Geleceğin tarihçilerine çok “acıyorum”; nedeni, bugünleri anlatırken “tanımlama” zorluğu çekecekler.. yaşamadıkları için asla “kavrayamayacak”lar... “Demokrasi” deseler olmayacak; “faşizm” deseler andırsa da uymayacak; “monarşi”
desen değil, ama benziyor... “Hukuk devleti” deseler Silivri’yi nasıl yazacaklar?
Demokrat”lık yandaşlık demek; “liberalizm”in adı var kendi yok; “muhafazakâr” ise elde avuçta ne varsa satıyor..
hele şu “darbe” gündeminde daha da artan “özelleştirme darbeleri”ne hepten şaşıracaklar... Herkes “demokrasiyi kurtarma” peşindeyken, ülkenin “el altından” pazarlanmasını; günde beş vakit “demokrasiyle kalkınacağız” denirken
“faşist 12 Eylül yasaları”yla doğaya çullanılmasını nasıl anlatabilirler?
Geleceğin tarihçileri ya yeni bir tanım bulacaklar, ya da kafayı yiyecekler...
‘Saman altından...’
Ne var ki hem onlara yardımcı olmak, hem de olanı biteni çocuklarımıza anlatabilmek için günlerdir kafa yormamın
“semere”sini sonunda galiba aldım.. esin kaynağım ise “Suların Ticarileşmesine Hayır” platformunun 11 Aralık’taki
“uyarı”sı oldu...
Yine şu darbe, hatta suikast gündemleri nedeniyle bir aydır kısa haberlerde bile yer bulamayan uyarıda deniyor ki:
“Hükümet Fırat ve Dicle’nin pazarlama yönetimine geçen hafta AB’yi de ortak etti.”
Yani, bizi ortaklığına almayan AB’yi, akarsularımızın elâleme satışında söz ve karar sahibi kılmışız!..
“Zamanlama”ya bakıyorum, tam da Mustafa Balbay’ın adeta “neden yurtsever gazeteci oldu”ğunu anlattığı
savunmasını yaptığı, hatta eski kuvvet komutanlarının da “ifade”ye çağrıldıkları günler.. manşetlerde “Demokrasiyi neden engelliyorsunuz?” sorgulamasının bütün ayrıntıları!
Haber bile olmayan “icraat” ise ülkenin yaşam kaynaklarının “aynı demokrasi”! tarafından “sessiz”ce pazarlanması...
üstelik demokrasinin sadece “milli irade”nin değil, “milletin ortak çıkarları”nın güvencesi olduğunu çok iyi bilen;
ülkenin “en demok-ratik kuruluş”larının onca uyarılarına, hatta eylemlerine rağmen...
İşte bu nedenle geleceğin tarihçilerine olanı biteni kavrayabilmeleri için diyorum ki; yaşadığımız “tanımsız”lığın adını aslında atalarımız vermiş: “Saman altından su yürütme” dönemi...
‘Su tüccarları’
‘Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu’nun katılımcılarını sıralamak bu köşeye sığmaz. TMMOB ve ilgili meslek odaları, kent-kültür-çevre dernekleri, Gündem-21’ler ve bilim-uzmanlık kuruluşlarınca oluşturulan platformun bir aydır medyada yer bulamayan “Türkiye, Irak ve Suriye’yi kat eden Fırat ve Dicle havzalarında yaşayan halkların, Ren, Elbe, Tuna, Sen ve bütün Avrupa nehir havzalarında yaşayan halklara çağrısı”nda ise özetle şu uyarılar var:
“Fırat ve Dicle nehirlerinin yönetimine ortak edilen AB, suyun özelleştirilmesini şart koşmaktadır. ABD ve İsrail de aynı suların akışı üstünde kontrol sahibi olacak, nehirlerimizi komşularına karşı bir silah olarak kullanabileceklerdir...
”
Ilısu, Munzur, Yeşilırmak, İkizdere, Papart ve Hemşin’in sularını da “başka havza”lara aktarmayı amaçlayan hidroelektrik santrallar ve ticari baraj uygulamalarının durdurulması istenilen “demokratik çağrı”da deniyor ki:
“Sularımızı ne AB, ne ABD, ne de Türkiye bürokratları, kısaca ‘su tüccarları’ yönetemez. çünkü su, yalnızca insanlık için değil, canlı ve cansız tüm doğa için vazgeçilmez doğal varlıktır...”
Ey anlı şanlı “demokratik açılım” hayranları; ey demokrasiyi sadece “etnik-ırkçı özgürlük” sanan aydınlar; ey Atatürkçülüğü faşizmle aynı göstererek dinciliği demokratlık ilan edenler ve ey tüm bunların peşine takılarak her gün yeni bir “gerilim manşeti” üretenler.. kuşaktan kuşağa yaşam ve bereket kaynaklarımız AB’yle kol kola girilerek satılıyor...
Siz böyle bir dönemi nasıl tanımlıyorsunuz?
OKTAY EKİNCİ
ekinci@cumhuriyet.com.tr Cumhuriyet 10.01.2010