Doç.Dr.Tarık Soydan
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi Anabilim
Dalı
Eğitimde İşgücü Planlaması Dersi Notları – 4
İşgücü planlaması, doğru sayıda kişiyi doğru zamanda, doğru işlerde, doğru beceri, tecrübe ve yeteneklerle işe almak ve çalıştırmak olarak ele alınabilir.
Belirlenen amaçların gerçekleştirilebilmesi,
kaynakların etkin, tam ve etkili olarak
kullanılabilmesi için işgücü planlaması
yapmaya ihtiyaç vardır.
İşgücü planlaması yaparken genel olarak iki yaklaşım kümesinden hareket edilir: Arz yönlü yaklaşımlar ve talep yönlü yaklaşımlar.
Arz yönlü yaklaşımlara göre, ‘ekonominin gerekleri’ne uygun işgücü sayısını ve yeterliğini, bir başka ifade ile nicelik ve nitelik olarak işgücünü, sağlamak üzere işgücü planlaması yapılmalıdır.
Talep yönlü yaklaşımlara göre ise, işgücü planlaması yapılırken ‘ekonominin gerekleri’nden ziyade ‘toplumun beklentileri’ ön planda tutulmalı;
çalışanların, çalışmak isteyenlerin ve hizmet
alanların istemine karşılık verilebilmelidir.
Öğretmenlik Mesleği Üzerine
Eski Yunan’da eğitimin ve öğretmenliğin etimolojik köklerini bulmak mümkündür. Yunanca bir terim olan “pedagoji”
kelimesi çocuk oyalamak, çocukları idare etmek anlamına gelirken, “pedagog” kelimesi de, çocuk oyalayan, çocuk idare eden kimse anlamına gelmekte ve Eski Yunan’da bu görevi köleler yerine getirmektedir. Yani ilk öğretmenler soyluların çocuklarını oyalamakla görevli kölelerdir!
Ancak bugünkü anlamıyla düşünüldüğünde bu işlevin bir tür öğretmenlik olduğu söylenemez. Köleler tarım işleriyle ve küçük sanatlarla uğraştıkları gibi, zengin ailelerin çocuklarını gezdirmek ve oyalamakla da uğraşmışlardır.
Ancak bu uğraşlarında çocuklara akıl vermeleri ya da herhangi bir eğitsel telkinde bulunmaları yasaklanmıştır (Kanad, 1966, s.1).
Modernleşme süreci ile birlikte, toplumların
yeniden üretim mekanizmaları farklılaşmış, dini
ve geleneksel nitelikteki toplumsal yeniden
üretimin yerini seküler değerlere yaslanan yeni
bir yeniden üretim süreci almıştır. Toplumları
oluşturan bireylerin hak ve yükümlülük sahibi
yurttaşlar olarak sosyalleştirilmelerinin
hedeflendiği bu dönemde eğitim işlevini yerine
getirmekle yükümlü kılınan kişilerin kurumsal
olarak yetiştirilmeleri ve kamusal usul ve
esaslarla istihdam edilmeleri gündeme
gelmiştir.
Öğretmenliğin ayrı bir eğitim alanı olması ve öğretmenlik eğitiminin üniversitelerde verilmesi tarihsel olarak yeni bir olgudur. Bu konudaki ilk düşüncelerin 1830’lu yıllarda İngiltere’de ortaya çıktığı belirtilmiştir. 1870’li yıllara kadar üniversiteler öğretmen eğitimi ile ilgilenmemiştir.
Eğitimle ilgili ilk kürsü 1876 yılında İskoçya’da
kurulmuş, İngiltere üniversitelerinde eğitim
bilimlerinin kurulması 1890’lı yılların sonunda
gerçekleşmiştir. Eğitimin özel bir konu olarak
üniversitelere girmesi ise ancak 1960’larda
gerçekleşmiştir (Aksoy, 1999, s.119).
Osmanlı-Türk Modernleşmesi Sürecinde Öğretmenlik
*Ülkemizde öğretmenlerin yetiştirilmesine ve istihdamına yönelik ilk adımlar Osmanlı’nın son döneminde Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan süreçte atılmaya başlanmıştır. 1847’de kurulan Darülmuallimin” (Erkek Öğretmen Okulu) ilk öğretmen yetiştiren kurumdur (Akyüz, 1989 ; Tekeli ve İlkin, 1999).
*Tanzimat Dönemi’nin sonuna doğru, 1 Eylül 1869 tarihinde, yürürlüğe giren “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi” Osmanlı’nın sonuna kadar, hatta yeni devletin ilk inşa sürecinde de geçerliğini sürdüren 198 maddelik bir düzenlemedir. Çoğu hükmü uzun yıllar boyunca uygulanamamış olmakla birlikte, eğitim konusunda Osmanlı’da ilk sistemleştirme ve kanunlaştırma uygulaması olarak değerlendirilebilir.
* Maarif Nizamnamesi ülke çapında sıbyan, rüştiye, idadi ve sultani okulları, İstanbul’da ise Darülfünun, Darülmuallimin, Darülmuallimat ve kız rüştiyeleri açılmasını öngörmüştür.
* Maarif Nizamnamesi’nde sıbyan mekteplerinde öğretmenlik yapma hakkının Darülmuallimin mezunlarına verileceği belirtilmiştir. Oysa, İstanbul’da bulunan ülkenin tek Darülmuallimin-i Sıbyan’ında senede ancak 30 civarında mezun verilemektedir. Yine de Nizamname’de böyle bir düzenlemenin yer almış olması medreselerin öğretmen yetiştirme sürecindeki rolünün sınırlanmasına yönelik bir niyeti yansıtması açısından önemlidir (Kodaman, 1991).
* Türkiye devletin kuruluşunun ilk yıllarında eğitim sistemi Osmanlı’nın son yıllarında, 1913 yılında çıkarılmış olan, “Tedrisat-ı İptidaiye Kanunu”na dayanmıştır. Daha sonra, 22 Mart 1926 tarihli ve 789 sayılı
“Maarif Teşkilatına Dair Kanun” ile eğitim sistemi yeni baştan düzenlenmiştir.
* 1923–1924 öğretim yılında ilkokullara öğretmen yetiştiren okulların sayısı 7’si kız, 13’ü erkek olmak üzere 20’dir. Bu okulların öğretim süreleri dörder yıldır. Bu yıllarda toplanan “Heyet-i İlmiye” de öğretmen okullarının Bakanlıkça ele alınması ve hızla yeniden düzenlenmesi istenerek bu okulların süresi, 1924 yılında beş yıla çıkarılmıştır.
Öğretmen yetiştiren okullar Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük ölçüde II.
Meşrutiyet dönemindeki programı izlemişlerdir. Sonraki yıllarda, öğretim süreleri beş ve altı yıla çıkarılırken programları da değişerek genel bilgi bakımından lise programına benzetilmiştir. Cumhuriyet döneminde sınıf öğretmeni yetiştirmek amacıyla sırasıyla şu okullar açılmıştır: Köy Muallim Mektepleri, Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitüleri ve İlköğretmen Okulları (Akyüz, 1985 ; Cicioğlu, 1985).
Cumhuriyet döneminin başlangıcında, eğitime yapılan en önemli katkılardan biri, öğretmenliğin yasal olarak “meslek” durumuna getirilmesidir. Şöyle ki, 1924 tarih ve 439 sayılı yasada, öğretmenliğin, devletin genel hizmetlerinde eğitim ve öğretim görevini üzerine alan bağımsız sınıf ve derecelere ayıran bir meslek olduğu belirtilmiştir (Koçer, 1967).
1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 43. Maddesine göre; «öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.»
Formasyon uygulaması bu açıdan nasıl değerlendirilebilir?
Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'ın Mayıs
1936'da TBMM'de ifade ettiğine göre, o
yıllarda ilköğretmen okulları her yıl
ortalama 650 mezun vermekte, fakat ölüm,
emeklilik, istifa gibi nedenlerle sisteme
giren öğretmen sayısı yıllık 300-350
civarında olmaktadır. Bakana göre durum
böyle devam ederse 35 bin öğretmensiz
köye Cum huriyet ancak 100 yıl sonra
öğretmen gönderebilecektir (Akyüz, 1985,
s. 349).
Nüfusun ağırlıklı kısmının yaşadığı kırsal alanlarda öğretmen eksikliği sorunu oldukça ağırdır. Bu sorunu çözebilmek için, 3803 sayılı ve 17. 04. 1940 tarihli kanunla, köylere öğretmen yetiştirmek üzere, tarım işlerine elverişli arazisi bulunan köylerde, beş yıl öğretim süreli Köy Enstitüleri açılmış ve daha önce açılan Köy Öğretmen Okulları da Köy Enstitüsü biçimine dönüştürülmüştür. Köy enstitülerinde, yarı yarıya kültür dersleri ile tarım, demircilik, marangozluk, kooperatifçilik, biçki dikiş çalışmalarına yer veren bir program uygulanmış, köy çocuklarının yalnızca dar anlamda eğitimi değil birer toplum kalkınması aktörü olarak köyün gelişimine katkı yapmaları hedeflenmiştir.
6234 sayılı ve 27. 01. 1954 tarihli kanunla, “Köy Enstitüleri”
“İlköğretmen Okulları” ile birleştirilmiştir (Cicioğlu, 1985, s.303 ; Akyüz, 1985).