• Sonuç bulunamadı

Bu politika, bir yönüyle, insanları doğal afetler (kuraklık, deprem, sel, heyelan vb.) ve bunların olası etkilerinden korumayı da içermekteydi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bu politika, bir yönüyle, insanları doğal afetler (kuraklık, deprem, sel, heyelan vb.) ve bunların olası etkilerinden korumayı da içermekteydi"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, COG 245 Coğrafyada Temel Kavramlar

Çevre II

Ders Notları (Hafta 5)

Dr. Erdem BEKAROĞLU

(2)

Çevre II

Coğrafyanın İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı dönüşümler sonrasında, coğrafyacıların çevreye yaklaşımı da değişmiş, çeşitlenmiştir. Bu bakımdan, disiplinin 1950 öncesindeki geleneksel çevre çalışmaları özellikle Anglofon dünyada hızla terk edilmiş ve çevre kavramı çağdaş dönemde temel olarak dört farklı perspektifte ele alınmaya başlanmıştır. Çevre kavramına ve çevreye birbirinden farklı merceklerle yaklaşan bu çalışmalar kendi içerisinde büyük ölçüde asimetrik olduğu gibi, aynı zamanda çevre-insan etkileşiminin daha çok “insan”

tarafına ağırlık vermektedirler.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok Batı Avrupa ülkesi refah devleti politikalarını benimsemeye başlamıştır. Bu politika, bir yönüyle, insanları doğal afetler (kuraklık, deprem, sel, heyelan vb.) ve bunların olası etkilerinden korumayı da içermekteydi. Bu ortamda, Amerikalı coğrafyacı Gilbert White, insanların afet algılarını merkeze alan bir yaklaşım geliştirmiş ve bunun öncülüğünü yapmıştır (doğal afetler coğrafyası). Davranışsal coğrafyayla da doğrudan bağlantılı olan ancak bir ayağı çevrede olan bu yaklaşımda, çevrenin kendisi değil ama insanın çevreyi nasıl gördüğü, algıladığı odaktadır. White’a göre, riskli ortamlarda yaşayan çoğu insan ve topluluk aslında kendisini zarar görecek bir perspektifte görmemekte ve bu yüzden de afetin etkisini azaltacak ya da ortadan kaldıracak gerekli önlemleri/eylenmeleri alamamakta/yapamamaktadır. Bu, esasen, rasyonel insan ve davranış imgesiyle çelişen, ilk başta anlaşılması zor ama genelde de facto olarak pratik edilen irrasyonel bir davranıştır (İstanbul’da büyük bir deprem beklenmesine rağmen, insanlar İstanbul’dan göç etmemekte, aksine şehrin nüfusu artmaktadır!). Bu örüntü, davranışsal coğrafya perspektifine sahip doğal afetler coğrafyası çalışmalarının odağının, özellikle afet bölgelerinde yaşayan insan ve topluluklar bağlamında, nesnel gerçeklik analizinden “bilişsel gerçeklik” analizine kaymasını sağlamıştır. Buradaki temel motivasyon, ne kadar eksik ve çarpık olsa da, insanların afet algısının rasyonel olarak açıklanabileceği ve bunun da, onları ve çevrelerini potansiyel afet tehdidinden koruyabilecek politik çözümleri sağlayabileceği şeklindedir. Bu tip bir çalışma çerçevesi özellikle Kanada ve ABD’de gelişme göstermiş;

doğal afetler-insan algısı ekseninde araştırmalar yürüten coğrafyacılar kamu politikaları ajanslarında yer bulmuştur.

Coğrafyacıların İkinci Dünya Savaşı sonrasında çevreye olan farklı yaklaşımlarındaki ikinci grubu kültürel ekoloji oluşturmaktadır. Kültürel antropoloji ile kültürel coğrafyanın sınır bölgesinde yer alan kültürel ekoloji yaklaşımı 1960’ların sonlarında, özellikle ABD’de etkin olmuştur. Julian Steward, Andrew Vayda, Roy Rappaport, Marvis Harris, Clifford Geertz gibi isimlerin öncülüğünde gelişme gösteren bu yaklaşımın temelleri, kültürel alışkanlıkların

(3)

kendine özgülüğü bağlamına vurgu yapan dönemin antropolojik kültür kavrayışının eleştirisi üzerine kurulmuştur. Özellikle “güney”deki topluluklara odaklanan kültürel ekologlar, yerel ekolojiye uyum bakımından işlevsel olarak görülen kültürel inanışları ve pratikleri araştırmışlardır. Bu yolla, kültürel ekologlar, kültürü yeniden materyalize ederek onu biyofiziksel bir zemine oturtmuşlar; çevresel kullanım, çevresel modifikasyon, günlük yaşam ve kültürel ritüeller üzerine detaylı ve uzun süreli alan çalışmaları yürütmüşlerdir.

Gerçekleştirilen çalışmalar holistik bir tabiata sahiptir. Kültürel ekoloji perspektifinde çevre ve kültür birbirine karşılıklı bağlı, göreceli olarak durağan ve içsel olarak karmaşık süreçler, ilişkiler ve olaylar olarak kavramsallaştırılmaktadır.

Genel olarak değerlendirildiğinde kültürel ekoloji yerel bir odağa sahip olup, kültürel grupları ve ilgili grupların sahip olduğu biyofiziksel ortamı, ulusal ve küresel ölçekten bağımsız bir şekilde değerlendirmektedir. 1980’lerde ortaya çıkan politik ekoloji yaklaşımına göre, kültürel ekolojinin homeostatis ve farklı kültürlerin görece otonom durumları üzerine olan odağı iki sebepten ötürü gerçekçi değildir: Bunlardan birincisi, devlet gücünün ulusal seviyedeki artan hakimiyetidir. İkincisi ise meta üretiminin, dağıtımının ve tüketiminin uluslararası bir nitelik kazanmasıdır. Bu nedenle, politik ekoloji yaklaşımı yerel kaynak kullanımının geniş ölçekli sosyal süreçlerden nasıl etkilendiğini anlamaya çalışmakta ve vurguyu, sıradan insanlar ile çeşitli aktörler (ulus devlet, çokuluslu şirketler vb.) arasındaki asimetrik güç ilişkilerine kaydırmaktadır. Bu bakımdan, politik ekoloji araştırmalarında, çiftçilerin-üreticilerin yerele ilişkin kararlarını meta fiyatlarındaki, ticaret anlaşmalarındaki küresel değişimlere bağlayan karmaşık bağlantılar önem kazanmaktadır. Politik ekoloji, bu yönüyle politiktir; zira, bu yaklaşımda aktörler ve süreçler yerel arazi kullanım örüntüsünü etkilemektedirler ve bu etki önemli bir yönüyle yerel-üstü bir ölçeğe ve bu ölçekte eyleyen süreçlere bağlıdır.

Politik ekolojinin kültürel ekoloji yaklaşımını radikalize eden ve araştırma ufkunu genişleten etkisine benzer bir örüntü, 1980’lerin ortalarından itibaren doğal afetler coğrafyası içerisinde de gözlenmiştir. Yerel ölçeği daha geniş coğrafi bağlamdan bağımsız olarak ele almak, doğal afetler coğrafyasının geleneksel yönelimini oluşturmaktaydı. Bu grup, aynı zamanda, insanların afet algısı ve bilişsel süreçleri, sosyal ilişkilerin ve sosyal kimliğin geniş ölçekli etki dünyasından da soyutlamıştı. İşte bu yaklaşım 1980’lerin ortalarında (Kenneth Hewitt ve sonrasında da Ben Wisner’in çalışmalarıyla) değişmeye başlamıştır. Bu yeni anlayışta afetlere maruz kalmanın yarattığı kırılganlık, yalnızca afet bölgesinde yaşamaklıkla ilgili değildir. Bu, aynı zamanda zenginlik, güç, kimlik ve sosyal sınıf gibi unsurlarla da ilişkilidir. Özellikle Batı coğrafyacılığında 1970’lerde ortaya çıkan radikal rüzgardan etkilenen yeni afet coğrafyası çalışmalarında afetlere karşı olan kırılganlığın nüfus içerisinde hem derece ve hem de tür bakımından değişken olduğu; ayrıca, kırılganlığın, insanların bölgesel ya da ulusal sosyal yapılar (ve aynı zamanda en geniş ölçekte küresel ekonomi-politik) içerisindeki yeri

(4)

bakımından açıklanması gerektiği düşünülmektedir. Bu tip bir araştırma güncesi, politika üreticilerinin dikkatini insanların afet algısından ve (örneğin, fırtınalara karşı sel duvarı yapmak gibi) teknokratik politikalardan uzaklaştırmakta; bunun yerine, odağı, yoksulluğun ve güçsüzlüğün nasıl sosyal olarak üretildiği ve kırılgan toplulukların bir doğal afet gerçekleştiğinde ortaya çıkan problemlerden nasıl daha iyi korunabileceği gibi yeni bir perspektife doğru kaydırmaktadır. Bu bakımdan koruyucu politikalar, mühendislik çözümleri kadar ve hatta ondan da fazla ölçüde, sosyal refaha ilişkin olmalıdır. Bu yaklaşımda çevresel etkilere ilişkin kırılganlık esasında bir sosyal problem olarak görülmektedir.

Yararlanılan Kaynak: Castree, N. 2011. Nature and society. İçinde J. A. Agnew, D. N. Livingston (Eds.), The Sage Handbook of Geographical Knowledge, 287-299, Sage: London.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ekşi, HES tünellerinden çıkarılan hafriyatın kontrolsüz olarak dere ve yol kenarlarına dökülmesinin doğanın dengesini bozduğuna, tünellerde dinamitle patlatma

Küresel ısınma ve iklim değişimlerinden kaynaklanan meteorolojik afetlerin, Afet Kanunu kapsamına alınması için çal ışma yürütülüyor.. Afet İşleri Genel

Salgın süresince hastanemizde, altı lejyoner hastası ile yüksek ateşi olan an- cak klinik ve radyolojik pnömoni bulgusu olmayan 26 olgu tedavi edilmiştir.. Bu olgula- rın

Türkiye’de en fazla çığ olayları, fazla kar yağışı alan dağlık yörelerde, başta Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu’da meydana gelmektedir.. Büyük

Türkiye ve Yunanistan'da toplam 119 kişinin ölümüne ve 1053 kişinin ise yaralanmasına neden olan deprem, 2020 yılında yeryüzünde meydana gelen depremler

D) Heyelan E) Deprem.. 1815 yılındaki Tambora Dağı’ındaki püskürme Dünya’da bugüne kadar bilinen en büyük volkanik aktivitedir. Bunlardan 11.000- 12.000

Yangın, kaza, salgın hastalık gibi insan faaliyetlerinin neden olduğu insan kaynaklı afetler doğal afetler kadar ani ve aynı derecede yıkıcı olabilir.. Dahası, insan

Hemşirelerin Afetlere Hazır Olmasının Önemi: Hemşireler, toplumun afetler ile başa çıkmasında en yaşamsal insan kaynaklarından birini oluşturmakta olup, afetlere