Nâzım Hikmet
1902-1963
Nâzım Hikmet
ve...
Noel Baba
“A n a d o lu ’da b ir köy m ez a rlığ ın a g ö m ü n beni
ve de u y a rm a gelirse tepemde b ir de ç ın a r olursa
taş maş da istem ez b a n i... ”
E
debiyat dünyamızın en önde gelen adlarından birisi, değerli şairimiz Nâzım Hik met 3 Haziran 1963 tarihin de aramızdan ayrılmıştı. _______ Büyük şairi 40’ncı ölümyıldönümünde sevgi ve saygı ile anıyorum.
Nâzım Hikmet’in şi irinin özü Anadolu’dan ve Anadolu insanından gelir. İyi yetişmiş aristokrat bir ailenin çocuğudur. Yabancı güçlerin ülkeyi işgal et mesinden sonra her Türk evladı gibi Ana dolu’ya geçmiş ve ger çek anlamda kendi in sanıyla, kendi toprağı tanışmıştır.
“Her iyi insanın doktrine edil memiş bir sosyalist olduğu” savı
B ir Y a z a r
B ir Öyküsü
Demir Aytaç
ile orada
san manzarası karşısında, o gü nün koşullarında seçimini yap mış; çözümü, “güzel günler vaat eden bir gelecek”te bulmuş ve _______ tüm bir yaşamı bu da
vaya adamıştır.
Bireyin referansı şi ir, şiir de davası olun ca, resmî ideolojiye ters düşmüş, ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve zamanında seveni ve sevmeyeni olmuştur. Ancak, bu gün için toplumun bü yük bir kesimi Nâ- zım’ın bir dil virtüözü olduğu ve şiirlerinde bizlere benzeri olma yan bir Türkçe tanıttığı konusun da hemfikirdir. Pablo Neruda gibi bir şairin “Biz onun yanında şair sayılmayız” dediği Nâzım Hik-kendisine yetmemiş; gördüğü in- met’in şiirleri tüm dünyada kabul
Butun Dünya • Haziran 2003
görmüş, takdir edilerek ve sevile rek okunmuştur.
Bireyin bir yenilik ya da buluş gerçekleştirebilmesi için ön koşul, karşı çıkacağı geleneği çok iyi bil mesidir. İster sanatta, ister bilim de, isterse yaşam biçiminde, hiçbir yenilik boşlukta yaratılmaz, eski geleneklere karşı çıkılarak yapılır. Ancak, geçmişi iyi bilenler gele cekte köklü değişikliklere yol aça bilecek girişimlerde bulunabilirler. Devrimlerin ve bilimdeki aşamala rın temel paradoksu ya da diya lektik sürtüşmesi de budun Geç mişe bağlı kalırken değişimi ger çekleştirmek.
Nâzım, Türk şiirinde yaşadığı çağın başında bu değişimi ger çekleştirmiş, adeta tek sesli olan şiirimiz, onun sayesinde bir sen foni gibi çok sesli bir müzik du rumuna gelmiştir. Hem de öyle bir müzik ki, serbest yazılmasına karşın içinde aruzun, kafiyenin, divan şiirinin tadı var. Pir Sul- tan’ın, Dadaloğlu’nun, Yunus Em- re’nin, Fuzuli’nin, Karacaoğlan- lar’ın benliği var. Bizden bir şiir, ancak dünya ile bütünleşebilmiş. Bu denli büyük başarılar içten ge len büyük bir samimiyetten do ğar. Nâzım için şiir yazmak, ade ta bir çeşmenin musluğunu açar casına kolaydı...
B
ence Nâzım’ı almış olduğumuz eğitim, yetişme koşullarımız ve bilinçaltı önyargılarımızdan sıyrı larak, üzerinden zaman geçtikçe yeni duygular ve yeni görüşlerle yorumlamak, zamana ve meka na göre değerlendirmek daha doğrudur.“Yaşamak!
B ir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi
kardeşcesine”
dizeleri ile değişen çağımızda ve bireyselliğin ön plana çıktığı günü müzde toplum olarak hep birlikte oıtak paydalarda buluşamaz mıyız?
“Prag şehri yaldızlı bir dumandır. Vıltava suyunun köpüklerine Martı kuşlarıyla gelir İstanbul”
diyen Nâzım’ın memleket özlemi ne kadar derindir.
Ya da;
B ir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz gümüş telleri, bir vapur geçer Boğaz’a doğru. Nâzım usulcacık okşar
vapuru, Yanar elleri... ”
dizelerinde şairin çekmekte olduğu hasreti paylaşmamak olası mıdır?
Ve oğlu Memed’e yazdığı son mektubunda belirttiği gibi birbiri mizi kucaklayamaz mıyız?
“Dünyada kiracı gibi değil, yazlığına gelmiş gibi de değil, yaşa dünyada babanın
eviymiş g ib i... Tohuma, toprağa,
denize inan, İnsanı hepsinden önce.
Bulutu, makinayı, kitabı sev, insanı hepsinden önce... ”
* * *
“İki şey var ancak ölümle unutulur Anam ızın yüzüyle şehrimizin
y ü z ü ”
Vatan özlem ini böylesi bir güzellikle ifade eden Nâzım Hikmet uzun yıllardan buyana, büyük özlem duyduğu ülke
top-Nâzım Hikmet ve... Noel Baba
Taklarının dışında, gurbet ellerde uyumaktadır.
N
âzım Hikmet hepimizin belleklerinde bir mısra- dır. Şiirlerinin erişile- mez güzelliği, gönülleri mizi sarmaktadır. İnce, zarif ve derin ruhu, fikirleri ile birleşip, yılların üstünden öteki çağlara uzanmaktadır.Kurtuluş Savaşı’mızı, insanlık aşkını, özgürlüğü, barışı, yaşam kavgasını, vatan hasretini bir çeş me gibi şiirlerinden içtiğimiz Nâ
zım Hikmet, fikir kavgasını zul mün ve haksızlığın en karanlık günlerinde elinde yükseltebilen Nâzım Hikmet, şairliği bir şeref ve haysiyet mertebesine erdiren Nâ zım Hikmet, elbette bir avuç top rağa gömülmüş ve orada kaybol muş değildir.
“İçim izde mis kokulu kızıl bir gü l gibi duruyor zam an... ”
diyen şairimizin ileriki sayfalarda kısa bir öyküsünü sîzlerle paylaşı yorum. Ve diliyorum ki, her ince ruhlu insan, iyi kalpli insan, sokak çocuklarımıza sahip çıkabilsin...»
Nâzım Hikmet'in Yaşamından Notlar
•Selanik’te doğdu (15 Ocak 1902). •İlköğrenim ini Göztepe Taş-
mektep, Galatasaray Lisesi ilk bölüm ü, Nişantaşı Nüm une Mekte
binde, ortaöğrenim ini Bahriye M ektebinde tamamladı (1918). •Sağlık, nedeniyle donanmadan ayrılmak, zorunda kaldı. M illî M ücadele’ye katılma amacıyla Anadolu'ya geçti (Ocak. 1921).
•Bolu Lisesi’nde kısa bir süre öğretmenlik, yaptı. •B ir süre Ba tım ı da kaldıktan sonra Rusya ’ya giderek Moskova Doğu Üniversi tesinde (KUTV) ekonomi ve toplumbilim okudu (1922-1924). •Yurda döndü. •Aydınlık, dergisinde çıkan şiirlerinden ötürü “g ı yaben” mahkumiyet kararı verildiğini öğrenince yeniden Sovyet-
ler B irliğ in e gitti. • A f yasasının çıkması üzerine döndüğünde bir süre Hopa Cezaevinde tutuklu kaldı (1928). •İstanbul’a yerleşe rek. çeşitli gazete ve dergilerde, film stüdyolarında çalıştı. •İlk oyunlarını, şiir kitaplarını yayımladı. • B ir süre tutuklu kaldıktan sonra Cumhuriyetin 10’uncu yıldönüm ünde tahliye edildi. •Ak şam, Son Posta, Tan gazetelerinde fık ra yazarlığı ve başyazarlık, yaptı. •Yaşamım oyun, roman, şiir, fık ra türündeki çalışmalarıy la sürdürdü. • 1938’de hapse mahkûm edildi. •TC K’nun 77 ve 68. maddeleri uyarınca cezası 28 y ıl 4 aya indirildi. • Temmuz 1950’de çıkarılan a f yasası kapsamına alınması için adına dergi çıkarıldı. •Çeşitli anlayıştaki düşün, sanat bilim adamları, hu kukçular sorumlu makamlara başvurdular. •Geri kalan cezası affedilerek tahliye edildi. •B ir süre sonra Türkiye'den ayrıldı.
Kara bir kış, bir Kânunuevvel gecesi idi...
Sırtında beyaz bir kürkle gelen Noel Baba, bir sene lik yoldan hediye diye buzdan boncuklar getirmişti...
Boğazlanan bir puhunun boğuk ıslıkları gibi haykı ran rüzgâr, uğultularla tahta evlerin hurda iskeletini sarsıyordu...
Noel Baba beyaz, kalın gocuğunu kutuplardan veya hut da Sibirya’dan almışa benziyordu...
Tipi, zincirinden kurtulan azgın bir deliden daha deliydi.
* * *
Kar...
Akşamdan beri lapa lapa, fasılasız yağıyor, sokaklar da görünen tek tük havagazı fenerleri donuk göz kırpı- şıyla yanıp sönüyordu...
Bu acı, bu ilikleri donduran soğuk gecede, karla ör tülen tenha sokağın dar bir köşesinde yırtık paçavra ve çullara bürünen bir hayalet vardı.
Bu bir insan yav- rusuydu.
Büyük, süslü ve nakışlı bir zadegân malikânesinin duvar dibinde köpeklerle koyun koyuna yatıyordu... Fırtınanın, tipinin uğultuları arasında donan ellerini zayıf nefesi ile ısıtmaya çalışı yor, yırtık çuluna biraz daha bürünüyordu.
Bu yedi sekiz yaşında kadar, altın saçlı, sevimli bir küçük, bir kaldırım çocuğu idi.
O cemiyetin kimsesizi idi.
Kardan bir gocuk içinde ve kardan bir şilte üzerin de ısınmak için nefesi ile ellerini ovuşturan küçük yavru, tipinin kırbacı altında uyuşmuştu. Yarı don muş sıska dizlerine yaslanarak mecalsiz vücudunu yavaşça kaldırdı.
Köpekler, karanlıkta parlayan fosforlu gözleriyle ona yan yan baktılar ve sanki, “Bizi bırakıp nereye gi diyorsun?" diye sormak istediler!
O, hayata gözlerini açtığı zaman kendini orada, sefiller, mücrimler ve mahkûmlar yetiştiren kaldırımlar da bulmuştu.
* * *
yağıyor... Keskin, sert, bir tipi, kasırga halini alarak ça tıları sarsıyor... Ağaçların dallarını büküyor... Kırıyor ve koparıyordu...
Küçük yavaı malikânenin kapalı alt kat pencereleri nin önüne doğru yaklaştı...
Soğuktan donmak üzere bulunuyordu. Gece!
Her yer, her taraf zifiri karanlık içinde, gece, içindey di. Müphem göz kırpışlarıyla titreyen tek tük sokak fe nerleri de soğuktan ürperiyorlardı!
Küçük sefil, beyaz konağın alt kat pancurlarının önünden geçti. Artık binanın bahçesinde bulunuyordu... Gecenin karanlığında gözüne solgun, silik bir ziya iliş- mişti... Konağın arka cihetindeki kulübeye benzeyen bir yerden beliren bu ziyaya doğru yürüdü...
Çocuk, geçerken bu pancurlardan birinin önünde durdu ve içeriye baktı. Pancur hafifçe çatlamış olduğun dan içerisi görünüyordu. Bu görünen yerde bir aydınlık vardı. Burası temiz, güzel ve muhteşem bir salondu... Küçük sefil bu renkli salondaki renkli dekorlara, büyük çini sobaya, sobada kıvrılan, kıvranan alevlere ve kapı sı açık iç odanın ilerisinde görünen beyaz örtülü geniş masaya baktı... Masada renkli ziyalı bir çam ağacı vardı. Çamın dallarına çeşit çeşit, minimini oyuncaklar, koti- yonlar asılmıştı...
Bu bir Noel ağacı idi... Ve oyuncaklar çok şık, çok zarifti. Küçüğün gözlerinde hafif bir nem, bir şebnem toplanmıştı... O, titreyen vücudunun ıstırabından başka, midesinin körleşen sızısının da uyandığını hisseder gibi oldu... Ve oradan uzaklaştı.
* * *
Kaldırım çocuğu konağın arka cihetindeki kulü- bemsi bir yerden görünen silik, donuk ziyaya doğru yaklaştı... Yürüyemiyor, uyuşan bacaklarıyla güçlükle adım atmaya uğraşıyordu. Kar ve açlık donmaya başla yan bacaklarının dermanını kesmişti, tki adım daha at tı. Kulübemsi yerin önüne geldi ve durdu. Burası ahıra veya kümese benzer bir yerdi. Bu ahıra veya kümese benzeyen yeri, yandaki bir odanın penceresinden ak seden bir idare lambasının ziyası kısmen aydınlatmıştı. Çocuk bu yarı harap yerin kapısının aralık olduğunu gördü. Aralık olmasa bile onu açacak kadar bir mecali kaldığını duyuyordu...
Tahta kapıyı sıska omuzunu dayayarak itti... Ve içeri girdi...
Küçük sefil, etrafına bakınınca bulunduğu yerin boş bir baraka olduğunu anladı. Köşede bir yığın saman duruyordu...
Burası bir samanlıktı...
Çocuk samanları eşeledi, içine gömüldü ve gözlerini kapadı. Minimini kafasına, beynine acı bir düşüncenin sı zısı, ezası saplanmıştı. Onun insanlar içinde, kimsesi yok tu. İnsanlar içinde yalnızdı! Ne barınacak yeri, ne tanıya nı, okşayanı ne de son bir ümidi ve hayali vardı...
Babası, bir taş ocağında çalışırken yıkıntı altında ka larak ezilmişti... Annesinin, ancak, gene fırtınalı, tipili kara bir kış gecesi, ot bir yatakta gözleri kapandığını hayal meyal hatırlayabiliyordu.
İçine gömüldüğü saman yığını çelimsiz vücudunu biraz örtmüş ve ısıtmıştı. Buracla hiç değilse, harap da olsa, başının üstünde bir çatı vardı. Kar yağmıyor ve ti pi, bora içeri girmiyordu. Fakat açlık hâkimdi.
***
Ertesi sabah, erkenden süt hayvanlarına yem almak için barakaya giren bir hizmetçi, saman yığını içinde cansız bir çocuk bulmuştu. Çocuğun kapalı avucunda bir demet başak çöpü vardı. Bu onun Noel Baba hediyesiydi.*
Bütün Dünya • Haziran 2003
Sözlük. Kânunuevvel: Aralık ayı. Puhu: Baykuşgillerden, or
man, dağ ve kayalıklarda yaşayan, uzunluğu 65 cm., sırtı ko yu kahverengi bir kuş türü. Fasıla: Aralık, ara, kesinti. Zadegân: Soylular, aristokrasi. Cemiyet: Demek, topluluk, toplum. Mecal: Güçlük, dinçlik. Mücrim: Suçlu. Kesif: Yoğun, saydam olmayan, sık, kalın. Müphem: Belirsiz. Ziya: Işık, ay dınlık. Cihet: Yön, yan, taraf. Kotiyon: Kağıttan yapılmış süs ler. Şebnem: Çiy. Aksetmek: Yankılanmak, yankı vermek, yansılanmak. Eza: Üzme, sıkıntı verme, üzgü.
Nâzım H ikm et’in Yapıtları
“Güneşi İçenlerin Türküsü" (eskiyazı), “835Satır", “Jo- kond ile Sİ-YA-U", “Varan 3", “1+1=1”, "Sesini Kaybe den Şehir", “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?", “Gece Gelen Telgraf’, “Portreler", “Taranta-Babu’ya Mektup lar", “Sinıavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedredditı Destanı”,
ölümünden sonra: “Kurtuluş Savaşı Destanı ", “Saat 21- 22 Şiirleri", “Rubailer", “Dört Hapisaneden”, “Memleke
timden İnsan Manzaraları", “Yeni Şiirler”, “Kuvâyi Mil liye", “İlk Şiirleri”, “Son Şiirleri” ve “Hikayeler”.
54
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi