ulaştırılıp iletim devam

ettirilirse kolaylaştırıcı sinaps, iletilmeyip engellenir ise durdurucu sinaps adını alır.

-Kolaylaştırıcı sinapslarda akson ucundan salgılanan nörotransmitter maddeler, komşu hücreye ulaşınca burada depolarizasyona neden olur ve impuls sonraki hücreye iletilir.

-Durdurucu sinapslarda ise akson ucundan salgılanan bir nörotransmitter madde, zarın polarizasyonunu arttırarak impulsun nörondan geçişini durdurur.

-Engelleme ve kolaylaştırma sadece sinapslarda görülür.

Sinapslarda bir nörondan diğer nörona uyarı geçişi, uyarıyı getiren nöronun akson ucundan, uyarıyı alan nöronun dentritine doğrudur.

ÖNEMLİ HATIRLATMALAR

-İmpulsun iletimi için gereken enerji uyarandan değil, nörondan karşılanır.

- Nöronların ATP üretimi için kullandıkları enerji verici molekül genellikle glikozdur.

-Uyarı şiddeti ne kadar artarsa artsın, impuls hızı değişmez, impuls sayısı artar.

İmpuls sayısının artması, verilen tepkinin şiddetini arttırır. (Çok sıcak cisme dokunduğumuzda elimizi hızlı çekmemiz gibi.)

-Uyarının şiddeti, frekansı (sıklığı) ve süresi de impuls sayısını etkiler.

- Ranvier boğumlardaki atlamalı iletim, zamandan ve enerjiden tasarruf sağlar.

-Bir nöronda depolarize olan bölge eski haline dönmeden ikinci bir uyarıya cevap vermez.

-Bir impulsun nörondan geçişi, kimyasal sinapstan geçişinden daha hızlıdır.

-Ya hep ya hiç prensibi, sadece bir sinir hücresi (bir sinir teli) veya bir kas teli için geçerlidir. Sinir demetleri veya bir kas demeti için geçerli değildir.

-İmpulslar bütün nöronlarda aynı şekilde iletilmesine rağmen farklı duyuların oluşumu, merkezi sinir sisteminde farklı merkezlerin görev yapmasından kaynaklanır.

(11)

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ

-İnsanda merkezi sinir sistemi, beyin ve omurilik olmak üzere iki ana bölümde incelenir. Beyin ve omurilik dış ve iç ortam- dan gelen çeşitli uyartıları alır ve değerlendirir. Merkezî sinir sisteminin yapısı motor nöronların hücre gövdeleri ve ara nöronlardan oluşmuştur.

A. Beyin

-Vücudumuzun komuta merkezidir.

-İnsanda kafatası içinde bulunan ve kafatası kemikleri ile korunan beynin kütlesi, yaklaşık 1.300-1.400 g’dır.

-Yaklaşık 100 milyar nöron ve çok daha fazla destek hücrelerinden oluşur.

-Beynin hacim ve kütlesinin zekâ ve öğrenme kapasitesi ile ilgisi yoktur. Yüzey alanının fazla olması insan beyninin diğer omurgalı canlılardan daha gelişmiş olmasını sağlayan

etkenlerden biridir.

Şekil: Beyni koruyan zarlar

(12)

-Beyin meningens adı verilen 3 katlı zar tabakası ile sarılıdır.

-Meningens zarları dıştan içe doğru sert zar, örümceksi zar ve ince zar olarak adlandırılır.

-Sert zar: Kafatasının hemen altında bulunur. Beyni mekanik etkilerden, yaralanma ve zedelenmelerden korur.

-Örümceksi zar: Sert zar ile ince zar arasında bulunur. Örümcek ağına benzeyen ince bağ dokusu lifleri ile sert zar ve ince zarı birbirine bağlar.

-İnce zar: Beyin zarlarının en iç tabakası olan ince zar, taşıdığı kan damarları sayesinde beynin besin ve oksijen ihtiyacını karşılar.

-Kılcal kan damarlarından kan basıncının etkisiyle sızan sıvı beyin- omurilik sıvısını (BOS) oluşturur ve ince zar ile örümceksi zar arasını doldurur.

-Beyin-omurilik sıvısının görevleri:

a. Beyin ve omuriliği vurma, çarpma gibi mekanik etkilerden korur.

b. Kan ile sinir hücreleri arasında madde alışverişini sağlar.

c. Merkezi sinir sisteminde iyon derişiminin dengede kalmasına yardım eder.

-Eğer beyin-omirilik sıvısı enfekte olursa, beyin zarlarının iltihaplanması menenjit adı verilen hastalığa neden olabilir.

- Beyin, ön, orta ve arka beyin olmak üzere üç temel bölümden oluşur.

a. Ön beyin

Şekil: İnsan beyninin boyuna kesitinde görünen kısımları

1. Ön Beyin (büyük beyin): Beynin en büyük bölümüdür. Uç beyin ve ara beyin olarak iki kısımda incelenir.

a. Uç beyin (beyin kabuğu): Sağ ve sol yarım küre olmak üzere iki kısımdan oluşur. Diğer beyin kısımlarını üstten örter.

(13)

-Enine bir kesit alındığında, dışta gri renkte boz madde (nöronların gövde kısmı), içte iç kısımda beyaz renkte ak madde (nöronların akson kısmı) bulunur. Boz madde, beyin kabuğu (korteks) adını alır.

-Beyin yarım küreleri, nöronların aksonlarından oluşan bağlarla birbirine bağlıdır. Bu bağlar;

- Yarım küreleri üstten bağlayan, nasırlı cisim;

- Yarım küreleri alttan bağlayan beyin üçgenidir.

-Beyin yarım kürelerini enine olarak birbirinden ayıran yarığa rolando yarığı denir.

-Beyin yarım kürelerinin her biri vücudun zıt tarafını kontrol eder.

İnsanların yaklaşık %90’ında sol yarım küresi baskın olduğundan büyük bir çoğunluk sağ elini kullanır. Herhangi bir sebeple sol yarım kürede bir hasar oluşursa sağ yarım kürede baskın özellik gelişebilir.

-Beyin yarım küreleri istemli hareketlerin kontrolü, beş duyu organından gelen uyarıların algılanması, öğrenme, hafıza, zekâ, bilinç, yazma, konuşma gibi merkezlerin bulunduğu bölgedir.

-Beyin kabuğu çıkartılmış bir güvercinin;

-İtilirse yürüyebildiği,

-Uyarılmadıkça uçamadığı, -Havaya atılırsa uçabildiği,

-Açlık hissetmediği, önüne konulan yiyeceği yemediği, -Besin, yutak bölgesine itildiğinde yuttuğu,

-Yanına kedi veya köpek yaklaştığında hiçbir tepki göstermediği, -Dış etkilere karşı duyarlı olmadığı görülmüştür.

-Bu canlının hareketlerinin tümünün bilinçsiz olduğu gözlenmiştir.

Uç beyinde bulunan merkezlerin büyüklüğü, bu bölgeye uyarı gönderen reseptörlerin sayısı ve yoğunluğu ile doğru orantılıdır.

-Beyin yarım küreleri ayrıca farklı aktiviteleri kontrol eden dört bölüme ayrılmıştır. Bunlar;

· Ön (frontal) lop,

· Yan (parietal) lop,

· Şakak (temporal) lop,

· Arka (oksipital) lop olarak adlandırılır.

(14)

Temporal lobun, hasar görmesi durumunda kişi cismi fark eder ancak tanıyamaz.

b. Ara beyin:

Ön beyni oluşturan kısımlardan birisidir.

Epitalamus, talamus ve hipotalamus bölgelerini içerir.

-Epitalamus: Talamusun arka üst kısmında bulur. Talamus ve

hipotalamusla birlikte görev yapar. Epitalamusun ince uzantısı epifiz bezi adını alır. Bu bezden salgılanan melatonin hormonunun özellikle üreme ile ilgili biyolojik ritimler üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.

Ayrıca, beyin omurilik sıvısını oluşturan bazı kılcal damar toplulukları da burada yer alır.

- Talamus: Koku duyusu hariç bütün duyuların toplanma ve dağılma merkezidir. Duyular burada sınıflandırılarak beyin kabuğundaki duyu merkezlerine iletilir. Talamus beynin diğer bölgelerinden gelen

impulslarla uyku ve uyanıklık durumunu düzenler. (Uyanıklık durumundan uyku durumuna geçişi sağlar.)

- Hipotalamus:

Başlıca görevleri şunlardır:

-Otonom sinir sistemini kontrol eder.

-Homeostatik düzenleme merkezi olarak görev yapar.

-Hipofiz bezinin çalışmasını düzenleyerek diğer organlardan salgılanan hormonları kontrol eder.

-Vücut sıcaklığını, kan basıncını, açlığı, cinsel dürtüleri düzenler.

-Öfke ve keyif gibi duyguları yaşamamıza yardım eder.

-Uyku döngüsü ve açlık gibi günlük biyolojik ritim ile ilgili “içsel zamanlayıcı” olarak görev yapar.

- Susama, idrar oluşumu, elektrolit dengesini düzenler.

- Karbonhidrat ve yağ metabolizmasının düzenler.

-Vücudun su dengesini ADH hormonu aracılığı ile düzenler.

(15)

b. Orta beyin:

Ponsun üzerinde, beyincik ve ara beyin arasındadır. Ön ve arka beyin arasında köprü görevi görür.

-Orta beyin görme ve duyma reflekslerini kontrol eder. Örneğin ışıkta göz bebeklerinin daralması, herhangi bir seste köpeğin kulaklarının

dikleşmesi bu merkezler tarafından düzenlenir.

-Ayrıca kas tonusunu (dinlenme hâlinde kasların az da olsa kasılı kalması) ve vücudun duruşunu düzenleyen merkezler de orta beyinde bulunur.

c. Arka Beyin: Beyincik, omurilik soğanı ve ponstan meydana gelir.

-Beyincik: Beynin arka alt kısmında, omurilik soğanının üzerinde bulunur.

Beyin gibi iki yarım küreye ayrılmıştır.

Beyincik yarım küreleri varol köprüsü (pons) ile birbirine bağlanır. Dış

kısmında boz madde, iç kısmında ak madde bulunur. Ak madde boz madde içine dallanmalar yapar. Bu bir ağacı andırdığından hayat ağacı adını alır.

-Beyinciğin görevi; Kas hareketlerini düzenler ve vücut dengesini sağlar. Beyinciğin çalışmasında iç kulaktan ve gözden gelen uyartılar etkilidir.

- Deneysel olarak beyinciği çıkarılan köpeğin yürüyemediği gözlenmiştir.

Bebekler beyincik gelişimini tamamlamadan oturamaz, ayakta duramaz ve yürüyemezler. Beyinciği zedelenen bir kuş, havaya atıldığında kanat çırpıp uçmaya çalışsa da kanatlarını birbirleriyle uyumlu

çırpamadığından uçamaz.

-Beyinciği hasar gören ya da ameliyatla çıkarılan bir insan;

- İki elindeki parmaklarını birbirlerine değdirmekte zorlanır.

-İp üstünde yürüyemez.

-Kalemi eline alıp herhangi bir kelime yazamaz.

(16)

-Omurilik soğanı (son beyin): Ön beyin ve beyinciğin tersine, dışta ak madde, içte boz maddeden oluşur. Omuriliğin devamı niteliğindedir.

-Beyin yarım kürelerinden çıkıp vücuda giden motor sinirler omurilik soğanında çaprazlanır. Böylece sağ yarım küreden gelen sinirler vücudun sol tarafını, sol yarım küreden gelen sinirler ise vücudun sağ tarafını kontrol eder.

- Omurilik soğanı sindirim, solunum, dolaşım, boşaltım gibi sistemlerin çalışmasını, karaciğerin kan şekerini ayarlamasını denetler ve yutkunma, hapşırma, öksürme, kusma gibi hayati iç refleksleri kontrol eder.

-Omurilik soğanının zedelenmesi, hayatsal faaliyetlerin durmasıyla sonuçlanır. Bu nedenle, omurilik soğanına hayat düğümü de denir.

-Pons (Varol köprüsü): Arka beynin bir parçası olan pons, orta beyin ile omurilik soğanı arasında bulunan kalın sinir demetlerinden oluşur.

- Beyincik yarım kürelerini birbirine bağlar ve aralarındaki impuls iletimini sağlar.

-Omurilik soğanı ile beraber soluk alıp vermede görev yapar.

- Pons, omurilik soğanı ve orta beyin birlikte beyin sapı olarak adlandırılır.

- Pons, omurgalı canlılar arasında sadece memelilerde bulunur.

B. Omurilik

-Omurganın içinde, omurga boyunca uzanır.

-Omuriliğin üzerini beyinde olduğu gibi dıştan içe doğru sert, örümceksi ve ince zar örter. Örümceksi zar ve ince zar arasında omuriliği

darbelerden koruyan BOS bulunur.

-Omurilikten enine bir kesit alınıp incelendiğinde dışta ak madde, içte ise boz madde bulunur. Boz madde, ak madde içinde kanatları açık kelebek şeklinde görülür.

- Omuriliğin arka kısmından çıkan iki kola dorsal (sırt=arka) kök adı verilir. Buradan omuriliğe duyu sinirleri girer.

- Ön kısmından çıkan iki kola ise ventral (karın) kök adı verilir. Buradan ise motor sinirleri çıkar.

-Omurilikte duyu ve motor sinirlerini birleştiren ara nöronlar da vardır.

-Duyu sinirlerinin çoğu beyne ulaşmadan önce omurilik içinden çapraz yaparak geçer.

(17)

Şekil: Omuriliğin enine kesiti

Omuriliğin Temel İşlevleri

-Omurilik, çevreden gelen uyarıları beyne ve beyinden gelen cevabı ilgili tepki organlarına iletmek.

-Alışkanlık hâline gelen hareketlerin denetimini sağlamak.

-Refleks harekelerini yönetmek.

- Alışkanlıklar: Beynin öğrendiği ve sık sık yaptığı işleri omuriliğe yüklemesidir. Örgü örmek, yüzmek, bisiklet sürmek, dans etmek vb.

-Bu davranışların gerçekleşmesinde bir aksaklık ortaya çıkarsa beyin tekrar devreye girer.

Refleksler, bir uyartı karşısında istemsiz ve otomatik olarak yapılan hareketlerdir.

-Refleksler, kalıtsal ve kazanılmış olmak üzere ikiye ayrılır. Diz kapağı refleksi, bebeğin emme refleksi, göz bebeklerinin ışığa bağlı olarak küçülmesi gibi refleksler doğuştan gelen kalıtsal reflekslerdir.

Kazanılmış refleksler ise kalıtsal olmayan, özel bir eğitimle sonradan kazanılan reflekslerdir. Bu tip reflekslerin merkezinde beyin vardır ve alışkanlıkların kazanılmasında önemli yer tutar. Yüzmek, piyano çalmak ve bisiklet kullanmak gibi davranışlar beyin tarafından öğrenilen ve omurilik tarafından kontrol edilen kazanılmış reflekslerdir.

(18)

-Limon görünce ağzın sulanması, daha önce elini yakmış bir çocuğun sobayı gördüğünde elini sakınması kazanılmış reflekstir. Sıcak sobadan elin çekilmesi kalıtsal reflekstir.

-Doğuştan gelen bazı reflekslerin kontrol merkezi omurilikte değildir.

Örneğin göz ve kulak refleksleri orta beyinden, yutkunma, hapşırma, öksürme, kusma gibi hayati iç refleksleri omurilik soğanından kontrol edilir.

-Refleks gerçekleşirken uyartının geçtiği iki ya da daha fazla nöronu kapsayan sinir yoluna refleks yayı denir.

- Diz kapağı refleksi kalıtsal reflekstir. Dizdeki kirişe vurulduğunda ayağın öne fırlamasıdır. Bu basit refleks yayında bir duyu ve bir de motor olmak üzere iki nöron bulunur.

-Karmaşık bir refleks yayında sırası ile, duyu nöronlar-ara nöron-motor nöron bulunur. Buradaki ara nöron omurilik üzerinde bulunur.

Şekil: Refleks yayının işleyişi

Reseptör → Duyu nöronu → Arka (dorsal) kök → Ara nöron → Ön (ventral) kök→ Motor nöronu → Efektör

-Refleks hareketi, impuls beyne ulaşmadan gerçekleşir. Sıcaklık ya da acı hissedilmesi omurilikten beyne impuls aktarılması sonucu oluşur.

İmpuls sinirlerle beyne iletilerek sıcaklık ve acı hissi olarak yorumlanıp istemli hareketlerin meydana gelmesi sağlanır. Örneğin acının

azaltılması için elin soğuk suya tutulması gerektiği düşünülür veya elini üfler.

(19)

-Omuriliğin çalışması beyin tarafından kontrol edilir. Örneğin elimize iğne battığında elimizi çekeriz. Ancak parmağımızdan kan alınırken batırılan iğne canımızı acıtsa da elimizi çekmez, bekleriz. Çünkü burada beyin devreye girer, yorum yapar, refleksi baskılar ve istemli hareket etmemizi sağlar.

- Eline iğne batan bir insan, elini hızla çeker fakat acısını sonradan hisseder. Çünkü refleks yaylarında impulslar önce omuriliğe daha sonra da beyne iletilir.

ÇEVRESEL SİNİR SİSTEMİ

Çevresel sinir sistemi, beyinden (kafa sinirleri) ve omurilikten (omurilik sinirleri) çıkan duyu ve motor nöronlarından oluşur.

-Beyinden 12 çift sinir çıkar. Bu sinirlerden 10. sinir çiftine vagus siniri adı verilir. Vagus siniri, akciğer, kalp, pankreas ve bağırsaklara uzanan parasempatik bir sinirdir.

-Omurilikten 31 çift sinir çıkar, bunlar duyu ve motor nöronlarıdır. İnsanda en büyük omurilik sinir çifti, bacaklara giden siyatik sinirlerdir.

Çevresel sinir sistemi görev ve işleyişine göre ikiye ayrılır;

1. Somatik (kişinin isteğine bağlı iş gören) Sinir Sistemi

-Bilinçli olarak yaptığımız hareketleri bu sinirler kontrol eder. İstemli olarak çalışır. İskelet kaslarını merkezî sinir sistemine bağlayan

sinirlerdir. Somatik sinirlerin hücre gövdeleri beyin ve omurilikte bulunur.

Aksonları ise iskelet kaslarına gider. Bu sinirler konuşmak, koşmak, yazmak gibi istemli vücut hareketlerini kontrol eder.

-Duyu ve motor sinirleri bulunmaktadır.

-Miyelinli nöronlar içerir.

-Akson çapları geniştir. İmpuls iletimleri hızlıdır.

-Uç beyin ve beyincik kontrolündedir.

2. Otonom (istemsiz, kendiliğinden iş gören) sinir sistemi:

-Otonom sinir sistemi istemsiz çalışır.

-Beyinden ve omurilikten gelen motor sinirlerden meydana gelir.

- Otonom sinir sisteminin bazıları hariç miyelinsiz sinirlerden oluşur.

-Akson çapları dardır. İmpuls iletimi yavaştır.

(20)

-Bu sebepten impuls, miyelinli motor sinirlere göre daha yavaş ilerler.

-İç organların çalışmasını düzenler.

-Boşaltım, kan dolaşımı, üreme, solunum, sindirim sistemi hareketleri ve bazı endokrin bezlerin çalışması gibi önemli vücut fonksiyonlarını kontrol eder.

-Beyin zarar görse bilinç de ortadan kalksa bile otonom sistem çalışıyorsa insanın yaşamı devam eder. Bu durumda hiçbir bilinçli davranış yapılamaz. Bu duruma “bitkisel hayat”

denir.

Endokrin Bezleri ve Salgıladıkları Hormonlar

-Endokrin sistem, endokrin bezlerden meydana gelir.

Endokrin bezler (İç salgı bezleri): Ürettiği salgıyı doğrudan kana veren bezlere denir. Bu bezlerin ürettiği salgılara hormon adı verilir.

Hipotalamus, hipofiz, böbrek üstü, tiroit, paratiroit bezleri endokrin bezlerdir.

-Hormonlar, genellikle endokrin (iç salgı) bezlerinden salgılanan, hedef organlara kan ile taşınan organik kimyasal uyarıcılardır, düzenleyicilerdir.

Hormonlar, kan yolu ile taşındıkları için iletim yavaş, kanda belirli bir değerin altına düşünceye kadar etki etmeye devam ettikleri için, etki süresi uzundur.

Hormonların Görevleri

- Vücudun dış çevreye uyumunu sağlar.

-Değişen iç ortamın fiziksel ve kimyasal şartlarının dengesini ve sürekliliğini sağlar.

- Hücrelerdeki yapım ve yıkım olaylarını denetim altında tutar.

-Vücut organlarının fonksiyonlarını düzenler.

-Üreme fonksiyonlarını düzenler.

-Büyüme ve gelişmeyi sağlar.

-Enerji üretimi, kullanımı ve depolanmasını gerçekleştirir.

(21)

Sinir sistemi ve endokrin sistemin birlikte çalışması

1. İlk uyaran bir iç salgı bezini etkileyerek hormon salgılanmasına neden olur. Hormonların kanda belirli bir konsantrasyona ulaşmasıyla ilgili dokunun hücreleri uyarılır.

2. Çevreden gelen uyarılar sinir sistemini etkiler. Sinir sistemi de sinir yoluyla ilgili dokuları uyarır.

3. Çevreden gelen ilk uyaran önce sinir sistemini etkiler; sinir sistemi iç salgı bezlerini uyarır ve iç salgı bezleri de kan yoluyla ilgili doku

hücrelerini harekete geçirerek uyarana cevap verilmesi sağlanır.

Şekil: Sinir ve Endokrin Sistemin Birlikte Çalışması

(22)

1. HİPOFİZ BEZİ

-Ara beyinde bulunan hipofiz bezi vücudumuzdaki diğer iç salgı bezlerinin salgılarını kontrol ettiği için temel bez olarak kabul edilir.

Hipofiz bezi ön ve arka olmak üzere iki loptan oluşur. Her iki kısım sinir sistemi ile etkileşim içinde olup farklı hormonlar salgılar.

-Hipofizin ön lobu, epitel dokudan oluşur.

-Hipofizin hormon salgılamasını hipotalamus yönetir.

-Hipotalamus tarafından salgılanan salgılattırıcı (releasing = RF) ve durdurucu (inhibiting) hormonlar, hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan hormonları kontrol etmektedir.

A. Hipofizin Ön Lop Hormonları

1. Büyüme hormonu (Somatotropin=STH):

-Hedef organı tüm vücut hücreleridir.

-Bu hormon özellikle iskelet kaslarının, kemik ve kıkırdağın büyümesini kontrol eder.

-Mitoz bölünmeyi hızlandırır.

-Hücrelerde protein sentezini hızlandırır, karbonhidrat-yağ metabolizmasını düzenler.

-Fazla salgılanması yağ kullanımını arttırdığı için kanda şeker oranı artar.

(Hiperglisemi)

-Gelişme çağındaki çocuklarda az salgılanırsa cücelik (nanizm), fazla salgılanırsa devlik (gigantizim) ortaya çıkar.

(23)

-Bazı durumlarda ise büyüme hormonu yeterli salgılanmasına rağmen vücut hücrelerinde bu hormonu tanıyan reseptörlerin eksik olması nedeniyle cücelik ortaya çıkabilir.

(Afrika’daki pigme ırkının cüceliklerinin sebebi budur.).

-Gelişme çağından sonra fazla miktarda salgılanması durumunda ise el, ayak, alın, burun ve alt çene kemiklerinin fazla büyümesi olarak

gözlenen akromegali hastalığı ortaya çıkar.

Akromegali

2. Tiroit uyarıcı hormon (TSH):

-Tiroit bezinden hormon salgılanmasını sağlar.

3. Adrenokortikotropik hormon (ACTH): Böbrek üstü bezinin kabuk (korteks) kısmını uyararak burada steroid yapıdaki hormonların yapımını uyarır.

4. Luteotropik hormon (LTH)=Prolaktin:

-Bu hormon hamilelik sırasında süt bezlerinin gelişmesini ve süt yapımını sağlar.

-Ayrıca annelik iç güdüsünün ortaya çıkmasında etkilidir.

5. Folikül uyarıcı hormon (FSH):

FSH, dişilerde yumurtalıktaki folikülleri etkileyerek her ay bir folikülün gelişmesini ve yumurta hücresinin oluşumunu sağlar. Folikül hücrelerine östrojen hormonu salgılatarak dişiye özgü özelliklerin ortaya çıkmasında rol oynar. Erkeklerde ise sperm oluşumunu başlatır.

6. Lüteinleştirici hormon (LH):

-Kadınlarda yumurtalıklarda olgunlaşmış olan yumurtanın yumurta kanalına atılmasını (ovulasyonu) ve içinde yumurtanın gelişmiş olduğu folikül kesesinin korpus luteuma (sarı cisim) dönüşmesini sağlar.

-Ovulasyonun ardından korpus luteumdan östrojen ve progesteron hormonlarının salgılanmasını uyarır.

-Erkeklerde ise testislerde bulunan leydig hücrelerini uyararak testosteron hormon salgılanmasını sağlar.

FSH ve LH hormonları gonadotropinler (eşeysel bezleri uyaran hormonlar) olarak da adlandırılmaktadır.

(24)

7. Melanosit uyarıcı hormon (MSH):

-Derideki melanosit hücrelerini uyararak deriye renk veren melanin pigmentinin üretilmesini sağlar. Melanin pigmenti, derinin renginin koyulaşmasını sağlar ve güneşte koruyuculuk yapar.

B. Hipofizin Arka Lop Hormonları

-Hipofizin arka lobu, ön loptan farklı olarak beynin bir uzantısıdır, burada hormon üretimi olmaz.

-Hipotalamusta sentezlenen antidiüretik hormon (ADH) = (Vazopressin) ve oksitosin aksonlar aracılığı ile hipofizin arka lobuna taşınır ve burada depolanır. Gerektiğinde buradan kana verilir.

1. Antidiüretik hormon (ADH) = (Vazopressin):

-Kanın ozmotik basıncının ayarlanmasında görevlidir.

-Kanın ozmotik basıncı artarsa ADH salgısı artar. Böbrek

kanalcıklarından suyun geri emilmesini sağlar. Böylece idrar çıkışını ve idrardaki su miktarını azaltarak kanın ozmotik basıncının yükselmesine engel olur.

-ADH eksikliğinde, suyun geri emilimi azalır, vücuttan çok fazla su atılır, kanın glikoz yoğunluğu ve ozmotik basıncı artar, şeker hastalığına benzer belirtiler ortaya çıkar. Bu hastalığa şekersiz şeker hastalığı denir.

-Fazla miktarda tuzlu besinlerle beslenen bir insanda su içme isteği artar.

ADH salgısı artar.

-Bol miktarda normal su içen bir insanda ADH salgısı azalır.

-Alkol alan bir insanda, alkolü seyrelterek atılmasını kolaylaştırmak için ADH salgısı azalır.

Bundan dolayı alkol alan kişide çok idrar oluştururulur.

2. Oksitosin:

-Hamileliğin sonlarına doğru salgısı artar.

-Doğum sırasında doğum sancısını başlatır, yani rahim kaslarının kasılmasını sağlar. Anneyi doğuma hazırlar.

-Doğum sonrasında ise anne memesindeki basıncı arttırarak sütün süt bezlerinden boşaltılmasını sağlar.

LTH, annede süt yapımını ve süt kanallarının gelişmesini, oksitosin ise bu sütün kanallara akmasını sağlar.

(25)

2. TİROİT BEZİ -Bütün omurgalılarda bulunan iki loplu bir bezdir.

-Gırtlağın hemen altında, soluk borusunun sağında ve solunda yer alan iki parçalı bir bezdir.

-Kan damarlarının en yoğun olduğu bezdir.

- Tiroksin ve kalsitonin hormonları olmak üzere iki farklı hormon salgısı yapar.

a. Tiroksin hormonu:

-Tiroksin, yapısında iyot bulunduran, amino asit türevli bir hormondur.

-Tiroksin hormonunun metabolik hızın ayarlanmasında doğrudan görevi vardır. Vücudun tüm hücrelerine etki ederek O2 kullanımını artırır,

böylelikle besinlerin daha hızlı parçalanmasını ve daha hızlı enerji üretilmesini sağlar.

Tiroksin aynı zamanda mitokondri sayısını ve aktivitesini artırır.

-Kilo kaybına neden olur.

-Büyüme ve gelişme sırasında protein sentezini hızlandırır.

-Nabız ve tansiyonun artmasına neden olur.

- Küçük yaşlardaki eksikliği kretenizme (zekâ ve büyüme geriliği), yetişkinlerdeki eksikliği ise miksodema (uyuşukluk, vücut ısısının düşmesi) neden olur.

-İyot eksikliğinde yeterli tiroksin oluşumu gözlenmez. Bu yüzden ön hipofizde TSH yapımı baskılanamaz. Bu durumda hipotalamus hipofizi, hipofiz ise tiroit bezini uyarmaya devam eder ve tiroit bezi normalin 10 ila 20 katı kadar büyümesi sonucunda basit guatr hastalığı ortaya çıkar.

(26)

-Normalden fazla tiroksin salgılandığında (hipertiroidizm); Metabolizma hızı artar.

Vücutta ısı üretimi artar. Kilo kaybı görülür. (Çok yediği halde) Kan basıncı artar. Aşırı sinirlilik durumu görülür. Göz küreleri dışarı fırlar. (Graves)

b. Kalsitonin hormonu:

-Kandaki kalsiyum seviyesini ayarlayan bir hormondur.

-Kandaki fazla kalsiyumun (D vitamini yardımı ile) kemiğe geçmesini sağlar.

-Ayrıca böbreklere etki ederek kalsiyumun geri emilmesini azaltır ve idrarla daha fazla atılmasını sağlar. Bağırsaklardan da kalsiyumun geri emilimini azaltır.

Kalsitonin salgısı artan bir insanda; Kemik sertliği artar, kanın osmotik basıncı azalır, bağırsak ve böbreklerden kana emilen kalsiyum azalır.

3. PARATİROİT BEZİ

-Tiroit bezinin arka yüzeyinde bulunan mercimek büyüklüğündeki dört küçük bezdir.

-Parathormon adı verilen hormonu salgılar.

-Kalsitonin ve parathormon antagonist (zıt yönde) çalışır.

-Parathormon, kalsiyumun kemiklerden kana geçişini, böbreklerden fosforun atılmasını sağlar.

-Parathormon besinlerle alınan ve deride sentezlenen D vitamininin aktifleşmesini sağlar.

-Kanda kalsiyum seviyesi azaldığında salgısı artan parathormon sayesinde kemik dokudan kana kalsiyum geçişini hızlandırır.

-Kalsiyumun börek ve bağırsaklardan geri emilimini arttırır.

-Ayrıca böbreklerden fosforun atılmasını hızlandırır ve kandaki fosfor miktarını azaltır.

(27)

-Parathormon miktarının kandaki seviyesi azalırsa kanda kalsiyum oranı da azalır. Bu durum, kaslarda ağrılı kasılmalar ve titremeler şeklinde kendini gösteren tetani hastalığına neden olur.

-Parathormon miktarının artması ise böbrek taşı oluşumuna neden olabilir.

Kanda kalsiyum yüksek ise;

-Tiroid bezinden kalsitonin salgılanır.

-Kandan kemiklere depolanmak üzere kalsiyum geçer.

-Böbreklerden kalsiyum geri emilimi azalır.

-Bağırsaklardan kalsiyum emilimi azalır.

-Kandaki kalsiyum normal düzeye iner.

Kanda kalsiyum düşük ise;

-Paratroit bezinden salgılanan parathormon artar.

-Kalsiyum kemiklerden kana geçer.

-Böbreklerden kalsiyum geri emilimi artar.

-Bağırsaklardan kalsiyum emilimi artar.

-Kalsiyum normal seviyeye yükselir.

(28)

4. BÖBREK ÜSTÜ BEZLERİ (ADRENAL BEZLER) - Her bir böbreğin üst kısmında bulunan böbrek üstü bezleri adrenal bezler olarak da adlandırılır.

-Bezlerin böbreklerle doğrudan ilişkisi yoktur, böbreklerden bağımsız olarak çalışır.

-Hipofiz bezi ve sinir sisteminin kontrolünde çalışır.

-Bu bezler iki kısımdan meydana gelmiştir.

-Dışta kabuk (korteks) bölgesi, içte öz (medulla) bölgesi bulunur.

I. Kabuk Bölgesinden Salgılanan Hormonlar (Adrenal korteks hormonları)

-Hipofiz bezinin adrenokortikotropik hormon (ACTH) salgısı ile uyarılır.

-Adrenal korteks bölgesinde kortizol, aldosteron ve adrenal eşey hormonları gibi hormonlar üretilir.

a. Kortizol

-Hedef bölgesi karaciğerdir.

-Glikozun protein ve yağlar gibi karbonhidrat olmayan moleküllerden sentezlenmesini sağlayarak kan şekerini arttırır.

-Karaciğerdeki glikojen deposunu arttırır.

-Glikozun oksidasyonunu (yıkımını) önler.

-Özellikle açlık durumunda gerekli olan enerjinin glikoz yerine amino asit ve yağ asitlerinden elde edilmesini sağlar.

-Protein ve amino asitler üzerindeki yıkıcı etkisinden dolayı idrardaki azot miktarı artar.

-Stresli durumlarda salgısı artar.

-Kortizol salgısı artan bir insanda; Kan şekeri artar. Karaciğerde üre sentezi artar. Böbreklerde süzülme artar. İdrardaki üre artar.

-Kortizol eksikliğinde;

-Kan şekeri düşer. Bunun nedeni amino asitlerden glikoz

yapılamamasıdır. Glikoz üretimi azalınca karaciğerdeki glikojen harcanmakta ve depo glikojen bitince de kan şekeri düşmektedir.

(29)

b. Aldosteron

-Böbreklerden sodyum (Na+) ve klor (Cl-) iyonlarının geri emilimini arttırır.

Potasyumun (K+) ise geri emilimini azaltır. Böylece kan basıncı ve hacmi artar.

-Aldosteron az salgılanırsa;

▪ Kan basıncı düşer, doku sıvısı azalır.

▪ Kanda sodyum ve klor miktarı azalır, potasyum artar.

▪ Kaslarda yorgunluk görülür.

▪ Deride pigment birikimi sonucunda tunç renk oluşur. Buna addison hastalığı denir.

▪ Aldosteron hormonunun salgılanmaması durumunda yaşam biter.

-Aldosteron salgısı artarsa;

▪ Kandaki sodyum ve klor miktarı artar, potasyum miktarı azalır.

▪ Kan hacmi ve basıncı yükselir.

▪ Doku sıvısı miktarı artar. (Ödem oluşur.)

▪ Su içme isteği artar.

▪ ADH salgısı artar.

▪ Potasyum eksikliği nedeniyle sinir hücrelerindeki iletim aksar, kas zayıflaması oluşur.

c. Adrenal eşey hormonları:

-Normalde erkeklerde testislerde salgılanan testosteron (androjen) benzeri hormon ve az miktarda östrojen ve progesteron hormonları salgılanır.

-Bu hormonlar hem erkek hem de dişi bireylerde salgılanır.

-Erkek çocuklarda adrenal korteks çok çalışırsa, yetişkin erkek

bireylerdeki ses kalınlaşması, kas gelişimi, vücut kıllanması, sakal ve bıyık çıkması gibi özellikler ortaya çıkar.

-Dişilerde adrenal korteks çok çalışırsa ses kalınlaşır, sakal çıkar ve eşeysel organlar körelir.

II. Öz Bölgesinden Salgılanan Hormonlar (Adrenal medulla hormonları)

-Buradan adrenalin (epinefrin) ve nöradrenalin (nörepinefrin) (dövüş- veya-kaç) adı verilen iki hormon salgılanır.

-Adrenalin ve noradrenalin hormonları, aşırı sevinç, heyecan, stres, korku, üzüntü durumları yaşandığında salgılanır. Vücudu karşılaştığı zor durumlara karşı hazırlar.

(30)

a. Adreanalin (epinefrin):

-İskelet kasları ve karaciğerdeki glikojenin glikoza dönüşümünü hızlandırır.

-Karaciğerden kana glikoz geçmesini hızlandırarak, kan şekerini arttırır.

(Adrenalin kan şekerini düşük olması durumunda da, yüksek olması durumunda da arttırır.)

-Yağ hücrelerinden yağ asitlerinin serbest bırakılarak enerji verici olarak kullanılmasını sağlar.

-Heyecan, korku, stres durumunda salgısı artar.

-Kalp atış hızını ve kan basıncını arttırır.

-Kalp, beyin ve iskelet kaslarına giden damarların genişlemesini sağlar.

-Derideki kılcal damarları daraltır. Bu nedenle korkunca yüzün rengi sararır.

-Göz bebekleri büyür. Tüyler diken diken olur.

-Soluk alıp vermeyi hızlandırır.

-Sindirim sistemi faaliyetlerini yavaşlatır.

-Kanın pıhtılaşma süresini kısaltır.

b. Noradrenalin (norepinefrin):

-Adrenaline benzer etkileri vardır.

-Kılcal damarları daraltır. Kan basıncını arttırır.

-Nöronların akson uçlarından da salgılanarak nörotransmitter olarak görev yapar.

5. PANKREAS

-Hem hormon salgılayan hem de sindirim enzimi salgılayan pankreas, karma bez olarak görev alır.

-Ekzokrin bez olarak sindirim enzimlerini, endokrin bez olarak insülin ve glukagon hormonlarını salgılar.

a. İnsülin

-Pankreasın langerhans adacığındaki beta hücreleri tarafından salgılanır.

-Kandaki glikozun vücut hücrelerine geçmesini sağlayarak kan şekerini düşürür.

-Beyin hücreleri hariç tüm vücut hücrelerinin glikoza geçirgenliğini arttırır.

-Glikozun fazlasının kas ve karaciğerde glikojen olarak depo edilmesini sağlar.

-Kas hücrelerinin ve yağ doku hücrelerinin kandan daha fazla glikoz almalarını uyarır.

-Protein sentezini arttırır.

(31)

b. Glukagon:

-Langerhans adacıklarının alfa hücrelerinden salgılanır.

-Kanın glikoz seviyesini artırıcı yönde etki yapar.

-Açlık durumunda kan şekeri düştüğünde salgılanan glukagon,

karaciğerde glikojen yıkımını sağlar ve kana glikoz salınımını uyarır, yağ dokularında yağ yıkımını sağlar.

-Glukagon kas hücrelerinde depo edilen glikojene etki etmez.

Kandaki glikoz miktarının Ayarlanması

-Kandaki glikoz miktarını adrenalin, insülin ve Glukagon hormonları düzenler.

-Kandaki şeker miktarını kontrol eden yapılar, pankreas, karaciğer ve böbrek üstü bezleridir.

-Stres veya vücut zor durumda kaldığında sempatik sinirlerin etkisi ile böbrek üstü bezinin öz (medulla) bölgesinden adrenalin salgılanır.

Adrenalin, kas ve karaciğerdeki glikojen yıkımını uyarır. Glikozların karaciğerden kana geçmesini hızlandırır.

Şekil: Kandaki şeker miktarının üç hormonun etkileşimi ile ayarlanması

Kaslardaki glikojeni oluşturan glikozlar fosfat içerdiği için kana geçemezler. Kas hücresinin içinde kullanılırlar. O nedenle kan şekerini yükseltmezler.

(32)

Glukagon, kortizol, adrenalin bir de STH (büyüme hormonu) hormonları kan şekerini artırır. Glukagon ve adrenalin glikojeni glikoza çevirerek, kortizol protein ve yağları glikoza çevirerek, STH ise yağ kullanımını artırarak kan şekerini yükseltir.

-Adrenalin ve insülin hem karaciğer hem de kaslara etki ederken, glukagon sadece karaciğere etki eder.

Şeker Hastalığı (Diabetes mellitus)

Kandaki glikozun normal seviyesi 80-90 mg/100 mL’dir. Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen Diabetes mellitus, insülin hormonunun yetersiz olması veya hiç olmaması durumunda kan şekerinin normalin üzerinde bulunması durumudur.

Şeker hastalığının erken belirtileri;

-Çok sık idrara çıkma: Kanda aşırı glikozdan dolayı böbreklerden glikoz geri emilemez ve idrarla glikoz atılmaya başlanır. Buna bağlı olarak da glikozun atılması için idrar miktarı artmaktadır.

-Sağlıklı bireylerin idrarlarında glikoz bulunmaz.

-Çok su içme: İlk belirtiye bağlı olarak kaybedilen sudan dolayı vücudun su ihtiyacının artması sonucu oluşur.

Çok acıkma: İnsülin yetersizliğinden dolayı her ne kadar kandaki glikoz oranı fazla da olsa glikoz hücrelere geçemediğinden enerji gereksinimi artar, vücuttaki protein ve yağ depoları kullanılmaya başlanır.

Şeker hastalarında hücrelere yeterli glikoz geçemediğinden, hücreler enerji elde etmek için yağ asitlerini ve amino asitleri

kullanır. Bunun sonucunda kan ve idrardaki amonyak ve üre miktarı artar. Ayrıca protein yetersizliğine bağlı olarak yaraları geç iyileşir ve bağışıklık sistemi (vücut direnci) zayıflar.

6. EŞEYSEL BEZLER:

Üreme sistemi hormonları erkeklerde testis, kadınlarda ovaryumlardan üretilir.

-Üç çeşit üreme hormonu vardır. Bunlar; östrojen, progesteron ve testosterondur.

-Hipofiz bezinden salgılanan hormonlarla çalışması düzenlenir.

(33)

Östrojen:

-Hipofiz besinin FSH hormonu etkisi ile yumutalıklardaki folikül yapılarından salınır.

-Mitoz bölünmeyi hızlandırarak döl yatağı duvarının kalınlaşmasını sağlar.

-Uterus hücrelerine bol kan damarı gelmesini sağlar.

-Uterustaki doku sıvısı miktarını arttırır.

-Böylece uterus iç çeperinin gelişmesini sağlar.

- Dişiye özgü ince ses gelişimi, üreme organlarının gelişimi, dişiye özgü vucut yapısını kazanması gibi ikincil eşeysel özelliklerin ortaya çıkmasına neden olur.

Progesteeron:

- Hipofizden salgılanan LH’nin yumurtalığı etkilemesi ile salınır.

-Yumurtalıklarda korpus luteumdan (sarı cisimden), gebelik süresince plasentadan salınır.

- Embriyonun tutunması için döl yatağının hazırlanmasını sağlar.

-Endometriyumun gelişmesini sağlar.

-Fallopi tüpü hücrelerinde besin depo edilmesini sağlar.

- Gebelik durumunda döl yatağında kas kasılmasını önleyerek gebeliğin sürmesini sağlar. Azalırsa düşük gerçekleşebilir.

Testosteron:

-Testislerin seminifer tüpçüklerindeki leydig hücreleri tarafından salınır.

-Eşeysel olgunlaşmayı sağlar.

-Erkeklere özgü kıllanma, ses kalınlaşması, kas gelişmesi gibi ikincil eşey özelliklerin de ortaya çıkmasını sağlar.

-Ergenlikten itibaren spermlerin olgunlaşmasını sağlar.

7. TİMÜS BEZİ:

Göğüs boşluğunda bulunan timüs bezi, lenf sistemine de dâhil olan bir organdır. Yeni doğan bebeklerde büyük olan bu bez, yaş ilerledikçe küçülür. Çocukluk döneminde maksimum aktivite ile çalışır.

-Timus bezi, bağışıklık sistemi hücrelerine ait olan T-lenfosit hücrelerinin işlevsel özellik kazandığı yerdir.

-Timus bezi, T-lenfositlerin timusta veya diğer lenf sistemi organlarında gelişmesinde ve korunmasında önemli rolü olan timik hormon üretir.

-Timus hormonları, ayrıca hipofizden salgılanan LH, FSH hormonlarının salınmasını baskılar.

(34)

8. EPİFİZ BEZİ:

Ara beyinde bulunan çok ufak bir bezdir.

-Melatonin (karanlığın hormonu) adı verilen hormonu salgılar. Bu hormonun salgısı, göze giren ışığın retina üzerine düşmesi ile kontrol edilir. Karanlık ortamda melatonin salgısı artar.

-Ayrıca mevsimsel geçişlerde gün uzunluğuna bağlı olarak ortaya çıkan değişikliklerle ilgili vücuttaki işlevleri düzenler (biyoritim).

Melatonin erken ergenliğe geçişi önler

Endokrin Kontrol Mekanizması (Feed Back)

-Endokrin bezlerin birbirini etkileyerek kandaki hormon düzeyinin ayarlanmasına geri bildirim (feed-back) denir.

-İki şekilde gerçekleşebilir;

1. Pozitif geri bildirim (Pozitif feed back): Hipofizin sürekli olarak bir endokrin bezi uyararak hormon üretimini sağlamasıdır.

-Pozitif geri bildirim mekanizmasında, hem uyarı hem de tepkinin arttığı görülür. Örneğin hipofizin arka lobundan salgılanan oksitosin hormonu hedef hücreye (rahim) kan yoluyla ulaştığında özel reseptörlere

bağlanarak özgül bir yanıtın oluşmasını sağlar (rahim kaslarının

kasılması). Oksitosin için oluşturulan yanıt pozitif geri bildirim döngüsü oluşturur, doğum esnasında ve sonrasında rahim kasılması devam eder.

-Oksitosin hormonu süt bezlerinden süt salgılanmasını da uyarır ve süt salgılanma mekanizmasında pozitif geri bildirim görülür.

Şema: Süt bezleri ile hipotalamus arasındaki geri bildirim 2. Negatif geri bildirim (Negatif feed back): Bir endokrin bezden salgılanan hormon vücutta gerekli aktiviteyi gösterdikten sonra hipofizi etkileyerek, hipofizin hormon salgısını engellemesidir.

Negatif geri bildirim mekanizmasında, hormonun etki ettiği hücrede

sentezlenen ürün, hormon salgılayan endokrin bezin aktivitesini baskılar.

Örneğin hipofiz TSH salgılayarak tiroit bezini uyarır. Tiroit bezi kana tiroksin hormonu salgılar. Tiroksin hormonu kanda belli bir seviyeye ulaştığında hipofizi etkileyerek TSH salgısını azaltmasına neden olur.

(35)

Pozitif geri bildirim hormon üretimini ve tepkiyi artırırken negatif geri bildirim durumun eski hâline geri dönmesine yardımcı olur. Bu yüzden iç dengede (homeostasi) negatif geri bildirim daha çok görülür.

Şema: Vücudun su dengesinin düzenlenmesi

Şema: Hipotalamus, hipofiz ve böbrek üstü bezleri arasında geri bildirim mekanizması

Şema: Hipotalamus, hipofiz ve tiroit bezi arasındaki geri bildirim mekanizması

Şema: Dişi üreme sisteminin hormonlarla kontrolü

Şema: Erkek üreme sisteminin, hormonlarla kontrolü

(36)

Sinir Sistemi Rahatsızlıkları

1. Multipl Skleroz (MS):

Beyinde ve omurilikte, mesajları taşıyan sinir hücreleri

etrafındaki miyelin kılıfın hasar görmesine dayalı bir sinir sistemi hastalığıdır.

-Bu hastalığa multipl denmesinin nedeni, beyin ve omuriliğin birçok farklı alanını etkilemesidir. Skleroz denmesinin nedeni ise miyelin kılıfın hasar gördüğü yerlerde sertleşmiş dokuların (skleroz)

oluşmasıdır. Plak denilen bu yapılar sinirler boyunca mesajların iletilmesini engelleyebilir.

-Miyelin kılıf herhangi bir yerden yıkıldığında uyartı iletimi yavaşlar ya da yanlış yerlere doğru yönlenir. Bunun sonucunda ise görme kaybı, kol, el ve bacakta güçsüzlük; yürüyüşte bozulmalar ve dengesizlik, konuşmada ağırlaşma ve peltekleşme gibi MS belirtileri ortaya çıkar.

2. Alzheimer (Alzaymır):

Kısaca unutkanlıktır. Hatta o kadar ileri seviye bir unutkanlıktır ki bir sabah uyandığınızda yanınızda yatan 40 yıllık eşinizi bile hatırlayamaz hale gelebilirsiniz.

-Tıbbi olarak anlatmak gerekirse beynin günden güne hafıza ve depolama fonksiyonlarını kaybetmesidir.

-Alzheimer Hastalığı için beyinde asetil kolin azalması bir neden olarak bilinmektedir.

-Ailede bu hastalığa yakalanmış bir birey olması bir risk faktörü olarak görülmekle birlikte daha çok genetik bir hastalık olduğu bilinmektedir.

- Alzaymır hastalığı tedavisi maalesef yoktur. Sürekli beyin egzersizleri yaparak, bulmaca çözerek ve hafızamızı tazeleme amaçlı zorlarsak alzheimer hastalığına karşı bireysel anlamda en etkin savaşı vermiş oluruz.

(37)

3. Parkinson hastalığı:

-İlerleyen tipte nörolojik bir hastalıktır. Yavaş ve sinsi seyreden bir

hastalık olup genellikle 60 yaş üzerindeki insanlarda görülür. Erkeklerde kadınlara göre daha yaygındır.

- Parkinson hastalığı, beynin substantia nigra adı verilen bölgesinde bulunan ve dopamin üreten nöronların kaybedilmesiyle oluşur. Dopamin yetersizse sinir hücreleri doğru şekilde çalışmaz ve beyin mesajlarını aktaramaz; böylece Parkinson belirtileri olan vücutta titreme, yavaş hareket etme durumu ortaya çıkar.

4. Epilepsi (Sara):

-Epilepsi, beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro- kimyasal boşalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik hastalıktır.

-Sıklıkla geçici bilinç kaybına neden olur.

5. Depresyon (çöküntü):

-Duygusal, zihinsel ve bedensel bazı belirtilerle kendisini gösteren ciddi ama tedavi edilebilir bir ruhsal hastalıktır. En dikkat çekici özelliği çökkün ruh hali ve zevk almada belirgin azalmadır.

-Depresyon bir beyin hastalığıdır, genetik, biyolojik, çevresel ve psikolojik faktörler gibi nedenleri olabilir. Depresyon her yaşta olabilir, ama

genellikle gençler ve kadınlarda daha yaygındır.

-Depresyon tedavi edilebilir. Tedavi amacıyla çeşitli kanıtlanmış psikoterapi yöntemleri, ruh halini düzenleyen modern ilaçlar

(antidepresanlar), stres yönetimi ve gevşeme teknikleri mevcuttur.

Sinir Sisteminin Sağlıklı Yapısının Korunması

-Dengeli ve yeterli beslenme sinir sisteminin sağlığı açısından çok önemlidir. Yediklerimiz hafıza ve zekâ gelişimimizde çok etkilidir.

Özellikle B grubu vitaminler, E vitamini, demir, çinko, iyot gibi mineraller içeren besinlerin tüketimi sinir sistemi sağlığı açısından çok önemlidir. B vitaminleri birçok yararının yanı sıra beynimizi strese karşı da korur. E vitamini, hem felç hem de kalp krizi riskini düşürür. Demir, beynin beslenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Özellikle oksijenin

beyne iletilmesi ve beyin tarafından kullanılmasını gerçekleştiren kandaki hemoglobin ve alyuvarların yapımında demire gereksinim vardır.

Kısacası beynin esas enerji kaynaklarından olan oksijenin beyne gönderilebilmesi için demire gereksinim vardır. Yani diyetimizde

muhakkak demir içeren ve demirin yiyeceklerden emilimini kolaylaştıran C vitamini içerikli yiyecekler olmalıdır.

(38)

-Beyin sağlığımız için her gün yeterli miktarda su tüketilmesi ve protein içeriği yüksek gıdaların alınması gerektiği de unutulmamalıdır.

-Merkezî sinir sistemi açısından en zararlı elementler kurşun, civa,

kadmiyum gibi ağır metallerdir. Bu maddeleri içeren besinlerin tüketilmesi özellikle çocuklarda zekâ geriliği, refleks bozuklukları ve davranış

bozukluğuna sebep olur. Atık yönetiminde ve içme suyu arıtımında bu noktaya dikkat edilmeli, denizde ve toprakta bu metallerin birikimini ve hava yoluyla solunumlarını engellemeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır.

-Yüksek tansiyonlu kişilerde beyin dokuları zarar görebilmekte, özellikle beynin ak maddesinde azalma olmaktadır. Bu durum, kısa süreli bellek kayıpları, konuşma bozukluğu, yön tayin edememe ve bilginin daha yavaş işlenmesi şeklinde ortaya çıkabilmektedir.

Duyu Organlarının Yapısı Ve İşleyişi

-Duyu organlarının yapısında çevredeki uyarıları almaya özelleşmiş yapılara reseptör (almaç) denir.

-Çevredeki uyarılar, duyu organlarındaki alıcı (reseptör) adı verilen özelleşmiş epitel hücreleri veya sinir uçlarıyla alınır.

-Oluşan uyartılar beyindeki belirli merkezlere iletilerek değerlendirilir ve algı oluşur. Dolayısıyla, duyu organımızla değil, beynimizle görür, işitir veya dokunduklarımızı algılarız.

-Vücutta, kan basıncı ve vücut pozisyonu gibi içsel uyarılara duyarlı iç alıcılar ve vücut dışındaki uyarılara duyarlı olan dış alıcılar vardır.

Örneğin dolaşım sıvısının ozmotik basıcını algılayan almaçlar, kandaki glikoz ve CO2 miktarını algılayan iç almaçlardır.

-Dış alıcılar duyu organlarında bulunur.

-Tepki verdikleri uyarı tipine göre, duyu reseptörleri beş çeşittir.

1. Fotoreseptörler: Gözümüzde bulunur, ışığa karşı duyarlıdır.

2. Kemoreseptörler: Burun ve dilde bulunur, kimyasal uyaranlara karşı duyarlıdır.

3. Mekanoreseptörler: Deri ve kulakta bulunur. Dokunma, basınç, hareket ve ses gibi uyaranlara karşı duyarlıdır.

4. Termoreseptör Deride bulunan ve sıcak ile soğuğu algılayan reseptörlerdir.

(39)

A. GÖRME DUYUSU

Göz iki kısımda incelenir; 1. Göz yuvarlağı 2. Yardımcı yapılar 1. GÖZ YUVARLAĞI

-Dıştan içe doğru sert tabaka, damar tabaka ve ağ tabak (retina) olmak üzere üç tabakadan oluşur.

Şekil: Gözün kısımları

a. Sert tabaka: Gözün en dış tabakasıdır. Gözü sarar ve iç tabakaları korur. Sert tabakanın gözün ön kısmında saydamlaşıp kubbeleşerek oluşturduğu yapıya kornea (saydam tabaka) denir.

Kornea, göze gelen ışınların ilk olarak kırıldığı yerdir. Işığın göz merceğine ulaşmasını sağlar. Kornea, sinir bulunmasına rağmen damarsız bir doku olduğu için kornea nakillerinde uyuşmazlık pek görülmez.

b. Damar tabaka: Sert tabakanın altında yer alır, koyu kahverengi görünür. Gözü besleyen kan damarları bakımından zengindir. İçerdiği pigmentlerden dolayı koyu renkte görünür. Pigmentler göze gelen ışığın çoğunu emer. Bu nedenle gözün içi karanlık bir oda görünümündedir.

Işığın bu tabakada emilmesi ile göz içinde ışık yansıması olmaz. Böylece görüntünün net olması sağlanır.

-Damar tabaka gözün ön kısmında farklılaşarak irisi oluşturur. İris, gözün renkli kısmıdır. İrisin tam ortasında bir delik bulunur. Bu deliğe göz bebeği adı verilir. İristeki düz kaslar, göz bebeğinin genişliğini kontrol ederek gözün içine girecek ışık miktarını ayarlar.

-Göz bebeğinin arkasında göz merceği bulunur. Kan damarı taşımaz.

camsı cisimdeki lenf sıvısı ile beslenir.

(40)

Göz merceği gözün ikinci kez kırıldığı yerdir. (İlki kornea idi)

-Cismin uzaklığına bağlı olarak göz merceği incelip ya da kalınlaşarak görüntüyü sarı benek üzerine düşürmesine göz uyumu denir. Bunu sağlayan merceği kontrol eden kaslar ve merceği taşıyan bağlardır.

-Yakındaki bir cisme bakıldığında damar tabakadaki silli (kirpiksi) kaslar kasılır, göz merceğini tutan mercek bağları gevşer, küresel bir şekil alır ve göz merceğinin kırıcılığı artar.

-Uzaktaki bir cisme bakıldığında ise silli kaslar gevşer, damar tabaka genişler ve mercek bağları gerilir; mercek yassılaşır ve merceğin kırıcılığı azalır.

-Gözde kornea ile göz merceği arasında kalan boşluğa ön oda,

mercekle iris arasında kalan boşluğa da arka oda adı verilir. Bu odalar özel bir sıvı ile doludur. Bu sıvı gözün şeklinin ve canlılığının

korunmasını sağlar. Mercek ile retina arasında kalan kısım gözün en büyük boşluğunu oluşturur. Bu kısım jelimsi bir sıvıyla doludur. Bu sıvı camsı sıvı olarak adlandırılır. Camsı sıvı, göz küresinde iç basınç

meydana getirerek gözün şeklinin sabit kalmasını sağlar. Ayrıca camsı cisimde ışığın kırılması da gerçekleşir.

c. Ağ tabaka (Retina): Gözün en iç kısmında bulunan tabakadır.

Mercekten kırılan ışınlar retina üzerine düşer.

Retinada ışığı algılayan reseptörler ve ağ şeklinde dağılmış sinir hücreleri bulunur. Bu reseptörlere şekillerinden dolayı çubuk ve koni hücreleri adı verilir. Retinada sadece koni hücrelerinin bulunduğu

yere sarı benek adı verilir. Ancak retinada sarı benek dışında da seyrek olarak koni hücreleri bulunur. Burası görme olayı sırasında retinaya ulaşan ışınların toplandığı yerdir.

Sarı beneğin merkezinde koni hücreleri, kenarlarında ise çubuk hücreleri yoğunlaşmıştır. Bundan dolayı yandan yaklaşan bir cismin önce şeklini daha sonra da rengini algılarız.

-Görme sinirlerinin retinadan çıktığı nokta ise kör nokta olarak

adlandırılır. Burada çubuk ve koni hücresi bulunmadığından görüntü oluşmaz ve ışık algılanmaz.

-Retinadaki fotoreseptörler, çubuk ve koni olmak üzere iki çeşittir.

-a. Çubuk hücreler: Renklere duyarlı değildir. Az ışıkta (gece) cismin şeklini, siyah-beyaz olarak algılanmasını sağlar.

(41)

- Yapılarındaki rodopsin adlı pigment düşük yoğunluktaki ışığı iyi soğurur. Bu durum da karanlıkta iyi görmeyi sağlar. Rodopsin pigmentinin ön maddesi A vitaminidir. A vitamini eksikliğinde gece körlüğü görülür. Fazla ışıkta rodopsin özelliğini kaybeder karanlıkta tekrar oluşur. Karanlık bir odaya girdiğimizde önce hiçbir şey göremeyiz.

Fakat yavaş yavaş şekli belirginleşir. Bunun sebebi rodopsin sentezinin zaman almasıdır.

b. Koni hücreler: Yeterli ışık şiddetinde renkli görmeyi sağlar. Renkli ve parlak ışığı soğuran fotopsin pigmenti içerir.

Görme olayı sırasında sırasıyla görev yapan yapılar:

-Her iki gözden çıkan sinirler beyin kabuğunda optik kiyazma olarak adlandırılan bir bölgede birleşir. Burada her iki gözün sol tarafla ilgili görüntüsü beynin sağ tarafına, sağ tarafla ilgili görüntüsü ise beynin sol tarafına iletilir.

Şekil: Sağ ve sol gözden gelen görüntüler beynin görme merkezinde birleşir.

2. GÖZE YARDIMCI YAPILAR

-Kaşlar, göz kapakları, kirpikler, gözyaşı bezleri ve göz kasları göze yardımcı yapılardır.

-Kaşlar ve kirpikler gözü yoğun güneş ışınlarından korur. Yabancı maddelerin ve alından gelebilecek terin göze kaçmasını engeller.

(42)

- Göz kapakları, gözü toz ve dışarıdan gelen diğer zararlı maddelere karşı korur; gözyaşının kurumasını engeller, gözün nemli kalmasını sağlar.

-Gözyaşı gözü nemli tutar, kurumaktan korur. Göze ulaşan mikroplar, gözyaşında bulunan lizozim enzimi sayesinde yok edilmesi, göz

küresinin temiz ve nemli tutulması, kornea ve göz merceğine besin ve su sağlanması gibi görevleri vardır.

B. İŞİTME DUYUSU -Kulak, işitme ve denge organımızdır.

-Kulağın yapısı dış kulak, orta kulak ve iç kulak olmak üzere üç kısımdan oluşur.

-Dış kulak ses dalgalarını toplayıp orta kulağa iletmekten; orta kulak aldığı ses dalgalarının şiddetini arttırarak iç kulağa iletmekten

sorumludur. İç kulak ise aldığı bu ses dalgalarını sinir sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir ve beyinde sesin algılanıp yorumlanması gerçekleşir.

Şekil: Kulağın yapısı a. Dış Kulak

-Kulak kepçesi ve kulak yolundan oluşur. Kulak zarı dış kulağı orta kulaktan ayırır.

-Dış kulak sadece karada yaşayan memelilerde bulunur.

-Kulak kepçesi çevreden gelen ses dalgalarını toplar.

-Kulak yolu ise kulak kepçesinin topladığı ses dalgalarını kulak zarına iletir.

-Kulak yolunda kulak kiri salgılayan bezler bulunur. Kulak kiri kulağa giren maddeleri tutar.

-Kulak yolunun sonunda orta kulak ile dış kulağı birbirinden ayıran kulak zarı yer alır.

Referanslar

Benzer Belgeler

BM araştırmasının yazarı olan ve Belçika’daki Wageningen Üniversitesinde görevli entomolojist Arnold Van Huis, artan dünya nüfusuyla birlikte et tüketiminin de yükseldi

• Erkek ve kadın bireylerin enerji ve protein tüketim miktarlarının RDA’ya göre değerlendirilmesinde cinsiyete göre gösterdikleri fark istatistiksel olarak anlamlı

  Ağız   kokusunu  giderici  etkisi  de  bu

Demir ve çinko için et, balık, tavuk; kalsiyum için süt ürünleri ve kemik suyu (asitli suda hazırlanmış) tüketmek gerekli.. Tam buğday unundan yapılan ekmek, demir ve

Hemşireler pandemi sürecinde hipertansif bireylerin kan basıncı kontrolünü ve fonksiyonel sağlıklarını sürdürmek için yeterli-dengeli beslenme, fiziksel egzersiz ve

A) Tabağımıza yiyebileceğimiz kadar yemek almalıyız. B) Yeterli ve dengeli beslenirken yiyecek ziyan etmemeliyiz. C) Taze sıkılmış meyve suları yerine gazlı içecekler

A) Sebze ve meyveler. B) Ekmek, diğer tahıl ürünleri ve patates. C) Şeker veya yağ oranı yüksek yiyecekler. D) Et, balık ve baklagiller. Aşağıdaki besinlerden

A) Öğünlerimizde karbonhidrat, protein, yağ, vitamin, su ve mineral içeren besin maddelerinden dengeli ve yeterli miktarlarda almalıyız. B) Bedenimiz her gün vitamin,