• Sonuç bulunamadı

SAYI:7 TEMMUZ 2021 AYLIK İNSAN HAKLARI DERGİSİ AHALİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "SAYI:7 TEMMUZ 2021 AYLIK İNSAN HAKLARI DERGİSİ AHALİ"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AYLIK İNSAN HAKLARI DERGİSİ

SAYI:7 TEMMUZ 2021

AHALİ

(2)

“Ülkemiz dünya, meşrebimiz yaşamak; insanca.”

Fransız filozof Lyotard: ‘’Bir kişi ancak insan olmanın dışında bir şeyse haklara sahiptir. O bir insan olmaktan başka bir şeyse, aynı zamanda bir

‘öteki’ insan olmalıdır.’’ der. Yani sadece kendi varlığından dolayı değil,

‘’öteki’’ sıfatından ötürü gerçek haklara sahip olabilir. Eğer kendimiz için istediğimizi herkes için istersek hak sahibi olabiliriz. Dünyadaki bütün insanlar bir gün ötekileştirilme ihtimali ile yaşar ve hak savunuculuğu tüm ötekileştirmelere karşı mücadele ile mümkündür. Bugün gelinen noktada insanoğlu, hem kendi cinsine hem de diğer canlılara karşı asli vazifesi olan yaşatma idealinden bir hayli uzakta kalmıştır. Kendi yaşam alanının refahını, diğer tüm yaşamların refahına tercih eder bir hale gelmiştir.

İnsandaki bir öz olan vicdan duygusu ise rafa kaldırılmış eski bir hissiyattır.

Fakat ihtimal odur ki; kendinden olmayana sağır ve dilsiz kesilen herkes, bir gün sesi duyulmayan o ‘’öteki’’ olmak ile karşı karşıyadır.

Tüm nefret atmosferinin, yalnızca kendini yaşamanın aksine, bizler, tüm canlılar için yaşanılabilir bir dünyanın mümkün olabileceğine, her canlının kendi özüyle ve kimliğiyle yaşatılabileceğine inanmaktayız. Birlikte yaşama arzusunun, ortak dil ve diyaloğun yüreklerde kuracağı köprülere inanıyoruz. Güç sahiplerinin değil, hak sahiplerinin söz alması taraftarıyız.

Haksız güçlerin, adaleti yok saymasına, hukukun ve hakların tehdit altında, korku iklimine esir tutulmasına izin vermiyoruz. Sırça köşklerin varlığımızı ele geçirmesine, varoluşumuzun küf tutmasına müsaade etmiyoruz.

Kendinden olmayana, temsil edilmeyene hürmeti, bambaşka kimliklere saygıyı savunuyoruz. Sizleri, insan kalma mücadelesine omuz vermeye, ötekileştirmenin her türlüsüne dur demeye davet ediyoruz.

İnsan, var olduğu, doğduğu andan itibaren varlığının bir getirisi olarak haklara sahiptir. İnsan hakları, devlete ve topluma karşı bireyin doğal haklarının korunması açısından bir zorunluluktur.

Yaşadığımız çağda, savunulmaya ve korunmaya ihtiyacı olan insan hakları, gelişmeye de bir o kadar muhtaçtır. İnsanlığın geldiği bu noktada, yalnızca insan haklarının değil tüm canlı

haklarının savunulması ve bunun bir lütuf olarak değil,

varlıklarının bir gereği olarak yapılması elzemdir.

(3)

İÇİNDEKİLER

ARAMIZDA KALMASIN BÖLÜM 5 :

DIŞARIDAN BİR GÖZ: TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜR(SÜZ)LÜĞÜ

GÜVERCİN ÜRKEKLİĞİ:

AKADEMİK ÖZGÜRLÜK

SİVİL İTAATSİZLİK

BİTMEYEN OHAL: VAN

DİN, VİCDAN VE KANAAT ÖZGÜRLÜĞÜ

TELEVİZYON HABERİNE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR YENİ BİR HAFIZA YARATMAK:

POLİTİK İLETİŞİM

1

7 9 2

4 6

3 8

5

Aminenur Duygu BEKAR

Berfin HANALP Berfin HANALP Ali KUBAT

Muhammed Ali TOSUN

Beyza ÇAVDAR

Kerem ALTINGÜNEŞ Ali KUBAT

Kerem ALTINGÜNEŞ

İfade Özgürlüğünün Tanımı, Sınırları ve İfade Özgürlüğü Üzerine Birtakım Mülahazalar PEKİ YA ÖZGÜRCE İFADE

EDEMEDİĞİMİZ DUYGULAR ?

(4)

Evet fikirlerin önemli. Evet ne düşündüğünü söylemek, bilgi paylaş- mak ve dünyanın daha iyi bir yer ol- masını istemek hatta bunun için mü- cadele etmek senin hakkın. Ve hatta seni yönetenlerle ya da aynı çevreyi paylaştığın insanlarla aynı fikirde ol- mayadabilir ve bu fikirlerini barışçıl protestolarla dile getirebilirsin. Ben- im bu yazıda sana bahsedeceğim şey biraz daha farklı. İfade özgürlüğü temalı bir dergi sayısının neredeyse her yazısında ifade özgürlüğü nedir kısıtlanabilir mi neler olur, kısıtlanırsa ne yapman gerekir bunlara rastlaya- caksın. Ben biraz daha farklı şeyler üzerine konuşalım istiyorum.

“Bunun insan haklarıyla ne ilgisi var yaa?” diye bir soru sorma. Yani tabii ki sorabil- irsin ama bence sorma. Evet insan hakları 7/24 savunulmaya ihtiyaç duyar. Evet dünyanın herhangi bir yerinde şuan sen bu yazıyı okurken bile birçok insanın hakkı ihlal ediliyor ve bunlar gerçekten barışçıl yöntemlerle tepki gösterilmesi, önlenmesi için aktif çaba gösterilme- si gereken şeyler. Peki ya bizler diğer insanların haklarını savunurken kendimize karşı ken- di hakkımızı ne kadar savunuyoruz? Her şeyden önce kendimize karşı ifade özgürlüğünün kısıtlanması suçunu işliyor muyuz? Galiba bu sorunun cevabı evet.

Duyguları ifade etmek ne demektir? Ortalama bir tanımlama ile buna kişinin hisset- tiklerini tanımlaması ve dışa vurması diyebiliriz. Bu dışavurum sadece sözlerle olmak zorunda değil bazen karşındaki insana attığın 6 numaralı bakışın da bir duygu dışavurumu sayılabilir.

Ama bu dışavurum aşamasına geçmeden önce önümüzde çok büyük ve çok çokomelli bir durum var. Duyguları tanımak. Çoğu insan duyguları ile ilgili sorunlar yaşar ve bu sorunların aşağı yukarı ortak noktası ne hissettiklerini anlayamamalarıdır. Mesela en çok kullanılandan örnek verecek olursak öfke duygusu hissettiğini sanabilirsin ama aslında öfkeli değil korkulu ya da üzgün de olabilirsin. Yaşadığın duyguyu önce adlandır sonra tanı, bak gerçekten o mu, değil mi. Hem altında binlerce kefensiz yatanı hem de duygularını tanı. Olabilir zorlanabilirsin bu çok doğal. Çabala, oku, araştır hatta çekinme git terapi al.

Bu dışavurum mevzusunda da illa gidip karşıdaki kişiye nutuk çekmene gerek yok.

Amerika’da her geçen gün sayıları giderek artarak, pek çok kişi sırlarını açıklayabilmek için yardım gruplarına ve terapistlere milyonlarca dolar ödemektedir. Diyorsan ki ne kahve ma- sasında kendimi ifade edebilirim ne terapi odasında, o halde bir kalem, kağıt ya da cep tele- fonunun not kısmına hissettiklerini yazabilirsin. Yeter ki bastırma.

Eğer sen güzel kardeşim duygularını fark edersen ve bu farkındalık sonrası duygunu ifade edersen, kendi ifade özgürlüğünü kısıtlamamana vurgu yaptım çokomelli, kendini daha enerjik hissedeceksin. Ama dersen ki kendi kendimin ifade özgürlüğünü kısıtlayacağım bu duygularımı ifade etmeyeceğim o halde kendini yorgun, kaygılı, depresif, tembel ve iğrenç hissedeceksin. Sonra vay efendim ben o yazıda okudum ama o kız bana bunu dememişti falan olmasın.

Unutma! Sen aklına koyduğun her şeyi başarırsın çünkü senin inanılmaz bir gücün ve de sevgin de var..

ARAMIZDA KALMASIN BÖLÜM 6:

PEKİ YA ÖZGÜRCE

İFADE EDEMEDİĞİMİZ DUYGULAR ?

Aminenur Duygu

BEKAR

(5)

DİN, VİCDAN VE KANAAT ÖZGÜRLÜĞÜ

Ali KUBAT

Din, vicdan ve kanaat özgürlüğü hakkı, her ne kadar yasa ve sözleşmelerce güvence altına alınmış olsa da, yine de bu konuda birçok ihlâller yaşanmış ve yaşan- maya da devam etmektedir. Türkiye özelinde meseleyi ele alacak olursak geçmişten bugüne kadar birçok ihlâlin yaşandığı bilinmektedir. Farklı inanç gruplarının (Türki- ye her ne kadar laik bir ülke olduğu iddiasında olsa da resmi ideolojisi, nüfus yoğun- luğunun Müslümanlardan oluşması dolayısıyla, sünni – İslam anlayışı üzerine kuru- ludur ve müslim-gayr-i müslim ayrımı yapılmıştır ve yapılmaya da devam etmektedir) yaşamış olduğu bu ihlâllerin en bilinenleri şunlardır: 1940’lı yıllarda farklı millet ve dine mensup insanlara yönelik uygulanan Varlık Vergisi uygulaması, Alevi vatan- daşlara yönelik uygulanan Çorum, K. Maraş ve Sivas katliamları ve bu süreç içerisinde gelişen antipatik söylem, ibadethanelere yönelik uygulanan saldırılar ve Malatya Zirve Yayınevi cinayeti gibi daha birçok ihlâl ve kötü muameleler yaşanmıştır.

Din, vicdan ve kanaat özgürlüğü hakkı, demokratik bir toplum içerisinde ko- runması ve güçlendirilmesi gereken bir haktır. Yasa ve sözleşmelerce güvence altı- na alınan bu hakkın kapsamı sadece bireylerin çeşitli inanç gruplarına mensup ol- malarını güvence altına almaz aynı zamanda bireylerin ifade özgürlüğü, örgütlenme, barışçıl toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını da güvence altına almaktadır. “Tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğüne metin içerisinde (AİHS 9. mad- desi) özel atıf yapılarak, inancın açıklanmasının bu güvence tarafından sağlanan korumanın ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu vurgulanmaktadır. İnanç “açıklam- aları”, 10. maddenin ifade özgürlüğü güvencesi kapsamına giren düşünce veya vic- dan ifadesine dahil görünmektedir ve hem bireysel hem de toplu faaliyetleri içerebil- ir. Örneğin, bireyler diğer bireyleri inançlarını değiştirmeye ikna etmeye çalışabilir ve toplu ibadet, bir dini inancın uygulanmasının ayrılmaz bir yönünü oluşturabilir.”

(Jim Murdoch, 2007 s.16)1

Din vicdan ve kanaat özgürlüğü hakkının yeterli düzeyde korunup, güvence al- tına alın(a)maması halinde toplum içerisinde birçok sorun açığa çıkmaktadır. Bunlar- dan başlıcaları; askerlik hizmetini belirli gerekçeler gereği yerine getirmek istemeyen vatandaşların tanınmayan ve çeşitli cezalandırma pratiklerine maruz bırakılmaları- na sebep olan vicdani ret hakları, çoğunluğun benimsemiş olduğu dini/ideolojik pra- tiklerin dışında kalan dini ve ideolojik yaklaşım ve pratiklere sahip insanların birçok alanda yaşamış oldukları ihlâller, azınlıkların korunması noktasında yaşanan sorun- lar, Toplumsal cinsiyet eşitliği ve eğitim ve öğretim konularında yaşanan ve yaşan- makta olan ve daha birçok alanda yaşanan ihlâller bu hakkın gerektiği ölçüde ko- run(a)mamasından kaynaklanmaktadır.

1 Bkz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nin 9. Maddesinin uygulanmasına dair kılavuz kitap,(İnsan Hakları El Kitapları, sayı 9), Jim Murdoch, 2007

İnsan düşünen, sorgulayan ve hissedebilen (duygu ve düşüncelerinin farkında olan) bir canlıdır. İnsanın duygu ve düşünceleri doğrudan tavır ve davranışlarını et- kilemektedir. Kişi kendine ait olan duygu ve düşüncelerle kendisine bir yaşam felsefe- si geliştirir. Yaşamını, söylemlerini ve yönelimlerini de bu felsefeye uygun bir şekilde şekillendirir. İnsanın tabiatına ait olan bu doğal durumun, insanların hayatında Din, vicdan ve kanaat özgürlüğünün ne kadar önemli bir hak ve özgürlük alanı olduğunu göstermektedir. Her birey istediği gibi inanmakta özgürdür. “Kişisel bir olgu olması sebebiyle, her birey kendi inançlarını benimseme hakkına sahiptir. Hiçbir kanun bi- reyleri belirli bir inanca inanmaya ya da belirli sınırlar içinde düşünmeye zorlayamaz.”

(akt: Köprülü, 2019, s.82)1 Bu hak ve özgürlük alanın ihlâl edilmesiyle birlikte ortaya, baskıcı ve dayatmacı yönetim ve yönetişim modellerini açığa çıkartır. Hiç şüphesiz medeni bir toplum olmanın yolu bu hakkın güvence altına alınmasından geçer.

Din”2 kavramı sözlükte: “Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli varlıklara inan- mayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal kurum” şeklinde tanımlanır. “Vicdan”3 kavramı ise: “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç” şeklinde tanımlanmaya çalışılmıştır. Son olarak “kanaat”4 kavramı ise sözlükte:

“İnanç ve düşünce” şeklinde tanımlanmaktadır.

Din, vicdan ve kanaat özgürlüğü hakkı, ulusal ve uluslararası yasa ve sözleşm- elerce koruma altına alınmıştır. Anayasa’nın 24 ve 25. maddelerince güvence altına alınan bu hak şu şekilde yer almaktadır: “Herkes vicdani, dini inanç ve kanaat hürriye- tine sahiptir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatleri- ni açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlana- maz. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” Türkiye’nin de imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) ise bu hak sözleşmenin 9. maddesinde tanımlanmakta ve sınırlılıkları belirtilmektedir. Sözleşme içerisinde bu hak şu şekilde yer almaktadır: “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir.

Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet ve öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.” Bu hak aynı ve benzer şekillerde BM İnsan Hak- ları Beyannamesi’nde ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde de yer almaktadır.

Bu tip uluslararası yasa ve sözleşmelerde doğal hukuk teorisinin düşünce biçimiyle karşılaşılmaktadır. “Doğal hukuk görüşü, genel olarak doğanın bir düzeni olduğu ve bunun bireylerin ve devletlerin iradesi dışında birtakım kuralları kaçınılmaz kıldığı görüşüne dayanmaktadır. Uluslararası hukuk bu anlamda evrensel düzeyde geçerli 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi; Uluslararası Hukuk Bağlamında Din ve Vicdan Hürriyetinin Korunması, Gülşah Köprülü; cilt.1; sayı.1; 2019; s.82

2 Türk Dil Kurunu Web sitesi, https://sozluk.gov.tr/ , (Erişim tarihi 23.07.2021)

3 Türk Dil Kurunu Web sitesi, https://sozluk.gov.tr/ , (Erişim tarihi 23.07.2021)

4 Türk Dil Kurunu Web sitesi, https://sozluk.gov.tr/ , (Erişim tarihi 23.07.2021)

(6)

Nefret Söylemi

Nefret söylemi, “bir kişinin veya grubun din, dil, etnik kimlik, engellilik, yaş, cinsiyet, cinsel yönelimini hedef alan, önyargıya dayalı, olumsuz ve saldırgan if- adelerdir.”1 Hiç kimseyi ayırt etmeksizin, her bireyin bu hakkını korumayı vadeden yasa ve sözleşme maddelerinin sağlıklı bir şekilde işletilememesi sonucu, birçok ihlâl için başat faktör olan nefret söylemi açığa çıkmaktadır. Nefret söylemi ortaya çıkan veya çıkacak olan ihlâllerin başlangıç safhası olarak değerlendirilebilir. Nefret söylemi ortaya çıkan ihlâlleri haklı göstermeye çalışan ve aynı zamanda ihlâlin devamlılığını sağlayan en önemli faktörlerden birisidir. Bu hak kapsamında “nefret söylemi” nin üzerinde çokça durulmalıdır. Bir şekilde gelişen ve ortaya çıkan/çıkartılan nefret söylemi adeta gözleri ve zihinleri körleştirmekte, bireyleri kendi akıl ve iradeleri yer- ine, başkalarının akıl ve iradelerine köle haline getiren çok tehlikeli bir söylem halini almaktadır.

Siyasi partiler, medya ve illegal örgütler nefret söyleminin toplumun geneline veya belirli bir kesimine benimsetilmesinde önemli rol oynayıcılardır. Bir topluluğu yok etmek veya etkisizleştirmek amacıyla yürütülen propagandist söylem ve tutumlar nefret söylemini açığa çıkartmakta ve telafisi imkânsız olan acı olayların yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. Yakın dönem dünya tarihinde en bilindik olayların başında Alman Nazi Devleti’nin Yahudilere yönelik gerçekleştirmiş olduğu acı hadiseler akla gelmektedir. Türkiye tarihinde de bu tip acı olaylara rastlanılmaktadır. Bu tip olaylara örnek olarak; 6-7 Ekim olayları, Alevilere yönelik uygulanan katliam ve dışlayıcı tu- tumlar, Yahudilere yönelik geliştirilen anti-semitik söylem ve sosyal hayat içerisinde çokça tanık olunan cinsiyet vurgusunun ağır bastığı ayrıştırıcı söylem ve farklı siyasi görüş ve düşünceden olan insanlara yönelik uygulanan dışlayıcı söylem gibi hayatın birçok alanında din, vicdan ve kanaat özgürlüğünü hiçe sayan, nefret söyleminin birçok türüyle karşılaşılmaktadır.

Bu tür ihlâllerin yaşanmaması için siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, medyaya, eğitimcilere ve toplumu oluşturan her ferde ayrı ayrı büyük sorumluluk- lar düşmektedir. Medeni, demokratik bir topluma ulaşmanın tek yolu ön yargısız bir şekilde saygı ve hoşgörünün hâkim olduğu bir toplumun inşası ile mümkündür.

1 https://hrantdink.org/tr/asulis/faaliyetler/projeler/yeni-bir-soylem-ve-diyaloga-dogru/2812-nefret-soylemi- nedir

Sonuç olarak, “Toplum içinde yaşamlarını, diğer in- sanların hak ve özgürlüklerine saygı göstererek sürdürmeye çalışan bireyler dini anlamda da başkalarının kendi dinlerine herhangi bir müdahalede bulunmasını kabul etmezler ve bu onların insan olmalarından kaynaklanan en doğal hakların- dan biridir. Bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğünün ulusal ve uluslararası anlamda korunması elzemdir”

1

(Köprülü; 2019, s.82) Bu özgürlük alanın ihlâl edilmemesi için Devletlere büyük sorumluklar düşmektedir. Devletlerin en başta yapmaları gere- ken şey, herkesten önce bu özgürlük alanına kendilerinin saygı göstermeleri, “bütün inanç gruplarına eşit mesafede durarak adil bir tavır sergilemelidir.”

2

Devletlerin inanç grupları arasın- da eşitlikçi ve adil bir duruş sergileyememesi hâlinde ortaya ciddi sayılabilecek hak ihlâllerin ortaya çıkması kaçınılmaz bir sonuçtur. Devletin bu tür ihlâllerin önüne geçebilmesi için yurt- taşlarına bu konuda gerekli eğitim ve kazanımları vermesi ge- rekmektedir. Ancak bu şekil ortaya çıkabilecek nefret söylemi gibi ihlâllerin önüne geçilebilecektir.

Eşit ve adil yarınlara ulaşmak dileğiyle…

1 Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi; Uluslararası Hukuk Bağlamında Din ve Vicdan Hürriyetinin Korunması, Gülşah Köprülü; cilt.1; sayı.1; 2019; s.82

2 TÜRKİYE İNSAN HAKLARI MERKEZİ; TÜRKİYE’DE DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ: Sorunlar, Tespitler ve Çözüm Önerileri; Dr. Tolga Şirin & Dr. Erkan Duymaz & Av. Deniz Yıldız; s.58

(7)

SİVİL İTAATSİZLİK

Ali KUBAT

Günlerden 1 Aralık 1955… Yer, Montgomery… ve bir kadın… İsmi Rose Parks Alabama… Rosa her gün olduğu gibi işinden çıkmış, evine gitmek için otobüs durağına gitmiş ve bineceği otobüsü beklemeye başlamıştı. Nihayet otobüs gelmiş ve otobüs içerisinde boş bulduğu bir koltuğa oturuvermişti. Ancak biraz sonra otobüs içerisinde birtakım homurtular çıkmaya başlamıştı. O dönemde siyah tenliler ve be- yaz tenliler aynı otobüse bindiklerinde, siyah tenlilerin beyaz tenlilere yer vermesini gerekli kılan kurallar vardı. Hatta o dönem yürürlükte olan yasa beyazlarla siyahların aynı koltukta yan yana oturmalarına dahi müsaade etmiyordu.1 Otobüs şoförü Rosa ve yanında oturan adama yönelerek, yerlerinden kalmalarını ve yerlerine beyazların oturması gerektiğini söyledi. Rosa’nın yanındaki adam hiç itiraz etmeden yerinden kalktı, hiç garipsemeden veya belki de elinden hiçbir şey gelmeyeceği ümitsizliğiyle kalktı yerinden… Ancak Rosa yerinden kalkmak şöyle dursun, yerinden kalkan ada- mın yerine, otobüsün cam kenarına doğru kaydırdı kendini… Şoför kurallar gereği Rosa’ya yerinden kalkmasını ve oturduğu yeri ayakta duran beyaz yolculara ver- mesi gerektiğini tekrarladı… Ancak Rosa kendinden emin bir şekilde “kalkıp yerimi bir başkasına vermem gerektiğine inanmıyorum” karşılığını verdi. Çünkü bu tavır insanlık onurunu zedeleyen bir tavırdı. Rosa bu uygulamaya daha fazla tahammül göster(e)medi. Ten renginin üstünlük sayılamayacağına inanıyordu. Rosa’nın tek başına gerçekleştirdiği sivil, pasif, aleni ve haklı protestosu/direnişi bölgede yaşa- yan Rosa’yla aynı ten rengine mensup insanlara da cesaret aşıladı. En nihayetinde cesaret bulaşıcıydı. Bu olaydan birkaç gün sonra siyahiler otobüsleri boykot kararı aldılar. Bu eylemde artık hiçbir şekilde otobüslere binilmeyecek, gidilecek olan yer- lere bu düzenleme ortadan kalkıncaya kadar yürüyerek veya farklı yollar denenerek gidilecekti. Bu eylem geniş kitlelerde yankı buldu, hatta bu eylemlere bazı beyazlar da destek vermeye başladı. Arabası olan bazı beyazlar ücretsiz bir şekilde siyahileri işlerine götürüp getirmeye başladılar… Eylem başladığı ve giderek arttığı dönemde bölgede bulunan otobüsler maddi açıdan çok ciddi sıkıntılara girdiler ve bir süre sonra pes ettiler. Bu eylem kimisini hiç düşünmediği konular üzerine düşündürmeye başladı, kimisini ise öfkelendirdi, kimisi cesaretin ne kadar kıymetli bir erdem oldu- ğunu anladı, kimisi ise korkmaya, elinden hiçbir şeyin gelemeyeceği düşüncesiyle eylemsizliğe hapsetti kendini. Eylemin başlama tarihinden tam 1 yıl sonra bu yasa kaldırıldı ve eylem başarıya ulaştı. Kazanan insanlık onuru olmuştu. Rosa bu sivil itaatsiz tavrından dolayı sürekli olarak ölüm tehditleri almaya başlamış ve yaşadığı şehri terk etmek zorunda kalmıştı. Rosa, 2005 yılının 24 Ekim’inde hayata gözlerini yumdu.

Ama hala hatırlanmaya devam ediyor.

1 https://catlakzemin.com/1-aralik-1955-rosa-parks-otobuste-bir-beyaza-yer-vermedigi-icin- tutuklandi/

Sivil İtaatsizlik Nedir?

Sivil itaatsizliği öncelikle kavramsal bir olgu olarak ele alacak olursak, “sivil” ve “itaat” kavra- mını ayrı ayrı ele almak gerekecektir. “Sivil” kelimesi köken itibariyle Fransızca bir kelimedir ve Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiştir. Fransızca’da “civil” şeklinde yazılmaktadır. TDK söz- lüğünde1 “sivil” kelimesi; Askerî olmayan, üniforma veya özel giysi giymemiş olan (kimse) olarak tanımlanmaktadır. “Söz konusu anlamlar haricinde sivil kelimesi çoğu zaman her şeyi devletten beklemek yerine inisiyatif sahibi olma, vatandaşlık şuurunu kazanma, siyasi ve sosyal sorumluluk taşıma, katılımcı demokrasiyi savunma, resmî kurumlardan farklı ve özgür düşünebilme, örgütlenme gibi kavramlar için veya bunlarla birlikte kullanılmaktadır.”2 Yine TDK sözlüğünde3 “itaat” kavramının tanımına şu şekilde yer verilmiştir: “ Söz dinleme, boyun eğme, buyruğa uyma” gibi anlamlara geldiği tanımlaması yapılmıştır.

Pasif bir direnme biçimi olarak da görülebilecek sivil itaatsizlik eyleminin, kavram olarak ilk ortaya koyucuları; Henry David Thoreau, Gandi ve Martin Luther King olmuştur. Bu isimler hayatları boyunca “şiddeti asla onaylamamış, saldırısız direnmeden yana olmuşlardır. Aktif direnme ise ifadesini kuvvet ve gerekirse şiddetten almakta, isyan ya da ihtilal hareketi olarak adlandırılmaktadır.”4 (akt: Anbarlı; C.Ü İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi s.321)

“Sivil itaatsizlik, “şu ya da bu ölçüde adil” ilişkiler sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal imkânların tükendiği noktada son çare olarak başvuru- lan, kendisine anayasayı ya da toplumsal sözleşmede ifadesini bulan ortak adalet anlayışını temel alan, şiddeti reddeden, yasa dışı politik bir erdemdir”5( Yakup Coşar,2018, s. 10)

Sivil İtaatsizlikle Alakalı Bazı Düşünürlerin Görüşleri

Rawls’a göre sivil itaatsizlik, ancak ve ancak demokratik ve adil toplumlarda gerçekleştirilebileceği savunusunda bulunur. Bu teorisini şekillendirirken, adil olmayı demokrasinin varlığıyla ilişkilendirir ve sivil itaatsizlik eyleminin demokratik olmayan toplumlarda olamayacağı/ger- çekleştirilemeyeceğini öne sürer. Devamında ise, anayasa ve yasaları meşru gören ödev ve sorumluluklarının bilincinde olan yurttaşlar sivil itaatsizlik eylem(ler)inin açığa çıkartılabileceği savunur.6

Hannah Arendt’ta sivil itaatsizliği şöyle tanımlar: “(…) anlamlı sayıda yurttaşın ya geleneksel değişiklik yollarının tıkandığına, yani itirazların artık dinlenmeyip incelenmediğine ya da tersi- ne, birtakım değişiklikleri gündemine alan hükümetin yasallığı ve anayasaya uygunluğu ciddi biçimde kuşkulu olan bir politikada ısrar ettiğine inandıkları bir durumda ortaya çıkar.” (akt:

Kadir Candan & Murat Bilgin, s. 62, Yasama Dergisi- 19)

1 Türk Dil Kurunu Web sitesi, https://sozluk.gov.tr/ , (Erişim tarihi 22.07.2021)

2 Sivil İtaatsizlik (makale), Kadir Candan & Murat Bilgin, s.59 / Yasama Dersi-19

3 Türk Dil Kurunu Web sitesi, https://sozluk.gov.tr/ , (Erişim tarihi 22.07.2021)

4 Şeniz Anbarlı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Biga İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü, C.Ü. İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Dergisi, s. 321

5 Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, 5. Basım, Yakup Coşar, Önsöz, 2018, s. 10

6 Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, 5. Basım, John Rawls, 2018, s. 55-56

(8)

“Hesaplanabilirlik ise eylemin seyri ve sonuçlarının eylemin başında söylenenlere uygun ol- masıdır. Örneğin sessiz oturma eylemi yapılacaksa, yapılacak olan sadece budur, ardından bir başka eylem gelmeyecektir. Hesaplanabilirlik ayrıca eylemcinin samimiyeti ve inandırıcı- lığının, söyledikleriyle yaptıklarının uyum içinde olmasının ifadesidir. Aynı zamanda, eylemin terörize edilmesi, başka şekilde sunulmasının önünde ciddi bir engel oluşturur.” 1(Yaşar Co- şar, 2018, s.11) Bu ilkeye örnek olarak “Boğaziçi protestoları” verilebilir. Her ne kadar bu sü- reç içerisinde bazı kamu görevleri ve devlet adamlarınca terörize edilmeye ve baskılanmaya çalışılsa da, hoca ve öğrencilerin bu ilkeden taviz vermedikleri için kendilerine yönelik yapılan bütün baskı ve ithamlar sonuçsuz kaldı ve sürecin kazananı “Boğaziçililer” oldu.

c) Şiddetin Reddedilmesi

“Şiddetin ne olduğu ve sınırları konusu tartışmalı olmakla birlikte sivil itaatsizliğe ilişkin olarak genel kabul gören anlayış eylemin hiç kimsenin fiziki ve psikolojik bütünlüğüne zarar verme- mesi gerektiğidir. Gandhi bu konuda bir adım daha ileri giderek yaralayıcı ve zarar verici ey- lemlerin yanında yaralayıcı ve zarar verici sözlerden dahi kaçınılmasını hiç kimsenin malına dahi zarar verilmemesini önermektedir.”2 (Kadir Candan & Murat Bilgin, s.64)

d) Otoriteye Pasif Direnme Biçimi Olarak Sivil İtaatsizlik

“Yöneten – yönetilen ilişkisi içerisinde yönetilenlerin baskıya karşı direnmeleri açısından bir ayrıma gitmek gerekirse karşımıza 15 ve 16. Yüzyıllarda Katolik ilahiyatçılar tarafından geliş- tirilmiş olan “pasif direnme”, savunucu direnme” ve “saldırgan direnme” kavramları çıkmak- tadır. Günümüzde ise bu ayrım genel olarak aktif ve pasif direnme perspektifinde değerlen- dirilmektedir”3 (Kadir Candan & Murat Bilgin, s.67-68) Ülkemizde de pasif direniş eylemlerine örnek olarak; kamuoyunca “Cumartesi Anneleri” olarak bilinen, geçmiş yıllarda çocukları, eşleri ve yakın akrabaları kaybedilen insanların/annelerin yıllar süren çocuklarının ve yakın- larının bulunma ve bu hukuksuzluğu yapanların hukuki müeyyidelere tabi tutulmaları talebi, haftalık olarak yaptıkları eylem ve buluşmalarda, sürekli olarak taleplerini yenilemektedirler.

Sonuç olarak bireyler, herhangi bir haksızlığa uğramaları halinde, hukuki olarak mağduriyet- leri giderilemediği takdirde, mağduriyetlerini kamuoyunun vicdanlarına duyurmak adına pasif direniş türü olan “sivil itaatsizlik” eylemlerine başvurabilirler. Sivil itaatsizlik eylemleri demok- rasilerde, devlet yöneticileri ile halk arasındaki makasın kapanmasını sağlayabilecek önemli bir tutum ve davranıştır. Sivil itaatsizlik eylemini hayata geçirebilecek olan kişiler ancak ve an- cak yurttaş olarak haklarının, sorumluluklarının ve ödevlerinin farkında olan ve bu sorumluluk ve ödevleri hakkıyla yerine getiren bilinçli bireyler tarafından gerçekleştirilebilir. Çünkü “sivil itaatsizlik” anlayışının en önemli iki temel öğesi; şiddetsizlik ve hesaplanabilirlik ilkeleridir.

Bunu başarabilecek olan kişiler ise bilinçli ve birçok yönden kendisini geliştirmiş bireylerdir.

Çünkü kendine hâkim olabilmek ve nerede duracağını bilmek önemli bir kazanımdır. Ülke- mizde bu konuda birçok örnek vermek mümkündür. Bunlardan bazıları; Cumartesi Anneleri başta olmak üzere, çeşitli insan hakları üzerinde çalışmalar yürüten/yürütmeye çalışan sivil toplum kuruluşlarının yapmış oldukları eylemler, çevre ve hayvan hakları savunucularının yapmış oldukları eylemler ve son birkaç ay içerisinde tanığı olduğumuz “Boğaziçi Protes- toları” bu konuya verilebilecek eylem türlerindendir. Bu protesto ve eylemlerin ortak özelliği sağduyu temeli, saygı ve hoşgörüyü merkeze alan, net ve kararlı bir tavır ortaya koyabiliyor olmalarıdır. Sivil itaatsizlik eylemleri, daha medeni ve insani şartlar altında yaşama mottosun- dan hareket ettiklerinden aynı zamanda politik bir duruştur.

1 Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Önsöz, Yaşar Coşar, 2018, s.11

2 Yasama Dergisi- 19, Sivil İtaatsizlik, Kadir Candan & Murat Bilgin, s.64

3 Yasama Dergisi- 19, Sivil İtaatsizlik, Kadir Candan & Murat Bilgin, s.67-68

Sivil itaatsizlik teorisinin kurucularının başında sayılan isim olan Henry David Thoreau, sivil itaatsizlik ile alakalı teoremini şu sözlerle temellendirir: “En iyi hükümet, en az yöneten hü- kümettir, parolasını kendime düstur edindim. Bu amaca ulaşmak üzere daha hızlı ve daha sistemli çaba gösterilmesi beni çok mutlu eder. Böyle bir adımın atılması, gerçekleşeceğine inandığım ikinci adımın atılmasını da sağlayacaktır: ‘En iyi hükümet, hiç yönetmeyen hükü- mettir.’1 Sözlerinden sonra, bu sözlere ek olarak şunları söyler: “Eğer insanlar olgunlaşırsa, bir gün sahip olunacak hükümet böyle bir hükümet olacaktır.”2 diyerek bu anlamda sorgu- layan, düşünen ve itiraz eden her anlamda olgunlaşmış, salt bir itaat anlayışını reddeden, görev ve sorumluluklarının bilincinde olan yurttaşlara yönelik atıflarda bulunmaktadır. Tho- reau, bireylerin, devlete karşı sivil itaatsizlik eylemine ne zaman girişmesi ve nasıl bir duruş takınması gerektiğini şu sözlerle açıklar: “Yasa, doğası gereği seni zorunlu olarak başkasına yönelik haksızlığın aracı durumuna düşürecek yapıdaysa, yasayı çiğne! Yaşamını, makineyi durdurmak için kullan. Her durumda dikkat etmen gereken şey lanetlediğin kötülüğün aracı olmamaktır.”3

Sivil İtaatsizlik Eylemlerinin Temel Öğeleri:

a) Yasadışılık: “Haksız bir uygulamaya karşı bütün yollar denendikten sonra başvurulan ey- lem yasaklayıcı bir kuralın ihlalini öngördüğü için yasadışıdır. Fakat bu yasadışılık bir bütün olarak sistemin, anayasal düzenin temel ilkelerine topyekûn bir itirazda bulunmaz. Tersine, anlaşılmanın temelini oluşturan bu metnin çiğnenmesine karşı duyduğu rahatsızlığı belirtir.

Bu nedenle sivil itaatsizlik yasadışı adlandırılsa da meşru bir dayanağa sahiptir.” 4( Hüsa- mettin İnanç & Uğur Altuntaş: 2015, s. 406)

b) Alenilik ve Hesaplanabilirlik: “Alenilikle kastedilen sivil itaatsizliğe kendilerini gizleme- meleri ve yapılan eylemin kamuoyunca algılanabilir nitelikte olmasıdır. İstisnai olarak eyle- min başından beri aleni olmasının eylemi başarısız kılabileceği durumlarda açık olma kura- lının belli bir süre işlemeyeceği de dile getirilmektedir.”5 (akt: Kadir Candan & Murat Bilgin, s.65) Bu konuya örnek olarak vicdani ret eylemi örnek olarak verilebilir. Kişi silah kullanmaya ve birisini öldürme eyleminde bulunmamak için böyle bir durumdan uzak kalabilmek adına vicdani ret kararı alabilir. Ancak vicdani ret (Türkiye özelinde düşünecek olursak), kamusal alanda çeşitli yaptırım şekillerine maruz bırakılma uygulamalarına şahit olunmaktadır. Bu yüzden bu kişiler kendi sorunlarını kamuoyu ile paylaşarak kendilerini anlata bilme ve bu eylemin meşru bir zeminde ele alınmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.

1 Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, 5. Basım, Devlete Karşılıklı İtaatsizlik Üzerine, Henry David Thoreau, 2018, s.29-30

2 Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, 5. Basım, Devlete Karşılıklı İtaatsizlik Üzerine, Henry David Thoreau, 2018, s.30

3 Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Devlete Karşı İtaatsizlik Görevi Üzerine, Henry David Thoreau, 2018, s.39

4 Demokratik Bir Direnme Biçimi Olarak Sivil İtaatsizlik: John Rawls ve Jürgen Habermas Tartışması Ekseninde Meşruluk Analizi, Hüsamettin İnanç & Uğur Altındaş http://www.akademikbakis.org, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E- Dergisi, Sayı: 52, Kasım- Aralık 2015

5 Sivil İtaatsizlik, Kadir Candan & Murat Bilgin, s.65

(9)

Teknolojik gelişmelerle beraber haber yalnızca yazılı kalmamış görsellerle desteklenecek hale gelmiştir. Önceleri radyoda yalnızca duyu yoluyla öğrenile- bilen, gazetede bir iki görüntü ile anlaşılan haberler, televizyonun devreye girme- siyle videolarla desteklenmiş, kurguyla daha anlaşılır ve çarpıcı ifade edilir olmuş- tur. Ne var ki haber çekimi esnasında kullanılan kameranın konumuyla alakalı da olabilecek, haber merkezinin emri doğrultusunda hazırlanan haberlerin içeriğinin değiştirilmesiyle farklı haber merkezlerinin aynı konu ile ilgili farklı yorumlar ve hat- ta yanlış anlaşılmalar doğurabilecek durumlar ortaya çıkabiliyor. Burada devreye giren şey ise aslında ideolojidir.

İdeolojik anlamda güçlü olanlar teknolojiyi de istediği gibi kullanıp yönlendirebilir. Gücü elinde bulunduran, halkı en ince noktasından yakalayıp kendinden vazgeçirmez hale getiren, kamuoyunun duygusunu, hakkını sömüren, gasp eden kişiler, elbette ki her türlü usulsüzlüğü yapmakla kalmayacak, teknolojiyi de çıkarları doğrultusun- da kullanacaktır.

İletişim bilimci Innis›e göre egemenlik iletişim araçlarının denetimi ile oluşur ve yeni iletişim araçlarının bulunması ve bu araçların yeni örgütlenmeler ortaya çıkarması ile toplumsal değişim meydana gelir. Mahrum gruplar, yeni teknoloji biçimi arayışındadır çünkü gücü elinde tutanları alt ederek hâkimiyet kurmak isterler. Fakat bu mümkün olmaz çünkü gücü elinde bulunduranlar teknoloji üretim, dağıtım ve tüketimi hem ekonomik, hem de yasal yollardan engelleme gücüne de sahiptirler.

McLuhan’ın ‘‘araç iletidir’’ sözünden Culkin 4 farklı anlam çıkarmıştır. Kısaca;

iletişimin şekli sadece içeriği değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda her şekil belli iletiler için tercihe sahiptir. Eğer araç bilinmezse ileti de bilinmez, bu anlamda araç ortak iletidir. Araç da yansız değildir. İzleyicinin duyusuna pencere açar. Culkin son olarak da araç kişilere olduğu gibi topluma da mesaj yapar anlamını çıkarmıştır.

Aracın kullanımı ve içeriği insan örgütlerini şekillendirmez fakat çeşitlendirir.

İletişim araçları kişilere, duyularla ilgili belli ilişkileri yerleştirerek ve sabitleştirerek toplumun dünya görüşünü belirler. McLuhan televizyonu soğuk araç kategorisinde değerlendirir. Televizyonda izleyici fiziksel bakımdan duyusal ve beyinsiz aktif bir katılım sağlar. Haberlerin görüntü içeriğiyle ve yazılımıyla ilgili olarak, kitleler istenilen doğrultuda hakimiyet kurulması istenilen düşünceye itilir.

İletilen haberin değiştirilmesiyle meşru kılınması istenilen düşünceler insanlara duyurulur.

Sorunun, olayın özü saklanır ve başka noktaların üzerine düşülmesine sebebiyet verilir.

Örneğin iktidarın elinde bulunan haber kaynaklarına göre ötekiler her zaman suçludur, gücü elinde bulunduranların yalnızca kötü yönlerini göz önünde bulundurur ve ülke, bayrak, birlik, milli gibi kavramları yok sayarlar. Ötekiler; düşman, hain, ya- bancı sıfatları ile iktidarın elindeki haber kaynaklarında yerini bulurlar. Ötekiler haberlerde daima bu şekilde lanse edilerek milliyetçilik ideolojisi yükseltilmeye çalışılır. İçerisinde vatan, bayrak, millet veya toprak adı altında öne sürülen her ne kadar değer varsa; bu kavramların içerisinde olduğu eleştiriler ötekilere yöneltilir.

Milliyetçilik duygusu, haber merkezlerinin elinde artık bir sömürü aracı olagelmiştir.

Haberlerde, istenilen bilgilere yer verilir, şiddetin, kötü muamelenin, işkencenin kimilerine (ki bunlar ötekilerdir) gerektiği yönünde ifadeler yer alır. İzleyici, tek bir kanala bağlı kalırsa, haberlerin içeriğinin yalnızca gösterilen, lanse edilen kadarını bilir. İzlediği tek kanal da kendi çıkarları doğrultusunda yayın yaptığı için bireyler olayları ve bilgileri belirlemede, algılama, teşhis etme ve adlandırmada kanalın istediği yönde kabul görmüş olur. Kanal bu şekilde olgudaki bazı nedenlere dikkat çekmeyi başarmış olur.

Yani kısaca; gücü elinde tutan kişiler veya gruplar, kendilerini yüceltmek, hukuk- suzluklarını örtmek, halka kendilerini masum göstermek, sistemin gayet normal ve yerinde işlediğini, yürütülen sistemde hiçbir açığın olmadığını göstermek amacıyla ve en önemlisi kendisine karşı çıkan, usulsüzlüklerini ortaya çıkaran veya çıkar- maya çalışan, kendisini eleştiren ‘‘öteki’’leri yermek, halkı onlara düşman etmek amacıyla teknolojiyi elbette kullanacaktır ki bu noktada halkın milliyetçilik duygusu sömürüye uğramaktadır.

TELEVİZYON HABERİNE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR

Beyza ÇAVDAR

(10)

YENİ BİR HAFIZA YARATMAK: POLİTİK İLETİŞİM

İnsanlığın varlığından itibaren iletişim farklı yollarla gerçekleşmiştir. İnsanlar arası duygu, düşünce ve bilgi alışverişinin temelini iletişim oluşturmaktadır. Politik iletişim, politik süreçlerde iletişimin rolüdür. Siyasal aktörlerin gerek düşünce gerekse davranış değişikliği oluşturmak ya da var olanı sürek- li hale getirmek için kendilerini ifade etmeye ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacı politik iletişim karşılar (Eroğlu-Yalın, 2006). Politik iletişim disiplinler arası bir konu olarak birçok alan- dan beslenir. Bu çeşitlilik alanın genişlem- esine ve politik iletişim çalışanların tarih, siyaset, sosyoloji, psikoloji gibi birçok alan- dan beslenmesi gerektiğini gösterir. Temeli algı yönetimidir. Algıyı yönetmek her ne ka- dar olumsuz çağrışımlar yapsa da, aslında bir taraftan oldukça gereklidir. Muhakkak ki algılarımızı oluşturan, yöneten birçok etken vardır. Aile yapısı, deneyimler, kültür, din ve daha birçoğu algılarımızı oluşturur. İletişim bunları değiştirme gücüne sahip midir? El- bette, yeni bir hafıza yaratmak doğru bir iletişimle mümkündür. Hafızanın yeniden inşası uzun bir süreç gerektirir. Aslında algı bir taraftan hafızadan beslenir. Türkiye toplu- munun bu noktada zayıf hafızaya sahip olduğunu söylemek mümkün sanırım. Bel- ki de seçici hafıza diyebiliriz. Şeytanlaştır- mak istediklerimizin hataları ve yanlışları hafızalarımızda ciddi bir yer kaplıyorken, desteklediklerimizin ve bağ kurduklarımızın hatalarına yer vermiyoruz belleğimizde. Bazı siyasi aktörlerin gerçekleştirdikleri icraatlar öyle büyük yer kaplıyor ki, yaptıkları onca kötü şeyi hemen unutuveriyoruz.

Fransız tarihçi, felsefeci ve toplumsal eleştir- men Michel Foucault’un ilk olarak Cahiers du Cinema’da çıkan ve daha sonra çevirisi Rad- ical Philosophy’de yayımlanan 1974 tarihli bir mülakatından ‘’Popüler Hafıza’’ ile ilgili kısa bir pasaj şu şekilde:

“Bugün ucuz kitaplar yeterli değildir. Televi- zyon ve sinema gibi çok daha etkin araçlar var. Bunu var olan, ama kendini ifade et- menin bir aracı olmayan popüler hafızayı yeniden programlamanın bir yolu olduğuna inanıyorum. İnsanlara ne oldukları değil, ne olduklarına ilişkin olarak hatırlamaları gere- ken şeyler gösteriyor. Hafıza mücadelede oldukça önemli bir faktör olduğundan, şayet insanların hafızası kontrol edilebilirse din- amizimleri de kontrol edilebilir aynı zamanda önceki mücadelelere dair deneyimleri, bilgileri de kontrol edilebilir.”

Politik iletişim hangi alanları kapsar sorusu- na ilk olarak medya örneği verilebilir. An- cak yapılan araştırmalar seçmenlerin karar verme süreçlerinde en etkili yöntemin yüz yüze iletişim olduğunu gösteriyor. Arkasın- dan gelen diğer önemli bir etken ise medya yani televizyon, gazeteler… Partileri iktidara taşıyan şey politik iletişim yani seçim süreci.

Bu noktada halkla kurduğunuz ilişki aldığınız desteği de belirliyor. Burada kurduğunuz il- işki yani medyadaki ve sokaktaki varlığınız, sağlamlaştıkça daha etkili bir yer ediniyor- sunuz. Medyanın politik süreçlerde ikincil etki konumunda olduğunu araştırmalar gösteriy- or, ilk etken yüzü yüze iletişim.

Bu Türkiye için çok daha belirgin muhak- kak. Özellikle kırsal kesimin henüz popüler medya organlarıyla tanışmadığını da göz önünde bulundurursak bu tez su götürmez bir gerçeğe dönüşüyor. Ayrıca medyanın politik bir işlevininin Türkiye için önemli bir rol oynadığını söylemek mümkün . Bunu ise oy kullanma oranlarından anlıyoruz. 2018 seçimlerinde vatandaşların oy kullanma oranları %86,24. Bu oran seçmenin karar süreçlerine katıldığını ve politikayı yakından takip ettiğini gösteriyor.

Yüz yüze iletişimin politik iletişimde başlıca rolü olduğunu bilsek de biz medya ayağı üzerinde duracağız bu yazıda. Kavram olarak politik iletişimin varlığı kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazanmasıyla orta- ya çıkmıştır. Örneğin radyonun kitle iletişim aracı olarak kullanılmaya başlanması Birin- ci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir (Sandıkçıoğlu,2021). Tarihten örnek verecek olursak Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’in “radyo yayınları olmasa bu savaşı kazanamazdık.” dediği gibi hem siyasal iletişim hem de propaganda aracı olarak önemli bir role sahiptir. 1990’lardan sonra ise internet bu önemli bayrağı devralmıştır. Bilgiye erişim kolaylaşmış ve birebir iletişim daha rahat hale gelmiştir. Çünkü haberler bize göster- mek istediğini gösterir ama sosyal medya sayesinde haberin öznelerinden dinleyip ayrıca farklı bakış açılarını görebiliriz. Lider- lerin de kitlelerine ulaşmaları için kolay, mas- rafsız ve aracısız bir yöntemdir. Siyasiler so- syal medyayı aktif kullanmadan önce onlara ulaşmak için insanlar belli günleri bekler belki de uzun bir bürokrasi sürecinden geçmek zo- runda kalırdı. Ancak şimdi öyle mi, kendinizi ifade etmek bir tweetle tuşu kadar yakınınız- da.

Propaganda

Propanganda aslında çeşitli yollarla hitap edilen kitleden tutum ve davranış değişikliği- nin beklenmesidir. Kitleleri kısa sürede harekete geçirmeyi hedefler bu sebeple savaş dönemlerinde yoğun olarak kullanılır (Kılıç,2012). En eski propaganda biçimlerin- den biri reklamdır. Her ne kadar politik iletişim içerisine dahil değilmiş gibi görünse de seçim reklamları büyük bir gerçekliğimiz. Politik reklamlar sadece oy toplamayı hedeflemez hedef kitlesinin desteğini toplamak, kitlede politik farkındalık ve tutum geliştirmek gibi amaçları da vardır. Türkiye’ de ve dünyada seçim reklamları üzerinde yapılan bir araştır- mada Türkiye’de seçim reklamlarında kam- panyadan çok liderin ön planda olduğu gö- zlemlenmiştir. Avrupa’da ise durum oldukça farklı, liderlerden çok kampanyanın, vaatlerin ön planda olduğu seçim reklamları yapılıyor.

Türkiye’de iktidar ve en yakın muhalefet par- tisinin reklamları incelendiğinde konu odak- lı reklamlarla imge odaklı reklamların oranı

%30’a %70 gibi bir oran bulunmuştur (Gülay, 2010). Diğer bir araştırmada ise katılımcılara destekledikleri kişi başka bir partiden ol- saydı oy verip vermeyecekleri sorulmuştur.

Katılımcıların yüzde 70’i verirdim cevabını vermiş. Bu bize Türiye’de karizmatik liderliğin fazlaca tutulduğunu gösteriyor.

Berfin HANALP

(11)

Gündem belirleme

Gündemlerimizi gerçekten biz mi belirliy- oruz? Konuşacaklarımızı, tartışacaklarımızı biz mi seçiyoruz? Medya bilgi verirken han- gi konuların konuşulmaya değer olduğuna da karar verir. Neyi düşüneceğimizi seçer, ortaya koyar. Aslında medyanın gündeme getirdiği konular kadar yer vermediği konu- lar da önemlidir. Çünkü insanlar medyadan olayları öğrenmekle kalmaz ne kadar önem vereceğini de öğrenir (Lang ve Lang, 1981).

Diğer bir taraftan nasıl söylediği de önemlidir.

Yukarıda algı yönetiminden bahsettik medya algılarımızı nasıl yönetiyor, nesnel olabiliyor mu? Belki de nesnellikten çok gerçekliği nasıl algılamamıza sebep olduğunu konuşmak gerek. Hak odaklı haberciliği gerçekleştire- bilmek üzerinde durmak gerek. Örneğin yargılanan birinin suçu ispatlanmadan ağır sıfatlarla suçunun netleştirilmesi gibi ya da kadın cinayetlerinde asıl bakmamız gereken cinayet iken bize mağdurun kıyafetlerinden, failin yakınlığından söz etmesi gibi. Gündem oluşturma siyasette de önemli bir rol oy- nuyor ve bilinçli olmayan vatandaşı kolayca içine çekebiliyor. Türkiye’de bunun örnekleri- yle sık sık karşılaşıyoruz. Son zamanlarda konuşulan Ayasofya meselesi gibi. Gün- lerce sürdürülen bu tartışmanın aslında arka planında birçok ekonomik problemler vardı ancak bunları konuşmadık bile. Bizler Aya- sofya üzerine konuşurken kim bilir ne gelişm- eler yaşandı arka planda. İşte bu noktada gündem belirlemek önemlidir ve görüyoruz ki birileri konuşmamızı istediği olayları gün- dem yapıp bizlere sunuyor, belki de konuşu- lacak daha önemli meseleler varken biz ise sunulanı tercih ediyoruz.

Politik süreçlerde yüz yüze iletişim başlıca önem kaynağı olup ikincil yol ise medyadır.

Yüz yüze iletişim için tv programları, mit- ingler, halk ziyaretleri vb, buluşmalar örnek gösterilebilir. Ancak pandemiyle beraber birçoğunun gerçekleşmesinin zorlaşmasıyla işimiz biraz da medyaya kaldı. Bizim demey- elim de, siyasilerin işi medyaya kaldı hatta öyle bir hal aldı ki yana yakıla yenilikçi neler yapabileceklerini düşündüler. Sosyal medya platformu TikTok’ta yer alanlar, ve yine so- syal medya platformu Twitch’de yayın açan- lar, animasyon videoları paylaşanlar oldu.

Şüphesiz bu çabaların seçmende bir karşılığı vardır ancak araştırmalar gösteriyor ki seçim kampanyalarının etkisi çok büyük değil.

Genelde kararsız seçmeni etkiliyor. Türkiye’

de kararsız seçmenden çok, kararlı ve kut- uplaştırılmış seçmenin olduğunu varsayacak olursak kampanyalar pek de bir etki etmiyor.

İş yine sağlam duruşa ve etik siyasete kalıyor.

Kaynakça

EROĞLU B. Y (2006). Siyasal İletişimin Reklam Boyu- tuna İlişkin Kuramsal Bir İnceleme. İstanbul Üniversi- tesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2006(25), 169 - 180.

Kılıç, D. (2012). Medya kavramı ve toplum. H. İbrahim Gürcan (Edt.), Medya ve İletişim, 73-90.

Lang,G. E. and Lang, K. (1981). Watergate: An explo- ration of the agenda building process. In G. C. Wilhoit and H. Bock (Ed.), Mass communication review year- book 2. Newbury Park, CA: Sage.

SANDIKÇIOĞLU, Bilge; “Tarihsel Gelişim Süreci içinde Siyasal İletişim”, Siyasal İletişim, Ed. F. Uztuğ-Y.

Özgün, Anadolu Ün. Yay., No:2630, Eskişehir, 2012.

(12)

BİTMEYEN OHAL: VAN

Van’da 21 Kasım 2016’dan beri eylem ve etkinlikler her 15 günde bir vali- lik tarafından yasaklanıyor. Olağanüstü hal uygulamaları kentte ciddi bir korku iklimi yaratıyor. Basın açıklamaları, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı mu- halif kesim için engelleniyor. Yasakların hukiki olmadığını bir kenara bırakacak olursak, her kesimi de etkilemiyor. Örneğin ‘İdlib Mazlumlarına destek ve şehadet’

yürüyüşü adı altında yürüyüş yapılabilirken üstelik ohal eylem ve etkinlik yasağı açıklaması yapan valilik görevlileri de katılırken, diğer tüm muhalif kesimler için aynı durum geçerli olmuyor. OHAL uygulamalarını Van İHD Şube Başkanı Avukat Mehmet Karataş ve Gazeteci Oktay Candemir ile konuştuk.

OHAL’in tüm boyutlarını, Van halkı için neler ifade ettiğini ve hangi hak ihlallerine sebep olduğunu Van İHD Şube Başkanı Avukat Mehmet Karataş değerlendirdi.

Van’ da yıllardır süregelen OHAL uygulamaları için genel değer- lendirmenizi öğrenebilir miyiz?

Olağanüstü hal uygulamaları 2016’da yaşanan darbe girişimi için günün şartlarında belki hükümet için, devlet yöneticileri için elzemdi ancak sonraki süreçte bunu bir koz olarak kullanıp vatandaşların uluslararası sözleşmelerdeki ve Anayasadaki te- mel haklarının ihlaline neden oldu. OHAL kaldırılmış olmasına rağmen 3 yıldır OHAL uygulaması sürdürülmektedir. Uzatılmasına ilişkin düzenleme şu an me- cliste geçmiş olması gerekiyor (geçti). Bu durumda Türkiye taraf olduğu neredeyse bütün uluslararası sözleşmeleri ihlal etmektedir. Bu da kısmen anayasadaki temel hakların askıya alınmış olduğunu ve bu sürecin devam ettiğini göstermektedir.

Akıllara şu soru ister istemez geliyor: Neden Van? Van’ın konumundan dolayı özel pilot bölge olarak uygulandığını düşünüyoruz. Çünkü Van merkezi bir konum- da. Hakkari, Bitlis, Iğdır, Ağrı, Kars ve bütün bu damarlara etki eden bir bölgedir.

Örneğin, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı engellendiğinde diğer bütün illerin de sesinin ve soluğunun da kesilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle Van özelinde bu uygulama sürmektedir. Bölgesel konumundan kaynaklanmak- tadır.

Günlük hayatta OHAL uygulamaları vatandaşları hangi boyutta etkili- yor, ne gibi hak ihlallerine sebep oluyor ?

Van’ın üzerinde bu OHAL’in uygulanması en ağır barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını etkiliyor. Yani bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşme- si’nin 11. maddesinde düzenlenmiş ve demokratik toplumda kanunen temel hak- lar arasında yer alan 10. madde olan ifade özgürlüğü ile birlikte düzenlenmiştir.

Birbiri ile bağlantılı düzenlenen bu iki hak demokratik toplumun temelini oluştur- maktadır. Yani toplanma ve gösteri yapma hakkının güvence altına alınmadığı bir ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Genel itibariyle Türkiye ve Van’da artık demokrasiden, demokratik toplumdan bahsetmek mümkün değildir.

Berfin HANALP

OHAL öncesinde Van nasıldı ve şimdi nasıl, kentte ne gibi değişiklikler oldu ? 2016 öncesinde vatandaşlar, politikacıların, ülkeyi yönetenlerin davranışlarını eleştirebili- yordu. Ülkede uygulanan politik uygulamaların üzerinde etkide bulunabiliyordu. Bunları dile getirme imkanına sahipti. Öncesinde örneğin çok rahatlıkla barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabiliyordu. Buna ilişkin önerilerini dile getirebiliyorlardı, basın açıklaması yapabiliyorlardı. Ancak 2016’dan bu yana hiçbir şekilde muhalif kesim, özellikle bunun al- tını çizmek gerekiyor muhalif kesim hiçbir şekilde bırakın barışçıl olmasını ya da yasa ile korunmuş olmasını hiçbir şekilde sokağa çıkamamaktadır, basın açıklaması yapamamak- tadır. Yani somut olarak gerçekleşen durum budur, demokrasiyi işlevsiz hale getirmiştir, demokratik toplumu ortadan kaldırmıştır. Özeleştiri verebiliriz, toplum olarak zaten Van’da bu süreç kabul görmüş bir haldedir. Kurumlar bu noktada yeterince üzerine düşeni yapma- maktadır. Sadece Örneğin Halkların Demokratik Partisi yasağı delmeye çalışmaktadır. Diğer kurum ve kuruluşlar bu noktada bir kabullenmeye gitmektedir. Hatta öyle bir hale bürün- müştür ki buna ilişkin örneğin pratik olarak Van Barosu’nun açmış olduğu davalar var an- cak mahkeme, idarenin almış olduğu kararların ölçülü olduğu gerekçesiyle seri bir şekilde reddediyor, demokratik toplumun gerekliliklerine uygun olduğunu dile getiriyor. Van’da açık cezaevinde yaşanmaktadır şu an. Bu özel OHAL süreci kamu güvenliğinin ihlal edildiği ger- ekçesiyle uygulanıyor. Ancak AİHM’in kararları incelendiğinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, bunun içerisinde basın açıklaması, çadır açma vb. bulunmaktadır. Bunların hepsi bu hak kapsamındadır. Yasayla engellenmiş olması dahi bu hakka müdahaleyi gerektirmez, barışçıl olması yeterlidir, çünkü temel haktır. Bunlar izne bağlansa bile bu izinlerin verilmesi uzun sürelere, uzun bir bürokrasi, evrak getirmek ve götürmek işlerine bağlanmaktadır. Bu süreçte halkın ülkeyi yönetenlerin davranış eleştirme, onların projelerine etki etme, dahil olma sürecini sekteye uğratmaktadır.

29.12.2008 tarihi itibariyle on altı yaş içerisinde bulunan ve bu tarihte evinden kaçarak bir süre 2016’dan beri Van’ da uygulanan OHAL’in basını nasıl etkilediğini Bölücü Görücü Hikayeler kitabının yazarı Gazeteci Oktay Candemir , kendi deneyimleriyle değer- lendirdi.

15 Temmuz’da meydana gelen gelişmelerin ardından 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi. Tabii o dönem tüm gazeteler kapatıldı. Muhalif televizyonlar, gazeteler birçok yayın kuruluşunun ardından sivil toplum örgütleri, dernekler her şey ama her şey kapatıldı. Tam bu kapatılma ile birlikte birçok gazeteci işsiz kaldı, çalışamaz hale geldi. Birçok insan da OHAL koşullarının yarattığı psikolojik etkiden olumsuz etkilenerek açıkça belirtmek gerekir ki köşesine çekildi, adeta haberciliği bıraktı. O dönem çok iyi hatırlıyorum bir habere gitmiştim. Mesela 10 tane polis kamerası vardı, gazeteci olarak HDP’nin açıklamasını sadece ben izliyordum. Hatta polis- ler beni ite ite bir kenara atmışlardı. HDP milletvekili şöyle bir şey söylemişti: Maalesef bura- dan medya mensupları yok, emniyet medyası mensupları, emniyet mensupları var. Açıklama basına ve kamuoyuna değil, emniyete şeklinde başlayan bir espri bile yapmıştır. Tabii zaman içerisinde bunun bana olan yansımaları daha da arttı. Önce ufak ufak tehditler başladı sonra sokakta darp etmeye başladılar, sonra gözaltına almaya başladılar. Davalar açıldı, sonra gidip haber yaptığım kişileri bir şekilde bulup Oktay Can Demir’e röportaj vermeyin, işte güya ben gazeteci değilmişim, amacım şuymuş falan gibi baskılarla karşılaştım. Tabii her şeye yaramasa da gazeteciliği yaptım. Çünkü zaten gazetecilikte öyle bir şeydir, asıl yapmanız gereken dönem, bu tür dönemlerdir. Ben ve birçok gazeteci arkadaşım 2016-2018 döneminde bence bu işi yaptı.

En küçük bir bütünden geri adım atmadık, tüm zorluklara rağmen o dönem gazetecilik yaptık, öbür gün de devam ediyoruz. Yani aynı şey olursa yine gazeteciliğimizi yapacağız. Üzerimde olumsuz bir etkisi mi var hayır, bunu çok söylemem ama bana daha çok mesleğimi sevdirdi yaşadıklarım, daha çok yazma ihtiyacını doğurdu, daha çok anı biriktirdim. Zaman içerisinde zaten Bölücü Görücü hikayeler kitabını yazdım. Umarım gelecek yıl yeni kitapta o döneme dair yeni bir çalışmam olacak. O dönemi biraz daha hikaye ve roman diliyle anlatmaya çalışacağım.

(13)

İfade Özgürlüğünün Tanımı, Sınırları ve

İfade Özgürlüğü Üzerine Birtakım Mülahazalar

“Bir kişi hariç bütün insanlık aynı görüşte olsa, tek bir kişi karşı görüşte olsa, insanlığın o kişiyi susturma hakkı, o kişinin gücü yetse insanlığı susturma hakkından fazla değildir.”

(Mill, Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine, 2019) İfade özgürlüğü kavramı kişinin kendini gerçekleştirmesi, kamunun eleştirisine olanak sağlaması, fikirlerin monotonlaşmaması ve herkesin aynı düşünmemesi adına çoğulcu bir anlayışa ve demokrasiye hizmet eden bir kavramdır. “En geniş anlamda ifade özgürlüğü bir düşünce, inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçı yoldan açığa vurulmasının (izharının) veya dış dünyada ifade edilmesinin serbest olması demektir.” (Erdoğan, 2018).

İfade özgürlüğünü tam olarak anlamamız için uluslararası ve ulusal kaynaklarda nasıl düzenlendiğini incelememiz gerekir. İfade özgürlüğünün düzenlendiği uluslararası hukuk kaynaklarını İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (UDHR), Uluslararası Medeni ve Siyasi Hak- lar Sözleşmesi (ICCPR), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (ECHR) sıralarken ülkemizde de bu hakkın Anayasa ile güvence altına alındığını görüyoruz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 19. maddesi, bu hakkın herhangi bir medya ağında herhangi bir sınıra tabi olmadan haber araştırma, alma ve vermeyi de kapsayacağını düzenlemiştir. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 10’da “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makam- larının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar.” şeklinde ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m. 19 ise “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak bir kimsenin ülke hudutlarıyla sınırlanmaksızın sözlü, yazılı veya basılı veya sanatsal ürün şeklinde veya kendi tercih ettiği başka bir iletişim vasıtasıyla her türlü bilgi ve düşünceyi arama, edinme ve ulaştırma özgürlüğünü de içerir.” ifadeleriyle ifade özgürlüğünü düzenlemiştir. Anayasa’da ise bu hak m. 25-26 ile düzenlenmiştir.

Bu metinleri incelediğimizde ifade özgürlüğünün bir hak olarak düzenlendiğini ve bu hakkın bazı taraflara yükümlülükler getirdiğini görüyoruz. Böylece bu metinler ifade özgürlüğünü yalnızca tanımlamış olmakla kalmayıp aynı zamanda devletler ve şahıslar bazında bazı so- rumluluklar yaratmıştır. Bu bağlamda, bu metinlerden doğan pozitif yükümlülüklere örnek olarak, devletlerin, vatandaşlarının ifade özgürlüğünden doğan haklarını tesis etmesi ve bu hakkın korunması için önlemler alması gerekmektedir. Bununla birlikte kişilerin veya dev- letin, kişi veya kişilerin ifade özgürlüğüne halel getirecek aksiyonlarda bulunmaması gerek- mektedir ki bu da bir negatif yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır.

İfade özgürlüğü mutlak bir hak değildir zira bu konuda hem yukarıda saydığım kaynaklarda hem de çeşitli mahkeme kararlarında ifade özgürlüğünün sınırlarına ilişkin farklı görüşlere denk gelmekteyiz. Örneğin, ECHR m.19, 3 1 ile aynı maddenin bir önceki fıkrasında düzenlen- miş olan ifade özgürlüğünün sınırları sayılmıştır. Yine Amerika Yüksek Mahkemesi tarafın- dan kabul edilen bir görüşe göre ifade özgürlüğünün ‘açık’ ve ‘mevcut’ bir tehlike bulunması hâlinde sınırlanabileceğidir. Bu ölçütlerle ilgili olarak ‘açık’ tehlike derken tehlikenin şüph- eye mahal vermeyecek şekilde ortada olması demektir, ‘mevcut’ olması ise kullanılan ke- limelerin kesine yakın zarar yaratma ihtimali olarak anlaşılmalıdır (Ustabulut, 2017). Türk Anayasası’nda ise m.26, 2 ile ifade özgürlüğünün sınırları sayılmıştır. Bunlar ve benzeri düzenlemelerle ifade özgürlüğünün sınırlanması konusunda dikkate alınması gereken hu- sus, bu sınırlamaların yapılmasının arkasındaki birincil sebep hakların dengesinin sağlan- masına çalışılmasıdır. Yani ifade özgürlüğünün sınırlanması yine kanundan, düzenlemeden doğan bir hakkın güvence altına alınması veya hakların dengesinin sağlanmak istenmesi durumunda meydana geliyor. Bu hakların dengesinin sağlanmasında gözetilmesi gereken nokta ise, hukukun sınırlamak için değil olsa olsa özgürlüğün korunması ve genişletilme- si için var olduğu düşüncesidir. Bu düşünceye göre kanunlar olmadan özgürlüklerin sağla- namayacak ve kanunlar aracılığıyla başkalarının keyfi isteklerinin [arbitrary will] boyun- duruğundan kaçınılıp herkesin kendi iradesini yaşamakta serbest olması sağlanacaktır (Locke, 1980). Dolayısıyla bu haklar arasındaki denge gözetilirken özgürlüklerin korunması yönünde yorumlanması gerekmektedir. Zaten yukarıda bahsi geçen hiçbir düzenlemede if- ade özgürlüğünün keyfi olarak sınırlandırılabilmesi mümkün kılınmadığı gibi özgürlükçü bir yaklaşım sergilendiğini görüyoruz. Bu noktada, bu düzenlemelerin uygulanması sırasında çeşitli haklar arasındaki dengenin bahsettiğimiz perspektif doğrultusunda sağlanması ile bir toplumun demokratik temellerinin güvenle korunacağı yönünde bir argüman üretebiliriz.

1“Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokra- tik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

Muhammed Ali TOSUN

(14)

İfade özgürlüğünün sınırlanması dediğimizde akla gelen ilk meselelerden birisi de ofansif mizahın bu kapsamda sınırlandırılmasının mümkün olup olmadığıdır. Bunun için kısa bir şekilde ofansif mizahın tanımını yapmak lazım gelir. “Ofansif mizah, kutsalları, dog- maları, hakim gücü veya tabuları hedef alan ağır şakalardır ve amacı bu konular hakkında, kişileri düşünmeye sevk etmektir. Dolayısıyla bu mizahta insanları ‘rahatsız edebilecek’ un- surlar fazlasıyla bulunmaktadır.” (Ceylan, 2021). Yani, ofansif mizahın güldürmek amacından çok düşünmeye sevk etmek amacı güden bir sanat türü olduğunu söyleyebiliriz. Ofansif mizahın bir sanat eseri olduğunu göz önüne alarak, Mustafa İnan Ceylan’ın da dediği gibi, bu durumda bir sanat eseri olduğu için ofansif mizah açısından mutlak bir ifade özgürlüğü bulunur mu deriz yoksa bu mizahın içeriğine, hangi koşullarda ve ne zaman yapıldığına, mizah yapan kişinin kim olduğuna, kişinin hangi etnik kökene ve dine mensup olduğu gibi muhtelif unsurlara bakarak mı bunun değerlendirmesini yapmalıyız, sorusu ortaya çıkacak- tır (2021). Bu durumda, bir sanat eseri olarak değerlendirilse bile ofansif mizahın mutlak bir ifade özgürlüğüne tabi olmayacağını düşünmek gerekir çünkü sanat eserleri toplum üze- rinde oldukça etkili olabilen ve bazen kitleleri harekete geçirebilen bir konuma gelebilme- ktedir ve bunun zaman zaman olumsuz sonuçlar doğurabileceği düşünülebilir. Bu neden- le, mutlak bir ifade özgürlüğü kapsamında ele alınmaması yönündeki görüş ağır bassa da yine de ofansif mizaha, ifade özgürlüğünün sınırlanması konusunda yukarıda bahsettiğimiz esaslar doğrultusunda yaklaşılmalı ve böylelikle, kimliği fark etmeksizin kişi veya kişilerin keyfi doğrultusunda ofansif mizah engellenmemelidir. Zira sanat eserleri bir toplumun sesi, bazen isyanı, bazen serzenişi olarak karşımıza çıkar. Buna binaen, sanatın engellenmeye çalışılmasında bir fayda olmayacağı gibi toplum açısından pek çeşitli zararlar doğurabileceği düşüncesiyle hareket edilmelidir.

Bu noktada, ifade özgürlüğünün faydalarını -veya faydacı bir yaklaşımla düşünmezsek if- ade özgürlüğüne ilişkin çeşitli yaklaşımları- ele almak istiyorum. Mustafa Erdoğan’ın ifade özgürlüğünün gerekçeleri başlığı altında ele aldığı -kimisi bu gerekçeleri pragmatist bir bakış açısıyla ifade özgürlüğünün faydaları olarak görmekte kimisi de bu gerekçeleri ifade özgürlüğünden doğan hakların varlığı için birer neden olarak saymaktadır bu alt başlıklara bakarsak, öncelikli olarak demokrasi ve ifade özgürlüğü arasındaki bağın ele alındığını görüyoruz. Bu kısımda, ifade özgürlüğünün bir toplumda kanaat oluşumunu ve kamusal tartışmanın var olmasını sağladığından ve bunun demokratik amaçların gerçekleşmesi için vazgeçilmez olduğundan bahsediliyor (2001). Demek ki ifade özgürlüğü, kamunun faydası- na olan şeylerin tartışılmasına imkan sağlıyor, eleştiri ve sorgulama yoluyla demokratik toplumun gereklerinin yerine getirilmesinde büyük rol oynuyor. Bir diğer gerekçe ise, ifade özgürlüğünün kişinin kendini gerçekleştirmesine imkan sağlamasıdır (2001).

Zira, birisinin kendini ifade etmedeki serbestiyeti o kişinin kendisini ifadelerde bul- masının mümkün hale gelmesine önayak olur. Bir diğer görüş ise zannımca ifade özgürlüğünün topluma getirisinden bahsetmektedir, buna göre fikirlerin serbestçe yayılması ile bu fikirlerin kendiliğinden çatışmasının gerçekleşeceği ve bunun sonucunda yanlış, gerçeği yansıtmayan fikirlerin silinip gitmesi ve doğruların ortaya çıkması mümkün olacaktır (2001), dolayısıyla hakikate ulaşılmış olacaktır. Ters mantıkla ise ifadenin yasaklanması bu ifadenin doğru veya yanlış olarak nitelendirilebilmesi için diğer fikirlerle çatışmasını engelleyecektir. Bu sebeple yasaklamak ancak bu ifadenin sahibi olan taraf için kendini muhafaza etmesi ve bazen de bu fikir yanlış ise bile yasaklanması ile bu fikir o ifade, görüş sahibi için bu fikri cazibedar hale getirecektir ve sonuç olarak da hakedilmeyen bir itibar bu fikre kazandırmış olunur.

Son olarak, fikirlerin ifadesini yasaklamanın baskıcı bir ortam oluşturacağı kaçınılmaz bir gerçektir ve bu nedenle bir balonu sıktıkça gazların sıkışması ve en sonunda balonun patla- masını açıkladığımız basit bir fizik kuralının vücut bulması gibi ifadelerin baskılanmasıyla da bir yerde patlak vermesi kuvvetle muhtemeldir.

Sonuç olarak, yazıda bahsettiğim hususlar doğrultusunda anlıyoruz ki, ifade özgürlüğünün tesisi bir lüks değildir ve hatta hem devletler hem şahıslar hem de toplum için elzemdir.

İfade özgürlüğünün bir hak olarak tanınmaması veya kişilerin keyfi doğrultusunda bu ka- vramın ruhuna ters aksiyonlarda bulunulması toplumun kangren olması gibi bir sonuç doğuracaktır.

Kaynakça

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Haziran 1, 2010).

Ceylan, M. İ. (2021). İfade Özgürlüğü, Ofansif Mizah ve Türkiye’de İfade Özgürlüğü. Academia.

https://www.academia.edu/44411938/%C4%B0fade_%C3%96zg%C3%BCrl%C3%BC%C4 %9F%C3%BC_

Ofansif_Mizah_ve_T%C3%BCrkiyede_%C4%B0fade_%C3%96zg%C3%B Crl%C3%BC%C4%9F%C3%BC Erdoğan, M. (2001). Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif. Liberal

Düşünce Dergisi, 24, 8-13.

Erdoğan, P. D. (2018). İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku. Ankara: Hukuk Yayınları. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. (1948). Birleşmiş Milletler.

Locke, J. (1980). Second treatise of government (C. B. Macpherson, Ed.). Hackett Publishing.

Mill, J. S. (2019). Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine. (C. Akaş, Çev.) İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi. (1966). Birleşmiş Milletler.

Ustabulut, B., İfade Özgürlüğünde Açık ve Mevcut Tehlike, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Der- gisi, 8(16), 27-59

Referanslar

Benzer Belgeler

Sultan Abdülaziz dönemi için bakınız, Ahmed Cevdet Paşa, Ma’ruzat, (Yayına Hazırlayan: Yusuf Halaçoğlu), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1980; Enver Ziya Karal,

KDV mükellefleri tarafından, 5018 sayılı Kanuna ekli cetveller kapsamındaki idare, kurum ve kuruluşlar, kanunla kurulan kamu kurum ve kuruluşları, döner sermayeli

Alman Polis Kanunlarında “gewahrsam (muhafaza altına alma)” olarak ifade edilen bu kavram, mevzuatta yerleşmiş kavramlarla karışmaması için kontrol altına alma şeklinde

5S, Üretkenliği Artırır: Gereksiz ögelerin kaldırılmasıyla daha verimli çalışma alanı oluşturur, gereksiz ögeleri aramak için daha az zaman harcanmasını ve

Emekli olmadan önce, varsa diğer hesaplarınızı birleştirmeyi istemeniz durumunda, birleştirilmesini tercih ettiğiniz sözleşmelere ilişkin hesaplarınızı

AYLIK BÜLTENİ..

Bizim için önemli olan þudur: Üç ay- larýn ilk cuma gecesi olan bu gece, Allah’a çokça yalvar- mak, yakarmak, dua etmek ve af dilemek için bir vesile- dir ve bir

İster boya, solvent, astar, yapıştırıcı ve kimya- sallar, yüksek veya düşük viskoziteli, sıvı ya da katı madde olsun Oltrogge her türlü materyal ve uygulama için en