• Sonuç bulunamadı

Beşiktaş’ta Fulya Sanat

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Beşiktaş’ta Fulya Sanat"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sayı: Kış ’10/11

Nâzım Hikmet

Denize akan sokaklar 68’in Kadınları

Kent üniversiteleri

Beşiktaş’ta

Fulya Sanat

(2)

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1

34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak

PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Gülçin Tahiroğlu

GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel

YAZI İŞLERİ

Gülçin Tahiroğlu, Ayla Çiringel, Nazan Ortaç, Nuran Savaş, Elif Kara SAYFA YAPIM

Engin Ak

KATKIDA BULUNANLAR

Asude Süleymanoğlu, Yalçın Çiringel, Nuri Kurtcebe, Murat Katoğlu, Güneş Duru FOTOĞRAFLAR

Görkem Kızılkayak, Alaaddin Savaş,

Vural Yazıcıoğlu, Derya Aydoğan, Erdem Aydın Burak Görgün, Şenol Kaşıkçı

YAPIM

NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.

Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Apt. C Blok No:22/6 Beşiktaş/İstanbul

Tel: 0212 284 99 22 BASKI

Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ

Aralık 2010

Kapak Fotoğrafı: Alaaddin Savaş BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Kış ’10 / 11

02 B+ KIŞ

04 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

26 Kent Üniversiteleri

Sosyal ve kültürel anlamda kentsel dönüşümün en etkili aktörlerinden biri;

Kent Üniversiteleri.

38 Nâzım Hikmet

Bir vatanseverin portresi...

12 Beşiktaş’ta

denize akan sokaklar 7 tepeli şehrin yokuşu bol ilçesi Beşiktaş’ta, Boğaz’la buluşan sokaklar bekler sizi...

12

20

68 Rahşan Düren Sergisi Ben resimlerimle

özgürleşiyorum!

54 68’in Kadınları

Onlar yaşamı sorgulayan, değişime inanan kadınlardı.

54

30 Fulya Sanat

Bir futbol sahasından bir sanat merkezine dönüşümün muhteşem göstergesi.

30

58 Bir Semt: Etiler Yıllar öncesinden bugüne yolculuk...

58

64 Vefa: Ufuk Esin

Yerli yabancı birçok bilim insanına yol gösteren Ufuk Esin, Bebeklilerin de hocasıydı.

64

46 Albüm: Tijen Burultay

Tijen Burultay’ın objektifinden Beşiktaş’ta kadın...

20 Atatürk ve Bilim

Bilimin medreseye karşı

verdiği müthiş mücadelenin

öyküsü.

(3)

Tarikat-ı

medeniyet...

B+ KIŞ 03

Artı

besiktasarti@besiktas.bel.tr Atatürk, öğretmenlere yalnızca “hakiki zafe-

ri kazanma” görevi vermedi. Onları yalnız bı- rakmayacağına dair de bir söz verdi: “Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin tesadüf edeceğiniz engelle- ri kıracağız.”

Bilimin önüne çıkacak her türlü engeli kaldırma sözü veren Atatürk, millete dönüp bir de uyarı- da bulundu: “Efendiler ve ey millet; iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyettir.”

Mustafa Kemal öğretmenlere verdiği bu sözü ve millete yaptığı bu uyarıyı hiç unutmadı, dai- ma yerine getirdi. O hep bilimin en büyük dostu ve koruyucusu oldu. Bilim bu sayede güçlendi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni güçlendirdi.

“Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeseli bu tari- hi gerçeğin izinde hazırlandı. Belgeselin yapı- mı 1993 yılında sona erdiyse de kasada bekle- mekten kurtulamadı. Mustafa Kemal’in inanıl- maz azmini ve bilime sağladığı o büyük desteği gözler önüne seren “Bir Bilim Savaşçısı: Ata- türk” belgeseli ilk kez Beşiktaş Belediyesi’nin bir etkinliğinde halkla paylaşıldı. 10 Kasım’da Akatlar Kültür Merkezi’nde yüzlerce öğrenci- nin izlemesi sağlandı. Daha sonra Levent Kül- tür Merkezi’nde Beşiktaşlılarla buluştu.

B+ okuyucuları belgeselin yapım öyküsünü ve o zengin içeriğinden bazı bölümleri Ahmet Hı- zarcı, Celal Kazdağlı ve Soner Sevgili ile yapı- lan röportajda bulabilir.

Atatürk’ün bilime olan aşkı ne kadar gerçek ise Nâzım Hikmet’in vatanına duyduğu aşk da o kadar gerçektir. B+’nın bu sayısında yer alan

“Ve bir Vatansever’in Portresi; Nâzım Hik- met” yazısında onu kendinize bir kez daha ya- kın hissedeceksiniz. Nâzım’ın onu halk düşma- nı ilan edenlere inat yazdığı “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı okumadan ve Nuri Kurtcebe’nin çi- zimlerine bakmadan sayfaları çevirmeyin.

Bu sayıda da birbirinden ilginç konu ve konuk- lar yine B+’da sizleri bekliyor.

Bir Kültür Savaşçısı; Dr. Osman Şevki Uludağ ilginizi çekecek konulardan biri. Türkiye’nin ilk tıp tarihi yazarı, ilk dağcısı, Uludağ’ın isim babası Osman Şevki Uludağ’ı, kızı Ela Ulu- dağ ve torunu İrem Yıldızeli’nin anlatımıyla ta- nıyacaksınız.

B+’da geçen sayıda işlenen “68 Kuşağı” konu- sunu bu sayıda farklı bir yorumla bulacaksınız.

Bu kez sıra “68’li Kadınlar”da... Yazının kaynağı 68’in Kadınları kitabının yazarı Beşiktaş kentli- si Ayşe Yazıcıoğlu. Toplumsal kurallara karşı çı- kan, yaşamı sorgulayan, değişime inanan 68’li Kadınlar yazısı ilginizi çekecek.

Tijen Burultay’ın objektifinden “Beşiktaş’ta Ka- dın” B+’nın görsellikte ulaştığı boyutu görmek açısından çok güzel bir örnek.

Dikkatinizi çekecek yazılardan biri de, Gündüz Vassaf’ın Leventnâmesi.

“Gün gelecek türümüz son birkaç yüzyıldır mahkûm bırakıldığı apartman yaşamından kur- tulacak” diyen Gündüz Vassaf’ın gözlemleri, yo- rumları yaşadığı mahalleye yıllar ötesinden duy- duğu aşkın da bir ifadesi aslında.

Beşiktaşlı olmanın ayrıcalığını hissedeceğiniz yerlerden biri de Yıldız Sarayı’nın Güzel Sanat- lar binasında hizmet veren Şehir Müzesi... Yase- min Masaracı’nın paylaştığı bilgiler Beşiktaş’ta bulunan bu butik müzeye doğru çekiyor insanı.

Tüm bu kültür ve sanat zenginliğini Beşiktaş’ta hissetmek tesadüf değil. Bu olguda son dere- ce planlı bir kentsel dönüşümün izleri var. Beşik- taş kültür-sanat etkinlikleri açısından çok kap- samlı ve çok yaygın bir eylemlilik içinde. Bu ince planlanan oluşumun öyküsünü Beşiktaş Bele- diye Başkanı İsmail Ünal B+’ya anlattı. Başkan Ünal, “Beşiktaş’a Cumhuriyet mirasından, Mus- tafa Kemal ruhundan başka şey yakışmaz” di- yor. Bunu Beşiktaş’ın her köşesinden izlemek mümkün değil mi?

Yeni yıl, yeni umutlar demek... En güzel dilekle- rimiz sizinle olsun.

Hoşça kalın

86 Haberler

Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler...

92 Rehber / 24 saat

82 Engelliler Kariyer Günü Engellilere engelsiz kariyer imkânı...

68

82

76 Bir Butik Müze

Yıldız Sarayı’ndaki Şehir Müzesi küçük ama etkileyici.

76

72 Leventnâme

Gündüz Vassaf‘ın kitabı, mahallesine yıllar ötesinden duyduğu aşkın da bir ifadesi.

72

(4)

04 B+ kış

Bilim ve sanatla yönetmek!

Söyleşi

Söyleşi: Hasan özgen Fotoğraf: alaaddİn Savaş, erdem aydın, şenol kaşıkçı

(5)

B+ kış 05

“Beşiktaş’a

Cumhuriyet mirasından, Mustafa Kemal ruhundan

başka şey yakışmaz!”

Prof. Adnan Çoker’in Beşiktaş Çağdaş’ta 16 Mart 2010’da açılan retrospektif sergisi.

(6)

06 B+ kış

Sanat, kurumlaşmak

zorundadır.

(7)

B+ kış 07 B+: Sayın Başkan, B+ bu sayısında bir değişiklik yapıyor. Önsözünüzü bu

kez bir söyleşiyle biraz genişletelim istedik.

Çünkü Fulya Sanat’ın açılması, kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Özel- likle kültür-sanat çevreleri olayı büyük sevinçle karşıladılar ve bir kez daha Beşiktaş Belediyesi’ne içtenlikli ve güzel duygularını ilettiler. Basında da epeyce değerlendirme yazısı yer aldı.

Beşiktaş kentini zaman içinde kendi deyiminizle “kültür ve sanat başkenti” haline getirdiniz. Bu durumda gelinen noktanın tesadüfi olmadığını, bir yerel yönetim

programının öngörülmüş, önceden planlanmış bir parçası olduğunu düşünebilir miyiz? Bu çabalarınızın, bu

projelerinizin arkasında duran yönetim anlayışını ve felsefesini okurlarımızla paylaşır mısınız?

İsmail ÜNAL: Öncelikle bir genelleme yapmayı deneyelim. Dünyanın halini bilmeden Beşiktaş’ta yapmakta olduklarımızı, en azından düşünsel boyut- ta, felsefi boyutta anlaşılır kılmak epeyce zor.

Uzunca bir süredir küresel kapitalist sistem ve onların temsilcisi merkezi ik- tidarlar toplumları yönetemiyorlar. Krizlerle dolu yönetimsizlik süreçlerinde paradoksal olarak en çok da “demokrasi”den söz ediyorlar. Dikkat edilir- se son yıllarda özellikle merkezi hükümet temsilcileri birer demokrasi şam- piyonu kesildiler…

Demokrasi şampiyonluğuna soyunanların “demokrasi” anlayışlarında ise bir tuhaflık var. Demokratik sistemlerin tarihsel kaynağı olan kentleri, kent yaşamlarını ve dinamiklerini bir yana iterek, yani özgürlükçü ve insan odaklı bir demokrasi yerine, oligarşik bir demokrasi denemesi yapılıyor. Bütün gü- cün merkezi iktidarda toplandığı, baskıcı ve korkutucu bir demokrasi anla- yışı dayatılmak isteniyor.

Sanki sivil olmak, seçimle gelmek gibi kriterler yeterliymiş gibi, her şeymiş gibi yeniden tanımlanan demokrasi kavramı, bir üst otoriteye bağlı kalmayı esas alan, özgür yurttaş yerine cemaat ya da teb’a ilişkisini modelleyen bir ucube haline getirildi… Tarih yerine uyduruk efsanelerin, inanç yerine hura- felerin öne çıkartıldığı özel bir dönem bu… Bir anlamda da, bilimin ve sana- tın toplumsal hayattan dışlanmaya çalışıldığı bir dönem. Kısacası sadece bir yönetim biçimini değil, insanca ve onurlu bir yaşama modelini de öngö- ren yüce değerler sistemi olan “demokrasi”nin içi boşaltılıyor…

Bu koşullarda hem demokrasinin temel değerlerine, hem de demokrasi- yi var edip yaygınlaştıran kentlerimize sahip çıkmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Çok önemli, çünkü yönetilmek yerine “güdülmek” istenen top- lumların birikim noktaları kentlerdir… Kentler, hem insan yaşamının yoğun- laştığı ve çeşitlendiği mekânlar olarak önemlidir; hem de gerçek siyasal ve sosyal insanın, dünyayı sorgulamanın, akılcıl düşünmenin, yaratıcı insan ey- lemlerinin kaynağı olarak önemlidir.

Biz bu bakışımızı yerel yönetim anlayışımızın temel taşlarından biri haline getirdik. Yani, insanın sağlıklı bir fiziki çevrede yaşayabilmesi için gerek- li olan altyapı, üstyapı gibi temel yatırımların; temizlik ve sağlık gibi süreklilik gerektiren hizmetlerin yanı sıra, kentli insanın “sosyo-kültürel varlığına” yö- nelik projeler geliştirdik.

Bu projelerinizin bir kısmının yansımalarını alabiliyoruz.

Örneğin Beşiktaş kenti, gerek kültür-sanat etkinlikleri açısından gerekse yetişkin eğitimi açısından çok kapsamlı ve yaygın bir eylemlilik içinde… Nasıl bir sıralama

yapıyorsunuz ya da bu çalışmaları bir kez daha açıklar mısınız?

İsmail ÜNAL: Sizin deyiminizle söylersek bu eylemlilik hali, bu hareketlilik ve asıl önemlisi kentli örgütlenme bizim temel farkımız. Biz bunları çağdaş kentsel buluşmalar, yönetenle yönetilenlerin, seçenle seçilenlerin doğru- dan buluşma noktaları olarak yorumluyoruz ve çağdaş demokrasilerin alt- yapısı olarak görüyoruz. Bu projelerin iki temel ekseni, iki ana aksı var:

Fulya Sanat Devlet Opera ve Balesi’nin temsiliyle açıldı, 24 Kasım 2010 (Solda ve üstte).

(8)

08 B+ kış

Sanatın bir kamu hizmeti olarak ele alınması modern Türkiye Cumhuriyeti’nin getirdiği yeniliklerden biridir.

Geriye dönüp bakınca; Cumhuriyet yeniliklerinin temel bir özelliği, sos- yal hayatın bütün alanlarında birden reformcu düzenlemelerin yapılma- sıdır. Yani “bütünsel” bir kalkınma felsefesinin varlığını görürüz. Hiçbir sektör arasında ayırım yapılmaksızın; “bu önemli, şu önemsiz” denilme- den atılım ve yatırımlara girişilmiştir.

Çünkü Cumhuriyet kurucuları ve başta asıl modernleşmeci lider Mus- tafa Kemal, uygarlığın yaşamın her yönüyle, her alanıyla bir bütün oldu- ğunu, adeta ‘birleşik kaplar’ kuralına benzediğini kavramışlardı. Hukuk- ta, maliyede, sanayide, bankacılıkta, sporda, sanatta, eğitimde, sağlık- ta, tarımda ayrım gözetmeksizin girişilen hamleler, bu bütüncü kalkın- ma felsefesinin sonucudur.

1920’li, 30’lu yılların yoksunluklar içindeki Türkiye’sinde, tıp, mühen- dislik, iktisat, sosyal bilimler, müzik, resim ve heykel alanlarında genç- lerin evrensel standartlarda yetişebilmesi için, onların yurt dışına devlet hesabına burslu olarak gönderilmesi bu uygarlık anlayışının kanıtlarıdır.

Medeni kanun, arkeoloji araştırmaları, Merkez Bankası’nın kurulu- şu, Balkan atletizm şampiyonalarının düzenlenmesi, Selüloz ve Kağıt Fabrikası’nın, Kayseri Bez Fabrikası’nın kurulması; üniversite reformu ve Devlet Konservatuarı kurulması, heykel ve anıtların yaptırılması, ül- kenin her yerinde müzeler açılması, Dil ve Tarih kurumlarının oluşturul-

Kamu Hizmeti Olarak Sanat

ması, Karabük’te Demir Çelik Fabrikası, Ankara’da modern stadyum ve hi- podrom yaptırılması aynı yıllarda gerçekleşmiştir.

İlginç olan, sanat işlerinin bir kamu hizmeti diye kabul edilmesi ve bu alanda kurumsallaşmaya gidilmesidir.

Başta müzik, heykel ve resim sanatının, devlet sergileri ve müzecilikle des- teklenmesi, Senfoni Orkestrası konserlerinin başlatılması, opera gibi Tür- kiye için yepyeni bir sanat türünün örgütlenmesi, İstanbul Şehir Tiyatroları- nın geliştirilmesi, Devlet Tiyatroları’nın kurulması, arkeolojik kazıların birçok bölgede yürütülmesi ve elbet müthiş bir yayımcılık kampanyası, Cumhuriyet idaresinin toplum hayatına kazandırdığı orijinal ve çağdaş yeniliklerdir. Bir uygarlık projesi olan Cumhuriyet rejiminin bütünselci çağdaşlaşma strateji- sinin ayrılmaz parçalarıdır. İnsana yatırımdır. İnsanın iç aleminin, yaratıcılığı- nın gelişmesi için Cumhuriyet idaresinin sağladığı bir kamu hizmetidir.

Yıllar sonra geriye dönüp bakınca, bugün çok olağan gördüğümüz işlerin, o dönemin ekonomik, maddi ve sosyal koşullarında gerçekleştirilmesinde- ki ilerici, devrimci ruhu saygıyla hatırlıyoruz. Kararlılığına ve kısa sürede üst üste gelen yeniliklere imreniyoruz.

Sanat ve kültür alanındaki hızlı, yenilikçi, halkçı ve dünyaya açılan hareketi ve sanatçı yetiştirmede devletin bilinçli politikasını birkaç örnekle hatırlayalım.

Daha 1924’de Topkapı Sarayı’nın müzeye dönüştürülmesine; saray müzik heyetinin Ankara’ya nakledilmesi ve hemen Musiki Muallim Mektebi’nin kurulmasına Adana ve Bergama müzelerinin örgütlenmesine tanık olu- ruz, 1925’de Etnografya Müzesi inşaatının başlaması, 1926 da ilk defa Sarayburnu’na heykel konulması, Milli Eğitim Bakanlığı’nda Müzeler ve Güzel Sanatlar Daireleri kurulması sanat işlerinin devlet tarafından kap- samlı şekilde ele alındığının göstergeleridir. Resim sergileri desteklenir.

Çeşitli şehirlerde anıt heykeller yabancı ve yerli heykeltıraşlara yaptırılma- ya başlanır. Türkiye artık heykel sanatıyla da tanışmış olur. Bu yıllarda resim sanatı, müzik ve bestecilik eğitimi için yurt dışına gönderilen birçok genç

Yorum

yazı: B+

Fulya Sanat’ın açılışı, 24 Kasım 2010

(9)

B+ kış 09 I. Bilim dünyasını ve çağdaş eğitimi öne çıkarmak,

II. Kültür ve sanat dünyasını örgütlü ve sürekli hale getirmek; yani kurum- sallaştırmak.

Bilim dünyasını ve çağdaş eğitimi öne çıkarmak için geliştirdiğimiz proje ve uygulamalara geçmeden, her iki alanı birbirine yaklaştıran, birbiriyle bü- tünleştiren kentsel dinamiklere bakmak gerekir. Uyguladığımız demokra- tik ve katılıma açık projelerimizin Beşiktaş kentinin nüfus bileşenleri ile ilinti- si var. Beşiktaş kentlisinin okuma düzeyi yüksek. Çalışan kadın, hayatı pay- laşan kadın oranı da yüksek. Beşiktaş’ın ayrıca bir üniversiteler kenti oldu- ğunu anımsatmalıyım. Yedi üniversitemiz ve bir o kadar da dershane trafi- ği var kentimizde…

Beş bin kişinin üzerinde emekli insanımız var. Bunlar hem eğitim, hem bilgi hem de görgü olarak yüksek donanımlı kentlilerimiz… Bu yüzden geliştirdi- ğimiz projeler oldukça rafine ve özenli olmak zorunda…

Bu özenli bakış nasıl bir program ortaya çıkardı peki?

Bilim dünyası ve çağdaş eğitim alanında gerçekleştirdiklerimizi başlıklar halinde şöyle sıralayabilirim:

1) Bütün üniversiteler ile kent yönetimi olarak ilişkiler geliştirdik ve ortak projeler yaptık.

2) Yasaklanana kadar üniversite öğrencileri de dahil, başarılı öğrencilerimi- ze düzenli ve yaygın burslar verdik.

3) Üniversiteli öğrencilerimizi barındırabilmek için kız ve erkek konuk evle-

Türkiye bir anlamda gençlik enerjisini, entelektüel enerjisini

hapsediyor, boşa akıtıyor.

ri açtık, kapasitelerini artırarak sürdürüyoruz.

4) Ara eleman yetiştirmek, meslek edindirmek ve kent insanının hobilerini geliştirmek için çeşitli alanlarda kurslar düzenliyoruz.

5) Bu yıl, kent halkı ile üniversite öğrencisini buluşturan ve “Can Yoldaşlığı”

adını verdiğimiz öğrenci pansiyonculuğu projesini başlattık.

6) Aynı şekilde üniversite öğrencileri için “yarı zamanlı istihdam” projemizin altyapısını hazırladık, önümüzdeki yıl uygulamaya geçiyoruz.

Bu projeler ve uygulamalar ağırlıklı olarak kentli gençlerle buluşma proje- leridir. Dikkat edilirse günümüzde merkezi iktidarların gençlerimize yöne- lik dişe dokunur projeleri yoktur. Biz hâlâ üniversite kapısında biriktirdiği- miz bir gençliğe sahibiz. Özellikle son yıllarda üniversite mezunu gençleri- miz arasında işsizlik oranı hızla yükseliyor. İki fakülte bitirmiş, mastır, dokto- ra yapmış pek çok gencimize iş bulamıyoruz maalesef. Türkiye bir anlamda gençlik enerjisini, entelektüel enerjisini hapsediyor, boşa akıtıyor.

Yerel yönetim olarak bunları çözemeyiz ama, yasalar çerçevesinde bu so- runlara bir yanından yaklaşmak, gücümüz oranında çözümler üretmek zo- rundayız, diye düşünüyorum. Bunda kent halkının desteğine ihtiyacımız var. Özellikle “Can Yoldaşlığı” adını verdiğimiz öğrenci pansiyonculuğu ve

“ yarı zamanlı istihdam” için…

Kültür-sanat alanında ciddi bir başarıdan söz ediliyor ama bence asıl önemlisi bu alandaki sürekliliğiniz. Her yıl bir-iki mekân ya da proje ile karşımıza çıkıyorsunuz…

Öncelikle şu tespitle başlayayım anlatmaya. Bildiğiniz gibi kültür daha çok organik süreçlerle ilerleyen bir olgudur. Ona çok müdahalemiz olamaz.

Kültür yaşayarak, katılarak paylaştığımız bir süreçtir.

modern Türk resim ve müzik sanatlarının sonradan ün kazanan isim- leri, birçok ustası bu şekilde yetişti.

Çok sayıda yabancı mimar, heykeltıraş, arkeolog, filolog, müzikçi ve sah- neleme ustası ve hoca gençlerin yetişmesi için Avrupa’dan getirtildi.

Devlet Resim ve Heykel sergileri düzenli olarak gerçekleştirildi.

Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı’nın veliaht dairesi Resim ve Heykel Müzesi’ne tahsis edildi. (1937)

1932’den sonra bütün ülkede yaygınlaşan Halkevleri de birçok tiyat- rocunun, sanatçının, edebiyatçının yetişmesinde ocak oldu.

Kısacası, güzel sanatlar, müzik ve sahne sanatları devletin büyük des- teği ve koruması sayesinde bugünkü durumuna erişmiştir.

Günümüzde insanlığın ve Türkiye’nin klasik Cumhuriyet yıllarından çok daha geniş maddi, teknik ve sosyal olanaklara kavuştuğunu bi- liyoruz. Çağımız belediyeciliği de artık hayatın her yönüyle ilgilenen, her türlü sosyal aktiviteden sorumlu ve yükümlü bir anlayışa sahiptir.

Sanat ve kültür hayatının canlandırılmasını; her gün daha fazla etkin- liklerle yoğunlaştırılmasını belediyelerin mutlak görevleri diye benim- semeliyiz. Klasik belediye hizmetleri arasında artık sanatın desteklen- mesi, şehirlerin sanat eserleriyle, heykellerle, konser ve tiyatro salon- larıyla donatılması merkezi hükümetten çok belediyelerin sorumlulu- ğu sayılmalıdır. Yaşam kalitesinin yükseltilmesi yalnızca maddi uygar- lık ve teknolojinin kullanımıyla değil, estetik duyarlılığın geliştirilmesi ve sanat / edebiyat eserlerinin kullanım ve tüketilme yoğunluğuyla da öl- çülüp tanımlanmalıdır.

Sanata hizmet bireye hizmettir. Çünkü yaratıcılığı, üreticiliği, özgün düşün- meyi, insanı ve dünyayı merak etmeyi ve tanımayı, özetle kişiliği geliştirir.

Yani sanata yatırım ve hizmet tam bir belediye yani kamu hizmeti olarak çağdaş belediyeciliğin anayasasında, baş köşede yer almalıdır.

Fulya Sanat açılışı, 10 Kasım 2010

(10)

10 B+ kış

Ancak sanatı alışılageldiği gibi sadece bir yaratıcılık olarak göremeyiz. Sa- nat oluşturulması, olgunlaşması, paylaşılması ve sunulması anlamında “ku- rumlaşmak” zorunda olan eylemler toplamıdır. Bu yüzden sanatçılar bizler- den, bu arada kent yönetiminden de çeşitli imkânlar beklerler. Bu imkânların süreklilik ve tutarlılık gösterebilmesi de kurumlaşmanın ilk adımıdır.

Bugün Beşiktaş kenti, “İstanbul’un Sanat ve Kültür Başkenti” olarak anılı- yorsa sanatta kurumlaşmayı başardığımız içindir.

Sanatta kurumlaşmayı açar mısınız?

Önce sanatçıya sanatını icra edeceği, seyirci ile paylaşacağı özel donanım- ları olan merkezler yaratmalısınız. Biz bunu yaptık. Bugün beş ayrı nokta- da hizmet veren kültür-sanat merkezlerimiz var. Akatlar, Ortaköy, Levent, Mustafa Kemal Kültür merkezlerine son günlerde Fulya Sanat’ı ekledik.

Bu merkezlerde gösteri salonları kadar galeriler ve hizmet üniteleri de yer alıyor.

Bu merkezlerimizde tiyatro, opera, bale, klasik müzik, caz, pop ve benze- ri konserler düzenleme imkânları var, resim galerileri, sinema gösterimle- ri dönüşümlü olarak hizmet veriyor. Bir araştırmaya göre İstanbul’un sahip olduğu toplam seyirci koltuğunun % 35’ine sahibiz. Ayrıca galerilerimizde sergilenen resim ve heykellerle ilgili, kataloglar hariç, 13 adet kapsamlı sa- nat kitabı yayımladık bugüne kadar.

Sadece 2009 yılında sahnelerimizde 246 tiyatro oyunu sahnelendi, 53 söyleşi ve konferans düzenlendi, 32 resim sergisi, 26 film gösterimi ya- pıldı, 7 konser düzenlendi. Bu hizmetlerden 100 bin kişiden fazla kentli- miz yararlandı.

Daha geçen ay Fulya Sanat’ı hizmete açtık. 630 kişilik salonu, son tek- nolojilerle kurulmuş özel ses, ışıklandırma, simultane çeviri odaları, göste- ri sistemleri ve 100 kişilik bir orkestranın çalabileceği sahnesiyle yepyeni

bir imkân İstanbul için... Nitekim Devlet Opera ve Balesi ile İstanbul Senfo- ni Orkestrası bundan böyle Fulya Sanat’ta sanatseverlerle buluşacak. Yıl- başından sonra da “İstanbul Resitalleri” bu merkezimizde izleyicilerini se- lamlayacak.

Gerçekten önemli yatırımlardan ve kentsel paylaşım programından söz ediyorsunuz. Başka projeleriniz...

İsmail ÜNAL: Başka örneklerimiz de var: Türkiye’nin en uzun soluklu ve saygın anma toplantılarını “Ustalara Saygı” adıyla altı yıldır aralıksız sürdü- rüyoruz. “Ustalara Saygı” etkinlikleriyle pek çok ilerici sanatçı, bilim insanı ve edebiyatçının toplumsal hafızamızdaki yerlerini tazeledik, yeniden gün- deme taşıdık.

“Ustalara Saygı”

etkinlikleriyle pek çok ilerici

sanatçı, bilim insanı ve edebiyatçının toplumsal

hafızamızdaki yerlerini tazeledik.

Metal Heykel Sempozyumu 2010

Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit 2010 açılış gecesi Cumhuriyet Konseri 2009

(11)

B+ kış 11 Yine, Türkiye’nin en uzun zaman dilimine yayılan “belgesel film gösterileri”ni

Beşiktaş Belediyesi olarak biz düzenliyoruz.

Bu yıl ikinci yılına giren bu etkinlik zinciri 8 ay sürüyor ve her çarşamba gece- si Levent Kültür Merkezi’ni şenlendiriyor. “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” adını verdiğimiz gösteri ve sohbet etkinliklerinde Belgesel Sine- macılar Birliği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile de işbirliği yapıyoruz.

Kapalı mekân örgütlenmesinin dışında, Beşiktaş kentsel alanlarını da sa- natçıların hizmetine açtık. “Park Buluşmaları” adıyla artık gelenekselleşen projemiz, konserlerden yazlık sinemaya bir dizi etkinliği vatandaşın ayağı- na taşıdığımız bir çalışma. Özellikle kültür merkezlerine uzak noktalarda ve parklarda düzenlediğimiz bu proje, hizmet kadar sanatsal aktivitenin “ye- rinde” icrası amacını da gözetmektedir.

Sizin en sürekli eylemlerinizden biri de kenti heykellerle donatmak… Amaç nedir sayın Başkan?

İsmail ÜNAL: Dediğiniz gibi kentin uygun açık alanlarını anlamlı heykeller- le donattık, donatmaya devam ediyoruz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni- versitesi ile “Heykel Sempozyumları” düzenliyoruz. Önümüzdeki yıl dör- düncüsünü gerçekleştireceğiz.

Heykelleri elbette kente estetik ve sanatsal katkı olarak düşünüyoruz. Ama biliyoruz ki heykeller, bir o kadar da okunan şeylerdir, anlamlar saklarlar ve öyküler anlatırlar. Hem kentsel belleğin diri kalmasında, hem de toplumsal hafızanın korunmasında heykellerin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu proje kapsamında bugün Beşiktaş kentinin değişik köşelerinde 100’ü aşkın heykel gündelik hayatımızı paylaşıyor. Atatürk ve 12 Demokrasi Kahramanı’nın yanı sıra Uğur Mumcu, Türkan Saylan gibi çağdaş aydınlar, Neyzen Tevfik, Melih Cevdet, Orhan Veli gibi şairler, Özhan Canaydın ve Süleyman Seba gibi spor adamları bize hâlâ bir şeyler söylüyor, kentimizi ve aklımızı bekliyor.

Bütün bu anlattıklarımı da belge ve bilgiye dönüştürerek hem kentlileri- mizle paylaşmak, hem de gelecek kuşaklara iz bırakmak anlamında yayına

dönüştürüyoruz. “B+” adıyla üç aylık dönemlerle yayımladığımız bu dergi- nin yanı sıra sahip olduğumuz tarih değerlerini ve Cumhuriyet mirasını kap- samlı yayınlara dönüştürüyoruz.

Çünkü Beşiktaş kentinin aklı, yönetiminden kentlisine, yaşlısından genci- ne kadar Cumhuriyet aklıdır. Beşiktaş kenti, Türk çağdaşlaşma ve aydın- lanma hareketinin merkezinde yer almıştır. Beşiktaş, Mustafa Kemal’in 16 Mayıs 1919’da bağımsızlık ateşini yaktığı yerdir. Beşiktaş, 68 Gençliği’nin anti emperyalist şahlanışına, ABD 6. Filosu’nun denize dökülüşüne de ta- nık olan kenttir.

Bu özel kente de özel bir yönetim anlayışı gerekir diyorsunuz...

İsmail ÜNAL: Onu diyorum da ama asıl önemli olanı, daha önemli buldu- ğum şeyi de söylemeliyim: Bu kente yani Beşiktaş’a, aydınlık Cumhuriyet mirasından, Mustafa Kemal ruhundan başka hiçbir şey yakışmaz.

Beşiktaş kentinin aklı;

yönetiminden kentlisine, yaşlısından gencine kadar

Cumhuriyet aklıdır.

B+

Park Buluşmaları 2009

(12)

12 B+ kış

Boğaziçi

Beşiktaş’ta

denize akan sokaklar...

Yazı: NURAN SAVAŞ Fotoğraf: AlAAddİN SAVAŞ

Beşiktaş’tan Boğaz’a girdiğinizde sırtını tepelere yaslamış, yüzünü de Boğaz’a dönmüş Yıldız, Mecidiye, Ortaköy,

Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek karşılar sizi.

Hangi sokağına girseniz denize çıkarsınız.

(13)

B+ kış 13

(14)

14 B+ kış

Y

edi tepeli şehrin yokuşu en bol ilçesidir Beşiktaş. Üstelik hangi yokuşun başında dursan, aşağıda İstanbul Boğazı bekler seni. Eskiyle yeninin, sükunetle karmaşanın, tarih- le bugünün birleştiği bir noktadır burası. Sanki İstanbul’un damarlarına kan pompalayan kalbi gibi. Sabah uyanınca kafanın içinde çalan orkestra gibidir, Boğaz’daki Beşik- taş... Sahilde, Boğaz’ın tam kıyısında ayrı güzel, yukarılara çıkınca ayrı...

Nasıl yaylılar, vurmalılar ve nefesli sazlar birlikte coşkuyla yükselirse hazzın doruklarına; siz de aynı uyum ve güzellikle coşarsınız burada... İşte öyle bir coşku yaşatır Beşiktaş’ın Boğaz’la buluşan yokuşları.

İstanbul’un en fazla dikkat çeken ilçelerinden olan Beşiktaş; yaşamın fark- lı özelliklerini barındırır içinde. Farklı dilleri, farklı inançları, farklı renkleri...

İstanbul’un kuruluşundan beri hep var olmuş, dikkat çeken birçok semti- ni de sarmalar. Onu hem ticaret, hem alışveriş, hem eğlence, hem de kül- tür merkezi olarak görmek mümkün. Bir de İstanbul’un incisi, Boğaz’ın eşsiz manzarasına sahip mahalleleri, caddeleri, yokuşlarıyla ayrı bir cazi- be merkezi. Dolmabahçe’den başlayıp, Aşiyan’a kadar olan 8375 metre- lik kıyı boyunca yürümeyen Beşiktaş kentlisi, hatta İstanbullu yoktur. Ayrı- ca İstanbul’a gelen her yabancı da yürümüştür bu yolu. Ama esas güzellik-

ler, bazen arabaların dönemediği daracık sokaklarda, arnavut kaldırımların- da, dikbaşlı yokuşlarda saklıdır. Geçmişten bu yana ilgi merkezi olan ilçe- nin her mahallesi ayrı bir güzellik ve tarih barındırır. Özellikle Boğaz kıyısı- na sıralanan mahalleler.... Yıldız, Mecidiye, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavut- köy, Bebek...

Boğaz’ının kıyısına sıralanıp, sırtlarını dik tepelere dayamışlar yüzyıllardır.

Hepsi birbirinden dik, birbirinden dar, kıvrılarak inen yokuşlarıyla övünür- ler. Barbaros Bulvarı’nın kaosundan sıkılırsanız, Serencebey’in sükunetiy- le inersiniz Boğaz’a... Biraz vaktiniz varsa, Çitlembik Sokak’tan geçirin yo- lunuzu. Bir de buradan görün Boğaz’ı. Size nasıl bir nostaljik keyif yaşata- caktır. Çitlembik’in sonunda Asariye Yokuşu bekler sizi. Beşiktaş’ın en ke- yifli yokuşlarından biridir o. Serin, huzurlu Çırağan Caddesi’nden, çarşı ka- labalığından uzak, mahalle tadını hâlâ koruyan, deniz manzaralı bu yoku- şu tırmanmaya başlayın. Yarıya kadar pek ürkütmez ama, üst kısmı epey zorludur. Yine de çınar ağaçlarının güzelliği, denizin serinliğiyle bir çırpıda çıkılır. Eski mahalle sakinleri olan teyze ve dedelere doyum olmaz... So- luklanırken yol boyunca, onlara da bir selam verin. Yokuşun en tepesin- de 1912 yılında yaptırılmış olan Asariye Çeşmesi vardır. Eskiden genelde Yıldız Sarayı’ndaki görevlilerin kaldığı evlerin yer aldığı yokuşta. Bugünse

(15)

B+ kış 15 60-70’lerde yapılan betonarme binalar almış onların yerini. Yokuşun so-

nunda, artık kurumuş çeşmede bir soluklanırsınız. Havanın soğumaya baş- ladığını düşünürsünüz. Geriye dönüp baktığınızda Boğaz’ın mavi suları bi- naların üzerinden gözle görülür hale gelmiştir. Bu eşsiz manzara karşısın- da fotoğraf makinenizi çıkarıp, deklanşöre basma zamanıdır. Deklanşörün sesi tüm yorgunluğunuzu alır. Aşağıya inerken içiniz kıpır kıpır olur... Son- ra birden çınar ağaçlarının arasından geçerek yine Boğaz’a kavuşursunuz.

Denizin kokusu gelir burnunuza.

Ortaköy’den Ulus’a doğru

Kültürlerin, inançların birleştiği Ortaköy’de bir de yokuşlar ve dar sokaklar birleşir Boğaz’la. Portakal Yokuşu’nu tırmanmaya başlarsınız... Ortaköy’den Ulus’a doğru yol alırsınız. Bu yol bacaklarınızı dermansız bıraksa da vazgeç- meyin... İki kıtayı birbirine bağlayan köprüsünün devasa, gri beton ayakları kırmasın şevkinizi... Bu grilik yok olacak az sonra . Yerini bazen mavi, bazen yeşil, bazen kıpır kıpır beyaz köpüklerin oynaştığı bir manzaraya bırakacak.

İçinde salınıp duran küçük balıkçı motorlarına siz de seslenin: “Rastgele”.

Yokuşu tamamen çıktığınızda, tepede biraz soluklanın. Belki tüm gün ge- çen yük gemilerini ya da tankerleri sayarsınız, ne dersiniz?

Aslında iki farklı Ortaköy var: Birincisi sahildeki Ortaköy: Restoranlar, kafe- ler, barlar, kumpirciler, bohem bir hayata davet eder sizi... İkincisi Dereboyu Caddesi’nden yürüdüğünüzde karşınıza çıkan Ortaköy; ki birincisiyle uzak- tan yakından alakası yoktur. Bu caddeye girdiğinde insan kendini tam bir Anadolu kasabasında hisseder. Hani tatile giderken geceleri içinden geçi- len kasabalar vardır ya, işte öyle bir kasaba... Bir tek “beldemize hoş geldi- niz” yazan levhalar eksiktir . Siz onun yerine yokuşları gösteren sokak ta- belalarını takip edin yeter...

Arnavutköy 500 yıldır hâlâ dimdik ayakta duruyor. Kiliseler, eski evler, her biri Boğaz’a çıkan dar yokuşlar... Her yokuşun, her evin, her kaldırım taşı- nın, her balkonun içinde ayrı bir öykü saklı. İstanbul’un hızla kaybolan “ma- halle” dokusu, tüm değişim ve olumsuzluklara rağmen hâlâ geçerliliğini ko- ruyor. Dostluk, sevgi ve paylaşımın hüküm sürdüğü semt, birçok tarihi ge- lişime tanıklık ediyor. Biz de bu izlerin peşinde, dar ve koca bir tarihi sırtla- mış dik sokaklar arasında dolandık. Yitirilen birçok değeri bulduk. Beşiktaş kentlilerinin yaşadığı, içilen bir bardak çayın anlamlı olduğu bir semte geldi- ğimizi anladık. Zamanın yaşanmışlıklarına mı; yoksa Boğaz’ın serin sularına mı borçluyuz bu keyfi acaba? B+

(16)

16 B+ kış

Ihlamur kokulu bulvar: Barbaros

Henüz günün ilk ışıkları…

Levent’ten Beşiktaş’a doğru gidiyoruz.

Yolun iki yanında sıralanmış yaşlı ağaçlar…

Yapraklarında sonbaharın mahzun renkleri...

Bulvar, henüz sabah mahmurluğunu atamamış üstünden. Az sayıda araç, telaşsız geçiyor önümüzden.

(17)

B+ kış 17

Bir ucu denize, bir ucu saraya

Denize kavuşan pek çok yokuştan biridir Serencebey. Bir ucu denize inerken diğer ucu Yıldız Sarayı’na uzanır. Günün her ışığında ayrı bir güzel… Birbirine dayanan apartmanlar, gizlenmiş arka bahçeler ve manzarasıyla kenti kucaklayan muhteşem teraslar… Burada gün vapur düdükleriyle başlar, martı sesleriyle şenlenir. Barbaros Bulvarı yerine sahile bu yokuştan inmeyi bir deneyin, pişman olmazsınız;

martıların kanatlarında yaşama sevincini duyumsarsınız.

Her aralıkta Boğaz

Çitlenbik Sokak’ın iki ucu da, aniden Boğaz’ı görüveren yokuşlara bağlanır. Serencebey’de beş sokağın kesiştiği meydanda başlar, dikbaşlı Asariye yokuşunda son bulur.

Hem Beşiktaş’ın, hem de İstanbul’un en güzel sokaklarından biridir. Baharda, evlerin bahçe duvarlarından sarkan mor salkımlar, filmlerdeki gibi gerçeküstü bir görüntü yaratır.

Her aralıktan göz kırpan Boğaz manzarası daha bir kışkırtıcı yapar sokağı...

(18)

18 B+ kış

Nefesiniz kesilecek

Keyifli bir Boğaz yürüyüşünde

Bebek’e varmadan Arnavutköy karşılar sizi.

Semt, Boğaziçi’ne özgü bir yeşillik içindedir.

Boğaz’ın en güzel manzarası burasıdır dense, yanlış olmaz hani... Semtin sokakları da ayrı güzellikler sergiler. Sakın yokuşlar sizi

korkutmasın. İster Dulkadiroğulları’ndan başlayın, ister başka bir noktadan... Nasılsa birini görünce diğerlerini de görmek için can atacaksınız.

Bu arada, nefesinizi yokuşlar değil, dönüp baktığınızda sizi karşılayan Boğaz manzarası kesecek.

İki afacan

Okuldan geliyor iki afacan. Enerji yüklü, yerlerinde duramıyorlar... Ne gün boyu süren dersler, ne de tırmandıkları yokuş yormayı beceriyor onları. Büyük olan başını okşuyor, kovalıyor kardeşini. Yüzünde biraz şefkat, biraz muziplik, biraz da daha güçlü olmanın böbürlenmesi var. Belli ki iyi birer Beşiktaş kentlisi olacaklar büyüyünce.

Kuruçeşme Yeşilpınar Sokağı

(19)

B+ kış 19 Kuruçeşme Parkı

Üvez Sokağı Arnavutköy Dere Sokağı

(20)

20 B+ Kış

Tarihten bir sayfa

“Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeseli,

bilim ile medresenin yüzyıllık mücadelesinin etkileyici bir öyküsü.

Söyleşi: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ

B

ir Bilim Savaşçısı: Atatürk belgeseli bilimin medreseye karşı verdiği müthiş mücadeleyi anlatıyor. “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” etkinliğinde ilk kez seyirciyle buluşan belgesel Beşiktaşlıların yoğun ilgisiyle karşılaştı.

Derin bir bilgi birikimi ve emekle hazırlanan belgesel, ala- nında bir “ilk”e de imza atarak Atatürk ve bilim ilişkisi- ni gözler önüne seriyor. “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk”, bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’nin inşa edildiği temelleri konu alan bir belgesel aslında.

Anlatımı, kurgusu ve görselliğiyle bu belgesel yıllar geçse de güncelliğini koruyacak, eskimeyecektir. Çarpıcı konular belgeselde birbiri ardı sıra yer- lerini buluyor. Bilim ile medrese arasındaki mücadele Mustafa Kemal’in do- ğumundan 108 yıl önce başlıyor. Kesin zafer, 1933 yılında Darülfünun’un yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasıyla kazanılıyor.

Belgeselde Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’yla birlikte bir yandan da eğitim or- dusunu kurma çabası çarpıcı bir dille anlatılıyor. Anlatım tarihi verilerle des- tekleniyor. İşte onlardan birkaçı:

• Mustafa Kemal daha Meşrutiyet döneminde Bulgar Türkolog İvan Manolof’a ideolojisinin tümünü anlattı.

• Atatürk yaşamı boyunca 3997 kitap okudu.

• Cepheye silahlarla birlikte kitaplar da taşındı.

• Her kitabın sayfasında kurulacak devletin şifreleri de vardı.

• Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken, 250 öğretmeni Ankara’da topladı.

• Altı gün süren Eğitim Şûrası’nda Misak-ı Maarif’in temelleri atıldı.

• Millet Mektepleri’nde 5 yılda 1 milyon 200 bin kişi okuma - yazma öğrendi.

Bir Bilim Savaşçısı:

Atatürk!

(21)

B+ Kış 21

• Savaş boyunca okullar açık kaldı.

• Savaşın sonunda silahın yerini kitap, askerin yerini ise öğretmenler aldı.

“Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselinin yapımcısı Ahmet Hızarcı, yönet- meni Soner Sevgili ve senaristi Celal Kazdağlı okul arkadaşları. Ankara Si- yasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu mezunu üç arkadaşın yol- ları bu kez 2003 yılında “Bir Bilim Savaşçısı: Atatürk” belgeselinde kesişti.

Projenin ortaya çıkmasında Güneş Kazdağlı’nın yazdığı “Atatürk ve Bilim”

kitabının etkisi var. Ahmet Hızarcı, kitabı okuduktan sonra çok etkilendiğini ve belgesel çekme fikrinin ortaya çıktığını söylüyor. Bersay’ın kurucusu Ali Saydam’ın Ciner Holding için bir Atatürk belgeseli hazırlanmasını isteme- siyle de fikir gerçeğe dönüşüyor.

Ahmet Hızarcı teklif geldiğinde, “Birbirimize bir telefon uzaklığındaydık ve hemen bir araya geldik” diyor. Heyecanla kolları sıvayıp işe başlamışlar.

Tam üç yıl sürmüş projenin hayata geçmesi. Üç yılda neler olmamış ki? O gün bugündür kasada tutulan belgesel ilk kez “Bir Belgesel, Bir Gazeteci Çay ve Simit” etkinliğinde halkla buluştu. Ahmet Hızarcı, “Gecikmiş bir ga- laydı bu adeta” sözleriyle duygularını dile getiriyor. Belgeseli 500 öğrenci- nin izlemesinden mutluluk duyduğunu söylüyor. Ahmet Hızarcı, Celal Kaz- dağlı ve Soner Sevgili B+’nın sorularını yanıtladı.

Atatürk’ü konu alan bir film yapmak büyük bir sorumluluk yüklüyor insana değil mi?

Ahmet Hızarcı: Yetmiş milyon Türk varsa, yetmiş milyon da Atatürk var.

Herkesin kafasında başka bir Atatürk kavramı var. Bu farklı kavramları sen- tezlemek zor. Sponsor firma, Atatürk’le ilgili bir belgeselin tartışılmaya ve eleştirilmeye açık olabileceğini öne sürerek güçlü bir sivil toplum kuruluşu- nun desteğini istedi. Bu aşamada devreye Anıtkabir Derneği girdi. Bu der-

nek, emekli askerlerin, valilerin bulunduğu bir dernekti. Dernek yönetimi ile birlikte üniversitelerin inkılap tarihi hocaları ve Genelkurmay’dan da iki kişi- nin katılımıyla 9 kişilik bir danışma kurulu ile çalışmaya başladık.

Bu yapılanma, yapım aşamasını nasıl etkiledi?

A.H: Senaryo metni danışma kurulu üyelerine gönderildi. Her birinden ayrı görüş alındı. Sonra hep birlikte yeniden değerlendirildi. Bu da süreci uzat- tı elbet. Ama yapılan yanlışlar düzeltildi ve zengin bir içerik kazandı. Bilgi eksikliği olmadı. Özellikle daha sonra vefat eden Anıtkabir Derneği Baş- kanı Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu’nun ve Genelkurmay’dan katılan askerlerin senaryo aşamasında büyük katkıları oldu. Üç yılın sonunda bel- gesel ATV’de yayınlanma sürecine girdiğinde, kanal el değiştirdi. Belgesel arşivde beklemeye girdi. Sponsor firma ile anlaşmamız iki yıl sonra yayın haklarının yapımcı firma Atlas’a devri şeklindeydi. Öyle de oldu.

Ahmet Hızarcı / Yapımcı

(22)

22 B+ Kış

Çalışmalar sırasında hangi duyguları paylaştınız?

Soner Sevgili: Aslında Atatürk’e dair o zamana kadar farklı belgeseller ha- zırlamıştık ama her yeni gelen proje heyecan vericiydi. En büyük endişemiz tekrara düşmekti. Onu da Ahmet Bey’in yepyeni tekniğiyle farklı, çok gü- zel bir görsellik yakalayarak aştık. Üzerinde çalıştığım son proje Atatürk’ü etkileyen kitaplardı. Daha önce Can Dündar’la Mustafa’yı hazırlamıştık. O belgesellerde eksik kalan bölüm Atatürk’ün eğitim dünyasına katkılarıydı.

O nedenle ne kadar uzun sürse de, biz her aşamada yeni bir şey yapmanın heyecanını yaşayarak keyifle çalıştık.

A.H: Üç yıl sürdü ama işin doğrusu sıkılmadık. Hâlâ kafamızda bir şeyler var, eklemek istediğimiz. Yine otursak yine eklemeler yaparız. Anlayacağı- nız bizim için süreç hâlâ devam ediyor.

Celal Kazdağlı: Belgesele konu olan kitabın da bir başka öyküsü var. Bü- lent Ecevit bilişim dünyasının ve teknolojinin ne kadar geliştiğini anlatır- ken Kurtuluş Savaşı’na atıfta bulunmuştu. Mustafa Kemal’in ihtilali telg- raf telleriyle kazandığını söylemişti. Savaştan sonra Anadolu Ajansı’nın, daha sonra da Ankara’da matbaanın kurulmasını örnek vermişti. Eşim Gü- neş Kazdağlı’nın Atatürk ve Bilim kitabını hazırlamasında bu sözlerin etki- si oldu. Güneş bu sözlerden sonra Bülent Ecevit’le röportaj yaptı ve sonra- sında da Atatürk ve Bilim kitabını yazdı.

Belgeselin çekimi sırasında neler yaşandı?

S.S: Film içinde canlandırmalar yapmamız gerekiyordu. Atatürk’ü oynaya- cak kişiyi ilk gördüğümde heyecana kapıldım. Üstad (Ahmet Hızarcı) bul- muştu Gökhan Akyüz’ü. Akyüz, Devlet Opera ve Balesi’nde tenor. İnanıl- maz derecede benziyordu, sanki Mustafa Kemal günümüze gelmiş ve bi- zimle kahve içiyordu. Hiç makyaja ihtiyaç yoktu. Gökhan Akyüz, daha son- ra “Mustafa” belgeselinde de oynadı.

Levent Kültür Merkezi’ndeki katılımı nasıl buldunuz?

A.H: Geçen yıldan bu yana her çarşamba ben Levent Kültür Merkezi’nde yim. Birkaç nedenle oradayım; birincisi evime çok yakın. İkincisi, bu etkin- liğin hikâyesini biliyorum. Otuz beş yıllık dostum Hasan Özgen’den başın- dan itibaren dinledim. Üçüncüsü 77’den beri belgesel sinema ile uğraşıyo- rum. Sürekli izlediğim için doğal olarak, bu kez katılım beni şaşırtmadı. Ben 77’den beri ilk defa bu kadar yoğun, düzenli, katılımlı bir organizasyon gör- düm. Beni şaşırtan şey, insanların seyrettikleri filmi tekrar seyretme arzusu ve çevresindekileri etkilemeleri. Düşünsenize belgesel ilk gösterildiği gün 500 öğrenci izledi; salon akşam yine doluydu. Bu bizim için gecikmiş, gü- zel bir gala oldu.

C.K: Beşiktaş Belediyesi’ne de çok teşekkür ediyoruz. Böyle bir organi- zasyonu düzenlediği ve düzenli olarak sürdürdüğü için. Bu ısrar devam ederse ben katılımcıların daha da artacağına inanıyorum.

Soner Sevgili / Yönetmen

(23)

B+ Kış 23

Şimdi sıra belgeseldeki ayrıntıları konuşmaya geldi.

Senaryodaki sırayı takip ederek sorarsak; Mustafa Kemal, Sakarya’da cepheden ayrılıyor ve 250 öğretmenle 6 gün bir arada oluyor. Bu şaşırtıcı bir olay değil mi?

C.K: Bunun nedenini araştırırken Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığında kafasında her şeyi belirlemiş olduğunu görüyorsunuz. Çanakkale’de 18-25 yaş arasındaki eğitimli bir kuşak kaybedilmiş. Savaş devam ediyor, ama sa- vaşı kazanacağından en küçük bir şüphesi yok. En çok ihtiyaç duyulan eği- timli insan…

Mustafa Kemal öğretmenlerle öğrencilerin askere alınması- nı istemiyor. Gazi Lisesi öğrencileri gidip de şehit olun- ca Meclis’te toplanıp karar alıyorlar. Savaş boyunca bütün okullar açık kalıyor. Cehaletle mücadele et- mek gibi bir dertleri var. Mustafa Kemal 250 öğ- retmeni Ankara’da Eğitim Şûrası’nda topluyor ve Misak-ı Maarif’in temelleri altı günde atılıyor.

Cumhuriyet’ten sonraki eğitimle ilgili kararların çoğu o altı günde alınmış.

Öğretmen ve öğrencilerin savaşa katılmamasına Meclis’te karşı çıkanlar olmuş mu?

A.H: Devlet olmak, savaş kazanmaktan ibaret de- ğil. Mustafa Kemal kararlı ve etkileyici bir lider, diğer insanları yanına çekmiş. Sorun sadece toprağı savun- mak değil, devlet olmak için de mücadele veriyorsunuz.

C.K: Bir yandan da Ankara işgal edilecek diye halk Kayseri’ye doğru göçe hazırlanıyor. Savaşın ortasında Eğitim Şûrası’nı toplayarak Mustafa Kemal psikolojik bir yönlendirmeyle de bir anlamda, “Nereye gidiyorsunuz, ba- kın biz eğitim seferberliği başlatıyoruz” diyor. Mustafa Kemal öğretmenle- re yalnızca hakiki zaferi kazanma görevi vermedi. Onları yalnız bırakmaya- cağına dair söz de verdi: “Ben ve bütün arkadaşlarım, sarsılmaz imanla sizi takip edeceğiz ve sizin tesadüf edeceğiniz engelleri kıracağız.”

Belgeselde Mustafa Kemal’in çocukluğuna dönerek, eğitim konusundaki fikirlerinin aslında çocukluk ve gençlik dönemlerinde şekillendiğini anlatıyorsunuz.

Bu noktada da Selanik faktörü önemli oluyor.

Neydi Selanik’in Mustafa Kemal üzerindeki etkisi?

C.K: Selanik, Osmanlı’nın Batı’ya açılan kapısı. Osmanlı’nın gelişmelere açık, Avrupa’daki fikirlerden en çabuk etkilenen bölgesiydi. Ciddi bir Ya- hudi nüfusu var; Rumlar, Ermeniler orada. Yahudiler Avrupa ilişkilerini dü- zenliyor. Mahalle mektebine gidenler dini eğitim alıyor ama rüştiye ve özel okullarda okuyanlar yabancı dille (Fransızca) birlikte çok şey öğreniyor.

Mustafa Kemal küçük yaşına rağmen yeni olanı, cıvıl cıvıl olanı seçiyor ve annesinin isteği üzerine mahalle mektebine kaydının yapılmasına rağmen gidip Askeri Rüştiye’ye yazılıyor. Babasının isteği de bu yönde. Bizim dik- kat çektiğimiz nokta da bu; kendi yetişmesinde bu ayrımı yapan kişi, devle- ti kurarken de bunun önemini bilerek hareket ediyor.

Manastır’ın da önemli bir yeri var Mustafa Kemal’in hayatında değil mi?

C.K: Milliyetçi hareketlerin arttığı, bağımsızlık seslerinin yükseldiği bir yer Manastır. Askeri okulda okuyanlarda “Vatan elden gidiyor” duygusunun açığa çıktığı yer. Vatanı nasıl kurtaracaklarını orada tartışmaya başlamışlar.

Vatanı Batı’dan aldıkları eğitimle kurtaracaklarına inanıyorlar. Ulusal devlet kurma ideolojisinde de Fransa örneğini benimsedikleri biliniyor. Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türk’üm” diye başlayan şiirinden Mustafa Ke- mal çok etkileniyor. Osmanlı,Türklüğü bir ırk olarak algılamamış. Diğer ül- kelerde de ulusal hareketler yayıldıkça Türkler artık kendi benliklerine dön- me ihtiyacı duyuyor. Bir heyecan dalgası yayılıyor Balkanlar’da. Osmanlı’da Türkçülük akımı olarak açığa çıkıyor bu dalga.

Mustafa Kemal’in daha 1908 yılında Bulgar Türkolog İvan Manolof’a söyledikleri çok çarpıcı. Neler söylüyor?

C.K: Mustafa Kemal 29 Ekim 1907’de İttihat ve Terakki’ye üye oluyor. Bir yıl sonra Bulgar Türkolog’a ulusu için düşündüklerinin tümünü ifade ediyor.

Daha Meşrutiyet döneminde tüm ideolojisini ortaya koymuş. Bu çok çar- pıcı. Mustafa Kemal II. Meşrutiyet’le getirilen yenilikleri asla yeterli görmü- yor, kafasında daha köklü bir değişim var. Belgeselde Bulgar Türkolog’u Hasan Özgen oynamıştı ama daha sonra yer almadı o bölüm.

31 Mart olayları Mustafa Kemal’in düşüncelerini nasıl etkiliyor?

C.K: Mustafa Kemal 31 Mart olaylarında din ve dini duygularla, dini kendi çıkarları için kullananlar

arasındaki farkı yaşayarak öğreniyor.

İttihat ve Terakki ile hangi noktada ayrı düşüyor?

C.K: İttihat ve Terakki’nin Almanlara ya- kınlaşmasına karşı çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı’nı Almanların kaybedeceğini söy- lüyor. Ordunun siyasete atılmasına kar- şı. ”Asker olanlar asker kalsın” fikrini savu- nuyor. “Subaylar ya siyaset, ya ordu tercihi- ni yapmalı” diyor. Batılılaşma hedefinden ay- rılmıyor.

Bu noktada Enver Paşa ile de ters düşüyor.

Bu durumu belgeselde nasıl yorumladınız?

C.K: Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında yakın bir ilişki var.

Güçlü bir asker Enver Paşa, iyi bir komutan. Bizzat kendisi 200’ün üze- rinde cephe savaşına katılmış. Efsane bir isim, her askerin onunla olmak istediği biliniyor. Askeri anlamda başarılı bir örgütçü. Mustafa Kemal, En- ver Paşa’yı aşamayacağını biliyor. Enver Paşa dağa çıktığında ona ilk me- sajı götüren kişi o. Enver Paşa’nın enerjisini, askeri başarısını biliyor. En- ver Paşa heyecanlı, tutkulu bir kişiliğe sahip. Saray damadı olması nedeniy- le de İslam coğrafyasında etkili. Doğu’dan yana. Mustafa Kemal bilime ve Batı ile buluşmaya yakın. Enver Paşa ikinci adamlığı kabul eden biri değil.

Nitekim Enver Paşa da Mustafa Kemal’i Sofya’da ataşeliğe getirerek savaştan uzak tutuyor. Enver Paşa Mustafa Kemal’i Çanakkale Savaşı’ndan uzak tutsaydı tarih nasıl şekillenirdi?

A.H: Bunu yorumlamak ve bundan bir sonuç çıkarmak çok zor. Onun yeri- ne bir başkası olsaydı ne olurdu? Bu bir cephe savaşı…

S.S: Kazım Karabekir Doğu cephesine gidip de Mustafa Kemal’e “Emri- nizdeyim” demeseydi ve onu tutuklamaya kalksaydı ne olurdu? Üç yıllık bir süreçte o kadar çok faktör var ki düşünülebilecek…

Artık

zamanı gelmişti;

Silahın yerini kalem askerin yerini

İrfan Ordusu alacaktı...

Celal Kazdağlı / Senarist

(24)

24 B+ Kış

Peki daha somut gerçekleri konuşalım.

Trablusgarp Savaşı’nın önemi neydi?

C.K: İtalyanların işgalindeki Trablusgarp’a gazeteci kimliğiyle gidiyor. Yer- li halkı örgütleyip emperyalizme karşı ilk savaşını orada veriyor. Her şeyini kaybetmiş bir milletin mücadelesi bu.

Milli mücadelenin ilk provasının yapıldığı Trablusgarp bu nedenle çok önemli. Ona destek veren din adamları da var, öyle değil mi?

C.K: Şeyh Sünnisi Paşa var. Trablusgarp’tan sonra, milli mücadele döne- minde de padişahın yanında değil, Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır.

Aydın din adamlarının milli mücadelede etkisi büyüktür.

S.S: Denizli’de Müftü Hulusi Efendi var mesela. Milli mücadeleyi ilk ateşle- yenler arasında din adamlarının rolü çok önemlidir.

Sofya, Mustafa Kemal için çok iyi bir laboratuvar olmuş.

Bu konu nasıl şekillendi belgeselde?

C.K: Sofya o dönemde Avrupa’da istihbarat teşkilatlarının bir araya geldi- ği bir yer. Sofya’da sadece dans etmeyi değil diplomasinin inceliklerini de öğreniyor.

Cepheden cepheye kitapları yanında Mustafa Kemal’in.

Sürekli günlük de tutuyor. Milli Mücadele bittikten sonra meclis kurulmadan önce, Ankara’da kütüphane kuruluyor.

Bu, hayranlık uyandıran bir şey değil mi?

S.S: Anıtkabir kütüphanesine giren herkes eminim çok etkileniyordur. Ki- tapların sayfalarına baktığınızda bütün boşluklara kırmızı-mavi sabit kalem- le notlar alındığını görüyorsunuz. Kendi önem derecesine göre notlar alı- yor. Eserleri inanılmaz bir dikkatle okuduğunu hissediyorsunuz.

(25)

B+ Kış 25 A.H: Daha savaş yokken bile kitaplara notlar düşmeye başlamış. Kitapla-

rın tamamına yakınında notlar var. “Gelecekte kadınlarımızla ilgili kuraca- ğımız bakanlığın temel düsturlarından biridir” gibi notlar var. Sayfalar ara- sındaki bilgilerin iletişlerini yazarak notlar alıyor. Aynı anda 5-6 kitap oku- yor. Şiir, edebi eser, Fransızca kitaplar… Farklı disiplinden kitapları okuyor.

Cephede hem okuyorlar hem de birbirleriyle bilgi paylaşıyorlar kitaplarla ilgili.

C.K: Evet, hayatı inşa etmek için, yeni bir dünya kurmak için okuyor Mustafa Kemal. Sürek- li sabit bir yeri de yok. Mum ışığında, kan- dilde okuyor.

Vefatına kadar okuduğu ki- tapları düşündüğümüzde yıl- da kaç kitap okumuş oluyor?

A.H: 3997 kitap okumuş. 57 yaşında vefat etmiş, 45 yıl okumuş olsa… Yıl- da 85 kitap okuyor, yani ayda 7 kitap eder. Anıtkabir kütüphanesinde 4001 kitabı yan yana gördüğünüzde bunu anlıyorsunuz.

Belgeselde, Erzurum depremi

sırasında yapılan bir kitap bağışı ile ilgili yaklaşımı da çok etkileyiciydi?

C.K: Depremde kitap yardımı yapılması en son akla gelir. Bağışı yapan ki- tapevi sahibine bir mesaj gönderiyor, teşekkür ediyor, “Cehaleti okuyarak yeneceğiz” diyor.

Belgeselde o kadar çok ayrıntı var ki, konuştuklarımız özetin özeti oldu. Son noktayı nasıl koydunuz?

C.K: Üniversite devrimiyle son verdik. Devrimlere ayak direyen Darülfünun’u kapatmak için uygun koşul-

ların oluşmasını bekledi Atatürk ve 10 yıl sonra kararını verdi. Onun yerine İstanbul Üniver- sitesi kuruldu, ardından da Ankara’da üni- versiteler açıldı sırasıyla. Atatürk’ün bü- tün bir ömrü, çağdaş dünyaya uyum

sağlama yeteneğini kaybetmiş bir dizi kurumsal yapıyı, modernizmi yakala- mak için yeniden yapılandırma müca- delesi ile geçti. Onun derdi Türkiye’yi Batılılaştırmak değil, modernleştir- mek, çağdaş dünyanın bir parçası ha- line getirmekti.

10 Kasım’ı da geride bıraktık. Bel- geseldeki son söz çok önemliydi...

Bizimle paylaşır mısınız?

C.K: Mustafa Kemal’in evlatlarına bıraktığı mira- sın adı akıl ve bilimdi.

“Bir Bilim

Savaşçısı: Atatürk”

belgeselini yapımından

yıllar sonra ilk kez

yüzlerce öğrenci izledi.

B+

Beşiktaş Kaymakamı Sadettin Yücel ve Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın da katıldığı belgeselin ilk gösterimi Akatlar Kültür Merkezi’nde yapıldı.

(26)

26 B+ KIŞ

Kent ve eğitim

Beşiktaş’ın değişim ve gençlik kaynağı:

Kent üniversiteleri

Yazı: ASUDE SÜLEYMANOĞLU Fotoğraf: DERYA AYDOĞAN

Çoğumuzun ilk aklına gelen şekliyle “kent üniversiteleri”,

sadece üniversite yerleşkesinin kent merkezinde bulunması demek değil aslında.

Özellikle doksanlı yılların başında kullanılmaya başlanan “kent üniversiteleri”

kavramı, üniversitelerden beklenen, eğitimin çok ötesindeki bir işlevi ima ediyor.

İ

stanbul’da yedisi devlet olmak üzere elliden fazla üniversite bulun- makta. Bu özelliği ile İstanbul, kentsel dönüşüm bağlamında, üni- versitelerin bulundukları kent ve kentliler ile ilişkisini incelemek için zengin bir örnek. Çünkü dünyadaki kentleşme koşullarına bağlı ola- rak artık üniversiteler sadece birer eğitim-bilim merkezi değil. Özel- likle doksanlı yılların başında kullanılmaya başlanan “kent üniversi- teleri” kavramıyla üniversitelerden beklenen, eğitimin çok ötesinde bir işlev.

Çoğumuzun ilk aklına gelen şekliyle “kent üniversiteleri” sadece üniversite yerleşkesinin kent merkezinde bulunması demek değil aslında. Zaten yerleş- kenin merkeze göre konumu kentin büyüklüğü ile yakından ilgili. İstanbul gibi bir değil, her yakasında birkaç merkez ve bu merkezlere yakın daha küçük merkezlerin bulunduğu büyük ve karmaşık bir kentte üniversitelerin kendile- rini herkese göre “merkezi” konumda tanımlamaları oldukça zor. Bu nedenle kent üniversitelerinin göreceli merkezi konumları dışında, diğer üniversiteler- den ayırt edilebilmeleri için bazı özelliklerinin bulunması gerekiyor.

Eğitim merkezi olması dışında kent üniversitelerinden beklenen özelliklerden biri bilimsel ve kentsel konulardaki araştırmalar ve çalışmalar ile kentteki diğer kurum ve kuruluşlarla kent faydasına yönelik genel kamu politikalarının oluş- turulmasında yardımcı olmalarıdır.

Özetle, üniversiteler sosyal ve kültürel anlamda kentsel dönüşümün en etki- li aktörlerinden biri olarak kabul görmekte. Bu noktada kentin ihtiyaçlarının ve problemlerinin tespitinde üniversite çalışmalarının etkin olması ve bu ihtiyaç ve problemlerin giderilmesine yönelik çalışmalar yapılması, kentin olduğu ka- dar üniversitenin sürdürülebilirliği için de önemli.

Bir üniversitenin ne yerleşkesinin merkezi olması ne de disiplinler arası eği- tim programı “kent üniversitesi” olarak tanımlanması için yeterli. Bunun için, öncelikle üniversitenin kent dokusu ile bütünleşmesi gerekiyor. Üniversitenin kentle bütünleşmesinde, kente kattığı kadar kentin üniversiteye kattıkları ve

kentlinin üniversiteye yönelik algısı etkili unsurlar. Bu bağlamda konum ola- rak kent merkezinde bulunan ancak kentli ve kent yaşantısının dışında kalmış üniversiteler olduğu gibi, kentin dışında olup kent yaşantısına entegre olma- yı başarmış üniversite örnekleri de var. Bu noktada “kent üniversiteleri” konu- sunda söyleşi yaptığımız Bahçeşehir Üniversitesi Yurtdışı Öğrenci Kaynakları Direktörü Prof. Dr. Necdet Tekin’in kampüs üniversiteleri ve kent üniversite- leri konusundaki ayrımı dikkat çekici: “ Kampüs üniversiteleri kendi gelenek- leri ile yepyeni bir yapı oluşturuyorlar, halbuki kent üniversiteleri kentte uzun zamandır süregelen gelenek, alışkanlık ve yaşam biçiminin üstüne kurulmak zorunda. Birisinde boş, hazır bir bölgeye yerleşmek söz konusuyken, diğerin- de yaratılmış olanda yer almak söz konusu.” Bu nedenle, kent üniversitesi için bölge halkı tarafından benimsenmek, sürdürülebilirlik için önemli bir unsur.

Üniversitenin benimsenmesi için kente bir değer katması gerekiyor. Prof. Dr.

Üniversiteler sosyal ve kültürel

anlamda kentsel dönüşümün en etkili

aktörlerinden biri...

(27)

B+ KIŞ 27 Necdet Tekin’in belirttiği gibi: “Aslında her kentin, ilçenin üniversiteye ihtiya-

cı yok, zaten böyle olması durumunda üniversiteler liseleştirilmiş oluyor. Oysa üniversite sadece eğitim merkezi değil, kentin yaşam biçimini, uluslararası iliş- kilerini, dönüşümünü etkileyen bir kurum”

Kentin dönüşümü için kent üniversitelerinden öncelikli beklentilerden birka- çı, iyi planlanmış bir yerleşke, çağdaş yaklaşımlara öncülük, kentin sosyal ve kültürel yaşamına destek ve kentin ekonomisine katkı olarak sıralanabilir. An- cak burada belki de altını çizmemiz gereken nokta her yüksek öğretim kuru- munun kurulduğu kenti nasıl değiştirdiği, nasıl etkileşimde bulunduğu, ken- te göre konumu, kentin ve üniversitenin tarihi, sosyal yapısı gibi faktöre bağ- lı olarak farklı yanıtlar bulabiliyor. Örnek olarak Amerika’da kurulmuş olan bir- çok kent üniversitesi eğitim düzeyinin artırılması, suç oranının düşürülmesi gibi sosyal hayata yönelik katkıda bulunurken, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde kurulan üniversiteler öğrenci nüfusunu çekerek şehre ekonomik canlılık ge- tirmekte. Özellikle Eskişehir’de kurulan Anadolu Üniversitesi belki de kent- üniversite ilişkisinin ekonomik alandaki etkileşiminin en net gözlemlenebile- ceği örneklerden biri. İstanbul gibi ticari hayatı canlı olan kentlerde ise kent üniversitelerinin ekonomik katkısı daha çok kent merkezine (merkezlerine) çekilen öğrenci nüfusu sayesinde oluyor.Çünkü öğrenciler, sadece üniver- sitede değil, yerleşke civarındaki mekânlarda da fazlasıyla vakit geçiriyorlar.

Ancak konu kentsel dönüşüme geldiğinde, belki de Prof. Tekin’in dikkat çek- tiği gibi kent üniversiteleri var olan üzerine yerleştiklerinden, mimari ve çev- resel anlamda üniversitelerin yerleşke çevrelerine yönelik etkileri henüz sı- nırlı. Zira üniversite öğrencileri ile yaptığımız söyleşiler de bu düşüncemi- zi destekler nitelikte: Galatasaray, Bahçeşehir, Boğaziçi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden söyleşi yaptığımız 15 kadar öğrenci eğitim hayatları sırasın- da üniversitenin yakın çevresinde ciddi bir değişiklik gözlemlemediklerini be- lirttiler. Ancak bu fikri paylaşmayanlar da var: Boğaziçi Üniversitesi’nden Elif Peker “Öğrencilerin elde ettikleri gelirle bölge halkının sosyoekonomik duru- munda bir gelişme olduğunu düşünüyorum” diye ekliyor. Çok radikal olmasa da her üniversite yerleşkesi etrafında artan kırtasiye, internet kafe, büfe ve ye-

“Üniversitenin merkezi bir yerde olması sanat

kültür festivallerini takip etmeyi kolaylaştırdığı

gibi okul sırasında yarı zamanlı çalışmamı da

sağladı.”

mek yerleri sayısı çok göze batmayan ancak ticari hayatın canlılığının arttığını işaret eden ufak göstergeler. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Büşra Keskin’in belirttiği gibi “Üniversite açıldığından beri kafeler, simitçiler, kırtasiyeler öğren- cilerle dolup taşıyor.”

Yaşam boyu eğitim merkezleri olarak kent üniversitelerinden diğer bir bek- lenen ise hem üniversitenin yüksek öğrenim ve sertifika programları ile fark- lı grupların yeni eğitim ihtiyaçlarını karşılayabilmesi hem de üniversite yerleş- kesini kentliler için sosyal etkinlik alanına dönüştürmesi. Prof. Dr. Necdet Tekin’in söyleşi sırasında altını çizdiği gibi: “Üniversite öğrencilerine sunulan program ve dersler kent üniversitesinin işlevlerinden sadece biri. İkinci işle- vi ise kentte yaşayanlara sertifika, doktora, yüksek lisans programları gibi yol- larla sürekli eğitim sağlayan bir kuruluş olmayı başarabilmek. Halka açık tiyat- ro, konferans, seminer gibi etkinliklerin düzenlenmesi ise üniversitenin, bulun-

(28)

28 B+ KIŞ

duğu çevreyi sosyal bir etkinlik alanına dönüştürmek için bir diğer işlevi”. Bu bağlamda, Beşiktaş sınırları içindeki Boğaziçi, Bahçeşehir, Galatasaray, Yıl- dız Teknik ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde sunulan yüksek lisans, dokto- ra, yabancı dil ve meslek eğitim sertifika programları kentlilerin değişen eğitim ihtiyaçlarını karşılamakta.

Buraya kadar söylenenler daha çok kentin üniversiteden beklentileri ve ka- zancı yönündeydi. Peki, merkezi konumdaki yerleşkenin üniversite için avan- tajları neler? Söyleşi yaptığımız üniversite öğrencilerinin büyük bir bölümü, üniversitelerinin merkezi konumunu tercihleri sırasında göz önünde bulun- durduklarını belirtiyorlar. Hatta birkaçı üniversite tercihleri sırasında en önem- sedikleri kıstas olduğunun altını çiziyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Müge Yeşilbaş gibi: “Üniversitenin merkezi bir yerde olması benim için çok önemli.

Yolda daha fazla zaman kaybetmek istemedim”.

Özellikle İstanbullu öğrenciler için üniversitenin kolay ulaşılabilir olma- sı hem kentteki sosyal kültürel etkinlikleri takip etmek hem de staj-yarı za- manlı iş gibi olanakları değerlendirmek için önemli bir avantaj. Galatasaray

Üniversitesi’nden Tuba Gültekin bu avantajı şöyle değerlendiriyor: “Üniversi- tenin merkezi bir yerde olması sanat kültür festivallerini takip etmeyi kolaylaş- tırdığı gibi okul sırasında yarı zamanlı çalışmamı da sağladı”

Fakat üniversite dışında zengin kültürel ve sosyal faaliyetler mevcutken öğ- rencilerin üniversiteyi sosyal bir etkileşim alanı olarak kullanmaları zorlaşmıyor mu? Diğer bir deyişle, öğrenciler üniversiteleri sadece ders gördükleri merkez olarak kullanmaya başlamıyor mu? Bu konudaki düşüncemize söyleşi yaptı- ğımız öğrenciler pek katılmıyor. Aksine büyük bir bölümü üniversitede sürekli aktif bir etkinlik bulunmadığı zamanlarda bile ders aralarında üniversitede va- kit geçirmeyi tercih ettiklerini söylüyor. Ancak birkaç öğrenci bazı durumlarda dışarısının daha “çekici” geldiğini itiraf ediyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Benan Üzmez “Ders aralarında kampüs içinde vakit geçirmeyi seviyorum ama derslerden sonra kampüs dışına çıkmaya çalışıyorum” diyerek tercih ön- celiklerini dile getiriyor. Aslında Prof. Dr. Necdet Tekin’in de belirttiği üzere geniş anlamda mekân ve ulaşılabilirlik, kişi özgürlüğü ile ilgili; “Kent üniversi- telerinde, öğrenci üniversiteden dışarı adımını attığı an kentin sosyal hayatı- na karışabiliyor. İstanbul içinden ve dışından gelen birçok öğrencinin beklen-

Referanslar

Benzer Belgeler

türk dünyası Belediyeler Birliği (tdBB) ve konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur ibrahim altay başkanlığında tdBB heyeti, tataristan Belediyeler Birliği’nin

Şiirlerini okuyanlara, dinleyenlere yalnız kendi şiirini değil, şiiri sevdiren özdemir Asaf, onu tanımak olanağım bulan herkese de kendini sevdirdi.. Kendine özgü

Padişahın yalnız Saray kapışını olsun bu akşam tenvir ile mesar- ratı umumiyeye sureti iştirak göstermemesi, muzafferiyatı kati- yei muntazıra henüz ikinci

Bruselloz Tanısı Alan Hastalarda Brucella canis Koinfeksiyonları Brucella canis Coinfections in Patients With Brucellosis.. Figen Sarıgül 1 , Sevil Erdenliğ-Gürbilek 2 , Murat

1475 sayýlý Ýþ Kanunu döneminde Yargýtay, önceleri, "iþveren, ihbar önellerine dayanarak iþ sözleþmesini bozacaðýný bildirdiði takdirde, iþçiye her gün için

Adres Kırklareli Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kayalı Kampüsü-Kırklareli/TÜRKİYE e-posta:

5 Nisan Perşembe günü saat 11.00'de Muhsin Ertu ğrul Sahnesi önünde yapılacak olan gösteriye aralarında: "Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, Mimarlar Odası, Sanat Sen,

Mamak belediyesinin kültürel faaliyetlerinin düzenlenme aĢamasında aktif olarak görev alma durumu ile oturulan ev tipi ve aylık gelir arasında anlamlı bir