IDoğumunun 75. 0)ılwda
TANPINAR’A SEVGİLERLE
İ ' V ' J P - ! ' İ P » " I H I . ■ »Z E Y N E B İ D R İ S O Ğ L U Hoşça bak zatına kim zübde-yi âlemsin sen
Merdüm-i dide-yi ekvan olan âdemsin sen Şeyh Galip
E
vet, doğumunun 75. yı lı Tanpınar'ın, ölümünün., hayır ölmedi Ahmed Ham- di. «Saatleri Ayarlama Enstitü s ü n ü n Hayri İrdal’ı, «Huzur»un Mümtaz’ı, «Evin Sahibi» hi kâyesinin musdarib ve se vimli kahramanı, «Sahnenin Dışındakiler »in Cemâl’i, «Yaz Yağmuru»nun Sabri’si hiç ölme diler, ölmeyecekler. Belki her asırda bir kişi olarak yaşaya caklar aramızda, yaşıyorlar.Ahmed Hamdi, Şark ile Garb ın, mistik ilhâmla vazıh düşün cenin, korku ile hamlenin o muh teşem sentezi, kütüphanemizin raflarında kendisini gönlüyle ta nıyan bir okuyucu gelene kadar sabırla bekliyor, sonra acılı bir tebessümle karşılıyor onu; gül dürüyor, ağlatıyor, dehşete dü şürüyor, perestiş ettiriyor ken
disine. Buzdan bir nazarla teker teker çözüyor bilmecelerimizi, bi zi lime lime edip ayaklarımızın dibine bıraktıktan sonra, baba can bir gülüşle arkasını dönüp, tekrar eski yerini almağa gidiyor kütüphanemizde.
Ruh iklimimizin bu büyük kâ şifini hangi coğrafya ve tarih yo ğurdu? Hangi zilletlerin tokadını yedi o, hangi neşelerin pınarın dan içti, hangi ısdırablarla ür- perdi ruhu? Ve neden «bu ölümlü dünyayı uykusuz kalmağa değ mez» buldu sonunda?
Ahmed Hamdi İstanbulludur evvelâ. Bu kadar esnek bir dü şünce, bu kadar ısdırablı bir gö nül İstanbul’a sığabilirdi ancak. Onu İstanbul’a yerleştirmeden anlamaya imkân yoktur.
«Hayatımın tek manâsı İstan bul sevgisidir». «İstanbul benim
tek sevgim, inşam aşan sevgim- dir. Kendimi, milletimi, dilimi hep onda bulurum». «Alaturka musikîdir İstanbul, kalkan tava sıdır, lodostur, az şekerli kahve dir, ezan sesidir, Boğaziçi vapuru dur». Ya eski İstanbul? Bir ud telindedir o, «onun için de lâtif- dir, tatlıdır, teselli bahşıdır». İs tanbul’un yazarı değildir Ahmed Hamdi, ressamıdır, şairidir, bes tekârıdır. Bu yüzden «siyah taş ve kımıldamayan çehre» görme ğe gittiği Londra’yı da, «2500 se nenin bir anda hücumuna maruz kaldığı Roma»yı da, hattâ kaç defa «Bu Paris bitti, yenisini geti rin diyeceği gelen Paris»i de sev mez, sevemez. «Daima Akdenizli bir tarafımız bulunacağı gibi, dai ma Şârk'lı bir tarafımız da kala cak. Güneş vıurmuş tarafımız» diye yazar. «Şü batıcı ve keskin ayna kırıklannfı ruhunda duy mak».
«Bizim eski şairleri ve eski mu sikîyi tanımadan evvel» bulamaz kendisini. Onları tadınca «kendi ni kendi içinde daha yerleşmiş» bulur. Eski şairleri yani Şark'ı «dışardan miskin, budala, fakir.. Fakat içinden insanları tatmin etmeği bilen Şark’ı. insana hür met eden, bu hürmeti zorlama dan içinde duyan Şark’ı». Ve mu sikîmizi : «dünkü hayatımızın en kuvvetli, hayata en çok tesir eden tarafım», «kimbilir belki bir gün yalmz onunla kendimizi anlayacağımız» musikîmizi.
Yumuşacık bir insandır Ahmed Hamdi, «tabiat onu sadece din lesin, baksın, hayret etsin diye insanların içine atmıştır» sanki. «Başka bir yıldızda doğmuş ka dar bu toprağın hesablarına, za ruretlerine yabancı» dır. Ne var ki «büyüğe ve istisnaîye karşı duyduğu aşk, onun zahiren çok
sakın görünen hayatını zehirle- miştir. Kendi ördüğü ağın için de boğulan bir örümcek gibi, bu ruh hâletinin hazırladığı zaruret ler içinde» çırpınıp durmuştur jmür boyu. Hep «büyülü bir eşi ğin önünde adımlarını tecrübe etmiş, fakat her defasında, için de vaktinden evvel uyanan bir taraf, onu bu eşiği atlamaktan, • ileriye geçmekten menetmiştir». Bütün ömrünce proje kurmuş, ta sarlamış, onların vücut bulma hayâlleriyle yaşamış bir adam dır. Yaşadığı hayat, o kadar ken disinin değildir ki, birisi gelip de «haydi kalk, sıran geldi, ken di kendin ol» diye bağırsa, sanki böyle birşey mümkünmüş gibi, inanıp koşacaktır. «Ah, bir elbise değiştirir gibi hüviyetini değişti rebilmek, lâiettayinin içinde kay bolmak, bir avuç kum arasında bir kum tanesi olmak ve böyle olduğunu dahi bilmemek».
Bir değil, bin ben vardır Tanpınar’dan içeri: «Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yanı hâfızamn ambarındaki maskele rin zenginliği ve tesadüfü, onla rın birbiriyle yaptığı terkiblerin bizi benimsemesi» dir. Başkala rına pek benzemez Tanpmar. Ne var ki onu, kendilerine ben zediği zaman, kendisi olmadığı, kendisini ve düşüncelerini in kâr ettiği zaman sever insanlar. Dostları ciddî bulmazlar çok de fa onu, olur olmaza gülmesini ayıplar, yahut kendilerini o ka dar heyecanlandıran, büyük ü- midlere kaptıran işlerde soğuk durduğundan şikâyet ederler. Hülâsa «herkese benzemek ve herkesle beraber az—çok çıldır (ma) mak meziyetinden — ki ha yatta muvaffakiyetin en büyük şartlarından olsa gerektir — mahrumdur» Tanpmar.
«Hiçbir şeyin birbirini tut madığı ve herşeyin en şaşırtıcı şekilde birbirine bağlı olduğu bir dünyadır» burası ve «insan talihinin mahbusudur. Bu talih karşısında imandan ve bilhassa ısdıraba katlanmaktan başka da silâhı yoktur», «insan bir yığın imkân ve bir de atalet yekûnu dur. O buz tabakasını
luramaz-sak, kendimizi bulamayız». E- vet ama ona erişebilmek için o kadar çok şeylerden kurtulma mız lâzım ki.. «Kendisini alış kanlıkların dışında denemek.. Fakat hayır, bütün bunları ya pabilmek için başka türlü adam olmak lâzımdır. Koşmak, kı mıldamak, atılmak, istemek, is teyişinde devam etmek lâzım dır.»
«Kabahati üzerine yüklenen insanlardandır Tanpmar, «ken disini yapmadığı şeylerden müc rim addedenlerden» dir. insan lar kendilerini ve arzularını zor la kabul ettirirler ona, ama o «zulüm gördükçe, acı çektikçe» bulur kendini. Bu yüzden yal nızlığı değil, ama inzivayı se ver Tanpmar. «Yaşfamak. baş kaları tarafından muhasara al tına alınmak, yavaş yavaş bo ğulmaktır». Kendini «herkes- den uzak, kimsesiz, bütün tanı dıklarını bir yük gibi taşıması na rağmen, kimsesiz hisseder». «Herşey insanla bir noktaya ka dar yürür vo orada kendisini a- sıl talihine, yalnızlığına bırakır». Kaçar insanlardan Tanpmar,
hamakatlerinden, tecessüslerin den, anlamazlıklarından harab- dır : «Ah, kaçmak, uzaklara kaç mak, güneşli ve ağaçlı bir yolda, bir ikindi saatinin tozları içinde tek başına yürümek»..
Hiçbir suretle erişemeyeceği şeylerin peşinde koşmaktan mü teessir değildir. Çünki iki kutub arasında çalışır h ayat: «Bir ta rafta insan için bir yığın yük seltici şey, öbür tarafta da san ki bu yükseltici şeylerle aramı zı kesmek, bizi onlardan ayır mak isteyen küçük endişeler, bedava düşmanlıklar» vardır, «insanoğlu güzel şeye düşman dır, huzura, iyiliğe, kendi ken disine düşmandır. Saadetin düş manıdır insanoğlu, onu nerede görse, nerede hissetse oraya hü cum eder». Esasen, günlük ek- meğimizdir ısdırab: «Bir çırpı da insanlığın talihini değiştire bilir misin? Sefaleti kaldırsan, bir yığın hürriyet versen, yine ölüm, hastalık, imkânsızlıklar, ruh didişmeleri kalır. O halde ısdırab karşısında kaçmak, kale yi içinden yıkmaktır. Ölüme kaçmak ise büsbütün
korkunç-DEPREMİN GETİRDİĞİ
Delilendi gene o san öküz Vurdu boynuzunu Van yöresine Ne ev bark kaldı ne aş ne de tuz Dağlar taşlar döndü sanki tersine Bu defa yenildi şanlı Çaldıran Zafer naraları hıçkırık oldu Sustu türkülerin Muradiye Van Gündüzler karardı ve güller soldu Bacalar tütmüyor çeşmeler kuru Çulsuz bedenlerde zemheri yeli Karlar örtmüş ümide açılan yolu Mevsim merhametsiz Tanrı öfkeli Analar yavrusuz bebeler yetim Davarları sağan pembe eller yok Düğünler yarım kaldı bitmedi hatim Yâre selâm ileten eski teller yok
I L H A N G E Ç E R
tur. O sadece mesuliyetsiz hay vanlığa sığınmaktır».
Başka ne yapılabilir? Kor kan insandır Tanpmar: «Tam sevinemez insanoğlu. Bu onun için imkânsızdır. Düşünce var dır, küçük hesablar vardır, ve bilhassa korku vardır. Hangi bü yük mucize bizi korkudan kur tarabilir?» İnsanın içine sinen, onun hareketlerini ikide bir ke sen, yahut değiştiren, onu âle minden ayırıp, başka bir âleme götüren k orku : «Çocukluğum dan beri korkunun içinde yaşa dım ben. Heır ân bir şey olacak diye yaşadım. Bilmezsin bu, in sanı içinden nasıl yıkar? Bir çuval talaş, bir kül yığını yapar.»
Hayatta hep veya hiç’den başka bir hâd tanımamıştır ve «bu hep’i elde etmek için hiç’in kısır çölünde yaşamayı» tercih etmiştir. Hayatın «kendisine üs- tüste açtığı sofraları reddetmek le kalmamış, onun acı tarafları nı ancak yaşanacak iklim gibi kabul etmiştir. Her düşünce, her ihsas onda zâlim bir işkence, bir azab hâline geldiği zaman tam şeklini almış»tır.
Ruhun kendi kendisini idrâ ki : «Bu ya aşkda yahut da bü yük ve herkesin uğrunda yapıl mış bir iş içinde olabilir». Evet seven adamdır Tanpmar, duygu nun da, düşünce gibi, yalnız in sanda olduğunu bilen adamdır., «Aşk, ruhun muayyeniyet kazan ması için biricik nizâmdır. Ve bizi ömrümüzde bir defa ve bir tek insan için ziyaret eder ve bir defa koklandıktan sonra u
nutulmayan bir gül gibi bütün bir ömrü lezzet hâtırasıyla dol durur. Veyl o ânı kaçıranlara». «Her ömürde bir kere açan ba hardır», aşk. «Seven insan, ak im kendisine verdiği kısır nasi hatlere güler. Şeniyetin Ucaları nı, hattâ zaruretleri sathî bulur.» «Güzel bir insan yüzünün, yu muşak bir tenin, bir bakışın, beş—on seçme duruşun, birkaç kelimelik mânâsız bir sözün ü- zerine günlerce katlanıp düşün menin, bu basit şeylerden ken disine koza gibi dört tarafı ka payan bir kâinat kurmanın zev kedir, «bir aynanın içine iki ki şi girip, oradan tek bir ruh ola rak çıkmaktır». «Biz dinlerken ürperdiğimiz bir sesde veya dal gın bir hayranlıkla temaşasına koyulduğumuz bir çehı%de, ta nımadığımız bütün bir cedler silsilesinin, asırlarca süren bir irsiyet istifasının güzellik has ret ve rüyâsını tatmin ederiz». Ama aşk da Tanpınar’da «bir nevî kaybetme korkusun dan başka bir şey» değildir. «Hakikî hayat Hayyam’m şiirle rindeki deştiler gibi, ölümün el linde yoğrulur, aşkın ateşinde pişer ve tam kıvamını bulduğu zaman, yine ölüm onu ebediye- lin kucağına atar». «Çocukluğu nun hazîn tesâdüfleri, her sev diği şeyi kendisinden çok uzak ta, erişilmez bir âlemde düşün mek itiyâdını vermiştir ona. (Bu yüzden) aşka, keskin günâh ve ölüm fikriyle beraber, yani bir nevî telâfisi kaabil olmaya nın mükâfaat ve azabı olarak
bakar». Kaldı ki «insan ruhu nun en az tahammül edebildiği şey —belki daha ötesi olmadığı için olacak— saadettir. Isdıra- bm içinden geçeriz. Çalılık, taş lık bir yolda yürür gibi ondan sıyrılmağa çalışırız. Fakat saa deti bir yük gibi taşırız ve bir gün, farkında olmadan, yolun bir ucunda, bir köşeye bırakı veririz onu». «Saadet hissi, ay nı zamanda çok hüzünlü ve daus- sılalı bir şeydir». Zaten siz onu bırakmazsanız o sizi b ırak ır: belli bir yerden ötesinin bir «yı ğın imkânsızlıklar, cılk çıkan ümidler, birbirini tutmayan het- sablar, farkında olmadan işle nen hatâlar, tek çare gibi görü nen budalalıklar olduğunu han gimiz bilmeyiz?»
Allahdan alışkanlık v ard ır: «İnsan nelere alışmaz ki! Zaten hayat dediğimiz bu kapalı dai renin asıl mucizesi bu alışmak değil midir? En sevdiğimiz mah lûkları bile kaybetmeğe alışmı yor muyuz? Günlerce, aylarca, senelerce görmemeğe; mutlak, kati bir gurbet içinde yaşamağa alışmıyor muyuz?»
Bu yüzden gündelik işleri mizle, içimizdeki Tanrı düşünce sini birbirine karıştırmamak ge- retkir: «O, insanda yıpranma mış, sağlam, her türlü tecrübe den uzak, yalnız hayata dayan mak için kuvvet veren bir men- ba gibi durmalıdır. İşlerimiz bi zim ve bize benzerlerin küçük sakatlıklarıyla, tesâdüflerin ihâ- netiyle her zaman bozulabilir.. Bu bozulma, bu düzensizlik iç kıymetlerimize karşı vaziyetimi zi değiştirmemelidir. İki ayrı şeyi birbirine karıştırırsak çıp lak kalırız. Hattâ zaferlerimizi bile Tanrılardan bilmemeliyiz. Çünki ihtimâllerin cedvelinde mağlubiyet de vardır.» Hayır, Allah’dan bir şey istemez Tan pmar, onu kaderiyle veya ömrü nün amalarıyla karşılaştırmaz.
Ya hep, ya hiç’in adamı de miştik Tanpmar için. O hiç’in insanı oldu maalesef; yaşaya- madı, yarattı. Eserleri bu hiç’ den aldığı intikamın belgesidir.
Nur içinde yatsın..
Tttlây Arıcı 12
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi