• Sonuç bulunamadı

167 nolu Çanakkale Eytam Sandığına Mahsus Teminatlı İdane Defteri`nin transkripsiyonu ve değerlendirmesi (1920-1926)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "167 nolu Çanakkale Eytam Sandığına Mahsus Teminatlı İdane Defteri`nin transkripsiyonu ve değerlendirmesi (1920-1926)"

Copied!
402
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI

167 NOLU ÇANAKKALE EYTAM SANDIĞINA MAHSUS TEMİNATLI İDANE DEFTERİ’NİN TRANSKRİPSİYONU

VE DEĞERLENDİRMESİ (1920-1926)

HAZIRLAYAN İrfan ÜNAL

TEZ DANIŞMANI Yrd. Doç. Dr. Burhan SAYILIR

Çanakkale-2010

(2)
(3)
(4)

ÖZET

Tez Adı: 167 Nolu Çanakkale Eytam Sandığına Mahsus Teminatlı İdane Defteri’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi (1920-1926)

Osmanlı Devleti’nde yetimlere miras yolu ile kalan malların korunması için 1851 yılında Eytam Nizamnamesi ile İstanbul’da Eytam Sandığı kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda Eytam İdaresi’ne bağlı olarak taşrada 1880’li yıllarda eytam meclisleri ve sandıklarının kurulup teşkilatlandığı görülmektedir. 1851 tarihli Eytam Nizamnamesi 1906 yılına kadar uygulanmış ve bu yıl içinde yeni bir nizamname kabul edilmiştir. Daha sonra da değişen şartlara uygun düzenlemeler yapılmıştır. Eytam sandıkları da hem yetimlerin mallarının korunmasında hem de yetim mallarının değerlendirilmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Eytam sandıklarındaki paralar belirli koşullarda şahıslara verilerek değerlendirilmiştir.

İncelediğimiz dönemde Çanakkale Eytam ve İdane Sandığından 1920-1926 yılları arasında 136 kişi borç para almıştır. Eytam sandığından bu alanda Türkler faydalanmıştır.

Çanakkale’de bulunan Ermeni ve Yahudiler de borç para almıştır. Sandıktan para alanların mesleki yapılarına bakıldığı zaman ev hanımlarının en fazla para alan kesim olduğu görülmektedir.

Eytam Sandığına ait defterin transkribinden Çanakkale’de 1920-1926 yıllarında var olan mahalle ve sokak adlarını da öğreniyoruz. Cami-i Kebir Mahallesi, Çınarlık Mahallesi, Hamidiye Mahallesi, Aziziye Mahallesi, Arslanca Mahallesi, Yalı Mahallesi, Hastahane Bayırı Mahallesi, Harmanlık Mahallesi, Çay Mahallesi, Yahudi Mahallesi, Rum Mahallesi ve Ermeni Mahallesi’dir. Günümüzde bu mahallelerin adları yoktur.

Eytam İdaresi ve Sandıkları, I. Dünya Savaşı ve sonrasında Anadolu’da başlayan işgal yıllarında zarar görmüştür. İstanbul’da bulunan Eytam Sandığı görevini yapamadığı için kapatılmış olup Anadolu’da bulunanlar varlıklarını 1926 tarihine kadar devam ettirmişlerdir. Bu tarihten sonra eytam sandıkları Eytam ve Eramil Bankası’na devredilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Eytam, İdane, Çanakkale.

(5)

ii

ABSTRACT

Thesis title: 167 Çanakkale Eytam Chest Idan Secured Assessment Transcription Book (1920-1926)

In 1851, In the Ottoman Empire Eytam Chest was founded for the protection of the properties of the Orphans, through the inheritence. In later years It is seen that Eytam Assemblies and Eytam Chests were established and organised depending Eytam directory in 1880s. Eytam Regulation with the date 1851 was practised till 1906 and in the same year a new regulation wa accepted. In time same more regulations were done in it. Eytam Chests had important duties both to protect orphans properties and to regulate them.

Money in the chest are used by giving to individuals with certain conditions.

In the period we examiuned between the years 1920-1926 136 people borrowed Money from Çanakkale Eytam Chest and Idan. Turks mostly borrowed but Armenians and Jews also borrowed. When looked at the occupational structure of those who borrowed from the chest,housewives are more than the others civil cervants, tradesman and soldiers followed them orderly.

We learn the names of the streets or areas which exist in the years 1920-1926 in Çanakkale from the transcription of the note book, belong to Eytam Chest. Cami-i Kebir, Arslanca, Çınarlık, Hamidiye, Hastahane Bayırı, Harmanlık, Çay, Aziziye, Yalı, Jews, Greek and Armenian areas are some of them. They do not exist today.

Eytam Administration and the Chest is damaged in the years of occupation of Anatolia after the First World War. Eytam Chest in Istanbul was closed because it couldn’t work as usual. The others in Anatolia kept their existance till 1926. After this date they were transferred to Bank Eramil.

Key words: Eytam, Idan, Çanakkale

(6)

ÖNSÖZ

Yetim hakları ve korunması İslam öncesi ve sonrası Türk Devletlerinde üzerinde durulan önemli bir konu olmuştur. Türklerin, dul ve yetimleri koruma konusunda Müslüman milletlerden çok daha önce örgütlenmiş olduğu yazılı belgelerde mevcuttur.

Yetimlerin haklarını korumak, toplum içindeki hayatlarını sürdürebilmelerini sağlamak için çeşitli sosyal yardım kuruluşları oluşturulmuştur.

Osmanlı Devleti’nde de yetimlerin haklarını korumak amacıyla önceleri vakıflar kurulmuştur. Ancak bir takım aksaklıların olması üzerine; kiraya verilen vakıf mallarının kiralarının toplanamaması sonucunda yeni düzenlemeler yapılarak 1851 yılında Eytâm İdâresi ve Sandıkları oluşturulmuştur.

Yetimlere malları üzerinden iaşe sağlandığı gibi eytam sandıkları bulundukları yörenin ekonomik yapısına da katkı sağlamışlardır. Eytam sandıklarından borç alanlar bu paraları işlerini geliştirmek için kullanmışlardır. Sandıktan belirli oranda faiz ile para alırken vergi ödedikleri gibi belirli oranda da sandıklara faiz ödemişlerdir. Böylece ülke ekonomisine de katkı sağlamışlardır.

Bu çalışmada taşra eytâm teşkilâtından olan 167 Nolu Çanakkale Eytam Sandığına Mahsus Teminatlı İdane Defteri (1920-1926) incelenmiştir. Defterin aslı İstanbul İslami Araştırmalar Merkezi’ndedir.

Bu çalışmanın yapılmasında çok değerli katkılarda bulunan tez danışmanım Yrd.

Doç. Dr. Burhan SAYILIR’a, Tarih Bölümü öğretim üyelerine, Cumhuriyet Savcısı Zafer ÜNAL’a, eşime ve oğluma teşekkür ederim.

İrfan ÜNAL Çanakkale-2010

(7)

iv

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ………...i

ABSTRACT ………...ii

ÖNSÖZ ………....iii

İÇİNDEKİLER ………..iv

KISALTMALAR ………viii

GİRİŞ 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1920-1926 TARİHLERİ ARASINDA TÜRKİYE VE ÇANAKKALE’NİN SİYASİ, EKONOMİK VE SOSYO-KÜLTÜREL YAPISINA KISA BİR BAKIŞ 1. 1. Mondros Ateşkes Antlaşması ve İşgal Dönemi ...………..5

1. 1. 2. Milli Mücadelenin Başlaması ...………..6

1. 1. 3. Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa ...……….6

1. 1. 4 Erzurum ve Sivas Kongreleri ...………...8

1. 1. 5 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılması ...………..12

1. 1. 6 Siyasi Alanda Yapılan İnkılâplar………...15

1. 1. 6. 1 Saltanatın Kaldırılması ………..………....15

1. 1. 6. 2 Cumhuriyetin İlanı ……….17

1. 1. 1. 6. 3 Halifeliğin Kaldırılması ………19

1. 1. 7 Dini, Sosyal, Eğitim ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılâplar ………..…...22

(8)

1. 1. 7. 1 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ……….22

1. 1. 7. 2 Tarikatların ve Şeyhliklerin Faaliyetlerine Son Verilmesi, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ………...………..…24

1. 1. 7. 3 Kıyafette Değişiklik ………..28

1. 1. 7. 4 Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik ………..29

1. 1. 7. 5 Medeni Kanun ile Ceza Kanununun Kabul Edilmesi ……….30

1. 2 OSMANLI DEVLETİ’NİN SOSYAL YAPISI ………35

1. 2. 1 Çanakkale’nin Sosyal Yapısı ……….36

1. 2. 1. 1 Çanakkale’nin Nüfusu ………...36

1. 1. 2. 1. 2 Nüfus’un Dini Gruplar İtibariyle Dağılımı ………..37

1. 1. 2. 1. 3 Mahalleler ………...………38

İKİNCİ BÖLÜM EYTÂM İDARESİ VE SANDIKLARI 2.1. EYTÂM İDÂRESİ ………40

2.1.1 Eytâm İdâresinin Kuruluşu ……….………40

2.1.1.2 Eytâm İdâresinin Yapısı ………...40

2.1.1.3 Eytâm İdâresinin Görevleri ………..…41

2.2 EYTÂM SANDIKLARININ KURULUŞU VE GÖREVLERİ ………..…….42

2.3 TAŞRA EYTÂM TEŞKİLATI ………….……….43

2.3.1 Kuruluşu ………..…...43

2.3.2 Yapısı ………...43

(9)

vi

2.3.3 Taşradaki Eytâm İdâresinin Görevleri ………..45

2.4 SANDIK DEFTERLERİNDEKİ GÖREVLİLER ……….….….46

2.4.1 Eytâm Müdürleri ………..46

2.4.2 Müftüler ………...………...47

2.4.3 Başkâtip ………...48

2.4.4 Kadı ……….……….……..48

2.4.5 Diğer Görevliler ………...48

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇANAKKALE EYTAM SANDIĞI’NDAKİ BİLGİLERİ İÇEREN TOPLU TABLO ANALİZİ……….51

3.1 ÇANAKKALE 167 NOLU EYTAM DEFTERİNİN GENEL DEĞERLENDİRMESİ ……….73

3.2 SANDIKTAN PARA ALAN KİŞİLERİN MESLEKİ DEĞERLENDİRİLMESİ ……….75

3.3 SANDIKTA YER ALAN YER ADLARI (MAHALLE / KÖY / SOKAK) ANALİZİ………..…………...80

3.4 SANDIKTAN PARA ALANLARIN ETNİK DAĞILIM …………...84

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 3. ÇANAKKALE 167 NOLU TE’MİNÂTLI İDÂNE DEFTERİ TRANSKRİPSİYONU...85

SONUÇ ……….359

KAYNAKÇA ………..….362

(10)

EKLER ……….………366 EK 1: Eytam Nizamnamesinin Osmanlıcası ve Transkripti

EK 2: Emlak ve Eytam Bankası Kanunu

EK 3: 167 Nolu Eytam Sandığına Mahsus Teminatlı İdane Defteri’nden Örnekler

(11)

viii

KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale a.g.n. : Adı geçen nizamname Bkz.: Bakınız

C. : Cilt Cad.: Cadde Çev.: Çeviren

DİA. : Diyanet İslam Ansiklopedisi H.: Hicri

İA.: İslam Ansiklopedisi Mah.: Mahalle

M.: Miladi Md.: Müdürlüğü

MEB: Milli Eğitim Bakanlığı Mhk.:Mahkeme

OSAV. : Osmanlı Araştırmaları Vakfı s: Sayfa

Vd.: Vade

Yard.: Yardımcısı

(12)

İslam inancında insan haklarına riayet edilmesine büyük önem verilmiştir. Bu itibarla himaye edilmeye ihtiyaç olduklarından dolayı, yetimlerin hakları her haktan üstün tutulmuştur. Aynı zamanda, yetimlerin cemiyet içindeki hukukî durumlarını düzenleyen ve onların haklarının gözetilmesi gerektiğini ifade eden birçok hadis de vardır. İslam Dininin bu kadar titizlik göstermesinden dolayı tarihte kurulmuş Müslüman Türk devletlerinde de bu konuda gereken hassasiyet gösterilmiştir. İşte bu itibarla Osmanlı Devleti’nde de yetimlerin hakları aynı hassasiyetle korunmuştur. Osmanlı Devleti’nde gerek dul ve yetimlerin haklarının gözetilmesi gerekse diğer yardıma muhtaç insanların toplum içerisindeki hayatlarını idame ettirebilmesini sağlamak için soysal yardımlar ile ilgili teşkilatlar tesis edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde sosyal yardımlar ile ilgili en önemli teşkilat vakıflardır. Vakıfların da, bilhassa avarız ve müessesât-ı hayriye isimlerini taşıyanları, toplumdaki bu yardıma muhtaç kişilere yönelik sosyal yarımları organize edici özelliğe sahip olmuştur. Toplumda bulunan yardıma muhtaç kimseler vakıf şeklinde kurulan hastane ve yetimhanelerde, aşevleri ve imarethanelerde, medrese ve şifa yurtlarında tedavi edilmiş, doyurulup barındırılmış, donatılıp okutulmuştur. Yine Osmanlı Devleti’nde, söz konusu yardımlara yönelik başka teşkilatlar da kurulmuştur. 1868 yılında Tuna Valisi Mithat Paşa tarafından çocuklar için açılan Islahhâneler, 1865 yılında kurulan Dârüşşafaka ve 1915 yılında Trablusgarb ve Balkan savaşlarında şehit olanların çocuklarının korunması amacına yönelik kurulan Dârüleytamlar bu teşkilatlara birer örnek olarak gösterilebilir1.

Osmanlı döneminde kurulan bu teşkilatların yanında, yetimlerin mallarını koruma ve onların toplum içerisindeki sosyal yaşamlarını idame ettirebilmeleri için devlet yöneticileri tarafından çeşitli ferman ve hükümler de yayımlanmıştır. Söz konusu bu hükümler, İstanbul Şeriyye Sicillerinde mevcuttur. Dersaâdet ve Bilâd-ı Selâse2’de vefat edenlerin yetimlerine intikal eden gayr-ı menkullerin keşif ve tahmini işlerinde fazla harç alındığı ve bundan böyle fazla harç alınmamasına dairdir. Osmanlı Devlet yöneticileri tarafından gayri müslimlerin yetimlerinin bakımı, yedirilip içirilmeleri, okutulmaları yani kısaca onlarında

1.Ahmet Eryüksel, ‘‘Osmanlı Devletinde Dul ve Yetimler’’, Şarkiyat Mecmuası, Sayı: 8, 1998, s. 331.

2 İstanbul, Edirne ve Bursa hakkında kullanılan bir tabirdir.

(13)

2 toplum içindeki sosyal yaşamlarını garanti altına almak için çeşitli ferman ve hükümler yayımlanmıştır.

Osmanlı Devleti’nde, genellikle savaş zamanlarında ve ihtiyaç duyulduğunda ev başına alınan Avarız Vergisini ödeyemeyenler için mahalle ve köylerde Avarız Vakıfları3 kurulmuştur. Zamanla toplanan bu verginin önemini kaybetmesi sonucu, vakıfta toplanan bu paralar zaman içerisinde sosyal amaçla kullanılmaya başlanmıştır4. Yetimlerin ve dul kadınların ihtiyaçları bu vakıflardan karşılanmaya başlamıştır.

Genel olarak düşünüldüğünde vakıfların muhtaç durumdaki yetimler için bir sosyal güvenlik şemsiyesi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Vakıf imkanlarından ve hizmetlerinden faydalanma hakkına ve önceliğine sahip olan fakirler arasında yetimler de sayılabilir5. Bu çerçevede aile vakıflarının da ilgili aileden fakir ve muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılaması nedeni ile yetim ve muhtaç çocuklara da destek olduğunu söyleyebiliriz.

Osmanlı toplumunda yetimlere yönelik hizmetleri bunlarla da sınırlı değildir.Vakıf müesseseleri arasında yer alan ve yetimlerin barındırılması amacıyla dârüleytâmlarda kurulmuştur. Bütün masrafları ilgili vakıf tarafından karşılanan dârüleytâmlarda kimsesiz çocukların her türlü ihtiyaçlarının karşılandığı görülmektedir6.

I. Ahmet (22 Ocak 1603-22 Kasım 1617)7 zamanında yetim kalan çocukların mallarının muhafazası için Ağa Kapısı bünyesinde ‘‘Kara Sandık’’8 adıyla bir sandığın kurulduğu görülmektedir. Paraların sandığa teslimi konusunda zorunluluk yoktur. Sandığa muhafaza için teslim edilen yetimlerin malları koruma altına alınırdı. Sandığa teslim edilen paralar için faiz işletilmesi söz konusu değildir.

Osmanlı toplumunda yetimlere miras yoluyla kalan menkul ve gayri menkul malların vasileri tarafından işletilmesi ve sermâyenin kontrol altına alınarak elde edilen gelirin, bu şahısların ihtiyaçlarının karşılanması için harcanması, reşit olduklarında ise kendilerine

3 Ömer Lütfî Barkan, Avarız, İslam Ansiklopedisi, C. II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, İstanbul 1997, s. 18- 19.4.Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, 2. Baskı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1996, s. 287-288.

5 İbrahim Kâfî Dönmez. Yetim, İslam Ansiklopedisi, C. XIII, MEB, İstanbul 1997, s. 401-403.

6 Tahsin Özcan, ‘‘Osmanlı Toplumunda Sosyal Güvenlik Üzerine Bazı Gözlemler’’ Osmanlı Vakfı Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999 s. 110-115.

7 F. Çetin Derin, Türk Dünyası El Kitabı, İkinci Baskı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1992, s. 482.

8 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri IX, OSAV, İstanbul 1996, s. 254.

(14)

teslim edilmesi için oluşturulan kurumlara, eytâm sandığı adı verilmektedir. Bu sandıkların görevi, keselerde saklanan malın veya paranın ihtiyaç sahiplerine kefiller göstermek kaydıyla verilmesi şeklindedir. Bu şekilde yapılan bir düzenleme hem yetimlerin mallarının değerlendirilmesi hem de çocuklar reşit oluncaya kadar başka şahısların onların paralarını borç karşılığı kullanması açısından önemlidir

Yetimlere ait malların bu şekilde işletilmesi usulü 16. yüzyıldan itibaren yaygınlık göstermiştir. Bu usulün zamanla ferdi olmaktan çıkarak kurumsal bir hüviyet kazandığını görüyoruz. 19. yüzyılda terekelerin taksimi ve sahibine teslimi, sahibi olmayanların muhafazası için kurulan Terekât Müdürlüğü yetimlere ait malların da muhafaza ve işletilmesini üstlenmiştir. Tanzimat’ın ilanı ile birlikte yetimlerin haklarının korunması ve mallarının muhafazası için bir takım yeni kurumlar kurulmuştur. Bunlardan ilk 1851 yılında kurulan Eytâm Nâzırlığıdır9.

Terekelerin daha iyi tesbiti, yetimlere ait malların daha iyi muhafazası için müstakil bir birim kurulmuş, bu çerçevede eytam sandıkları kurularak yetim mallarının bu sandıklar eliyle işletilmesi usulü benimsenmiştir. 1851 tarihinde yayınlanan nizamname uygulamalarda yaşanan aksaklıklara rağmen yapılan değişiklik ve ilavelerle 1906 yılına kadar uygulanmıştır. 1906 yılında yeni bir nizamname kabul edilmiştir. 117 madde halinde ve konu ayrıntılı bu nizamnamede daha sonra da değişen şartlara göre birtakım tadilatlar yapılmıştır.

Yapılan bütün bu hukuki ve idari düzenlemeler ile yetim mallarının müstakil bir idareye kavuşturularak daha iyi muhafazası ve işletilmesi hedeflenmştir. Oluşturulan eytam sandıklarında her yetimin malının ayrı ayrı muhafaza edilerek ve muhasebesinin tutulduğu anlaşılmaktadır. Buna ilaveten yetimlere nafaka, kisve gibi harcamalar belirli esaslar dahilinde yapılmıştır.

Yetim mallarının verimli bir şekilde işletilmesi konusunda gerekli tedbirler alınmış, benzer uygulamalarda alınan muhtelif harc ve rüsumlar eytam sandıklarının işlemleri muaf

9 Konu ile ilgili geniş bilgi teşkilat kısmında verilmiştir.

(15)

4 tutulmuştur. Taşrada bulunan eytam idareleri de merkez tarafından yakın bir şekilde takip edilmiştir10.

Eytâm sandıklarındaki paraların şahıslarla yapılan kredi işlemlerinin yanında bankalarda nemalandırılması yolu da kullanılmıştır. Nisan 1915 yılında yayınlanan bir tebligat ile eytâm sandıklarındaki paraların Ziraat Bankası’nda nemalandırılması istenmekte banka iadersi ile tesbit edilen esaslar ilan edilmiştir. Ziraat Bankası’nın şubelerinin bulunmadığı yerlerde ise işlemler Osmanlı Bankası eliyle yürütülmüştür11.

Eytam idareleri varlıklarını Cumhuriyetin ilk yıllarında da sürdürmüşlerdir.

Cumhuriyet ilan edilmeden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetleri tarafından muhtelif düzenlemeler yapılmış ve 1920’de alınan bir karar ile işlemlerin mevcut nizamnameye göre yapılması kararlaştırılmış, ayrıca eytam mallarının idaresinin Ankara Eytam Sandığı Müdüriyeti’ne bağlanması kararlaştırılmış ancak daha sonra bu karardan vazgeçilerek işlemlerin mahalli sandıklarda yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Bu şekilde Cumhuriyet döneminde bir süre varlıklarını sürdüren eytam sandıkları, son olarak 1926 yılında sona erdirilerek snadıkların mevcut mal varlıkları kurulan Eytam ve Eramil Bankası’na devredilmiştir12.

Doğrudan yetimlere yönelik bir fon şeklinde kurulup işletilen eytam sandıkları yetimlerin daha iyi şartlarda yetiştirilmesine yönelik hizmetler açısından bir sosyal politika olarak bugün içinde örnek alınabilecek bir kurumsal uygulamadır.Bu müessese bir nevi yatırım aracı ve kredi sağlayan banka gibi faaliyet göstermekle Çanakkale’nin ekonomisine de katkı sağlamıştır.

10 Tahsin Özcan, ‘‘Osmanlı Toplumunda Yetimlerin Himayesi ve Eytâm Sandıkları’’ İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 14, 2006, s. 103-121.

11 Tahsin Özcan, ‘‘Osmanlı Toplumunda Yetimler’’, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009, s.

102.12 Tahsin Özcan, ‘‘Osmanlı …’’, s. 102.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

1920-1926 TARİHLERİ ARASINDA TÜRKİYE VE ÇANAKKALE’NİN SİYASİ, EKONOMİK VE SOSYO-KÜLTÜREL YAPISINA KISA BİR BAKIŞ

1. 1. Mondros Ateşkes Antlaşması ve İşgal Dönemi

Osmanlı Devleti, İtilâf Devletleri ile imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması ile I.

Dünya Savaşı’ndan çıktı. Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey başkanlığındaki Osmanlı heyeti ile İngiliz Amirali Kaltrop (Calthorpe) başkalığındaki İngiliz heyeti arasında 30 Ekim 1918’de Limni adasının Mondros limanında Agememnon savaş gemisinde imzalanmıştır. Antlaşma 25 maddeden oluşmaktadır. Antlaşmanın en önemli maddesi 7. Madde idi. İtilâf Devletleri bu maddeye dayanarak zaman geçirmeden işgallere başladılar1.

İmzalanan antlaşma uyarınca 55 gemiden oluşan müttefik donanması 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelerek demirledi. Bunu takiben Mondros Antlaşması’nın hükümleri uygulanmaya başladı. Bir müttefik askeri idaresi oluşturuldu. Osmanlı idaresindeki Arap toprakları, İtilâf Devletleri arasında nüfuz bölgelerine ayrılmıştı, sıra Türlerin oturduğu ana vatana gelmişti. Fransızlar Adana ve Anadolu demiryolu boyunca en önemli askeri noktaları işgal ettiler. 29 Nisan 1919’da İtalyanlar Antalya bölgesine asker çıkardılar.

Savaş sırasında iş başında olan ve yenilgiden sorumlu tutulan İttihat ve Terakki ileri gelenleri yurt dışına kaçmışlardı. Bu partinin iktidarına muhalefetlerinden dolayı sürgünde bulunanlar, şimdi çoğunlukla Hürriyet ve İtilâf Partisi’nde toplanarak iktidara gelmişlerdi.

Takip ettikleri siyasette çok ifrata kaçarak seleflerinin hatalarını tekrarladılar. Hatta bu hareketlerinde o kadar ileri gittiler ki, bir süre sonra başlayacak olan Milli Mücadele’yi dahi bir İttihat ve Terakki hareketi addederek körü körüne karşı çıktılar.

1. 1. 2. Milli Mücadelenin Başlaması

Memleketin düştüğü bu durum, gerek idarecileri, gerekse aydınları gelecek için bir hal çaresi düşünmeye sevk etti. Bunların bir kısmı bağımsız olarak yaşamanın İngiliz veya Amerika mandası altında mümkün olabileceğini düşünüyorlardı. Paris Sulh Konferansında,

1 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi XVII. – XIX. Yüzyıl Islahat Hareketlerinden 1938’e, I.

Basım, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2008, s. 187-188.

(17)

6 müttefiklerin Yunanlılar lehinde davranmaları sonucunda, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi kararlaştırılmıştı. Mondros mütarekesinin yedinci maddesine dayanılarak, önemli stratejik noktaları Yunanlıların işgal edebileceği hususu kararlaştırılmıştı. Avrupa kamuoyunda da tam bir tasvip görmemesine rağmen, bu karar yürürlüğe konmuş ve İzmir Yunanlılar tarafından 15 Mayıs 1919’da işgal edilmeye başlanmıştı. Yunanlılar az bir zaman zarfında kuvvetlerini arttırarak memleketin iç taraflarına nüfuz etmeye çalıştılar; on binlerce kişi yerlerini terk etmeye ve göçmen durumunda oradan oraya sürüklenmeye başladı. Balkan ve I. Dünya Savaşı’nın sonucunda on binlerce Türk ve Müslüman anavatana gelerek göçmen ailesine I. Dünya Harbi sonunda yenileri eklendi. Savaş sırasında başka yerlere nakledilenler mütareke yapılınca memleketlerine dönerek terk ettikleri mülklerine yeniden sahip çıkmış ve bunun sonucunda onların yerlerine yerleştirilmiş on binlerce göçmen açıkta kalmıştı. Gerek bunlar ve gerekse Yunan işgali sebebi ile canlarını kurtarmak için yerlerini bırakıp göçmen olanların sayısı Aydın vilayetinde yüz elli bine ulaşmıştı.

Olaylar bu şekilde devam ederken, memleketin geleceği hakkındaki fikir ayrılıkları Yunan işgalinin gerçekleşmesi sonucunda, yavaş yavaş ortadan kalkıyordu. Önceleri silahlı bir milli mücadele taraftarları çok az olup, meseleyi diploması ile halletmek isteyenler çoğunlukta idi. Yunan fiili işgali tahakkuk edince, silahlı bir milli mücadele yapılmasını isteyenlerin haklılıkları ortaya çıktı. Yunan işgalini protesto için, işgal ordularının silahları altında toplantılar yapıldı. İlk gizli mukavemet hareketinin tohumları atıldı. Anadolu’da istilacı düşman kuvvetlerine karşı ilk silahlı mukavemet 28 Mayıs 1919’da Ödemiş’te yapıldı. Küçük bir birlik tarafından yapılan bu karşı durma hareketi başarılı olamadı; fakat memleket içine doğru yayılan Yunan kuvvetleri karşısında daha başka milisler de ortaya çıktı. Bu küçük kuvvetler yavaş yavaş memleketin her tarafına yayılmaya başladı.

1. 1. 3. Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa

Çanakkale’de Anafartalar mevkiinde 1915’de kazandığı büyük başarı ile dikkati çeken, daha sonra Doğu cephesinde 1916’da Ruslara karşı kazanılan yegane zaferin sahibi bulunan Mustafa Kemal Paşa, 1917’de Yıldırım Orduları grubunun bir bölümü üzerine, yeni kurulan 7. Ordu komutanlığına tayin edilmişti; fakat, Alman generali Falkenhaim ile anlaşamayarak istifa ederek Ekim 1917’de İstanbul’a döndü. 7 Ağustos 1918’de İngiliz karşı hücumu ile çözümlenmiş olan Suriye ve Filistin’deki kuvvetleri derleyip çeki düzen

(18)

vermek için Halep civarında mücadeleye başlarken Mondros Mütarekesi imzalandı. 13 Kasım 1918’de düşman donanmasının İstanbul limanına girdiği gün o da İstanbul’a geldi.

Mustafa Kemal Paşa, Karadeniz sahillerinde, Türklerle Pontuscu Rumlar arasında çıkan devamlı mücadeleyi teskin etmek, orada her hangi başka mesele çıkmasını önlemek için ordu müfettişi olarak, bazı yetkilerle 30 Nisan 1919’da oraya memur edildi. Mustafa Kemal Paşa’ya göre kendisine yetkileri verenler, durumu tam manasıyla anlamış değillerdi2. Değişik sınıf ve rütbeden 18 subay3 ile beraber, 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket edip, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a varan Mustafa Kemal Paşa’nın yapacağı vazifeler şunlardır:

a. Bölgede asayişi ve emniyeti temin etmek,

b. Silahları toplatarak depolarda muhafazasını sağlamak ve çeşitli yerlerde kurulan cemiyetlere ordu yardımını önlemek.

Ordu müfettişi olarak iki tümenli 3. Kolordu ile 15. Kolordu kendi emrinde idi;

müfettişliğin sınırları içinde Trabzon, Erzurum, Sivas vilayetleri ile Erzincan ve Samsun müstakil sancakları bulunuyordu. Müfettişliğe sınırdaş olan komşu vilayet ve sancaklar ile kolordular, müfettişliğin müracaatını dikkate almak mecburiyetinde idiler. Müfettişlik Harbiye Nezareti’ne bağlı olmakla beraber, daha yüksek makamlarla da görüşebilme hakkına sahipti.

Mustafa Kemal Paşa, bu vazife ve yetkilerle 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zaman, memleketin her tarafında birbirini takip eden mahalli müdafaa cemiyetleri kurulmuş ve kurulmakta idi. Edirne ve havalisinde Trakya ve Paşaeli Cemiyeti, Erzurum ve Elaziz’de Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Trabzon’da Müdafaa- i Hukuk Cemiyeti, İstanbul’da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti faaliyette bulunuyorlardı4. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini takiben İzmirliler buna engel olmak için Redd-i İlhak prensibini ortaya attılar ve bir de miting tertip ettiler. Bunların

2 Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt: I, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1991, s. 235.

3 Fethi Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara 1987, s. 11.

4 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi…, s.191.

(19)

8 yanı sıra, azınlıkların kurduğu ve bazı bölgelerin yabancı devletlere verilmesini öngören cemiyetler de vardı.

Yunanlılar İzmir’i ele geçirip içerilere doğru ilerlemeye başlayınca, İzmir’in doğu, kuzey ve güneyinde üç cephe meydana geldi. Bu cepheler ordu mensupları ile eli silah tutan ve insan idare etmesini bilen kimseler tarafından yöneltiliyordu. İzmir’in kuzeyinde teşekkül eden cepheye Miralay Kazım Bey (Meclis Reisi Kazım Özalp), ve Kaymakam Ali Bey (Nafıa Vekili Ali Çetinkaya) kumanda ediyorlardı. Ali Bey ilk olarak Ayvalık’ta Yunanlılarla karşılaştı. Bundan başka Bursa ve havalisinde de büyük bir müfreze kurulmuştu. Bu kuvvetler üstün düşman kuvvetlerine karşı bir müddet dayandılar (Haziran ve Temmuz1919), fakat sonra bir kısmı dağıldı. Güney Anadolu ise Ocak 1919’dan itibaren İngilizler tarafından işgal edilmiş, daha sonra Fransızlara devredilmişti. Buna karşı 21 Ocak 1919’dan itibaren Adana ve Maraş cepheleri teşekkül etmişti.

Vatansever kumandan ve subayların milli bir müdafaa teşkilatı meydana getirmeye çalıştıkları sırada, Osmanlı ordusunun dağıtılmamış kuvvetleri azdı. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a geldiğinde ordu mevcudu 50.000’e inmişti. Üç orduya bölünmüş olan bu kuvvetlerden üçüncü ordu müfettişliğinin merkezi Erzurum idi. Merkezi Sivas’ta olan 3.

Kolordu (Kumandanı Refet Bey/Paşa) ile vilayet valileriyle muhabereye başladı. Daha sonra bu faaliyetlerini hukukileştirerek, millet tarafından kabul edilecek bir hale getirmek için seçilmiş delegelerden meydana gelen bir meclis toplayıp o meclisin kararlarını esas tutmak istiyordu. 21-22 Haziran’da Emir Subayı Cevat Abbas’a Anadolu’nun asker-sivil tüm idarecilerine göndermek üzere tarihimizde Amasya Genelgesi diye anılacak olan belgeyi yazdırttı5. Bu genelgenin sonuncu maddesinde toplantı yerinin Erzurum olduğu bildirilmiş, toplantı tarihine kadar diğer vilayetlerin delegeleri Sivas’a varabildikleri takdirde Erzurum kongresinin üyelerinin de Sivas toplantısına katılmaları istenmişti.

1. 1. 4 Erzurum ve Sivas Kongreleri

Amasya Genelgesi’nin yayınlanması üzerine, İstanbul hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın resmi vazifesine son verip, onu İstanbul’a getirmek için çeşitli teşebbüslere girişti. Fakat Mustafa Kemal Paşa halkın sevgi gösterileri arasında Sivas’a, oradan da Erzurum’a geçti. Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum şubesi

5 Ünsal Yavuz, Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1990, s. 49.

(20)

tarafından toplanmasına çalışan Doğu vilayetleri kongresi Mustafa Kemal Paşa sayesinde 23 Temmuz 1919’da toplandı. Kongre hazırlıkları ile meşgul iken, resmi vazifesine son verileceğini anlayan Mustafa Kemal Paşa, vazifesinden istifa, ettiğine dair İstanbul’a bir telgraf çekti. Toplanan kongre, reisliğe onu seçti. 14 gün süren kongre bir nizamname tanzim ettiği gibi, bir de beyanname yayınlandı. Her ikisinde de tespit edilen esas prensipler şunlardır:

a. Milli sınırlar içinde vatan toprakları bir bütündür, bölünemez,

b. Her türlü yabancı işgal ve müdahaleye karşı ve Osmanlı hükümetinin çökmesi halinde bütün millet bir olarak karşı koyacaktır,

c. Merkezi hükümet vatanın ve istiklalin muhafazasına muktedir olamadığı takdirde, gayenin temini için muvakkat bir hükümet teşkil edilecektir. Bu hükümet milli bir kongre tarafından seçilecektir,

ç. Esas olan milli kuvvetleri ve milli iradeyi hakim kılmaktır6,

d. Hıristiyan unsurlara siyasi hakimiyet ve içtimai dengeyi bozacak imtiyazlar verilemez,

e. Manda ve himaye kabul edilemez.

Erzurum Kongresi, ‘‘Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’’ adını alan cemiyetin nizamnamesine göre, kongre karalarını yürütmek için bir temsil heyeti seçti ve dağıldı. Bundan sonra bütün memlekete şamil yeni bir kongrenin toplanması için çalışılmaya başlandı. Esasen bu çok evvelden tespit edilmişti. Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1919’da Sivas’a geldi; 4 Eylül’de kongre toplandı. Bu kongrenin gayesi Erzurum’da tespit edilen esasların bütün memlekete teşmil edilmesi idi. Ancak burada bazı esaslar değiştirildi. Sivas Kongresi sonrasıdır ki, Müdafaa-ı Hukuk-ı Millî Cemiyetleri, başında Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu bir Heyet-i Temsiliye ile ‘‘Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’’ haline geldi ve ilerideki siyasi mücadelenin aracı oldu7. Kongrede seçilen temsil heyeti vatanın bütününü temsil eder diye bir kayıt kondu. Türk

6 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt: I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1966, s. 32.

7 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (çev. Metin Kıratlı), 2.Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1970, s. 251.

(21)

10 hudutları Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918’deki sınırlar içinde kalan ve çoğunluğunu İslamların teşkil ettiği kısımlardan, yani doğuda Kars, Ardahan, Batum;

batıda Edirne dahil olmak üzere Doğu Trakya; güneyde İskenderun’dan başlayıp Cerablus’a varan topraklar; Musul, Süleymaniye, Kerkük havalisinden meydana geliyordu, Sivas Kongresi 7 gün sürdü 11 Eylül’de sona erdi. Bütün bunlar olurken, İstanbul’da Ferit Paşa kabinesi düşüp yerine Ali Rıza Paşa kabinesi teşekkül etmişti. Anadolu’ya Bahriye nazırı Salih Paşa gönderilerek bir anlaşma zemini bulmaya çalışıldı. Amasya görüşmeleri (20-22 Ekim 1919) üç gün sürdü. Bir nazırın gelerek müzakereye girişmesi bu teşekkülün resmen tanınması demekti. Salih Paşa, İstanbul hükümeti tarafından da kabul edilmek şartı ile Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi tarafından tespit edilen prensiplere dayanan teklifini kabul etti. Bunlar:

a. Türklerle meskun yerlerde manda ve himaye kabul olunmaması,

b. Müslüman olmayanlara, Türk topraklarında siyasi hakimiyet ve içtimai dengeyi bozacak imtiyazlar verilmemesi,

c. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin hukuki bir kuruluş olarak İstanbul hükümeti tarafından tanınması,

ç. İtilaf devletleri ile Osmanlı devleti arasındaki sulh konferansına gidecek temsilcilerin tasvip edilecek kimselerden seçilmesi,

d. Mebuslar Meclisi’nin İstanbul’da toplanması, güvenlik bakımından, doğru değildir8.

Salih Paşa, kabine arkadaşlarına kabul ettirmek vaadinde bulunduğu halde, sözünü yerine getiremedi. Bu sırada gerek Temsil Heyeti, gerekse İstanbul Hükümeti, Mebuslar Meclisi’nin toplanması ile meşgul oldular. Temsil Heyeti, Mebuslar Meclisi’nde milli dava için birlik ve azim içinde bir grup teşkil etmeye çalıştı. Bunun için İstanbul’a yakın bir yer olan 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelindi. Bu andan itibaren Temsil Heyeti’nin merkezi Ankara oldu. 12 Ocak 1920’de son Osman Mebuslar Meclisi toplandı. Bu mecliste Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuvvetli bir grup ile temsil edilmişti. Bu meclisin Türk tarihi bakımından yaptığı en hayırlı iş, Misak-ı Milli müdafaanın programına veren bir

8 Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. II, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1991, s. 146.

(22)

beyanname tanzim ve ilan etmiş olmasıdır. Bu Mebuslar Meclisi’ne, Temsil Heyeti tarafından telkin edilmiş olan, Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki prensiplerin ifadeleri yer almıştır. Misak-ı Milli 28 Ocak 1920’de ilan edilmiştir. Esasları:

a Osmanlı Devleti, Arap çoğunluğu ile meskun olan ve mütareke yapıldığında müttefiklerin işgalinde bulunan topraklardan vazgeçecek ve bu toprakların mukadderatı ahalisinin reyleri ile tayin edilecektir. İşgal edilmemiş Türk toprakları ayrılık kabul etmez bir bütündür.

b. Doğu bölgesinde reyleri ile Anavatana katılmış bulunan Kars, Ardahan, Batum için icap ederse tekrar halk reyine müracaat edebilir.

c. Batı Trakya’nın hukuki durumu, o bölge ahalisinin serbestçe verecekleri reylerine göre tespit edilecektir.

ç. Hilafet ve saltanatım merkezi olan İstanbul ile Marmara Denizi her türlü tehlikeden uzak olmalıdır. Bu esas mahfuz kalmak şartı ile boğazlar geçişe ve ticarete açık olacak ve bu mesele Türkiye ile ilgili devletlerin birlikte verecekleri kararla tayin edilecektir.

d. Azınlıkların hakları komşu Müslüman halkın haklarının korunması şartı ile gözetilir.

e. Milli ve iktisadi gelişmemizi sağlayacak tam bir serbestlik ve istiklâl ile siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan sınırlandırılmaların kaldırılması gerekir9.

Bu beyannamenin yayınlanması bir milli iradenin mevcudiyetini göstermesi bakımından önemlidir. Müttefik kuvvetler İstanbul hükümetinden bir takım kişilerin azlini veya merkezden uzaklaştırılmasını istemeye başladılar. 16 Mart 1920’de ise fiilen İstanbul’u işgal ve aynı zamanda bazı mebusları tevkif ettiler10. Tevkif edilmeyenlerden bir kısmı Ankara’ya kaçarak milli mücadeleye katıldı. Bu arada sadaret makamına da 5 Nisan 1920’de bütün ikazlara rağmen Damat Ferit Paşa getirildi. Damat Ferit Paşa, sadarete gelir gelmez Kuva-yı Milliye yani milli mücadeleye girişenler aleyhinde müteaddit emirler yayınlandı. İstanbul’da toplanan askeri mahkeme, 11 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal ve en

9 Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, s. 360-394.

10 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi…, s.206.

(23)

12 yakın arkadaşlarını gıyaben ölüme mahkûm etti. Milli mücadeleyi yürütenler üzerine kuvvetler sevk edildiği gibi, İzmit, Bolu ve Trabzon’da aleyhlerine ayaklanmalar tertiplendi. Kuva-yı İnzibatiye adı ile kurulan birlikler, sebepsiz yere birçok kardeşkanının dökülmesine sebep oldu. Fakat milli mücadele taraftarları bu tehlikeli teşebbüsleri anında yok ettiler. Ankara’da Börekçi-zade Abdullah’ın Mahkemesi de, Damat Ferit ve yakınlarını vatana ihanet suçundan gıyaben ölüme mahkûm etti.

1. 1. 5 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılması

Erzurum ve Sivas kongreleri kararlarına, Amasya görüşmesi sonunda varılan mutabakata, 1908 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre 1919 yılı sonlarında yapılan seçimlerle teşekkül eden Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un fiilen işgali üzerine serbestçe çalışamaz hale gelmesi sonucunda 18 Mart 1920 de faaliyetlerine ara verme kararını zaruri hale getirmiştir. Bu tarihten itibaren Türk Milleti’nin tek meşru temsilcisi durumunda bulunan Ankara’daki Heyet-i Temsiliye, 19 Mart 1920 de ortaya çıkan bu boşluğu doldurmak üzere harekete geçmiştir. Bu bakımdan Mustafa Kemal Paşa’nın seçimlerin yenilenmesi ve Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasına dair Heyet-i Temsiliye adına 19 Mart’ta yayınladığı genelge oldukça önemlidir. Milletin sahipsiz olmadığı, milletin haklarını ve isteklerini yerine getirecek müesseselerin tekrar kurulabileceği ilan edilerek Türk Milleti’nin ümitsizliğe düşmesine hiç gerek olmadığı gösterilmiştir11.

Ankara’da Meclisi, İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmakta olan binada toplanması kararlaştırıldıktan sonra, süratle bina tamamlanmış ve sade bir şekilde döşenerek toplantılara hazır hale getirilmiştir. Açılacak meclisin adı üzerindeki tartışmalarda Mustafa Kemal Paşa ve bazıları Meclis-i Milli üzerinde durdular. Sonunda Büyük Millet Meclisi adı kabul gördü.

Seçimlere, hiçbir parti adayı olmadan, milletin güvenini kazanmış kişiler arası8ndan ve iki dereceli olarak yalnızca erkek seçmenler vasıtası ile gerçekleştirildi. Ayrıca İstanbul’dan Meclis-i Mebusan reisi Celalettin Arif Bey, Halide Edip, Adnan Adıvar, Yozgat Mebusu İsmail Fazıl ve birkaç mebus daha kaçarak Ankara’ya gelebildiler.

Mustafa Kemal Paşa,21 Nisan 192012 de yayınladığı genelgede; Nisanın 23’üncü cuma

11 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi…, s. 208.

12 Kemal Atatürk, Nutuk, C. I, s. 430.

(24)

günü, cuma namazından sonra, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılacağını duyurmuştu13. Yine aynı genelgede özetle şu hususlara yer verilmiştir:

a. Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak, Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktı.

b. Açılış günü için hatim indirilecek, Buhari-i Şerif okunacak ve Hatm-i Şerif’in son kısımları uğur getirsin diye Cuma günü namazdan sonra meclisin toplanacağı yerin önünde tamamlanacaktır.

c. Bugünden itibaren bütün memlekette Kur’an ve Hadis okunmasına başlanacak, Cuma günüde hutbelerde, istiklal için Büyük Millet Meclisi’nin oynayacağı rol açıkça anlatılacaktır.

Bu genelge ile meclisin hangi günde, nasıl açılacağı belirtildiği gibi bütün milletin manevi desteğinin de kazanılması amaçlanmıştır. Milletin oyunu ve desteğini kazanmış bir meclisin ancak Türk Milleti’nin istiklalini kazandıracağı vurgulanmıştır.

23 Nisan 1920 de Hacıbayram Camii’nde Cuma namazı kılındıktan sonra tekbir getirilerek meclisin toplanacağı binanın önüne gelindi. Burada bir dua okunduktan sonra ve kurbanlar kesildikten sonra, milletvekilleri binaya girdiler. Meclis saat 14.45’te en yaşlı milletvekili olan Sinop Milletvekili Şerif Bey’in konuşması ve 115 milletvekilinin katılımı ile açıldı. Bu açılış, yeniden teşkilatlanmanın başlangıcı olduğundan, yeni Türk devletinin de kuruluş tarihidir.

24 Nisan’da, Büyük Millet Meclisi’nin huzurunda Mustafa Kemal Paşa, uzun bir konuşma yaparak 30 Ekim 1918’den,23 Nisan 1920 tarihine kadar geçen zaman içinde gelişen olayları anlattı.26 Nisan1920 de meclis başkanlık divanı 13 kişi ile seçildi. Meclis başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirildi ve verdiği önerge kabul olundu. Bu önergede şu hususlara yer verilmiştir14:

a. Hükümetin kurulması zaruridir.

b. Geçici olarak bir hükümet başkanı seçmek veya padişaha bir vekil tanımak mümkün değildir.

13 Kemal Atatürk, Nutuk, C. I, s. 431.

14 Ünsal Yavuz, Atatürk…, s. 65.

(25)

14 c. Mecliste yoğunlaşan milli idarenin doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet yoktur.

ç. Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkisini kendinde toplar.

d. Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir heyet hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu heyetinde başkanıdır.

e. Padişah ve halife baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman meclisin düzenleyeceği kanuni esaslar çerçevesinde durumunu alır15.

Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra bir hükümet kurma işi hemen ele alınmıştı. 25 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında olmak üzere yedi kişilik geçici İcra Heyeti meclis tarafından seçildi. 26 Nisan’da Sovyet Rusya Halk Komiserler Meclisi’ne bir mektup göndererek ilk siyasi teşebbüs gerçekleştirildi. 27 Nisan’da Padişaha bir Sadakat arızası kaleme alındı.

Damat Ferit Paşa’nın yeniden iş başına gelmesi Milli mücadele aleyhine bir beyanname yayınlanması Şeyhülislam Dürrizade’nin yine milli hareket aleyhine bir fetva verilmiş olması Türkiye’deki olayların iyice artmasına sebep oldu ve iç ayaklanmaların başlamasını da kolaylaştırdı. İşte Büyük Millet Meclisi memlekette meydana gelen olumsuz cereyanları önlemek ayaklanmaları kışkırtanlarla idare edenleri ve ayaklanmalarına katılanları yola getirmek amacıyla 29 Nisan 1920 de Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarıldı16. Bu kanunun birinci maddesinde hangi suçları işleyenlerin vatan haini sayılacağı ikinci ve üçüncü maddesinde bunlara verilecek cezalar açıklamakta idi ve vatanı hainlerin cezası ölümdü.

2 Mayıs 1920’de çıkarılan bir kanunla İcra vekilleri heyetinin seçileceği tespit edildi.

Buna göre kurulacak hükümete icra vekilleri adı verilecek 11 kişiden oluşacağı her vekilin mecliste salt çoğunlukla seçileceği icra vekilleri arasında çıkarılabilecek anlaşmazlığın TBMM tarafından çözüleceği belirtilmişti. Bu kanun ile ilk defa Meclis Hükümeti sistemi uygulanıyor Sıhhat ve İçtimai Muavenet (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) ve İktisat

15 Kemal Atatürk, Nutuk, C. II, s. 438.

16 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi…, s.210.

(26)

Vekâleti kuruluyor ayrıca Erkân-ı Harbiye-i Umumiye (Genel Kurmay Başkanlığı)’nin içinde yer almasına izin veriliyordu.

İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Milleti’nin tarihteki mevkiine parelel, yüksek seviyeli bir meclisti. Bir devletin değil, bir devleti oluşturan meclisti17.

1. 1. 6 Siyasi Alanda Yapılan İnkılâplar

1. 1. 6. 1 Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)

Saltanat, Süryaniceden Arapçaya geçen bir kelime olup sultanlık, padişahlık, hükümdarlık anlamlarına gelmektedir18. Türk tarihinde sultan unvanını ilk olarak kullanan Gazneliler Devleti hükümdarı olan sultan Mahmuddur. Daha sonra bu unvan Türk-İslam hükümdarlarınca kullanıla gelmiştir19. Sultan, iktidar sahibi denektir. Hakimiyet, delil, ve burhan anlamlarınla da kullanılmıştır. İlk Osmanlı hükümdarları, kendi adlarına yazılmış olan eserlerde sultan diye anılmaktadır. Bu unvan, Osmanlılarda Abbasi Halifesi tarafından verilmiş olmayıp, tam aksine Osmanlı hükümdarları, bu unvanı kılıçlarının hakkıyla elde etmişlerdir. İran’da Safevi Hükümdarları, kendileri için sultan karşılığı olarak şah unvanın almışlar ve o zamandan beri bu iki tabir, Sünniler ile Şiiler arasındaki ayrılığı ifade etmiştir20.

Saltanat kişisel egemenliğe dayanan bir rejimi ifade eder. Sultan, egemenliği elinde bulunduran, saltanat mevkiinde oturan kimsedir. Egemenlik hakkı, Sultana halk tarafından verilmemiş, aksine bunlar egemenliği zorla ellerine geçirmişlerdir. Hem doğuda hem de batıda egemenliği ellerinde bulunduranlar, bu güçlerini pekiştirmek için ilahi bir kaynağa istinad etmek istemişlerdir. Bu rejim şekli bütün dünyada yüzyılımızı başlarına kadar çok uzun bir süre uygulana gelmiştir. Buna mutlakiyet rejimi de denilmekte, eğer bir meclis bulunuyorsa Meşrutiyet adını almaktadır. Doğuda gördüğümüz beylik, sultanlık, padişahlık kavramları aynı zaman dilimleri içinde batıda Principality, Kingdom, Empire olarak hakim fikir olmuşlardır.

17 Refik Turan, Mustafa Safran, Muhammed Şahin, E. Semih Yalçın, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1994, s.138-141.

18 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugât, 11. Baskı, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 1993, s. 962.

19 M. Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I-III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1993, s. 430.

20 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Cilt: IV/I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992, s. 230-233.

(27)

16 Kişisel egemenliğe dayalı rejimler XIX. yüzyıldan itibaren önce Fransa’dan başlayarak Avrupa’da ve daha sonraları bütün dünyada siyaset sahnesinden çekilmeye başlamışlardır. Milli İrade, Milli Hakimiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi kavramları politika biliminin başlıca konularını teşkil etmeğe, birer düşünce olmaktan çıkarak dünyanın her tarafından uygulama alanları bulmaya başlamışlardır.

İslâm Devletinin hükümdarı hakimiyet gücünü Allah adına kullanmaktadır. Bir tek kişi bu gücü kullanabildiğine göre, niçin toplumun tamamı kullanmasın? Millet manevi bir varlık olduğuna göre gayet tabii olarak hakimiyet gücüne sahiptir. Medine İslâm Devleti’nde Emirü´l Müminin olarak devlet başkanlığı görevinde bulunan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´ye bu görev toplum tarafından verilmiştir. Onlara siz bizim başımızsınız, sizi seçiyoruz demişlerdir. Bu kimseler hakimiyeti zorla ele geçirmiş değillerdir. Bu durum Emeviler zamanında değişmiş, Ümeyyeoğulları hakimiyeti silah zoruyla aldıklarını ileri sürerek, halkın devlet dairesindeki amirlik rolünü ortadan kaldırmışlardır. Doğudan Sasani Batıdan da Bizans Devleti geleneklerinden esinlenerek Mutlakiyetçi rejimin başlatıcıları olmuşlardır.

İnsanlığın tarih içinde eriştiği en ideal yönetim biçimi Cumhuriyet ve Demokrasidir.

Halkın, kendi geleceği hakkında bizzat kendisinin söz sahibi olmasıdır. Bu yönetim biçimi o kadar süratle yayılmaya başlayacaktır ki, ondan uzak durmanın veya ona engel olmanın imkânı kalmamıştır. I. Dünya Savaşı, büyük, insicamsız21 imparatorlukları tasfiye etmekle kalmamış; kısa bir süre insicamlı, milli devletlerin kurulmasını sağlamıştır.

Yeni Türkiye Devleti, insicamsız, çeşitli soy ve sosyolojik zümrelerden meydana gelmiş Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerinde yükselmiş çağdaş bir devlettir ve Misak-ı Milli sınırlar içinde onun tek ve meşru varisi olmuştur. Osmanlı Devleti, Mondros Antlaşması ile hukuken olmasa bile fiilen sona ermiştir. Tarihe intikal etmiş olan söz konusu devletin müesseselerini devam ettirmenin bir anlamı da yoktur. İlk Anayasamızda ima edildiği gibi, yeni Türk Devleti bir Cumhuriyet olacaktır. Milet, egemenliği eline alacaktır. Siyasi yapılaşmamız da ilk merhaleyi teşkil eden saltanat rejiminin kaldırılması 1 Kasım 1922 tarihinde ve 307 sayılı kanunla kabul edilmiştir22. Buna göre Osmanlı Devleti çökmüş, Büyük Millet Meclisi Hükümeti teşekkül etmiştir. Büyük Millet Meclisi

21 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe…, s. 462

22 Kemal Atatürk, Nutuk, C. II, s. 689.

(28)

Hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim ve milli sınırlar içinde onun yeni varisidir.

Anayasa ile milli hükümranlık milletin kendisine verilmiştir. Padişahlık yok olduğu ve tarihe intikal ettiğinden; İstanbul´da meşru bir hükümet bulunmadığından; İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisi´ne ait olduğu, bu yerlerin idaresinin Büyük Millet Meclisi’ne verildiği açıklanmakta; Makam-ı Hilafet Türk Hükümeti’nin meşru hakkı olduğundan dolayı buranın ecnebilerin elinden kurtarılacağı ilan edilmektedir23.

1. 1. 6. 2 Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)

Arapçada kalabalık anlamına gelen Cumhur kelimesinden türeyen Cumhuriyet, çoğunluk idaresi anlamındadır. Çok eski tarihlerden beri kaynaklarda bu kavrama rastlanıyorsa da, asıl uygulamaya başlaması geçen yüzyılın sonralarından itibarendir. Eski Atina’da Cumhuriyetten bahsedilemez. Cumhuriyet, sınıfsız, imtiyazsız bir toplum öngörür. Demokraside Cumhuriyetle birlikte, belki de onun tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Atatürk’e göre cumhuriyet ile demokrasi birbirinden farklıdır. Cumhuriyetin bir şekilden ibaret olmasına karşılık, demokrasi bir ruh bir anlayış meselesidir24.

Cumhuriyeti bir devlet şekli, bir hükümet şekli olarak tanımlamak lazımdır. Buna göre, bir devlet şekli olarak Cumhuriyet egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun tümüne ait olduğunu bir devleti ifade eder. Bir hükümet şekli olarak da başta devlet başkanı olmak üzere devletin başlıca temel organlarının seçim ilkesine göre kurulmuş olduğu özellikle bunların teşekkülünde veraset ilkesinin rol oynamadığı bir hükümet sistemini anlatır25.

Cumhuriyet ile demokrasinin birbirinden farkını göstermek bakımından günümüz devletlerindeki uygulamalara bir göz atmak mümkündür. Buna göre, bugün cumhuriyet olduğu halde demokrasi olmayan Çin, Küba gibi ülkeler bulunduğu gibi, Cumhuriyet olmayıp ta demokrasi olan İngiltere, Belçika ve İsveç gibi ülkelerde vardır. Ayrıca hem cumhuriyet hem de demokrasinin bulunduğu ülkeler Türkiye, Fransa’da bulunmaktadır. En ideal olanı da her ikisinin birlikte oluşudur. Demokrasi en rahat uygulanırlığı cumhuriyette bulur.

23Düstur Tertib, s. 149.

24 Kemal Atatürk, Nutuk, C. II, 815.

25 Ergun Özbudun, Atatürk ve Devlet Hayatı, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Yüksek Öğretim Kurumu Yayını, Ankara 1986, s. 44.

(29)

18 Cumhuriyet Türk Devleti ile bütünleşmiştir. Bu çok önemlidir. Onun içindir ki, Anayasamızda cumhuriyetin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesini teklif dahi edilemeyeceği hükme bağlanmıştır. İzmir suikastı münasebetiyle Atatürk’ün söylediği şu sözler bu gerçeğin ifadesidir. ‘‘Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, lakin Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’’26.

Gerçek odur ki, Cumhuriyetin sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları, kurtuluşunda ve kuruluşunda bulundukları devletlerinin geleceğini ellerine almışlardır. Bu kolay olmamıştır.

Millet ve memleket işlerinin hallinde yegâne merciin milletin kendi olacağı düşüncesi ilk ifadesini Amasya’da bulacaktır. Burada yayınlanan genelgede milleti içine düştüğü kötü durumdan yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktır deniliyordu. Erzurum Kongresi’nde, İstanbul’da hükümet edenlerin milletin geleceği hakkında karar veremeyecekleri bildirilerek milli iradesinin esas, milli kuvvetlerin etkili kılınacağı ilan edilmiştir. Milli iradenin tek tecelli ettiği yer Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur.

Artık saltanat, hilafet gibi kavramlar, hiçbir anlam ve medlulü olmayan boş kavramlar olmuştur. Erzurum’da irade-i milliyenin hakim ve kuva-i milliyenin etkin kılınacağı ilan edilmiş, irade-i milliyenin her şeye hakim olacağı, iradeyi milliyenin üstünde bir güç ve kuvvetin olmayacağı bütün millete ve dünyaya duyurulmuştur.

Cumhuriyeti müjdeleyen en esaslı ifade 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’da yeralmış; birinci madde hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğunu, irade şeklinin halkın geleceğini bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayandığını ilan etmiştir27.

Lozan Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) Türk Milli Misakı’nda ifade edilmiş isteklerin genellikle milletlerarası tanınması; başarılan askeri ve siyasi programın dünyaca kabul edilmesinden sonra atılan en büyük adım Cumhuriyetin ilan edilmesi olmuştur. Türk Milleti’ne en yaraşır siyasi rejim olan Cumhuriyetin ilanı 29.10.1923 günü 364 sayılı kanunla gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile bütün ülkeye duyurulmuştur. Anayasanın 1, 2, 4, 10, 11, 12, maddeleri değiştirilmiş; birinci maddeye Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir ifadesi ilave edilmiştir. Ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı’nın TBMM

26 E. Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, İstanbul 1981, s. 182.

27 Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri 1839-1980, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara 1982, s. 103.

(30)

Umumi Heyeti tarafından, kendi azası içinde ve bir seçim devresi için seçileceği Cumhurbaşkanı’nın devletin reisi olduğu; Başbakan’ın Meclis Üyeleri arasından cumhurbaşkanı tarafından seçileceği beyan edilmiştir28.

TBMM saatlerce süren görüşmelerden sonra gece 20.30’da bir çok çekimserle, fakat hiçbir aleyhte oy olmaksızın karar 158 oyla kabul edildi. On beş dakika sonra milletvekilleri Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı seçtiler. Haber aynı gece bütün ülkeye yayınlandı ve gece yarısından sonra her tarafta 101 pare top atışı ile kutlandı29.

1. 1. 1. 6. 3 Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)

Yeni Türk Devleti’nin siyasi yapılaşmasındaki son merhale hilafetin kaldırılmasıdır.

Nedir hilafet? Nasıl bir tarihi gelişme göstermiştir? İnsicamlı tam anlamıyla milli bir devlete geçildikten sonra böyle bir müessesenin devamı gereklimiydi? Bu soruların kısaca cevaplanması gerekir. Halifelik dini olmaktan ziyade dünyevi bir müessesedir. Çünkü, Hz Muhammed daha Mekke’de iken büyük davasını, sadece dini bakımdan değil, aynı zamanda siyasi bakımdan da ele almıştır. O hem bir Peygamber, hem de bir devlet reisidir.

İslamiyet bir din olarak yayılmakla kalmamış; daha ilk kurucusu zamanında bir imparatorluğa doğru süratle yükselen bir devletin nüvesini teşkil etmiştir30.

Halife bir öncekinden sonra gelen anlamında olup, esasen Hz. Peygamberin vefatından sonra İslam devletinin başına geçen kimseyi ifade etmektedir. Hilafet Hz.

Ali’nin vefatına kadar devam etmiştir.

Emeviler Devleti (661-750) ve Abbasiler Devleti (750-1258)’de eski Sasani ve Bizans Devlet geleneğinin tesirinde kalınarak egemenliğin zorla ele geçirildiği; saltanat rejiminin işlerlik kazanmaya başladığı anlarda bile adı geçen devletlerin hükümdarlarının halifelik unvanı da kullandıkları görülmektedir. Bu unvanı kullanmalarındaki amaç, idare ettikleri Müslüman topluluklar üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirmekle alakalı olsa gerekir. Tek bir devlet, tek bir halife veya halifenin Kureyş’ten olacağına dair telakkinin pratik hiçbir değeri yoktur. Böyle bir uygulama da tarihte hiç görülmemiştir. Şam’da bir halife varken Kurtuba’da ikinçi bir halife ortaya çıkmıştır. Abbasiler zamanında ise

28 Düstur Tertib, s. 158

29 Bernard Lewis, Modern …, s. 261.

30 Mustafa Keskin, ‘‘Atatürk ve Türkiye’nin Yeni Siyasi Yapılaşması’’, Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayını, Ankara 1990, s. 3.

(31)

20 birincisi Bağdat’ta yeni bir halife, ikincisi Kahire’de üçüncüsü de Kurtuba’da olmak üzere üç halife vardır.

Türkler İslam medeniyeti dairesine girdikten sonra, şüphesiz beraberlerinde getirdikleri müesseseler yanında İslam’ın birçok müessesini kabul ettiler ve hayata geçirdiler. Ne Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey 1055’te Bağdat’ı almıştır ne de Memluk Sultanı Baybars halifelik unvanını kullanmıştır. Cengiz’in torunun Hülagu Han 1258’de Bağdat’ı işgal ettiği zaman, iki küçük kardeş dışındaki Abbasi Hanedanının bütün üyelerini kılıçtan geçirmiştir31. Ne şekilde ve nasıl kurtuldukları bilinmeyen iki küçük kardeş Mısır Sultanı Baybars’a sığınırlar. Yavuz Selim’in Mısır’ı 1517’de almasına kadar bu iki kardeşten ikincisinin soyundan gelenler Mısır’da halife olarak yaşamışlardır. Birinci kardeş, Sultan Baybars’ın kendisini Bağdat’ta yeniden halife makamını oturtmak için Moğollara yaptığı savaşta ölmüştür.

Halifeliğin Osmanlı Devleti’ne intikal ettiğine dair bir bilgi yoktur. Yavuz’un İstanbul’a dönerken kutsal emanetlerle birlikte halife Müvekkil’i de beraberinde getirdiğini biliyoruz. Fakat kendisinin bu unvanı kullandığına dair bir kayda rastlanılmamıştır.

Yavuz’un hareketi, İslam dünyasında Mısır Memluk sultalarının yerini almak istemesi ile alakalıdır. Osmanlı hükümdarlarının Abbasiler devrinde olduğu gibi bir hilafet iddiasına kalkışmadıkları bir gerçektir32.

Osmanlı Devleti’nde halifeliğin politik bir araç olarak kullanılmaya başlanması, Rusya ile imzalanan1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nı izleyen yıllara rastlamaktadır.

Rusya bu antlaşma ile Osmanlı ülkesindeki Ortodoks Hıristiyanların koruyuculuğu hakkını almıştı. Rusya’yı Lübnan’daki Marunileri korumak isteyen Fransa ve Dürzileri korumak isteyen İngiltere takip etmiştir. Tabiatıyla bu durum Osmanlı Devleti için oldukça rencide edici bir durumdu. Mademki, Rusya ve diğer büyük Avrupa devletleri Osmanlı ülkesindeki Müslüman olmayan unsurları korumak hakkına haiz olmuşlardır; öyleyse Osmanlı Devleti niçin kendi sınırları dışında yaşayan Müslüman unsurların koruyuculuğunu üstlenmesin?

Osmanlı Devleti’nde halifeliği politik bir araç olarak ve ciddi biçimde ele alarak kullanan ilk hükümdar, Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) olmuştur. Onun saltanatı başında ilan edilen Kanun-i Esasi de bu husus teyit edilmiş; üçüncü maddede de, Osmanlı Sultanının

31 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi…, s.234.

32 Halil İnalcık, Padişah, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 9, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1966, s. 491- 495.

(32)

İslâm dininin koruyucusu olduğu ilan edilmiştir. Öyle ki 1908 ve 1909’da yapılan anayasa değişikliklerinde bu maddelere hiç ilişilmemiştir33.

I. Dünya Savaşı’nın başında bütün Müslümanların halifesi sıfatına haiz olarak Sultan Mehmet Reşât’ın ilan ettiği Cihad-ı Ekber çağrısına İslâm dünyasından hemen hemen bir cevap gelmez. Zaten İslâm dünyası, Osmanlı Devleti hariç Batı’nın emperyalist pençesi içindedir. Emperyalistlerin orduları saflarında yüz binlerce Müslüman asker muhtelif cephelerde dindaşları olan Türkler’e karşı savaşmaktan geri kalmamışlardır. İngiltere, halifeliği Osmanlı Devleti’ne karşı bir koz olarak kullanmaya başlamış; sahibi bulunduğu Müslüman tebaasına halifenin esir olduğunu, onu kurtarmaya gittiklerini söylemiştir. Daha da ileri gidilerek Mekke Emiri Şerif Hüseyin Halifelik ile kandırılmış hatta kendisi Halife olarak ilan edilmişse de, Hindistan ve Kuzey Afrika Müslümanları kendisini tanımamışlardır34.

Yeni Türkiye Devleti’nin kurucusu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi kendine bütün İslam dünyasını kapsayan bir kudreti iktisab edemezdi. Milli bir devletin bundan sonra, bu yeni hüviyeti ile milletlerarası daha doğrusu bir ümmeti ilgilendiren müesseselerle uğraşmayacağı tabii sayılmalıdır. Halifeliğin kaldırılışı, her milletin kendi yönetim biçimi yine kendisi tarafından seçilebileceği inancında olan samimi bağlılığının bir ifadesi olmuştur. Halifelik, 3 Mart 1924 tarihli ve 431 kanunla Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmıştır. Kanunun birinci maddesinde Halife hal ilan edilmiştir.

Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemic olduğundan hilafet makamı mülgadır denilmektedir35.

Baştan itibaren verdiğimiz bilgiler göz önüne alınacak olursa, Mustafa Kemal’in, bir devlet kurucusu olarak, dünyada meydana gelen yeni ve güzel oluşumları yakinen takip ettiği, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni de buna uygun olarak kurup inşa ettiği kolaylıkla anlaşılacaktır. Bu yeni siyasi yapılaşma, dünyada misli ender görülecek bir sürede gerçekleştirilmiş, madde ve mana planında yepyeni bir devletin ortaya çıkması sağlanmıştır. Türkiye, kurucusunun gösterdiği istikamette demokratik parlamenter sisteme geçmiş ve samimi uygulayıcısı olmuştur.

33 Suna Kili, A Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa…, s. 27.

34 Bilâl Şimşir, Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, Cilt: I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1981, s.

525.35 Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa…, s. 26.

(33)

22 1. 1. 7 Dini, Sosyal, Eğitim ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılâplar

1. 1. 7. 1 Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)

Tevhid-i Tedrisat Kanunu her ne kadar ilk bakışta sadece öğretim kurumlarını tek yönetim altında birleştirmeyi amaçlamış görünse de aslında esas amacı, eğitimde ruh ve anlayış birliğini sağlamaktır. Bunu, kanunun gerekçesinde açıkça görmek mümkündür:

‘‘Bir devletin irfan ve marifi umumiye siyasetinde milletin fikir ve his itibariyle vahdetini temin etmek için tevhid-i tedrisat en doğru en ilmi ve en asri ve her yerde fevait ve muhasenatı görülmüş bir umdedir.1255 Gülhane Hatt-ı Hümayunundan sonra açılan Tanzimant-ı Hayriye devrinde Saltanat-ı Münderis-i Osmaniye tevhid-i tedirisata başlamak istenmiş ise de buna muvaffak olamamış ve bilakis bu hususta bir ikilik vahdet-i terbiye ve tedris nokta-i nazarından birçok mızır neticeler tevhid etti. Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü tebiye bir memlekette iki iki türlü insan yetişir. Bu ise vahdet-i his ve fikir tesanüd gayelerini külliyen muhildir’’36.

Kanun tasarısından da anlaşıldığı üzere öğretim birliğinden anlaşılan, ruh ve düşünce birliğidir. İdari birlik ruh ve düşünce birliği için bir vasıta olarak görülüyor. Nihayet mecliste görüşülerek kabul edilen 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun hükümleri şunlardır:

Madde 1. Türkiye dâhilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye, Maarif Vekâleti’ne merbuttur.

Madde 2. Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti vehayut hususî vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devir ve rabt edilmiştir.

Madde 3. Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti bütçesinde mekâtib ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.

Madde 4. Maarif Vekâleti yüksek dinîyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darü’l- fünûn’da bir İlâhiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi içinde ayrı mektepler küşat edecektir.

Madde 5. Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve tedrisat-ı umumiye ile müştegil olup, şimdiye kadar Müdafaa-î Millîye’ye merbut olan askerî rüştî ve idadîlerle, Sıhhiye Vekâleti’ne merbut olan Darü’l-eytamlar bütçeleri ve heyet-i talimiyeleri ile

36Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları, Devre II, Cilt: 7, 3 Mart 1924, s. 25

(34)

beraber, Maarif Vekâleti’ne rapt olunmuştur. Bu mezkûr rüştî ve idadilerde bulunan heyet- i talimiyelerin cihet-i irtibatları âtiyen ait olduğu vekâletler arasında tanzim ve tahvil edilecek ve o zamana kadar orduya mensup olan muallimler orduya nispetlerini muhafaza edecektir.

Madde 6.İş bu kanun tarihi neşrinden itibaren muteberdir.

Madde 7. İş bu kanunun icrayı ahkâmına İcrâ Vekilleri Heyeti memurdur37.

Bu kanunu uygulaması için 8.3.1924 tarihinde Maarif Vekilliği’ne getirilen Vasıf Bey 11.3.19324 tarihli genelgesiyle o anda Türkiye’de bulunan 29 tane ‘‘Darülhilafe Medresesi’ni’’ İmam Hatip Okuluna çevirmiş ve 479 tane “Medaris-i İlmiye’yi” de kapatmıştır. Aynı yıl Darü’l-fünûn’a bağlı bir de İlâhiyat Fakültesi açılmıştır38.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun hükümlerine göre Maarif Vekâleti’ne devredilen medreselerin Maarif Vekili Vasıf Bey tarafından kapatılması üzerine çeşitli münakaşalar olmuştur. Bunun sebebi, bu kanunun maddeleri arasında medreselerin kapatılmasına dair açık bir hükmün bulunmamasıdır. Ancak 4. maddede İlâhiyat Fakültesi ve İmam Hatip Okullarının açılmasıyla veya din eğitimi için yeni öğretim kurumlarının açılmasının veya din eğitimi için yeni öğretim kurumlarının açılmasının hükme bağlanması, aynı amaca yönelik öğretim veren medreselerin fonksiyonsuz kaldıklarını da dolaylı olarak göstermektedir. Yeni din eğitimi veren kurumlar açıldığı için Maarif Şer’iyye, üzerinde tasarruf hakkı bulunan medreselerin kapatılması yolunu seçmiştir. Burada Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırı hareket edilmemiş, kanunun hükümleri içinde olmamakla beraber, medreselerin kapatılmasıyla aynı kanunun ruhuna uygun hareket edimleştir.

3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti kaldırılmış ve görevleri üç kuruluş arasında paylaştırılmıştır. Eğitim işleri, Maarif Vekâleti’ne; şer’iyye işleri Diyanet İşleri Reisliği’ne; evkâf işleri Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne bağlı kalmıştır.

Maarif Vekili Vasıf Bey bunların da genel eğitimi ilgilendirdiğini ileri sürerek Maarif Vekâleti’ne bağlanmasını istemiş ise de, ancak bu kursların mesleki nitelikte oldukları görüşünün ağırlık kazanması Börekçizade Rıfat Bey’in Mustafa Kemal’e yakınlığının

37 Zerrin Günal, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi…, s. 243.

38Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları, Devre II, Cilt: 7, 3 Mart 1924, s. 21-24.

Referanslar

Benzer Belgeler

Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanı bir vak’a romanı değildir. Bu roman tip romanıdır. Yazar romanın birinci bölümünde Felâtun Bey, kız- kardeşi Mihriban

In this study, we aimed to compare the allele and genotype frequen- cies of VDR genotypes and haplotypes in psoriasis patients and healthy controls, and to determine the

And according to there experiences of implementing the clinical pathway, they can (1.) reduce the admission charges, (2.) shorten the length of hospital stay, (3.) modify

Cenazesi 20 mart 1964 (bugün) Teşvikiye Camiinde cuma namazım mütaakıp cenaze namazı eda edildikten sonra Edimekapı Şehitliğindeki aile kabrine

(Bu meziıep İsa’da yalnız Allahlık hüvi­ yeti mevcud olduğunu iddia ederdi.). Hıristiyanlıktan evvel

Kazâ-ı mezbûre reâyâsı südde-i saâdetime arzıhâl ve adam gönderüp, sekbân ve menzil akçesi fukarâya salyâne olunmaya deyü, bundan akdem emr-i şerîf

ÇalıĢmaya konu olan “Gönye, Batum Sahil Köyleri Nüfus Defteri” de bölge insanının köklerine ıĢık tutabilecek, geçmiĢe yönelik ilgiyi giderebilecek;

Hacı Mikdat mahallesinde sâkin Hacı Ahmed zâde Hüseyin Efendi ibn-i Hacı Ahmed meclis-i şer‘de mahalle-i mezkûr sâkinlerinden Hacı Ahmed zâde Emin Efendi ibn-i Hüseyin