• Sonuç bulunamadı

celâl esat hoca

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "celâl esat hoca"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KAYBETTİKLERİMİZ :

celâl esat

hoca

Yazan : Prof. Behçet ÜNSAL

1875 — 1971 Onun hayata gözlerini kapaması ile,

memleket, benzeri bir daha gelmeyecek olan bir evlâdından mahrum kaldı.

C. Esad yapılmıyacak şeyleri yaptı, yazdı, çizdi, dolaştı, konuştu, eğlendi, mü-cadele etti, sıkıldı amma iyi yaşadı. Hülâ-sa her Hülâ-san'atı bilirdi fakat en iyi anladığı yaşamak san'atı idi. Hocalığı, yazarlığı, san'atçılığı bir iş olarak yapıyordu. Evvelâ, canına, sonra malına ve keyfine bakar son-ra bir işe koyulurdu.

Bu iş Kadıköyünde Belediye Müdür-lüğü de olurdu veya Halkevi reisliği de olurdu ya da resim, müzik, tiyatro ve san'-at tarihçiliği de olurdu. Bütün bunlar ya-şamasının harçlığı idi. Ve gelirini sonuna kadar harcardı. Meselâ Tünelbaşmdaki

kü-tüphanelerden kitaplarının bedeJini top-lar, bizlerle Degüstasyon'da yer içer, geri-ye 100.— lirası kaldı ise, onunla da bir taksiye biner, arabalı vapurla karşıya ge-çerek Kadıköyündeki evinin kapısı önünde inerdi. Ve canına kıyacağına malına kı-yardı. Meşrutiyet yıllarında istanbul'a ge-len Viyana Opereti trupunun artistlerini evinde barındırırken sobasına atacak odu-nu olmadığı zaman, evinin kapılarım söküp yaktığını anlatmıştı bizlere, öylesine vazi-yete intibak kabiliyeti vardı ki, soyadları alındığı tarihlerdeki Türkçeciliğe kendini

vermiş o zaman san'ata AR denilmişti o da ARSEVEN olmuştu. Fakat 30 sene son-rasında ben onu san'at karşılığı olarak de-ğil dürüstlük ve hicab karşılığı olarak al-mıştım diyebiliyordu. Gerçekten asıl ka-rakterinden birisi de mahviyet sahibi, al-çak gönüllü oluşu idi. Cumhuriyetin ilk Maarif Vekillerinden arkadaşı Hamdullah Suphi ona Sanayii-Nefise (G.S.A.) mimarî tarihi hocalığını teklif ettiği zaman «Ben bunu nasıl yaparım, bildiğim bir şey de-ğil.» diye karşılamış; fakat «yine en iyi sen bilirsin ve yaparsın» denilerek tâyini (1924) çıkarılmıştı. İşte, bizim nesil onu 1928— 1930 yılında G.S.A. mimarî tarihi hocalı-ğında buldu. Bize Akademinin birinci, ikin-ci sınıflarında gösterilen dersler arasında üç tanesi doğrudan doğruya san'atın ken-disini kapsıyordu. Bunlardan birincisi san'a-tın felsefesine aitti bediiyat e s t e t i k'i Ahmet Haşim veriyordu, san'at tarihine Vahit ve mimarî tarihine Celâl Esad beyler geliyordu. Bu üç hocadan biz-lere en yakın C. Esad geliyordu. Zi-ra, mimarînin ne olduğunu, ne olmadı-ğını, dilini bize açıklayan o idi. Hele ba-zen tarihin sıralama devirlerini atlayarak, sık sık modern mimarîden söz açması, millî mimarî adına yapılan denemelerin moder-nizme ters düşen taraflarım açıklaması

bi-zi çok etkilerdi. Bir de, mimarî terimlerde daima Fransızca kelimeler kullanması dik-katimize çarpardı. Garip değil mi, bu ho-şumuza da giderdi.

Meselâ kül yerine e n s e m b 1 e di-yor, seciyyc veya farika'yı beğenmiyor c a r a c t e r e diyordu ve açıklama yapa-rak kayapa-rakter deyince anlıyacağımız şey eserde bariz bir şahsiyet i n d i v i d u a -1 i t e bulunmasıdır derken bile şahsiyet kelimesinin fransızcasını birlikte kullanıyor-du. Velhasıl, s y m e t r i e diyor, o r d r e veya o r d o n n a n c e diyor, h a r m o -n i e diyor, p r o p o r t i o -n ... diyor so-n- son-ra tenazur, nizam, ahenk nisbet diyordu; amma tutturamıyordu. Mimarlık hayatı-mızda, meselâ bu son saydıklarımızın yal-nız fransızcalan lisanımıza yerleşmiş, kar-şılıkları ise muhtelif sebeplerle dilimizde tu-tunamamış, yerine daha, türkçeleri de ko-nulamamıştır. İşte bu gerekle C. Esad bize fransızcadan türkçeye bir san'at kamusu kazandırttı. (1).

Daha sonra mimarlık kütüphanemize fransızcadan başka eserler de aktarıyordu. Şehir MİMARİSİ veya ŞEHİRLERİ İN-ŞA ETMEK SAN'ATI (2) ve ŞEHİRCİLİK (urbanizm) gibi (3). C. Esad iyi bir ak-tarmacı idi; sadece bir çevirici değildi. Ni-tekim SAN'AT KAMUSU sonuna ayrıca bina ve yapı (istilâh) terimlerini de kat-mıştı. Ayrıca kitaplarında daha önce ele aldığı yalnız dilimize has bu terimlerin çapı küçük bir cild olan kamus hacmine göre idi. Ama, o zamandan beri bu konu müs-takilen ele alınmış da değildir. Bu konuyu son zamanda bir meslekdaşımızın geniş şe-kilde ele aldığını memnunlukla görmekte-yiz. (4) Sonradan C. Esad'ın bu SAN'AT KAMUSU ve türkçe terimler neşriyatın-dan 35 fasikül ile bir SAN'AT ANSİKLO-PEDİSİ doğdu. Bu onun hârika eseri ve türk san'at kültürüne bir armağanı oldu. Bu eserini son eşi Leman ARSEVEN (1943) tertiplemişti. C. Esad Kadıköy halkevi baş-kanı iken Leman hanim onun kütüphane memuru, sonra da, zevcesi olmuştu. Bir gün ansiklopedisinin müsveddelerini onun masası üzerine bırakan Celâl "bey «işte si-ze nişan hediyem» diyerek evlilik teklifinin ilk adımını böylece atmıştı.

(2)

iyi bir yazar idi. Sonradan yağlı boya re-sim de yapmaya başladı. Hocası Celâl bey onun resim hocası da olmuştu. İşte SAN'AT ANSIKLOPEDİSÎ'nin ön sözünde yardı-mına teşekkür ettiği zevcesi bu hanımdır.

Eski yayınlarından faydalanarak üstad bu defa türkçe terimlerin fransızca karşılıkla-rını bulmayı 'denemiştir. En çok tesirinde kaldığı iki fransızca eseri (5) tarıyarak bu sefer türkçe ve fransızca SAN'AT ANS1K-LOPEDl'sini vücuda getirmiştir. Zaten rah-metli her zaman şöyle derdi : umumiyetle ben, fransızca tasarlar, türkçe yazarım. Bunda büyük başarı sahibi idi. Bu dev

ese-rinde belli olmaktadır. Fakat bütün isteğine rağmen dava yine olduğu yerde durmakta-dır. Dâva ne idi, ansiklopedinin önsözüne bakalım «Türkçe ve yabancı dilden gelme terimleri çeşitli ve yanlış anlamda kullanı-yorlar. Nevileri ayıran ve teferruata ait mâ-naları ifade eden terimleri de kimse bilmi-yordu. Mevcut lûgatlardaki tarihlerle de san'at edebiyatının gelişmesine imkân yok-tu. Meselâ lügatlerimizde pendentif karşı-lığı dört duvar üstüne bindirilen kubbele-rin köşelerde taşan kısımları altına müsel-lesi şekilde yapılan kemerler gibi uzun ve yanlış tariflere tesadüf olunuyor ve bu ta-birler bir terim olmadıkları için onların fransızcalannı kullanmak mecburiyeti ha-sıl oluyordu, (gerçekten biz mimarlar bu-gün pandantif diyoruz. Ustaların arslan göğsü dediklerini duydum. Celâl ve Vahit beyler evvelce âlîka demişlerdi. C. Esad sonraları bingi diyordu, hulâsa, herkes baş-ka deyim kullanıyor ve Celâl beyin kub-beleri tutan köşelerine müsellesi tonozlar tarifi dahi hem anlamsız hem de, fransız-ca'dan çevirme gibi geldi bana). Arapça ve farsça kelimeleri bünyesinden atmak iste-yen türkçe, bu sefer de lisana daha yaban-cı diller akınına uğradı. Amma nakış, p e-i n t u r e veya m a 1 e r e e-i olamazdı. Çün-kü nakış şimdi başka bir manâda kullanıl-maktadır, renkli tezyinat demektir. (Nite-kim mimarlar kalem işi nakış diyorlar, tez-yinat yani süsleme d e c o r a t i o n karşı-lığı kullanılmaktadır. Bunun yerinde bazı yeni san'at tarihçileri sadece dekor diyor-lar. Bu olamaz. Dekor türkçede başka ma-nâda ve safhada kullanılıyor).

Yine böyle karşılığım bulamadığımız için fransızcadan alarak kullanmakta oldu-ğumuz bir de o r n e m e n t — orneman sözü vardır. Her orneman tezyinat olmıya-bilir. Buna bezeme diyebiliriz. Bezeme hem de tezyinat manâsını da ihtiva eder.» diyor üstadımız. Görüldüğü gibi, dava halâ ol-duğu yerde durmaktadır ve çözümü için C. Esad gibi araştırıcıların çoğalmasını beklemek ve bunların bir araya gelerek bi-limsel bir kurul içinde çalışmalarını sağla-mak gereklidir. Rahmetli hoca kendisine düşeni fazlasile yapmıştır.

SAN'AT ANSİKLOPEDİSİ misali C. Esad bir yazısını bir kitapçığını çığ gibi büyüterek büyük eserler çıkarıyordu. İşte,

bunlardan biri de, TÜRK SAN'ATI TA-RİHİ (1200 sahifa)dır. İlk fasiküUi 1952 de yayınlandı, 1972 de 14 fasikül ile du-rakladı, kitabın süsleme bölümü çıkamadı, yarım kaldı. Yazık oldu.

Bu eserin anası TÜRK SAN'ATI (1928) kitabıdır ki, sonradan L'ART TURC oldu. O da daha önce yazdıklarından, hat-tâ konuştuklarından bir araya toplanarak vücuda gelmişti. Bu kitapta da rastladığı-mız bizi çok ilgilendirmiş konuşmalarından biri de millî ve modern Türk mimarîsi ko-nusu idi: «Bugün bir bina yapacağımız va-kit Türk üslûbunda olmasını istemekle be-raber, ne istediğimizi pek bilmiyoruz. Pcş-te'de hayvanat bahçesinde filleri koymak için Şark üslûbunda bir bina yapılmıştı. Bunun bir kubbesi, iki de minaremsi kule-si vardı: Bu kubbenin altında iki fil dola-şır dururdu. Bu garip Avrupalı görüşü bi-ze bile sirayet etti. Türbeye benbi-zer oda-lar, çiniye benzer halılar yapıyoruz. Cep-helere çini kaplı kemerler koymakla millî mimarî yaptığımıza inanıyoruz. Bu yüz se-neden beri devam eden bir felâkettir. Bu-gün artık şehrimiz çirkin, evlerimiz çirkin, eşyamız çirkin, velhasıl bütün çirkinliklerle muhatız. Bu hastalığın sebepleri oldukça derindedir. Terbiyede, san'at lâzım gelen mevkii işgal etmiyor. Sultan Ahmet çeş-mesi bir tahin helvacı dükkânı kadar na-zarları çekmiyor. Âsarı mimariyemizin hiç bir millete nâsıb olmıyan bedîi hazineleri karşısmda esneyip duruyor ve uyuyoruz. Bunlardaki esrarı san'atı, düsturları ve bü-tün geçmiş asırların ruhunu tetkika vakit bulamayan mimarlarımız sipariş üzerine millî san'at yapmaya kalktıkları vakit, se-billerin, mezar taşlarının, çinilerin, tezkip-lerin üzertezkip-lerinden topladıkları teferruatı bakla falı açar gibi resim tahtasının üstüne atıyor ve millî mimarîde bir teceddüt dev-ri vücuda getirdikledev-rine kani oluyorlar. Halbuki bugünkü binaların bugünkü ihtiya-cata ve bugünkü inşa usulu (teknik) ne uy-gun olması zaruridir. San'atda asra uyan bir teceddüt lâzımdır. Fakat bu teceddüte il-mî yollardan gidilmek icab eder. Evvele-mirde eski âsarı mimariyemizi tetkik ve her devrin uslûbunu, hususiyetlerini, tarzı inşasını, unsurlarının menşeilerini, istihale-lerini ve her nevi binaya göre müstamel olan tezyinatı ve bütün ruhu ile tarihî mi-marîmizi meydana çıkarmak mecburiyetin-deyiz. O zamana kadar âlem şümul güzel-likte binalar yapmasını bilen mimarlar ye-tiştirmeliyiz. Biz evvelâ güzel bina yapma-sını öğrenelim, millî mimarî kendiliğinden doğar.»

Bu fikirleri bugünde benimseyebiliriz. Aslında hocanın söyledikleri meşrutiyet devrine ve Cumhuriyetin ilk yıllarına ait-ti. Ve neo-Ottoman mimarînin yerine Cum-huriyetin beşinci yılından itibaren modern mimarî Ankara'ya yeni bir çehre getirecek idi. Genç mimarlarımız bu harekete katıl-mak istediler, MİMAR adlı dergi'yi

kur-dular (Ocak — 1931). O tarihte C. Esad da biz talebelerinin takdir ve hayranlıkla dinlediğimiz modern mimarî prensiplerine dair konuşmalarını kapsayan YENİ Mİ-MARİ adlı kitabını yayınlıyorduk. Bu ki-tapta biraz da Türkiyeden, Prof. Egli'nin eserlerinden, örnekler verilmişti. Bunu bir fransız mimarı olan A. Lurçat'nin, A r c -h i t e c t u r e adlı kitabından aktardığını işte bu MİMAR (ARKİTEKT) dergisinden öğrenmişdik.

Kitabın bu tutumu ile Sanayii Nefise mektebi ve G.S. Akademisi tedrisatı hak-kındaki sahifalan zamanın genç Türk mimarları arasında tepki ile karşılanmıştı (6). Fakat günümüzün mimarî sorunları bu kitabın içinde idi. C. Esad modern mi-mariye varan doğru yolu, batıda mimari-nin nereye yöneldiğini göstermek istemiş-ti (7).

Dünya değişmişti, toplum değişmişti, yeni bir hayat görüşü başlamıştı. C. Esad her € v o 1 u t i o n bir revolution doğurur diyordu.

O, mimaride bu kadar modernist idi: fakat resimde öyle değildi. E.G. BENI-TO'dan YENİ RESİM hakkında adlı çe-viriyi yapması da (1947) bunu göstermi-yor mu. Evinde modern resim bulundur-mazdı. Yalnız Zeki Faik Izer'den bir guaş duvarında asılı dururdu. Ve ondan daima yeni resim üzerinde aydınlatılmasını is-terdi. Celâl bey yağlı boya resim de ya-pardı. Fakat iyi bir desinatör ve maharetli bir sulu boya ressamı A q u a r e l l i s t e idi. Moda kulübü ile Resim ve Heykel Mü-zesinde sulu boya peyzajları vardır. Şimdi biz onun büyük eseri TÜRK SAN'ATI TA-RİHİNE dönelim ve onun etkisine baka-lım. Bu hususta etraflı bir açıklama yazı-sında D. KUBAN C. Esad'in Türk san'atı için ortaya koyduğu fikirlerin ana hatlarını belirtmektedir (8).

Yazı şöyle bitiyor «Arseven'in yorul-mak bilmez bir vulgarisateur olarak Türk san'atmın tanımlanmasında büyük hizmeti olmuştur. Eserlerinde metod açısından sağ-lam olmayan genellemeler vardır. Fakat karşılaştırmalar yapmak için topladığı ve-riler bugün bile bu alanda çalışanların is-tifade edecekleri zenginliktedir.»

O Türk san'atımn uzak geçmişine ve bozkırlarına bakıyor ve o sıralarda tek tu-tunan Viyana mektebinin animal stil ve çadır teorisini kaynak alıyordu. Bir de, bu bölgelerin islâm öncesi Budist mimarisinin tesirlerini de hesaba katmalı idi. Bunun gi-bi islâm öncesi Sasanî yapı ve plan tekni-ğinin tesirine değiniliyordu. Amma daha Selçuk'lu ve Gazneli sivil mimarisindeki çapraz eyvanlı plân kompozisyonu araştı-rılmıyordu.

Türkler batıya yürürken geçtikleri iran'da eski medeniyetlerden tesir alıyor-lardı, fakat tesirde de bulunuyorlardı; ya-pılar ve san'atlar birbirine karışıyordu, dil

(3)

de karışıyordu, isimler de karışıyordu. On-dan değilmidir ki uzun müddet Türk eser-leri de Acem sayıldı; bırakınız İsfahan'da-ki Mascidi Cuma yapıtını istanbul'daİsfahan'da-ki Çi-nili Köşk için bile bizim yazarlar Acem

tarzında diyorlardı. C. Esad bunları ayırt etmek gerekliliğini ortaya koyuyordu.

Bir de Anadolu mimarisinin tesirlerine göz atıyordu, bölge ve çevrenin mimarisi da tarih içinden uzayarak bize kadar varı-yordu. Üstad bunlara sadece değinivarı-yordu. Bunlar teşhiş edilmedikçe, ayıklanmadıkça ne yapılabilirdi. Bu konularda batılı ve yerli san'at tarihçilerinin sübjektif değerler içinde kalmalarının nedeni bu idi. Türk san'atı müesseseleri, Türk san'atı tarihi ens-titüleri kurulup gerçekler bilimsel aydınlı-ğa kavuşuncaya kadar bu böyle devam ede-cektir. C. Esad'in koydukları tekrar edile-cektir. Ne yazık ki, Hoca bizim yanımızda Resim ve Heykel Müzesinde zamanın Mil-lî Eğitim Bakanına (1954) TÜRK SAN'A-TI TARİHİ kitabının bu baskı temposu ile giderse ömrünün vefa etmiyeceğini ya-kınarak söylemişti. Dediği oldu, kitap ta-mamlanamadı. Bu şartlar altında yazma-mak lâzım diyordu. Yine de yazdı ise, için-deki itici kuvvetten ötürüdür. Bir de bu

onun için bir iş idi, çalışması lâzımdı. Ne çok da çalışırdı. Biz çalışır dinleriniriz ya, o dinlenirken de çalışırdı, hem de ne şart-lar altında çalışırdı. Çalışma odası, daha doğrusu hücresi yatak odasının içinde idi, yazı masasına yer yoktu, eski usul dizinde yazar çizerdi. Bir gün Hayat Mecmuası onunla reportaj yapmak istemişti de, böy-le çalıştığımızı kimse görmesin diye red etmişti.

Hayatının son yıllarını geçirdiği bu ev, eski tiyatro oyunculardan Abdürrezzak efendinin evi idi. Satın aldığı bu evde otu-ruyor, yanındaki arsa üzerinde yaptırdığı apartımanın geliri, emekli maaşı ve kitap-larının telif ücreti ile de geçiniyordu. Ki-tapları bir hayli (9) idi. Yeni harflerle se-kiz cild, fransızca dört cild, eski harflerle yirmi kitap, üç film ve on tiyatro eseri... En son çıkan ve hazırlamakta olduk-larını da (10) buna eklemek lâzımdır. Bu eserlerinin dökümü ölümü üzerine yazılmış bir makalede (II) yer almaktadır.

San'ata ait makaleleri de çok ilgi çe-kicidir, benim hatırladıklarım Ankara'da çıkan eski Hayat mecmuası, Ulus gazetesi ve istanbul'da eski ikdam gazetesinde bu-lunmaktadır bu yazılar. Bunlardan birisi-nin yarattığı olayı burada kaydetmeden ge-çemiyeceğim. Sultan Ahmet parkındaki Alman çeşmesi (1895 — 1898) o yere

ne-den yapılmıştır, başka yer yok mu idi hiç düşündünüz mü? Hocamızın İstanbul'un arkeolojik topografyası ile meşguliyetini bilmiyen yoktur, işte, o yerin Hipodrom'-daki Bizans imparatorunun locasının bu-lunduğu yer olduğunu tesbit eylediğini açıklaması, bu yerin işaretlenmesine gerek bulunmadığını, oradaki Türk eserlerinin görünüşünü bozduğunu cesaretle ortaya koydu. Bundan dolayı (?) Abdülhamit, vaktile yaverlerinden bulunan, C. Esad'a sürgün cezası verdi. O da kemerine altın-larını dizerek bir şilebe atladı ve Fransa'-ya kaçtı. Çeşitli nedenlerle haFransa'-yatının büyük bir kısmını Avrupa'da yaşamıştır. Oğlu Si-nan Esad bey de Paris'te yaşamaktadır, onun eski hanımı Madam Arseven de ka-yınpederi gibi bir san'at tarihçisi idi (12).

Halman, ona Devlet Kültür armağa-nı, D.G.S. Akademisi bir plâket, I.T.Ü. fahrî doktorluk payesini verdikleri zaman, o ölüm döşeğinde yatıyordu, hiç birinden haberi olamadı. Bunu dahi geç kalmış bir kadirbilirlik saymalıyız. Fakat o sağlığında sadece kendini tanıyanların sevgi ve takdir-leri arasında yaşadı. Zaten karakteri, yu-karıda açıkladığımız gibi, pek mahviyetkâr idi. Yalnız şu unvanı kullanmaktan hoşla-nıyordu: G.S. Akademisi Mimarî Tarihi ve Şehircilik Profesörü, Türk San'atı tarihi Enstitüsü âzâsı. Oysa G.S. Akademisinden 1941 yılında emekli olmuştu, zamanın Mil-lî Eğitim Bakanının G.S. Akademisi Mi-marî tarihi ve Şehircilik Profesörü diye ona yazı yazdığı için bu unvanı kullandı, ölünceye kadar.

Onunla birlikte Anıtlar Yüksek Kuru-lu Yönetim KuruKuru-lu üyesi iken yıllarca ça-lıştık, sonra Anıtların çıkmaza girmesi üze-rinde oradan ayrıldığımızda evindeki top-lantı ve çalışmalarda hep beraberdik, böy-lece birlikte on senemiz geçti. Akademi öğ-renciliğinden beri de kırk yıllık hocamızdı. Burada imkân nisbetinde ona ait bazı ha-tıraları kaydetmekten başka bir şey yapa-madık.

— Hayat insanları hemseviye kılar, ölüm büyükleri meydana koyar. —

Aramızda yaşadığı zaman çok kimse onun büyüklüğünü farkedemiyor idi.

Şimdi —alkışlayınız dostlar, artık oyun bitti.—

(1) Celâl Esad — Fransızcadan türkçeye — Türkçeden fransızca'ya SAN'AT KAMUSU (Dictionnaire des termes d'art).

(2) Camillo Sitte — L'art de bâtir des

T ' ' villes, adlı fransızca çeviri, Camille Martin.

(3) Jean Raymond — Precis d'Urbanisme moderne, Paris 1934.

(4) Lemi Merey — ESKİ MİMARÎ DE-YİMLER VE TERİMLER (hazırlanı-yor)

(5) Louis Hourticq — Encyclopedie des Beaux-Arts — Paris 1925 (Ne tesadüf Celâl Esad ile aynı yılda doğmuş bu yazar 1875) Larousse Du xxeme siecle. (6) MİMAR (ARKİTEKT) aylık mecmua

sayı 11-12, 1931.

(7) Prof. Dr. Bülend ÖZER, C. Esad AR-SEVEN yazısı, Mimarlık sayı 69-10. (İkinci dünya savaşma doğru mimari-miz tekrar bir çıkmaza saplanıyordu. Bu sefer de plânda eski yalı ve paşa konaklarında esinleniliyor ve binalara Bursa medreselerinin taş-tuğla alterna-tifli kılıfları geçiriliyordu. Rasyonalist C. Esad bile bu moda fikirlere kapı-lıyor ve mimarlarımıza bir takım ka-lıplar öne sürüyordu Bakınız: Cumhu-riyet uslfıbu-millî karakterli Türk mi-marisi etrafında-mimarî tarihimizden istifade etmeliyiz. Ulus gazetesi 23.12. 1938. Evet mimari tarihimizden isti-fade etmeliyiz, amma nasıl? (8) Prof. Doğan KUBAN, C. Esad

AR-SEVEN ve Türk San'atı kavramı, Mi-marlık 69-10.

(9) Mimarlık, 69-10, B. ÖZER yazısında-ki klişe.

(10) Nejat Diyarbakırlı, C. Esad yazısı, Türk Kültürü Sayı 113.

(11) Prof. Dr. Semavi İyice, C. Esad AR-SEVEN, ön Asya Cild 7 sayı 75. (12) Sophie Essad — Arseven, L'Art et

L'Homme, P. 148-151 İslâm San'atlan bölümü yazarı.

ARKİTEKT'in

Kolleksiyonları

1935 — 1971

Ödemeli posta ile

adresinize gönderilir.

Referanslar

Benzer Belgeler

OsmanlI Edebiyatı, Elhan, Yadı Mazi, Osmahlı coğrafyası gibi, kitablarıyla gayret, güneş ve Haver adlı mecmuaları vardır. Oğlu Necati Menemencloğlu halen

Kiriş döşeme gibi üst yapı elemanlarından gelen yükleri temele nakleden, binalarda mekânları birbirinden ayıran, mekânları çevreleyen ve yapıyı dış

Sanıroh'nda halen yüzde 9r.6 verimlilikle baca küllerini ıuıon elekıfo lılıreler kullonılmal«o olup, arrıco İ2o meır". uzunıuğunda baco lesis

Uzun sü- reli devamsızlık sorun.unu · kontrol altına almak için de, i ş sözleşmesi, aşırı uzun s ür e li dr:;vaınsızlık durumlarında işletme yönetiminin

Bir yıldan daha kısa sürede ödenecek senetsiz borçlar “320 satıcılar”, bir yıldan daha uzun süreli senetsiz borçlar “420 satıcılar” hesabında izlenir.

Banyo, lıelâ ve hizmetçi odası kendine mahsus bir daire olmak üzere üst katta taına- ınile tefrik edilmişlerdir. Binanın arsa üzerine sureti

Eserine Yeni Mi- mari serlevhasını intihap etmiş olan Celâl Esat Beyin bugünkü mevcut diğer mimarî ekollerini de tetkik ederek daha etraflı ve daha ilmi esasları ih- tiva eden,

suyun derinliklerine dağılmasını önledikleri gibi gelişebilmek için sudaki oksijeni de kullanarak oksijensiz bir ortam yaratıyorlar, insan kaynaklı bu kirlenme olayının