SURRE-İ HÜMÂYÛN
Dr. Halide Aslan
Surre Alayı
• Kutsal Toprakların Kutlu Kafilesi
İslamiyetin 5 şartından biri olan Hac farizası,
bizim gibi Haremeyn'den uzak diyarlarda yaşayan Müslümanlar için farklı bir anlam taşır. Hac, gücü yetenler için farz bir ibadet olduğu kadar
İslâmiyetin yayılmaya başladığı,
Peygamberimiz'in (a) yaşadığı toprakları görme, o havayı teneffüs etme imkânıdır da aynı zamanda.
Bir zamanlar katır ve develerle aylarca süren hac yolculuğu günümüzde teknoloji harikası uçaklarla birkaç saate kadar indi. Oysa geçmişte bu
yolculuğa "Gidip de dönmemek, dönüp de görmemek var" diyerek çıkan inananlar, karlı dağları, kuş uçmaz, kervan geçmez çölleri aşıp ulaşırlardı mukaddes beldeye. Tabii bu gidiş
gelişler kolay olmadığından ve herkese de kısmet olmadığından ayrı merasimlere tabiydi
kültürümüzde.
Surre Alayı
•
Kutsal bölgelere çok büyük önem veren Osmanlı Devleti, bu önemi hac ibadetinin yerine
getirilmesinde de gösterirdi.
Aylarca süren yolculuğun güvenli bir şekilde tamamlanması için tüm tedbirler alınırdı. Bununla birlikte Osmanlı döneminde hac kafilesi, Surre ile özdeş bir hal almıştı.
Osmanlı döneminde Mekke ve Medine ahalisine gönderilen
hediyeler anlamına gelen 'Surre', İstanbul'dan hac kafilesiyle
birlikte yola çıkardı.
Her sene hac mevsiminde Osmanlı devleti
tarafından Mekke ve Medine halkına
dağıtılmak üzere
gönderilen para surre denilmekte idi. "Surre", arapça bir ketime olup para kesesi anlamına gelir. Gönderilen paralar keselere konduğu için bu adı almıştır. Buna Surre-i Hümâyûn da
denilmekteydi.
Mekke ve Medine'ye ilk olarak Abbasîlerden el-Muktedir Billah zamanında 311 (923-24) yılında surre gönderilmiştir. Ondan seksen bir yıl kadar önce hac esnasında Haremeym fakirlerine dağıtılmak üzere el-Vasık Billah tarafından bir miktar para
gönderilmiş ise de bu her sene tekrarlanan bir âdet şeklinde değildi. El-Muktedir Billah tarafından her sene tekrarlanmak üzere âdet hafine gelen surre göndermek, daha sonra Hicaz bölgesini hakimiyetleri altına alan Fâtımîler tarafından da devam ettirilmiştir. Fâtımîlerin her sene gönderdikleri
surre'nin miktarı, yüz yirmi bin dinar idi. Bu miktar, Vezir Bazurî zamanında iki yüz bin dinara çıkarılmıştır ki,
Osmanlılar dönemine kadar Hicaz'a gönderilen paranın
miktarı bu rakama ulaşmamıştır, Mısır yönetimi tarafından gönderilen surrelere "mahmil" denilmekteydi. Bu mahmillerin Hicaz'a ulaştırılması işi itinalı bir şekilde yerine getirildi.
Mısır'da kurulan Kölemenler devleti de Hicaz'a surre göndermeye devam etmiştir.
• Kutlu hac alayları İslam tarihinde oldukça eski olan bu gelenek Osmanlı Devleti'nde ilk defa Çelebi Mehmet döneminde görülmeye başlandı. Çelebi Mehmed bunu iki defa tekrarlanmıştır. Yavuz Selim zamanına kadar devam eden surreler bir bağış ve ihsan niteliğindeydi. Yavuz Selim devrinde Haremeyn'e surre
gönderilmesi devletin siyasî görevlerinden biri oldu.1126 (1714) yılına
kadar surreler Mısır hazinesinden tertip edilerek gönderilmiştir. Bu tarihten sonra ise, Enderun'daki Haremeyn hazinesinden gönderilmeye başlanmıştır.
Başkentten yola çıkan ve kıymetli hediyeleri beraberinde götüren Surre Alayı, aylar öncesinden büyük özenle hazırlanır ve törenlerle yola çıkardı.
• İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olduktan sonra Surreler, "surre emini"
denilen bir zatın başkanlığı altında her sene Surre Alayı ve beraberindeki hacı adaylarının recep ayının 12. günü yola çıkmaları adet olmuştu. Eğer bu ayın 12. günü cuma gününe rast gelirse çıkarılan bir tezkereyle alayın cumadan bir gün önce ya da bir gün sonra yola çıkması sağlanırdı. XlX. yüz yıldan sonra da Şaban ayı
içerisinde yola çıkarılırdı. Surrelerin İstanbul'dan yola çıkarılışı, düzenlenen bir merasimden sonra olurdu ki buna "surre alayı" denilmekteydi. Surreler ile gönderilen paraların dağıtılacağı yerler defterler ile tesbit edilir ve
dağıtım bu çerçevede yapılırdı.
•
İstanbul'da hazırlanarak Surre Alayı ile birlikte gönderilmeye başlandı.
İstanbul'da hazırlanarak Surre Alayı ile birlikte gönderilmeye başlandı.
Surrelerle birlikte her yıl Beytullah'a yeni bir örtü gönderilir ve eskisi
İstanbul'a getirilirdi. Kutsal bir eşya olarak kabul edilen bu örtü devlet ileri gelenleri arasında bölüştürülürdü. Daha önceleri her sene Mısır'da dokunan Kâbe örtüsü de, 1798'de Mısır'ın Napolyon Bonapart tarafından işgal edilmesinin ardından, İstanbul'da hazırlanarak Surre Alayı ile birlikte gönderilmeye başlandı.
Örtü büyük ustaların elinde Sultanahmet Camii'nin şadırvan avlusunda işlenirdi.
Kâbe'nin yeni örtüsü ile Mekke ve Medine'ye gidecek hediyeleri taşıyan Surre devesi çok gösterişli bir şekilde süslenirdi. Surre devesini yine süslü katırlar takip ederdi. Bu deve ve katırlarda Haremeyn halkının, Arap kabilelerinin adlarına kayıtlı ve meşin torbalara
koyulmuş tahsisatlar, Mekke şerifine ve diğer vazifelilere gidecek hediyeler ile Kâbe ve Ravza—i Mutahhare'ye yollanan elyazması Kur'an—ı Kerimler, tespihler, altından, gümüşten, değerli taşlarla süslü şamdanlar, buhurdanlar, askılar, kandiller, halılar vs.
değer biçilmez hediyeler olurdu. Padişah ve sultanların yanısıra halktan da dileyenler kudretleri miktarınca Haremeyn fukarasına para ve hediyeler gönderirlerdi. Hediyeleri alanlar gönderenler için mukaddes makamlarda yıl boyunca dua eder, ayrıca aynı meşin torbalara kına, sürme, gümüş yüzük, hurma gibi ufak tefek hediyelerle mukabelede
bulunurlardı. Böylece Surre, o devrin güç şartlarında hacca gitme imkânı bulamayanlar ile Mekke—Medine arasında bir nevi irtibatı temin ederdi.
Kabe Örtüsü
•
Surrenin ihracı münasebetiyle sarayda bir merasim icra olunur, Surre—i Hümayun devrin en itibarlı ve dindar isimleri arasından seçilen Surre Eminine teslim edilirdi.
Topkapı Sarayı önünden yola çıkan Alay, 'çekdiri' adı verilen savaş
gemileriyle Sirkeci'den Üsküdar'a geçirilirdi. Deniz aşılıp Üsküdar
toprağına geçilince Harem—i Şerife bitişik olan topraklara ilk adım
atılmış olurdu ki Üsküdar
sahilindeki iskelenin adı da bu yüzden Harem iskelesi idi. Hicaz Demiryolu hizmete girdikten sonra Surre Alayı, Sirkeci'den
Haydarpaşa'ya geçmeye başladı.
•
Alayın İstanbul sokaklarından geçişi sırasında başta resmi
elbiselerini giymiş 12 atlı çavuş ve 12 zaim bulunurdu. Bunları yaya olarak yürüyen 60 baltacı, iki müjdecibaşı, 8 kapıcıbaşı,
Surre emini, kethudası, etrafı 30 kadar baltacı ile sarılmış Surre devesi, yedek deve ile para ve hediyeleri taşıyan 8 katır takip ederdi. Bu ağırbaşlı kafileyi de akkâm denilen ve Araplardan oluşan 50—60 kişilik bir kafile takip ederdi. Akkâmlar ufacık davullarını, dümbeleklerini çalarlar, kılıç kalkan oyunları
oynarlar, kafileyi neşelendirirlerdi.
Bütün İstanbul halkı da bu
muazzam kafilenin seyrine
çıkardı.
•
Hacılar Şam'da buluşurdu
Yanlarındaki kıymetli hediyelerle yola çıkan hacı adayları birkaç değişik güzergah takip ederdi. Osmanlı Devleti'nde Sağ, Sol ve Orta Yol olmak üzere 3 ana güzergahtan
yollanmaya başlandı. Surre Alayı'nın güzergahı aynı
zamanda hac kafilesinin güzergahıydı. Hacılar yola çıkmadan önce tüm devlet erkanının da hazır bulunduğu bir merasim yapılması birgelenek olmuştu.
Alayın izlediği sağ kol, Üsküdar-Eskişehir-Akşehir-Konya-
Adana-Antakya-Haleb-Şam üzerinden, orta kol, Üsküdar-
Gebze-İznik-Sapanca-Geyve-Hendek-Ayaş-Düzce-Bolu-
Hacıhamza-Merzifon-Amasya-Turhal-Tokat-Sivas-Malatya-
Diyarbakır-Şam üzerinden, sol kol ise, Üsküdar-Merzifon'a
kadar orta yolu takip Karahisar-Bayburt-Tercan-Erzurum ve
Kars üzerinden kutsal topraklara ulaşırdı.
•
Recep ayının 12. günü İstanbul'dan yola çıkan ve değişik yol güzergahlarını izleyen hacı kafileleri yolda kendilerine eklenen hacı adaylarıyla birlikte genelde ramazan ayının 20'sinden
itibaren Şam'da toplanmaya başlardı. Değişik yerlerden gelen hacı adayları burada toplanır ve ramazan bayramı bu şehirde geçirilirdi.
Surre Alayı, bayramın hemen akabinde büyük bir törenle buradan yola çıkardı. Hacıların toplanma yerde bulunması sebebiyle, Şam Paşası, Osmanlı döneminde her zaman
ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştu. Şam Paşası ya da o civarın kudretli beylerinden biri İstanbul tarafından Hac Emiri tayin
edilir, o yıl hac ile alâkalı bütün işler bu Hac Emirinin riyasetinde gerçekleşirdi. Hac Emirinin en mühim vazifelerinden biri çölleri aşmak zorunda olan hacıların güvenliği idi. Bu yüzden hac
yolculuğu toplu bir halde gerçekleştirilirdi.
•
1864 yılına kadar kara yolundan katır, at ve develerle
yola çıkan Alay, bu tarihten 1908 yılında Hicaz Demiryolu hizmete girene kadar vapurla gönderildi. Yolun kısalması nedeniyle şaban ayının 15.'inde İstanbul'dan kalkan
vapur Beyrut'a giderdi. Hacı adayları buradan gene Şam'a geçerek bir araya gelirdi.
•
Osmanlı yönetimi, askeri hareketlerin sınırları içerisinde hiç eksik olmaması nedeniyle Surre'nin geçtiği Hac
yollarının güvenliğine büyük önem veriyordu. Bu nedenle yolların güvenliği için Surre Alayı'nın geçtiği güzergahta kale silsileleri bulunurdu. Bu kalelerin büyük kısmı Mısır Memlüklüleri döneminde yapılmıştı.
Yapılan bu kaleler vasıtasıyla, yüklü miktarda hediye taşıyan hacı kafilelerinin güvenliği sağlanmış oluyordu.
Yola çıkan Surre Alayı, sınırlarına girdiği sancağın beyi
tarafından karşılanır ve diğer sancak beyine senetle
devredilirdi.
• Osmanlı döneminde, İstanbul dışında iki yerden daha Hac Kafilesi yola çıkmaktaydı. Kuzey Afrika Müslümanlarının katıldığı kafile 'Mısır Kafilesi' adını taşırdı. Bu kafile de Kahire'den yola çıkardı.
Irak, İran ve Asyalı Müslümanları hacca taşıyan kafile Bağdat'tan yola çıkardı ve adına 'Irak Kafilesi' denilirdi.
İstanbul'dan yola çıkan hacılar 54 yerde konaklardı Şam'da
toplanan kafileler, burada 'ağır kervanlar' ve 'hafif kervanlar' olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Hediyeleri taşıyan Surre Alayı, 'ağır
kervanlar' arasında yer alırdı. Ağır kervanlar kışın gündüz yol alıp geceleri dinlenirdi. Yaz mevsiminde ise öğleden sonra saat 5'te yola çıkılır, sabah güneş doğduktan iki saat sonra mola verilirdi.
Şimdi uçakla birkaç saatte alınan yollar o zamanlar oldukça uzun sürerdi. Örneğin katır ve deveyle yol alan hacı adayları o zamanlar, Şam—Medine arasını 247 saatte, Medine—Mekke arasını 106
saatte alıyorlardı. Gün olarak ise Şam—Mekke arası 61 gün sürüyordu. Şimdiye göre oldukça meşakkatli olan bu yolculuk sırasında hacı adayları toplam 54 yerde konaklıyordu.
•
Kafilenin hızı, taşımada kullanılan havyanın cinsiyle de doğrudan ilgiliydi.Hız sıralamasında önce at, sonra katır, en son ise develer geliyordu.Ancak yavaş da olsalar her biri 3—5 beygirin yükünü taşıyabildiği için develer daha çok tercih ediliyordu. Nakliye ücreti de yolculuğun mevsimine ve eşyaya göre değişiyordu.
Ücret her batman (8 kilo) için günde 90 para ile 3 kuruş arasında iner çıkardı. Çöl bedevileri Surre Alayı'na saldırırdı. Surre Alayı'nın güvenliği konusunda ne kadar özen gösterilirse gösterilsin,
beraberinde kıymetli hediyeler taşıyan bu hacı kafileleri zaman zaman çöl bedevilerinin saldırısına uğrardı. 'Urban' adı verilen eşkıyalar, ellerindeki silahlarla kafilelere saldırır, hacıları öldürür ve hatta bunu kendilerine maişet kaynağı olarak görürdü. Bu soygun olaylarından biri Osmanlı'nın karışık olduğu IV. Mustafa döneminde meydana geldi. Surre Alayı'nın baskına uğradığını duyan dönemin padişahı Sultan Mustafa, üzüntüsünden bir destan kaleme aldı;
"Niyet ettik Beytullah'a gitmeğe/ Hacerü'l Esved'e yüzler sürmeğe/
Arafat'ta hem vakfeye durmağa/ Takdir her tedbiri bozar dediler.“
• İstanbul'dan çıkıp Şam'da diğer hacılarla bir araya gelen hacı adaylarını ve beraberindeki hediyeleri, kutsal topraklara ulaştırmakla vazifelendirilen Surre Emini, eğer sağ salim Mekke'ye varırsa yanında getirdiği "Name—i Hümayun'u" merasimle Mekke Emiri'ne
takdim ederdi. Mekke Emiri de nameyi öpüp başına koyar ve şehre 4 saat mesafedeki Mina mevkiinde padişahın mektubunu halka alenen okuturdu. Bunun ardından
İstanbul'dan çıkan hediyeler, Mekke Emiri, Surre Emini, Mekke Kadısı, Şeyhü'l Harem nezaretinde sahiplerine dağıtılırdı. Vefat ya da başka nelenlerden dolayı teslim
edilemeyen hediyeler tekrar Surre Emini'ne teslim edilerek İstanbul'a geri gönderilirdi.
Hac kafilesi mevlid kandilinde yani
rabiulevvel ayının 12'sinde İstanbul'a geri dönmüş olurdu. Sultanahmed Camii'nde
gerçekleşen mevlid merasiminde padişah ve devlet ileri gelenlerine Mekke'den
gönderilen hurma ikram edilir, haccın sağ salim gerçekleştiğini dair gönderilen berat okunurdu. Hacı evlerinde ise hacı tehniyeleri haftalar hatta aylar boyu devam ederdi.
•
Hac yolu zaman zaman kapanırdı. Zaman zaman çöl bedevileri nedeniyle tehlike altına giren hac
yolunun,Vehhabiler yüzünden kapandığı dahi oldu.
Nitekim Vehhabi korkusundan1804 yılında hacılar yola çıkamazken, Hac Emiri İbrahim Paşa bile hayatını
Vehhabilere haraç vererek kurtardı. Gene 1807 yılında yola çıkan hac kafilesi Vehhabiler tarafından tehdit
edilince kafile, Maraş Müftüsü Mahmud Efendi'nin haccın sakıt olduğu fetvasına uyarak geri döndü. Bu tarihte
Surre de kabul edilmedi. İleriki dönemlerde bu mesele
siyasi boyut kazandı.
Aralarda kesintiye uğrasa da Hac kafilesiyle Surre gönderilmesi
geleneği 1915 yılına kadar devam ettirildi. Hatta Osmanlı Devleti, Mekke Emiri'nin isyan etmesine karşın 1916 yılında güç şartlar altında Medine'ye hediyeler
gönderdi. Bunu takip eden 1917
—18 yıllarında ancak Şam'a kadar ulaşabilen hediyeler, 1919'dan sonra yollanamaz
olmuştu. Bununla beraber 1919—
20 yıllarında Sultan Vahdeddin tarafından Haremeyn fukarasına sadaka dağıtıldı. Padişahlık
sıfatını taşımamakla birlikte
Osmanlı hanedanından gelen ve son halife olan Abdülmecid
Efendi,1923—24 yıllarında bu geleneğe resmen son verdi.
Surre-i Hümâyûn’un Târihî Önemi ve İslâm Toplumunu Kaynaştırmadaki
•