• Sonuç bulunamadı

Bulgar Ortodoks Kilisesi'ne bağlı önemli manastırlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bulgar Ortodoks Kilisesi'ne bağlı önemli manastırlar"

Copied!
145
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

FELSEFE VE DĠN BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI

DĠNLER TARĠHĠ BĠLĠM DALI

BULGAR ORTODOKS KĠLĠSESĠNE BAĞLI ÖNEMLĠ

MANASTIRLAR

Yüksek Lisans Tezi

Hazırlayan

Sabit Salihov TOPCHĠYSKĠ

DanıĢman

Prof. Dr. Hidayet IġIK

(2)

2 ÖNSÖZ

Manastır, bir başrahip ya da baş rahibenin yönetiminde bir arada yaşayan rahip veya rahibeler topluluğunu barındıran binadır. Manastır kavramı ve kurumu 3. yüzyılın sonunda ve 4. yüzyılın başında Hıristiyanlık‘a girmiştir. Daha önceki Hıristiyanlar manastır nedir bilmiyorlardı. Manastır kurucularının ilki Aziz Antonios (251-356) adlı bir Hıristiyan‘dır. Bu şahıs Mısır‘ın Nil deltasındaki Keranis şehri yakınlarında ilk manastırı kurmuştur.

Hıristiyanlık‘ta manastırların oluşumu bölgelere göre farklılıklar arz etmiştir. İlk manastır yaşantıları, Mısır‘da görülmüş daha sonra bu manastır kültürü Anadolu‘ya, Anadolu‘dan Balkanlar‘a, Balkanlar‘dan ise Avrupa‘ya hızla yayılmıştır.

Bugün, Balkanların önde gelen devletlerinden biri olan Bulgaristan‘da Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edilişinden itibaren günümüze kadar yüzlerce manastır kurulmuştur. Fakat çeşitli nedenlerden dolayı bu manastırların bir çoğu yok olmuştur. Günümüzde Bulgar Ortodoks Kilisesi‘ne bağlı yüzelli üzerinde faaliyet gösteren manastır bulunmaktadır. Biz çalışmamızda bu manastırlardan sadece en büyük, en meşhur, en çok faaliyet gösteren ve stavropigial (Bölge Piskoposluğunun emri altında değil, doğrudan Bulgar Ortodoks Kilisesinin Yüksek Ruhani Meclisinin himayesinde bulunan manıstırlar) olanları incelemeye çalıştık. Çalışmamızın konusu olan manastırlar şunlardır: Rila ―Aziz İvan Rilski‖, Baçkov ―Azize Meryem‖ ve Troyan ―Uspenie Bogorodiçno‖ manastırlardır.

Bulgaristan‘da I. Boris‘in (852-889) ileri görüşlü bilge politikası sayesinde 865 yılında Hıristiyanlık devletin resmi dini olmuş ve Bulgar halkının tarihi ve kültürel gelişiminde önemli rol oynamıştır. Bu andan itibaren Boris‘in emriyle o dönem Bulgaristan topraklarına kilise ve manastırlar yoğun bir şekilde kurulmaya başlamıştır. Tarihî verilere göre bu Bulgar hükümdarı, devletin yedi köşesinde birer manastır inşa etmiştir.

Eski başkentleri Pliska ve Preslav çevresindeki kiliseler ile birlikte kuzeydoğu Bulgaristan‘da ve ülkenin güneybatı kesimlerinde ilk manastırlar da kurulmuştur. Todor Doksov‘un kopyasına göre Preslav‘ın yakınlarında, nehir Tiça kıyısında, güzel kırsal Patleyna bölgesinde I. Boris ―Sveti Panteleymon‖ manastırı kurmuştur. I. Boris,

(3)

3

ilk Slav öğretmenleri Kiril ve Medodyi‘nin ilk öğrencisi Kliment‘i, Kutmiçevitsa bölgesine eğitim faaliyetleri organize ve yönetmesi için gönderdiğinde orada bir manastır inşa etmiştir.

Bulgaristan topraklarında X-XI. yüzyıllarında, manastırların sayısı hızla artmıştır. Bu asırlarda Rila, Zograf, Sarandopor, Aziz Dimitrii manastırları ve daha birçok manastır kurulmuştur. Çar I. İvan Asen ve II. İvan Asen dönemlerinde (12-13.yy) manastır kültürü zirveye ulaşmıştır. Hatta Sliven civarında o kadar çok manastır kurulmuştur ki oradaki tepelerden bir tanesine ―Küçük Kutsal Ormanı‖ ismi verilmiştir. Burada eski manastırlardan Baçkov, Kilifor, Troyan, Dryanov, Veliko Tırnovo‘da ―Sv. Troica‖ manastırlarının isimlerini zikretmemiz yerinde olacaktır.

Türkiye‘de yapılan Dinler Tarihi çalışmalarından ele alınmamış bir konu olan ―Bulgar Ortodoks Kilisesi‘ne Bağlı Önemli Manastırlar‖ çalışması hakkında kullandığımız kaynaklar Bulgarca ve Rusça kaynaklardır. Bu konu hakkında sunduğumuz bu bilgiler, Türkiye‘de belirli bir boşluğu dolduracağını ve Dinler Tarihi çalışmalarına bir katkı olacağına ümit ediyoruz.

Kaynakların temini için Sofya‘da bulunan ―Sofya Milli‖ Kütüphanesi‘nden ve ―Sveti Kliment Ohridski‖ Üniversite Kütüphanesi‘nden yararlandık.

Çalışmamız bir giriş, üç bölüm ve iki ekten meydana gelmektedir. Giriş bölümünde Bulgaristan‘ın kuruluşu, topraklarının uzandığı sınırlar, geçirdiği târihî serüven, Bizans ve Osmanlı hâkimiyetlerindeki durumu, Bulgar Ortodoks Kilisesinin tarihçesi, Bulgaristan‘da manastırların oluşumu ve son olarak da günümüzdeki hâli ile ilgili genel bilgiler yer almaktadır.

Birinci bölümde, manastıra adını veren kurucusu Aziz İvan Rilski‘nin hayatı, keşişliği kabul edişi, vefatı, ondan kalan kutsal emânetlerin durumu, Azizin Bulgar halkı için önemi, Rila manastırının kuruluşu, gelişmesi, Osmanlı dönemindeki ve bugünkü durumu hakkında bilgi verilmeye çalışılmaktadır.

İkinci bölümde ise Grigoryi Pakuryan‘ın hayatı, Baçkov manastırının kuruluşu, Grigoryi‘nin yazdığı manastır tüzüğü, Farklı asırlarda Baçkov manastırının durumu ve son olarak da günümüzdeki durumundan bahsedilmektedir.

(4)

4

Çalışmamızın son bölümünü teşkil eden üçüncü bölümde de Troyan manastırının mahal durumu, geçmişten günümüze manastırın tarihçesi ve manastırda gelişen kültürel ve devrimci faaliyetler hakkında bilgi verilmektedir.

Ek kısmında ise merak edenler için Alfabetik sırasına göre Bulgar Ortodoks Kilisesi‘nin manastır isimleri sıralanmış ve bazı manastırların resimleri örnek olarak gösterilmektedir.

Bu çalışma boyunca bana yol gösteren, yardımlarını esirgemeyerek destek olan çok kıymetli danışman hocam Prof. Dr. Hidayet IŞIK‘a teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Aynı zamanda çalışmamın sıkıntılı dönemlerinde desteğini esirgemeyen değerli eşim Nurcihan EMİN‘e şükranlarımı sunuyorum. Bulgarca kaynaklara ulaşma konusunda bana yardımcı olan değerli arkadaşım Salih SALİH‘e de ayrıca teşekkür ederim.

Sabit Salihov TOPCHİYSKİ Konya 2011

(5)

5 ÖZET

Yazar : Sabit Salihov TOPCHİYSKİ Üniversite : Selçuk Üniversitesi

Anabilim Dalı : Felsefe ve Din Bilimleri Bilim Dalı : Dinler Tarihi

Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi Sayfa Sayısı : x + 138

Mezuniyet Tarihi : / / 2011

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Hidayet IŞIK

BULGAR ORTODOKS KĠLĠSESĠNE BAĞLI ÖNEMLĠ MANASTIRLAR Hıristiyan âleminde manastırların özel bir yeri ve anlamı vardır. Günümüzde de manastırlar, Hıristiyanlığın en önemli kurumları arasındadır. Manastır hayatı, Hz. İsa ya da onun ilk izleyicileri olan Havariler tarafından vaz edilmiş değildir. İncil‘in Yeni Ahit denilen bölümünde de Hıristiyanlardan manastır kurmaları istenmemiştir.

Manastır kavramı ve kurumu 3. yüzyılın sonunda ve 4. yüzyılın başında Hıristiyanlık‘a girmiştir. Daha önceki Hıristiyanlar manastır nedir bilmiyorlardı. Manastır kurucularının ilki Aziz Antonios (251-356) adlı bir Hıristiyan‘dır. Bu şahıs Mısır‘ın Nil deltasındaki Keranis şehri yakınlarında ilk manastırı kurmuştur.

Hıristiyanlık‘ta manastırların oluşumu bölgelere göre farklılıklar arz etmiştir. İlk manastır yaşantıları, Mısır‘da görülmüş daha sonra bu manastır kültürü Anadolu‘ya, Anadolu‘dan Balkanlar‘a, Balkanlar‘dan ise Avrupa‘ya hızla yayılmıştır.

Bulgaristan‘da manastırların oluşumu, Bulgarların Hıristiyanlaştırılmasından hemen sonra tezâhür etmeye başlamıştır. Hıristiyanlaştırma hareketi Bulgar hükümdarı Çar Boris döneminde, 864 yılında gerçekleştirilmiştir. IX. yüzyılın başında Çar Boris tarafından devletin sınırlarını belirleyen yedi şehirde manastır kurulmuştur.

Bulgarlar, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edilişinden itibaren günümüze kadar yüzlerce manastır kurmuştur. Fakat çeşitli nedenlerden dolayı bu manastırların bir çoğu yok olmuştur. Günümüzde Bulgar Ortodoks Kilisesi‘ne bağlı yüzelli üzerinde faaliyet gösteren manastır bulunmaktadır.

(6)

6

ABSTRACT

MAJOR PRIORIES WHICH ARE AFFILIATED WITH BULGARIAN ORHODOX CHURCH

In the Christendom, priories carried a lot of weight and meaning with people. In addition, they have important place in Christian society nowadays. Neither priory life was not preached by Jesus and his apostles nor was not written in the New Testament of the Bible.

Priory concept was acquired by Christianity at the end of the third and at the beginning of the fourth centuries. Before these centuries, Christians did not know anything about priories; Saint Antonius (251-356) was the founder of first priory in a city called Keranis in the Nile river delta.

In Christianity, priory creation had some differences in accordance with regions; fist priory living modes were seen in the Egypt, this culture spread over Anatolia. From Anatolia, it came fast to Europe by way of Balkan.

The creation of the priories in the Bulgaria began right after the evangelization of this region. The evangelization movement of Bulgaria was implemented in the era of Czar Boris in 864 and at the beginning of IX. Century, several priories were founded in the seven border cities.

Since the acceptance of Christianity as official religion, many priories were founded in this region. However most of the have vanished from many reasons. Nowadays in Bulgaria, there are more than one hundred and fifty priories which are affiliated with the Bulgarian Orthodox Church…

(7)

7

KISALTMALAR

a.e. Aynı eser a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale a.g.md. Adı geçen madde a.g.y. Adı geçen yer ak. Aktaran bkz. Bakınız c. Cilt çev. Çeviren der. Derleyen

D.İ.A. Diyanet İslam Asiklopedisi dip. Dipnot Hz. Hazreti M.Ö. Milattan Önce M.S. Milattan Sonra s. Sayfa ö. Ölümü y.y. Yüzyıl

(8)

8 GĠRĠġ

A. BULGARLAR’IN GENEL TARĠHĠ 1. Büyük Bulgar Devletinin KuruluĢu

Bulgarları Avar hâkimiyetinden kurtaran Kurt (Kubrat) Han, 635 yılında ilk bağımsız Büyük Bulgar Devleti‘ni kurmuştur. Bu devletin sınırları Dineper‘den Kafkaslara kadar uzanmaktaydı. Ancak Bulgar devleti çok uzun yaşamamıştır. Kurt Han‘ın 665 yılında ölümü üzerine beş oğlu arasında çıkan iktidar mücâdelesi ve Hazarların baskısı sonucu Büyük Bulgar Devleti parçalanmış ve ülkeden göçler başlamıştır.1

Kurt‘un oğullarından Batbayan, On-Ogurların başında Hazarlara bağlı kalarak Don ile Kuban nehri arasında, Kafkasya‘daki yurtta kalmıştır. Kurt‘un ikinci oğlu Kotrak (Votrak), VII. yüzyılın ikinci yarısında Otuz-Ogurların başında kuzeye giderek, 1236 yılında Moğollar tarafından yıkılacak olan İtil (Volga) Bulgar Devleti‘ni kurmuştur. Oğullarından dördüncüsü Patomiya Macaristan‘a, beşincisi Ançeka kuzey İtalya topraklarına maiyetindeki Ogur boylarıyla yerleşmiştir.2

2. Slav-Bulgar Devletinin KuruluĢu

Üçüncü oğul Esperüh (Asparuh) (679-702) ise, 681 yılında, Güney Slavlarla Orta Asya kökenli Protobulgarları Balkan Yarımadası‘nın yerli unsuru Traklar ile birleştirerek Avrupa‘nın en eskileri arasında yer alan Slav-Bulgar Devleti‘ni kurmuştur. Protobulgarların hanı Asparuh (İsperih) önderliğinde oluşturulan bu devletin ilk başlardaki sınırları kuzeyde Karpatlar, güneyde Koca Balkan Dağları, doğuda Karadeniz, kuzeydoğuda Dinyester ve batıda Tisa nehirleri kıyılarına kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktaydı. Önceki devirlerde İskitler ve Hunların

1 Mithat Aydın, Tuna Bulgarları Tarihine Genel Bir Bakış, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Dergisi, 2002, Sayı: 11, s. 117.

2 Türker Acaroğlu, ―Bulgaristan Türklerinin Dünü–Bugünü-Yarını‖, X.Türk Tarih Kongresi, Ankara

1993, IV, 1488. İtalya‘ya göç eden, Panoniya Bulgarları da denilen bu Ogur boyları yabancı halklar arasında eriyerek dillerini kaybetmişler ve asıllarını unutmuşlardır.

(9)

9

akın ettikleri bu sahaya (şimdiki Deliorman ve Dobruca), o çağlarda ―Küçük İskitya‖ denirdi.3

Bizans imparatoru IV. Konstantin Pagonatus‘un Tuna‘nın güneyine sarkmalarını önleyemediği Bulgarlar, 681‘de yaptıkları bir antlaşma ile de Bizans‘ı vergi verir konuma düşürmüşlerdir. Aynı zamanda bu antlaşma yeni Bulgar Devleti‘nin Bizans tarafından fîlen tanınması anlamına gelmiştir.4

681 yılında Esperüh‘ün temellerini attığı Tuna Bulgar Devleti bir süre sonra Balkanlar‘da ve Orta Avrupa‘da çok önemli bir varlık haline gelmeye başlamıştır. O tarihte Bulgar Türk Devleti‘nin sahası, Baserabya ve Dobruca‘dan başka bütün kuzey Bulgaristan‘a, doğuda Karadeniz‘e, güneyde Balkan dağlarının geçitlerine ve batıda İsker Nehri‘ne kadar uzanırdı. Devletin kuzeydoğu sınırının kesin olmamasına rağmen, açık olarak bilinen şey Tuna ötesi bölgelerin devletin sınırları içinde kalıyor olmasıdır.5

Esperüh‘ün ölümünden sonra yerine geçen Tervel zamanında (701-718) Tuna Bulgar Devleti‘nin dış politikasında Bizans ile ilişkiler ön plana çıkmıştır. Bu dönemde Bulgar hanı Tervel, Bizans‘ın içişlerine açık bir şekilde müdahale ederken, Bizans imparatoru II. Justinianos ise iç karışıklıklar ve dış tehditler karşısında sürekli olarak Bulgarların desteğini aramıştır. Hatta bu desteği sürekli hale getirmek için kız kardeşini Tervel ile evlendirmiş ve onunla bir antlaşma yapmıştır.6

Tervel Han‘ın ölümünden (718) sonra birbirini takip eden Bulgar hanları zamanında Bulgarlar, çoğu zaman iç karışıklıklar ve Bizans saldırıları ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum aşağı yukarı VIII. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir.

Bulgarları bu kötü durumdan kurtaran ve ülkeye birlik ve düzeni getiren kişi Kardam Han (777-804) olmuştur. Hatta o, 791 ve 792‘de Bizans İmparatoru VI. Konstantinos‘u yenilgiye uğratarak Bizans İmparatorluğu‘ndan eskiden alınan vergiyi

3

Bulgar Devleti‘nin kuruluşuyla ilgili, bkz. Petır Mutafçiev, Vera Mutafçieva, „„İstoriya na bılgarskiya

narod‟‟, Sofya, 1995; Vasil Zlatarski, „„İstoriya na bılgarskata dırjava prez srednite vekove‟‟, Sofya,

1918.

4 Dimitır Kosev, H. Hristov, D. Angelov, , Kratka İstoria na Bılgaria, Sofya 1963, s. 26. 5Dimitır Kosev, H. Hristov, D. Angelov, , Kratka İstoria na Bılgaria, s. 26.

6

(10)

10

yeniden vermesini istemiştir. Bu isteğinin yerine getirilmemesi durumunda ise bütün Trakya‘yı tahrip edeceği tehdidinde bulunmuştur.7

3. Bulgarlar’ın Hıristiyanlığın Ortodoks Mezhebinin Kabulü

Tuna Bulgar Türkleri için bir dönüm noktası olarak kabul edilen devir, Pressian‘dan sonra Bulgar tahtına oturan çar8

I. Boris (852-889) zamanıdır. I. Boris (Mihail)‘in özellikle politik nedenlerle Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini resmen kabul etmesiyle Bulgarların tamamıyla Slavlaşması ve Bizans kültür dairesine girmesi süreci başlamıştır. Slavca resmi dil haline gelmiş ve üst düzey yönetici Bulgar sınıf arasında gittikçe yayılmıştır. I. Boris‘ten sonra Türkçe isimler ve ünvanlar bile atılmıştır.9

Yine bu yıllarda Kiril ile Metodyi kardeşler kilisenin gereksinimlerini karşılamak için Slav-Bulgar alfabesini oluşturarak (855), Bulgar kültür tarihinde yeni bir sayfanın açılmasını sağlamışlardır. Bununla beraber zamanla bir Slav edebiyatı teşekkül etmiştir. Slavların devlet yönetiminde eşit olarak söz sahibi olması ve Bulgarlarla yerli Slav halk arasındaki evlilik ilişkilerinin artması, Bulgar devletinin Slavlaşmasını hızlandırmıştır. Bir süre sonra Bulgaristan, Slav kültürünün ilk büyük merkezi olmuş ve Bulgarlar bir asır sonra Slavca konuşan bir millet haline gelmiştir.10 Bugün bile Bulgarlar, I. Borisi‘i Bulgar ulusunun gerçek kurucusu olarak görmektedirler.

Boris‘in Hıristiyanlığı kabulü ve Bizans‘tan gelen papazların Bulgar halkını yoğun bir şekilde Hıristiyanlığa sokmaya başlamaları üzerine pek çok Bulgar boyarı (ülke ileri gelenleri), Boris‘in tavrını ihânet ve ―büyük bedel ödeyen‖ Bulgar devletinin, can düşmanı olan Bizans İmparatorluğu‘na boyun eğmesi olarak düşünmüştür. Bu nedenle Bulgar boyarları Boris‘e karşı genel bir ayaklanma

7Géza Fehér, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara 1984, s. 52. 8

Çar – Bulgar ve Rus hükümdarlarına verilen bir unvandır. Latince kökenli ‗caesar‘ sözcüğünden türetilmiş olup, ‗hükümdar‘ anlamını taşır. Bkz. Sovetskiy entsiklopediçeskiy slovar, s. 1459, Moskova, 1985.

9

Mithat Aydın, Tuna Bulgarları Tarihine Genel Bir Bakış, s. 121.

10

(11)

11

başlatmışlardır. Fakat Boris bu ayaklanmayı demir yumruğu ile ezmiş ve elli iki boyarı aileleri ile birlikte (acımasızca) idam ettirmiştir.11

Öte taraftan Boris, Bizans‘ın Bulgaristan‘da nüfuz edinmesinden de endişe etmiştir. Bu nedenle bir taraftan Bizans‘a karşı Frank kralı Germen Louis ile bir ittifak oluştururken, diğer taraftan Papa ile Bizans imparatoru arasındaki rekabetten yararlanıp Bizans‘a Bulgar kilisesinin bağımsızlığını tanıtmak istemiştir. Sonuçta Bizans‘ın ağır basmasıyla 870‘de İstanbul‘daki kiliseler toplantısında, Ortodoks Patrikliği‘ne bağlı bir Bulgar piskoposluğunun ihdâs edilmesi ve başına bir piskoposun getirilmesi kararlaştırılmıştır.12

Hıristiyanlık, I. Boris‘in oğlu I. Simeon zamanında (893-927) Bulgaristan‘da kesin olarak yerleşmiştir. Buna paralel olarak Bulgar devletinin Slavlaşma süreci tamamlanmıştır. Ülkede Slav-Bulgar edebiyatı oldukça gelişerek diğer Slav milletleri arasında yayılmış ve bütün Slav memleketlerinde önemli bir kültürel etki yapmıştır.13

Simeon‘un güçlü yönetiminden sonra krize giren Bulgar Devleti kendini toparlayamamış ve çar Samuil‘in (976–1014) çırpınışlarına rağmen, daha sonra Bulgaroktonos (Bulgarkıran) takma adıyla tarihe geçecek II. Basileios (963–1025) döneminde Bizans egemenliğine (1018) girmekten kurtulamamıştır. II. Basileios‘un tutsak edilen 15 bin Bulgar askerinin gözlerinin oyulmasını emretmesi14

, Bulgar toplumu üzerinde, yüzyıllar geçmesine rağmen silinemeyecek derin bir travmaya neden olmuştur. Böylece Birinci Bulgar Devleti‘nin sonu gelmiştir.

Bizans egemenliği yaklaşık 170 yıl kadar sürmüş ve 1186‘da Tırnovalı boyar kardeşler Asen ile Petır yönetimindeki ayaklanma sonucunda, Bulgarlar bağımsızlıklarına kavuşarak İkinci Bulgar Devleti‘nin tarihini başlatmışlardır. İkinci Bulgar Çarlığı, 200 yıl kadar bağımsız olarak yaşamıştır. Fakat sonra, daha büyük ve kalıcı bir gücün etkisi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu güç, Osmanlı Devletidir. Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasındaki ilk ilişkiler, XIV. yüzyılda Osmanlı‘nın Rumeli‘ye

11

Vasil Vasiliev, Bılgaria prez 13 vek, Sofya 1979, s. 29.

12Dimitır Kosev, H. Hristov, D. Angelov, , Kratka İstoria na Bılgaria, s. 38. 13Türk Ansiklopedisi, “Bulgaristan‖ , Maarif Basımevi, Ankara 1956, VIII, 390.

14Dimitır Kosev, H. Hristov, D. Angelov, , Kratka İstoria na Bılgaria, s. 60; Vasil Vasiliev, Bılgaria

(12)

12

geçip, Edirne ve Filibe‘yi alması üzerine başlamıştır. Edirne ve Filibe‘nin alınması üzerine bu bölgelerle sınırı olan Bulgarlar‘la temasa geçilmiştir. Bulgar Çarı İvan Aleksander‘in ölümü üzerine Bulgaristan parçalanmış ve fethi de kolaylaşmıştır.15

Bulgaristan, Osmanlı Devletine bir eyalet olarak katılmıştır. Anadolu‘dan çeşitli sebeplerden dolayı gelen Türkler, burada yeni şehirler kurmuşlar, bunun yanı sıra mevcut şehirlerin bazılarını da Türkleştirmişlerdir. Bu bölgelerde yaşayan Bulgar halktan İslâmiyet‘i kabul edenler dahi olmuştur. Bulgarlara hoşgörüyle davranılmış, din ve mezhep işleri bakımından ise Fener-Rum patrikhanesine bağlanmıştır. Türk idâresi, Bulgaristan‘da, anarşiye, keyfi yönetime son vermiştir. Ayrıca buralarda kânunnâmeler uygulanmıştır. Bulgaristan‘daki idârenin âdil ve ileri düzeyde olmasına rağmen zamanla kânunnâmelere yapılan saygısızlık yüzünden, burada uygulanan toprak rejimi başka bir hal almıştır. Bulgaristan‘daki topraklar çoğunlukla Müslüman ve Hıristiyanların tasarrufuna girmiştir.16

Nitekim Osmanlı Devleti, her ne olursa olsun, idâresinde yaşayan Bulgarlara ve diğer azınlıklara geniş imtiyazlar vermiş, tüccarlarına haklar tanımış, Bulgaristan‘ın sadece zirâî olarak değil, ticâri olarak da, her açıdan gelişmesini sağlamıştır. Bu şekilde Bulgarlar 500 yıl, XIX. y.y.‘a kadar Osmanlı hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Nitekim yaşadıkları barış ortamı içerisinde benliklerinden hiçbir şey kaybetmeden varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Osmanlı Devleti için XIX. yy. hâkimiyeti altında bulunan Hıristiyan milletlerin, ya bağımsızlıklarını elde etmek ya da yarı müstakil bir hale gelmek sûretiyle devlet idâresinden ayrıldıkları dönemdir. Yunanlar, Sırplar, Romenler, Karadağlılar ve Bulgarlardan meydana gelen bu milletleri istiklal mücadelesine sevk eden birinci sebep, kendi millî uyanışları olmuş ise, ikincisi de Ortodoks mezhebine mensup milletlerin haklarının korunması ile başlayıp, daha sonra bütün Slavların himâyesini gaye edinen, Rusya‘nın Panslavizm siyâseti olmuştur.17

Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusyası'nın da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmiş,

15

Yusuf Halaçoğlu,―Bulgaristan -Osmanlı Dönemi‖, DİA, İst. 1992, VI, 396.

16Geniş bilgi için bkz. Yanco Yanev, Rilski Manastir Prez Vekovete, Veliko Tırnovo 2000, s. 45-50. 17Geniş bilgi için bkz. Yusuf Halaçoğlu,“Bulgaristan- Osmanlı Dönemi”, DİA, VI, 397-398.

(13)

13

93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır.18

4. Günümüz Bulgar Devletinin Durumu

II. Dünya Savaşı‘ndan bu yana Bulgaristan‘dan ülke dışına nüfus göçleri olmuş, Yahudi nüfusun büyük bölümü İsrail‘e, Ermenilerin önemli bir bölümü Ermenistan‘a, Türklerin de mühim bir kısmı değişik zamanlarda Türkiye‘ye göç etmişlerdir. Bulgar yönetiminin ülkedeki azınlıkları Bulgarlaştırma ve bir saf Slav-Bulgar milleti meydana getirme politikasını uygulamaya koyması ile 1972 yılında Pomaklar‘ın ve 1980‘de Çingeneler‘in Müslüman isimlerinin devlet zoruyla Slav-Bulgar isimleriyle değiştirilmesinden sonra, 1984 yılında sıra Türklerin isimlerine gelmiştir. Bir yıl içerisinde Müslüman isimlerin Slav-Bulgar isimleriyle değiştirilmesi ülkede büyük huzursuzluklara ve karışıklıklara sebep olmuş ve 1989 yılında Bulgar yönetiminin zorunlu pasaport vererek ülkeden çıkardığı 340.000 Türk, Türkiye‘ye göç etmiştir. 1989 yılı sonlarına doğru Bulgar yönetiminin iktidardan düşmesi ve ülkede çok partili demokratik bir rejimin kurulmasıyla 1990 yılında Müslümanlara kendi milli-dini isimlerini taşıma hürriyeti verilmiştir.19

Günümüzdeki Bulgaristan devletinin durumuna gelince, ülke, Güneydoğu Avrupa'da, Balkan Yarımadası'nda bulunmaktadır. Batıda Sırbistan ve Makedonya Cumhuriyeti, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan ve Türkiye ile çevrilidir. Yüzölçümü 110.912 kilometrekare, başkenti Sofya, resmi dili Bulgarca, para birimi ise Lev‘dir. Bulgaristan devleti 1 Ocak 2007 yılında Avrupa Birliği'ne katılmıştır.

1 Mart 2001 tarihli nüfus sayımında Bulgaristan'ın toplam nüfusu (7.928.901) olup, Ortodoks: 6.552.751, Katolik: 43.811, Protestan: 42.308, Müslüman: 966.978, Diğerleri: 14.937 olarak kaydedilmiştir.20

Ancak Bulgaristan‘da sayısı 1.5 milyon olarak tahmin edilen ve genel nüfusun yaklaşık % 13.5-14‘ünü oluşturan bir Müslüman nüfusu yaşamaktadır.

18

http://tr.wikipedia.org/wiki/Bulgaristan 02.04.2009, 13:02

19Geniş bilgi için bkz. Nazif Kuyucuklu , “Bulgaristan- Nüfüs ve Etnik Durum‖, DİA, VI, 392-393. 20

(14)

14

B. BULGAR ORTODOKS KĠLĠSESĠNĠN TARĠHÇESĠ 1. Bağımsız Bulgar Patriklik Çabaları

1.1 Doğu Kilisesinin Tavrı

Hıristiyanlaşma Bulgaristan için sadece kültürel gelişme bakımından büyük bir ilerleme anlamına gelmekle kalmamış, genç devletin Slavlaşmasını ve bununla etnik bakımdan Slav ve Eski Bulgar unsurlarının kaynaşmasını da sağlamıştır.21

Gerçekte, Bulgarların Hıristiyanlığı kabul etmeleri hem dini hem siyasi açıdan önem arz etmiştir. Artık Bulgarlar‘ın etrafı Hıristiyan ülkeleri ile çevrilidir.22

Ülkenin Hıristiyanlaşması ve Slavlaşması aleyhine ayaklanan eski Bulgar asalet sınıfının muhalefetini Boris (Mihail) bastırarak Boyar‘lardan 52‘sinin boynunu vurdurmuştur. Ancak Bulgar devletinin kültürel yükselmesi ve içindeki unsurların birbirleriyle kaynaşması bakımından Hıristiyanlaştırmanın sağladığı avantaj ne kadar büyük olursa olsun, Hıristiyanlığı yeni kabul etmiş olan hükümdar kısa zamanda hayal sukutuna uğramıştır.23

Bizans-devletinin maksadı Bulgar kilisesini bir Grek piskoposunun idaresinde İstanbul patrikliğine bağlamak idi. Bulgaristan‘ın Hıristiyanlığı Bizans vasıtasıyla kabul etmesi, Bizans‘ın kilise ve iç politikasına bağlı olması demekti. Bu politika ise Bulgar devletinin çıkarlarına karşı idi. Bizans için Bulgaristan‘ın Hıristiyan dinini benimsemesi sadece dini kalıba bürünmesi anlamına gelmemektedir. Bundan daha önemlisi, siyasi egemenliktir. Bu da ancak Bulgar yöneticinin Hıristiyanlığı kabul ederek ―yöneticiler ailesine‖ girerek gerçekleşir. Bu ailenin başı Bizans imparatordur.24

Bizans geleneklerine göre Bulgar yöneticisi vaftiz gücüyle Bizans İmparatorunun sadece, kendisi tarafından Hıristiyanlaştırılan ve Hıristiyan ismi verilen ―dini oğlu‖ değil, aynı zamanda kilise ve siyasi yöneticiler ailesinin ―dini

21

Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), Ankara 1999, s. 215.

22 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, İstanbul 1984, s. 40.

23Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, Selçuk Üniversitesi Sоsyal Bilimler Enstitüsü,

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2009, s. 24.

24

Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 215.

* Patrik: Kelime olarak “kabile reisi”, “aile başkanı‖ gibi anlamlara gelir. Ortodoks Kiliselerde en

yüksek dini makam olan “Patriklik‖ makamının sahibidir ve Patriklik seviyesindeki kiliselerin de başıdır. Patrikler, piskopos rütbesindeki ruhaniler arasından seçilirler. (Salih İnci, Dinler Tarihi

(15)

15

Oğlu‖dur. O Zamanki İstanbul (Tsarigrad) Patriği* Fotiy‘e göre, bir milletin veya barbar kavmin Hıristiyanlaştırılması, Bizans‘a karşı itaatsizliğin ve düşmanlığın bertaraf edilmesinin en güçlü metodudur.25

Vaftizden sonra Boris, Patrik Fotiy‘den bir Başpiskopos, piskoposlar ve bir dinî hiyerarşi istemiş, ancak Patrik Fotiy, belki Bulgarların Hıristiyan kültüründen yoksun olduklarına inandığından veya durumu kavrayamadığından bu istekleri ciddiye almayarak Boris'e ancak birkaç misyoner ve iltifatkâr bir mektup yollamakla yetinmiştir.26

Boris – Mihail‘in isteğiyle 864'de Bulgaristan'a gelen Yunan Papazları, halkı vaftiz etmeye başlamışlar. Boris, putperestliğe bağlı kalmak isteyenleri demir elle yok ederken, Bizans'a Bulgar kilisesinin istiklalini tanıtmaya gayret edip bunun iyi karşılanmadığını görünce 866'da Papa‘ya müracaat etmiştir.27

Bizans Devletinin maksadı Bulgar kilisesini bir Grek piskoposunun idaresin-de İstanbul patrikliğine bağlamak olmasına rağmen, Boris‘in heidaresin-defi genç kilisesinin bir Bulgar patriği idaresinde tam bir bağımsızlık elde etmesiydi. İsteklerine uyulmayınca Bizans'a sırt çevirerek Roma'ya dönmüştür.28

1.2 Batı Kilisesinin Tavrı

Bulgaristan‘ın tamamen Hıristiyanlaştırılması ve Bulgaristan‘da Hıristiyan kilisesinin kurulması için tek yol Alman Krallığıyla siyasi ittifakın yenilenmesi ve Roma Kilisesiyle ilişki kurulmasıydı. Bu yüzden 29 ağustos 866 yılında Roma‘ya Bulgar elçileri gelmişlerdir. Boris‘in akrabası Petır ve Bolyarları Yoan ve Martin‘dir.29

Papa I. Nikolay Bulgar elçilerini ağırlayarak Knyaz‘ın yönelttiği soruların cevaplarını hazırlamaya yönelmiştir. Ancak o zaman Bulgarların resmi dili Yunanca olduğundan, sorular da Yunanca yazılmıştır. Dolayısıyla soruların ilk önce Latinceye çevrilmesi gerekmiştir. Bu görevi ―Santa Maria Trastevere‖ manastırın rahibi

25

Dimitır Angelov ve diğerleri, İstoria na Bılgaria (Bulgaristan Tarihi), Bılgarska Akademi ana Naukite yayınevi, Sofya 1981, II, 219.

26 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s. 40.

27 Ceza Feher, Bulgar Türkler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1984, s. 56. 28

Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), s. 215.

(16)

16

Anastasiy üstlenmiştir. Papanın direktiflerine göre rahip, Papa I. Nikolay‘ın cevaplarını hazırlamıştır. 115 soruya 106 cevap verilmiştir. Bu sorular, Bulgaristan‘da Hıristiyanlaştırma sürecinde yaşanan kargaşayı, Bulgar yöneticisinin karşılaştığı zorlukları, devletteki sosyal ve siyasi ilişkileri, idari ve askeri yapıyı yansıtmaktadır. Bulgarların sorularında Hıristiyan dogmalarına sızma ve onları benimseme gibi gayretler bulunmamaktadır, daha fazla Hıristiyan merasimlerin yapıları ve kaidelerini içermektedir. Bulgarlar, Hıristiyan dinini daha çok içerik olarak değil de, şekil olarak kabul etmektedirler.30

866 yılının Kasım ayının sonunda Papa‘nın Bulgaristan‘a gönderdiği elçiler, Boris tarafından sevinçle karşılanmıştır. Roma elçileri, Papa‘nın kendilerine verdiği öğütleri göz önünde bulundurarak misyonlarına başlamışlardır. Onlar bütün Bulgaristan‘ı dolaşarak Hıristiyanlığı yaymışlar, Bizans dini anlayışına göre yapılan bazı merasimlere karşı çıkmışlar, yeni Hıristiyanlığı kabul edenleri yeniden Hıristiyanlaştırmışlar ve yeni yapılan mabetleri kutsamışlardır.31

Boris Piskopos Formoza'ya her türlü yetkiyi vererek millî-dinî hiyerarşiyi kurmasını istemiş. Bunun üzerine Bulgaristan'daki Alman ve Grek misyonerler ülkelerine dönmüştür. Formoza, Bulgar ülkesini Hıristiyanlaştırmayı başarmıştır. Bunun üzerine, Boris, Papa I. Nicolay'dan, Formozayı başpiskopos atamasını istemiştir. Ancak Papa bu öneriyi kabul etmeyerek Formoza'yı 13 Kasım 867'de geri çağırmıştır. Formoza ayrılınca Boris diakonos Martin'i başpiskoposluğa önermiş ise de kabul edilmemiştir.32

Papa, yeni misyonun başına Dominik Trivenski ve Grimuald Polimartiyski‘yi getirmiştir. Knyaz Boris‘e Bulgar kilisesinin başına bu iki Piskopos ve Pavel Populonski arasında seçim hakkı verilmiştir. Bulgarlarla ilişkisinde papa I. Nikolay‘ın Formoza‘yı Bulgar kilisesinin başpiskoposu olarak tayin etmemesi Batı Kilisesi adına olumsuzlukla sonuçlanmıştır.33

30Dimitır Angelov ve diğerleri, İstoria na Bılgaria (Bulgaristan Tarihi), s. 220. 31Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 27.

32Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s. 40. 33

(17)

17

Boris, Papa‘ya yeni bir mektup göndermiştir. Ancak bu sefer mektupta Boris‘in tavrı sert olmuş ve kesinikle başpiskoposun ya Marin ya da Formoza‘nın olmasını dile getirmiştir. Papa II. Adrian, Bulgar devletinin Roma kilesesinin hâkimiyetinden çıkma yolunda olduğunu anladığı için, mektubun cevabında Bulgar hükümdarının önerdiği başpiskopos adayını onaylayacağını açıklamıştır.34

1.3 Sekizinci Ġstanbul Konsili ve Bulgar Kilisesinin Durumu

5 Ekim 869 yılında İstanbul‘da sekizinci konsil toplantısı başlayıp 28 şubat 870 yılında sona ermiştir. Sekizinci genel konsil olacak olan bu konsilin ilk oturumu sadece on iki Piskopos tarafından takip edilmiş (5 Ekim 869) ve son oturumda ise (28 Şubat 870) yüz iki Piskopos hazır bulunmuştu.35

Bu toplantıya Roma kilisesine bağlı Kudüs, İskenderiye ve Antakya kilise temsilcileri de katılmıştır. Ayrıca bu toplantıya Bulgar elçileri Stazis, Sondoke, İliya, Presiyan ve Aleksiy Hunol da katılmıştır.36

4 mart 870 yılında imparator I. Vasilius sarayına bütün Hıristiyan kiliselerin elçilerini davet etmiştir. Toplantıya Bulgar elçileri de katılmıştır. Onların başında ise Boris‘in akrabası, Roma‘dan yeni gelen Petır vardır. Petır konuşmasında şunu söylemiştir: ― Bugüne kadar putperest idik ve kısa bir süre önce Hıristiyanlık diniyle şereflendik. Ancak bilmek istediğimiz bir şey vardır, bizim hangi kiliseye tabi olmamız gerekir?‖ Petır bu konuşmasıyla toplantıda Bulgar kilisesinin konumunu tartışmaya açmış ve problemin çözümünü istemiştir.37

Papanın elçileri bunun bir oyun olduğunu hissederek Bulgar kilisesi sorununun bu toplantıda tartışılmasını ve problemin çözülmesini engellemek istemişlerdir. Çünkü bu problem, toplantıda konuşulacak ve tartışılacak hususlar arasında yer almamaktadır. Ayrıca onlara Papalık tarafından da böyle bir vazife verilmemiştir.38

Ancak daha sonra Roma temsilcilerinin ve üç Doğu Kilisesi Patriğinin huzurunda Roma delegelerinin bütün itirazlarına rağmen, Bulgar kilisesinin Konstantiniye Kilisesine bağlanması kararlaştırılmıştır. Gerekçe olarak da Bulgar

34 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 29.

35 Mehmet Aydın, Hıristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, s. 25. 36 Dimitır Angelov ve diğerleri, İstoria na Bılgaria, s. 225.

37 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 27. 38

(18)

18

istilâsından önce Bulgaristan topraklarının Bizans'a ait olduğu ve Bulgarlardan önce bu topraklarda Grek din adamlarının bulunduğu ileri sürüldü.39

Konsil toplantısı sona erdiğinde, Bulgar elçilerine Yunanca‘ya yazılmış bir mektup verilmiştir. Bu mektupta Bulgarların İstanbul Kilisesine tabi olmaları ve uymaları gerektiği yazılı idi.40

Bunun üzerine Boris, Latin Ruhban sınıfını Bulgar topraklarından kovmuştur. Onların yerine Başpiskopos Yosif ve on iki Grek Piskoposu ile Patrik İğnatios adına resmen Bulgar Kilisesinin yönetimini ele almıştır.41

Boris, Papa III. Adrian‘a bir mektup göndererek Bulgarların İstanbul Kilisesinin nüfuzuna geçmelerini kendisinin istemediğini, ancak İstanbul konsilinde alınan kararın böyle olduğunu açıklamıştır.42

1.4 Boris Yönetiminin Son Dönemi ve Bulgar Kilisesinin Özerkliği

Uzun müddet ağır tacı taşıdığından dolayı Boris yorulmuş, kendi isteği üzerine 888 yılında tahttan çekilmiş ve idareyi oğlu Vladimir'e (888-893) bırakarak bir manastıra kapanmıştır. 43

Vladimir, babasının izlediği politikayı bırakarak Frank Kralıyla tekrar anlaşma yoluna gitmiştir. Boris'in Hıristiyanlaşma politikasına karşı olan bir takım boyarlar da Vladimir'in etrafında toplanmışlardır. Bunların amacı Hıristiyanlaşmayı durdurmak ve ataların inancına tekrar dönmekti. Çünkü bu boyarlara göre Hıristiyanlaşma hem ataların dininden uzaklaşma, hem de Bizans'a tabi olmak anlamına geliyordu. Neticede Bulgaristan‘da büyük bir isyan patlak verir. Asiler devletin başkenti Pliska'ya yürüyerek Knez Boris'i öldürmek ve Hıristiyanlaşmaya da son vermek isterler. Ancak kısa sürede Knez Boris, idareyi tekrar ele geçirmiş, isyana son vermiş ve ele başı saydığı elli iki boyan aileleri dâhil kılıçtan geçirtmiştir. Boris, Vladimir'in gözlerine mil çektirerek tahttan

39 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s. 42. 40 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 31. 41 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s. 42. 42 Dimitır Angelov ve diğerleri, İstoria na Bılgaria, s. 227. 43

(19)

19

indirtmiş ve yerine de diğer oğlu Simeon'u (893-927) geçirmiştir.44

Boris, yine manastıra

çekilmiş ve 2 Mayıs 907 senesinde aziz olarak ilan edilmiştir. 45

Simeon, küçük bir çocukken Bizans sarayına gönderilmiş olmasına ve orada Bizans kültürü almasına rağmen hiçbir zaman kendi milliyetini unutmamıştı. 46 Babası oğlunun papaz olmasını istemişti ve Doğu âleminin başkentinde yetişen oğlunun yardımı ile yurdunda Hıristiyan teşkilâtını kurmak ve geliştirmek hedefini gütmüştü.47

Simeon, babasının yolunda ilerlemiş, Edirne ve Konstantiniye'yi birkaç kez ku-şatmış ve 924 yılında İmparator Romanos Lacapenis'i kendisini Çar ve Bulgar Kilisesini de düzelterek Özerk bîr Patrikhane olarak tanımaya zorlamıştır48

Çar Boris'in oğlu Simeon (893—927) saltanatı zamanı Bulgar tarihininin umumiyetle en parlak devrini teşkil eder. Gayet enerjik bir şahıs olan Simeon, Bizans'a karşı bir çok sefer açmış, Balkanlarda tam bir Bulgar hegemonyası kurmuştur.49

Modern tarihçiler onun hükümdarlığını Bulgar edebiyatının altın çağı olarak nitelendirmişlerdir.50

Bunun sebebi de savaş zaferleri değildir, devletinin temellerini sağlamlaştıran kültürel ilerleyiştir. Ayrıca Simeon dönemi Bulgar Kilisesinin de altın çağıydı. O, Çar unvanını aldıktan sonra Bulgaristan‘ın prestiji ve itibarı yükselmiştir. O dönemde Bizans‘ın ideolojisinde devletle din arasında sıkı bir bağlantı vardı: “

Çarlık olan yerde Patrikliğin de olması gerekir”. Bulgar devleti bu ideolojiye

yaslanarak 919 yılında alınan kararlara göre Bulgar Kilisesi bağımsız ilan edilmekle beraber bir Patriklik* olmuştur.51

44

Georgi Markov, Balgarskata İstoria Vkratse (İhtisarlı Bulgar Tarihi), s. 40.

45 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 33. 46 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s. 43. 47

Ceza Feher, Bulgar Türkler, s. 57.

48 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s. 43.

49 İslam Ansiklopedisi (İslam âlemi tarih, coğrafya ve biyografya lügatı), Bulgaristan, Milli Eğitim

Basımevi, İstanbul 1979, II, 798.

50 Georges Castellan (Çev.Ayşegül Yaraman Başbuğu), Balkanların Tarihi,s. 37. 51

(20)

20

1.5 Bulgar Devletinin ve Kilisenin Zayıf DüĢmesi

Simeon, ilk varisi olan oğlu Mihail‘i bilinmeyen sebeplerden dolayı mahrum bırakmış ve tahtına ikinci oğlu Petır‘ı (927-968) oturtmuştur. Simeon'un ölümünden sonra Balkan yarımadasında bütün durum birden değişmiştir. Simeon dönemindeki Bulgaristan‘ın gücünü tadan ve şahit olan bütün kabileler ve devletler (Sırplar, Macarlar, Peçenekler ve diğerleri) Bulgaristan‘a karşı tavır almışlardır. Simeon'un büyük gayreti ve mücadele ruhu oğlu ve halefi Petır için tamamıyla yabancı kavramlar idi. Yönetiminin ilk yıllarında Petır‘ın müsteşarı ve devlet yönetiminde söz sahibi olan dayısı Georgi Sursuvul, Bizans‘la barışçıl ve ılımlı politika yürütülmesi taraftarıydı. Petır ve dayısı Bizans imparatoru Roman Lakapin‘le gizli müzakereler yürütmüşler ve 927 yılında iki devlet arasında 40 yıllık barış anlaşılması yapılmıştır.52

Petır Bizans ile barış anlaşması yapmakta müsaraat göstermiş, Bulgar çarı olarak tanınmış ve imparator Romanos'un torunu, onun oğlu Khristophoros'un kızı Prenses Maria Lakapene ile evlendirilmiştir. Ayrıca Bizans, Bulgar Kilisesi Başpiskoposu Damyan'ı da Patrik olarak tanınmıştır.53

Bulgaristan tamamıyla Bizans'ın büyüsüne kapılmıştır. Hıristiyanlaşma oluşumundan beri süratle ilerlemekte olan Bulgar devletinin kültürel bakımdan Bizanslılaşması en yüksek noktasına ulaşmıştır. Ancak Bulgar ülkesi siyasi olduğu gibi ekonomik bakımdan da, Simeon devrinin bitip tükenme bilmeyen savaşlarıyla yorulmuş, yerlere serilmiştir. Son on yılların süratli kalkınmasını burada bir bunalımlar devresi izlemiştir. Bizzat Bizans'ta da olduğu gibi Bulgaristan'da da kuvvetlice sosyal tezatlar kendini göstermeye başlamıştır. Dünyevi büyük arazi sahipliği müessesesi yanında ruhani büyük arazi mülkiyeti de gittikçe büyümüştür. Çünkü ülkenin Hıristiyanlaştırılmasından beri kilise ve bilhassa manastır tesisleri gerek Bulgaristan'da ve gerekse ona ilhak edilmiş bulunan Makedonya'da bütün hızıyla almış yürümüştür. Resmî kilise tarafından teşvik gören manastır hayatı yanında ise, özellikle buhranlı devrelerde tatmin edilmemiş ruhlar ve gayri memnun düşünceliler için bilhassa büyük

52 Aleksandır Fol ve diğerleri, Kratka İstoria na Balgaria (Bulgaristan‘ın İhtisarlı Tarihi) , s. 65. 53

(21)

21

bir çekici güce sahip bulunan kilise düşmanı tarikat cereyanları parlak bir devre idrak etmektedir.54

Boris ve Simeon zamanında dini, ahlakı ve eğitimi halk arasında yayan Kliment, Konstantin, Yoan Ekzarh gibi gençler görülmektedir. Ancak Petır‘ın zamanında dünya hayatına ve lükse daha fazla önem verilmiştir. Bu yüzden bazıları eğitimden ve sosyal hayattan uzak dağlara ve ormanlara çıkarak inzivaya çekilmişlerdir. Onların en ünlüsü İvan Rilski‘dir.55

2. Bulgar Ortodoks Kilisesinin Osmanlı Döneminde Bağımsızlık Çabaları

2.1 Bulgar Kilisesinin Bağımsızlık Faaliyetleri

Bulgar Kilisesi İstanbul Patrikliğine bağlanması Bulgarlar üzerinde Yunan Kültürü nüfuzunun artmasına sebep olmuştur. Patrikhane Arhiereyleri Aparhiya yönetiminde Yunancayı uygulamışlardır. Ayrıca din adamları yetiştirmek için Yunan okulları açılmış ve bu okullar genç Bulgar neslini cezp etmeye başlamışlardır. Kilise ve okul yoluyla Bulgarlar üzerinde Yunan kültürünün nüfuzu daha da kolay olmuştur. Ticaret adamlarının arasına bile Yunan kültürü nüfuz etmeye başlamıştır. Bazı Bulgarlar, kendilerini Yunan olarak görmeye başlamış, bazıları ise kendi Bulgar Milli şuurunu muhafaza etmiş ve eğitimde, sanatta ve sosyal hayatta aydın Bulgarlar yetiştirmişlerdir.56

Yunan kültürünün Bulgarlar arasına nüfuz etmeye başlaması Bulgar milleti için şüphesiz büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bu tehlikenin ilk farkına varan ve onu bertaraf etmenin yollarını arayan kişi Paisiy Hilendarski‘dir.57

O, Bulgar milletinin Osmanlı egemenliğinden ayrılmasının yollarını arayan ilk kişidir.

Paisyi 1761 yılında bir takım manastır işleri için Karlovçaya, Avusturya toplantılarına gitmiştir. Orada Rusça bazı kitaplar elde etmiş ve kendisine Rus misyonerleri tarafından yeni bazı fikirler aşılanmıştır. Paisiy döndüğü vakit Hilendar manastırını bırakıp 1762 senesinde Zoğraf manastırına giderek orada manastır

54 Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 250. 55 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 36.

56Raşel Angelova ve diğerleri, Istoria na Bılgaria (Bulgaristan Tarihi); Sofya 1985, V, 305-306. 57Raşel Angelova ve diğerleri, Istoria na Bılgaria, V, 306-307.

(22)

22

kütüphanelerinde Makedonya‘da, Bulgaristan‘da, Sırbistan‘da ve Karlofça‘da öğrendiklerini, bellediklerini toplayarak bir Bulgar tarihi yazmıştır.58

Böylece 1762 yılında Slav-Bulgar Tarihi kitabının telifini tamamlamıştır. Bu kitap, o ana kadar yazılan kitaplardan farklıdır, çünkü Paisiy Bulgarları vatanseverliğe davet etmektedir. Ayrıca Bulgarların milli şuurunu uyandırmayı ve Osmanlı‘ya karşı direnmeyi de telkin etmektedir.

Daha kitabın başında Paisiy, okuyucularını kendi dilini, vatanını ve Bulgar ismini sevmeye davet ediyor ve Bulgar oldukları için utanmamalarını söylüyor. Paisiy‘e göre her Bulgar, Bulgarcayı bilmesi ve onunla gurur duyması gerekir. Ayrıca Paisiy kitabında devrim yapmanın yollarını da çizmektedir. Paisiy‘in temel hedefi Bulgar milletinin dini ve siyasi bağımsızlığıdır.59

2.2 Kırım SavaĢından Sonra Bulgar Ortodoks Kilisesinin Bağımsızlık Mücadelesi

Kırım savaşından (1853-1856) sonra Bulgar toplumunda, Bulgar kilisesinin İstanbul Patrikliğinden ayrılma ve Bulgar Kilisesinin tamamen bağımsız olma fikri filizlenmiştir. Bu toplumun temsilcilerinin temel hedefi Osmanlı iktidarının güvenini kazanmak, hatta İstanbul Patrikhanesi ile aralarını açmak ve Bulgar Aparhiyalarında* Patrikhanenin hâkimiyetini zayıflatmak olmuştur.60 Bütün bunları esas alarak Bulgarlar, İstanbul Patrikhanesiyle bağımsız Bulgar Kilisesi için mücadelesini tamamen legal yollarla yapmak istemişlerdir. Bu yüzden Gülhane Hattı-Hümayun** onlar için çok önemli bir fırsat olmuştur.61

Hattı-Hümayun, Bulgarların ayrı bir millet olarak kiliselerinin bağımsızlığının tanınmasına bir ışıktır.62

Çünkü Sultanın 16 Şubat 1856 yılında ilan ettiği Hattı-Hümayuna göre dinler ve milletler arası eşitliğin, din ve vicdan özgürlüğün

58

Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 49.

59 Aleksandır Fol ve diğerleri, Kratka İstoria na Balgaria (Bulgaristan‘ın İhtisarlı Tarihi), s. 159-160. 60 Jeço Atanasov ve diğerleri, İstoria na Bılgaria(Bulgaristan Tarihi), Sofya 1987, VI, 124.

* Aparhiya: Bir mitropolit yönetimindeki ruhani nüfuz bölgesine verilen addır.

** Gülhane Hatt-ı Hümayun, Osmanlı împaratorluğu'nda, padişah sarayında toplanan ve şimdiki

Bakanlar kurulu gibi memleketin önemli işlerini gören, bu arada müracaat dilekçelerini de kabul ederek bir çeşit yüksek mahkeme vazifesi de gören kurumdur.

61 Aleksandır Fol ve diğerleri, Kratka İstoria na Balgaria, s. 172. 62

(23)

23

sağlanmasını; karışık mahkemelerin kurulmasını; devlet ve askeri görevlere Hıristiyanların atanmasını ve devlet kuruluna Hıristiyan temsilcilerin girebilmesini öngörmektedir. Ayrıca Hattı-Hümayuna göre kilise reformları da vardır.63

İstanbul‘da Bulgar toplumunun bağımsız Bulgar Kilisesi isteğine o dönem aktif bir şahsiyet olan Nayden Gerov da katılmıştır. O bu hedefin gerçekleşmesi için Rus siyasi ve dini liderlerinin dikkatini çekmeye çalışmıştır.

Rusların yakın doğudaki politikasını göz önünde bulunduran Gerov, Ruslara Ortodoks Kilisesinin birliğine karşı olmadıklarını göstermek istemiş, ancak İstanbul Patrikhane‘nin Bulgarlara karşı sergilediği davranışı ve uyguladıkları politikayı hazmedemediklerini ve daha fala sabredemeyeceklerini de dile getirmiştir. Ayrıca Bulgarlar, Osmanlı iktidarından Bulgar milletinin tanınmasını istemektedirler. Bulgarlar, o dönem Osmanlı iktidarı her gayri-Müslim toplumla o toplumun kendisinden olan temsilci aracılığı ile diyalog kurup, problemleri çözdüğü gibi, Bulgar toplumu ile de kendi toplumundan olan ve Patriğe bağlı olmayan bir temsilci aracılığı ile diyalog kurması ve Bulgar toplumunun sorunlarının bu şekilde çözülmesi gerektiğini savundular. Gerov, aynı istekleri Bulgarların dostları olan Herson Başpiskoposu İnokentiy ve Knyaz V.İ.Vasilçikov‘a iletmiştir.64

2.3 Bulgar Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’nden Kopması

İlarion‘nun Piskoposluğa atanmasından sonra vuku bulan olaylardan sonra, Bulgar Kilisesi ile Fener Rum Kilisesi arasındaki ilişkiler bozulmaya devam etti ve düzelemeyecek bir hale geldi. Buna rağmen bir süre daha Bulgar Kilisesi, Fener Rum Patrikhanesi‘ne bağlı kaldı. Ancak iki millet arasında gittikçe artan anlaşmazlık ve Rum Patrikhanesi‘nin baskısı 3 Nisan 1860‘taki büyük kopmayla sonuçlandı.65

İlarion, Bulgar Kilisesi‘nin Rum Kilisesi‘nden mutlaka ayrılması gerektiğine sonucuna varmıştır. Kendisi gibi düşünen iki Metropoliti daha bularak 1860 senesi Paskalyasında ayin yaparken okunması adet olan Rum Patriğinin adını okumamıştır. Onun yerine o zaman Osmanlı tahtında oturan Sultan Abdülmecid‘in adını okuyup

63 Konstantin İreçek, İstoria na Bılgarite (Bulgarların Tarihi), s. 582. 64 Jeço Atanasov ve diğerleri, İstoria na Bılgaria, s. 124-125. 65

(24)

24

ona dua etmiştir. Tuna vilayetindeki Bulgar Kiliselerinin birçoğu İlarion‘a uyarak duada hep Sultanın adını okuyup ona dua etmişlerdir.66

Bulgaristan‘da Sveti Kiril ve Metodiy günü olan 11 Mayıs 1860‘da 32 Bulgar şehrinde, Patrik‘in adı kaldırılarak yerine İlarion‘un adı okunmaya başlanmış. Bu arada 9 Nisan 1860‘da Patrikhane Sen Sinod Meclisi toplanarak İlarion‘u hareketini açıklamaya davet edip İlarion, hesap vermeye gitmeyi reddetmiştir. Bizzat Patrik‘in çağrısı üzerine, kendisini ziyarete gittiğinde İlarion bu hareketi cemaatin arzusu üzerine yaptığını belirtmiştir. Bundan birkaç gün sonra Patrikhane, İlarion‘un cezalandırılması için Babıâli nezdinde girişimde bulunmuş. 24 Nisan 1860‘da İlarion, yine Patrikhane‘den izin almadan Fener‘deki Sveti Stefan Bulgar Kilisesinde ayin düzenlemiş. Patrikhane, Babıâli nezdinde şikâyetini tekrarlamış, ancak Osmanlı hükümeti olaya karışmamayı tercih etmiştir.67

3. XX-XXI. Yüzyıllarda Bulgar Ortodoks Kilisesinin Durumu

Bulgar Ekzarhlığı‘nın* idari merkezi 1913 yılına kadar Bağımsız Bulgar topraklarında bulunmayışı Bulgar Kilisesini olumsuz etkilemiştir. Bu yüzden 1918 yılında Kilise tamamen devletten ayrılmıştır. Ancak başbakan Stamboliyski‘ye göre Kilise bir sağlık merkezi gibidir. Bulgaristan‘ın savaştan sonra kaybettiği manevi değerleri onun gözünde Kilise yeniden inşa edip ahlaki ve fikri bozuklukları düzeltecektir. Ancak diğer taraftan Başbakan, Bulgar Ortodoks Kilisesinin Sinoduy‘la Kilise mülkü, Sofya Papaz okulu ve başka şeyler için anlaşmazlığa girmiştir.68

XX. yüzyılın 20‘ci yıllarında her ne kadar Kilise Devletten ayrı olsa bile Bulgar anayasasındaki yeri güçlüdür. Ancak Ekzarhlık dönemiyle kıyaslandığında Kilise, toplumsal ve siyasi açıdan güçsüzdür. Bulgar medyası her dakika, her an Bulgarların dinden uzaklaştıklarını, kiliselerin boşaldığını ve kilise otoritesinin düştüğünü vurgulamaktadır.69

66

Osman Nuri Peremeci, Tuna Boyu Tarihi, s. 199.

67 Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, s.70-71.

*Ekzarh: Patrikhanenin altında Metropolitliğin üzerinde bir makamdır. 28 Şubat 1870 yılında Sultan

Abdülaziz döneminde kurulan Ekzarhlık, Balkanlarda Patrikhanenin etkisini azalmıştır.

68 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 68-69. 69

(25)

25

Dini liderlerin Eylül ayaklanmasına karşı sert tavır almaları ve 16 Nisan 1925 yılında ―Aziz Nedelya‖ kilisesinde düzenlenen suikast, Bulgar Ortodoks Kilisesini olayların merkezi noktasına taşımıştır. Bu olaydan sonra Tanrı‘nın mabedine (kilisesine) el uzattıkları için toplumda ateistlere karşı negatif bir tavır alınmış ve Kiliseye önem verilmeye başlanmıştır. İnsanlar, dine sempati duymaya başlamışlardır.70

1950 yılında Bulgar Ortodoks Kilisesinin tüzüğü hazırlanmış ve bu tüzük, Bulgar Patrikliğinin yeniden inşa edilmesine yol açmıştır. Tüzüğün birinci bendinde Bağımsız Bulgar Ortodoks Kilisesi ―Patriklik‖ olduğu belirtilmiştir. 3 Ocak 1953 yılındaki Bulgar Ortodoks Kilisesi‘nin Sinodun toplantısında, Bulgar Patrikliğinin yeniden inşa edilmesi ve Patrik seçilmesi için 8 Mayıs‘ta Yerel Milli Kilise Konsil toplantısı yapılması kararlaştırılmıştır.71

Bulgar Ortodoks Kilise Sinodu‘nun* kararlaştırdığı 8 Mayıs tarihinde Konsil toplantısı gerçekleşmiş ve Bulgar Ortodoks Kilisesi bu Konsilde ―Patriklik‖ statüsünü elde etmiştir. 10 Mayıs‘ta Filibe Mitropoliti Kiril Plovdivski Bulgar Patrikliğinin Patriği seçilmiştir.72

Aslında Bulgar Ortodoks Kilise Sinodu bu Patriklik makamına Paisiy Vidinski‘yi teklif etmiş, ancak o zaman iktidarda olan komünist partisi bu teklifi reddederek bu makama Kiril Plovdivski‘yi uygun görmüştür.73

Patrik Kiril 7 Mart 1971 yılında vefat etmiş ve 4 Temmuz 1971 yılında Lofça Metropoliti Maksim Bulgar Patrikliğin Patriği seçilmiş ve günümüze kadar bu makamda kalmıştır. Bulgar Patrikliği de günümüze kadar aynı statüde varlığını sürdürmüştür.74

Bulgar Ortodoks Kilisesi Bulgar toprakları dışında her zaman Bulgar Devletinin menfaatlerini savunmuş, devletten ayrı bir kurum olarak düşünülmemiş, ancak Bulgar

70

http://www.pravoslavieto.com/books/history_bpc/index.htm, 18.08.2009, 11:25

71 Muhamed Aguş, Bulgar Ortodoks Kilisesi, s. 71.

* Sinod kelimesi, Yunancadaki Sunodus kelimesinden gelmektedir. Sunodus ise, yol almak anlamına

gelmektedir. Sinod, cemaatin işlerini tartışmak için davet edilmiş dini şeflerin toplantısına verilen bir addır. Bizans usulünce ayin yapan Ortodoks kiliselerinin de bir kutsal Sinodları vardır. (Mehmet Aydın,

Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya 2005, s. 346

72 http://www.pravoslavieto.com/books/history_bpc/index.htm, 18.08.2009, 11:40 73 Ginyo Ganev, Dırjava i Tsırkva – Tsırkva ı Dırjava v Bılgarskata İstoria , s. 459. 74

(26)

26

Devleti sınırları içinde Kilise seküler bir vasıf taşımıştır. Bugün de Bulgar Ortodoks Kilisesinin görevi Bulgar Devleti sınırları içinde toplum fertlerinin manevi ve ahlaki duygularını muhafaza etmektedir. Hatta Devlet o kadar ileri gitmiştir ki, din dersini okullarda zorunlu olarak yapmak istemiştir.75

C.MANASTIRLAR VE OLUġUM SÜREÇLERĠ

Manastır, bir başrahip ya da baş rahibenin yönetiminde bir arada yaşayan rahip veya rahibeler topluluğunu barındıran binadır. Bunlar kilise kurallarına göre örgütlenirdi. Manastır, kendi mülkü olan bir arazi üzerinde kurulur ve manastır rahipleri sahip oldukları araziyi işletirlerdi. Arazilerden elde edilen ürünlerle kapalı bir ekonomi içinde yaşarlardı. Manastır, son derece farklı ve karmaşık yapısı olan bir kurumdu. Başrahipten başka; keşişler, ayin eşyası muhafızı, hastabakıcı, vekilharç ve konuk ağırlayıcı personel bulunurdu.76

Hıristiyan âleminde manastırların özel bir yeri ve anlamı vardır. Bir tür çilehâne olan manastırlar, tarihte olduğu gibi günümüzde de Hıristiyanlığın en önemli kurumları arasındadır. Manastır hayatı, Hz. İsa ya da onun ilk izleyicileri olan Havariler tarafından vaz edilmiş değildir. İncil‘in Yeni Ahit denilen bölümünde de Hıristiyanlardan manastır kurmaları istenmemiştir.77

Biraz daha yakından bakınca, manastır hayatının gerisinde birçoklarının arzu ettikleri bir hikmet ve bir yaşama sanatı keşfedilir. Bu yaşama sanatı ve bu hikmet, özellikle bir kültür dünyasında tebcil edilmiştir. Orada ölümle ülfet, göksel sitenin rahat bekleyişi yer değiştirecek, yaşama taşkınlığı dengeli ve gerekli bir disiplin altında uslanmayı öğrenecektir. Yine orada, yeryüzünün çalışma köleliği tartışılacak ve hamdin günlük ahengiyle muhteşemleşecektir.78

Manastır kavramı ve kurumu 3. Yüzyılın sonunda ve 4. Yüzyılın başında Hıristiyanlığa girmiştir. Daha önceki Hıristiyanlar manastır nedir bilmiyorlardı.

75 http://www.segabg.com/online/article.asp?issueid=2618&sectionid=16&id=0000101, 18.08.2009,

16:06

76

Ahmet Türkan, Trabzon‟da Hıristiyanlık Tarihi ve Sümela Manastırı‟nın Hıristiyanlıktaki Yeri, Basılmamış Y.L. Tezi, 1995, s. 38.

77Aytunç Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, Anahtar Kitaplar Yay., İstanbul 1995, s. 36. 78

Albert M. Besnard, “Katolik Mezhebi” Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Din Bilimleri Yay., Konya 2000 içinde, s. 162.

(27)

27

Manastır kurucularının ilki Aziz Antonios (251-356)79

adlı bir Hıristiyan‘dır. Bu şahıs Mısır‘ın Nil deltasındaki Keranis şehri yakınlarında ilk manastırı kurmuştur. Aziz Antonios, şehirdeki yaşamdan uzaklaşıp dininin öngördüğü tarzda tamamen yoksul bir şekilde ve doğa ile baş başa yaşayarak dua edebilmek için çöle sığınmıştır. Yıllarca çölde kendi başına yaşayan Aziz Antonios‘a özenen başkaları da çıkınca ilk çöl manastırı kurulmuştur. Sonraları kurulan Kıpti Kilisesi de başlangıcını buna dayandırmıştır.80

Hıristiyanlıkta manastırcılık akımı işte bu Aziz Antonios ile başlamış bir akımdır. Zaman zaman papalarla tartışan manastırcıların en ünlüsü Aziz Asisi‘dir. Fransiskan mezhebinin kurucusu olan bu aziz, Müslüman sultanlarla konuşup görüşmüş ve Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasında arabuluculuk yapmıştır. Özellikle 13. yüzyıldan itibaren yaygınlaşan manastırcılık, papaların ve patriklerin kilise öğretilerden çok farklı bir yönde gelişme göstermiştir. Kiliseler ve papalar, otorite kavramını öne çıkartıp, bu otoriteye dayandırarak standartlar koyarlarken, manastırcılıkta standartları belirleyen otorite değil, gelenek olmuştur. Dolaysıyla manastır papazlarına, kilise papazlarından ayrı olarak keşiş denilmiştir.81

Erken Ortaçağda, manastır kültürü zenginleşmiş. Çoğu kez derebeylik merkezi olarak kullanılmış. Bazıları piskoposluk bölgesi yapılmıştır. Manastırların önemi, şehirlerin ve üniversitelerin gelişmesiyle birlikte azalmaya başlamıştır.

Avrupa‘da manastırların, 13. yüzyıldan sonra önemi azalmaya başlarken, Doğu‘da tam tersi bir gelişme tezâhür etmiştir. Ortodoks manastırlar, Rum cemaati üzerinde etkili birer kurum haline gelmiştir. Manastırlarda klasik eğitim müfredatı devam etmiştir.

79

Aziz Antonios: Mısırda Hıristiyan zühd hareketinin kurucularından biridir. M.S. 251 yılında Mısır‘da doğmuş ve 356‘da ölmüştür. Çoğu zaman Hıristiyan sanatında ve edebiyatında tasvir edilmiştir. Bkz. Albert M. Besnard, ―Katolik Mezhebi- Aziz Antonios‖, Mehmet Aydın, Din Fenomeni, s. 193.

80

Ahmet Türkan, Trabzon‟da Hıristiyanlık Tarihi ve Sümela Manastırı‟nın Hıristiyanlıktaki Yeri, s. 39.

81

(28)

28

Günümüz Avrupa‘sında özellikle Katolik ve Ortodoks Kiliseleri‘ne bağlı manastırlar, Hıristiyanlığı kendi anladıkları tarzda uygulamakta ve çeşitli mezhep ve tarikatların ―Ruhban Yetiştirme Yurtları‖ olarak görev yapmaktadırlar.82

1. Bulgaristan’da Manastırların OluĢumu

Hıristiyanlıkta manastırların oluşumu bölgelere göre farklılıklar arz etmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi ilk manastır yaşantısı, Mısır‘da keşişliğin kurucusu kabul edilen Hıristiyan Aziz Antonios tarafından belli bir düzene bağlanmıştı. Bu, manastır yaşamı açısından ilk teşebbüslerden biri olarak kabul edilmiştir.83

Mısır‘da başlayan bu manastır kültürü, sonraki dönemlerde Anadolu‘ya, Anadolu‘dan Balkanlar‘a, Balkanlar‘dan ise Avrupa‘ya hızla yayılmıştır.

Bulgaristan‘da manastırların oluşumu, Bulgarların Hıristiyanlaştırılmasından hemen sonra tezâhür etmeye başlamıştır. Hıristiyanlaştırma hareketi Bulgar hükümdarı Çar Boris döneminde, 864 yılında gerçekleştirilmiştir. IX. yüzyılın başında Çar Boris tarafından devletin sınırlarını belirleyen yedi şehirde manastır kurulmuştur. Çar Boris, kendi isteği üzere 888 yılında tahttan çekilmiş ve devlet yönetimini oğlu Vladimir‘e bırakarak Preslav84

yakınlarında bulunan bir manastıra kapanmıştır. Hayatının son yıllarını, bu manastırda ibadet ederek ve eski kitapları temize çekerek geçirmiştir. Rivayetlere göre bugün Makedonya sınırları içinde, Ohrid gölünün güney-doğusunda bulunan ―Aziz Naum‖ manastırı da Çar Boris tarafından kurulmuştur.85

Güçlü Bizans ve Roma dini etkisine karşı, yeni kurulan Bulgar halkını korumak ve merkezi hükümeti güçlendirmek için Güneydoğu ve Orta Avrupa ardından, diğer büyük Hıristiyan ülkeler ile birlikte uygar bir ülke olarak devletin uluslararası saygınlığını artırmak için Hıristiyanlığı kabul edilmesi, bağımsız bir Bulgar kilisesi

82

Ahmet Türkan, Trabzon‟da Hıristiyanlık Tarihi ve Sümela Manastırı‟nın Hıristiyanlıktaki Yeri, s. 40.

83Ahmet Türkan, Trabzon‟da Hıristiyanlık Tarihi ve Sümela Manastırı‟nın Hıristiyanlıktaki Yeri, s. 41. 84Preslav: Bulgaristan‘nın kuzey-doğusunda bulunan bir şehirdir. 893-971 yılları arasında Birinci

Bulgar Çarlığının ikinci başkenti seçilir.

85

H. Jekov, Vıznikvane na Manastirite v Bıldaria i Kulturno-Nacionalnoto im Zna4enie, V.Tırnovo 1926, s. 5-6.

(29)

29

kurulması ve kendine özgü bir Slav edebiyatı ve kültürü oluşturması zorunlu hale gelmiştir.86

893 yılında çar Simeon Kliment‘i piskopos olarak tâyin ettiğinde başka bir Kiril ve Metodyi‘nin öğrencisi olan Naum‘u eğitim etkinlik liderliğini üstlenmesi için görevlendirilmiştir. Naum‘un eserlerinden I. Borıs ve oğlu çar Simeon‘un isteği ve yardımı ile Naum da bir manastır kurduğu anlaşılmaktadır.87

Bulgar manastırları kuruluşlarından itibaren ibadet faaliyetleri ile birlikte eğitim kültür ve edebiyat merkezleridir. Slav alfabesinin ve Bulgar edebiyatının yaratıcıları manastırlarda çalışmaya başlamıştır. I. Boris ülkenin yönetiminde en yakın yardımcıları, Bulgar edebiyatında Çernorizets Doks ismiyle meşhur kardeşini ve yeğni Tudor Doksov‘u edebi faaliyetleri yönlendirmek ve kendileri de katılmak için Preslav yakınlarında bulunan ―Sveti Panteleymon‖ manastırına göndermiştir. İstanbul üzerinden Bulgaristan‘a gelen Kiril ve Metodyi‘nin genç öğrencilerini ve onlarla beraber İstanbul‘daki ―Magnaurska‖ okulundan mezun olduktan sonra keşişliği kabul eden I. Boris‘in üçüncü oğlu Simeon‘u da buraya yerleştirilmiştir. Boris ve özellikle çar Simeon (893-927) zamanında Patleyna‘daki manastır çok geniş edebi faaliyetler geliştirmiştir. Burada Naum ve Kilment gözetiminde kuzeydoğu Bulgaristan‘da ilk eski Bulgar edebi okulu ―Preslav Edebiyat Okulu‖ kurulmuştur.88

Birinci Bulgar Çarlığı zamanında ülkenin daha uzak bölgelerinde de manastırlar kurulmaya başlamıştır. Bunların birçoğu ilk başta feodal kalelerin civarında bağımsız kilise veya paraklis olarak çıkmıştır. İvan Rilski uzlet hayatına çekilmeden, eğitim için belli bir vakit geçirdiği Ruen zirvesinin eteğinde bulunan ―Aziz Dimitrii‖ manastırı da o dönemlerde kurulmuştur. X. yüzyılın ikinci yarısında Rila manastırı, sonraki yıllarda ise Kurilov ―Aziz İvan Rilski‖, Germanski ―Aziz İvan Rilski‖ ve Pernik ―Sveti Panteleymon‖ manastırları kurulmuştur.89

1018 yılında Bizanslılar Bulgaristan‘ı işgal ettiğinde manastırların bir kısmını ve özellikle başkentleri Pliska ve Preslav civarındakileri tahrip etmişlerdir. Diğerlerine ise

86Georgi Çavrıkov, Bılgarski manastiri, Sofya, 2000, s. 87.

87Lyuben Praşkov, Elka Bakalova, Stefan Boyadjiev, Manastirite v Bılgaria, Sofya, 1992, s. 39. 88Georgi Neşev, Bılgarski Manastiri Prez Vekovete, Sofya 2006, s. 53.

89

(30)

30

Yunan din adamları yerleştirilmiştir. Sistematik olarak Bulgar edebi değerleri, kültürel ve sanat anıtları imha edilmeye başlanmış ve Yunan etkisi telkin edilmiştir. Ancak bazı manastırlar muhafaza edilerek edebiyat ve kültür merkezleri geleneği gizli bir şekilde devam ettirmiştir.90

Bizans egemenliğinden kurtulduktan sonra (1185) ve özellikle XIII-XIV. yüzyıllarda Bulgaristan‘da manevi hayatın gelişmesi için yine uygun koşullar oluşturulmuştur. Bulgar çarları ve bireysel insanlık desteği ile Stara Planina, Rila, Vitoşa ve Rodoplar‘ın en güzel yerlerinde, özellikle Veliko Tırnovo ve civarında manastırlar kurulmuştur. Tırnovo civarındaki manastırların kuruluşu çar Asenler ve halefleri ile ilişkilidir. Yantra nehrinin geçitinde Çarevets ve Trapeznitsa arasında ―Velikata lavra sveti 40 mıcenitsi‖, ―Sveta gora‖ tepesinde ―Sveta Bogoroditsa Pıtevoditelka‖, Trapeznitsa‘da ―Sveti İvan Rilski‖, Yantra nehrinin kıyısında ―Aziz Marko‖ ve Çarevets‘in karşısında ―Sveta Bogoroditsa Temniçka‖ manastırları buna örnektir. Elenski Balkan‘da Tırnovo‘un güneyinde Kapinovski ―Sveti Nikola‖, Plakovski ―Sveti İliya‖, Merdan ―Sveti 40 Mıçenitsi‖ ve başka manastırlar ortaya çıkmıştır. Sofya civarında da pek çok manastır kurulmuştur. Daha sonra burada Bistra ―Sveti Georgi‖ manastırı öncülüğnde ondört manastır birleşerek ―Sofya Kutsal ormanı‖ adı ile bir manastır grubu şekillemiştir. Bunun gibi manastır grubu ―Küçük Kutsal Orman‖ adı ile Sliven civarında da şekillenmiştir.91

―İkinci Altın Çağ‖ olarak adlandırılan bu dönem (13-14 yy) sırasında Bulgar edebiyatı, kültürü ve sanatı özellikle manastırlarda gelişmiştir. Bu nedenle Bulgar hükümdarları tarafından haklı olarak manastır hakları altın damgalı özel sertifika ile onaylanmış ve çömertce ödüllendirilmiştir.92

Manastırlar en yüksek ruhsal gelişimine İkinci Bulgar Çarlığı sırasında Çar İvan Aleksandır (1331-1371) ve onun halefi Çar İvan Şişman (1371-1393) yönetiminde ulaşmıştır. Bununla beraber İkinci Bulgar Devleti‘nin manastırlarında ortaçağ Bulgar resim sahnesi de olmuşmaya başlamıştır. O dönemde ünlü ―Tırnovo Resim Okulu‖ kurulmuştur. Ancak o dönem kültür ve sanat anıtlardan günümüze kadar ulaşan çok az

90

H. Jekov, Vıznikvane na Manastirite v Bıldaria i Kulturno-Nacionalnoto im Zna4enie, s. 7.

91Lyuben Praşkov, Elka Bakalova, Stefan Boyadjiev, Manastirite v Bılgaria, s. 40. 92

Referanslar

Benzer Belgeler

Sanatçının bu tarihte yaşanan kargaşa, ayırım, zulme ve haksızlıklarla ilgili kendine ait ironic yaklaşımın oldukça net bir şekilde

Yüzyılda İstanbul Rum Ortodoks Kiliseleri, (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1996, s.12.... Bozcaada

 Hazarlara bağlanmak istemeyen Bulgarların bir kısmı kuzeye, bir kısmı da batıya gelerek, Balkanlarda Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular (679).. Batıya gelenlerin

1877 – 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin mağlup olması Rusya’nın yıllardır takip etmekte olduğu Panslavist politikası için büyük bir avantaj

Bu incelemede not ortalaması biri birine en yakın olan 4 tane şube seçilmiş ve bu şubelere Mantıksal Düşünme Yeteneği Testi, Bilimsel Başarı Testi ve Kimya Tutum Ölçeği

“Bofland›ktan sonra yaflan›lan evin kendi- si daha küçük, evde yaflayan kifli say›s› da daha az olsa bile, kifli bafl›na tüketilen alan, enerji ve su, bir

Emek kategorileri içinde yer alan kadınların refah düzeyleri, yoksulluğa karşı emek kullanım biçimleri arasındaki farklılıklar sadece bir derece sorunudur ve düzenli,

asırda anayurtları Orta Asya'yı terk ederek, Ukrayna ve Romanya üzerinden Bulgaristan'a gelen Kuman-Kıpçak Türklerinin torunları olan Pomaklar ilk olarak