• Sonuç bulunamadı

Binlerce eseriyle Mimar Sinan

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Binlerce eseriyle Mimar Sinan"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

• - cF:O • t i i v

Milliyet

Tftrl^ lâ m ,$ a ım t ı

KÜLTÜR VE SANAT EKİ

FASİKÜL: 14

BİNLERCE

ESERİYLE

İstanbul Süleymaniye Camii

L ' f i i f BsH ESJı 1 # ; i M ı-rıT ~ 'M ¡¿tefe-| v|- * i

(2)

Milliyet

lis H yl> lâ ıi|$a

1 | « I <

ı

1 0 6

Sinan kendi çağı için çok ileri bir inşaat biçimi

uygulamıştır. Muhteşem hacim kompozisyonları ve bu

hacimleri kılıflayan dev kütleler, hem olgun ve organik

biçimler ortaya koymakta, hem de hafif ve zarif

görünmektedirler.

T

ÜRK mimarlık sa­natının büyük us­ tası Koca Sinan 1489 yılında Kayseri’nin Ağırnas kasabasında dün­ yaya gelmiş, 1512’de Ya­ vuz Sultan Selim dönemin­ de devşirme olarak İstan­ bul’a getirilmiştir. Acemi- oğlan ocağına girerek ye­ niçeri olan genç Sinan, Ya­ vuz Selim’in İran (1517), Kanunî döneminde yapılan Belgrad (1521) ve Rodos (1522) seferlerine katılarak atlı sekban oldu. 1526’da Mohaç savaşına girdikten sonra Acemioğlanlar Ya- yabaşılığma, daha sonra da Kapı Yayabaşılığına yükseldi. Zemberekçibaşı rütbesiyle Alman seferine (1532) ve 1534’te irakeyn seferine katılarak Tebriz ile Bağdat'ı gördü. Bu son seferde, Van kalesinin ku­ şatılmasında, göl üzerinde askeri taşımacılık için kul­ lanılan kalyonların içine top yerleştirerek hizmet etti. Bu seferden dönü­ şünde Haseki olarak Kau- nunî Süleyman’ın Korfu, Pulya(1537) ve Karaboğ- dan (1538) seferlerine ka­ tıldı. Bu sonuncu seferde Prut ırmağı üzerine 13 günde bir köprü kurarak Padişah’ın laKdirini kazan­ dı. Sinan bu seferlerde orduda bir savaşçıdan çok istihkâmcı olarak çalıştı. Ordunun geçtiği yollarda köprü, yol, kale, kanal gibi çeşitli yapı işlerinde gös­ terdiği başarılarla 1536’da 8aşmimar oldu ve bu gö­ revde 35 yıl kaldı.

Meriç üzerindeki köprü, Silivri’de Piri Mehmet Pa­ şa Külliyesi ve Ahmet Çelebi Mescitleri bu tarihe kadar yaptığı eserler ara­ sındadır. Sinan’ın İstan­ bul’daki ilk eseri ise Ka- nunî’nin Başhaseki’si Hürrem Sultan için yaptır­ dığı Haseki külliyesidir. 1588 yılında İstanbul’da 99 yaşında hayata gözlerini kapayıncaya kadar yüzler­ ce dev yapıta imzasını atan Koca Sinan’ı sayın M. Oluş Arık şöyle yorumlu­ yor:

“Sinan’a hep övgüler, parlak sözler yönelten tö­ renler, yayınlar düzenle­ nir. O’nu toplumcu,

halk-çı, filozof bile oldu.

sayanlarımız

Tabî ki, Sinan bütün bu övgüleye layıktır. Ne var ki, 400 yıl olmuş (Koca Usta) bu dünyadan geçeli, yer yüzüne ulu anıtlarını dikip damgasını vuralı, bizler daha O’nu tam olarak tanıyıp açıklayabil­ miş değiliz. Belki kubbe mimarisine dünya çapında büyük ve yeni atılımlar getirdiği, hem büyük hem de olabildiğince az

bölün-tülü yekpare, ferah mekân yaratmakta hâlâ eşsiz sa­ yılacak bir sanatçı olduğu besbelli işte. Anlamaya­ cak ne var, diye düşünüle­ bilir. Ama bu deha nasıl ortaya çıktı?

Hocası veya ustası kim­ di? Hangi okul ya da atölye O’nu mimar yetiş­ tirdi?

Önce Sinan’ın önemi, büyüklüğü nerededir, onu hatırlayalım ki, problem, olan nedir, daha iyi belir­ sin.

İstanbul Süleymaniye Camii içi

Sinan’ın özelliği, yenili­ ği merkezî kubbeli yapılar mıdır? Bunların büyük öl­ çülerde yapılması mıdır? Böyle tasarımlar ne Si­ nan’ın ne Türklerin icadı değildir. Merkezî kubbeli plan ve hacim kompozis­ yonu fikri çoktan ortaya çıkmış, bazı topluluklarda uygulanmıştı. Hele Aya- sofya, Sinan’dan bin yıl önce hem merkezî kubbeli hem de dev ölçülerde bir

mekân yaratmış idi. Sinan kendi çağı için çok ileri bir inşaat biçimi uygulamıştır. Muhteşem hacim kompozisyonları ve bu hacimleri kılıflayan dev kütleler, hem olgun ve organik biçimler ortaya koymakta, hem de hafif ve zarif görünmektedirler. Ancak çelikli beton kulla­ nılan modern çağın inşaat usullerinin imkân verdiği biçimleri akla getiren gö­ rüntüler, özellikle camiler­ de karşımıza çıkmaktadır. Dev kolonlar, bunları bağ­ layan anıtsal kemerler bir- leşerek bir muazzam is­ kelet oluşturmakta, göv­ deyi tamamlayan bir baş gibi görkemli bir kubbe, gergin bir kabuk halinde hem bütün bu sistemin va­ rıp tamamladığı bir final, hem de taşımak için hep­ sinin görev aldığı bir de­ ğerli yük olmaktadır. Du­ varlar işte bu iskelet geçi­ rilen bir deri gibi hacmi kapatmakta, bı? iskelet tarafından taşınmaktadır, Bu durumda, ortaçağın yığma inşaat usûlündeki taşıyıcı ağır masif duvar geleneği ortadan kalkmış bulunm aktadır. Üstelik kemerlere bölünerek büs­ bütün hafifletilen bu duvar kitlelerine çeşitli ritmlerle bol sayıda pencere açıla­ rak dantel gibi bir görünüm kazandırılmaktadır.

Büyük hacimleri örten kuvve ve yarım kubbeler hem kütlelerin ağırlığı hem de birer adale gibi çalışm alarının sonucu muazzam bir baskı mey­ dana getirmekteydi. Sinan bu baskıyı karşılayıp bir­ birine devrederek bölen ve kademe kademe yere ka­ dar rndirip yok eden kule gibi ayakları,-bunları bağ­ layan kemerlerden oluşan o koca iskeletleri, sanki

(3)

hiç bu ağır teknik görev­ lerle ilgisi yokmuş da sadece güzel biçimler ya­ ratmak için yapılmış gibi gösterebilmiştir.

Ölçüler, mesafeler, o- rantılar, Sinan’ın eserle­ rinde öylesine ayarlanmış­ tır ki, bütünü taşıyıcı sis­ tem kubbeden itibaren kat kat şelaleler gibi dalga dalga dökülerek yere inen tatlı biçimler topluluğu veya yerden itibaren bir­ birine omuz vere vere yükselen bir sonraki ka­ demeyi hazırlayıp, kubede sona ulaşan bir senfoni etkisi bırakmaktadır. Her biri taş kubbelere bölüş­ türülmüş böylesine sen­ fonik birer kompozisyon olan bu ulu yapılar aynı zamanda konumları bakı­ mından şehrin sulietine et­ ki eden, çevrelerine dam­ galarını vuran semboller gibi değer taşırlar.

'fiil

if« ı

b

Ayrıca süslemeye gerek kalmayacak kadar kendi yapı biçimleri ' ile birer güzellİK kaynağı olan bu eserlerde taş yüzeylere uygulanmış taş oymacılı­ ğı işler çok tutumlu öl­ çüler, daha çok bölümle­ rin birbirine geçiş sınır­ larında yer almaktadır.

İçerde yüzey süsleme­ leri daha zengin ve çini kaplama, boyalı nakış gibi renk unsuruna da yer veren bir canlılıkta olmak­ la birlikte, hiçbir zaman birinci derecede önem ka­ zanmaz, yine yapı biçimle­ rinin kendi güzellikleri ön planda gelir.

Sinan bütün bu çağının ilerisinde tasarım gücü ve tekniğe nasıl vardı? Kim­ den öğrendi? Yalnızca Bi­ zans yapılarını inceleyerek mi? Yani geçmişin araştır­ macısı ve buna dayanan

ölçüler, mesafeler,

orantılar, Sinan’ın

eserlerinde öylesine

ayarlanmıştır ki, bütünü

taşıyıcı sistem kubbeden

itibaren kat kat şelaleler

gibi dalga dalga

dökülür

buluşlar getiren bir mucit mi idi? İster Bizans, ister Türk-lsl&m olsun geçmiş­ te böyle başarılar var mıydı?*Her şey Ayasofya’- nın taklidine ya da İnce­ lenip ilham kaynağı olma­ sına bağlanabilir mi?

İstanbul SCleymaniye Camii

107

I

- - ■ {, ■ ' ¿ . f W i , —M ■ j K i

&

-4 f 'J ' i v

4

»T -** * » ■ V * • ►

Sinan ortaya çıkmadan önce, Selçuk Beylik ve OsmanlI imparatorluğu çağlarındaki tip bolluğu gibi birkaç kanaldan yürü­ yen denemeler ayıklanmış başlıca hedeflere varılmış, en azından merkezî kub­ beli standart ve anıtsal yapıların plan tipleri doğ­ muştur. Biz bu gelişmenin ana çizgisini, eski Şam camii tipine önerr'i bir kubbe kaynaştırmaya ça­ lışmak demek olan Sil­ van, DunaysirUlu Camile­ ri ile başlatıp Manisa Ulu Camii, Manisa Hatuniye, Edirne Üç Şerefeli, eski Fatih Camii, İstanbul Be­ yazıt Camii, Atikali Paşa camileri ile izleyebiliriz.

w

ıs

V

*.

Tarih boyunca çeşitli ülke ve bölgelerde Türk patronların ısm arladığı anıtlarda ortaya çıkan özellikler bir ana çizgi ha­ linde gözden geçirilirse Sinan’ın üslubuna zaten yönelmiş oulunan bir eği­ lim farkedilebiliyor. Yani, Sinan bir dehadır; ama tarihî gelişmenin hazırla­ dığı, bütün yönettiği ülke­ lere vatan gözü ile bakan gerçekten hümanist bir dünya devletinin toplum­ sal şartlarının oluşturduğu bir meyve gibidir bu deha. Bütün bir geçmişin deney­ leri, gelenekleri, yeni ve yabancı etkiler Sinan’ın elinde ayıklanıp Türk kla­ sik mimarlığı ortaya çık­ mıştır.

(4)

riirk Islâm S a it at

■ak 1 0 8

Sinan, böyle tabiî bir sonuç olarak da ortaya çıksa, nasıl yetişmiştir? Bütün tarihimizde kendi elinden veya çevresinden elimize geçen, literatürü olan ender bir sanatçıdır Sinan. Ama yine de O’nun, böyle dev bir sentezi ta­ mamlayan kişi olarak or­ taya nasıl çıktığını açıklık­ la anlatamıyor mu bu bel­ geler?

OsmanlI yönetim siste­ minin hızla tamamlamaya yöneldiği Anadolu-Türk sentezi her alanda gerçek­ leşirken meydana gelen altın çağın birçok özellik­ leri birarada, eserleri ve ortaya çıkışı İle Sinan olayında görülebilir.

Müslüman olmayan bir aile çevresinden yetenekli bir delikanlıyı ele alan o mucizevî çark, devşirme düzeni, Türk-lslâm dünya­ sının ideallerine adanmış bir gönüllü, bu âlemin bütün değer yargılarını benimsemiş, özümlemiş bir aydın, üstelik bunları anıtsal hacim ve kütle kompozisyonları ile ifade eden bir yüce sanatçı or­ taya çıkarmış. Bunu nasıl yanmış? Bir mimarlık ok lu mu var? ?eniçeri- liğin kademelerini atlarken nice seferlere katıldığı an­ laşılan Sinan’ın bu sefer­ ler esnasında o zamana kadar yapılmış başlıca ün­ lü anıtları görmek fırsatı bulduğu, böylece mimarî düşüncesinin beslendiği ve geliştiği İleri sürülür.

O koca cihan devletinin imkân ve teşvikleri ile ye­ tişmiş nice yetenekli genç, devşirme sisteminin ayr.ı basamak ve yollarını aşa­ rak ilerlemiş, nice sefer­ lere katılmış, nice dünya ünlüsü anıtların çevresine gitmiş, şüphesiz bunları hiç değilse bir defa sey­ retmiş, hatta hayran bile olmuşlardır... Ama bunla­ rın içinden bir tek Sinan çıkmıştır. Yani sadece bu gezmeler, görmeler hatta seferlerdeki bazı istihkâm işlerindeki bazı tesadüfi görünen olaylar Sinan'ın yetişmesini açıklamıyor.

Tabiî bütün bu soruları sormak ille de cevaplarını şimdi biliyoruz ve anla­ tacağız demek değildir. Hakkında en bo! yazılı kaynağa sahip olduğumuz ve en bol yorumlara konu ettiğimiz bu sanatçı hak- kındaki bütün. sorular şu anda tam cevaplanacak durumda değildir. Kabaca belli olan onun, kültür tarihimizde, tarihî bir ge­ lişmenin tabiî sonucu, ka­ çınılmaz ürünü gibi doğ­ duğudur.

Edirne 'de

Selimiye

Osmanlı devri Türk çini sanatının en

mükemmel ölçülere eriştiği bir çağda

yapılan çiniler büyük bir dikkatle ve

gerekli olan yerlerde kullanılmıştır.

Bunlar arasında Hünkâr mahfelindeki

elmalı çini pano, başka bir benzeri

olmaması bakımından bilhassa

önemlidir.

'Edirne Selimiye Camii: 16. yy. ortaları

(5)

Milliyet

T A r ^ l ä n )

109

Türk mimari tarihinde Sinan denince kuşkusuz ilk akla gelen yapıt Edirne’nin görkemli Seli­ miye’sidir. Herkes Selimiye denince Sinan’ı, Sinan denince Selimiye’yi anımsar. Ancak burada bir başka gerçek daha var. O da bu görkemli yapıtın yaptırıcısı olan Sultan ikinci Selim. Burada Sayın Prof. Dr. Semavi Eyice’nin Selim II ve Selimiye ile ilgili bir inceleme­ sini sunuyoruz.

Osmanlı imparatorluğuma bir "altın devir’’ yaşatan Ka­ nunî Sultan Süleyman 46 yıllık hükümdarlıktan sonra Maca­ ristan’da Zigetvar Kalesi fethi sarasında 1566 yılında hayata gözlerini yumduğunda, Hür- rem Sultan'dan doğan Şehza­ desi Selim 42 yaşında bulunu­ yordu.

II. Selim adıyla ta h ta geçen Şehzade çocukluk ve gençli­ ğini, Kanunî Süleyman gibi bir babanın gölgesinde geçirmiş, artık delikanlılık ve gençliği çok arkalarda bıraktığı bir y aş­ ta Osmanlı im paratorluğu’nun sahibi olmuştu. Bu sıralarda Almanya’da II. Maximilian (1564 - 1576), İngiltere’de K ra­ liçe Elisabeth (1558 - 1603). Fransa’da IX. Charles (1560 - 1574) hükümdardırlar. Papalık ise V. Pius (1566 - 1572)’un idaresinde bulunuyordu II. Se- lim’in saltanatı kısa sürdü. Ancak 8 yıllık padişahlığında hiçbir sefere çıkmayan Selim’i modem tarihler “içkiye, eğlen­ ceye düşkün, bilgisi, değeri kıt bir padişah’' olarak tarif eder­ ler ve ona San, Sarhoş gibi lâ­ kapları y a k ıştırırla r. H a tta "ele alınacak hiçbir meziyet ve değeri olmayan” bu padişahın, hamamda "cariyeleri kovalar­ ken ayağı kayıp düştüğünü” ve ölümünün bu yüzden olduğunu yazan ciddî (!) tarihçiler de vardır. Bir büyük eseri iyi an ­ layabilmek için onu yapanı ve yaptıranı da tanımak gerekli­ dir. Ne yazık ki, Türk sanatı­ nın eserlerini incelerken bu hu­ suslara dikkat edilmemekte ve bilhassa yaptıranlar üzerinde hiç durulmamaktadır. Halbuki dünya çapındaki bir büyük eserin muhakkak yaratılışında onu istemiş olan kişinin de payı vardır. Onun için bu yazımızda biraz Selimiye'nin kurusucu Sultan II. Selim'den bahsede­ ceğiz.

II. Selim’in at üstünde savaştan savaşa koşan bir ba­ hadır olmadığı bir gerçektir. Her hükümdarın iyi bir asker olması da zaten beklenemez. Ancak onun hü k ü m d arlık yıllarında K ıbns (1570), ve Ku­ zey Afrika’da Tunus alınmıştır (1574). Inebahtı (Lepanto)'da Türk donanmasına indirilen büyük darbenin de intikamının alınması için gerekenler yapıl­ mıştır. II. Selim’in içkiyi gece gündüz içecek kadar sevdiği de bir gerçektir. Bu onun sonunda hayatına malolacak olan zayıf tarafıdır. Nitekim 1574’de bir­ denbire verdiği bir kararla içki­ yi bırakmış ve bu da onun ölü­ müne yol açmıştır. Hekimlerin hiç değilse azar azar bırakması tavsiyesine rağmen yeminin­ den dönmeyen padişah, belki de bu perhizin verdiği

b'aşdön-Edirne Selimiye Camii: 16. yy. ortaları

mesi ile düşmüş ve kısa süre sonra da, Edirne’de yaptırdığı şaheserin açılışını görmeden ölmüştür.

İyi bir avcı olduğu bilinen I I . Selim, aynı zamanda Selimi mahlası ile güzel şiirler ile dolu yazdığı bir Divan meydana getirecek kadar güçlü bir şair­ dir. Bu onun bir sanat zevki olduğunu gösterir. Nitekim ha­ yatı ve davranışları yakından araştırıldığında tarihe nedense sadece içki sevgisi ile geçen bu padişahın, başka taraflarının hiç anılmayışı şaşırtıcıdır. 8 yıllık s a lta n a tın d a Osmanlı devletini tek sadrazam ile ida­ re eden ve muhakkak ki. bu sadrazamın aleyhine kendisine yapılan nice baskılara göğüs germesini bilen bir hükümdarın bu tutumu da onun irade gücü­ nün bir delili olsa gerektir. Yi­ ne II. Selim'in Kızıldanız i A k­ deniz’e bağlamak üzere Süveyş Kanalı nı açtırmayı düşündü­ ğünü, ayrıca, Don ile Volga ır­ makları arasını bağlamayı t a ­ sarladığı da onun yapıcı tarafı­ na delil sayılabilir. Bu projeler gerçekleşmemiş, fakat II. Se­ lim. Konya'nın doğusunda, kervanların büyük sıkıntı ile geçebildikleri boş kurak geniş bir arazi ortasında kendi adına bir mamure kurdurmuştur. Sultaniye olarak adlandırılan bu menzil yeri, Mimar Sinan'ın yaptığı bir külliyenin etrafında bugün bir ilçe haline gelmiş olan Karapınar'dır. Kanunî'nin son yıllarında yapımına başla­ nan Büyükçekmece Köprüsü- nü de Mimar Sinan ancak II. Selim'in yıllarında tamamla­ mıştır. Yine II. Selim'in Türk k ay n ak ların a geçmeyen bir dav ran ışı onun k ara k terin i göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. 1567 yazı sonlarında bir cuma namazı için Aya- sofya'ya geldiğinde burada du­ vara yapıştırılmış mermer lev­ halarda Bizans İmparatoru I. Manuel'in 1166 tarihli bir Kon- sil fermanını görmüş ve bunla­ rın ne olduğunu sormuştur. Kendisine "Hazreti Ali'nin tıl­ sımlı sözleridir" demişlerdir. Niçin Türkçe değil diye sorma­ sı üzerine de ’Eğerbizim yazı­ mızla olursa, herkes bu tılsım­ ları öğrenir” cevabım vermiş­ lerdir. Bunun üzerine II. Selim "Hicdeğilse herkes değil, bari biz bunlan öğrenelim’' diyerek, yazıyı okutmak üzere Patrik­ hane'den birisini getirmiş ve bu yazılanların anlatılan ile ilgisiz olduğunu böylece öğrenmiştir. Bunun üzerine II. Selim bu taşlan yerinden çıkarttırmış ve babası Süleyma’nın türbesine götürmüştür. Bu olaym tam a­ men doğru olduğu, 1959'da Kanunî Süleyman türbesi ta ­ mir olurken meydana çıktı. Burada beş levha bulundu. Bunların alçı kopyalan şimdi yine Ayasofya’da eski yerlerin­ de duvardadır.

Kısacası. II. Selim sanıldığı gibi kabiliyetsiz, zekâsız ve zevksiz değildi. Onu böylece tarif etmek büyük haksızlıktır. Aynca yapılışının her ânında yakından ilgilendiği ve Türk sanatına hediye ettiği Selimiye Camii de onun sanat zevkinin başlıca delüidir. Bu muhteşem anıt Osmanlı devri Türk mi­ marisinin büyük ustası Mimar

(6)

Milliyet

Ü

110

Sinan'ın bir eseri idi. t akat onu yaptıran ve birçok husus­ larda fikir veren II. Selim ol­ muştur.

Padişah II. Selim’in emri ile o sıralarda 79 yaşmda olan başmiman Sinan, Edirne’de Selimiye Camii’nin yapımına H. 976 ( = 1568) ’de başladı. Yer olarak Osmanlı im paratorlu- ğu'nun İstanbul’un yanı sıra ikinci başkent (Rezidenzstadt) uurumunda olan Edirne seçil­ mişti. Mimar Sinan, şair Sâi Çelebi'ye yazdırdığı hayatını anlatırken, "Sultan Selim’in dünyada misali olmayan bir cami yapılmasını em rettiği...” Ayasofya kubbesi gibi kubbe­ nin Islâmda yok dediklerini ve bu sözün... bu hakirin kalbin­ de bir azim ukte olup kaldığı­ n ı...” bildirir. Fakat Sinan, "...Sultan Selim H an’m verdi­ ği kudretle bu kubbeyi Ayasof- ya’dan 6 zira kaddin ve 4 zira derinliğin ziyade olan Edir­ ne’nin eski sarayının yerini seçmişti Burası bir tepe halin- de idi. kalıntıları kaldırıkjgjjjM nız bugün hara­ beleri d u ra ii^ jr hamamı kal­ mıştır. MimfeNSfrıan ile Sultan Selim arasında, inşaat süre­ since yazışmalar olmuştur. Bunlardan anlaşılan şudur ki. Padişah, adını taşıyacak bu eserin her şeyi ile yalandan ilgilidir. Sinan her hususta onun fikrine başvurm akta ve telkinler alm akta, fakat Sultan da mimarın işine lü­ zumsuz olarak karışm am akta­ dır. Nitekim dört büyük kemer bitirilip diğer dördü de bitmek üzere iken Mimar Sinan Padi- şah'dan "şahnişin kubbe ve d uvarlarının n asıl olm ası istendiğini" sorar. II. Selim 2 Rebiüahir 980 (= 12 Ağ. 1572) tarihli yazısı ile cevap verir: "Pencerelere kadar kâşi (çini) olsun, üstü kâşi ile sure-! fatihâyı münasip gördüğün şe­ kilde yazdırasın.” Sinan yazı­ ların hattat Karahisarî’nin ev­ lâtlığı ve yetiştirmesi Molla Hassan'a y azdırılmasını teklif eder. Padişah bunu uygun bu­ lur. Yazıların kalıplarının ha­ zırlanması iki yıl sürmüş ve bunlar çini olarak yapılmak üzere İznik’e gönderilmiştir. II. Selim, mimarın bütün tek­ liflerini olumlu karşılamakta ve hiçbir hususta israf yapılma­ masına dikkat olunmasını da bilhassa hatırlatm aktadır: " ... cümlesini arz eyledüğün üzere yaptırıp itmama erüştüresin, amma itlâf ve israf olunmak ihtimali olm aya...” . Padişahın 13 Zilkade 980 (= 1572 ) tarihli bir yazısında da, şadırvan av­ lusunun ve dört tarafa açılan kapıların döşemelerinin küfeki taşından olmasını uygun gör­ düğünü bildirmesi de onun bu eserin en ufak ayrıntısına ka­ dar her şeyi ile yadından ilgi­ lendiğini gösterir. A ynca P a­ dişah, Selimiye Camii’nin y a­ pımında görevlendirilenlerin başka işlerle uğraşmalarının şiddetle yasaklanmasını iste­ yen bir yazı yazdıktan başka sık sık caminin bir an önce ta ­ mamlanmasını istediğini de be­ lirtmiştir.

Bu muhteşem eserin yapımı için harcanan paranın Kıbrıs fethindeki ganimetlerden der­ lendiği yolunda esası Evliya

Çelebi’ye kadar inen bir söy­ lenti v a rd ır. A ncak şunu gözönünde bulundurmak yerin­ de olacaktır ki, Selimiye Ca- mii’ne 1568'de başlandığında daha Kıbns alınmamıştı. Her­ halde bu çapta bir eserin yapı­ mı kararlaştırıldığında, onun masrafı için henüz fethedilme­ miş bir yerin sağlayacağı gani­ mete güvenilmiş olamaz. Bizce bu söylenti esassızdır.

Sinan Camiin etrafına sade­ ce iki medrese ile alt tarafına bir çarşı, daha doğrusu bir meyva kapanı (yemiş kapanı) yapmıştı. Caminin avlusu b ü ­ yük bir bahçe olarak düzenlen­ miş ve bu işle 90 kişilik bir eki­ bin başı olarak Recep Ağa gö­ revlendirilmişti. Mimar Sinan büyük bir gayretle, Türk sana­ lın ın bu şaheserini tam am la­ maya çalışırken II. Selim bir taraftan da H. 981 ( = 1573)’de Ayasofya’nm etrafını açtırıyor ona bir minare ilâve ettiriyor. Büyük camilerin bitişiklerine inşaatı yasaklayan ve evlerin en az 5 zira ( = 3 m. 80) uzakta yapılmasını şa rt koşan bir fer­ man yayınlıyordu. Yine bu Padişahın saltanatı sırasında II. Selim’in sevgili zevcesi Nurbânû Sultan için Ü skü­ dar’da Eski Valide (veya Atik Valide) adıyla tanınan büyük güzel cami ve onun etrafındaki

yapılan (medrese, darüşşifa) meydana getirilmişti. Ancak II. Selim birdenbire bıraktığı içkinin bünyesinde yaptığı sarsıntı ile öldüğünde, yaptır­ dığı büyük eseri de aynı gün­ lerde tamamlanıyordu. Padi­ şah, adını yaşatacak olan bu muhteşem anıtı bitmiş haliyle hiçbir vakit göremedi ve içinde namaz kılamadı. Şair Em ri’mn yazdığı tarihten caminin H. 982’de bittiği öğrenilir.

Camii Sultan Selim Han bin Süleyman Han mıdır, Yokla bu mısraı tarih anladım çok olmasın Hatmine bu camiin tarihi

mısradan çıkar Hem çıkar tarihten giru

esası kalmasın Dikkat ister bu muamma

mislidir gafil mebaş Kim htsab itse bunu

yanlış sunup yanıl masun

Bu çok ince hesaplara daya­ nan ve âdeta bilmece gibi olan tarih, ebced hesabma göre ya­ pımın başlangıcım H. 975, bi­ timini ise 982 olarak verir. Evliya Çelebi, Sultan Selim’in camiin bittiğini öğrenince Cuma namazım orada kılmak üzere yola çıktığında hastalı­ ğının artarak Çorlu’da öldü­ ğünü yazar. Bunun ne derece­ ye kadar doğru olduğunu bil­

miyoruz. Padişah II. Selim, Türk yapı sanatınm şaheseri olacak ve kendi adım taşıyacak olan bu anıtın bir an önce b it­ mesini heyecanla ve merakla bekliyordu. Belki bu söylentide bir doğruluk payı vardır. Kubbenin kapatıldığı haberi İstanbul’a eriştiğinde II. Se­ lim, camiin ancak Kurban Bayramına biteceğini öğren­ miş ve içinde namaz kılmanın mümkün olup olmadığım sor­ muştu. Edirne Kadısına yazı­ lan 16 Recep 982 ( = 1 Kas. 1574) tarihli bir hüküm ile II. Selim’in öldüğü ve ilk Cuma namazının camide 12 Şaban ( = 27 Kasım 1574) günü kılın­ masına izin verildiği öğrenil­ mektedir. Böylece II. Se­ lim’in, Selimiye’nin açılışından ikice hayata veda ettiği kesin­ lik kazanmaktadır. II. Selim’in içkiyi birdenbire bırakması üe, Türk sanatının bu en büyük ve en güzel eserinin tam am lan­ ması arasında belki de bir bağ­ lantı kurmak ve bu harika ese­ rin sahibi olan Padişahın bu vesile ile dünya zevklerine veda etmek istediğini ve bunun da hayatına malolduğunu iddia etmek de mümkündür.

Sinan, Selimiye’yi Edirne şehrine hâkim bir tepeciğin üs­ tüne kurmuştu. Bu yer, dâhi mimarm başka eserlerinde ol­

duğu gibi, kurulacak anıtın dış estetiğine uygun olarak seçil­ mişti. İstanbul’dan Rumeli’ye uzanan büyük menzil yolunda çok u zak lard an m uhteşem silueti ile Selimiye beliriyor ve uzun süre yolun ekseni üzerin­ de kaldığından iki minare ile çerçevelenen kubbesi görülü­ yordu. Bu özellik XVII. yüz­ yılda Evliya Çelebi’nin de dikkatini çekmiştir: "Garabet bunda ki Edirne’ye girmek için dört tarafından dört adet bü ­ yük cadde vardır. Herhangi­ sinden Edirne’ye girersen bu Selimiye Camii’nin dört mina­ resini iki ve şerefesini de altı görürsün, yakınma gelsen b i­ le...” sözleri ile bu özelliği açık­ lamıştır. Boylan 71 m.(külâh) ve âlemi ile 85 m. ’ye yakın) kadar olan her biri üçer şerefeli bu dört minare İslâm âleminin en uzun ve en zarif minareleri olm uştur. H e r ne k a d a r Hind’deDelhi’de X III. yüzyıl­ da yapılan Kutup minar 72 m. 50’lik boyu ile daha uzun ise de en altta çapı 14 m. olan bu mi­ nare tepeye doğru incelir. Böylece e s te tik b akım dan Kutup minar’ın göze hoş görü­ nen bir dış tesiri olduğu söy­ lenmez. Halbuki ikisinde içle­ rinde üç ayn yoldan üç şere­ fesine çıkılan Selimiye minare­ leri en aşağıda gövdede sadece

Edirne Selimiye Camii 16. yy. ortalan.

3 m. 80 çapındadır. Genişlik yukan yükseldikçe hafifçe d a­ ralır. Bu minareler camiin aynı zamanda dış estetiğini tam am ­ layan unsurlardır. Camiin bü ­ yük kubbesinin örttüğü ana kitlesi, onların yardımıyla san­ ki göğe doğru yükselir.

Sinan, Selimiye’de bir ibadet yeri için ideal olan, mekânın tek kubbe ile örtülmesi prensi­ bini en mükemmel biçimde çö­ zümlemiştir. Bu kubbenin Ayasofya’dan daha yüksek ve daha büyük olduğunu yazan Sinan'ın bu hususda aldandığı söylenebilir. Herhalde Ayasof­ ya kubbesinin, o sıralarda öl­ çüleri alınırken ufak bir yanlış yapılmış olmalıdır . Zaten Seli­ miye kubbesinin Ayasof- ya’nınkinden bir iki metre fazla veya eksik oluşu önemli değil­ dir. Asıl önemli olan Selimi­ ye’nin bir ibadet yeri olarak estetiğinin en ideal biçimde düzenlenmiş olmasıdır. Bunu tamamlayan bir unsur olan kubbe yapının haşmet ve g ü ­ zelliğinin bir parçası olurken, bu heybetli örtünün statik b a­ kımdan, yapı kitlesi üzerine rahatça oturması ve baskısının dengeli bir biçimde bölünmesi de sağlanmıştır, işte Sinan'ın mimar olarak dehâsı burada­ dır. Bu ibadet yerinin her p ar­ çası harcanmış hiçbir köşe ve mekân kalmaksızın mihrabı görmekte ve bu mekânın b ütü­ nü, tek kubbenin örtüsü altın­ da toplanmaktadır. Bu mimari­ de lüzumsuz hiçbir eleman ol- m adığ gibi hankulâde bir nis- bet ahengi bütün kitlenin şaşı­ lacak bir hafiflikle yükselmesi­ ni sağlamaktadır.

Sinan’ın bu üstadhğmm ese­ ri olan anıt, dünya mimarlık tarihinin de gelişim hakların­ dan biridir. Şaşırtıcı hassaslık­ ta bir geometrik düzen ve âde­ ta terazide tartılarak yapılmış bir nisbetler ahengi, hiçbir tarafında gözü yoran, ağır k it­ leler olmayan bu dev ölçüdeki eserin başlıca vasıflandır. Her tarafta büyüklük, haşmet ve bütünlük hâkimdir. Ve bu ka­ dar mükemmel düzenlenmiş bu eserin içi güzel ayarlanmış pen­ cereler ile bol ışıkla aydınlan­ mıştır. Bütün bu özellikleri ile Mimar S in a n 'ın S elim iye’si dünyanın en üstün yapıların­ dan biri olmuştur. Her şeyi ge­ rekli olduğu kadar kullanan ve böylece mimarî çizgilerin sa- kinliğni bozmayan ölçülü de­ korasyon da burada dikkati çe­ ker.

Osmanlı devri Türk çini sa­ natının en mükemmel ölçülere eriştiğ bir çağda yapılan çini­ ler büyük bir dikkatle ve ge­ rekli olan yerlerde kullanılmış­ tır. Bunlar arasında Hünkâr mahfelindeki elmalı çini pano, başka bir benzeri olmaması ba­ kımından bilhassa önemlidir. Bu çinilerde XVI. yüzyıl Türk çini sanatının, iç mimariye bir bahar tazeliği getiren gilzelli- ğ n i açıkça görmek mümkün­ dür. Aynı dikkat ve zarif sanat zevki, taş işçiliğinde ve mer­ merden yapılan organlarda da görülür. Bu hususta bilhassa mermer işçiliğinin en zarif ö r­

(7)

Milliyet

TÎürlyî«ÿlù

111

neklerinden olan minber bir şaheser olarak anılabilir. Mer­ mer işçiliğinin zarif örnekleri, Selimiye Camii'nin eki, Yemiş kapanı, olarak yapılan arasta (çarşı) 'nın dua kubbesindeki pencerelerindeki şebekelerde de görü lm ek ted ir. Cam iin ağaçtan olan kısımlarının da bunlara paralel bir biçimde renkli ve yaldızlı nakışlar ile bezenmiş olduğu tahm in edilir. Nitekim Hünkâr mahfeli altın­ daki tavanda ve camiin o rta­ sındaki ahşap müzenin mahfe- linin tavanındaki süsler bu hu­ susta bir fikir vermektedir. Yapıldığından bu yana Selimi­ ye Camii'nin üzerinde onun güzelliğini bozan bazı mü­ dahalelerin olduğu da görülür. Nitekim XIX. yüzyıl içlerinde duvarlar, eserin üslubuna çok aykırı düşen bazı nakışlar ile kaplanmıştı. A tatü rk ’ün emri ile bu nakışların kaldırılmasına girişikliğinde altta olan ta b a­ kalar araştırılmamış ve bütün duvar satıhları raspa edilmiş­ tir. Halbuki iç ve dış galeri­ lerdeki duvar satıhlarında sa­ dece köşelerde kalabilen bazı işlerden, buralarda XVI. yüz­ yılda yapılmış "m alakâri” de­ nilen kabartma ve renkli bir bezemenin v arlığ ı a n la ş ıl­ maktadır. Büyük kemerlerde ve kubbede ise XVI. yüzyıl k u m aşlarındaki desenlerin benzeri zengin bir kalem işi süslemenin kalıntılarını bul­ mak mümkündür.

Selimiye Camii, Edirne’nin tarihinde gördüğü bazı felâ­ ketlerin izlerine sahiptir. 1877 - 78 Türk - Rus savaşında Edirne’ye giren Rus ordusu, Selimiye’nin Hünkâr rmhfe- lindeki çinilerin bazılarını yer­ lerinden söküp götürmüştür. 1912'de Balkan Savaşı sırasın­ da Edirne’den çekilen Bulgar ordusunun, bu eseri havaya uçurmak için gerekli hazırlıkla­ rı yaptığı, fakat son emrin Sof­ ya'dan Çar Ferdinand’dan bek­ lenmesi üzerine, onun ‘‘Hayır, tarih karşısında böyle bir so­ rumluluğu üzerime alarak böyle bir emri veremem’’ dediği meşhurdur. Ancak Balkan S a­ vaşı sonunda sulh anlaşmaları yapılırken, Osmanlı hüküme­ tine Edirne’nin^verilmesi hu­ susunda baskı yapan Fransız elçisi Bompard’ın bir sözü de şaşırtıcıdır. Elçi, Türklerin Edirne’ye muhakkak sahip ol­ mak istemelerini anlamamış ve Cemal P aşa y a, “ Edirne’yi Adaları muhafaza etmek için neden dolayı bu kadar ısrar ediyorsunuz?... Beş on tarihî kubbeden başka bir şeye malik olmayan Edirne’yi elde tu t­ mak için harcayacağınız gayre­ ti başka işlere ayırınız” demiş­ tir.

Edirne’de Selimiye, Türkleı için "beş on tarihî kubbeden" biri değildir. O, bütün bir Türk medeniyetinin ulaşabildiği do­ ruk noktasını işaretleyen bir anıttır. Her vakit ve her şartta onun bir “fırın kubbesi” ile bir tu tu lam a y ac ağ ı ve hiçbir Türkün onu yâdellerde b ı­ rakmaya gönlünün râzı olma­ yacağından emin bulunuyoruz.

(8)

■ • " -; • ' ' ' ■ -S ■. . V ... ,, .i V .. . .

M illiy e t

T iir ly l^ lâ ıi|S a i|a i i

112

Edirne Selimiye Camii: İç görünüş

.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

E ğitim-Sen Çaycuma Temsilcisi İsmet Akyol basın toplantısında şöyle dedi; “Eğitim Sen olarak, sürgün kararının hukuki dayanağı olmadığını, tamamen siyasi nitelikli

Bu kez daha çok ülkelere, kentlere, doğaya, biraz kendine bakıyor ama yine insan öyküleriyle dolu sayfalar, inanılmaz akıcılığıyla bir solukta okunabilecek kitapta

YAVUZ Sultan Selim’den sonra tahta oturan Sultan Süley­ man devrinin başlarında, Mimar Ali Usta ölünce, Lütfi Paşa'nuı tavsiyesiyle koca Sinan Sermîmarlığa

Gündoğdu Akkor dergiler hazırlıyor, resim yapıyor durmadan, Bilkent tepeleri gibi yeşeriyor, renkleniyor duvarları, inci Akkor da seramik, resim çalışmalarından sonra

Nasal type extranodal NK/T-cell lymphoma (ENKTCL), previously known as lethal midline granuloma is a rare type of lymphoma that typically causes destruction of the midface.. The

Bu çalışmada, fertil ve TİB olan kadınların endo- metrial ko-kültürleri incelendiğinde, fertil grup ko- kültürlerinde, gland epitel hücreleri ve stromal hücrele- rin

Korelasyonu bir ortalama olarak yorumlamak için başka bir yol onu standartlaştırılmış değişkenlerin ortalama çapraz çarpımı olarak ifade etmektir.. (2.5)

Olma­ yacak şey istemem, onun için hayal kırıklığına uğramadım; o, insanı çok sarsar.. Emekli olduktan sonra kendimi bırakmayacağım