• Sonuç bulunamadı

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print) Volume 12 Issue 4, August 2020 DOI Number: 10.9737/hist.2020.919

Araştırma Makalesi

Makalenin Geliş Tarihi: 05.06.2020 Kabul Tarihi: 10.07.2020

Atıf Künyesi: Ahmet Yılmaz, “Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti”, History Studies, 12/4, Ağustos 2020, s. 2247- 2262.

Volume 12 Issue 4 August 2020

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

The Geographical Borders of Sogdia and The Greater Yuezhi Dominance in The Region Dr. Ahmet Yılmaz

ORCID No: 0000-0003-3825-2660 Amasya Üniversitesi

Öz: Kadim bir yerleşim merkezi olan Soğd (Soğdiana), tarihin erken dönemlerinden itibaren göçebe kavimlerin ilgisini çeken ve onların ektisi altında kalan bir coğrafyadır.

Soğd bilhassa Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde güçlü olmak isteyen kavimler arasında rekabetin ana üssü haline gelmiştir. Bu sebeplerden ötürü Soğd sık sık el değiştirmiştir. Bölgenin sürekli el değiştirmesi ve hareketli bozkır kavimlerinin mevcudiyeti bölgenin net sınırlarını çizmeyi zorlaştırmıştır. Bunlara ilave olarak Soğd bölgesi hakkında bilgi veren kaynaklar arasındaki tutarsızlıklar da söylenebilir.

Çalışmamızın konusunu oluşturan Soğd ve onun tarihinde önemli bir yere sahip olan Yüeçiler ise kuzeyden güneye göç ederek bölgeye gelmişlerdir. Yüeçiler ilk zamanlarda Altay dağları civarında ikamet ediyorken daha sonra güney yönünde göç ederek Kansu topraklarına yerleşmişlerdir. Devamında göçebe kavimlerin çoğu zaman yaptığına benzer olarak otlak bulmak amacıyla mücadele etmişlerdir. Bu mücadele Hunlara karşı gerçekleşmiş ve Yüeçiler için hezimetle neticelenmiştir. Daha sonra ise Yüeçiler, Büyük ve Küçük Yüeçiler isimliyle iki kola ayrılmıştır. Hun mağlubiyetin arkasından Büyük Yüeçiler batıya doğru göç etti. Geride kalan kol ise Küçük Yüeçiler’i meydana getirmekteydi ki bu Yüeçiler Tibet’in kuzey dağlarında kalmışlardı. Bu çalışmada Soğd’un coğrafi hudutları ve Büyük Yüeçiler’in bölgeyi istilası üzerinde durulacaktır.

Anahtar kelimeler: Göçebeler, Mâverâünnehir, Soğd, Yüeçiler.

Abstract: Sogdia (Sogdiana), which is an ancient settlement, is a region that attracted the attention and influence of nomadic tribes since early periods of history. Sogdia became the center of the rivalry between the tribes who aimed to gain strength in particularly the Khorasan and Ma Wara’un-Nahr regions. For these reasons, the dominance over Sogdia frequently changed hands. This, combined with the presence of migratory steppe tribes made it harder to mark the clear boundaries of the region. In addition to these, the inconsistencies between the sources providing information about Sogdia can be listed as well. The Yuezhi, who are of great importance in the history of Sogdia, came to the region by migrating from the north to the south. The Yuezhi people resided in the vicinity of the Altai Mountains before migrating south and settling in Gansu. Afterwards, as nomadic tribes often do, they struggled to find pasture. This struggle against the Huns resulted in a complete defeat for the Yuezhi. Afterwards, the Yuezhi split into two groups as the Greater Yuezhi and Lesser Yuezhi. After the defeat against the Huns, the Greater Yuezhi migrated

(2)

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

2248

Volume 12 Issue 4 August 2020

southward. The Lesser Yuezhi, on the other hand, settled in the northern mountains of Tibet. In the present study, the geographical borders of Sogdia and the Greater Yuezhi’s invasion of the region will be discussed.

Keywords: Nomads, Ma Wara’un-Nahr, Sogdia, the Yuezhi.

Giriş

Orta Asya’nın en mühim mıntıkalarından biri olan Mâverâünnehir, insanlık tarihi ve medeniyeti için çok önemlidir. Çünkü ilk zamanlardan itibaren göçebe kavimlerin ana geçiş güzergâhlarından birini teşkil etmektedir. Bu coğrafya içerisinde Soğd; tarihi, kültürel, siyasi, ekonomik ve ticari özellikleri bakımından her zaman ayrıcalıklı bir mevkiye sahip olmuştur. Bu sebeple Soğd, tarihin erken dönemlerinden beri pek çok kavmin ve milletin ilgisini çekmiştir.

Bunun temel nedeni Soğd’un İpek yolu ticaretindeki önemi, kaynaklarda sık sık zikredilen yaşamaya elverişli ikimi ve stratejik konumudur. Bu kıymetli bölge çoğu zaman komşu güçlerin fazla sıkı olmayan gevşek yönetimi altında yer almıştır. Nitekim Soğd toprakları Pers hâkimiyetinin ardından M.Ö. IV. asrın sonlarında Büyük İskender yönetimindeki Greklerin, M.Ö. II. asırdan M.S. III asra kadar Kuşanların, M.S. IV. asrın ilk yarısından başlayarak Hunların, V. asırda Akhunların, 6. asırda Türklerin, 7. asırdan itibaren de Arapların idaresini kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır.1

Bölge ekonomik anlamdan savaştan ziyade, barışa, el sanatlarına, hayvancılığa, tarımsal üretime ve bilhassa hudutlarını aşan ticari faaliyetlere dayalıydı. Yönetimi elinde bulunduran güçlerin varlıklarını muhafaza edip geçimlerini idame ettirebilmeleri için ekonomik yapının, ticaret yollarının huzuru ve güvenliği zaruri idi. Bölgenin bu tarz özellikleri giderek zengin ve müreffeh bir belde olmasına vesile oldu. Bahsettiğimiz bu ipek yolu ticaretinin de katkısıyla oluşan zenginlik ve coğrafyadaki çeşitlilik haliyle Soğd mıntıkasına olan ilgi ve sempatinin artmasına sebep oldu. Bu faktörler Orta Asya’nın önemli kavimlerinden Yüeçiler’i zorunlu bir şekilde de olsa bölgeye çekti.2

1. Soğd’un Coğrafi Sınırları

Kaynaklarda geçen bilgilere göre Mâverâünnehir’de Yunan müelliflerin Soğdiana, İslam müelliflerinin ise Soğd (دغسلا veya غصلاد ) diye zikrettikleri bölgeye Eski Farsça’da Suguda, Yeni Farsça’da ise Suğda denilmektedir. Bölge Grek kaynaklarında Sogdioi (Sogdianoi) biçiminde zikredilir ve bu memleketlere Sogdiana denir. Müslüman tarihçiler ve coğrafyacılar ise eserlerinde Suğd biçiminde telaffuz ettikleri mıntıkayı hem İran kökenli bir kavim hem de memleket adı olarak kullanmışlardır. Göktürk kitabelerinde Suğdak biçiminde yer alan ismin, burada yaşayan kavimin adı olduğu anlaşılmaktadır. Soğd adı ilk kez, M.Ö. VI. asırda Pers Kralı Darius için dikilmiş olan Behistûn yazıtında3 yer almaktadır. Soğd bölgesinin coğrafi hudutları konusunda ihtilaflar bulunmaktadır. Kaynaklarda geçen bilgiler doğrultusunda

1 Süer Eker, “Orta Asya’nın Gizemli Halkı”: Soğdlular, Soğd ve Soğdca” Türkbilig, 2012/24, s. 80.

2 Eker, agm, s. 80-81.

3 İran’da Kirmanşah bölgesinde, Bisütun Dağının engebeli ve yüksek yamaçlarında zeminden yüz metre yukarıda, M.Ö beşinci asırda Ahameniş Hükümdarı I. Darius’un emriyle çivi yazısı ile işlettirilmiş kitabe ve heybetli taş rölyeftir. Abide 2006 senesinde UNESCO Dünya Mirası Listesine dahil edilmiştir. Bkz. David A. Law, From Samaria to Samarkand The Ten Lost Tribes of Israel, University Press of America 1992, s.50; King, L.W.-M. A.

Thompson, The Sculptures and inscription of Darius the Great on the Rock of Behistûn in Persia, London 1907, s.

XXXIX.

(3)

Ahmet Yılmaz

2249

Volume 12 Issue 4 August 2020

bilhassa İslâm öncesi Soğd sınırları ile islâm devri Soğd diye tabir edilen yerin coğrafi hudutlarının arasında farklılıklar olduğu aşikârdır.4

Soğd isminin geçtiği en eski vesikalar olan Behistûn ve Nakşi Rüstem kitabelerinde bu mıntıkanın sınırları açıkça belirtilmiyor. Fakat M.Ö. IV. asırda bölgeye Büyük İskender ile birlikte gelerek krallıklar tesis eden Yunanlılar, bölgenin sınırlarını tam olarak belirtmeseler dahi Soğd diye tabir ettikleri coğrafyanın Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında bulunan toprakların hepsini içine aldığı anlaşılmaktadır. M.S. VII. asırda bu bölgeden geçen ünlü Çinli rahip Huen-Çang’ın aktardığı bilgilere göre ise kuzeyde Seyhun nehri ile güneyde yer alan Demirkapı arasında bulunan topraklar Soğd’u meydana getirmektedir ve merkezi Semerkant’tır. Bu bilgilerden hareketle Arap fetihlerinden evvel Soğd’un Fergana5, Buhara6, Semerkant ve Keşkederya vadisinden meydana geldiği anlaşılmaktadır.7

Bölgeye dair bilgi veren kaynaklar Soğd’un sınırları ve şehirleri hakkında farklı malumat vermektedir. Örneğin İstahrî, Buhârâ’yı Soğd bölgesi sınırlarında kabul etmez ve insanların çoğunun Buhârâ, Kişşe ve Nesef’i Soğd’dan zannettiklerini zikreder. İstahrî’ye göre Buhârâ doğu kesiminden Soğd mıntıkasına sınırdır. Soğd bölgesinin buradan başlangıcı Buhârâ’ya bağlı olan Kerminiye’den sonra başlar. İlk yerleşim yeri Debûsiyye’dir. Sonra Rebincen, Keşâniye, Vâştihan ve Semerkant gelir. Bu şehirlerin hepsi Soğd’u meydana getirir. Aynı müellif Soğd/Sugd’un merkezi şehrinin Semerkant olduğunu belirtir.8

Kazvînî, beşinci iklim bölgesinde ele aldığı Soğd’u şöyle tasvir eder:

“Sodg, yeryüzünün en güzel yerlerinden birisidir. Ağacı, yeşilliği ve suları bol bir mekândır. Suları her zaman akar. Şehir merkezinde kasırlar vardır 36 fersaha9 46 fersahlık bir alandır.”10

4 V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, (Yayına Hazırlayan, Hüseyin Dağ), Çağlar Yayınları, Ankara 2004, s.42-47-48; aynı müellif, “Soğd”, İA, c. X, İstanbul 1988, s.736; aynı müellif, Four Studies on the History of Central Asia (Translated From The Russian, V.T. Minorsky), I, Leiden 1956, s.9; Ahmet Taşağıl, “Soğd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), c. XXXVII, İstanbul 2009, s.348; Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1975, s.72-73; Osman Aydınlı, Semerkant Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2018, s. 44; aynı müellif, “Semerkant”, DİA, c. XXXVI, İstanbul 2009, s. 481; Şemsettin Günaltay, Mufassal Türk Tarihi, Matbaa-i Âmire İstanbul 1341, s. 242.

5 Kaynaklarda çoğu kez Fergana vadisi şeklinde zikredilen ve Tanrı dağları ile Alay dağları arasında bulunan mıntıkanın toprakları günümüzde, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasında bölünmüş bir vaziyettedir. Bu topraklardan Özbekistan hudutlarında bulunan saha idari birimi oluşturur ve buranın merkezi olan vilayetin adı da Fergana’dır. Tahsin Yazıcı, ”Fergana”, DİA, İstanbul 1992, c. XII, s.375-377; V.V. Barthold- B. Spluer, “Farghânâ”, The Encopedia of İslam New Edition, Konınklıjke Brill, Leiden 1991, c. II, s.790-793.

6 Zerefşân ırmağının aşağı havzasındaki büyük vahada yer alır; bugün Özbekistan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunmaktadır. Mâverâünnehr bölgesinde pek çok önemli ve kadim vilayet bulunmasına rağmen en önemli şehirlerden birisi Buhara’dır. Bu hususta bkz. Ramazan Şeşen, “Buhara”, DİA, c. VI, İstanbul 1992, s.363-367;

Ebû’l-Hasan-i Nişabûri, Kitâbu Hazâ’ini’l ‘Ulûm’da, Buhârâ ile alakalı olarak şehir her ne kadar Ceyhun Nehri’nin kenarında olsa da Horasan bölgesine dahildir diye aktarmaktadır. Bkz. Ebû Bekr Muhammed b. Ca'fer en-Narşahî, Târîh-î Buhara, Çev: Erkan Göksu, TTK Yay., Ankara 2013.

7 Barthold, Four Studies on the History of Central Asia, s. 9; Aydınlı, age, s. 45; Si-yu-ki Buddhist Record Of The Western World Hsüan Tsang (A.D.629), (nşr.: Samuel Beal),Trübner’s Oriental Series, Londra 1884, Vol I, s. 30-32;

Thomas Vatlers, On Yuan Chwang’s Travels in Indıa 629-645.A.D, Oriental Transl. Fund, N.S., XIV, London 1904, s.92-93-94 vd.

8 İstahrî, Mesâliku’l-Memalik (Ülkelerin Yolları), Çev: Murat Ağarı), Kitabevi Yay., İstanbul 2015, 266.

9 Fersah, 3 mile eşittir, her mil ise her biri 4 şer’î arşın olan bin kulaç (M‘) eder. Bkz. Walther Hınz, İslâm’da Ölçü Sistemleri, (Çev. Acar Sevim), Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1990, 76; Fesah, yol ve güzergâh kıstaslarından birinin ismidir. Farsça fersenk sözcüğünden Ârapçaya fersah biçiminde geçen bu sözcük “Kamus-i Osmani “ de “üç mil tülünde mesafeye ıtlak olunur” (Örneğin Üsküdar, Kadıköy arası mesafe bir fersahtır).

Maddiyat ve maneviyatta kullanılır. Maneviyatta genelde mükerrer istimal olunur. Örneğin “filân tersim hakkında üstadını fersah fersah geçmiştir” suretinde izah olunmuştur. “Kuzey İran lehçelerindeki (ermen, hrasah ve süryan, prasaha şekilleri ile sabittir) bir şekilden Ârapçaya geçmiş bir tâbir olup fars, frasang, pehl, farsang, Herodot ve Xenephan İran’da kullanılır bir yol ölçüsüdür ve at ile bir saatte gidilen mesafeye muadildir. 6000 zira veya zirâ-ı

(4)

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

2250

Volume 12 Issue 4 August 2020

İbn Havkal Sûrat el-Arz (yerin haritası) adlı eserinde Buhârâ’yı, Kiş ve Nesef’in tamamını Suğud’dan saymak mümkündür. Fakat anlatımda kolaylık olsun diye ayrı sayıldığını söyler. Bu mıntıkaları birbiriyle birleştirmek veya birbirinden ayırmakta buradaki şehirleri, nehirleri ve kürelerin özelliklerini anlatmaktan başka maksat yoktur diye ekler. İbn Havkal farklı bir kısımda ise Soğd bölgesinin Buhârâ tarafından Kerminiye geçildikten sonra Semerkant’a bağlı Debûsiyye’den itibaren başladığını, devamında sırasıyla Rebincen, Keşâniye, Semerkant’ın geldiğini ve bu yerlerin Soğd’u meydana getirdiğini söyler.11

Mukaddesî’nin aktardığı bilgilere göre, Soğd’un önemli merkezi ve başkenti Semerkant’tır.

Burası aynı zamanda bölgenin metropolüdür. Ondan sonra sırası ile Kiş, Nesef, Keşâniye diğer beldeler gelir. Bu bilgilere ilaveten bazı coğrafyacılar Soğd’un merkezi olarak Semerkant’ı göstermezler ki bu görüşe pek itibar edilmemiştir ve genellikle Buhârâ’yı da Soğd’a dâhil ederler. Bunun sebebi olarak ise Soğd nehrinin Buhârâ’ya kadar uzanmasını gösterirler.

Mukaddesî bu görüşü kabul etmez ve şu izahatı yapar:

“Ürdün Nehri Filistin topraklarının içinde ilerlemesine rağmen Filistin’in Ürdün’e dâhil olduğunu kimse söylemektedir. O halde Soğd nehrinin Buhârâ’ya kadar uzanması Buhârâ’yı Soğd toprağı yapmaz Soğd nehri sadece sadece oradan geçmekte ve onun topraklarını sulamaktadır”.

Mukaddesî, devamında Soğd ile ilgili fikrini şöyle izah eder. Soğd Semerkant’ın topraklarının tamamıdır. Semerkant Soğd’un merkezi konumunda olup oranın bütün şehirleri Semerkant’a bağlıdır. Çünkü Semerkant şehri bu bölgede yer alan en eski, en geniş ve kendisine bağlı mıntıkaları en fazla olan yerdir.12

Ya’kûbî, Buhârâ’yı Soğd’da dâhil etmez. Ya’kûbî’ye göre Soğd toprakları hayli geniştir.

Fethedilmeleri zor ve büyük şehirleri vardır. Ona göre Soğd şehirleri, Debûsiyye, Keşâniye (Kuşâniyye), Kişşe ve Nesef’dir. Bunların sonuncusu Nahşab diye zikredilen yerdir.13

Mes’ûdî, Semerkant ve Buhârâ arasında yer alan mıntıkaları Soğd diye tanımlamaktadır.14 Ebü’l-Fidâ, Soğd ile alakalı olarak yalnızca Semerkant tarafını zikretmektedir. Yani teferruatlı bilgi vermemektedir.15 İbn Hurdazbih, Soğd ile alakalı pek bilgi vermez. Sadece bölgeden geçen önemli yollar ve Semerkant’ın merkezi konumu ile beldelerinden bahseder.16

Çin ve Hind ülkeleriyle alakalı önemli bilgiler aktaran Süleyman el-Tâcir’de, Soğd ile alakalı pek bilgi vermez. Sadece Çin ile Soğd ülkesi arasında iki aylık mesafe olduğunu zikreder.17

Şihabeddin b. Fazullah el-Ömeri, eserinin farklı yerlerinde Soğd ismini zikreder. Fakat genellikle etrafındaki şehirleri açıklarken, iklim, bitki örtüsü, meyvelik olması, topraklarının

resmî (m. 1,0387 = ) den ibaret olan 1 fersah 6, 232, 2 m. tekabül eder. Arap fersah” = 3 mil veya 12000 zürra = 5,762,8 m. İdi”. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1993, I, 609.

10 Kazvînî ve Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd’ı İnceleme ve Değerlendirme, Çev: Murat Ağarı,Ay Işığı Yayınları, İstanbul 2019, s. 465.

11 İbn Havkal, 10. Asırda İslam Coğrafyası, Çev: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2014, s.357-372-373.

12 Muhammed b. Ahmed el-Mukaddesi, İslam Coğrafyası (Ahsenü’t-Taksim), Çev: D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, Ankara 2015, 271-273.

13 Ya’kûbî, Ülkeler Kitabı (Kitâbu’l-Buldân), Çev: Murat Ağarı, Kitabevi, İstanbul 2002, s.73.

14 Mesudî, Murûc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar), Çev: D. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul 2014, s.123.

15 Ebûl Fidâ, Ebü’l-Fida Coğrafyası (Takvîmu’l Buldân), Çev: Ramazan Şeşen), Yeditepe Yay., İstanbul 2017, s.

376-377.

16 İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, Çev: Murat Ağarı, Kitabevi, İstanbul 2008, s. 36-37.

17 Süleyman el-Tâcir, Doğunun Kalbine Seyahat Çin ve Hind Ülkeleri Hatıraları ve İlaveleri, Çev: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2012, s.56.

(5)

Ahmet Yılmaz

2251

Volume 12 Issue 4 August 2020

genişliği gibi bölgenin sınırları dışındaki konular hakkında bilgiler aktarır, yani teferruata girmez.18

Soğd ile alakalı olarak anonim Hudûd al-‘Âlem’de, el-Ömeri’ye benzer bilgiler verir eserde bölgenin ağaçlık olmasından, güzel ikliminden, bol su kaynaklarına sahip olmasından ve insanlarının konukseverliği gibi Soğd sınırları harici bilgilerin olduğunu görmekteyiz.19

Dımaşkî, belirgin bir şekilde Soğd bölgesinin sınırlarını verir: Doğusunda, Hucend, kuzeyinde Sâğaniyân, Kiş ve Nesef, güneyinde Arca ve Bedahşan’a sınır Tohâristan20 bölgesi, batısında ise Buhara, yer almaktadır diye tarif eder. Verilen bu bilgilerden hareketle Dımaşkî’nin bölge ve şehirlerin yerlerini konumlandırma hususunda hatalı olduğunu görmekteyiz. Çünkü Kiş ve Nesef Soğd’un kuzey tarafında değil, güneyinde; Sâğaniyân ise kuzeyden ziyade daha çok doğu tarafında; Hucend, doğudan ise kuzeyde yer almaktadır.

Bunlara ilaveten müellifin Soğd’un Tohâristan sınırlarına kadar uzandığı bilgisini vermesi çalışmamızın konusunu oluşturan Soğd ve Tohâristan’ın coğrafi yakınlığını hatırlatması hususunda önemlidir.21

Yâkût el-Hamevi ise Soğd’un idari merkezinin Semerkant olduğunu ve iki Soğd’dan bahsedildiğini, bunlardan birincisinin Semerkant Soğd’u diğerinin ise Buhara Soğd’u olduğunu kaydetmektedir.22

Bu kaynaklar dışında konuya dair bilgi veren Strange, bölgeden ve hudutlarından Yunan müelliflere benzer şekilde bahseder. Strange’ye göre, Soğd yani kadim Soğdiana, Amû Deryâ ve Sir Deryâ arasında yer alıp, iki nehir sistemi, yani boyunda Semerkant ve Buhârâ’nın yer aldığı Zerefşan veya Soğd ırmağı veya Kiş ve Nesef şehirlerinden akan ırmak tarafından sulanan oldukça verimli ve kıymetli toprakları muhtevi olarak farzedebilir. Bu nehirlerin ikisi de Harizm tarafında bulunan batı çölündeki bataklıklar veya sığ göllerle sona erer. Bununla birlikte, Buhârâ, Kiş ve Nesef’in her biri farklı bölgeler olarak hesap edildiğinden, Soğd daha düzgün ve doğru olarak Semerkant’ı saran, çevreleyen yerlerin adıdır.23

Bu bilgilerden, rivayetlerden, coğrafya eserlerinden ve mevcut kaynaklardan hareketle bölge hakkında bilgi veren müellifler Soğd kelimesini mıntıka olarak eski devirlerde kullanılan

18 Şihabettin b. Fazullah El-Ömeri, Mesâliku’l Ebsar (Türkler Hakkında Gördüklerim ve Duyduklarım), Çev: D.

Ahsen Batur), Selenge Yayınları, İstanbul 2014, s.87-92-100.

19 Hudûd al-‘Âlem ‘The Regıons Of The World’, Çev: V. Minorsky, Prınted At The Unıversıty Press Oxford, Fothe Trustees Of The ‘E. J. W. Gıbb Memorıal, Oxford 1937, s.113.

20 Tarihi çok eski çağlara kadar uzanan Tohâristan, eski bir ülke İslamiyet’in ilk yüzyıllarında Büyük Horasan’da yer alan kadim bir vilayetin ismidir. Tohâristan adını, Greko-Bakterian İmparatorluğu’nu da yıkan boylar arasında sayılan Tohârilerden (Tohârlar) almıştır. Tohâristan ismi Grek kaynaklarında “Toxaroi”, Çin kaynaklarında “T’u- huo-lo veya Ta-hsia” şeklinde geçmektedir. Latince de “Tochari”, Ermenice “T’uxari-k”, Sanskritçe “Tukhara, Tuşhara” Orta Farsça “Tugristin”, Süryanice “Thurstn”, Türkçe “Tuhri, Tugri, Tukri, Tokar, Töker, Döker”, İslam kaynaklarında ناتسراخط Tohâristan” şeklinde zikredilmektedir. Bazı kaynaklar da ise bölge burada yaşayan Karluk Türkleri ve “Karluk Yabgusu” ىراخطلا ةيوغبجلا veya ىخلرخلا ةيوغبجلا üzerinden (Karluk Yabgusu veya Tohâristan Yabgusu) diye ifade edilir. Tohâristan’a kimi zamanda Tu-ho-lo denilmiştir. Yüan-Wei hanedanı dönemin de Tu-ho- lo denirdi. Ts’ung dağlarının batı kısmında ve (Wu-hu, Oxus) Ceyhun-Seyhun Nehri’nin güneyinde kalan tarihi bir bölgedir. Bu hususta detaylı bilgi için bkz. Ahmet Yılmaz, “Tohâristan’ın Adı, Coğrafyası ve Genel Sınırları”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, s. 62, Erzurum 2018, s. 339; aynı müellif, Arap Fetihlerinden Büyük Selçuklu Hâkimiyetinin Sonuna Kadar Tohâristan, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Erzurum 2017.

21 Aydınlı, age, s. 48.

22Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullâh Şihâbüddîn Yâkût b. Abdullâh el-Hamevî er-Rûmî el-Bağdâdî, Mu’cemü’l- Büldân, III, Dâr Sâdır, Beyrût 1977, 409.

23 Guy Le, Strange, The Lands of The Eastern Caliphate, Mesopotamia, Persia and Central Asia From The Moslem Conquest to The time of Timur, Cambridge University Press, Cambridge 1905, s.461-vd; Richard N. Frye-Aydın Sayılı, “Selçuklular’dan Evvel Ortaşark’ta Türkler”, TTK Belleten c. X, s. 37, 1946, s.115.

(6)

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

2252

Volume 12 Issue 4 August 2020

şeklinden daha dar ve sınırlı bir coğrafyayı tanımlamak için kullandıklarını görmekteyiz.

Semerkant şehrinin Soğd’un içinde yer aldığı görüşüne birkaç istisna dışında çoğu müellif uyar.

Fakat Kiş ve Nesef’in buraya dâhil edilip edilmemesi konusunda fikir ayrılıkları vardır. Yine de çoğu kaynakta bu şehirlere Soğd’da dâhil edilmektedir. Buhara konusunda ise kaynakların büyük bir bölümü bu şehrin Soğd sınırları içerisinde yer almadığı fikrindedir. Yukarıda verdiğimiz bilgilerden yola çıkarak Soğd bölgesi sınırlarına dâhil olan ve yönetim merkezi Semerkant olan şehirler şunlardır; Debûsiyye, Rebincen, Keşâniye (Kuşâniyye), İşhitan Kiş ve Nesef’dir. Bölgeyi genel manada tarif ettiğimiz zaman, hudutları kesin olarak belli olmayan, hatta bazı devirlere göre farklılık gösterebilen Soğd bölgesi, Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında kalan İslâm dünyasında, Mâverâünnehir diye tanımlanan bölgenin önemli bir kısmını meydana getirir. Çinlilerin tanımlamasıyla Huilerin yani Soğdluların ana vatanı, batı dünyasında benimsenmiş ismiyle Sogdiana, hudutları zamana göre biraz farklılık göstermekle beraber Semerkant ve Buhara arasındaki Zerefşan ile Kaşkadarya nehirleri boyunca uzanmakta olan günümüzdeki, Özbekistan ve kısmen Tacikistan arazilerinin yer aldığı topraklar idi.24

2. İlk Devirlerden Yüechih Hâkimiyetine Kadar Soğd

Arkeolojik kazılar ve verilerden hareketle Soğd bölgesinde ilk yerleşim alanlarının M.Ö.

1000-500 seneleri arasında oluşturulmaya başlandığı gözükmektedir. Mâverâünnehir ve Tohâristan coğrafyası Sakalar ile meskûn idi. Pers kökenli Ahamenîler İran sahasında egemenlik kurmadan hatta Medler’den daha önce, Sakalardan Kayan, Belh25 merkez olmak üzere Tohâristan’da bir devlet tesis etmişlerdi. Bunlar Cyrus (Kirus/Kyrus) devrinde Ahamenîler’in kontrolü altına girinceye kadar Mâverâünnehir ve Türkistan toprakların büyük bir kısmını idare ettiler.26 Bu konuyla alakalı, Togan; Aryanîlerin, İran zümresine mensup Hârizmliler, Soğd ve Alandan ibaret olup bunların Avrupa’dan hareketle Ön Asya ve İran güzergâhı ile Türkistan coğrafyasına geldiğini zikreder. Bu bilgilerden hareketle ismini bu bölgeden alan Soğdlular’ın, Hârizmliler gibi Mâverâünnehir’e gelip yerleştikten sonra buranın ilk sakinleri olan Sakalar’a rastladıkları söylenebilir. Aryanîlerin Türkistan’a gelmesi, Hârizm rivayetine göre yanlarında kadınları bulunmayan askerlerin “maşrik padişahı”nın izniyle gelerek yerleşmeleri ve bu padişah tarafından kendilerine verilen Türk kadınları ile evlenerek bir ırk haritası meydana getirmeleri, yani barış yoluyla yerleşme şeklinde gerçekleşmiştir. Fakat bu yerleşmenin başka bir zaman bir taarruz şeklinde meydana geldiği ve bazı yerli kavimlerin bu taarruz sonucunda doğuya taraf itilmiş bulunduğu da rivayetlerden ve olaylardan anlaşılmaktadır. Ancak bu Aryanîler Türkistan topraklarında sürekli bir hâkimiyet tesis edemediler. Aryanîlerin Türkistan’a Ön Asya yoluyla geldikleri, kendileriyle birlikte muazzam bir Ön Asya kültürü getirdikleri sabittir. Aryanîler burada medeniyet ve kültür açısından etkili olsalar bile siyasi olarak üstünlük sağlayamadılar ve çoğu zaman yönetilen taraf oldular.

İlerleyen yıllarda Hârizmliler, Alanların (As) ve Soğdların Sakalara tabi olduğunu görüyoruz.

Ancak bunların içerisinde Soğdlular bütünüyle bir tacir unsuru olduklarından Doğu Avrupa’dan Çin hudutlarına kadar her mıntıkada uysal tüccar unvanıyla ticari yapılar oluşturarak, yerli siyasi yönetimlerin himayesinde ticari hayatlarını sürdürme yolunu tercih etmişlerdir. Eski

24 Edouard Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, Çev: Mustafa Koç, Selenge Yayınları, İstanbul, 2013, s. 182-183 vd; Eker, agm, s. 81; Aydınlı, age, s. 49; Muhammed b. İshâk en-Nedîm, el-Fihrist İlk Dönem İslâm Kültür Atlası, Ed. Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2017, s.94-95.

25 Belh şehri Horasan diye tanımlanan coğrafi mıntıkanın dört ana kısmından birini meydana getiren kadim bir yerdir. Yani Ceyhun nehrini cenubundaki Dehâs nehri üstünde ve Kûhibâbâ dağının yamacında kurulmuştur. Bkz.

Tahsin Yazıcı, “Belh” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), c. V, İstanbul 1992, s. 410.

26 Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, Enderun Kitapevi, İstanbul 1981, s. 406; Dursun Ali Akbulut, Arap Fütuhatına Kadar Maveraünnehir ve Horsan’da Türkler (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1994, s. 1; Özkan İzgi, “Orta Asya’nın Türkleşmesi “, Tarih Enstitüsü Dergisi, s.

XII, (1981-1982), s.63, 64; Taşağıl, agm, s 348; Aydınlı, age, s. 122.

(7)

Ahmet Yılmaz

2253

Volume 12 Issue 4 August 2020

Türk “Şu” rivayetlerine göre, birinci Aryanî istila ve baskısından sonra doğuya taraf çekilmiş olan Türk boyları kısa zaman sonra geriye dönüp “Şu” adındaki sülalenin yönetiminde Çu havzasında eski hâkimiyetlerini yeniden tesis etmişlerdir. Bu hanedan sonraları “Şu” yerine Saka olarak anılmıştır. M.Ö. VIII. yüzyılda merkezi Ortatiyanşan’da (Orta Tien) bulunan güçlü bir Saka devleti vardı. Bu Saka Devleti Çin hudutlarından Tuna’ya kadar yayılan, parçaları arasında irtibatı gevşek olmasına rağmen büyük bir devletti. Türkistan mıntıkasına gelip yerleşmiş olan Soğdlular gibi birçok Aryanî topluluk uzun seneler Sakaların hâkimiyeti altında yaşadılar. 27

Türk destanlarında “Alp Er Tunga”, İran destanlarında “Afrasyab” ismi ile bilinen yiğit, bu güçlü Saka devletinin en kuvvetli zamanını ve sukut çağını yaşatan hükümdar olarak kabul edilmektedir. Bu destanın Türk rivayetlerinde Tunga Alp ismiyle Türk hükümdar sülalelerinin büyük atası, onun akrabaları onun kültürü anlatılmaktadır. İran rivayetlerinde ise Afrasyab’ın İranlılar ile olan maceraları, İran hükümdarı Keyhusrev tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra Keyhusrev tarafından Tiyanşanda Koçkarbaşı ve Kimekler ülkesi yani Altaylara kadar izlenmesi ve nihayetinde Azerbaycan’da Keyhusrev tarafından ele geçirilerek öldürülmesi ve devamında da oğullarının devri anlatılmaktadır. Sakaların bu muhteşem devri büyük Saka hükümdarının Keyhusrev (Kiyaksares) tarafından M.Ö. 625 senesinde ele geçirilerek öldürülmesiyle sona erdi. Asur kitabelerinde ve Yunan kaynaklarında bu mücadeleyle aktarılan bilgiler ve Çinlilerin M.Ö.623 senesinde Saka devletinin 12 krallığını ele geçirdikleri hakkındaki veriler Türkistan tarihi için çok kıymetlidir. Bu bilgilerden hareketle Afrasyab’ın ölmesiyle onun neslinden gelen (torunları ve oğulları) tarafından devam ettirilen Saka devleti Ahamenî (Pers) Devleti zamanına kadar Horasan ve Mâverâünnehr topraklarını kontrol altında tutmaya devam etmektedir.28

İran’da Ahamenîler’i kuran Cyrus, (M.Ö. 559-529) Medya hükümdarlığını ortadan kaldırdıktan sonra küçük Asya mıntıkasını ele geçirip, Saka ve Masagetler kontrolünde bulunan topraklar üzerine sefer düzenlemek için Baktria’ya29 geldi. Daha sonra sırasıyla Baktria (Belh), Horasan, Hârizm ve Soğd’u ele geçirerek sınırlarını Sir Derya’ya kadar genişletti. Cyrus, (M.Ö.529) senesinde Orta Asya’ya bir sefer daha yaptı ve bu savaşta öldü. Cyrus’un ölümünden sonra Ahamenîlerin yönetimine oğlu Cambyses geçti. Kardeşi Bardiya’yı öldürmesi nedeniyle yaşanan isyanlar ve problemlerin sonucunda Ahamenîler oldukça zayıfladı. Kısa

27 Togan, age, s. 32-33-34; Richard N. Frye-Aydın Sayılı, agm, s.18. Bu konuyla ilgili, Nerşahî, Soğd topraklarına ilk yerleşenlerin Türkistan’dan geldiklerini ve bu mıntıkayı bol suyu, ağaçları ve iklimin güzelliği gibi sebeplerden dolayı tercih ettiklerini aktarıyor. Nerşahî’nin verdiği bilgilere benzer olarak, Türklerin bu bölgenin eski ahalisi arasında bulunduklarını gösteren bir bilgiye de Tonyukuk kitabesinde rastlanmaktadır. Kitabede şöyle deniyor:

“Onları Demir Kapıya kadar takip ettik ve orada onları geri çevirdik. İnal Kağana bütün Soğd ahalisi, reisleri Suk ile beraber teslim oldular. Atalarımız ve Türk milleti de kendi zamanlarında Demir Kapıya varmışlardı. Demir Kapı Mâverâünnehr topraklarının güney-batı tarafına düşer. Bu örneklerden hareketle bölgedeki Türk varlığını ve Saka devletinin gücünü net olarak görebiliyoruz. Bkz. Richard N. Frye-Aydın Sayılı, agm, s. 110-111; VII. ve VIII. asırda ticari faaliyetleriyle nam salmış olan Soğdlular, İran lisanlı bir kavim diye bilinir ve ana mıntıkaları Mâverâünnehr dir. Tanrı dağlarının cenubundan uzanan güzergâh boyunca elde edilen yazılı kalıntılar, onların şehirler de küçüklü büyüklü topluluklar şeklinde ikamet ettiklerini göstermektedir. Tarım havzasının Batı kesiminde ve Batı Türkistan’da birtakım Soğdça belgeler keşfedilmiştir. Bunların hayatlarını devam ettirememelerinin nedeni ticarete olan aşırı düşkünlüklerindendir. Bu bilgilerin ışığında Soğdluların Türkistan topraklarında güçlü bir varlıklarının olmadığı gözükmektedir. Bkz. Kürşat Yıldırım, Doğu Türkistan’ın İlk Sâkinleri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XII/1, (Yaz 2012), s.426-427.

28 Togan, age, 36; Almas, age, s. 200.

29 M. Ö. VII. asırdan itibaren Orta Asya halkları arasında yer alan Baktria (şehirlerin anası manasına gelen bu kelime daha sonra kaynaklarda Belh şeklinde zikredilmeye başlanmıştır. Günümüz tarih araştırmalarında ise Tohâristan veya Baktria olarak bilinen kadim bir yerin adıdır), Hârizm ve Soğd (bazılarına göre arazi manasına gelen eski Türkçe bir sözcüktür). Bkz. Turgun Almas, Uygurlar, Çev: Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2013, s. 200;

Yılmaz, agm, 339.

(8)

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

2254

Volume 12 Issue 4 August 2020

zaman sonra da Cambyses M.Ö.522 senesinde öldü. Ahamenîlerin başına I.Darius (M.Ö.522- 486) geçti. O, yaptığı mücadeleler neticesinde Sakalar’ı mağlup ederek Soğd ve Hârizm’i de içerisine alan mıntıkanın kontrolünü sağladı. Böylece Ahamenî Devleti hâkimiyeti altındaki topraklarda kontrolü yeniden sağladı. I.Darius Ahamenî Devletini yeniden idari birimlere ayırdı. Tamamı on altı olan bu satraplıklardan biri de Soğd bölgesi olup idare merkezi Semerkant idi. Böylece Soğd coğrafyasında ilk önemli müesseseler tesis edilmeye başlandı. Bu düzeni yapı ve Soğd’un ve Soğdlular’ın ticari ve ekonomik olarak zenginleşmesine katkı sağladı. Soğd mıntıkası Büyük İskender’in (M.Ö. 330-325) tarihlerinde bölgeyi ele geçirmesine kadar Perslerin bir satraplığı30 olarak kaldı.31

3. Büyük İskender’in (Alexandros) Bölgeye Gelmesi ve Grekler’in Soğd Hâkimiyeti Tarihte Orta Asya kavimlerinin sıklıkla batıya doğru sefer düzenlediği gibi batıda yaşayan kavimlerin de doğuya sefer tertip etmeleri, yayılmak istemeleri, farklı zamanlarda çok sayıda istilanın meydana gelmesine sebep olmuştur. Bu durumun bir benzerini de Büyük İskender gerçekleştirmiştir. Bu mücadelelerde şüphesiz en önemli amaç doğu-batı yönünde uzanan ticaret yolarının ve zengin coğrafyanın kontrol altına alınmak istenmesidir.32

İskender (Alexandros)’in de Asya’ya yönelmesinin temel gayesi, sınırlarını genişletmek ve zengin beldelerde hâkimiyet kurmak istemesidir. İskender peş peşe yapılan üç mücadelede de İranlılar’ı mağlup etmeyi başardı. Daha sonra Ahamenî topraklarını ele geçirmek ve Perslerin sukutunun ardından Mâverâünnehr ile Horasan’ın kontrolünü sağlamak maksadıyla doğuya sefere çıktı. İskender, Herat, Kandehar, Kabil, güzergâhından Baktria Belh’e vardı ve fazla zorlanmadan buraların kontrolünü sağladı. İskender’in Ahamenî hükümdarı III. Darius’u yenmesi Pers Devletini yıkılma noktasına getirdi ve İskender’den kaçan III. Darius, kendi generallerinden Bessos tarafından M.Ö. 330 senesinde öldürüldü. Böylece İskender Pers topraklarının hepsinin hâkimi oldu. İskender bu haberi öğrenince Bessos’u ele geçirmek maksadıyla Ceyhun nehrini geçti ve Soğd (Soğdiana) bölgesini işgal etti. Aynı zamanda bölgenin baş şehri konumunda bulunan Semerkant’ı da zapt etti. İskender İmparatorluğunu doğal sınırlarına ulaştırmayı istiyordu. Bu amaç ile Grek kaynaklarının Tanais dedikleri Iartes yönünde yoluna devam etti ve Hocend günümüzdeki Leninabat’ta yer alan şehri tesis etti.

İskender Iartes’in kuzeyine yöneldiği zaman Sakalara denk geldiği düşünülmektedir. İlk zamanlarda Sakalar ile çeşitli mücadeleler yapan İskender daha sonra tekrar Soğd ve Baktria’ya geri döndü. Hindistan’a sefer hazırlığı yaptığı esnada Soğd ve Baktria’ya da ciddi isyanlar meydana geldi. Bu bölgeyi kontrol altında tutmak maksadıyla Baktria satrabının kızı Roxana ile siyasi amaçlı bir evlilik yaptı. İskender’in Mâverâünnehr, Soğd, Baktria fetihleri ve buraların kontrolünü sağlaması bunun yanında gereken idari düzenlemeleri yapması üç senesini

30 Bu terim farklı dillerde ve kaynaklarda geçmektedir. Antik kaynaklarda geçen bilgilere göre satrap terimi eski Pers kitabelerinde xšaθrçapāvān (xšaçapāvān), Akkadca’da ahšadrapanu, İncil Aramicesinde ve İbranice’de ahašdarpan, imparatorluk Aramicesinde hšatrapan, Mısır metinlerinde Hštrpn, Likçe’de xšadrapa, Yunanca’da σατράπης (satrapes) ve Latince’de praefectus terimleriyle karşılanmaktadır. Eski İran metinlerinde satraplığa denk bir kelimenin, ifadenin olmadığı gözükmektedir. Bunun yanında, xšaçapāvān kelimesinin bu manaya geldiği anlaşılmaktadır. Korumak (pā) ve egemenlik (xšaça) kelimelerine van- sözcüğünün eklenmesiyle elde edilen xšaçapāvān, Yunancadan tanıdığımız satrapes sözcüğüyle aynı anlama gelmektedir. Nimet Yıldırım, İran Edebiyatı, Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 206; Muzaffer Duran, “Satraplık Sisteminin Pers Yönetim Teşkilatındaki Yeri”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi SDU Faculty of Arts and Sciences Sosyal Bilimler Dergisi, Nisan 2015, Sayı: 34, s.62.

31 Togan, age, s.38; Law, age, s. 43-44-45 vd; Akbulut, agt, s. 4; Almas, age, s. 202, 203; Aydınlı, age, s. 125-126.

32 Togan, age, 38; Akbulut, agt, s.6; Yılmaz, agt, s.78-79.

(9)

Ahmet Yılmaz

2255

Volume 12 Issue 4 August 2020

aldı. Hindistan seferine çıktığı vakit geride çok sayıda koloni ve bunların muhafazası için garnizonlar bırakmıştı.33

Kurduğu büyük İmparatorluğu satraplıklar şeklinde düzenledi. Hindistan’a sefere giderken de Perdiccus adındaki bir Grek asilzadesini bu mıntıkaları bir eyalet şeklinde yeniden düzenlemesi için vazifelendirdi. Büyük İskender M.Ö. 323 yılında otuz üç yaşında öldü. O öldüğü zaman geride bıraktığı kudretli devletin başına geçebilecek bir evladı mevcut değildi.

Bu sebeple İskender’den sonra sağlığında imparatorluğun muhtelif satraplıklarını yönetmek için tayin ettiği generalleri (valiler) arasında amansız bir mücadele başladı. Çeşitli parçalara ayrılan imparatorluğun doğusundaki İran bölgesi de Suriye ve Mezopotamya ile beraber Seleucos (Selevkos) Hanedanının (M.Ö. 312-129) kontrolüne girmiş oldu. Böylece Soğd ve Baktria’ın da yer aldığı mıntıkada Seleucos egemenliği başlamış oldu.34

Seleucos Kralı I. Antiokhus (M.Ö. 287-261) tarafından Baktria ve Soğd satraplığı ile vazifelendirilen Diodotos adlı bir Grek, M.Ö. 256 senesinde, Kral II. Antiokhus’un (M.Ö.261- 241) Mısır hükümdarı ile savaştığı esnada bağımsızlığını elde etti ve ilk Grek-Baktria sülalesini kurdu. Böylece Soğd’da bu yeni kurulan Grek Krallığına tabi oldu. Diğer taraftan aynı dönemde, Orta Asya bozkırlarında ortaya çıkan, Partlar, batıya doğru harekete geçmişlerdi.

Bazı araştırmacılara göre Partlar Turanlı yani Türkçe konuşan halklar arasında bulunmaktaydılar. Partlar Arsak liderliğinde Horasan’a girdiler ve buranın Seleucoslu olan valisini yönetimden aldılar ve M.Ö. 247 senesinde küçük bir krallık tesis ettiler. Daha ise Hazar denizinin doğu kesimine kadar olan bölgeyi ele geçirerek topraklarına dâhil ettiler. Bölgede bu olaylar yaşanırken Grek-Baktria Krallığı’nda yönetim değişikliği meydana gelmiş ve Soğd satrapı Magnesialı (Manisalı) Euthydemos kendisin de mensubu olduğu sülaleyi iş başına geçirmişti. Seleucoslar kaybettikleri toprakları yeniden kazanmak amacıyla pek çok girişimde bulundular fakat bu kez düşmanlarının Partlar ile beraber Grek-Baktria Krallığı ve ikisiyle de aynı anda mücadele edilmesi gerekmekteydi. Seleucos Kralı III. Antiokhus (M.Ö. 227-187) Partlar üzerine M.Ö. 210-209 senesinde ilerledi ve bölgeye geldi. Bu topraklarda kalıcı olmak istediği için önce kendi üstünlüğünü tanımaları ve vergi ödemeleri koşuluyla Partlar ile anlaşma yaptı. Bir sene sonra, Grek-Baktria Kralı Euthydemos’u Baktria’da muhasara altına aldı.

Yaklaşık üç yıl süren çetin kuşatmadan sonra Euthydemos ile bir anlaşma yaptı. Buna göre, Euthydemos’un sahip olduğu mıntıka yine kendisinde kalacak ve Seleucos hükümdarının üstünlüğünü tanıyacaktı. Bu anlaşma neticesinde Baktria ve Soğd Seleucos imparatorluğuna tabi oldu.35

Ancak Seleucos hâkimiyeti fazla sürmedi. Seleucos Kralı III. Antiokhus (M.Ö.189) senesinde Magnesia’da Romalılara mağlup oldu. Bu gelişmeler Seleucosların doğuda bulunan vassal devletlerinin özgürlüklerini elde etmelerine neden oldu. Böylece Soğd mıntıkası bir daha Seleucos İmparatorluğuna dâhil olmamak üzere bağımsızlığını elde ederek Grek-Baktria Krallığı’nın kontrolüne girdi. Büyük İskender’in Baktria satraplığı ve Grek- Baktria Krallığı döneminde bölgede bulunan Grek topluluğunun mevcudu her zaman küçük bir grup olarak kaldı. Bu coğrafyanın halkının büyük bir kısmını Saka Türkleri, Soğdlular ve diğer kavimler meydana getirmekteydi. İskender zamanından başlayarak Grekler Soğd ve Baktria topraklarına kendi medeniyetlerini oluşturmaya çalıştılar. Bilhassa da İskender Makedonya’dan, Kıbrıs’tan

33 W.W, Tarn, The Greeks in Baktria and India, Cambridge At The University Press 1938, s.113-114 vd; Akbulut, agt, s.6-7; Rıchard N. Frye, The Hıstory of Ancıent Iran, C. H. Beck’sch Verlagsburchhandlung, München 1983, s.179-180 181; P. Bernard, “The Greek Kingdoms of Central Asia”, History of Civilization of Central Asia II, The development of sedentary and nomadic civilizations 700 BC to AD 250, (Ed. J. Harmatta), Unesco, Paris 1994, s.

97-98 vd.; Almas, age, s.203, 204.

34 Togan, age, s.39; Law, age, s. 67; Tarn, age, s. 1-113-114; Almas, age, s.205.

35 Togan, age, s. 47- 48; Akbulut, agt, s. 8-9.

(10)

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

2256

Volume 12 Issue 4 August 2020

ve İran’dan bir takım muhacirler getirdi ve bölgede yeni şehirler inşa etti. Fakat Greklerin yeni bir toplum inşa etme düşünceleri kısmen Baktria’da etkili olsa da Soğd’da tesirli olmadı.

Aradan geçen süre zarfında Soğd bölgesi Grek hâkimiyetinde kalmaya devam etti. Fakat tam anlamıyla bir Grek kolonisine dönüşmedi. Çünkü Soğd bölgesi M.Ö. III. asrın ikinci yarısı ile M.Ö. II. asrın birinci yarısında Grek- Baktria Krallığı’na tabi olmakla beraber, özerk bir yönetim sistemine sahipti. Grek-Baktria Krallığı kısa süre içerisinde topraklarını iki katı genişletmiş ve Kuzey Hindistan’ın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Fakat bu geniş mıntıka üzerinde etkili ve güçlü bir merkezi yapı oluşturamadılar. M.Ö. 175’te yani Hindistan’ın alınmasından birkaç sene sonra Baktria’da isyan oldu. Bölgede bulunan Demetrious’un zabitlerinden Eukratides başkaldırdı ve Demetrious’un Hindistan’da olmasını fırsata çevirerek Baktria bölgesinin kontrolünü sağladı. Mâverâünnehir’i de ele geçirmesinin ardından müstakil bir hükümet tesis etti. Bu gelişmelerden sonra aynı mıntıkada birbirine düşman ve rakip olan iki Baktria hanedanı meydana geldi. Bu esnada Soğd da Baktria da ayrıldı.36

4. Büyük Yüeçiler’in Soğd Hâkimiyeti

Kaynaklarda savaşçı özellikleri ile ön plana çıkan Yüeçiler göçebe çoğu kavim gibi ilk başlarda hayvancılıkla uğraşmışlardı. Bu sebeple sürekli otlaklara ihtiyaçları bulunmaktaydı.

Yüeçiler, geçimlerini hayvancılıkla idame ettiren diğer göçebe kavimler gibi sık sık mera yüzünden savaşmaktaydılar. Hunlar M.Ö III. asırda Çin’e karşı yapılan savaşta yenilince Tung- hular’a37 sığınmışlardır. Bu dönem Hunların bozkır sahasında kuvvetinin eskiye nazaran biraz zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Hunlar bu devirde Tung-hular’a vergi ödemekteydiler. Yani Hunların liderleri başlarında ve iç işlerinde bağımsız idiler. Yüeçiler M.Ö III. asırda batıya doğru güçlü saldırılar yapmaktaydılar. Yüeçiler’in etrafındaki vaziyet böyleydi. Ülkemizde de hafızalarda iyi yer etmiş bir hadise olan, Tung-hular’ın Mete Yabgu’nun38 eşlerinden bir tanesi

36 Togan, age, s.38-39; Aydınlı, age, s. 136-137; Akbulut, agt, s.9-10; Law, age, s. 67-68; Yılmaz, agt, s.78; Almas, age, s. 206.

37 Doğulu Moğollar diye isimlendirilen Tung-hular, Çin kaynaklarında Junğ ismiyle zikredilen Asyalı bir kavim ile Tung-hular karşılaşmışlardır. Bu yüzden Tung-hular, Junğ kabileleri arasında geçmekle beraber Junğ kabilelerinin en doğuda ikamet edenleridir. Demek ki Kingan’dan doğuya taraf uzanan bozkırlarda Tung-hular, daha doğrusu Mongoloid ırktan olan Horlar’ın oturduğu düşünülürse, Hyung-nular’ın topraklarını devralmıştı. Bkz. L. N Gumilev, Hunlar, Çev: D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2005, s.32-33-53.

38 Yabgu; Asya Hunlarından Büyük Selçuklu Devleti zamanına kadar Türk devlet ve topluluklarında kullanılan idari bir unvandır. Türk devlet yapılarında ilk dönemlerden beri bilinen bir yüksek idari-askeri unvan olup M.Ö.

Asya Hun Devletin de kullanıldığı araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir. Orhun kitabelerinde (8. yüzyıl) de sık zikredilen bu unvan, Gök-Türk Hakanlığının kurucusu olan Bumin Kağan’dan önce atası (535) Tu-wu, unvanın Çince şekli ile “Ta Shih-hu” veya “Ta-ye-hu” (büyük yabgu) olarak tanınıyordu. Bilindiği üzere Bumin’in kardeşi ve bakanlığın kuruluşunda başyardımcısı İstemi de “yabgu” unvanını taşımakta ve idaresine verilen Batı Gök-Türk halkı “Yabgu-Türkleri” adlandırılmakta idi. Batı Gök-Türk hakanlarının en meşhurlarından biri de Bumin ailesinden gelen yani Aşına (bozkurt) soyundan, “yabgu kağan” diye de tanınan “T’ong-Yabgu” idi (618-630) Hazar Bölgesi Gök-Türk Devletinin batı ucunu teşkil ettiği bu tarihlerde Hazarların başında da keza yabgu unvanlı bir başbuğ bulunuyordu ki, Gök-Türk bakanlığının yabgu’luk bölgesini meydana getiren bu havalideki bu sorumlu şahıs bir iddiaya göre T’ong Yabgu’nun yeğeni idi. Nihayetinde Yabgu kelimesi Türklerde çok eskiden beri kullanılan bir unvandır bunun örneklerini daha da artırmak mümkündür. Fakat kelimenin kökenini incelediğimiz zaman ise Yabgu unvanının menşei hususunda çeşitli fikirler vardır; H. W. Bailey, P. Pelliot ve R. N. Frye gibi araştırmacılar tarafından ilk İran lisanlarına ilişkilendirilmek istenmektedir. Fakat konuyu İran dillerine bağlamak için net bilgi eksiklileri mevcuttur. V. Thomsen, G. J. Ramstedt ve N. N. Poppe gibi filologlar ise Türkçe’deki yapmak fiil köküne-tayangu, başlagu ve yargu gibi +gu ekinin getirilmesiyle meydana getirildiğini söylerler. Eski Çin metinlerinde “hiep-ho” biçiminde yer alan unvanın Asya Hun Devleti’nde milattan önce II. asırdan beri kullanıldığı anlaşılmaktadır. J. Marquart (bundan naklen W. Bang, W. Barthold, R. Gi­raud)’a göre İrani (Tohar)’dir. F.

Altheim Tuna Bulgar Kitabelerin de geçen”ya-b-g” unvanının “yay-bey” olacağını düşünerek Türk diline “bag”

şeklinde girmiş olan bu kelimenin İran menşeli olduğunu ve bu delillere dayanarak yabgu kelimesinin “ya-bagu”

şeklinden çıktığını ve ayrıca Pehlevi metinlerindeki “ypgw” şeklinin Sogd tesirinde değişmiş telaffuzu olduğunu düşünerek yabgu kelimesine “yayın efendisi” yayı çok iyi kullanan” manasını vermektedir. F. Laszlo’ya göre terimin

(11)

Ahmet Yılmaz

2257

Volume 12 Issue 4 August 2020

ile bir atı ve son olarak da Hun vatanından bir parça toprak isteme olayıdır. Bu güçlü bir ihtimalle Tung-hular’ın, Hunlar’ı küçük düşürüp hakaret ederek onlara karşı bir savaş başlatmak amacıyla gerçekleşen tahrik içeren bir girişimdir. Nihayetinde Tung-hular’ın istediği olmuş ve Hun Yabgusu Mete, Tung-hular’ı gerçekleşen savaşta ağır bir hezimete uğratmıştır.

Tung-hular’ın yenilmesinden sonra Hunlar ve Mete Yüeçiler ile karşı karşıya kalmışlardır.39 Hunlar ile Yüeçiler arasındaki problemler esasında Mete Yabgu’nun babası Teoman zamanında başlamıştı. İlişkilerin ilk evresinde Yüeçiler, Hunlar’dan daha güçlüdür, buna delil olarak Mete’nin babası tarafından Yüeçiler’e rehin olarak verilmesi gösterilebilir. Çünkü kabileler arası rehine verme geleneği ve zorunluluğu ancak zayıf kabilelerin güçlü kabilelere karşı yaptıkları bir uygulamaydı. Bu olayın Mete üzerinden gerçekleşmesinin nedeni Teoman’ın diğer eşlerinden birinin kendi oğlunun yabgu vazifesini yürütmesini istemesindendir. Teoman eşinin isteği ile Yüeçiler’e savaş açtı ve böylece oğlu Mete de Yüeçiler tarafından öldürülmüş olacaktı. Ancak Mete ellerinden kurtuldu ve güçlü ve donanımlı ordusuyla babası Teoman’ı öldürüp yönetime geçti.40 Tahta geçen Mete Han Yüeçiler’e yönelerek onları ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Hun mağlubiyetin arkasından Yüeçiler ikiye ayrıldı. Bu Yüeçiler’den sayıları fazla olanlar, güçlü ve büyük kolu oluşturanlara Büyük Yüeçiler ismi verilmekteydi. Bu kol batıya doğru göç etti. Geride kalan kol ise Küçük Yüeçiler’i meydana getirmekteydi ki bu Yüeçiler Tibet’in kuzey dağlarında kalmışlardı.

Yüeçiler’in ikiye ayrılması ve göç meselesi bir takım tarihçilerin söylediği gibi Mete Yabgu zamanında olmamıştır. Çin İmparatoru Wen (M.Ö.172) Jia Yi (batı han çinilisi bir yazar) isimli bir kişiden bir bildiri aldığı zaman Yüeçiler’in eski yerlerinde yaşadıklarını

kökeni kesin belirgin olmamakla birlikte Hun Wu-Sun, K’ang-kiu (Sogd) ve Yüeçiler tarafından kullanılmıştır. R.

Grousset ise unvanın kuşan hükümdarı Kadphises 1. paralarında yer aldığını söylediği yabgu unvanının İndo-İskit (Kuşan)’larden Türklere geçtiği fikrindedir. Kliaştornyi yabgu terimini Kuşan, Saka dilin de “kumandan, lider”

anlamına geldiğini ileri sürdüğü ancak aslında bir Hind-Avrupa ilah ismi ile olan yam (yavuga yam) sözününe dayandırmaktadır. Unvanı Yüeçiler’e bağlayanlardan biri de G. Clauson’dur. Unvanı eski Altay dillerinde “alıntı”

bir kelime sayan P. Golden Golden terimin İran kökenli olduğunu düşünmektedir. Görülüyor ki yabgu tabiri umumiyetle İndo-Avrupai hususiyetle İrani bir lehçeye bağlanmak istense de bu mesele hakkında kesin bir kanaate ulaşılamamıştır. Bu mütaâların ciddi linguistique ve esastan mahrum olduğu söylenebilir, çünkü 1-Tohar ve Yüeçi menşelilerini ileri sürenler kanaat getirici bir delil gösterememişlerdir. 2-Kuşan, Saka dilinde kullanıldığı söylenen yabgu ‘ya yakın kelimenin (yam) asıl manası ile yabgu teriminden tamamen farklı olduğu meydandadır. 3-Yabag şeklindeki açıklamanın da bir fantezi olmaktan ileri gidemediğini belirtmeğe hacet yoktur, nitekim haklı itirazlara da uğramıştır. 4-Yabgu tabirinin Yüeçiler, Kuşanlar, Tohar’lar gibi İndo-Avrupai kavimler tarafından kullanılmış olduğu kabul edilse bile, bunun unvanın mezkûr kavimlerin dillerine bağlanması için yeterli bir gerekçe sayılmaz, zira bunların hepsinin Asya Hun-Türk kültürü etkisinde kalmış ve uzunca müddet Türk bozkır hayatını sürdürmüş oldukları Çin kaynaklarının şahadetiyle ortadadır. Bu örnekleri ve araştırmaları daha da artırmak mümkündür detaylı bilgi için. Bk. Abdülkadir Donuk, Eski Türk Devletlerin de İdarî-Unvan ve Terimler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1998, 56, 60, 61; S.G. Agacanov, Oğuzlar, Çev: Ekber N. Necef/ Ahmet Annaberdiev, Selenge Yayınları, İstanbul 2015, 207-208; Mehmet Tezcan, “Yabgu Unvanı ve Kullanımı (Kuşanlardan İlk Müslüman Türk Devletlerine Kadar)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1, (48), 2012, 305-342; Hüseyin Salman- Osman Gazi Özgüdenli, ”Yabgu”, DİA, İstanbul 2013, XXXXIII, 170-171; Bahaeddin Ögel, “Doğu Gök Türkleri Hakkında Notlar”, Belleten, sayı, 81, 1957, 120-122.

39 Gumilev, age, s. 61-68-71-79-80; Bahaeddin Ögel, “Eski Orta Asya Kabileleri Hakkında Araştırmalar I. “Yüe- çiler”, A.Ü.DTCFD, XV/1-3/Mart -Haziran, 1957, s. 247-248; Abdülhalik Bakır-Umut Bardakoğlu, “Yüeçiler ve Kökenleri Üzerine Düşünceler”, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi, C.II, s. II, Aralık 2019, s.124.

40 Gumilev, age, s. 79-80; Ögel, agm, s.248; Ayşe Onat, Çin Kaynaklarında Türkler Han Hanedanı Tarihinde “Batı Bölgeleri”, TTK Yay., Ankara 2012, s.30-35-36; Ayşe Onat-Sema Orsoy-Konuralp Ercilasun, Han Hanedanı Tarihi,TTK Yay., Ankara 2015, s. 5-6-7; Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, TTK Yay., Ankara 2007, s.87-88-89;

Joseph De Guignes; Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sâir Batı Tatarlarının Tarih-i Umûmîsi, Çev: Hüseyin Cahit; İstanbul 2019, c. I, s.131-132.

(12)

Soğd’un Coğrafi Sınırları ve Bölge’de Büyük Yüeçih Hâkimiyeti

2258

Volume 12 Issue 4 August 2020

belirtmektedir. Bu bilgilerden hareketle Yüeçiler’in Ki-Ok yani Lao Shang devrinde göç ettiği tahmin edilmektedir.41

Küçük Yüeçiler M.Ö. 116 senesinde Kansu’yu yeniden ele geçirmişlerdir. Tibet mıntıkasına yerleşen bu Küçük Yüeçiler bu bölgede zamanla Tibetleşip öz benliklerini yitirerek asilimize olmuşlardır. Yüeçiler’in bu kolu bazen Hun bazen ise Çin hâkimiyeti altında yaşamıştır. Evvela Tibetleşen Küçük Yüeçiler sonraki senelerde ise Çinlileşmişlerdir.42

Yüeçiler’den bizim çalışmamız için önemli olan diğer kolu yani, Büyük Yüeçiler ise batıya, Seyhun havzasına taraf göç ettiler. Bu zamanda büyük bir kısmı Seyhun’un kuzeyinde bulunan Sakalar’ı bu mıntıkadan daha ileri tarafa sürükleyerek onların topraklarını ele geçirdiler.

Bölgedeki bu hareketliğinin neticesinde Sakalar’da Mâverâünnehir coğrafyasına girdiler. Onlar Sakalar’ın hemen peşinden değil kendi sahalarını terk etmelerinden sonra Mâverâünnehir’e gelmişlerdir. Bu süre içerisinde onlar güzergâhları üzerinde Wu-sunlar’la43 karşılaştılar ve Wu- sunlar’ı mağlup ederek öldürdüler. Wu-sun kralının bu zamanda küçük bir çocuğu mevcuttu.

Bu çocuk büyüyüp savaşabilecek çağa gelince Yüeçiler’e saldırdı ve babasının öcünü aldı.

Böylece Wu-sun tarafından baskı altına alınan Büyük Yüeçiler, daha verimli ve rahat mıntıkalar bulmak maksadıyla Seyhun Nehri’ni geçerek Mâverâünnehir’e ve Soğd’a geldiler.

Sonrasında ise burada bulunan Sakalar’ı Ceyhun’un güneyine sürdüler. Mâverâünnehir’de pek çok şehri ele geçiren Büyük Yüeçiler’in merkezi Ceyhun’un kuzeyinde bulunan Ch’ieh-shih şehri idi. Bazı araştırmacılar tarafından buranın Semerkant olabileceği ileri sürülmüştür.44

Büyük Yüeçiler Mâverâünnehir’de bulunduğu zaman Çin kaynaklarında Ta-hsia diye geçen Baktria bölgesinde üstünlük sağlamışlar, ancak daha burayı ele geçirerek kontrol altına alamamışlardı. Onların Ceyhun’un güneyine inerek Ta-hsia’yı zapt etmeleri ve başşehrini buraya nakletmeleri M.Ö. 126 senesinden sonraki bir zamanda gerçekleşmiştir. Çünkü meşhur Çinli Seyyah Chang Ch’ien’in (M.Ö.114) bu bölgeye seyahati esnasında (M.Ö.128) onlar halen daha Mâverâünnehir’de ikamet ediyorlardı. Ancak onun geriye dönüşünden (M.Ö.126) sonra Ta-hsia’ya yürümüşlerdir.45 Çin yıllıklarındaki bilgilere göre Han-shu ve Hou Han-shu’nun aktardığı bilgiler, Yüeçiler’in M.Ö. 90 senesine kadar Ta-hsia’ya geçmediği yönündedir. Bu bilgilerden hareketle onların Mâverâünnehir ve Soğd mıntıkasında kaldıklarını söyleyebiliriz.

Büyük Yüeçiler Mâverâünnehir’de takriben çeyrek asırdan fazla bir süre kaldıktan sonra Ta- hsia’ya (Baktria) saldırdılar ve Sakalar’ı bu bölgenin dışına çıkardılar. Böylece göç dalgası ile hareket eden Saklar, Yüeçiler ve Kuşanlar Greko-Baktria devletini çöküntüye sürükleyerek tarih sahnesinden silmişlerdir. Bu hareketlilikten sonra Yüeçiler, Soğd’un ardından Baktria’yı da ele geçirdiler ve yönetim merkezlerini buraya naklettiler. Batı kaynaklar Yüeçiler’in, Mâverâünnehir ve Soğd’dan ayrılırken terk ettikleri mıntıkalara onlardan sonra Kanglı, Kang- Chü ve ya Kangkü ismi verilen bir kavmin yerleştiğini ve buraları kontrol altına aldığını zikrederler. Bunlara ilaveten bu Kanglı, Kang-Chü idarecilerinin Yüeçiler’den meydana geldiği

41 Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, TTK Yayınları, c. I, Ankara 2015, s.128-129; aynı müellif, agm, s. 248-249-250; Bakır-Bardakoğlu, agm, s. 125; Eberhard, age, s.87-88-89.

42 Ögel, agm, s. 253; Bakır-Bardakoğlu, agm, s. 125.

43 Wu-sun’lar; Hun İmparatorluğu döneminde Orta Asya’da varlığını sürdüren en önemli boylardan birisidir. Wu- sunlar’ın tarihi asırlarca devam etmiş ve Hun siyasi tarihi ile iç içe geçmiştir. Çin kaynaklarında Wu-sun’lar hakkında efsanevi bilgiler anlatılmaktadır. Wu-sunlar Tohâristan ve Soğd tarihinin ilk dönemlerinde önemli bir yere sahiptirler. Bkz. Ahmet Taşağıl, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları (M.Ö. III-M.S. X. ASIR), TTK Yayınları, Ankara 2013,18-19; Ögel, age, 327-328; aynı müellif, “Çin Kaynaklarına Göre Wu-sun’lar ve Siyasi Sınırları Hakkında Bazı Problemler”, DTCF, V-4, 1948, s. 259-278 İlhami Durmuş, “Vusunlar”, Türkler, Ankara 2002, c. I, 1215-1223.

44 Ögel, ”Çin Kaynaklarına Göre Wu-sun’lar ve Siyasi Sınırları Hakkında Bazı Problemler”, s. 259-260; aynı müellif, agm, s. 259-260; Aydınlı, age, s, 139; Akbulut, agt, s.40-41; Guignes, age, s.161.

45 Akbulut, agt, s.41-42.

(13)

Ahmet Yılmaz

2259

Volume 12 Issue 4 August 2020

isimlerinin eski Türkçe’de bir kelime olan Kanger’den geldiği geleneklerinin Yüeçiler’e benzer olduğu, Hunlar’dan kaçarak batıya göçüp Soğd’a yerleştikleri aktarılmaktadır. Kanglı diye zikredilen bu kavim Kıpçak Türklerinin faklı bir koludur. Kanglıların Türk olduğu hususunda farkı kaynaklarda da bilgiler mevcuttur. Bu bilgilerden hareketle Yüeçiler Baktria topraklarına yerleştikten sonra bu bölgede Saklar ve bölgedeki muhtelif yerli unsurlarla karıştıklarından ötürü kendilerine yeni bir devlet tesis etmişler ancak bu devletin yalnız idareci kadrosu Yüeçiler’den oluşmuştur. Yüeçiler bu mıntıkalara yerleştikten sonra yeni memleketlerini sevmiş ve eski yaşadıkları yerlere dönmeyi düşünmemişlerdir. Bunun sonucunda da bölgenin yerli halkına karışıp onların arasında erimişlerdir.46

Sonuç

Soğd (Sogdiana) zengin akarsu kaynakları ile beslenen Soğd nehri üzerindeki bereketli topraklarda kurulmuştur. Bu bölge Mâverâünnehir’in en eski yerleşim sahaları arasında yer almaktadır. Soğd doğuda Çin’den kuzey ve kuzeydoğu yönünde Türk beldelerinden, güneyde Belh, Tohâristan ve Tirmiz güzergâhıyla Hindistan ve Afganistan’dan, batıda ise Merv ve Buhara üzerinden İran’dan gelen çok eski ve önemli ticaret yollarının birleşme noktasında konumlanan stratejik bir mevkide yer alıyordu. Kurulduğu coğrafi konumu nedeniyle Soğd, tarihin erken devirlerinden itibaren göçebe kavimlerin ve bölgede söz sahibi olmak isteyen hükümdarların ele geçirmek istediği kıymetli bir mıntıka olmuştur. Soğd istila girişimleri esnasında pek çok kez zarar görmüş, bazen ise bütün olarak yıkılıp perişan olsa bile her seferinde yeniden inşa edilerek bölgenin ticari istikrarı devam ettirilmiştir. Önemli yolların kavşağı, farklı dil, kültür ve uygarlıkların birbiri ile etkileşim içerisinde olduğu Mâverâünnehir toprakları bilhassa da Soğd Türk tarihi içinde oldukça önemli bir yerdir. Öyleki Soğd, Çin, Hindistan, Türk mıntıkaları ve Yakındoğu arasında uzanan büyük ipek yolunun mühim mevkilerinde Soğdlu tüccarların organize ettiği ticaret kolonileri aracılığıyla zikredilen ülke ve coğrafyalar arasında ticari ve kültürel iletişimin büyük merkezlerinden birini teşkil etmiştir.

Soğd ilk dönemlerden itibaren siyasi, askeri, ilmi, iktisadi ve sosyal açıdan Mâverâünnehir coğrafyasının siyasi yapısına etki eden önemli yerleşim merkezlerinden biri olmuştur. Soğd’un iklimi ve yaşamaya elverişli özellikleri ilk zamanlardan itibaren geçimlerini hayvancılıkla idame ettiren göçebe kavimlerin bölgeye yönelmelerine sebep olmuştur. Yüeçiler Mete Han yönetimindeki Hunlar’a yenildiler. Daha sonra ikiye ayrıldılar ve bu kollardan Büyük Yüeçiler isimli kalabalık grup batıya doğru mecburi göç ererek, Soğd’u istila etti. Bu çalışmada Türk ve bölge tarihi için önemli bir kavim olan Büyük Yüeçiler’in Soğd hâkimiyeti ve Soğd’un coğrafi sınırları hakkında teferruatlı bilgi verilmeye çalışılmıştır.

Kaynakça

AGACANOV, S. G, Oğuzlar, Çev: Ekber N. Necef/ Ahmet Annaberdiev, Selenge Yayınları, İstanbul 2015.

AKBULUT, Dursun Ali, Arap Fütuhatına Kadar Maveraünnehir ve Horasan’da Türkler (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1994.

ALMAS, Turgun, Uygurlar, Çev: Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2013.

AYDINLI, Osman, “Semerkant”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), c. XXXVI, İstanbul 2009, .s. 481

46 Lajos Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Çev: Sadrettin Karatay, TTK Yay., Ankara 1986, s. 240-241; Togan, age, s. 46;

Akbulut, agt, s.45-46; Bakır-Bardakoğlu, agm, s. 126-127.

Referanslar

Benzer Belgeler

BİR SIRA TAŞ BİR SIRA AHŞAP OLMAK ÜZERE MÜNAVEBELİ/ALMAŞIK DUVAR TEKNİĞİ İLE İNŞA EDİLEN YAPININ YÜKSEKLİĞİ 18 ZİRAYA ÇIKARILIR.. KUZEY-BATI CEPHE ESKİ

alanı olarak belirlenmesinde, araştırma alanının fiziki, beşeri ve ekonomik özellikleri ile ilgili bugüne kadar tam çalışma yapılmamış olması ve Bakırköy’ün

Marmara Bölgesi, bölge yüzölçümüne göre tarım alanları oranının en fazla olduğu bölgemizdir.. Bölge, Türkiye ayçiçeği ve pirinç

Yıllardan beri takılıp bir daha ne hale girdiği bilinmiyen koca koca reklâm çerçeveleri yuvarla­ nıverdi mi bir değil, bir çok kişi­ nin hayatına

Çün­ kü davet değil, Pollini hayran­ ları uzun süre önce biletleri ka­ pıştıkları için son günlerde tek bir yerin bile bulunamadığı bir konser.. Yani izleyici tümüyle

• Bu alanda ilk büyük gelişme; 1890'da  hermann hollerith tarafından yapılan ve  delikli kart sistemiyle veri girişi yapılan bilgisayar olmuştur.. Bu sistemde

In this article, after mentioning the influence of the Soğd people over the 1st and 2nd Turkic Khanates, the places where the name of the Soğd people are mentioned in the Tariat

Bunda dolayı, Türkiye’nin İlk 100 Büyük Şirketi Listesi’nde bu sektörlerdeki lider şirketler misyon ve vizyon ifadelerinde girişimcilik olgusu özelliklerine sahip