• Sonuç bulunamadı

IX. TÜRI( TARİH!(ONGRESi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "IX. TÜRI( TARİH!(ONGRESi"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU .TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI

IX. DİZİ-Sa. 9a

IX. TÜRI( TARİH !(ONGRESi

ANKARA : 21 - 25 Eylül 1981

KONGREYE SUNULAN BİLDİRİLER

II. Cilt

TÜR K TAR İ H K UR U M U 'B AS I M E V İ --AN K-1\. RA

. ..

ı

9 8 8

(2)

FARABI VE SiYASET

MÜBAHAT TÜRKER- KÜYEL

FŞ.rabi'nin doğumunun yıldönümü münasebetiyle, 1-3 Şubat,

1975 tarihinde, Tabİan (İran)'daki Farabi'yi milletlerm:ası anma top- lantısında, Harvard (USA)'dan sayın Muhsin Mahdi bir bildiri sunmuş, konuya ilginç bir yaklaşımla, özgün ve değerli bir katkıda bulunmuş­

tur 1• Bu bilimsel bildiriden anlaşıldığına göre, Farabi, çağdaşı filozof- l~dan ne Kindi'de, ne de Razi'de göremediğimiz bir işi daha başarmış­

tır. Bu iş, İslam aleminde Siyaset Bilimi (Political Science)ni kurmuş olmaktır. Muhsin Mahdi~ye göre, Farahi'nin bütün eserlerinin evren üzerine açıklamalarla başlayıp, asıl, topluma ve insana ilişkin konulara geçmekten ibaret olan, o hiçbir yerde görülüp işitilmedik, çağdaşların­

dan hiçbir kimsede alışılmadık, ne İslamda, ne İslam öncesi hiçbir eser- de, bir örneğine daha rastlanmadık iç düzenlemesi, ancak, onun :bu yeni bilim dalını yaratmış ohnası gibi bir gerekçeyle açıklanabilir.

"Farabi'nin Siyaset Teorisi", işte, onun kendisinin kurmuş olduğu

bu Siyas~t Bilimi'ne dayanır, onun "Siyaset Teorisi" de, bilindiği üzere,

"On Akıl Dokuz Felek" görüşüne dayanır. · Farahi incelemeleri arasmda değerli ve Lalande, ·Massignon, V an den Bergh yönetimi, gözetimi ve denetimi altında yapılmış doktora tezi 2,

artık, klasik düzeye erişmiş bulunan 3 Arap Akademis( Başkaılı sayın İbrahim Bey Madkour, "Farabi'nin Siyaset Teorisi"ni dayandırmış ol-

duğu "On Akıl Dokuz Felek Teorisi"nin kökünün Sabii, Ahura Mazda'cı, Karmeti-Şii-İsmaili, Mani'ci bazı paralellere rağmen, aslında, doğru­

dan doğruya Platon'un Timaios'unda, .Axistoteles'in ise Ethiquc

a

Nichomaque'lll:da ve Plotinos'un Usulucya'smda bulunduğun1,1 söylemek- tedir 4 Madkour'un açıkça göstermiş olduğu bu kaynaklara rağmen,

1 Alfarabi And The F:oundaıion Of Islamic Philosophy, 36-72, Essays On Farıibi, Ed. İraj M~ar, Univ. Tahran, Tahran 1976 (1975).

2 La Place d'al·Farıibi Dans l'Ecole Plıilosophique ıvlu~ulmane, Maisonneuve Pa-

ris 1934. ·

3 Anawati, La Notian d'al-Vucud Dans le Kiııib al-Hudud d'al-Farôbi, s. 505,

Acıas Del V Conğreso Inıernacional de Filosofia Mediaval, Editora Nacional, Mııdrid

1979 (1972).

& La Place, s. 105, 98-121.

(3)

606

Farabi'nin "On Akıl Dokuz Felek Teorisi"nde, Stoali etkiler aramak isteyenler de bulunmaktadır s.

Bütün bunlarla birl.il.-te, Farabi'nin "On Akıl Dokuz Felek Teorisi"

nin köklerinin, Farahi'nin aralarmdan çıkıp gelmiş olduğu, ilkin, kendi ailesi, kendi toplumu ve kendi küİtür çevresi içerisinde bulunabileceği ihtimali üzerinde de düşünülür de; araştu:malar, bir kez de, bu yönde yürütülüp sürdürülürse, konuya tartışmaya değer bir yaklaşımla yak- laşılmış olur. Özellikle, Farabi'de Siyaset Bilimi'nin, Siyaset Teorisi için, "On Akıl Dok~. Felek Teorisi"nin Siyaset 'Teorisi içiİı, Akl-a Faal' m·(Hep Etkin Akıl).ise, "On Akıl Dokuz Felek Teorisi" için öngörühıi.üş olduğu sezilir de, bu Akl-ı Faal'in niçin Güneşin veya :Oaşka bir göksel cismin değil de, Ay'm aklı olduğu sorusu sorulursa, konuya, yukarida sözü edilen açıdan yaklaşmanm gereği daha da iyi ~aşılmış olur. Çün- kü, İbrahim Bey Madkour, Farabi'nin Nüb~vvet ·Teori~i'ni dayaıitiıı:­

mış olduğu Akl-ı Faal'in niçin Ay'm aklı ol<luğu sorusu üzerinde durma- mı.Ştır.''Nitekim, Aristoteles de, Akl-ı Faal'in kökünü, bu akim çıkıp geldiği yeri, öylece, açıkta bırakmış, DeAnima (Ruha Dair) a·dlı eserinde, Akl-ı Fafil haklonda, yalnızca, "dışarıdan gelir" sözle~iyle ye~Ş.-

tir6. 1

Madkour, bu "dışarıdan gelir" sözüne biı· "inetaphore" gözüyl~

bakmaktadır 7• Akl-ı Faal'in ne olduğu, nereden geldiği üzerinde·~­

totelesçiler de çok tartışıp durmuşlardır. Afrodisyas'lı Alexandros gwi, onu Tanrı'nın aklı sayanlar da bulunmuştur, ama, Farabi on~ .Ay'm

aklı olarak kabul etıniş, onu Ay'a yerleştirıniştir. Farabi'ye göre, "On

Akıl" içerisinde Akl-ı Faal şu gö1..-ıeki Ay'm aklı olup, bu akıl, evreni, toplumu ve. insanı iletişime getirerek, Gerçek, Doğru, !yi ve Güzel bir uyu.mla birleştirip bütünleştirir, her bir insanı muta er~ir. İde~de,

"Tek dünya tek devlet", "Tek ırk tek devlet", "Tek aile tek devlet.",

"Tek mezhep tek devl~t", "Tek din tek devlet" .... · ... gibi dene~

ö~eriler karşısında yer alır, idealde, "Tek akıl tek devlet" evrensel ö~e­

risinin temelini oluşturur. Bu, insanın doğayı aşıp, Tanrı katma ulaş­

Iriada, kendi yeteneklerine dayanarak, bilim, bilgelik sevgisi ve sanaıla

SC!nsuzlaşması, kut bulması, gerçek mutluluğa ermesi<lir. Bilge~ sevgi- sinin gereği, "Küçük Geıni"yi değil, "Büyük Geıni"yi kurtarmak, top-

ş Osman .Amin, Ştoic Ethics In Classical Arabic Culıure, s. 89-94, Actas •. a Traite de l'Ame, Trad. de Tricot.

7 La Place, s. 188.

(4)

F..tn.A.ııi ~ SITASET 607

lumun gönençli yoluyla, şu insam "kuttatmak"tu. Farabi'nin mutlu- luk konusunda Tenbih (Uyarı)i ve mutluluğu Talısil (Elde etme)i an-

layışı, .onun erdemli toplum ·(Medine-i Fazıla) görüşüyle, erdemli top-

lUm. görüşü ise, içinden çıkıp gelmiş olduğu ailesinin ve Türk toplumu- nun· temel göruşleriyle bağlantılı ve bağdaşık bulunmaktadİr. Nitekim,

"Tek akıl tek devlet'! önerisinin izinden giden Ulu Has Hacili Yüsuf da, Kutatgu Bilig'inde (~ut veren Bilgi) Güneşin evrende her şey ve herkes için eşit parladığını, Kut'un· her şeye ve her kese eşit yiı.raştığını, ama,

akıllıya, bilgiliye, bilgeye daha çok yaraştığını, kutlunun kutunu kutsuz ile payiaşması gerektiğini·vurgulaniıştır. Ona göre· de bütün insanlık

·için umunç ve. sevinç budur : ·

· "Togar kün arıg ya. arıgsıi iimez

"i$:-aiD:uğJ.ca ya.ruJp.uJ.c birli! eksümez, 831

"Biligsizke devlet yaraş ya kelip

"Biligligke aittık yarasur . bilip, 1709 ..

"K.~mugka yaraşır bu kut ursa yüz . "Ukuşlugka artuk yaraşux ked uz, 1707

· "Ne. edgü yaraşır ukuşlugka kut

"Ne edgü kılınç~g hiligligke büt, 1778

" ... . ... .. .. .. ..

. "Yulu teg küyirsen bu kün ay ilig

"Yarukluk adenka turUI ay silig, 5166

."Umunçım sim ök manga ay umunç

"U.J!iunç kesmegey İnen sanga ay umunç. (6515)."

· "·- İşte ·biz, Ulu Önder Atatürk'ün doğumunun yüzüncü. yılına arİna·

ğan edilen· ıx: Türk Tarih Kongresi'ne sunmuş olduğumuz ."Farabi ve ·Siyaset" ·adlı bu bildirimizde, kültür ideolojileri veya tarih felsefe·

leri modellerinden uzakta. olarak, "Biz, daima, hakikati arayan ve onu buldukça ve onu :bulduğumuza:kani oldukça, ifadeye cüret eden adamlar olınalıyız" dUşüneesi doğrultusunda, bu andacm yerine varacağma olan

· inanÇla, hirincileyin, acaba, Farabi İslam aleminde niçin Siyaset Bili-

.'ıiıi'nin kuruclısu olınuştux? İkincileyin, acaba; Akl-ı Faal hangi sebep-

·ıerıe··Ay'm aklı sayılınıştır? sorularının karşılıklarını araştırma işlemin­

.

:de, '·'diffüeyonist" ve· "paralelci" açıklama modellerini . unutmadan, muhtemel varsayımları deneyeceğiz,~ bir. tartışma açmaya çalışacağız.

(5)

608 lUtİDARAT TÜRKER-ıtÜYEL

Bilimsel araştırmalarda, eğer, mutlu tesadüfler olmazsa, boşluk­

ları doldurmanın bilgi teorisi açısından değeri, elhette, "apodiktik"

değil, "hipotetik"tir. Bu noktayı gözden ırak tutmaksızın, o halde, tartı-\

şacağımız savları şöyle dizebiliriz : Birincileyin, Farab1, İslam aleminde Siyaset Bilimi'nin kurucusu olmuştur. Çünkü l. Ailesinde Tarkan bu-

lunmaktadır. Kendisi "Uzluk Oğlu"dur, felsefe formasyonludur. Eğer,

"Uzluk Oğlu", lakap değil de, künye ise, babası uz bir kişi, bir bilge

olmalıdır. 2. Farabi'nin geldiği toplum İslam öncesinden Atacı, Tengı·ici,

Tao'cu, Buddha'cı, çok tanrıcı, Zaratustra'cı, Mani'ci, Musa'cı, İsa'cı gibi din, İslamda ise, ya Hanefi, Şafii, Hanbell, Malikl gibi Ehl-i Sün- netten, ya İmam1 gibi Ehl-i Sünnetten ayrılan fıkhl, yine, Ehl-i Sün- netten ayrılan Şia ve kolları gibi siyasi, yine, Ehl-i Sünnetten ayrılan

Murcia, Şia, Harici ve Mutezile gibi kelam1 "mezhep "ler gibi inanç ve Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı gibi Türklerin kendi aralarındaki

veya Çin, Hind, İran, Bizans, Arap gibi öteki milletlerle olan ilişkileri gibi siyaset başta olmak üzere, İslam ethos'una parçalanmış görünü- münü veren Emevi, Abbasi, İdrisi, Aglebi, Tolunlu, Fatın:ıl, Akşitli, Tanırl, Saffari, Dülefl, Rudeyni, Samanlı, Karahanlı, Ziyari gibi aile, Hilafet merkezinde Bermekler, Nevbantlar, Sul'ler ve onlardan sonra Buveyhler gibi idareci kişi veya "Katibler" ve "Şuubiye Hareketi"

gibi olaylara tanık olmuş, V. -X. (XIII.) yüzyıllarda siyasal ve kültürel

etkinliğinin çok büyük ve sürekli olduğu, belgeler yönünden çok kesin bulunan, Orta Asya tarihine ve dolayısıyla dünya tarihine yön vermiş

olan bir toplumdur.

Farabi'ye göre, tıpkı, doğanın çeşitli görünümlerini ve hiç durma- yan değişimlerini belirleyen kategotiler bulunup bulunmadığını araş­

tıran doğa biliminde olduğu gibi, toplumsal gerçekliğin de çeşitli görü- . nüınlerini ve hiç durmayan değişiınlerini belirleyen kategoriler bulunup

bulunmadığını sormak, Siyaset Bilimi'ni kurmak demektir.

İkincileyin, Farabi'de Akl-ı Faal, Ay'm aklı sayılmıştır. Çünkü, l. Farabi, ana dili yoluyla, ana dilinin taşımakta olduğu aıılaınlan al-

mış, yani, kendisinin olan bir kültür dip katmanı mirasına konmuştur.

O kültür dip katmanı ise, Atalara, Tengri'ye inanan ve Sümerlilerdeki gibi Ay'a önem veren bir kültürden ibarettir. 2. Akl-ı Faal'ın yeri ola- . rak Ay, değişmeyen Ay-üstü evreniyle, değişen Ay-altı evreninin tam

sınırında bulunan ve bu iki evreni bağdaştırabilen, büyüyüp küçüle- rek ve dolanarak değişmeleri gösterebilen, ama, .yine de kendi kendisi olarak kalan en uygun göksel cisimdir.

XXX

(6)

FARABi VE SİYASET 609

1°. 1. Kaynaklarm tanıklığına göre, Farabi, MS 870'de Faralı'da

doğmuştur. Künyesindeki Tarkan, eğer, özel isim değilse, çok yüksek dereceden bir devlet görevlisi mevkiindekine verilen bir "!ffiVandır. Fa- rabi'niiı değil çevresinin, bütün Orta Çağlar'ın en yüksek düzeyden

"Harmoni" ve müzik kültürüne .sahip olması, gerek aklı, gerekse nakli ilimleri çok iyi tanıması, ilkin, aile çevresinde, dolayısıyla, Türk elle- rinde vuku bulmuştur. Onun, Orta Doğuda gezgincilik etmesi, Bağdad,

Halep, Harran ve Şam gibi çağın kültür ve .uygarlık ortamlarmda do-

laşması, oralarda yaş~ması, onun olgunluğu. ve yaşlılığı sırasmdadır.

Atina'dan kovulan Felsefenin Hellenistik Devirde en son 'İskenderiye' den Antakya'ya ulaşmış, Antakya'dan ise başka şehirlerden gelmiş olan- lara değil de çoğunlukla Mervlilere geçmiş olması, Türk top~umunun

felsefe ile çabucak kaynaşıverecek zilıniyette olmasından, Türk top- lumunun bilgelik ile iç içe yaşamakta bulunmasmdandır. İşte bu bakım­

dan, ünlü Cahiz'in Surname'den naklen söylemiş olduğu "Eğer, Türk- lerin memleketlerinde Peygamberler ve filozoflar yaşayıp da bunlarin fikirleri kalplerinden geçse, kulaklarına çarpsa i<Ii, sana, Basraiıların

edebiyatmı, Yunanlılarm felsefesini, Çinlilerin' sanatını unutturıirlar­

dı" 8 sözleri boş yere söyleiı.miş sayılmamalıdır. Farabi'nin mantıkta,

Muallim-i Sani olması bile, aslında, Türk toplumunda hüküm. süren zih- niyetin bir ürünü olmalıdır. Çünkü, Araplar Türk ellerini istilaya geldik- lerinde, kumandan Cüneyd'in Hakan ile yapmış olduğu ·felsefi ve top- lumbilimsel içerikli konuşma 9, hem, Türk-İslam düşüncesinde belgelere

dayalı bildiğimiz, hükümdarlık düzeyinde cereyan ·etmiş olan ilk fel-

sefe-~ tartışmasıdır -Bu geleneği Selçuklular ve Osmanlılar da (Fatih, KanUni) sürdürecektir-,. hem de, Cüneyd'in Hakan'a söylemiş olduğu

"siz toplum işlerinizi akıl ile biz ise nakil ile yürütüyoruz" anlamındaki

sözleri ıo Türk toplumunu ve siyasal yönetimini yabancı bir gözün

değerlendirmesidir. Hatta, bu sözün tanık olduğu toplum, '.I'anrı'nm Birliği ve Adalet'i üzerindeki çok ısrarlı tutumlarıyla ve adaleti

kılıçla gerçekleştirmek görüşleriy~e ün salmış Mu'tezile 'kurucularmm ve büyüklerinin niç~ "nakiin'" değil de "aklın" hüküm sürmekte olduğu Türk elleıinden, Ma Vera ün-Nehr'den, Merv'den, Merverruz'dan çıkmış

s Ciibiz, Hilô.feı Ordusunun lWenkıbeleri ue Türklerin .fazil.etleri, Çev. Şe§en: An- kara 1967.

9 Hilô.feı, s. 89.

10 Ay. yer.

F. 39

(7)

610 MÜBA.HAT TÖRKER-KÜYEL

o1duklarını açıklayabilecek zihniyette bir toplumdur. Çünkü, bu ellerde,

"Bir Tengri" ile temellendirilen bilgelik, alplikten önce geldiği gibi, alpler de "İl öğüncüne, yağıka, lonıadın, teğipen adırılırlar" ve "bengi

taşga urulurlar", yani, "ülke yararına canlarını verip, sonsuzlaşırlar",

bilgelikten pay alırlar. (Malov, yenisey. 54. "Bars"m yazıtı. Krş. Esin, Türk Kültür Tarihi, 1978 İst.)

Türk dil bilimcilerine göre, ·Türkçe olmayan ve Türkçeyle ödünç-

leşen komşu dillerde açıklanıası yapılamayan kimi sözcükler, şimdi bilemediğim.iz, ölü dillerden arta kalmış kalınıuar olabilir n. Türkçe

sanılan kimi sözcükler ise "Komşu" sayılan dillerden almm.ış olabilir 12•

İşte Tarkan da böyle bir kelimedir. Burada, Türk dil bilim.cilerinin,

Batılı dil bilim.cilerinin, Türkleri "barbar" apriori formu içerisinde algı­

l~mak alışkanlıklarmm temelinde bulunan bir takım. kültür ideoloji- leri aksiyomlarmdan bile bile, ya da bilmeden kalkarak, içine düşmüş olduldarı ·bilim. dışı davranışları hakkında yapmış oldukları uyarıları

gözönünde bulundurarak, biz, yalnızca, Tarkan kelimesinin menşei

üzerinde çok tartışılinış olduğunu belhtmekle yetineceğiz.

Tarkan, Hiung-Nu'larm en üst kademedeki idarecileri olan Shen- Yu'nun bir unvam olmalıdır 13, veya Çince Darxon'dan gelmelidir.

Tarkan kelimesinin Türklerde, artık, en yiiksek unvan olmaktan çıkıp,

hatta, Tarkan olanm "Tekin" ve "Şad" kadar bile olsun, hükümdar ailesine mensup olmadığı da iddia eililm.iştir.

Bu iddiaya göre, Tarkan, yalnız, yüksek bir urıvandır. Bu urıvam taşıyan kişinin yönetim.de bir takım. sorumlulukları buluiım.aktadır.

Bu anlamda, Tarkan kelimesinin izini XI. yüzyıldan sonra kaybetmiş olduğumuz anlaşılmaktadır. Tarkan olan, askeri bir harekatta, elde edii-

iniş olan her tür ganimetten kendi hissesine düşen paylarm hiçbirin- den devlete vergi vermez, özel bir izne hacet kalmaksızın, "Has Hacib"i de atlayarak, hükümdarlık otağına girer çıkar, hükiimdara yaklaşa­

bilir, HüküQıdarı bekler, gözetir, müdahaleye davet edüm.eden, hüküm-

cları iç ve dış düşmanlarakarşı korur, savurıur. Demek ki, Tarkan ada- leti temsil edeni ve gerçekleştireni "uz"ca bekleyen "gım.adan" savurıan

bilge bir alp oluyor.

11 S. Tezcan, En Eski Türk Dili ve Ya:ını, 271-325, Bilim Kültür ve Öğretim 1)ifi Olarak Türkçe, Ankara 1978, TTK.

12 Ay. yer. s. 272.

13 Doerfer, Türkische und mongolische Elemenıe im Neupersischen, II, s. 473, 541. Krş. Tezcan, En Eski ... Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, ll, 2. Bsm., 1974.

(8)

F..iR.lııi VE SİYASET 611

Dil bilimciler ve sanat tarihçileri bir takım Tarkanlar saymakta·

dırlar : Tamah Taı·kan, Baga Tarkan, Boyla Tarkan, Tekeş Altun Tam·

gan Taı:kan, Tun Tarkan, Kutlu Boğa Tarkan, Kenç Tm-muş Tarkan,

Sarıg Baş Tarkan, Temir Firek Tekin, El Asmış Tekin, Bilge Tonyu- kule . . . . Bunlar, Hakanın doğrudan doğruya emir verdiği kişilerdir,

"Buyruklar"dır. Clauson, "Tarkan"ı Hakandan sonra, Şad va Şadapıt'

larm arkasından zikre9,er -Daha arkadan Begler gelir-, Tarkanı Şadapıt

Beglerin başmda gösterir. "Beg", "el tüzen"dir, "Bodun tüzen"dir, yani, "el"i ve "bod"u yasaya göre düzenleyeiı.dir. MS 58l'de, diktiril-

miş olan Soğutça Buğut yazıtında, toplumdaki sıralı düzen Kagan, Ka- gan'm erkek kan akrabaları, Şadapıtlar, Tarkanlar, Kırkapumlar (belki de Beg'ler), Sengünler, Tudunlar, savaşçılar ve halk olarak verilmek- tedir. Tarkan kelimesinin Soğutça olan bu yazıtta, bir kaç k~z geçtiği

görülmektedir 14Sanat tarilı,çileri, Tekeş Altun Tamgan Tarkan'ın me~

zar taşı ya da Bilge Kagan'm lahdi sayılan eserde, eseri yapan Tür;k

sanatçıların imzalarmdan başka, dağ keçisi piktogı;amının da görüldü-

ğünü söylemektedirler ıs. Bu piktogramı ancak hükümdar ailesinin

lful-

landığı doğru ise; Tarkan'ın hükümdar ailesinden olabil~ceği de hatıra

gelmektedir . .Esasen, sanat tarihçil~~i, Fergana'da, "Türk Tarkanları Devri"nden bile bahsetmekteı:lirler 16 Her~t'ın Türgiş soylu Türk. hA:

k~mdarı Tarkan _Nizek (Tirek ?) tir; Toharistan Y ahgusu kendi "tabi"i

Tark~n Nizek tarafından hapsedilmiş, Araplarm eline düşı:n,üştü:ı;-. Belki de, Belh hükümdarının oğlu olan, ''veli hükümdar'.' tipi .İbr~ b. Et- hem, bu Tarkan'ın torunudm-17• MS 709'larda, Müslüman olan Am~

Deryalılardan, Soğut ve Pencikent Beg'ı, Çıkan Çor Bilge'nin rütbesi

"Tarkan."dır. MS 739'da Fergana hükümdarı Aslan T~kancıll: ıs·. -MS 766'larda Karluklarm Y abgusu olaİı. Çiğil Aslan da "Fe~gana. Tarkan- ları'~ndan l;>irisidir. Tarkan el-CemmaJ., Ebu Müslim. Horasani'nin :sadık adamlarmdan biriydi. Hadis ve magazi yazarı _Süleyman b. T~rkaİı.:

u Tezcan-Çağatay, Kök Türk Tarihinin Çok Önemli Bir Belgesi: Sogutça Bugu·ı yazısı, s. 257, TDAY Belleten, 1975-76.

15 E. Esin, Türk Kültür Tarihi.

ıG Ay. yer. .

17 Ay. yer.

Kx§·

E. Esin, Turkic and fllıanid Universal'Monarch Represenıaıion

And The Calı.7avartin, Yeni Delhi 1968, II, (1964, s. 92-93). ·

. 18 Chav~es, Documents, 148, 188. Krş. E. Esin, Uyıwr "Buyan" yapısından (Vihara) Hakanlı l'v.fuyanlığına (Ribat) ve Selçuklu Han ile Medresesine Gelişme, Ma-

lazgirt Armağanı, 1972. .-..

(9)

612 l'ıl"ÜBAB'AT TÜRXER-KÜYEL

dır (ölm. 143 H). Onun oğlu ise İbn Hanhel'un hocasıdır. "Hakan"lar ailesinden Tarkan el-Ravi'yi de-Tarkan'ın bir isim mi yoksa bir unvan

mı olduğunu unutmadan- buraya ekleyelim. Tarihçiler, Uygurlarm Çiklere Tarkanlar verip durduğundan bahsederler. Baga Tarkan Gök Türklü Hin'i, HakanSu-Lu'yu belki de, devletin yüksek çıkarları konu- sunda, görüşlerini paylaşmadığı gerekçesiyle, öldürmeye karar vermiş ol-

malıdır. Çünkü, Türk tarihinde, kanı akınlınış hükümdar misali pek nadirdir (Gök Türklü İnal, hoğdurulmuş Osmanlı Genç Osman).

Bütiin bunlarla birlikte, Tarkan'm, tıpkı, "Kutluk"ta olduğu gihi, halktan kişilere, eğer, bu sanatçılar hakanın uzak akrabaları değil ise- ler, isim olaraktakılmış olduğunu da görmekteyiz :"İş aygucı (iş alıcısı) Avluç (Aylıç) Tarkan", "Kutatmış Yegen Tarkan" gihil9Tarkanm, vergi vermediğine, sarayı ve hükümdarı, emir almadan, kendiliğinden

koruma görevi olduğuna, bu görevi hükümdarı hapsetmek veya bir kez de olsa, canına kıyacak düzeyde yerine getirdiğine veya Mani'ciliği

resmen kabul etmek isteyen hakana karşı koyabildiğine göre, Devlet kavramını oluşturma~a, çok önemli bir öge olduğu da anlaşılmaktadır.

İşte bu yüzden, dedesinin dedesi Tarkan olan Farabi'nin yukarıda değin­

diğimiz zengin olaylarm etkisi altında, Siyaset Bilimi'ni kurmaya yö- nelmesi tab~eşiyor. Eğer, aslında, "Tarkan", bir isim değil de bir un- van ise, Farabi'nin dedesi belki de Fergana Tarkanlarmdan biri idi, kim- bilir, belki de, onun hükümdar ailesiyle herhangi bir surette kan bağlılığı bile vardı. Onun almış olduğu kültür ve uygarlık ışığını etrafa saçması,

Türk toplumunda, yöneticilerden beklentilere uygun düşmektedir.

!0 2. Tarkanlık, Tarkana en yakın tarihsel olaylardan Tarkana en uzak tarihsel olaylara kadar bağlantı sağlayacak, imkanlar sunahilecek bir müessese görünümündedir. Gök Tfuk hiikü.mdarı, Amilarda, kendi ailesinin erkeklerinin hemen arkasından, Tarkanma açıkça ünlemiş,

Bugut yazıtında, adı açıkça anıJmış, tarih, hükümdar olan Tarkanları kaydetmiş, Çin kaynakları Tarkanları açıkça tarif etmiştir. Farahl,

atalarının,· ganimet paymda vergiden bağışlanmış olan, hükümdarı,

ailesini ve otağı hiçbir özel izne tabi olmadan koruyan, çok nadir de olsa, gerekirse, hükümdarı hapseden veya hükümdarm hayatına kıyacak de- recede kendisinde hak gören, hükümdara kan yoluyla bağlıİığı hile muh- temel bulunan Tarkanlardan biri olmasından ötürü, özellikle, Türk.

genellikle, dünya siyaset ve inanç tarihinin gidişinden haberdar olma-

19 Esin, Uygur "Buyan", s. 81. K.rş. Müller,

(10)

FA..ltABi VE SİYASET 613

lıydı. Dedesinden gelen bu gelenek içerisinde, önündeki ve yaşamakta olduğu çok zengin malzemeyi değerlendirecek olam. Farabi'nin Siyaset

Bilimi'ıri kurmaya doğru itilmiş olması databilleşiyor. Farabi'nin, bura- da, ayrıntılarına gixmemize zamanın elvermediği, hem siyasal olaylar, hem de bu olaylarla bağlantılı bulunan inanç olayları üzerinde çok uzün

zaman, yillar yılı ve derinden derine düşünmüş, sonra, bir değerlendir­

meye gitmiş olduğu da sezilmektedir. Onun bu değerlendirmesinin so-

nuçlarını şöyle özetleyebiliriz : Evren içinde, toplumu oluşturan insan- lar, insan oldUkça ve insan kaldıkça, bir tek, Gerçek, Doğru, İyi ve Gü- zel'in yeri olan akılda birleştiklerinde, hep .birden, kut bulurlar, mutlu- luğa ererler. Gerçek yönetici, evreni, toplumu ve insanı tanıyan, tanıdığı için de kutunu kaybetmemek, toplumu mutsuz kılmamak için, açık vey~

kapalı, dolaylı veya dolaysız, tam veya eksik, her tür tanrılık iddiala- rından vaz geç~esi. ·gereken bir ilisandır.

li0l. Akl-ı Faal'i Ay'a yerleştirmiş olmasından esinlenerek, Fa-

~abi'nin zihninde kendi ana diliyle oluşmuş ve içerisine, sonradan kaza-

nılmış felsefe formasyonu içeriklerinin dökülebilmiş olduğu hazır. ka-

lıplar bulunması gerekliliğine geçebilmek için, ilkin, kısacık da olsa, inançlar tarihine ilişkin birkaç noktayı karşılaştırarak hatırlatmaktan

yarar umuyoruz.

Öncelikle şurasını belirtmelidir ki, doğadan gelen etkilerin, yeryüzü ve gökyüzü cisimleriyle olaylarının inançlar üzerindeki izlerini Mısır,

Mezopotamya, ~deniz, Önasya, Orta Asya, Hind, Çin ve Orta Amerika gibi bütün ılıman kuşak kültürlerinde görmekteyiz. Eğer, Türklerin dinsel inançlarıyla Mısır, Mezopotamya, Hind, İran ve Çin'in inançlarını karşılaşmacak olursak, bunların hepsinde ortak olan yanlar bulunmakla birlikte, Türklerin dinsel inançlarının, yeri, göğü ve suyu kutsal sayıp tanrılaştırmaları, Tanrının biçim vererek yara~ası, içine iifleyerek can-

landırması, Tanrının bir "Tembel Tanrı (Deus Otiosus)" olmayıp, yarat-

tığıyla meşgUl olması, onu uyarması, cezalandırması, ad takması, ülgen olması, kut vermesi, yarattığından ayrı ve ötede bulunması, hüküm- da'ı-ları tahta çıkarması, ölülere saygı bakıınlarından, hem, Mezopotam-

yalıların, özellikle, Sumerlilerin inançlarıyla çok daha yakın düşmekte ol4uğıınu görürüz. Hem de, Ay'ın bu iki kültürden: başka bir yerde_ Ay Ata olarak kahramanları türetmek gibi özel bir önemle tanrılaştırıl­

ınış veya Sin gibi tanrının ta kendisi sayılmış olmadığını da görürüz.

Kökü Surneriilerde bulunan. Akkadlı Ay tanrısı Sin babadır. Geceyi ve gündüzü o doğurmuştur. Göğe ve yere o hükmetmektedir. Zaman, ge-

(11)

614 llfÜBAJIAT TÜRXER-liÜYEL

celeyin, onun gök yüzünde görünmesiyle başlar; zaman, onunla sayılır

(Kameri takvim başlangıcı). Harran'da oturur, varlığı tamdır, 60'tır.

Ondan daha tam bir varlık yoktur. Tanrı Şamaş (Şems, Güneş) onun

oğludur. Güneş her şeyi görür, adalet dağıtır, kanun bağışlar, insaflı

büyük yargıçtır. Tanrıça İştar ise, Ay'm kızıdır, bolluk ve bereket ge-

·tirir 20Türklerde de Ay, Atad.ı.r. Kalıramanlar Ay Ata'dan, Gün Ana' dan türemişlerdir. Gün Ana kahramanları görüp gözetir, korur. Mezo-

potamyalılarm tanrıları çeşitli üçlemelerde kalm.akla beraber, o üçlü

tanrılarm vaslllarını Türklerin tek tanrısmda, "oğul"larmda, "kız"

larmda, "yardımcı"larmda bulmak mümkündür.

Türklerde Tanrı şu görünen evrenden, Ay; Güneş. ve yıldızlardan

"öte"de, gökte tek olarak, "altın tahtında" oturur. Onun "Oğulları",

"Kızları" ve "Yru:dımcıları" vardır. Bir "Tengri", "yayagan", "bıçı­

gan", "yayucı" ve "şimşekçi"dir. Ak Ana'dan almış olcluğu esinle, bütün varlıklara, Sevgi ile, biçimlerini biçerek, ulayar~, üleyerek o verir, o ülgendir. Ay'ı, Giineş'i yağmuru, ateşi, düzenli olarak o harekete getirir. Düzen akıl, hikmet ve bilgi demek-tir; onun için, O akıllıdır,

bilgedir. Kötüye eğriye karşı O savaşır, kötüyü O cezalandırır, iyidir,

yru:lıgayandır, kayragandır. O, insanlarla, ya doğrudan doğruya, ilgi- lenit (Çünl.-ü, "Kalgançı Çak"ta, ölülere "Kalkın!" emrini O verecektir, kötü ,Erli.k'i o yok edecek-tir), ya da dolaylı olarak ilgilenir, "ülüş"lerini üleştirir, "ülüg"lerini üler, "ülüş" ve "ülüg" dağıtır, ülgendir, hüküm-

darları tahta çıkarır. Dolaylı ilgisini, O, ya Ay ve Güneş gihi biçim ve hareketlerini kendi eliyle belirlemiş bulunduğu varlıklar aracılığıyla

gösterir (Çünkü, Ay Ata'dır, Güneş ise Ana'dır, Alpler Ay Ata'dan ve Gün Ana'dan türemişlerdir, kahramanları Gün Ana görüp gözetir).

Dolaylı ilgisini, O, ya kendi "Oğullan"nı araya koyarak gösterir (Çünkü, herbir obaya adlarını veren O'nun bu Dokuz Oğul'udur. Ad takmak ise, bir çeşit, varlığa getirmektir). Dalaylı ilgisini, O, ya da kendi "Kız­

laİ"ı eliyle gösterir (Çünkü, O'nun "Dokuz Kız"ı, Gök'e, Tanrıya yiik- selmek isteyen, çıkıp yücelerden haber soran, "ülügünü bilig eden"

Kam'a yardım ederler. Bu "Kızlar", yol kesip, Kam'a askmtı olmak ist_eyen "Kara Kızlru:"ı kovarak, Kam'm işini kolaylaştırırlar). Ya da,

Tanrı, dolaylı ilgisini, "Yardımcı"ları aracılığıyla gösterir (Çünkü, ~ Tanrının eİçisi olan "Utkucu" yere inmez, Kam'ı Demir kazıkta bekler.

"~uyla" ile danışmak, Kam'ı orada karşılar. Kam, kimi kez_, Demir Ka-

~o Schimmel, Dinler -Tarilıi,

(12)

F.lıuiBi VE SİYASET 615

zık'tan daha ileriye varamaz. Oradan yüz geri eder, gerisin geriye döner).

Tanrm:ın "Y arlıkçı"sı, Kam.'ı göklere çıkarır. "Y arlıkçı", Kam.'a Gök'ten haber verir; ve yer ile gök arasmda gider gider gelir. Öteki iki yardımcı

"Suyla" ve "Karlık" da kötü ruhları kışalayıp, Kam'a bu yükselişte, yardım. ederler. İnsanlar arasında, Kam gibi "ülüş"ünü "hilig" edenler

vardır, edemeyenler vardır. "Ülüş"ünü "hilig" edeniUmayAna "Kut"

hağışlayarak kutlani.ış, kut vererek kutatm.ıştu. "lhüş"ünü "bilig"

edemeyenlerin ise, kutu kaçm.ıştu. Onları, artık, biçbir kimse, göklere

çıkaram.az. Kam'a, ana karnmdayken, canını veren, canından veren, candan veren, soluklanduan "Tin"dan başka, kutunu bağışlayan da-, yine, bu Umay Ana'dır. Canlı, artık, tınm.ayınca, tınlamaymca, sesi

soluğıı kesilince, canı çıkınca, ölür; kutu kaçmca;· ölmez, ama, sürün ür.

Onun için, aslında, "Ölen hayvandurur, insanlar ölmez" (Yünus).

insanda, "Tm"a ek olarak, "Sür" ve "Süne" de bulunur. "Süne", in.:

san uykuda iken, bedenden çıkar, düşte görülen yerleri gezip dolaşır,

döner, yerine gelir, "Yula" budur 21.

Şu görünen evreni, hu bütünü, yok iken, iyilikle, güzellikle biçme, oııa hiçimini verme yoluyla yaratmak ya da, hozup düzenini dağıtmak yoluyla, cezasını bulsun diye veya kötülükle parçalayar!lk öldürmek, yok etmek fikrine, tek tanrılı Türk dininden başka din)erin tanrılarmd~

da rastlanınıştır : Mısır'da 22, Mezopotamya'da 23, Yunanlılarda 24, Ma-

ııicilik'te 25 Bu parçalanmanın ardından duyulan acı, hayatı yeniden

uı:ıiutla arama, ölüyü yeniden diriltıneye girişme ve ölüp yeniden di- rilm.enin simgesi olarak İlk Baharın sevinçle kutlanmasmda olduğu

2ı Abdülkadir İ.nan, Tarihte ve Bugün Şanıanizm, TTK, Ankara 1972.

2~ Klskanç Seth'in, iyi, adil, bilgin Osiris'i parçalaması, öldürmesi.

23 Tianıatu ejderiııin parçalanrn~sı, yani evrenin yaratılması, İ.ştar'm sevgilisi Tammuzi'nin öldürülmesi.

2~ Dyonisios'un Titanlarca parçalarıması, Orph~us'un Euridike'siııin ölmesi.

25 "Büyükİük Babası" hüldiındarm gönderdiği ve çocuklarm anası olan "Bijyük- R~"un yaratmış olduğu kozmik "İ.lk insan"m Nefes, Işık, Rüzgar, Su, Ateş gil;ıi beş kısmilı ruhunu şeytanlarm parçalaması, yi}ip yutması, ~nu ·•uyutma"sı, bir çeşit öl- dürınesi. Bu ruhu, sonra, yeniden, "Büyük yapıcı" kurtaracak, ama, onu bu sefer de, o, "Kozmik İ.1k İnsan"~ bedeiıini parçalayacak, d~risiııin parçalanndan on tan~ gök, etlerinin parçalarmdan' sekiz tane yer çıkacaktır.

(13)

616 ?ıiÜBAltAT TÜJUtER-KÜYEL

gibi, bunun ardından duyulan sevinç de, yine, başlıca kültürlerde ortak-

tır : Mısır'da 26, Mezopotamya'da 27, Yunan'da 28, Manicilik'te 29

"Kalgancı Çak"ta olduğu gibi, kötü Erlik'in tamamen yok edile-

ceği son bir hesap günü, Zaratustra'cılarda da, "Saoşyant" olarak, bu-

lunmaktadır. Zaratustra'cılarda, buna ek olarak, ayrıca, her bir ferdin kendisinin geçeceği bir "Çinvat" ·köprüsü de vardır. Ama, kötülük, on- larda, iyilik kadar gerçektir, kötülük de gerçek bir tanrıdır. Bu evren o ikisinin kavga alarndır (Zıdların birliği, Polarite). Tanrı, Tengricilikte

olduğu gibi tek değildir, çifttir. Tengri'nin Kam'a kendisinden haber vermesi gibi, İyilik Tanrısı Ahura Mazda da kendisini saklamamış,

kendisini Zaratustra'ya açmıştır, ona hitapta bulunı:ı;ı.uştur. Lüzum gördükçe ve gerektikçe, Brahman'm Avatura'lar göndermesinde olduğu

gibi, belli aralıklarla da hitap edecek (Mehdi kavramının kültür

hazır kalıhı), "Sroaşa"lar gönderecektir. Ama, Türklerin Tanrısına,

gerektikçe, Kamlar, Alpler ve adil siyasetçiler yükselir. Kam'm Gök'e yükselebilmek için, ilkin, Umay Ana'dan, önceden, kut alımş bulunması,

kutunu kötü Erlik'e ya da onun "Kara Kızlar"ma kap~maması, tek tanrmm "Dokuz Oğul"u ve "Dokuz Kız"ı ile, yardımcıları olan "Yar-

lıkça"dan, "Utkucu"dan, "Karlık" ve "Suyla"dan yardım görmesi gerekir. Bu yardımcılar değişmezler, aym kalırlar. Ancak kamlar ve on- larm ruh halleri değişir.

Türklerin Tengri'si, öyle anİaşılmaktadır ki, tektir, "ötede"dir,

varlık ve hareket verendir, iyidir, adildir, güçlüdür, akıllıdır, sevgi doludur. Bu Tanrı şu evrenden "öte"de olduğu için, evrene hulw et- memiştir. Tanrı evrene hulw.etmemiş olduğu için, Türklerin bu Taİırı anlayışı panteisme ve dolayısıyla, birincileyin Hind ve ilk Mısır tanrı anlayışlarına, ikincileyin de, devrilik ve zıdlarm birliği (polarite) kav- ramlarma tamamen yabancı kalmakta, onlardan ayrıksı düşünmekte,

onlardan uzakta durmaktadır. İnanç kültürlerinin temelinde, bu tür, tek, iyi ve evrenden ayrı olan bir tanrmm bulunması, Türkleri tek tanrıyı bildiren inançlarla -"Alemin Kıdemi", "Tanrmm cüzileri bil- mesi", ve "Maa d" soruları hariç - daha kolay kaynaştırmış olduğu

25 Isis'in parçalanan eşi Osiris'in ardından, acısına ağıtı, onu sihir yoluyla di- riltip ölüler ülkesine hükümdar yapması.

27 İştar'm sevgilisi Taİnmuzi'yi yeniden diriltmek iç.in yerin altına inmesi, Bengi suyu araması, Gılgamış'm ebedi hayatı arama.sı.

28 Orpheus'un Euridi.ke'yi görmek için Hades'e inmesi.

29 "Yedi Kız"m kozmik "İlk İnsan"m şeytaniaren yiıtulan ruhunun arkasmdan dua etmeleri.

(14)

FAltABi VE SİYASET 617

halde, iki veya daha fazla Tanrı kabul eden veya kötülüğü tanrı sayan inançlarla kaynaştıramamıştır. Tarih boyunca, Türklerin hulülcü ve polarite'ci görüşlerle ve onların etik teoriler.iyle çarpışıp durmuş olma-

larının sebeplerinden biri, her halde, bu g~rüşlerin onların alt katmanda- ki bu inançlarına aykırı düşmüş olmasındandır. Tıpkı bunun gibi, Bindii- lerin "Avatara"lan, İranlıların "Sroaşa"ları, Mani'nin "paraklet"i,

düşüncelerinin temelinde Devir ve polarite kavramları bulunmadığı

için, Türklere baştan aşağı yabancı gelmiştir. Onun için, böyle görüşle­

rin mümkün sonuçlarından biri olan insamn tanrının ta kendisi oluşu savının Kutatgu Bilig'de de, Türklerin bu t~mel görüşüne uygun olarak, değerlendirilmiş bulunduğunu görüyoruz : "Bayat men tigürii kişide

)Jaşı-Ajun kaldı, hardı ol it sakışı" (3526). Bu da, Türklerin "Budizriı."e, ıiiçin "Küçük Gemi"yi kurtarınayı amaç edinmiş "Hinayana" hiçiminde değil de, ancak "Büyük Gemi"yi kurtarınayı amaÇ edinmiş olaiı. ."Ma-·

hayana" şeklinde geldiklerini gösterir. Ulu Has Hacili Yusuf'un "Öğ­

dülmüş"ü "Odgurmuş"a tercih etmesi ve "Ögdülmüş"ü tervici, .yine bu temelde anlamlan dırılabilir.

O tek tanrıdaki düşünce ve hikmet vasfı, ta Germeıılerin Odin'in- den, Mısır'daki İsis'e, Mezopotamya'daki Ea'ya, Marduk'a, Yunanistan' daki Hermes'e, Hind'deki V aruna'ya, İran'daki Mitra'ya veya Alıura'nın Aşa Vahişta'sına kadar, hepsinde müşterektir. Ancak, Ay, yere göğe

hükmünü geçiren oğlu Şamaş ile adaleti, kızı İştar ile hereketi sağlayan

Baba Tanrı Ay (Sin) olarak, Mezopotamyalılarla, Ay Ata olarak bir tek Türklerde ortaktır. Her ne kadar, hem, Tengricilikte, Kam'ın göğe

yükselmesinde, hem de Manicilerde, ruhun "Kurtuluş"unda, Ay bir_

merhale ise de, Manicilerde Ay böyle, Gün Anayla birleşerek kahraman-

ları türeten bir ata, bir baba olarak geçmemekted.iJ:. Manicilerin "Kur- ttduş" tırmamşında, yardımcı olarak gördükleri "İhtişam sütiınu",

~ğer, bir ışıklı, yol ise, bir İşık demeti ise, bÖyle bir kavram, daha önce- den de, Oğıız. Destanları'nda, mevcut bulunmaktadır. B~diği üzere,

Oğuz'un evlenip de,, ona evlat olarak Ay, Gün ve Yıldızları veren eşi

güzel "Altun Kazıli\t Kız", Oğuz'a bir ışık demeti içinde olarak gö- rünmüştür, oradan çıkıp gelmiş, Oğuz'a varmışiır. Nitekim, "Böri"de, bir ışık demeti içinde olarak görünmüŞ, o demetin içinden ç~ş, A-Şe-Na'lara bir ışık demeti içinde olarak yol göstermiştir. Yunanda ise Ay'ın, Selena'nın, artık, "Sıkışıııış bir bulut" olduğu söyleniyor 30•

30 "Helios ateş saçan bulutlardan kurulu imiş, Sclcna sıkışmış bulut imiş" Xeno·

phanes, Kronz, Antik Felsefe, s. 42.

(15)

618 ~IÜBABA.T TÜRKER-KÜY.EL

Güneş de, bir "maden külçesi"dir 31 veya "Güneş, Ay üzerine aydınlık

atar 32" gibi sözlerle değerlendiriliyordu. ·Ay, sadece, Harran'da·, Ay

tapınakları yaptırtarak, veya çocuklarına "Hilal" adını takarak Sum.erli

inançları yaşatan Sahillerde değil, doğuşunda Hakan ve Hat un tarafından

selamlanan kahramanları türeten "Ay Ata", ya da "Ay Han" (Destanlar ),

"Ay Tengride Kut Bulmuş Alp Bilge Kagan" (MS. 762 Manicilik anıtı),

"Ay Beg" (Memluklu), "Ay Toldı" (Kutatgu Bilig), "Ay Doğdu" (Ala- ed-Din e'l-Harizmi) olarak Türklerde de yüceltilmiştir. Tıpkı, evrenin veya göğün bir nizamı olduğu fikrinin Türklerle birlikte, Mezopotam- ya'da, Mısır'da (Tot, Horüs, Re), Hind'te (Rta), İran'da (Aşa Vahişta),

Çin'de (Tao) görünmüş olması gibi, Güneşin de Mezopotamya kültüründe adaletin timsali olduğu, rahip - krallara yasalar verdiği, adalet dağıt­

tığı, "gördüğü"de, yine, Mısır, Ön Asya, Hind, İran, Japon, Orta Ameri- ka gibi ılım.iın kuşak kültürlerinde ve Türklerde ortaktır. Eski Türk- lerde Güneş kutsaldır, ortakların kapısı "Kün toğsuk"a açıktır, hakan ve hatunlar güneşi doğarken selamlarlar, kalıramanlar Gün Anadan türe-

mişlerdir. Gün Ana onları görür, korur, ama, Gün Ana kendi kendisine

değil, ancak, Ay Ata ile birleşerek kahramanları türetir. Ay Ata ile Güneş Anadan türeyen "alp", görevini yapınca, "bengi taşga urulur", Gün Ana gö.zetiminde göklere çıkar. Demek, Ay, akıllı, canlı bir ilke olarak, alplik değerlerinin yeri olmuş olmaktadır.

Türklerin Tanrı anlayışları Mısır, İr~ ve Hind Tanrı anlayışiarına

bir çok noktadan da uzak düşmektedir. Bir Tengri evrene hulül etme-

miştir. Hind ve Mısır inancında ise, hulül etmiştir. Onun için Brahmanın yetiştirmiş olduğu öğrenci "Alıam Brahmasti" (Ben, Tanrıyım) diye- bilm.ekte, Brahman da onu "Tat twam asi" (Evet sen O'sun) diye tasdik etmel"tedir. Bu durumda, hükümdarın yer}rüzünde, yalnız, kendi tebası üzerine hükümdar olması değil, tanrılaşması, hüküm.darın, hükümdarlığı bırakıp Brahman olması söz k~nusudur. Böylece hüküm- dar, uygulamada, harpsiz olarak, hükümdarlığını Tanrı gibi genişleti­

verecektir. Buddha'nın hükümdarlığı bırakıp, Buddha'laşması, tanrı­

laşinası buna misaldir. _Burada, devrilik, hükümdarlıktan uzaklaşıp brahmanlaş·makta kullanılmaktadır. M:ısır'da ise, hulül, hüliiındarın,

kendi kulları üzerine kendi kendini tanrılaştırmak için kullanılmaktadır.

Ama, her iki halde de, tanrı olma yolu başkalarına değil, yalnız, Brah-

31 Ana.xagoras'm öğrencisi Euripides. Bk. Ay. yer.

3~ Anııxagoras, Ay. yer. s. 108, 112.

(16)

Flılıi VE SİYASET 619

manlara ve Firavunlara açık tutulmaktadır. Buddha bu yolu "Bina- yana" yoluyla daha geniş kitlelere açmayı denemiştir. Japon Şinran

(XIII. ·yy.) ise, herkese, insanlarm en fakirine en aptalma hile! İran'd~, Tanrı gibi görünen Zaratustra'dır. Mısır, Hind ve İran inançlarmda, da, Devrilik • Tenasuh-Zıdlarm Birliği (polarite) yollarıyla, insan, ruhun ölmezliği ve sonsuzlaşma kavramiarına götürülmekle birlikte, alplik, özellikle Hind-inancında, başkasının değil, kendi kendinin bede- nini öldürmek sayılmaktadır. Oysa, Türklerde alp "İl öğüncüne, yağıka, kımadın teğipen adırılarak" "hengi taşga urulan", Ay Ata'dan türemiş

bir "ulu kişig"dir. Ay'm akıllı ve canlı bir ilke olarak göründüğü yer ise, Mezopotamya ve Türk çevresidir.

IIJO. 1. Şimdi, Farahi'nin felsefe formasyonu yoluyla kazanmış olduğu Evren, Toplum ve İnsan'dan ibaret içeriklerle bu içerikleri dökmek amaciyle kullanmış ve ana dili yoluyla tevarüs etmiş olabi-

leceği hazır kalıpları buibirine koşuk olarak gösterelim :

A. Evren Bir Tengri

"Öte" d edir

Tanrı.

Vacib ul-Vucud Bizatihi,Vahid, Evvel'dir 1. Miisivahu-, Vacib ul- Vucud Bigayrihidir

Ay -altı evreni : a. Zaruri

h. Mümkin ale'I-Ekser c. Mümkin ale't-Tesavi ç. Mümkin fi'n-Nedret d. Umfu-u İttifaki

dereceleriyle lVIümkün ül-Vucud Bizatihidir.

Ay-üstü evreni (Mufariik

Akıllar) Vacib ııl-Vucud

Bigayrilıidir.

2. lW:asivalıu, zihinde,

"Malıiyet" ve "Huviyet"

olarak ayrılır. Zihin

dışında, gerçekte, birleşik-tir.

Bir tek, Tanrıda, Mahiyet

ile Huviyet özdeştir. Hulw yoktur.

(17)

620

"Kılar"

"Bıçıgan"dır

"Yayagan"dır

"Yayucu"dır

Düzenli hareket verir.

Ak Ana esiniyle (yayar, biçer, kılar)

"Ülgen"dir. Güç verir. "Kün Ana körüptür".

Umay Ana can üfler, kut verir

Ay Ata alpleri türetir.

"Kün Ana körüptür"

Yardımcıları :

Yarlıkçı

Utkucu

Yayık

Suyla

Buyruk

Tarkan Begler

lfÜBAIIAT TÜRKER-XÜYEL

Sani'dir, yapıcıdır Vôlıib us-Suverdir

Hayy_ (diri, canlı)dır, akıllıdır.

Seven, sevilen ve-sevgidir.

Adildir, iyidir.

Akl-ı Faal insana

"dışandan" gelir Gerçek, Doğru, İyi, Güzel idealarının

yeri Akl-ı Faal'dir.

Akl-ı Faal Ay'ın aklıdır. Akl-ı Faal sfuetleri Ay-üstü'n- . den alır, Ay~ altı'na

Valıib us - Suver olarak verir.

iyi ideası Güneş

gibi pariayarak

Gerçek, Doğru ve Güzel idealarma varlıklarını

verir ve onları aydmlatır.

"Akl-ı Mü~tefad"

"Akl-ı Bilmeleke"

"Akl-ı Bilfiil"

"Akl-ı Bilkuvve"

Hacib Kün

Togdı (Tarkan?

Atabeg?

Lala ?)

Küsemiş Öğdülmüş Odgurmuş

(18)

Ay Ata

Kün Ana

"Tokuz Oğul"

"Tokuz Kız"

B. Toplum Kam göklerden haber alır

FARAnİ VE SiYASET

Buy:iuk Akl-ı Faiil Ay Toldı

(Vezir)

621

Hükümdar Akıl= Adalet = Tanrı K ün Toğdı

"Dokuz Felek"

Dokuz "1\llufô.rak" Akıl (Akl-ı Faal veya Akl-ı

Evvel veya Akl-ı Kull ile On Akıl) ("Dokuz Felek On Akıl Teorisi")

., .

Hakan Tanrı "HulUl-u Lahut fi Nasut"

yoktur. Melik-i Adil.

kutudur.

Tengritegdir, kut verir.

Önce, bilge sonra alp olarak

"TÜZce"

"il tutup törüg ider, kazgailll"

"Buyı'uk" "görür", kazailil, "ulu"dur. Begler

"TÜZce" İşig küçiğ ebirir". Alpler "il öğün­

cüne, yağıka, kımadın tegi- pen, adırılır", "Bengi taş­

ga urulur". "Kara kamıg

hud" "ayıg"lara, "hilig bil- mez"lere uymadan, "İşig küçig ebirir". Bilgelik ve alplik budur. Böylece, Buy-

·ruk,.Alp, Kara Kamıg Bud

kut alır.

İnsan Akl-ı FaıWe kavu.şarak mutlu olur.

. "M lik . AA dil"

yanı~ e

olarak Gerçek'e=Adalet'e.

Bilim adamı olarak Doğ­

ru'ya = Burhani Yakin' e, din adamı olarak İyi'ye = Cedeli Yakin'e sanatçı o- larak Hitabi Yakiıı'e yö- nelerek, "Saadet"e erer.

(19)

622

C. İnsan

"Tın", "Sür",

"Süne"

"Yula". Başı boş ruhlar KUT

liÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL

"Bitkisel" ve "Hayvan- sal Ruh". "Cahil Ruhlar".

KUT. "ER atı kazganmak" Varlıkta : "St1ri", "Mu- harrik", "Gai Sebep". Te- los. Mahiyet (To ti en einai). Entelekeia. Ener- geia.

Automaton (İnsanda Tü- ke)= "Umt1r.u ittifaki".

Toplumda : Saadet sa.

uro.

2. Bunlar arasmda en tartışmaya değer no1..-ıa olarak, Kut'uıı,

özellikle, Kaşgarlı'nın Diviin'ı, Destanlar, Anıtlar ve Kutatgu Bilig temelinde tesbit edebiimiş olduğumuz şu anlamlarını buluyoruz : 1. Kut, "Herhangibir varlığı ideal sınırlarma ulaştıran (genellikle

tanrısal) etkendir". 2. Kut, "ideal sınirlarma ulaşmış herhangibir

varlığın ta kendisidir". 3. Kut, "ideal sınırlara ulaşma"dır. "Dirig"-

"Diriglig", diri- dirilik-dirlik, "Bilig"-bilge-uz-"uzluk"-"ukuş"

"T·· " UZ (D·· ) UZ "T eng " (D nk "Ke • onı ·· ., , ".,."·· ., UlUŞ "üı·· ug

" ...

UlU n .. , ,

"Ülgen"-"Ül1..-ü", "Ong"-"Ongmak"-"Ongay" "Ongatça",-Ongun",

"Ok"- "At"- Tamga"-"Ongatça" • Ongarmak", "Gönenç"-"Gönen- rnek" • "Sevinç" kavramları Kut'uıı bağlantılı bulunduğu ve belki de, belirli bir açıdan, eşanlamlı olduğu kavramlarıdır:

33 Fazla bilgi için Bk. M. Türker-Küyel, Aristate/es ve Farabi'de Varlık ve Dü-

şünce Oğreıileri, 1967, DTC Fa.l.."Ültesi Y:ıymlan.

Referanslar

Benzer Belgeler

Material and Methods: This study retrospectively enrolled 14 patients (7 females, 7 males) having a diagnosis of LLH who were followed up at the Health Sciences University

Emin Taner ELMAS (Makine Müh., As-Yar Makina Yedek Parça A.Ş.) Prof.D r.Mustafa Nazmi ERCAN (Tekstil Müh., İstanbul Aydın Üniversitesi) Prof. Sabri KAYALI (Malzeme ve

Deliryum, pek çok sistemik hastalık, metabolizma bozuklukları, ilaç ya da maddelerin toksik etkisi, geçiril- miş operasyonlar, epileptik nöbetler, enfeksiyonlar gibi pek

 Birçok bitkide tepe tomurcuğunun kesilmesi ile lateral Birçok bitkide tepe tomurcuğunun kesilmesi ile lateral tomurcukların etkinlik gösterdiği bilinmektedir. Tarımda

Hinduizm’de bu üç tanrı, esasında tek olan Yüce Hakikatin üç farklı yönü olarak düşünülür.. O, gereken duruma göre üç farklı şekilde tezahür etmekte ve ona

Birleşim bölgesi olarak en gayri müsait yükleme COMB 5 olup 13 no’lu düğüm noktası tüm sistem içerisinde en büyük değere sahip olduğu için kaynak hesabı bu

Bu çalışmada Gala Gölü, Enez’de yaşayan ve besin kaynağı olarak da tüketilen balık örneklerinde bulunan selenyumun (Se) Grafit Fırınlı Atomik Absorpsiyon

Karaciğer dokusunda 0,05 mg/kg ve 0,1 mg/kg BDE-99 verilen gruplarda KAT aktivitesi kontrol grubuna kıyasla sadece 0,1 mg/kg BDE-99 alan hayvanlarda istatistiksel olarak