• Sonuç bulunamadı

KURAKLIK ETKİLERİNİN AZALTILMASINDA KURAĞA DAYANIKLI BİTKİ ÇEŞİT ISLAHI VE KURAK KOŞULLARDA YETİŞTİRME TEKNİĞİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KURAKLIK ETKİLERİNİN AZALTILMASINDA KURAĞA DAYANIKLI BİTKİ ÇEŞİT ISLAHI VE KURAK KOŞULLARDA YETİŞTİRME TEKNİĞİ"

Copied!
126
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KURAKLIK ETKİLERİNİN AZALTILMASINDA KURAĞA DAYANIKLI BİTKİ ÇEŞİT ISLAHI VE KURAK

KOŞULLARDA YETİŞTİRME TEKNİĞİ

ANKARA 2001

Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı

Çayı r Çimen Sok. Emlak Kredi Blokları A2, D: 10 34330 Levent – İstanbul T el: (0212) 283 78 16 (PBX) Faks: (0212) 281 11 32 www.tema.org.tr

Bağı ş: T. İş Bankası Levent Şb. 804352 Ziraat Bankası Levent Şb. 1576812-5002

Çelenk Bağı şı : Ziraat Bankası Levent Şb. 1572926-5001 Üyelik: T . İş Bankası Levent Şb. 821591

Fidan Dikimi: T . İş Bankası Levent Şb. 822350 Meşe Ekimi : Ziraat Bankası Levent Şb. 1576822-5001

(2)

1 SUNU Ş:

TEMA Vakfı tarafından düzenlenen KURAKLIK ET KİLERİNİN AZALTILMASINDA KURA ĞA DAYANIKLI BİT Kİ ÇEŞİT ISLAHI VE KURAK KOŞULLARDA YETİŞT İRME T EKNİĞİ konulu toplu tartışma, iklim değişkliğinin dünya gündemini kapsadığı günümüzde, ülkemiz özelinde kimi çözümlemelere katkıda bulunabilmesi anlamında önem kazanmıştır.

“ Kuraklık ve Tarım” konulu bir tartışmada, ekolojik olanak ve koşullarımızdan en uygun biçimde yararlanmak ve toprağımızı koruyarak verimli kılmak amaçları bağlamında, “ en uygun bitkisel üretim deseni ve uygun yetiştirme tekniği” gibi iki temel eksen kapsamında değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır.

Toprağın öncelikle korunmasını, ıslah edilip geliştirilmesini ve verimli kullanılmasını temel ilke ve görev amacı edinen TEMA açısından, başta tarım olmak üzere toprakla ilişkili her sektör, toprağı kullanan her süreç ve toprakla doğrudan ve dolaylı ilişkili her şey Vakfın ilgi ve sorumluluk kapsamındadır. O açıdan, önemli bölümü yağışa bağlı kuru tarım alanlarında gerçekleştirilmekte olan bir bitkisel üretim sürecinde, “kurağa dayanıklılık amaçlı ıslah ve yetiştirme teknikle ri” gibi son derece önemli olan bu konu, T EMA açısından üzerine gidilmesi gereken bir önemli çözüm yolu olarak değerlendirilmiştir.

TEMA toprağı koruyarak verimli kılmaya yönelik çalışma ve etkinliklerini; önce veri ve bilgi toplamak, verileri anlamlı kılarak bilgiye dönüştürmek ve doğru bilgilenmek, sağlanmış bilgileri değerlendirerek durumu doğru saptamak ve sorunları doğru tanımlamak, neden-sonuç analitik yaklaşımıyla rasyonel-uygulanabilir-gerçekçi çözüm senaryo, strateji ve politikalarını tartışarak oluşturmak, oluşan görüşler doğrultusunda hükümetler ve sorumlulara çözümleyici projeksiyonlar önermek, bu konuda ilgili ortamlarda görüşler açıklamak, çözümleyici yasa, tüzük, yönetmelik taslakları hazırlayarak yasalaşmalarına çaba göstermek, sürdürülen yasa düzenleme çalışmalarına katılmak, örnek nitelikli çözümleyici tarımsal-kırsal projeleri tasarlayarak uygulamak ve tüm bunları kamuoyuna yansıtmak gibi, etkinliklerle yerine getirmeye çalışmakta ve bu yollarla “toprağın korunmasını” bir toplumsal tale p haline getirme ye çaba göstermektedir.

Özetlenmeye çalışılan bu etkinlikler kapsamında, doğru bilgi e dinmek ve T EMA misyonunu doğru bilgiye dayalı doğrultularda yönlendirmek hususu, son derece önemlidir. Bir bilgilenme, aydınlanma ve bilgi yönlendiriciliğinde tavır belirleme ortamı olarak gördüğümüz bu toplu tartışmanın, kuraklık koşullarında rasyonel tarım amaçlarına önemli katkılar sağlayabileceğini düşünüyoruz.

Toplu tartışmaya bilgi-birikim -deneyim ve emekleriyle katkıda bulunan bilim insanları ve uzmanlarımıza şükran duygularımızı sunarız. Çalıştayın tasarımı ve yayına dönüştürülmesi sürecinde son derece önemli katkılar sağlayan Doç.Dr.Sayın Ersoy YILDIRIM’a ayrıca teşekkürü borç biliriz.

TEMA VAKFI

(3)

2

İÇİNDEKİLER

İklim Değişikliği, Kuraklık, Çölleşme Süreçleri ve Tarıma Etkileri

Dr. M urat Türkeş, 4

Kurak Arazilerde Tarımsal Su Yönetimi

Prof. Dr. Kâzım TÜLÜCÜ, 35

Tarımsal Üretimin, Düzensiz Yağış Koşulları Ve Azalan Su Kaynaklarına Karşın Sürdürülebilirliği

Prof.Dr. Cevat KIRDA, 45

Kuraklığa Dayanıklı Bitki Çeşit Islahı

Dr. Hasan EKİZ, 54

Kuraklığa Karşı M era Yönetim Sistemlerinin Geliştirilmesi

Dr. Lütfü T AHT ACIOĞLU, 60

Orta Anadolu’da Kuraklık Şartlarında Yetiştirme Stratejileri

M uzaffer AVCI, 74

Değerlendirme 98

Sonuç: M ahir GÜRBÜZ 124

(4)

3

KATILIM CI LİSTESİ

ADI SOYADI ADRES

1 Hayrettin KARACA TEM A

2 A.Nihat GÖKYİĞİT TEM A

3 Ümit Y. GÜRSES TEM A

4 M ahir GÜRBÜZ TEM A

5 Av. Süleyman ÇETİN TEM A

6 Faruk YILM AZ TEM A

7 Turgut ÇELİKKOL TEM A

8 M ustafa UZBİÇER TEM A

9 Abdurrahman AYDIN TEM A

10 Temel URAZ TEM A

11 Güner AÇIKSÖZ TEM A

12 Naki SELM ANPAKOĞLU TEM A

13 M ustafa BAHDIR TEM A

14 Celal ERGÜN TEM A

15 Dr. Lütfü BAŞ TEM A

16 M . Ali ÜNAL TKB-TİGEM

17 Selahattin M ERM ER TKB-TAGEM

18 Fevzi TOPAL TKB-TÜGEM

19 Dr. Süleyman KARADAN TKB-TAGEM

20 Dr. Vehbi EZER TKB-TAGEM

21 M uzaffer SÜREK TKB-TAGEM

22 Dr. M urat TÜRKEŞ Devlet M eteoroloji İşleri Genel M üdürlüğü 23 Prof. Dr. Kazım TÜLÜCÜ Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi 24 Prof. Dr. Cevat KIRDA Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi 25 Prof. Dr. İlhami ÜNVER Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi 26 Prof. Dr. Süleyman KODAL Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi 27 Doç. Dr. Y. Ersoy YILDIRIM Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi 28 Yrd.Doç.Dr.İlhami BAYRAM İN Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi

29 Doç. Dr. Orhan DOĞAN Köy Hizmetleri Ankara Araştırma Enstitüsü

30 Doç. Dr. Hasan EKİZ

Bahri Dağdaş Milletlerarası Kışlık Hububat Araştırma Merkezi

31 Dr. Lütfü TAHTACIOĞLU Doğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü

32 Dr. M esut KESER Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü 33 Cemal ÇEKİÇ Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü 34 M uzaffer AVCI Tarla Bitkileri M erkez Araştırma Enstitüsü 35 Sultan ERGUN Tarla Bitkileri M erkez Araştırma Enstitüsü 36 Ayhan ELÇİ Türkiye Tohumculuk Enstitüsü Derneği 37 Yaşar KULOĞLU Su-Yapı M ühendislik A.Ş.

38

Ekrem BİLGİÇ TKB Teftiş Kurulu

(5)

4

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, KURAKLI K, ÇÖLLEŞME SÜREÇLERİ VE TARIMA ETKİLERİ

Dr. MURAT TÜRKEŞ, İklimbilimci Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara

Ö ZET

Fosil yakıtların yakılm ası, ormansızlaşma, arazi kullanım ı değişiklikleri, çim ento üretim i ve sanayi süreçleri sonucunda atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikim leri, sanayi devrim inden beri hızla artm aktadır. Bu ise, doğal sera etkisini kuvvetlendirerek, şehirleşm enin de katkısıyla, dünyanın yüzey sıcaklıklarının artm asına neden olm aktadır. Küresel yüzey sıcaklıklarında 19. yüzyılın sonlarında başlayan ısınma, 1980’li yıllardan sonra daha da belirginleşerek, hem en her yıl bir önceki yıla göre daha sıcak olm ak üzere, küresel sıcaklık rekorları kırm ıştır. Yüksek sıcaklık rekorunun en sonuncusu 1998 yılında kırılm ıştır. 1998, hem küresel ortalama hem de kuzey ve güney yarım kürelerin ortalam aları açısından, 1860 yılından beri yaşanan en sıcak yıl olm uştur. Sonuç, küresel ortalama hava sıcaklıklarının geçen yüzyılda 0.4 ile 0.8 C° arasında (0.6 ± 0.2 C°) artm ış oluşudur. Bu ısınma, geçen 1,000 yılın herhangi bir dönem indeki artıştan daha büyük ve dikkat çekicidir. Küresel iklim deki gözlenen ısınmanın yanı sıra, en gelişm iş iklim m odelleri, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında 1990-2100 dönem i için 1.4 ile 5.8 C° arasında bir artış olacağını öngörm ektedir. Küresel sıcaklıklardaki artışlara bağlı olarak da, hidrolojik döngünün değişm esi, kara ve deniz buzullarının erim esi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim kuşaklarının yer değiştirm esi ve yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi, dünya ölçeğinde sosyo-ekonom ik sektörleri, ekolojik sistem leri ve insan yaşam ını doğrudan etkileyecek önem li değişikliklerin oluşacağı beklenm ektedir.

Bu çalışma, Hüküm etlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2001 yılında tam am lanan 3.

Değerlendirm e Raporu’nun küresel iklim sistem inde gözlenen değişim ler ve iklim değişikliğinin etkileri konularındaki değerlendirm eleri ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde gerçekleştirdiğim iz iklim değişikliği ve değişebilirliği, kuraklık ve çölleşm e konulu çalışm aların sonuçlarından yararlanarak hazırlanm ıştır. Genel çerçevesini, geçm işteki iklim değişiklikleri, iklim değişikliğinin nedenleri, sera etkisi, dünyada ve Türkiye’de gözlenen iklim sel değişim ler, iklim öngörüleri ve iklim değişikliğinin özellikle doğal ekosistem ler, su kaynakları ve tarım sal üretkenlik üzerindeki etkileri, Türkiye’de kuraklık ve çölleşm e ile sera gazı em isyonlarının (salım larının) azaltılm asına ilişkin genel politikalar ve değerlendirm eler oluşturmaktadır. Türkiye’de çölleşm eye eğilim li olabilecek alanlar, yıllık ve m evsim lik yağışların ve yıllık kuraklık (aridite) indisinin ortalam a koşulları ve bunlara ilişkin dizilerdeki uzun süreli değişim ler dikkate alınarak, yağış klimatolojisi ve iklim sel değişebilirlik açısından değerlendirilm iştir.

Anahtar Ke limeler: İklim değişikliği; Sera etkisi; İklim öngörüleri; İklim değişikliğinin etkileri;

Kuraklık ve Çölleşme; İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü.

1. GİRİŞ

Çok genel bir yaklaşımla, iklim değişikliği, “ Nedeni ne olursa olsun iklim koşullarındaki büyük ölçekli (küresel) ve önemli yerel etkileri bulunan, uzun süreli ve yavaş gelişen değişiklikler”

biçiminde tanımlanabilir (T ürkeş, 1997). İklimdeki değişiklikler, buzul ve buzularası çağlar arasında, dünyanın çeşitli bölgelerinde ortalama sıcaklıklarda oluşan büyük değişiklikler şeklinde ortaya çıktığı gibi, yağış de ğişimlerini de içermektedir. Bugünkü bilgilerimize göre, Yerküre’in 4.5 milyar yıllık çok uzun jeolojik tarihi boyunca iklim sisteminde milyonlarca yıldan on yıllara kadar tüm zaman ölçeklerinde doğal etmenler ve süreçlerle birçok değişiklik olmuştur. Jeolojik devirlerdeki iklim değişiklikleri, özellikle buzul hareketleri ve deniz seviyesindeki değişimler yoluyla yalnızca dünya coğrafyasını değiştirmekle kalmamış, ekolojik sistemlerde de kalıcı değişiklikler oluşturmuştur.

(6)

5

İklimdeki değişikliklere ilişkin bilimsel kanıtlar, jeoloji, jeomorfoloji, paleocoğrafya, paleontoloji ve paleoklimatoloji araştırmaları ile elde edilmektedir. Örneğin, günümüzden yaklaşık 140-165 milyon yıl önce, II. jeolojik Zamanın (Mesozoik) Kretase döneminde, küresel iklimin bugüne göre 10-15 C° daha sıcak ve atmosferdeki karbondioksit (CO2) birikiminin 4-8 kat daha yüksek olduğu bilinmektedir. Etkileri jeomorfolojik ve klimatolojik olarak en iyi bilinen en son ve en önemli doğal iklim değişiklikleri ise, yaklaşık 2.5 milyon yıl sürmüş olan 4. Zamandaki (Kuvaterner) buzul ve buzul arası dönemlerde oluşmuştur. 4. Zamana, insanın ortaya çıktığı zaman olduğu için, Antropozoik adı da verilmektedir. 4. Zamanın günümüzden yaklaşık 12,000–100,000 yıl önce hüküm süren son buzul çağında (Würm), Yerküre’nin ortalama sıcaklığı bugüne göre 5 C° daha soğuktu. Öte yandan iklim sistemi, yaklaşık 10,000 yıldan beri içinde bulunulduğu kabul edilen Holosen buzul arası döneminde, önceki buzul çağlarına göre daha az değişkenlik göstermiştir. Son araştırma sonuçlarına göre, küresel ortalama sıcaklıkların geçen 10,000 yıldaki herhangi bir yüzyılda 1C°’den daha fazla değişmiş olması olası görülmemektedir. Bu dönemde, atmosferdeki CO2 birikimi yaklaşık 280 ±10 ppm dolayında değişen bir dalgalanma göstermiştir.

Ancak 19. yüzyılın ortalarından (sanayi devriminden) beri, iklimdeki doğal değişebilirliğe ek olarak, ilk kez insan etkinliklerinin de iklimi etkilediği yeni bir döneme girilmiştir. Özellikle fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaşma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleri sonucunda, atmosferdeki sera gazı birikimleri hızla artış göstermiştir. Bu yüzden, günümüzde iklim değişikliği, sera gazı birikimlerini arttıran insan etkinlikleri dikkate alınarak da tanımlanabilmektedir. Örneğin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nde (İDÇS),

“ Karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” biçiminde tanımlanmıştır.

2. KÜRESEL ISINMAYA NED EN O LAN ETMENLER 2.1. Doğal Sera Etkisi

Yeryüzündeki tüm yaşam biçimleri için vazgeçilmez bir ortam olan atmosfer, birçok gazın karışımından oluşmaktadır. Atmosferi oluşturan ana gazlar, azot (% 78.08), oksijen (% 20.95) ve argondur (0.93). Daha küçük bir tutara sahip olmakla birlikte, dördüncü önemli gaz karbondioksittir (% 0.03). Atmosferdeki birikimleri çok az olan çok sayıdaki öteki gazlar ise, atmosferin kalan bölümünü oluşturur.

İklim sistemi için önemli olan doğal etmenlerin başında sera etkisi gelmektedir. Bitki seraları kısa dalgalı güneş ışınımlarını geçirmekte, buna karşılık uzun dalgalı yer (termik) ışınımının büyük bölümünün kaçmasına engel olmaktadır. Sera içinde tutulan termik ışınım seranın ısınmasını sağlayarak, hassas ya da ticari değeri bulunan bitkiler için uygun bir yetişme ortamı oluşturmaktadır.

Atmosfer de benzer bir davranış sergilemektedir. Sera etkisi sadeleştirilerek açıklanabilir: Bulutsuz ve açık bir havada, kısa dalgalı güneş ışınımının önemli bir bölümü atmosferi geçerek yeryüzüne ulaşır ve orada emilir. Ancak, Yerküre’nin sıcak yüzeyinden salınan uzun dalgalı yer ışınımının bir bölümü, uzaya kaçmadan önce atmosferin yukarı seviyelerinde bulunan çok sayıdaki ışınımsal olarak etkin eser gazlar (sera gazları) tarafından emilir ve sonra tekrar salınır. Doğal sera gazlarının en önemlileri, başta en büyük katkıyı sağlayan su buharı (H2O) olmak üzere, karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O) ve troposfer ile stratosferde (troposferin üzerindeki atmosfer bölümü) bulunan ozon (O3) gazlarıdır.

Yerküre’nin sıcaklık dengesinin kuruluşundaki en önemli süreç olan doğal sera etkisinin oluşumu da, atmosferin kısa dalgalı güneş ışınımını geçirme, buna karşılık uzun dalgalı yer ışınımını emme ya da tutma eğiliminde olmasına bağlıdır. Güneş ışınımının net girdisi (235 Wm-2), kızılötesi yer ışınımının net çıktısı ile dengelenmelidir. Gelen güneş ışınımının (342 Wm-2) yaklaşık üçte biri (107 Wm-2) yüzeyden, atmosferdeki aerosol’lerden (uçucu parçacıklardan) ve bulut tepelerinden yansıyarak

(7)

6

Şekil 1. Sera etkisinin şematik gösterimi (T ürkeş, 2000a).

uzaya geri döner. Gelen net güneş ışınımının ise, yaklaşık üçte ikisi (168 Wm-2) yüzey ve üçte biri (67 Wm-2) atmosferce emilir. Giden kızıl ötesi ışınımın önemli bir bölümü sera gazlarınca ve bulutlarca emilir. Yeryüzü, sera etkisi sayesinde, bu sürecin bulunmadığı ortam koşullarına göre yaklaşık 33 C°

daha sıcak olur. Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle Yerküre’nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu doğal süreç se ra e tkisi olarak adlandırılmaktadır (Şekil 1).

Ortalama koşullarda, Yerküre/atmosfer sistemine giren kısa dalgalı güneş enerjisi ile ger i salınan uzun dalgalı yer ışınımı dengededir. Güneş ışınımı ile yer ışınımı arasındaki bu dengeyi ya da enerjinin atmosferdeki ve atmosfer ile kara ve deniz arasındaki dağılışını de ğiştiren herhangi bir etmen, iklimi de etkileyebilir. Yerküre/atmosfer sisteminin enerji dengesindeki herhangi bir değişiklik ışınımsal zorlama olarak adlandırılmaktadır.

2.2. Kuvvetlenmiş Se ra Etkisi

Atmosferdeki antropojen (insan kaynaklı) sera gazı birikimlerinde sanayi devriminden beri gözlenen artış sürmektedir (Çizelge 1). Özellikle atmosferdeki birikimi ve yaşam süresi dikkate alındığında, bu sera gazları arasında CO2 öne çıkmaktadır. Bu yüzden, Mauna Loa (Hawaii) Gözlemevi’ndeki atmosferik karbondioksit izleme programı, küresel ısınma çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. 1958 yılından beri yapılmakta olan Mauna Loa ölçümleri, Yerküre atmosferindeki CO2 birikiminin hızlı bir biçimde arttığını göstermektedir (Şekil 2). Küresel ölçümler, öteki sera gazlarının çoğunun atmosferik birikimlerinin arttığını göstermektedir (Çizelge 1). Sera gazı birikimlerindeki bu artışlar, Yerküre’nin uzun dalgalı ışınım yoluyla soğuma etkinliğini zayıflatarak, onu daha fazla ısıtma eğilimindeki bir pozitif ışınımsal zorlamanın oluşmasını sağlamaktadır.

Yerküre/atmosfer ortak sisteminin enerji dengesine yapılan bu pozitif katkı, kuvve tlenmiş se ra e tkisi olarak adlandırılır. Bu ise, Yerküre atmosferindeki doğal sera gazları (H2O, CO2, CH4, N2O ve O3) yardımıyla yüz milyonlarca yıldan beri çalışmakta olan bir etkinin, bir başka sözle doğal sera etkisinin kuvvetlenmesi anlamını taşımaktadır. Kuvvetlenen sera etkisinden kaynaklanan bir küresel ısınmanın büyüklüğü, her sera gazının birikimindeki artışın boyutuna, bu gazların ışınımsal özelliklerine, atmosferik yaşam sürelerine ve atmosferdeki varlıkları sürmekte olan öteki sera gazlarının birikimlerine bağlıdır.

(8)

7

Şekil 2. 1958-1999 döneminde Mauna Loa (Hawaii) Gözlemevi’nde ölçülen aylık ortalama atmosferik CO2 birikimindeki değişimler (Keeling ve Whorf (2000)’un aylık ham verilerinden yararlanarak

çizilmiştir). Nisan 1999 ortalaması 371.2 ppmv’dir. Yıllararası değişimlere ve mevsimlik döngülere ikinci dereceden polinom regresyon eğrisi uydurulmuştur.

Çizelge 1. İnsan etkinliklerinden etkilenen önemli sera gazlarına ilişkin özet bilgiler. (IPCC, 2001a’ya ve Mauna Loa’nın aylık CO2 verilerine dayanan kendi hesaplamalarımıza (T ürkeş, 2000b) göre).

Sera gazları CO2 CH4 N2O CFC-11

(atmosferik birikim) (ppmv) (ppbv) (ppbv) (pptv)

Sanayi öncesi (1750-1800) ~280 ~700 ~270 0

Günüm üzde (1998) 368(1) 1745 314 268

Yıllık değişim (birikim/yıl) 1.3(1) 7.0(2) 0.8(2) -1.4(2)

Atmosferik ömrü (yıl) 50-200(3) 12 114 45

ppmv = hacim olarak milyonda kısım; ppbv = hacim olarak milyarda kısım; pptv = hacim olarak trilyonda kısım.

(1) 1958-1998 dönemindeki Mauna Loa ölçümlerine göre;

(2) 1990-1999 dönemi ölçümlerine göre;

(3) Okyanuslar ve biyosfer gibi yutaklarca ve çeşitli yutak süreçlerince farklı oranlarda emilmesi ve bu süreçlerin karmaşık olması nedeniyle, CO2’nin atmosferik ömrü için tek bir değer verilememektedir.

Küresel ısınmaya yol açan sera gazları; esas olarak, fosil yakıtların yakılması (enerji ve çevrim), sanayi (enerji ilişkili; kimyasal süreçler ve çimento üretimi, vb. enerji dışı), ulaştırma, arazi kullanımı değişikliği, katı atık yönetimi ve tarımsal (enerji ilişkili; anız yakma, çeltik üretimi, hayvancılık ve gübreleme vb. enerji dışı) etkinliklerden kaynaklanmaktadır. Geçen 150 yıl içinde, fosil yakıt kullanımı ve çimento üretiminden 265 milyar ton (Gt), arazi kullanım değişikliğinden124 Gt olmak üzere, toplam 389 Gt karbon (C) atmosfere salınmıştır. Bunun 214 Gt'u karasal ekosistemler ve okyanuslar tarafından geri alınmış, atmosferde 175 GtC fazlalığı oluşmuştur. Yapılan hesaplamalara göre, atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazı salımları nedeniyle, küresel karbon dengesi denk kapanmamaktadır. Küresel karbon döngüsünün iki büyük ana bileşenini oluşturan karasal ekosistemlerin (esas olarak ormanları da içerecek biçimde bitki örtüsü ve sulak alanlar) ve okyanusların aldığı ya da uzaklaştırdığı karbon tutarı atmosfere salınan tutardan çıkarıldığında, her yıl insan kaynaklı net 3.2 milyar ton dolayında karbonun atmosferde kaldığı bulunur. İklim değişikliğinin önlenebilmesinin odak noktasını da, her yıl atmosferde kalan yaklaşık 3.2 GtC’luk bu fazla karbonun kontrol edilmesi ve atmosferden uzaklaştırılması oluşturur.

31 0 32 0 33 0 34 0 35 0 36 0 37 0 38 0

195 8 19 63 1968 197 3 1 978 1983 198 8 1 993 1998

Yıl CO2 birikimi (ppmv) Mau na Lo a, H aw aii

371.2

(9)

8

2.3. Sülfat Parçacıklarının Küresel İklim Üzerindeki Etkileri

Troposferdeki insan kaynaklı aerosoller (uçucu küçük parçacıklar) ve özellikle fosil yakıtların yanmasından çıkan kükürtdioksit (SO2) kaynaklı sülfat parçacıkları, Güneş ışınımını yeryüzüne ulaşmadan tutar ve uzaya yansıtır. Uçucu parçacık birikimlerindeki değişiklikler, bulut tutarını ve bulutun yansıtma özelliğini değiştirebilir. Genel olarak, troposferdeki parçacıklarda gözlenen artışlar, iklimi soğutma eğilimindeki bir negatif ışınımsal zorlama oluştururlar. Sera gazlarının yaşam süreleri on yıllardan yüzyıllara değişmekte (Çizelge 1), buna karşılık uçucu parçacıkların yaşam süreleri birkaç gün ile birkaç hafta arasında kalmaktadır. Bu yüzden onların atmosferdeki birikimleri, salımlardaki değişikliklere çok daha hızlı bir biçimde yanıt verebilmektedir. Öte yandan, volkanik etkinlikler sonucunda salınan kül parçacıkları da, yeryüzünün ve troposferin soğumasına neden olabilmektedir.

2.4. Güneş Işınımındaki Değişiklikle r

Güneş enerjisindeki doğrudan değişiklikler, oldukça iyi bilinen 11 yıllık döngülerle ve daha uzun süreli de ğişimlerle gerçekleşmektedir. 11 yıllık güneş döngülerindeki değişimlerin katkısının,

% 0.1 gibi küçük bir oranda olduğu öngörülmektedir. Yerküre’nin ekseninde on yıllardan bin yıllara değişen bir zaman ölçeğinde gerçekleşen yavaş değişim ise, Güneş ışınımının zamansal (mevsimlik) ve kuşaksal (enlemler boyunca) değişikliklerini yine uzun bir zaman ölçeğinde yönlendirir. Sözü edilen bu değişiklikler, Kuvaterner’deki buzul çağlarında olduğu gibi, Yerküre’nin jeolojik geçmişindeki iklim değişimlerinin oluşmasında ve kontrolünde önemli bir görev üstlenmiştir.

3. TÜRKİY E İKLİMİ, KURA KLIK V E ÇÖ LLEŞME

Bu bölümdeki de ğerlendirmeler, temel olarak T ürkeş (1998a, 1999)’e dayanmaktadır. T ürkeş çalışmalarında, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün büyük ve küçük klimatoloji istasyonlarında kaydedilen, aylık toplam yağış (mm) ve aylık ortalama sıcaklık (C°) gözlemlerinden yararlanmıştır. Yağış klimatolojisinde toplam 99, yıllık ve mevsimlik yağış değişimlerinde ise 91 istasyonun yağış verileri; kurak alanların dağılışında toplam 90 ve yıllık Kuraklık İndisi (Kİ) değişimlerinde ise 55 istasyonun yağış ve sıcaklık verileri kullanılmıştır. Bu çalışmada kullanılan yağış ve sıcaklık verilerindeki eksik verilerin tamamlanması, homojenlik (türdeşlik) çözümlemeleri, vb. konulara ilişkin ayrıntılı bilgi, yazarın önceki çalışmalarında (T ürkeş vd., 1996; T ürkeş, 1996) ve bu konun daha geniş olarak ele alındığı çalışmalarında (T ürkeş, 1998a, 1999) verilmiştir.

Çölleşmenin ortaya çıkmasında ve/ya da gelişmesinde, biri insan etkinlikleri ile ilişkili antropojen, öteki arid iklim koşullarına sahip araziler ve iklimsel değişimler ile ilişkili doğal olmak üzere, başlıca iki etmen rol oynamaktadır. Ne yazık ki T ürkiye’de, çölleşmeye, yalnızca insan etkinlikleri ve doğal etmenler nedeniyle oluşan arazi degradasyonu (nitelik kaybını içeren, arazi yitirimi) açısından bakılmakta; konunun iklim ve iklim değişikliği boyutu, çoğu kez göz ardı edilmektedir. Doğal olarak, bilimsel açıdan yanlış ve tek boyutlu sayılabilecek bu yaklaşım, Çölleşme Sözleşmesi’ne bakış açısına da yansımaktadır. Bu değerlendirme çalışmasının çerçevesi aşağıda verildiği biçimde belirlenmiştir:

(i) Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi’ne ilişkin kısa bir bilgi ile erozyon, kuraklık ve çölleşmeye ilişkin temel kavramları vermek;

(ii) T ürkiye’nin sinoptik klimatolojisine ve ortalama yağış, yağış değişkenliği ve yağış mevsimselliğini içeren yağış klimatolojisine ilişkin temel bilgileri özetlemek;

(iii) T ürkiye’nin kurak arazilerini Çölleşme Sözleşmesi’nin temel aldığı kuraklık indisi ile incelemek; ve

(iv) T ürkiye’nin çölleşmeye eğilimli alanlarını ve çölleşmeye duyarlılığını değerlendirmek.

(10)

9

3.1. Birleşmiş Milletle r Çölleşme İle Savaşım Sözleşmesi

Bugün yeryüzünde, kurak arazilere sahip yaklaşık 110 ülke potansiyel bir çölleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), çölleşmenin küresel maliyetinin yılda 42 milyar ABD $ olduğunu öngörmektedir. Dünya İzleme Enstitüsü’nün öngörülerine göre, anakaralar her yıl 24 milyar ton verimli üst toprak kaybına uğramaktadır. Ayrıca, karaların yaklaşık % 30’unun, doğal bitki örtüsünün seyrek olduğu kurak arazilerdeki şiddetli degradasyon yüzünden çölleşmeden zarar gördüğü öngörülmektedir (Lean, 1995). Çeşitli hesaplamalara göre, T ürkiye’de erozyonun neden olduğu üst toprak kaybı, yılda yaklaşık 500 milyon- 1 milyar ton dolayındadır. Çölleşme ile savaşım için ilk uluslararası girişimler, 200,000 insanın ve milyonlarca hayvanın öldüğü 1968-1974 dönemindeki büyük Sahel kuraklığı ve açlığı sona erdiğinde başladı (Lean, 1995). Birleşmiş Milletler (BM), çölleşme konusunu ilk kez bir küresel sosyo- ekonomik ve çevresel sorun olarak, 1997’de gerçekleştirilen BM Çölleşme Konferansı’nda uluslararası gündeme taşıdı. Çölleşme özellikle Afrika ülkelerinin ısrarı üzerine, Haziran 1992’de Rio’da gerçekleştirilen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCED) önemli konularından birisi oldu. Rio Doruğuna katılan dünya liderleri, Gündem 21’de, BM Genel Kurulu’ndan Haziran 1994’e kadar yasal bir belge hazırlamakla görevli bir Hükümetlerarası Görüşme Komitesi oluşturmasını istediler. Yaklaşık iki yıl süren çalışmalar sonucunda, “ BM, Şiddetli Kuraklık ve /ya da Çölleşmeden Etkilenen Ülkelerdeki, Özellikle Afrika Ülkelerindeki, Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi”, Haziran 1994’te Pariste kabul edilmiştir. T ürkiye, Aralık 1996’da yürürlüğe giren Çölleşme ile Savaşım Sözleşmesi’ne Mart 1998’de taraf oldu.

3.2. Erozyon, Kuraklık ve Çölleşme

T ürkiye’deki kurak ve çölleşmeye eğilimli alanlara geçmeden önce, erozyon, aridite (kurak, çorak koşullar) ve arid (kurak, çorak) alanlar, kuraklık olayı, arazi degradasyonu, çöl ve çölleşme kavramlarının tanımlanması ve birbirlerinden açık bir biçimde ayrılması gerekmektedir.

3.2.1. Toprak erozyonu

Toprak erozyonu, özellikle su, rüzgar ve kütle hareketleri gibi çeşitli yönlendirici güçlerce toprağın taşınması hareketi ve kaybıdır. İnsan etkinlikleri açısından, toprak üzerindeki doğal vejetasyon örtüsünün açılması ve sonra bu alanların tarımsal amaçlı kullanımı, toprak erozyonunun ana nedenleridir. Bu uygulama, tarihsel olarak özellikle iklim değişimleri ve ekstrem (uç) hava olayları ile bağlantılı olarak, dünyanın pek çok bölgesinde afet boyutlarındaki toprak kayıpları ile sonuçlanmıştır. Yaklaşık son 40-50 yıllık dönemde, gelişmekte olan ülkelerdeki nüfus baskısı ve dünyanın bir çok bölgesinde arazi kullanımı ve yönetiminde ortaya çıkan değişiklikler, toprak erozyonunu daha da arttırmıştır.

Toprak erozyonunu etkileyen ana etmenler, yağış tutarı, yağış sıklığı, süresi ve şiddeti (yoğunluğu), rüzgar hızı, yönü ve kuvveti, kuvvetli rüzgarların sıklığı, arazi kullanımı ve yönetimi, arazi kullanımı değişikliğinin boyutu ve hızı, topoğrafya ve toprağın özellikleridir. Farklı iklim değişikliği senaryolarını dikkate alan çeşitli iklim modelleri, genel olarak artan yağış şiddetinin ve tutarının, kuvvetlenen rüzgar hızının ve kuvvetli rüzgar olaylarının sıklıklarındaki artışların, özellikle artan kuraklık olayları ile birlikte toprak erozyonunda bir artışa neden olabileceğini göstermektedir (Hoffman ve arkadaşları, 1996). Ancak, erozyon ve çok doğal olarak da çölleşme, aynı zamanda bulundukları coğrafi alana (ortama, bölüme, bölgeye, anakaraya, vb.) özgü özellikler gösterirler ve bölgesel koşulların farklı permutasyonları (birleşimleri) erozyonu arttırabilir ya da azaltabilir. Çeşitli araştırmalar, erozyon riskini, arazi kullanımı ve çevre koşulları ile tarımsal ve çevresel niteliğin bir fonksiyonu (işlevi) olarak kabul etmektedir (Hoffman ve arkadaşları, 1996). Küresel değerlendirmeler, erozyonun, tarımsal ürün üretiminde kullanılan tarım arazilerinin yaklaşık % 33’ünü etkilediğini öngörmektedir.

(11)

10 3.2.2. Aridite

T ürkeş (1998a, 1999)’e göre, ‘aridite’, yeryüzünün herhangi bir yerinde uzun süreli ve egemen atmosferik dolaşımın ve kontrol düzeneklerinin oluşturduğu klimatolojik kuraklık ya da kurak koşullar olarak tanımlanabilir. Başka sözlerle, aridite, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde, zayıf su varlığı ve/ya da düşük ortalama yağış koşulları ile nitelenen, iklimin sürekli bir özelliğidir. Bu tanımda, iklim değişikliği olasılığı göz ardı edilmektedir. En genel kullanımıyla ‘aridite’nin (uzun süreli kurak koşulların) egemen olduğu arid (kurak) iklim bölgelerinin belirlenmesi amacıyla, çok sayıda kuraklık (nemlilik) ve/ya da yağış etkinliği indisi geliştirilmiştir. Örneğin, Köppen, 1918, 1936;

De Martonne, 1926, 1935; T horntwaite, 1931, 1948; Erinç, 1965; Sezer, 1988; vb. (Erinç, 1965;

T ürkeş, 1990). Çölleşme Sözleşmesi’nde ise, kurak, yarıkurak ve kurak-yarınemli alanlar, “ kutup ve kutupaltı bölgeler dışında olmak üzere, yıllık yağışın potansiyel evapotranspirasyona oranı 0.05-0.65 aralığında kalan alanlar” olarak belirlenmiştir (UNCCD, 1995).

3.2.3. Kuraklık

Çölleşme Sözleşmesi’ndeki (UNCCD, 1995) tanımlamalara göre, ‘kuraklık’, yağışın, normal düzeyinin oldukça altında olduğunda ortaya çıkan ve arazi kaynakları üretim sistemlerini olumsuzca etkileyerek ciddi hidrolojik dengesizliklere yol açan, doğal oluşumlu bir olaydır. T ürkeş (1998 ve 1999)’e göre, kuraklık, iklimsel değişimlerin neden olduğu geçici bir özelliktir; kurak ve yarıkurak bölgelerin yanı sıra, orta enlemlerin nemli-denizel iklimleri vb. öteki iklim bölgelerinde de oluşabilir.

3.2.4. Arazi degradasyonu

Arazi yitirimi, kurak, yarıkurak ve kurak-yarınemli alanlarda doğal yağışlar ile beslenen tarım arazilerinin, çayır ve otlakların, korulukların ve ormanların, çeşitli arazi kullanımlarından ya da insan etkinliklerinden ve yerleşme düzenlerinden kaynaklanan birçok sürecin bileşimi sonucunda biyolojik ya da ekonomik verimliliklerinin azalması ya da kaybı olarak tanımlanmaktadır (UNCCD, 1995). Bu süreçlerden bazıları şunlardır:

(i) Rüzgarın ve/ya da suyun oluşturduğu toprak erozyonu;

(ii) Toprağın, fiziksel, kimyasal, biyolojik ya da ekonomik özelliklerinin bozulması; ve (iii) Doğal vejetasyonda ortaya çıkan uzun süreli kayıplar.

3.2.5. Çöl

Çöller, yıl içinde ve yıllar arasında büyük değişkenlik gösteren çok düşük yağış tutarıyla ve zayıf bitki örtüsüyle tanımlanan, çok kurak karasal ekosistemlerdir. Çöl havası çok kurudur ve gelen kısa dalgalı güneş ışınımı ve giden uzun dalgalı termal (kızılötesi) ışınım çok yoğundur. Yaklaşık 30 C°’ye ulaşabilen büyük günlük sıcaklık değişimleri oluşur ve potansiyel evapotranspirasyon yüksektir.

Çöl biyotasındaki yüksek alansal ve zamansal değişkenlik, esas olarak su varlığınca kontrol edilir.

Çöllerin birçok tanımı yapılmasına karşın, burada önemli olan, suyun ekosistem süreçlerini kontrol eden ana etmen oluşudur. Yaygın kabul gören bir tanımlama ile, çöl ekosistemleri, yıllık yağış tutarı 100 mm’den az olduğunda, şiddetli kurak olarak sınıflandırılır (Noble ve Gitay, 1996). Gerçek ya da iklimsel çöl, bu çalışmada temel alınan kuraklık indisi (Kİ= Y/PE) dikkate alındığında, iklimsel açıdan Kİ < 0.05 olan çok kurak koşullar ile bağlantılıdır (Bkz. Çizelge 2). Bu sınıflandırmaya göre, T ürkiye’de gerçek (iklimsel) çöl bulunmamaktadır.

(12)

11 3.2.6. Çölleşme , doğası, ne denle ri ve şiddeti

‘Çölleşme’, ekonomik ve biyolojik olarak üretken bir arazinin daha az üretken olması sonucunda ortaya çıkan, ekolojik bozulma sürecidir. Çölleşmenin ileri aşamalarında, fiziksel bozulmalar ya da morfoklimatik yeni oluşumlar (örneğin, kırgı bayırlar, kumul alanları, çöller, vb.) da oluşur. Çölleşme, kurak ve yarıkurak alanlardaki uç koşullarda, bir zamanlar kendisine bağlı olan toplumların yaşamlarını eskiden olduğu gibi sürdürmelerini sağlayamayan çöl benzeri bir arazi biçimi oluşturur.

Gerçekte, ‘çölleşme’, hem insanın hoyrat arazi kullanımından hem de uzun süreli kuraklıklar gibi olumsuz iklim koşullarından kaynaklanmaktadır. İnsan etkilerinin ya da iklimsel etmenlerin dünyanın kurak ve yarıkurak arazilerinin çölleşmesinden birinci dereceden sorumlu olduğu konusunda ise, bir anlaşmazlık bulunmaktadır. Bu çalışmaların çoğu, çölleşmenin birçok etmenin karmaşık bir etkileşiminin sonucu olduğunu ve doğrudan nedenlerin, nüfus yoğunluğunun, kültürel geleneklerin, arazi ayrıcalıklarının ve başka sosyoekonomik ve politik etmenlerin bir işlevi olan insan etkinlikleri olduğunu ortaya koymaktadır. İklim ve toprak tipi, çölleşmenin hızını ve şiddetini belirlemede önemli olmasına karşın, çoğunlukla bu etmenler, toprak ve toprağın taşınmasını yönlendiren egemen iklim için arazi kullanımı ve yönetimine uymada dikkate alınmaz. Yoğun (aşırı) hayvancılık, ormansızlaştırma, yakacak odun toplanması ve yoğun tarımsal etkinlik, genellikle sorunun temel doğrudan nedenleri olarak görülmektedir.

Çölleşme, Çölleşme Sözleşmesi’nde (UNCCD, 1995), “ iklimsel değişimleri ve insan etkinliklerini de içeren, fiziksel, biyolojik, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik etmenler arasındaki karmaşık etkileşimlerin, kurak, yarıkurak ve kuru-yarınem li alanlarda oluşturduğu arazi degradasyonu” olarak tanımlanmıştır. Buna göre, kutup ve kutupaltı coğrafi kuşakları dışında dünyanın hemen her bölgesinde oluşabilen arazi yitirimi, kurak, yarıkurak ve kuru-yarınemli arazilerde oluştuğunda çölleşme olarak kabul edilmektedir. Çölleşme, düşük toplam yağışa, yetersiz su kaynaklarına, uzun kuru mevsimlere, yinelenen kuraklık olaylarına, gevşek yüzey malzemesine, ince toprak katmanına, seyrek ve aynı zamanda hassas vejetasyon örtüsüne sahip çevresel koşullarda daha sık oluşur ve etkili olur. Uzun süreli ve şiddetli kuraklık gibi iklim ilişkili etmenler, arazinin çölleşmeye eğiliminde ve çölleşme süreçlerinin hızlanmasında bir artışa yol açabilir. Gerçekte, kuraklık ve arazinin yanlış yönetimi, özellikle bir yandan arazi ve su kullanımı, bir yandan da toprak ve egemen iklim arasındaki uyumsuzluğun birleşiminin bir sonucudur. Öte yandan, çölleşmenin, yerel ve küresel iklimi de etkileyebildiği unutulmamalıdır. Gerçek ya da sonradan ortaya çıkan çöllerin oluşabildiği, çok kurak, kurak, yarıkurak ve kurak-yarınemli arazilerin kapladığı alan, yeryüzü karalarının % 47’sine karşılık gelmektedir (Hoffman vd., 1996).

Çok kurak ile yarınemli arasındaki iklim kuşakları, iklimdeki kuvvetli değişimlere karşı açıktır. Bölgesel yağışdaki kısa süreli dalgalanmalar, kurak ve yarıkurak arazilerin bilinen bir özelliğidir. Bu bölgelerde, yağışın yıldan yıla de ğişkenliği çok yüksektir. Afrika’nın Sahel Bölgesi’ndeki yağış tutarı, 1960’lı yıllardan başlayarak önemli ölçüde azalmıştır. Benzer kurak dönemler son jeolojik çağda ve tarihsel geçmişte de oluşmasına karşın, Sahel’deki bu son kuru dönemin anakarasal ölçekteki bir kuraklığa daha fazla eğilimli olduğu kaydedilmiştir (Hoffman vd., 1996). Belirgin kurak koşullar, özellikle 1970’lerden başlayarak, subtropikal kuşağın ve T ürkiye’yi de içerecek bir biçimde Akdeniz Havzası’nın önemli bir bölümünde de etkili olmuştur (T ürkeş, 1996, 1998b, 2002).

Çölleşme iklim değişikliğini şiddetlendirebilir mi? Arazi örtüsündeki, buna bağlı olarak da yüzey albedo’sundaki değişikliklerin, yüzey hava sıcaklığını arttırdığı ve küresel hava sıcaklığını etkilediği kabul edilmektedir (Hoffman vd., 1996). Yüzey toprak nemindeki bir azalmanın, suyu buharlaştırmak için daha az enerji harcanacağı için, havayı ısıtmak için daha fazla enerjinin ortaya çıkma ve kullanılabilme olanağının doğmasına yol açacağı düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar ise, bu etkinin çok zayıf olduğunu belirtmektedir. Öte yandan, birçok araştırmacı da, toprakta karbon birikme potansiyelindeki değişikliklerin ve toprak koşullarındaki olası başka gelişmelerin, diazotmonoksit (N2O) ve metan (CH4) salımları üzerindeki etkileri gibi daha dolaylı bağlantıların

(13)

12

kurulabileceğine inanmaktadır. Çölleşmenin küresel ısınma üzerindeki etkisini nicelendirmek kolay değildir. Bu yüz den, kurak bölgelerin sıcaklık ve yağış koşullarındaki değişimler, daha kuvvetli bir veri ve bilgi tabanı geliştirmeye yönelik olarak izlenmelidir.

3.2.7. Kuraklık ve çölleşmenin doğal ekosistemle re ve yağış destekli üretime e tkisi

Kuraklık ve çölleşmenin, doğal ekosistemler ve yağış destekli (koşullu) üretim üzerindeki etkisi önemlidir. Bu etkinin doğası ve büyüklüğü, çeşitli göstergeler aracılığıyla gözlenebilir.

Kuraklığın doğal ekosistemler üzerindeki etkisi, bitki örtüsü ve canlıkütle üretimi ve besin üretim sistemlerinin bozulmasıyla ölçülür. Kuraklık, bitkilerin sayısını, bitki kütlesini ve yerdeki örtüsünü azaltır. Bu yüzden de, toprağın erozyona karşı korunmasını da zayıflatır. Çölleşmenin etkisi, şiddetli kuraklıklarla birlikte, çok daha derin ve uzun sürelidir. Çölleşen topraklar, yaygın su ve rüzgar erozyonuna açıktır ve bu yüzden zamanla, derinliklerinin ve su ve besin maddelerini tutma becerilerinin büyük bir bölümünü kaybederler. Çok kötü durumlarda, tüm çok yıllık bitkiler yok olur ve toprak yüzeyi büyük ölçekli rüzgar ve su erozyonuna açık olur. Toprak yüzeyi, sürekli vejetasyon örtüsü ile korunma olmaksızın, akan su tarafından aşındırılır; yağmur damlası çarpması ile gözenekleri dolar ve kabuklaşır. Bunun sonucunda da, geçirgenliği giderek azalarak erozyona karşı daha fazla eğilimli ya da açık olur. Toprak yüzeyinin boşluklarını ya da gözeneklerini yitirmesi ve kabuklanması, içsel suyu azaltır ve bunun sonucunda toprak içerisinde kuru bir ortam oluşur. Uzun süreli sıcak ve kurak koşullarda ya da Akdeniz iklim bölgesinde olduğu gibi çok sıcak ve kurak yaz mevsimlerinde oluşan kuvvetli buharlaşma, kabuk oluşumunu ve tuzlanmayı destekleyerek, çölleşme süreçlerini şiddetlendirir.

3.2.8. Çölleşme Sözleşmesi’nde Türkiye’nin ye ri

Çölleşme Sözleşmesi’nde amaç, “ uluslararası işbirliği ve düzenlemeleri ile desteklenen her düzeydeki etkin eylemler yoluyla, şiddetli kuraklık ve/ya da çölleşmeden etkilenen ülkelerdeki, özellikle Afrika’daki çölleşme ile savaşmak ve kuraklığın etkilerini en aza indirmek” biçiminde belirtilmiştir (UNCCD, 1995). Bu doğrultuda, etkilenen alanlarda sürdürülebilir kalkınmanın başarılması hedeflenmiştir. Bu amaca ulaşma yolları, eş zamanlı olarak, etkilenen alanlarda arazinin üretkenliğini geliştirme, iyileştirme, koruma, arazinin ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi konularında, toplumsal yaşam koşullarını iyileştirecek uzun süreli ve bütüncül stratejileri içerecektir.

Sözleşme’de öncelik, çölleşmeden etkilenen Afrika ülkelerine verilmiştir. Özel yükümlülükler, iki madde altında, “Etkilenen Ülke Tarafları” ve “ Gelişmiş Ülke Tarafları” başlıkları altında toplanmıştır. Buradaki ‘etkilenen ülkeler’ terimi, “ arazileri tümüyle ya da kısmen etkilenen alanları içeren ülkeler” anlamına gelmektedir. ‘Etkilenen alanlar’ ise, “çölleşmeden etkilenen ya da çölleşmenin tehdit ettiği, kurak, yarıkurak ve/ya da kuru-yarınemli alanlar” olarak tanımlanmıştır.

Sözleşme’nin, Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler ve Kuzey Akdeniz için 4 adet Bölgesel Yür ütme Eki bulunmaktadır. Bölgesel yürütme ekleri, bu bölgelerin özel koşullarını dikkate alarak, etkilenen ülke T arafları’na ya da bölgelere ve onların kalkınma düzeylerine uygun eylem programlarının seçilmesini ve sosyo-ekonomik, coğrafi ve iklimsel etmenlere uyarlanmasına ilişkin elemanları içermektedir. Bunlar, aynı zamanda, Sözleşme’nin uygulanmasını kolaylaştırmaya yaracak programlar olarak düşünülmüştür.

3.2.9. Kuzey Akdeniz çölleşmesi

İster Çölleşme Sözleşmesi içinde ister dışında ele alınsın, Akdeniz çölleşmesi iki ayrı coğrafi bölge çerçevesinde değerlendirilmektedir: Güney Akdeniz (Kuzey Afrika) ve Kuzey Akdeniz (Güney Avrupa). T ürkiye, etkilenen ülke T arafları’nın yükümlülükleri açısından, Kuzey Akdeniz için Bölgesel Yürütme Eki’ne bağlıdır. Bölgesel değerlendirmeler, Avrupa’daki kurak arazilerin yaklaşık üçte ikisinin, çölleşmeden orta ve şiddetli derecede etkilendiğini göstermektedir. Sorun, yağışın alansal ve zamansal olarak çok değişken, kurak olaylarının sıkça oluştuğu, toprağın fakir ve hassas, erozyona eğilimli dik yamaçların ve dağlık alanların egemen olduğu, Akdeniz’in kuzey kıyılarında da büyüktür.

(14)

13

Kuzey Akdeniz kıyılarında, sıklıkla oluşan doğal ve insan kaynaklı yangınlar, ormanları yok etmekte;

su kaynakları sürdürülebilir olmayan yöntemler ile kullanılmakta ve geleneksel tarım sıkıntılar içinde sürdür ülmeye çalışılmaktadır. Kentsel büyüme, sanayi, turizm ve sulama, kıyı kuşağında yoğunlaşarak, sorunun T ürkiye gibi gelişmekte olan kıyı ülkelerinde, 21. yüzyılda daha büyük boyutlara çıkmasına neden olmaktadır.

Sözleşme’nin Kuzey Akdeniz İçin Bölgesel Yürütme Eki’ne göre, Kuzey Akdeniz Bölgesi’nin özel koşulları şöyledir:

(a) Geniş alanları etkileyen yarıkurak iklim koşulları, mevsimsel kuraklıklar, çok yüksek yağış değişkenliği, ani ve çok şiddetli yağış;

(b) Fakir, erozyona ve yüzey kabuğu oluşturmaya eğilimli topraklar;

(c) Çok çeşitli arazi şekilleri ve dik yamaçlı, arızalı-çok parçalanmış yeryüzü şekilleri;

(d) Sıklıkla oluşan yabansı yangınlar nedeniyle ortaya çıkan geniş orman örtüsü kayıpları;

(e) Arazinin terk edilmesi, toprak ve su koruma yapılarının bozulması ile bağlantılı olarak, geleneksel tarımda ortaya çıkan kriz koşulları;

(f) Su kaynaklarının, kimyasal kirlenme, tuzlanma ve akiferlerin zayıflaması gibi şiddetli çevresel zararlara yol açan sürdürülebilir olmayan biçimde kullanımı;

(g) Kentsel büyüme, sanayi etkinlikleri, turizm ve sulu tarım sonucu, ekonomik etkinliklerin kıyı alanlarında toplanması.

3.3. Türkiye ’nin Sinoptik Klimatolojisi

Subtropikal kuşak ana karalarının batısında egemen olan Akdeniz iklimi özelliği gösteren T ürkiye iklimi, Kuzeydoğu Atlantik ve Akdeniz kaynaklı cephesel depresyonların, subtropikal antisiklonların (yüksek basınçların) ve muson alçak basıncının Orta Doğu’ya doğru uzantısını oluşturan Basra alçak basınç alanının mevsimsel yer değiştirmelerinin bir ürünüdür. Kuzeydoğu Atlantik kaynaklı nemli hava akımlarıyla taşınan cephesel orta enlem depresyonları (alçak basınçları), yaz mevsimi dışında yılın önemli bir bölümde T ürkiye’ye kolaylıkla ulaşırlar. Karadeniz Bölgesi kıyı kuşağında daha etkin olmak üzere, T ürkiye’nin yaklaşık 40 °K enleminin kuzeyinde kalan bölümü, atmosferik koşullar uygun olduğunda neredeyse yıl boyunca orta enlem depresyonlarının oluşturduğu yağışlardan yararlanırlar. Kışın polar jet akımının 35 °K enlemine kadar sokulması sonucunda, Akdeniz Havzası’nda oluşan ya da bazı orta enlem depresyonlarının havzaya girdikten sonra derinleşmesi ile gelişen ve kuzey kolu izleyen Akdeniz depresyonları, özellikle kışın, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde bereketli (bazen şiddetli) yağışların oluşmasını sağlarlar. Bu uygun koşullar, polar jet akımının yazın 55-60 °K enlemlerindeki polar cephe kuşağına ve ötesine göçü nedeni ile ortan kalkar. Yaz mevsiminde, Atlantik kaynaklı nemli hava akımlarıyla bağlantılı denizel polar ve Akdeniz hava kütlelerinin yerini, orta-kuzey Afrika ve Arabistan üzerinde etkili olan kuru hava akımlarıyla bağlantılı karasal tropikal hava kütleleri alır. Sinoptik ölçekli hava dolaşımındaki bu değişiklik, T ürkiye’nin Karadeniz Bölgesi ve Kuzeydoğu Anadolu Bölümü dışında kalan yerlerinde, yaz boyunca genellikle uzun süreli kuru ve sıcak iklim koşullarının oluşmasına neden olur.

(15)

14

K A R A D E N İ Z

A K D E N İ Z

EGE DENİZİ

Marma ra

Denizi 2300

Yıllık Ortalama Yağış (mm)

Şekil 3. Yıllık ortalama yağış toplamlarının (mm) alansal dağılışı (99 istasyon).

K A R A D E N İ Z

A K D E N İ Z

EGE DENİZİ

Marma ra Denizi

Mevsimsellik İndisi

Şekil 4. Yağış mevsimsellik indisinin alansal dağılışı (99 istasyon).

K A R A D E N İ Z

A K D E N İ Z

EGE DENİZİ

Marma ra Denizi

Yıllık Yağışın Değişim Katsayıları (%)

Şekil 5. Yıllık toplam yağışlar için değişim katsayılarının (%) alansal dağılışı (99 istasyon).

(16)

15 3.4. Türkiye ’nin Yağış Klimatolojisi

3.4.1. Ortalama yağış

Kışın Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz kıyı kuşağında 650 mm’den fazla olan ortalama yağış toplamları, karasal İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde 150 mm’nin altındadır. İlkbahar mevsiminde, T ürkiye’nin en yağışlı alanı, 300 mm’nin üzerindeki toplam yağış ile Doğu Karadeniz Bölümü’dür.

Yazın, öteki mevsimlerden ayrı olarak, yağış dağılışında tek yönlü bir kuşaklaşma gözlenir. Suriye sınırında 5 mm’nin altına inen yaz toplam yağışı, Doğu Karadeniz Bölümü’nde 450 mm’nin üzerine çıkar. Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölümlerindeki yüksek yaz yağışları, cephesel yağışlara ek olarak, sırası ile, Karadeniz’in kuzeyinden geçen soğuk cephe sonrası kuzeyli hava akımlarının oluşturduğu orografik ve yerel konvektif yağışlar ile yakından ilişkilidir. Sonbahar yağış toplamları da, kışın olduğu gibi, kıyılardan içerilere doğru azalır. Sonbahar’da, T ürkiye’nin en fazla yağış düşen alanı, 250-300 mm’nin üzerindeki bir yağış ile Karadeniz kıyı kuşağı, en yağışlı istasyonu yaklaşık 800 mm yağış toplamı ile Rize’dir. Yıllık ortalama yağış toplamları dikkate alındığında, T ürkiye’nin en yağışlı alanları, birçok istasyonda 1000 mm’nin üzerine çıkan ortalama toplam ile Batı Akdeniz ile Batı ve Doğu Karadeniz bölümleridir. T ürkiye’nin en çok yağış düşen istasyonu, yaklaşık 2300 mm yıllık ortalama ile Rize’dir. Yıllık ortalama yağış, karasal iç bölgelerde ve Doğu Anadolu’nun doğu bölümünde genellikle 500 mm’nin altındadır (Şekil 3). Yıllık ortalama yağışın 400 mm’den az olduğu alanlar, İç Anadolu’da, özellikle Konya bölümünde geniş bir yer tutmaktadır.

3.4.2. Yağış re jimi

Kabaca Karadeniz Bölgesi’ne ve Marmara Bölgesi’nin Karadeniz kıyılarına karşılık gelen kuzey kuşağında, her mevsim yağışlı ılıman bölge yağış rejimi; Ege ve Akdeniz bölgelerinde ise, kışları yağışlı yazları kurak subtropikal Akdeniz yağış rejimi egemendir (T ürkeş, 1996, 1998a). İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde, karasal; Güneydoğu’da, karasal Akdeniz; Marmara Bölgesi’nde ve İç Ege-Akdeniz Göller Yöresi’nde geçiş rejimleri görülür. Akdeniz yağış rejiminde, kış yağışlarının yıllık toplam yağışa katkısı, istasyonların çoğunda % 45’in üzerindeyken, yaz yağışlarının katkısı % 5’in altındadır. Karadeniz yağış rejiminde, yaz yağışlarının yıllık toplam içindeki payı, çoğunlukla % 15-20 arasındadır. kış, ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinin katkısı, ilkbaharda biraz az ve sonbaharda daha fazla olmak üzere, genellikle % 25 dolayındadır. İlkbahar yağışları, karasal iç bölgelerinin nerede ise tümünde, yıllık toplamın % 30’dan fazlasını oluşturur. Yazın, yıllık yağışa en yüksek katkı, Kuzeydoğu Anadolu’da yoğunlaşırken, yıllık toplamın % 5’inden daha küçük olan en düşük değer, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde oluşur. T ürkeş (1998b), T ürkiye’nin farklı bölgeleri üzerinde, yağış tutarlarının mevsimler arasındaki zıtlığı, bir mevsimsellik indisi (Mİ) kullanılarak daha nesnel olarak ortaya koymuştur. Mİ, aşağıdaki formülle ile hesaplanır:

Y j

A

j Y Y

Y

/

12

1 

 

 −

=

=

Burada, Yj , j = 1,...,12’ye kadar aylık ortalama toplam yağış; YA, aylık ortalama toplam yağışların ortalaması ve YY , yıllık ortalama toplam yağıştır. Mİ değerleri 0.55’den büyük olan alanlar, genellikle kışı yağışlı Akdeniz tipi yağış rejimine sahip olan Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde egemendir (Şekil 4). Öte yandan, ilkbahar yağışlarının yıllık yağışa katkısı dikkate alındığında, ki birçok istasyonda % 30 ve % 35 arasında değişmektedir, Güneydoğu Anadolu’daki mevsimselliğin, Ege ve özellikle de Akdeniz Bölgesi’ndekilerden farklı olduğu görülür. Bu bölge, ilkbahar yağışları açısından, daha çok karasal iç bölgelere benzemektedir. 0.35’den küçük Mİ değerleri ise, genellikle Karadeniz Bölgesi ve Kuzey Marmara Bölümü üzerindeki tek tip ya da her mevsim yağışlı yağış rejimine karşılık gelmektedir. Sonuç olarak, Mİ değerlerinin ve mevsimlik yağış oranlarının dağılışları, yağış rejiminin, yağış tutarları eşit olmamakla birlikte Karadeniz kuşağında her mevsim yağışlı; Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise, oldukça mevsimsel olduğunu göstermektedir.

(17)

16 3.4.3. Yağış değişkenliği

Yağış gözlem dizlerindeki yıldan yıla değişkenliğinin ortalama koşulları, değişim katsayısı (DK, %) ile incelenmiştir. DK, aşağıdaki formül ile hesaplanır:

100 ) /

(

= i Yi

DK σ

Burada, σi, bir (i) istasyonundaki yıllık (ya da mevsimlik) yağış toplamı dizilerinin standart sapmasını ve Yi, yıllık (ya da mevsimlik) uzun süreli yağış ortalamasını (mm) gösterir. Bu değer, istatistiksel olarak, bir istasyondaki gözlemlerin ortalama yağışın (sıcaklığın, bulutluluğun, nispi nemin, vb.) çevresindeki olası yüzde değişiminin genel bir göstergesidir. Ortalamanın çevresinde göreli olarak fazla bir saçılma göstermeyen değişkenler, daha düşük değişim katsayısına sahiptirler. Tersine, fazla saçılma yüksek yıldan yıla değişkenliğin bir göstergesidir.

Yıllık ve mevsimlik yağışlarda yıldan yıla değişkenliğin en düşük olduğu bölge, Karadeniz; en yüksek olduğu bölgeler, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’dur. Kışın T ürkiye’nin batı, güney ve doğu bölgelerinde, DK’lar % 35‘in oldukça üzerinde; Karadeniz’de % 30 dolayındadır. Yaz yağışlarının değişkenliği, Karadeniz Bölgesi’nde % 25 ve % 55 arasında değişirken, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, % 80 ve % 150 arasında çok yüksek değerler göstermektedir. Yıllık yağışlarda değişkenlik, ülkenin genellikle Akdeniz yağış rejiminin egemen olduğu güneyinden, genellikle her mevsim yağışlı Karadeniz kıyı kuşağına doğru gidildikçe azalır (Şekil 5).

3.4.4. Kuraklık indisi

Sözleşme’deki tanımlarda, yükümlülük bölgelerinde ve onların özel koşullarında temel alınan Aridite İndisi (Kuraklık İndisi-Kİ), T ürkeş (1998a, 1999)’in çalışmalarında da temel yöntem olarak kabul edilmiştir. UNEP (1993)’e göre, Kİ,

PE Y =

/

basit eşitliği ile gösterilebilir. Burada, Y, yıllık yağış toplamı (mm) ve PE, yıllık toplam düzeltilmiş potansiyel evapotranspirasyondur (mm). Düzeltilmiş PE değerleri, iklimsel su bütçesini hesaplamak için geliştirilmiş olan WAT BUG programı kullanılarak elde edilmiştir.

1.0’ın altındaki tüm Kİ değerleri, normal (ortalama) iklim koşullarındaki yıllık su açığının varlığını gösterir. Önceki sınıflandırmalar (UNEP, 1993; Hoffman vd., 1996) ve T ürkiye için uygulanan başka nemlilik indisleri (T ürkeş, 1990; Çiçek, 1996) de dikkate alınarak, kurak ve nemli alanları tanımlamak için Çizelge 2’de verilen genel sınıflandırma geliştirilmiştir:

Çizelge 2. Çölleşme Sözleşme si’nde temel alınan kuraklık indisine göre, kurak ve nemli arazile rin sınıflandırılması ve çölleşme açısından de ğe rlendirilmesi (Türkeş, 1998a).

Y:PE Bölge Değerlendirme

< 0.05 Çok kurak Gerçek iklimsel çöller (T ürkiye’de yok) 0.05-0.19 Kurak Çölleşmeye açık (T ürkiye’de yok)

0.20-0.49 Yarıkurak Çölleşmeye açık (Konya Ovası ve Iğdır yöresi) 0.50-0.64 Kurak-yarınemli Çölleşmeye açık (Güneydoğu ve iç bölgeler)

0.65-0.79 Yarınemli Çölleşmeye açık (Batıda ve kurak-yarınemlinin çevresinde) 0.80-0.99 Yarınemli Çölleşmeye eğilimli olabilir

1.00-1.99 Nemli Çölleşme yok (Esas olarak Karadeniz Bölgesi’nde) 2.00 < Çok nemli Çölleşme yok (Rize ve Hopa yöresinde)

(18)

17

K A R A D E N İ Z

A K D E N İ Z

EGE DENİZİ

Mar ma ra Deni zi

Yıllık Kuraklık İndisi 3.0

Şekil 6. Yıllık kuraklık indisi değerlerinin alansal dağılışı (90 istasyon).

Şekil 7. T ürkiye’de vejetasyon formasyonlarının alansal dağılışı (Erinç, 1977).

Çizelge 3. Kuraklık indisi değerleri 0.65’ten ve 0.80’den küçük olan istasyonların coğrafi bölgelere göre dağılışı (T ürkeş, 1998a).

Kİ < 0.65 Kİ < 0.80

Bölge (istasyon sayısı) Sayısı %’si Sayısı %’si

Karadeniz (15) 4 26.6 7 46.7

Marmara (15) 1 6.7 8 53.3

Ege (11) 1 9.1 7 63.6

Akdeniz (15) 6 40.0 8 53.3

Güneydoğu Anadolu (8) 5 62.5 8 100.0

İç Anadolu (12) 9 75.0 10 83.3

Doğu Anadolu (14) 5 35.7 5 35.7

T ürkiye (90) 31 34.4 53 58.9

(19)

18

Kİ değerlerinin coğrafi dağılışını gösteren haritada (Şekil 6), Kİ < 1.0 olan değerler, T ürkiye’de yıllık su açığı bulunan alanları göstermektedir. Kİ < 0.80 olan yarıkurak, kurak-yarınemli ve yarınemli iklim koşulları ve Kİ < 0.65 olan yarıkurak ve kurak-yarınemli iklim koşulları, çalışmada kullanılan 90 istasyonun sırası ile yaklaşık % 59’unda ve % 34’ünde egemendir (Çizelge 3). Kurak- yarınemli iklim koşulları, karasal İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin büyük bir bölümü ile Orta ve Doğu Akdeniz’in bir bölümünde, Doğu Anadolu’nun doğusunda ve batısında yayılmaktadır. Yarıkurak ve kurak-yarınemli koşullar, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki istasyonların sırası ile % 75 ve % 62.5’ini kapsamaktadır. Yarıkurak iklim koşullarına sahip araziler, Konya Ovası’nda ve Iğdır yöresinde egemendir. En kurak istasyon 0.3 Kİ değeri ile Iğdır, en nemli istasyon ise Kİ değeri 3.0 olan Rize’dir.

T ürkiye’nin İç ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yarıkurak ve kurak-yarınemli arazilerinin karakteristik vejetasyon formasyonları, çoğunlukla step ve ağaçlı step ile fundalık ve bozulmuş kuru ormandan oluşmaktadır (Şekil 7) (Erinç, 1977; Atalay, 1994). Bozulmuş kuru ormanlar ve fundalıklar ile antropojen stepler, Karasal Doğu Anadolu Bölgesi’nin yarıkurak ve kurak-yarınemli bölümlerinin üzerindeki egemen vejetasyon formasyonudur. Arazinin tümüyle bozulması ve iklim değişikliklerinin kurak koşullarda önemli bir artışa ya da yağış tutarlarında ve su kaynaklarında önemli bir azalışa neden olması dışında, bu seyrek vejetasyon örtüleri, arazi yüzeyini koruma ve toprağı tutma gücüne sahiptir.

4. YERKÜR E İKLİMİND E GÖ ZLEN EN D EĞİŞİKLİKLER

Yerküre iklim sisteminde küresel ve bölgesel ölçekte değişiklikler gözlenmektedir (T ürkeş, 2000c; IPCC, 2001a; T ürkeş vd., 2001; T ürkeş, 2001a ve 2001b). Bu değişikliklerin bazılarının, insan etkinlikleriyle bağlantılı olduğu kabul edilmektedir.

• Küresel ortalama yüzey sıcaklığı, 20. yüzyılda yaklaşık 0.6 C° (0.6 ± 0.2 C°) artmıştır. Bu değer 1995’te yapılan değerlendirmelerden ve beklentilerden yaklaşık 0.15 C° daha büyüktür. Küresel olarak, 1990’lı yıllar en sıcak on yıldır; 1998 ise, 1861 yılından sonraki aletli gözlem kayıtlarındaki en sıcak yıl olmuştur (Şekil 8). Gece en düşük hava sıcaklıklarında yaklaşık her on yılda 0.2 C° olarak gerçekleşen artış, gündüz en yüksek hava sıcaklıklarındaki artışın yaklaşık iki katıdır.

• 20. yüzyılda sıcaklıklarda gözlenen bu ısınma, geçen 1000 yılın herhangi bir dönemindeki artıştan daha büyüktür.

• Atmosferin en alt 8 kilometrelik bölümündeki hava sıcaklıkları, geçen 40 yıllık dönemde artmıştır.

Orta enlem ve kutupsal kar örtüsü, kutupsal kara ve deniz buzları ile orta enlemlerin dağ buzulları 20. yüzyılda azalmıştır.

• Küresel ortalama deniz seviyesi, 20. yüzyılda yaklaşık 0.1-0.2 m arasında yükselmiş ve okyanusların ısı içerikleri artmıştır.

Yağışlar kuzey yarımkürenin orta ve yüksek enlem bölgelerinde her on yılda yaklaşık % 0.5 ile % 1 arasında artarken, subtropikal karaların (Akdeniz Havzası’nı da içerir) önemli bir bölümünde her on yılda yaklaşık % 3 azalmıştır.

• İnsan etkinliklerinden kaynaklanan sera gazı ve aerosol salımları atmosferin bileşimini değiştirmeyi ve bu nedenle de iklimi etkilemeyi sürdürmektedir.

• Sera gazlarının atmosferik birikimleri ve onların ışınımsal zorlaması, insan etkinliklerinin bir sonucu olarak artmaya devam etmiştir.

• Antropojen aerosoller kısa ömürlüdür ve çoğunlukla negatif ışınımsal zorlama oluştururlar.

• Doğal etmenler, geçen yüzyıl süresince ışınımsal zorlamaya küçük bir katkı yapmıştır.

• Modellerin geleceğin iklimini kestirme yeteneğine ilişkin güvenilirliği artmıştır.

• Geçen 50 yılda gözlenen ısınmanın önemli bölümünün insan etkinliklerine bağlanabileceği konusunda yeni ve daha kuvvetli kanıt bulunmaktadır.

• İnsanoğlu, atmosferin bileşimini değiştirmeyi 21. yüzyılda da sürdürecektir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Aşağıdaki ifadelerin doğru veya yanlışlığını belirtiniz. Alüvyal topraklarda genellikle tarım yapılmaktadır. Kahverengi orman toprakları ülkemizin her tarafında

Yaz enerji kazanımı : Isı atılan ortam olarak havaya göre çok soğuk olan deniz suyu kullanıldığı için soğutma grubu daha az enerji harcamıştır, % 16’ lık bir tasarruf

Çatıya monteli türbin ve ısı pompasını ekserji kapsamında inceleyen bir çalışma bulunmakla birlikte [23] bu kez de talep (Bina) tarafı eksiktir [24].. Dincer ve Rosen

• Basınç yükünün yüksek olduğu noktadan basınç yükünün düşük olduğu noktaya doğru. • Doymamış

yarayışlı Se içermeyen topraklara toksik olmayan seleniferus topraklar denir.. Düşük

 Drenaj sistemi kurulmamış ve fazla su ortamdan uzaklaştırılamamışsa, aşırı sulamayla taban suyu yukarı doğru harekete geçer, kılcal

açısından risk taşıdığı vurgulanan raporda, orman yangınları, erozyon, tarımsal üretkenlikte değişiklikler, kuraklık ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar,

Devlet Su ‹flleri Genel Müdürlü¤ü’nün görüflü al›nma- dan, akarsu ve derelerin yataklar› içinde iskân yap›lmas› ile daha önce infla edilmifl bulunan